İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'Balyoz Darbe Planı' davasında duruşma savcısı olarak görev yapan Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen 'kumpas' iddialarına tepki gösterdi. Delillerin net, yargılamanın açık olduğunu dile getiren Kaplan, mahkemeye karşı büyük bir haksızlık ve saygısızlık yapıldığını savundu.. Savcı Kaplan'ın haklılığını gösteren çok fazla somut bulgu mevcut. Ancak bugünlerde her taşın altında kumpas arayanlar, varlığı açık olan darbe girişimlerinin yok sayılmasını bekliyor.
01.07.2014 13:40 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "Balyoz Planı" davasına giren Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen "kumpas" iddialarına cevap veren bir açıklama yaptı. Kaplan'ın hukukçuların kullandığı adalet.org üzerinden yapılan açıklamada "AYM kararına saygı duyduğunun" altını çizerken, davaların görüldüğü dönemde sanık avukatlarının deliller karşısında savunma yapamayacak hale gelerek salonu terk ettikleri anlatıldı.
Açıklamada, "Keşke AYM'nin sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi" denildi.
Kaplan, AYM kararıyla birlikte basında yer alan ve sanıklar tarafından dile getirilen iddialarla ilgili ise, "bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır" dedi.
'Sanıklar tehdit içerikli sözler sarf etti'
Kaplan ayrıca sanıkların yargılama aşamasında ve sonrasındaki tehdit içerikli sözler sarf ettiğini belirterek, haklarında koruma kararının da alındığını hatırlattı ve şunu dile getirdi: "Duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum."
Kaplan'ın açıklamasının tam metni şu şekilde:
"AYM.nin Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen kararı sonrası herkes bir şey söylüyor. Hakaretler, tehditler havada uçuşuyor. Kısa yazıda tüm söylenenlere cevap vermek mümkün olmadığı gibi, gerek olduğunu da düşünmüyorum. Fakat çok söylenen bir iki noktada kısa izahat vermek gerektiğini de düşünüyorum.
Öncelikli olarak Türk Hukuk Sistemi içerisinde bulunan bir kişi olarak aşamalı verilen yargı kararlarının “doğru-yanlış” kavramı içerisinde sınırlandırılma yapılamayacağını, her aşamadaki karara saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim.
Şöyle ki, bir dosya ile ilgili olarak tutuklamaya sevk edilen bir şüphelinin ilgili Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanması ve bir aşamada Asliye Ceza Mahkemesince tahliye kararı verilmesinin hukukumuzun içerisindeki kontrol mekanizmalarının çalışması olarak görüp, her iki karara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için aşağıda yazacağım itirazlara rağmen AYM'nin kararına da saygı duymaktayım.
Fakat bu karar sonrası dava sanıklarının kamuoyunu etkileme gücü ile siyasi konjöktürün birleştiği ve sanki söz konusu dosyanın Cumhuriyet Savcılığına sunulmadan önceki hazırlık, Cumhuriyet Savcılığı aşaması, dava açılması ve yargılama ile Yargıtay Başsavcılığının incelemesi ve nihayetinde ilgili Yargıtay Dairesince temyiz incelemesinin yapılması sırasında emeği geçen Emniyet görevlisi, Hakim ve Savcıların birlikte kötü niyetle hareket ederek, medyatik tabiri ile “kumpas” kurulduğu algısı oluşturulmak istenmektedir.
Dava öncesi ve sonrasında çok güçlü bir medya desteği ile olayın tamamen sahte delillerle başlatıldığı, haksız bir soruşturma yürütüldüğü algısı zihinlere yerleştirilmiş, bir kısım insanların da muhtevası oldukça fazla olan ve zaten incelemenin belli bir uzmanlık gerektirdiği dosyadan hakikatleri öğrenmesi mümkün olmamıştır. Bu sebeple herkes kendi siyasi, fikri, kişisel düşüncelerine göre tartışarak sonuç çıkarmıştır. Halbuki özünde siyasi bir yapıya yönelik eylem olsa da, soruşturma başladığı andan itibaren hukuki zeminde kalmak gerektiği açıktır.
Söz konusu davada kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesinde değişik tarihlerde açılan üç ayrı iddianame ile toplam 365 sanığın yargılanmıştır. Duruşmalar Silivri'de bu nitelikte davalar için hazırlanmış özel salonda yapılmıştır. Duruşma esnasında tutanak yazdırılmamış, tüm konuşmalar görüntülü ve sesli olarak kayda alınmış, daha sonra ilgili katiplerce daktilo edilmiş, bundan sonra da görüntü ile metinler Mahkeme Hakimlerince kontrol edilerek tutanak haline getirilmiştir. Yani duruşmalar TBMM'de yapılan görüşmeler gibi her isteyen sanık ve müdafiinin istediği kadar zaman sınırına bağlı olmadan kendini ifade edebilmelerine imkan tanımıştır. CMK.da belirtilen hakların tamamını sanıkların tamamı sonuna kadar kullanmıştır. Duruşmaların her anı sesli ve görüntülü kayıt altındadır. Taraflar o kadar çok konuşma yapmıştır ki belli bir süre sonra tekrara düşmeye başlamışlar, deliller karşısında savunacakları bir husus kalmayınca müdafiiler duruşmaları terketmişlerdir. Bu safhada sanıkları ve müdafiileri bir çok defa Mahkeme heyeti ve Savcılığı, soruşturma yapan polis müdürlerini ismen belirterek tehdit ve hakaret etmekten çekinmemişlerdir. Nitekim bir çok sanık hakkında suç duyurusu yapılmıştır. Türkiye'de ve dünyada emsali olmayacak şekilde taraflar kendilerini ifade etmişler, bilgisayar slaytları eşliğinde savunmalarını özgür bir ortamda yapmışlardır.
Nitekim yargılama devam ederken AİHM'ne değişik sebeplerle müracaat edilmiş fakat adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği karara bağlanmıştır.
AYM.nin kararına gelince taraf olarak yanlış olabileceği düşüncesine sahip olmakla birlikte, belirtilen iki husustaki görüşlerimi kısaca belirteceğim.
Birinci olarak tanıklar Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman'ın dinlenilmemesi
Duruşmalar esnasında bir çok tanık yanında dönemin Genel Kurmay 2.Başkanı Yaşar Büyükanıt ve K.K.K.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ tanık olarak dinlenmiştir. Her ikisi döneminde birinci ordu ile ilgili yapılan tüm yazışmaları ve sözlü mülakatları ilgili komutan adına gerçekleştiren kişilerdir. Sanıkların savunmalarında belirttikleri tüm hususları duruşma salonunda açıklığa kavuşturmuşlardır. Ayrıca sanıkların talep ettiği veya duruşma salonunda hazır ettiği bir çok tanık da dinlenildikten sonra tarafların yargılamayı uzatmak amacıyla yüzlerce kişiyi içeren ilgisiz tanık talepleri CMK.206/2-c,d maddeleri gereği reddedilmiştir. Buna rağmen “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman da dinlenemez miydi?” diye düşündüğümüzde, kişilerin haklı olabileceği fakat verilen karar açısından hiç bir değişiklik olmayacağı açıktır.
İkinci olarak, dijital veriler ile ilgili olarak yargılama safhasında tarafların itirazlarını karşılayacak bir çok bilirkişi raporu alınmış, itiraz konusu tüm hususlar bilirkişilere teferruatlı olarak sorulmuştur. Nitekim AYM Başkanı Sayın Haşim Kılıç'ın Taha Akyol'a vermiş olduğu mülakatta dosyada Mahkemenin dört ayrı bilirkişi raporu aldığı, ilaveten sanıkların bir çok özel mütalaayı dosyaya ibraz ettiği belirtilmektedir. Bu bile Mahkemeye kanaat getirecek kadar bilirkişi raporu alındığının göstergesidir. Tarafların aleyhe olan raporları kabul etmemesi karşısında yüzlerce bilirkişi raporu alınsa da, aynı itirazları sürdürecekleri kesindir. Duruşma sırasında açıklığa kavuşan en basit konularda bile gazete ve televizyonlarda gerçeğe aykırı beyanlar verilmesi bunun delilidir. Gerekçeli kararın dijital verilerle ilgili kısımları okunabilse delillerin kamuoyunda ne kadar çarpıtıldığı anlaşılabilecektir. Fakat insanların buna imkanı olmadığından ve hakikatleri bilenlerin medya ile bilgilendirme yapması mümkün olmadığından yukarıda belirtildiği şekilde algı operasyonu devam etmektedir.
Dosyanın iddianameleri, diğer belgeleri ve sadece gerekçeli kararı dikkate alındığında kısa bir sürede değerlendirme yapılması mümkün değildir. Keşke AYM.nin Sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi.
Sonuç olarak:
1-Ülkemizde güçlü olanlar suç işlediklerinde hesap vermeyeceklerini düşündüklerinden, haklarında delil bulmak zor olmamaktadır. Bu dosyada olduğu gibi kişiler pervasızca ihtilal planlarını bir seminerde görüşüp kayda almışlardır. Yakalandıklarında da adet olduğu üzere “yavuz hırsız” olarak kendilerini yakalayanları sorgulamakta, deliller uyduruldu diye bahaneler üretmektedirler.
2-Bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır”.
3-Suça ait bir delilin değerlendirilmesi kişilere göre değişmektedir. Dönemin K.K.K.Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet gazetesine vermiş olduğu mülakatta seminere ilişkin yapılan eylemin “disiplin suçu” olduğunu beyan etmiştir. Bir dönem askeri darbelerin “görev” olarak yapıldığını düşünürsek disiplin suçu olarak değerlendirmek bile darbeye teşebbüsün itirafı gibidir. Çünkü hukukçular onların disiplin suçu gördüğü eylemi diğer delillerle birleştirince farklı değerlendirebilir.
4-Hukukçu olarak bu davanın her safhasında çok titiz bir çalışma yapıldığına şahit oldum. Dosya incelense “müzahir” listelerde üç bine yakın ismin olduğu görülecektir. Bu kişiler titizlikle incelenmiş, haklarında başka delil olmayanlara ek takipsizlik kararı verilmiştir. Dijital belgeler üzerinde, taraflar kabul etmese bile, defalarca bilirkişi raporu alınmış fakat yeniden yargılanma safhasında iddianame, duruşma tutanakları veya en azından Mahkemenin gerekçeli kararı gereğince okunmadan raportör ve Mahkeme kararı verilmiştir.
5-Şunun farkındayım ki, ben ne yazarsam belli bir kısım kişiler buna inanmayacaktır. Hatta tüm duruşma safhalarında ve verilen AYM kararı sonrasında olduğu gibi hakaretlere ve tehditlere maruz kalacağım. Televizyon programları ve internet vasıtasıyla bir çok tehdit ve hakaret içeren sözler işiteceğim. Ben ve arkadaşlarım adına işimizi doğru yaptığımdan emin olduğum için içim çok rahat. Tehditler mi, tehdit edenlerin bize yönelik çok bir şey yapamayacaklarını düşünmüyorum. Zira bir hafta önce İçişleri Bakanlığınca ben ve heyette bulunan Hakim Savcılar hakkında, İstanbul Valiliğinin vermiş olduğu korumalar kaldırıldı. Tehlike olsaydı kaldırılmazdı. Buna rağmen duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum.
Hüseyin KAPLAN, İstanbul Cumhuriyet Savcısı, İstanbul Avrupa Adliyesi"
KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE
Balyoz savcısı Kaplan'ın açıklaması bu şekilde. Sözlerine ve tepkisine katılıyoruz. 23 Haziran 2014 tarihinde 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1) başlığıyla kaleme aldığımız haberimizde görüşlerimizi geniş ve açık şekilde aktarmıştık. Yine tekrar etmek istiyoruz ki, kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yapmıştır. Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da, yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız, hatta delillerle ilgili tartışmalara dair ayrı bir sayfa ayırdığımız (2) için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: O şüpheler esasa taalluk etmeyen şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf yargılama bu davalarda yapılmıştır.
Sanıklar tarafından yargılama süreçlerinde adeta kabul edilinceye kadar yeni bilirkişi raporları istendi sürekli. Dijital delillerin delil olmaktan çıkarılması gibi tüm dünya hukuk çevrelerinin güleceği, uygulanması halinde davaların çökeceği saçma öneriler ciddi ciddi duruşmalarda dile getirildi. Sanıklar yüzlerce tanık dinletme talebinde bulundu. Bu taleplerin kabul edilmesi halinde davanın kaç yıl daha uzayacağı duruşmalarda matematiksel olarak ortaya kondu. Bir taraftan mahkeme davayı çabucak sonuçlandırmaya çalışıyor, delilleri tam değerlendirmeden davayı örtbas etmeye çalışıyor gibi ya da benzeri itirazlar yapıldı, mahkeme suçlandı. Diğer taraftan yüzlerce tanık dinletme ve yeni bilirkişi raporu alma,, reddi hakim ve benzeri taleplerle dava uzatılmaya çalışıldı. Davaya katkı değil engel olma çabaları o dereceye vardı ki, sanık avukatları duruşmaları boykot ederek davayı kilitlemeye çalıştı. Hatta mahkeme salonunu basma ve sanıkları kaçırma girişimleri dahi yaşandı.
Evet tüm bunlar yaşandı. İtalya'da yıllarca süren Gladio davasında daha sert bir yargılama yaşandığı halde bu görmezden gelinmeye çalışıldı. Balyoz ve Ergenekon sanıklarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) defalarca yaptığı; hak ihlalleri olduğu, delillerin sahte olduğu gibi konu taşıyan başvurular hep reddedildi. Mahkeme, tutuklama gerekçeleri ve süre uzunluğunun makul olduğuna, delillerin sahte olmadığına dair karar verdi. AİHM sanıklara ret kararları verdi. Defalarca. Ama bu görmezden gelindi bu çevrelerde.
-Darbe ile devrilemeyen Meclis'i bir başka devirme yolu-
Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesini kullanan çevreler darbe sanıklarını adeta bir kahraman haline getirmeye çalışıyor. Zannedersiniz ki, karşımızda masum melekler var!.. Nasıl olsa günah keçisi de var: Paralelciler.. Birileri gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamızı bekliyor. Hatta daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in bu davalarda yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. Çok acayip, tuhaf ve alaycı bir girişim.. Devrilmesi başarılamayan Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye olunmuşken, iadei itibar kararı aldırılarak Meclis bir başka açıdan devrilmek isteniyor.
Evet, paralel yapının varlığı çok sayıda somut delille ortaya çıkmış bulunuyor. Bu yapının kumpas merakı ve yeteneği de.. Cemaat tabanlı bu yapının kumpaslardan ne kadar iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıktı. Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de değiştiremez. Her zaman şunu savunduk. AK Parti bugün var, ama belki yarın belki başka bir gelecekte olmayacak. Türkiye ise her zaman var olacak. İnsanların tipini, görüşünü vesair özelliklerini sevmeyebilirsiniz. Ancak bu onlara haksızlık yapmanızı, kumpas kurmanızı gerektirmez. Bu zulümdür, günahtır, kul hakkıdır. Dinen asla kabul edilemez. Biz her zaman bu görüşteyiz. Bu nedenle darbeye karşı olduğumuz kadar kumpasa da karşıyız. Masum insanları kumpasla cezaevlerine atmak, hatta adlarını bile lekelemek alçaklıktır. Asla kabul edilemez. Sanıkların sadece aleyhlerine değil lehlerine olan deliller de dikkate alınsın. Hep bunu savunduk. Ancak kumpasa bu şekilde karşıyız diye darbecileri gözden kaçıracak ve onları masum melekler ilan edecek de değiliz. Kim darbe girişimine kalkıştıysa erkek gibi ardında dursun. Paşa paşa cezaevinde yatması gerekiyorsa yatsın. Ağlayıp durmasın... İşte bunlar bizim görüşlerimiz.
Dikkat edilirse son dönemde her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Örneğin Hanefi Avcı'nın bazı dedikleri doğru çıktı diye her dediği doğru kabul ediliyor. Sözü kimin söylediğine değil ne dediğine bakılmalı. Somut bulgular var mı diye bakılmalı. Geçmişte de bugün de bunun tersi yapılıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1), 'TÜBİTAK: Deliller sahte değil' (3) ve ''Kumpasa bak' cambazlığı zirvede' (4) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine şimdi tam tersi bir muamele yapılıyor. Kahraman olarak görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve tefrit durumu söz konusu yani.
Bu durum Ergenekon ve Balyoz'dan sonra son olarak Zirve davasında da gözlendi. Vahşice öldürülen 3 kişiye olan oldu ve de yakınlarına. Maktullerden birisinin annesi duruşmada 'katilleri nasıl serbest bırakırsınız' diye feryat etti. Duyan yok. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar duruşmada 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. Bu itibarla, Balyoz savcısı Hüseyin Kaplan'ın açıklamalarının doğru olduğuna inandığımızı belirtmek istiyoruz. Yanlışlıklar varsa bunlar ilerleyen süreçlerde ortaya çıkacaktır. Ancak somut bulgular göstermeden, genel kabuller yaparak savcı ve hakimlerin karalanmasına karşı olduğumuzu da dile getirmek istiyoruz. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=6049
(2) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp
(3) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=6053
(4) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=6060
(01 Temmuz 2014, 13:40)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: