KONTRGERİLLA VAR MI?
KlasikİlkBölümDelilleri | AksiyonDergisi,4Mart2007 | BülentOrakoğluRöpörtajı,Y.Şafak,18Haziran2007 | AliBayramoğlu,Y.Şafak,20Haziran2007 | ErgenekonTüzüğü,Radikal,5Nisan2008 | İbrahimKaragül,Türkiye'ninNeresindeSilahDepolarıYapıldı?,Y.Şafak,8Nisan2008 | ErgunBabahan,TetikçilerVeDestekçileri,Sabah,9Nisan2008 | BülentOrakoğluRöpörtajı,27Mayıs'ınArefesiGibi,CafeSiyaset,9Nisan2008 | İsmetBerkan,Ergenekon'unYakınTarihiYazıDizisi,Radikal,4-11Nisan2008 | Ergenekon'daVeliKüçük'tenbüyük7kişivar,Sabah,22Nisan2008 | A'danZ'yeErgenekon,Milliyet,24Mart2008 | ErgenekonİddianamesiTamamlanmakUzere,Sabah,6haziran2008 | ErgenekonİddianamesiKabulEdildi!-TAMAMI,25temmuz2008 | ErgenekonİddianamesindeKontrgerilla,27temmuz2008 | GladioyuÇökertenSavcıdanTavsiyeler,3temmuz2008 |
Ecevit'in,ÖzelHarp'inSivilUzantısındanDuyduğKorku,10ocak2010
Bu bölümde Kontrgerilla'nın varlığını gösteren klasik ilk bölüm
delilleri yer almaktadır. Bu bölüm, ve aslında sitedeki bilgilerin özü, 1995 yılında derlenerek oluşturulmuştur.
Bakınız, 28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit
gazetesi, yazı dizisi.. Kamuoyunun büyük kesimi kontrgerillanın varlığına inanıyor. Bu bölümde
bu kesimin görüşleri sergileniyor. Sitenin özünü oluşturan bu bölüm bu
konudaki en çarpıcı görüşlerden oluşturulmaya çalışılmıştır...
CUMHURİYET, 13 KASIM'90, İçişleri eski Bakanı Hasan Fehmi Güneş:
"..Hiç yadırgamadım, hayretler içinde kalmadım, tüylerim diken
diken olmadı, yaşadık çünkü biz bunları. İtalya'da devlet mekanizması
iyi çalışmış ve işin ucu bulunmuş. Bizde bu şans yakalanmadığı için
uzun süre tartışıldı... Öyle silahlar, öyle tahrip kalıpları kullanıldığını
gördük ki, bunlar o örgütlerin üretebileceği veya elde edebileceği
cinsten değildi. Hatta bizim orduda bile kullanılmayan cinstendi. Çok özel
silahlardı, çok özel tahrip kalıplarıydı. Bunların nasıl ele geçirildiği
kuşkusu üzerine 'acaba ÖHD'den yardım mı alınıyor, ÖHD işe mi karışıyor'
endişesine kapılındı. Hükümet, özellikle de başbakan, ÖHD'nin elindeki
silahların, cephanelerin, bazı terör örgütlerine kaymış, akmış olup
olmadığının denetiminin yapılmasını istedi. O kontrollerin yapıldığı
söylendi daha sonra. Ama o kontrollerin sağlıklı, ciddi bir şekilde yapılıp
yapılmadığı hiçbir zaman bir başka mekanizma ile denetlenemedi... Türkiye
bir sol tehlike karşısında mı değil mi? Belli bir dönemde Türkiye sol bir
tehditle karşı karşıya kaldı mı? Ve artık buna müdahale edilmesi gerekir
mi? Buna karar verecek olan resmi bir makam yok. O kuruluş karar verecek.
Nedir, illa da sınırların bir başka istilacı ordu tarafından ele geçirilmesi
mi yoksa yurt içindeki gelişmelerin bazı kişilerce, sol tehdit oluşturacak vehamete ulaştığının kabul edilmesi mi? Sorun burada. Türkiye'de sol bir
iktidar gerçekleşmek üzere ise ve o kuruluş bunu sol bir tehdit olarak kabul
ediyorsa, dahası kendisinin harekete geçmesinin zamanının geldiğini algılıyorsa,
bu işe karışmış olabilir. Türkiye'de kitlesel terörü tırmandıran
olaylar var. Kahramanmaraş, Çorum, Sivas, Malatya, Elazığ, 1 Mayıs olayları
gibi. Bunların failleri bulunamadı. Haksızlık ediyor muyum bilmiyorum, ama
sorumluluk taşıdığım dönemlerdeki olayların bir bölümünde ben, daha
organize, daha büyük bir örgütün karışıp karışmadığının kuşkusunu
hep taşıdım..."
MEYDAN, 3 ŞUBAT'93, Behiç Kılıç'ın yazısından:
"..Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi'nin öldürülüş sebeplerinin aynı
olduğunu yakın arkadaşları ifade ediyorlar. Dün İpekçi'nin öldürülüşünün
14. yıldönümüydü. İpekçi'nin katilleri hala bulunamadı. Devletin arşivlerinde
kayıtlar var... O dönem Güvercinlik denilen bir bölgede merkezlenen emniyet
ve asker personel arasında seçilmiş ve ayrıcalıklı personelden oluşan özel
bir birim, İpekçi cinayeti ile ilgili suçlanmaktadır!.. Bu birimin birçok
toplumsal kışkırtma hareketini organize edip, Abdi İpekçi'yi öldürttüğü
yolunda mahkeme kayıtları bulunmaktadır. Suçlanan örgüt, İpekçi'nin peşinde
olduğu hain organizasyon ile işbirliği içerisindedir. Bu örgüt karanlık
ticaret tarafından finanse edilmektedir. Örgüt, İpekçi cinayetini
Bulgaristan'da bulunan, Ortadoğulu bir teröriste işletmiştir!.. Mahkeme zabıtları
böyle... Kamuoyu devletten katilleri isteyince Ağca bulundu!.. Ağca, sözü
edilen gizli örgütün Kütahya'da kullandığı bir elemanı idi. Mehmet Ali Ağca,
bol para vaadi karşılığı cinayeti üstlenmeyi kabul etti. Cezaevinde çok kısa
kalacağını ve kaçırılacağını biliyordu!.. Şimdi İtalya'da hapis olan
Ağca, İpekçi'yi kendisinin öldürdüğünü söylüyor... İpekçi'yi öldürenin
yakasına yapışılsa idi; bugün Uğur Mumcu sağ olacaktı..."
TERÖR VE GÜNEYDOĞU SORUNU, Fehmi Koru, S.26-29:
"..22 Temmuz 1990 Pazar günü Milliyet gazetesinde yayınlanan bir mülakat,
Çetin Emeç'in kimler tarafından öldürtüldüğünün devlet tarafından
bilindiği yolunda bir iddiaya yer vermekte. Bu iddianın (ifşaat da
diyebiliriz) sahibi, CHP'nin eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş.
Milliyet iddiayı fazla büyütmekten çekinmiş. "Tatil Sohbeti" başlığı
altında yer alan mülakatta Sayın Güneş şunları söylüyor: "Hangi örgüt
nereden destekleniyor, nereden korunuyor, nereden donatılıyor, nereden para alıyor,
bunlar biliniyor artık. Bu bilgiler devletin elindedir. Biz bunu kendi dönemimizde
de biliyorduk, yolumuzu aydınlatacak boyutta ele geçirmiştik. Dosyalar var
devlette biliyorduk. O nedenle 'Bunun arkasında kim var, bilmiyorum' demeye
devletin hakkı yoktur. Hala 'Çetin Emeç cinayetinin arkasında kim var, bunu
bilmiyoruz' demeye kimsenin hakkı yoktur." Hasan F. Güneş'in bu sözlerini
duyan gazeteci soruyor: "Yani Çetin Emeç'i kimlerin öldürttüğü
biliniyor mu?" Cevap: "Tabii biliniyor. Abdi İpekçi cinayetinin
arkasında kimin olduğunun da bilinmemesine imkan yoktur. Bunlar
bilinmektedir." Soru: "Siz de biliyorsunuz ve devlet sırrı olduğu için
söylemiyorsunuz..." Cevap: "Devlet de biliyor. O kadar çok bilgi
vardır ki mesele onları değerlendirmektir. Telefon konuşmalarına kadar.
Kimin kime emir verdiğini bazen emirlerin nakline kadar, elde bilgi vardır.
Bunlar mazeret değil artık." (Milliyet, 22 Temmuz 1990)
Bu mülakattan bizim anladığımız şu: Çetin Emeç'i kimlerin öldürtmüş
olacağı devletin meçhulü değildir. Canilerin cinayet öncesi ve sonrasında
yaptıkları telefon konuşmaları bile kaydedilmiştir. Vaktiyle İçişleri
Bakanlığı yapmış olan Hasan Fehmi Güneş de katillerin kimliğinden
haberdardır. Elinde belgeler de bulunmaktadır. Ancak 'devlet sırrı' gerekçesiyle,
ne devlet yetkilileri ne de Sayın Güneş, cinayetlerin arkasında kimin olduğunu
açıklayamamaktadırlar.. İnanılacak gibi değil. Mülakatı ilk okuduğumuzda
biz de gözlerimize inanamamıştık. Bu yüzden de, mülakatı bir gün
eskiterek, özellikle Çetin Emeç'in katilini bulmakta ısrarlı görünen,
bunun için hayali senaryoları bile manşet olarak vermekten çekinmeyen Hürriyet
gazetesinin tepkisini de görmek için, bu yazımızı o gün gazetede bir gün
geciktirdik. Meraklananlara hemen bildirelim: Hürriyet gazetesi pazar günü,
Milliyet'te yayınlanan eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in bu 'müthiş
ifşaatına' tek satırla bile yer vermedi. Cahilliğimiz hoş görülsün: Bir
devlet olmadığımız, ardına sığınılarak hak ve özgürlüklere müdahale
edilen 'devlet sırrı' kavramına fazla sıcak bakmadığımız, Hasan Fehmi Güneş
gibi Bakanlıktan uzak düşse bile, en önemlisi de gizlilikte değil açıklıkta
yarar gördüğümüz için, Milliyet ve Hürriyet gazetelerini çıkartan
arkadaşlarımız gibi bu 'ifşaatın' görmezden gelinmesine göz yumamıyoruz.
Sayın Güneş'ten ve kimseler, böylesine önemli bir devlet sırrını
kendilerine saklayanlardan, bazı açıklamalar bekliyoruz: 1- Çetin Emeç'i
kimler öldürmüş veya öldürtmüştür? 2- Abdi İpekçi'yi öldürten
kimlerdir? 3- Bu iki olayın planlayıcıları, Sayın Güneş'in ifşaatı
dikkate alınarak, bilindiğine göre, niçin ortaya çıkartılıp adalete
teslim edilmemektedirler? 4- Her iki olaydaki 'devlet sırrı' nedir? Yoksa, son
zamanlarda daha sık kulaklarımıza gelen, her iki cinayetin 'gizli bir örgütün
iç hesaplaşması' olduğu iddiası doğru mudur? Bu sorularımıza 'devlet'in
her kademesinden, onlardan gelmezse SHP'li Güneş'ten, o da olmazsa Hürriyet yönetiminden
cevap bekliyoruz..."
ZAMAN, 15 KASIM'90, Mehmet Altan şöyle diyor:
"..Örneğin Çorum'da bulunan bir tabancanın öğleden önce bir
solcuyu, öğleden sonra da bir sağcıyı vurduğu anlaşıldı. Aynı tabancayı
ayrı kişilere vererek insan avına kimin kışkırttığı ise anlaşılamadı.
Olayın ortaya çıkmasında katkıları olan dönemin İçişleri Bakanı Hasan
Fehmi Güneş'in başına olmadık işler geldi. Tabi ortaya çıkartılmayan
karanlıkta bırakılan sadece Çorum'daki tabanca değil. M. Ali Ağca'nın
koskoca Zırhlı Tugay içindeki Maltepe Askeri Cezaevi'nden nasıl kaçırıldığı
da hala bilinmiyor. 1 Mayıs 1977 katliamını hangi güçlerin düzenlediği de
aydınlanmadı."
MİLLİYET, 15 KASIM'90, "Yerli 'Gladio'...": Ecevit, 26 Eylül
1973'te Giresun'da yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
"12 Mart sonrası dönemde adısanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve
hatta soruşturmaların hukukiliğine de ve insaniliğine de gölge düşüren
Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü, fakat gayrı resmi örgütün
niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılmamıştır. Bu örtü kaldırılmadıkça..
Bazı perde arkası kişi veya örgütlerin yeni bir takım karanlık roller
oynamakta oldukları ihtimalini de akla getirecektir" (Milliyet, 27 Eylül
1973).
Ecevit, iktidara geçip başbakan olduktan sonra da şunları söyleyecekti:
"Türkiye'de dışa dönük olarak oluşturulan bu gayri nizami savaş
ve savunma kavramı öyle anlaşılıyor ki, geçmiş yıllarda ülkemizin yine
bunalımlı bir döneminde o yılların bazı sorumlularınca içe dönük
olarak uygulanmıştır" (Basın Toplantısı, Milliyet, 2 Şubat 1978).
Bülent Ecevit, 34 kişinin ölümü ve yüzlerce kişinin ağır yaralanması
ile sonuçlanan 1 Mayıs 1977 faciasından sonra Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e
yazdığı 7 Mayıs 1977 tarihli mektubunda ise şöyle diyordu:
"Sayın Cumhurbaşkanım, ..Söz konusu örgüt, gerilla ve kontgerilla
savaşları için ve her türlü yeraltı faaliyeti için planlar yapar ve insan
yetiştirir.. Gizlilik içinde çalışır, demokratik hukuk dışındadır..
1974'e kadar, gizli olarak, Amerikalılardan mali destek görürdü. Amerikan
askeri heyeti ile bir binada çalışırdı. Amerikan desteğinin 1974'te sona
erdiği bildirilmiştir.. Bu örgütte iyi niyetli kimselerin dışında siyasal
düşünceleri yönünden yurt savunması için gördükleri eğitimi Türkiye'deki
şiddet eylemlerinde kullananların bulunabileceği güçlü olasılıktır..."
AKİT, 8 Ağustos 1995, Ahmet Kekeç ’in
yazısından:
“Ecevit’in ‘kontrgerilla’
konusundaki kuşkularını Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk susarak geçiştirdi.
Ecevit, ertesi gün İzmir Konak Meydanı’ndaydı.
Orada yaptığı konuşmada örgüte ilişkin şu açıklamayı yaptı:
“Eğer bir
avuç sorumsuz maceracı Tandoğan ve Taksim olaylarını kendi başlarına düzenleyip
işin içinden sıyrılabiliyorlarsa, Türkiye’de
devlet kalmadığı yargısına varmak gerekirdi. Ben,
devlet içinde yer almakla beraber, demokratik hukuk devletinin denetim alanı dışında
kalan bazı örgütlerin bu olaylarda başlıca etken olduğu ve hükümetin iki
kanadının da, gereken önlemleri alacakları yerde, bu örgütlerden
yararlanmak istediği kanısındayım. Böyle örgütlerin ve tertiplerin kesin
kanıtları, 12 Mart döneminde ortaya çıkmıştı. Şimdi, seçim yaklaştıkça,
bu kanıtlar daha büyük ve daha tehlikeli boyutlarla ve biçimlerle gözler önüne
seriliyor...
Eğer yargı, içinde bulunduğumuz aşamada hızlı işlerse ve özellikle
Taksim olaylarının, Şiran-Niksar-Erzincan olaylarının görünürdeki ve asıl
perde arkasındaki sorumluları ve suçluları bir an önce ortaya çıkarılırsa
ve kamuoyuna açıklanırsa, bunun caydırıcı ve topluma huzur getirici etkisi
çok büyük olacaktır.
Bunların üstünde, Sayın Cumhurbaşkanı'na,iyi
niyetlerine inandığım Sayın Adalet Bakanı'yla İçişleri Bakanı'na (bağımsızlar)
ve MGK'nın yine iyi niyetlerine inandığım hükümet dışı üyelerine açık
belirtileri ortaya çıkmış olan ve şimdi de kendini belli etmeye başlayan,
devlet içinde fakat demokratik hukuk denetim alanı dışındaki bazı örgütler
ve güçler, gün yitirilmeksizin kontrol altına alınmalıdır.
O nedenledir ki, bu görevi doğrudan doğruya bugünkü hükümete değil,
fakat devlet yetkililerine ve hükümetin iki bağımsız üyesine hatırlatıyorum.
Bu konudaki bildiklerimi ve sezdiklerimi daha ayrıntılı olarak Sayın
Cumhurbaşkanı’na sundum.”
Ecevit olayın peşini bırakmadı.
1978'de tekrar
hükümet olunca durumu Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'e açtı:
“Çok kuşkuluyum. Bu sivil örgütü
dağıtın. Demokratik bir devlete uygun biçime sokun. 20 yıl önce güvenilir
gencin, ileride ne yapacağını kimse bilemez, kontrol da edemez...”
“Müsterih olun” dedi Evren, “Kaygılanacak bir
şey yok...”
Başbakan daha sonra sustu, bu konuda hiç konuşmadı...”
GÜNAYDIN, 17 KASIM'90, "Cevap bekleyen 7 soru":
"12 Eylül 1980 Harekatı'ndan sonra yapılan
operasyonlarda, bir milyon silah balistik incelemeden geçti. Sayıları bir
milyonu geçen ve akla gelebilecek tüm örgütlerin militanları, sempatizanları
sorgulandı. Ancak tüm uğraşılara rağmen Prof. Cavit Tütengil, Prof. Ümit
Doğanay, Prof. Bedri Karafakioğlu ve Savcı Doğan Öz'ün kimler tarafından
"hedef" seçildikleri, ne için öldürüldükleri bir türlü açığa
kavuşturulamadı. Dönemin sorgularını takip eden, operasyonlarını yönlendiren
üst düzey bir polis yetkilisi, "Bütün örgütlere bu cinayetleri
sorduk. Hiçbirisinden cevap alamadık. Ayrıca tabancaların balistiklerinden
de sonuç alınamadı. Cinayetlerin örgüt silahlarıyla işlenmediği kesinleşti.
Ayrıca örgütlerin haberi olmadığına göre, bu insanları bizim bilmediğimiz
bir örgüt öldürdü ve cinayette kullanılan silahlar da hemen yok
edildi." dedi. Prof. C. Tütengil durakta iken, Prof. Ü. Doğanay makam
otomobilinde, Prof. B. Karafakioğlu yolda yürürken, Savcı Doğan Öz
otomobilinde kurşunlanarak öldürülmüşlerdi. Hepsinin ölümünden sonra
toplumda büyük tepkiler oluşmuş ve devletin güvenlik güçleri, yaptıkları
soruşturmalar sonucu "Bir arpa boyu yol" alamamışlardı. Öldürülen
bütün kişilerin ortak özelliği, terörle ilgisi olmayan, sevilen kişiler,
tepki uyandıracak olmalarıydı. Sanki katiller veya bunları suça azmettiren
örgütler "yer yarılıp da" içine girmişlerdi. Olaylardan sonra
sanıklar adeta "sır" olurken, kullandıkları silahlar da
"casus" filmlerindeki gibi yok ediliyordu. Polis için bir cinayetten
sonra en önemli delil, olayda kullanılan silahtı. Cinayet aleti ortadan kalkınca,
katilleri suçlamak genellikle bir sonuç vermiyordu. Bunu iyi bilen bazı örgütler
de bu yöntemi başarı ile uyguluyordu. Üst düzeydeki bir polis yetkilisi, bu
konuda "örgütler ellerindeki silahları atmazlar. Özellikle 12 Eylül'den
önce sürekli geliştikleri için devamlı yeni silahlara ihtiyaç duyarlardı.
Bu nedenle de silah kaçakçılığı önemli boyutlara ulaşmıştı. Yakalanan
silahlardan bir çok cinayet ve olay çıktı. Bunların suçlularını
yakalayamadığımız da oldu. Ancak, olayların silahları elimizdeydi. Fakat
bu cinayetlerin ve 1 Mayıs 1977'nin silahları bulunamadı. Ayrıca 1 Mayıs
1977'de çok sayıda silah kullanılmıştı. Bilmiyorum, ne derler, nasıl
yorumlarlar, ama bunların hepsi tesadüf mü? Eğer tesadüfse ilginç ve düşündürücü
tesadüfler" dedi."
CUMHURİYET, 21 KASIM'90, Uğur Mumcu şunları yazıyor:
"..Yıl 1978... Aylardan ocak... Ocağın 25. günü Ankara Devlet
Mimarlık ve Mühendislik Okulu öğrencilerinin üzerine bomba atılır. Bomba
Amerikan yapısı ve ordu malıdır. "Füze m2hat bil-1131 2-53" sayılı
bomba hangi askeri birlikten kimler tarafından nasıl çıkarılmıştı? Bu
konu aydınlanmadı. Soruyoruz: -Neden? Mehmet Ali Ağca, İpekçi cinayetinden
sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'na bağlı Kartal-Maltepe Askeri
Tutukevi'nden kaçırılmıştı. Bu konu da aydınlanmadı. Ağca, Roma'da
ifadesini alan Türk savcılarına "Şahin Tolunoğlu" adındaki bir MİT
görevlisinin adını vermişti. Bu konu üzerinde de durulmadı. Soruyoruz:
-Neden? Ağca, cezaevinden kaçırıldıktan sonra Ankara'ya 34 RF 601 plaka
numaralı Renault marka araç ile götürülür. Araç, İpekçi cinayetinin
yakalanmayan sanıklarından Mehmet Şener'in kardeşi Hasan Hüseyin Şener'in
üzerine kayıtlıydı. Bu araç, polisçe biliniyordu. Gereken değerlendirme
yapılsa, Ağca ve Oral Çelik o gün araba ile ele geçirileceklerdi. Bu aymazlık
akıl alacak gibi değildi. Sıkıyönetim ve İstanbul polisi ve MİT olayı
gereği gibi izlememişlerdi. Soruyoruz: -Neden? 1976 yılında bütün dünya
Lockheed skandalı ile sarsılmıştı. Lockheed şirketinin rüşvet dağıttığı
yetkililer bütün dünyada tek tek ortaya çıkarıldı. Bir tek Türkiye'de bu
olay aydınlatılamadı. O günlerde, bu olayı aydınlatmak için çok uğraştık;
elde ettiğimiz bütün belgeleri tek tek yayımladık. ITT şirketinin dağıttığı
rüşvet ile ilgili dosya da kapatıldı. Lockheed olayının giz dolu öyküsü
arkadaşımız Betül Uncular'ın 'Ses Duvarındaki Generaller' adlı kitabında
anlatılıyor. Elimizdeki belgeleri, kitaptaki öykü ve belgelerle karşılaştırıp
Lockheed skandalına karışanların adlarını tek tek anımsıyoruz. Bu dosya
da kapanmıştır. O zaman soruyoruz: -Neden? Bu somut olaylara yanıt bulmadan
Türkiye'de hiçbir olay aydınlanmaz. Bu sorulara bugüne kadar devlet adına
kimse inandırıcı yanıtlar veremedi. Veremediği için de kuşkular gün geçtikçe
arttı."
CUMHURİYET, 21 KASIM'90, Mehmet Kemal'in yazısından:
"'(Ziverbey Köşkü'ndeki) bu eylemleri kimlerin yaptığını, dosya
suretlerini kimlere verdiklerini biliyorum ama bugün dahi açıklamakta yarar görmüyorum'
(diyor eski Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, 'Anılar ve Görüşler' adlı
kitabında). Demek 1972'den beri biliniyor, belgeleri var, kimse açıklamak
istemiyor, dahası gizliyor. Hiç olmazsa Batur belge bırakıyor. Gizli bir örgütün
el altından türlü oyunlar çevirdiği bellidir... Sızıntı bereket İtalya'da
oldu. Bizde olsaydı hemen örtbas ederlerdi..."
ZAMAN, 27 KASIM'90, Kenan Evren şöyle diyor:
"..Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında, bu teşkilat
görevi dışında kullanılmadı. Ama belki bana intikal ettirilmeden bazı
yerlerde gayrıresmi olarak teşkilattan kişiler bu işe bulaşmış olabilir.
Bunu bilemem.."
TEVHİD, ARALIK'90, Cemil Özgün şöyle diyor:
"..Yerli basında bazı kalemlerin de söylediği gibi, bu örgütün
Batı ülkelerinde fazla bir işlevi olması beklenemez. Bizce, eğer yeterince
araştırılırsa, en merak uyandırıcı, en heyecanlı hikayeler Türkiye'de
çıkacak. Çünkü, yine yerli kalemlerin dediği gibi, muhtıralar, darbeler,
faili meçhul siyasi cinayetler en çok bizde var. İsterseniz bazı sorular
soralım ve bu soruları cevapsız bırakalım. Bekleyelim, soruların cevabı
zamanla ortaya çıksın. Sözü edilen yıllarda sağ ile sol arasındaki
rekabet ve husumet, kendi kendine bu kadar ileri noktalara varabilir miydi? Sağ
veya sol, terörde şöhret sahibi örgütler, doğrudan belli bir cepheye mal
edilemeyecek bazı şahsiyetlerin, söz gelimi Nihat Erim, Abdi İpekçi gibi
isimlerin öldürülmesinden ne gibi bir menfaat elde edebilirlerdi? İçlerinde
sağcılık ve solculukla hiçbir kayda değer ilişkisi olmayan insanların
vakit öldürdükleri kahvehanelerin taranması sağcı veya solcu terör örgütlerine
ne gibi bir menfaat sağlayabilirdi?.."
MİLLİYET, 4 ARALIK'90, Genelkurmay brifinginden:
"..Özel Harp Dairesi yalnız antikomünist değildir. Din devrimine de
karşıdır..."
YERYÜZÜ, OCAK'91, "Kontrgerilla CIA tarafından kuruldu":
"..Gladio'nun varlığı sadece Türkiye'de resmi yetkililerce inkar
edildi, ancak aynı ifadelerde zımmi olarak doğrulandı ve artık din
devrimine karşı çalıştığı açıklandı..."
YERYÜZÜ, OCAK'91, "Türkiye'de ABD üsleri":
"..Amerika'nın Uzakdoğu'daki müdahaleleri, Vietnam savaşı, Türkiye'de
de anti-Amerikan bir dalga meydana getirdi.. Dönemin soğuk savaş koşullarının
nispeten yumuşama göstermesi üzerine, Demirel hükümeti ile SSCB arasında
bir takım ilişkiler kurma girişimleri oldu. ABD hükümetinin, Türkiye'de
bazı yatırımlara yardım etmemesi üzerine SSCB'ye yönelen Türk hükümeti,
bu ülkeye bir heyet gönderecekti. İki ülke arasında yapılan kültür anlaşması
ve İskenderun Demir-Çelik işletmelerinin Sovyet ortaklığı ile tesisi
ABD'yi bir hayli tedirgin etmekteydi. Üstüne üstlük ordu içinde de
anti-Amerikancı radikal öbekleşmeler söz konusu idi. ABD'nin "Dolaylı
Saldırı" stratejisi gereğince ABD çıkarları aleyhine başgösteren
sosyal değişim durdurulmalıydı. ABD'nin SSCB ile imzaladığı SALT-1 anlaşmasının
Sovyetler tarafından uygulanıp uygulanmadığını tespit etmeye yarayan casus
U-2 uçaklarının faaliyetlerine izin verilmemesi de ABD'yi endişelendiriyordu.
ABD, Türkiye'ye ilişkin faaliyetlerini belli başlı üç gelişme üzerinde
yoğunlaştırıyordu. Bir, anti-Amerikancı gençlik hareketlerinin durdurmak;
iki, ordu içindeki karşıt örgütlenmeyi tasfiye etmek; üç, dönemin hükümetinin
"yanlış" gidişatını frenlemek. ABD, Türkiye'de anti-Amerikancı
gençlik hareketlerini sabote etmek için GLADIO'sunu devreye soktu. Bu dönem,
bir yığın komplo ve provokasyonların içiçe girdiği dönemdi. ABD'nin örgütlediği
GLADIO, bir takım sivil uzantıları kullanarak "Kanlı Pazar" gibi
olayları tezgahladı. Böylece ABD 6. Filosu'nu protesto edenlere halkı saldırttılar.
Sivil bir örgütlenme ortaya çıkararak muhafazakar anti-Amerikancı gençlik
hareketlerini sabote etmeyi bir ölçüde başardılar. Daha sonra TSK içinde
oluşturulan cuntaları denetim altına alarak, muhtemel bir darbenin kendi
aleyhlerinde gelişmesini durduracaklardı. Bir takım provokasyonlar
tertipleyerek, ordu içindeki tehlikeli unsurları tasfiye edebileceklerdi. ABD
böylece bir taşla üç kuş birden vurmuş oldu. 12 Mart darbesi ile Demirel
iktidardan uzaklaştırıldı. Ordu içindeki karşıt unsurlar tasfiye edildi.
12 Mart yönetimi, gençlik hareketlerini durdurmak için bir dizi operasyonu
gerçekleştirdi. İlk kontrgerilla faaliyetleri de bu dönemin sorgulamalarında
kendini açığa çıkardı. ABD'nin yerli işbirlikçileri, Türkiye'de sivil
örgütlenmelere destek sağlayarak gençleri birbirine kırdırdı..."
ZAMAN, 28 EYLÜL'92:
"..İnter-Star'da Kırmızı Koltuk programına çıkan Ecevit,
kendisine yöneltilen soruları cevapladı. Yazar Musa Anter'in öldürülmesi
ile yeniden gündeme gelen kontrgerilla ile ilgili bir soruyu cevaplandıran
Ecevit, "Aslında resmen kontrgerilla diye bir şey yok. Özel Harp
Dairesi'nin beni çok rahatsız eden bir sivil uzantısı vardı. Bundan hükümetlerin
bilgisi dahi yoktur. Ben bunu 1974'de Başbakanken bir rastlantı sonucu öğrendiğim
vakit şoke oldum, çok kaygı duydum. Üzerine yürümek istedim fakat hükümetten
ayrıldık. 1978'de yeni hükümet kurulur kurulmaz da dönemin Genelkurmay Başkanı
Evren'di, çağırarak Özel Harp Dairesi'nin karanlıktaki devletçe ulaşılamayan
sivil uzantısının ortadan kaldırılmasını istedim. Bu öylesine gizli ki,
kaldırılıp kaldırılmadığını tespit etmek zor. Evren'e sorduğumda kaldırıldığını
söyledi. Konu meclisin gündemine gelip enine boyuna incelenmeli, hala bir takım
kalıntıları kalmışsa o mutlaka ortadan kaldırılmalıdır. Buna benzer
oyunların başka NATO ülkelerinde de olduğu ortaya çıktı" şeklinde
konuştu. Yani 1980'den sonraki gelişmelerden çıkarılan sonuca göre 'kaldırılmamış'
olabileceğini açıkladı..."
Türk(!) Özel Harp Dairesi'ni kuran CIA'nın bazı marifetleri
ABD, Nato paravanası ardında Gladio örgütlerini kuruyor. Düşünülebilir
mi ki, Amerika, bu tip teröre yatkın gizli örgütler kuracak da, Rus işgaline
kadar onları kullanmayacak? Amerika'nın teröristliği artık biliniyor.
Adamların kendi öz örgütleri dahi 'Kirli İşler Dairesi-Dirty Action'
kurarak cinayet işleyecek, kendi devlet başkanlarını öldürecek kadar
sadist karakterli olacak da, kurmuş oldukları gladiolardan ellerini çekecekler,
karışmayacaklar!!? Aksine, kendi ülkesinde bir cinayet işlerse başka ülkelerde
on cinayet işler. CIA'nın 'Domuzlar Körfezi Çıkarması'ndan, 'İran'da
Musaddık'ın Devrilmesi'ne kadar birçok kirli işe karıştığı, başka ülkelerde
cirit attığı ortaya çıktı. Şimdi, tüm bu kirli işleri karıştıran
Amerika, gladiolardan elini eteğini çeker mi?!. Bir çok CIA ajanı Amerika'nın
başka ülkelerde terörü kışkırttığını açıklarken, bizim yetkililer
hala bizde gladio tipi bir örgütün varlığını yadsıyor, üstelik CIA'yı
kolluyorlar.
MÜCADELE, 1 ARALIK'90:
"..Çağlayangil 7 Şubat 1974 tarihinde İsmail Cem'le görüşmesinde,
"12 Mart'tan bir süre önceydi. Böyle bir hareketin olacağı bana ihsas
edilmişti Amerikan Sefiri tarafından. (...) Sefir genel bir değerlendirme
yaparken 'Sayın Çağlayangil' dedi. 'Biz devlet olarak (Türkiye'deki gelişmelere)
sabrederiz ama devlet dışında olanlar devleti bile dinlemeyenler
sabredemeyebilir' dedi. Bundan açık bir şey olamaz. 12 Mart'da CIA vardır.
CIA Gizikis'te vardır. CIA Papadopulos'ta vardır. CIA'nın nasıl hareket
edeceği tahmin edilemez(...) Şimdi nasıl yapar CIA? CIA yapar, organik bağlarıyla
yapar, benim istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı
oyar. Elinde imkan var adamın. Girmiş, enfiltre benim içimde"
diyordu."
ENDİŞE, OCAK'91, "Kontrgerilla":
"..Haluk Gerger, "Hangi amaçla olursa olsun, yasadışı ve dış
kaynaklı bir gücün bir ülkenin iç politikasında etkin olması asla kabul
edilemez bir durumdur. Kaldı ki "milli" olduğu iddia edilen
menfaatler neye göre "milli"dir ve hangi demokratik
"consensus"la belirlenmiştir? Böyle bir iddianın olumlu görülebilmesi
her yönüyle olanaksızdır" diyerek tepkilerini dile getiriyordu..."
SABAH, 1 ŞUBAT'93, "Özal: Sağ sol çatışması isteniyor"
haberine Cengiz Çandar ve Savaş Süzal'ın Özal'la yaptığı röpörtajdan bölümler
alınmış. Şöyle diyor Özal:
"..Neden Uğur Mumcu'yu seçtiler? Arkasından neden Jak Kamhi geldi?
Hadiselerin başlangıcından itibaren cereyanına, cenaze öncesi yürüyüşlerde
atılan sloganlara bakılınca, bu, insana şunu düşündürtüyor: 7-8 senedir
sağ-sol ayrımı kalmamıştı. Hatta eski sağcılar ve eski solcular biraraya
gelip, meseleleri makul bir biçimde tartışmaya başladılar. Bu fevkalade iyi
bir gelişmedir. Bu bazılarının hoşuna gitmiyor. Şu, şu, şu meseleler
niye konuşuluyor; konuşulmamalı diyenler var. Ama toplum konuşuyor bunları...
Düşünen, üreten, fikir üreten, tartışan bir toplumda herşey konuşulmalıdır.
Netice itibarıyla ben hür düşünceden yanayım. Bunun için bana kızıyorlar,
tabuları yıkıyorum diye. Bir azınlık var. Eskisi kadar değil. Ama tesirli.
Onu söyleyeyim... Neticede toplumu kavgaya, kargaşaya itmek. Sağ-sol nüansları
kaybolmuş bir cemiyeti tekrar sağ-sol kavgasına çekmek amacındalar. Ciddi
ve ustaca hazırlanmış bir provokasyon yapıyorlar.."
Kim bunlar? Kim bu? "İçte de olabilir, dışta da... Maksatları farklı
farklıdır da, aynı noktaya giderler" değerlendirmesini yapıyor.
Besbelli, -en azından ben öyle anlıyorum- Özal'ın dilinin altındaki, o
"devlet içindeki devlet", o "devlet içindeki odak"... Ve,
bu sezgi son derece yerinde. Ama, neyse ki iyimser. "Türkiye, kesin olarak
80 öncesine dönmeyecektir. Bu provokasyon gayreti boşunadır. Bu provokasyon
gayreti ile ülkemizin bir yere gideceğini sanmıyorum. Bu provokasyon
gayretindekiler yaptıkları ile kalacaktır" diye konuşuyor..."
KONTRGERİLLA CUMHURİYETİ, Talat Turhan, Sh.44:
"...Sayın Demirel'in HEP milletvekilleriyle yaptığı görüşmede söylediklerini
Milliyet gazetesinin 23 Ocak'93 tarihli sayısındaki köşesinde
"Demirel'in HEP'lilerle Buluşması" başlıklı yazısı ile Yalçın
Doğan aktardı:
"Sizin davranışlarınız Türkiye'ye zarar veriyor. Bu zarar sadece Güney
için değil, hepimiz için işler. Öyle bir zaman gelir ki, beni de bir kenara
iterler ve sonra sıkıyönetim gelir."
Bu sözler olası bir yeni 12 Eylül'ün işareti olarak algılanabilir. Sıkıyönetim
ilan edilmesi ile başbakanlar bir kenara itilmezler. Çünkü sıkıyönetim
yasal bir zorunluluktur ve yasalara göre de yürütmenin denetimi altındadır.
Başbakanı bir 'kenara itecek' güç hangisidir?.."
TBMM FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORUNDAN
"..Komisyonumuzun çalışmaları sırasında
vatandaşın yukarıda da belirtildiği gibi sessiz, çaresiz ve tepkisiz hali
tespit edilmiş ve bu konularla ilgili gerçekleri tesbit edip bunları meclise
sunmak isteyen komisyonumuzun çalışmaları bir takım gizli örgüt
denebilecek oluşumlar tarafından engellenmiştir. Bu gizli örgüt tabiriyle
istihbarat örgütleri kastedilmemektedir. Devletin anayasa ile sınırları çizilmiş
yetki ve görev ayrımına rağmen, hukuk kurallarını tanımayan ve
istedikleri zaman istedikleri kuralları uygulayan kişiler ve bir takım
kurumlar kastedilmektedir.
Komisyonumuz görev yaparken birbirleriyle her haliyle bağlı
oldukları dıştan bakıldığında bile belli olan bir takım odaklar, tanığın
adresinin tesbitini istememize rağmen bu tanığı önce televizyona çıkartıp,
yalancı tanık olarak mahkum ettikten sonra komisyonumuza bırakmış, bu
konuda yazmış olduğumuz yazılara yetkili makamlar sürekli olarak başka
cevaplar vermiş, çok önemli soruşturmaların evrakları hukuk gereği olmasına
rağmen Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısının yaptığı gibi
komisyonumuza gönderilmemiş, araştırmayı hızlandırmak için helikopter
isteyen komisyonumuza 20'den fazla helikopter boş olarak bekletilmesine rağmen
tahsis edilmemiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bir
merkezden yönetiliyormuşcasına gizli örgüt şeklinde örgütlenen bu oluşumların
devletin seçimle işbaşına gelmiş organlarınca denetlenemedikleridir. Bu örgütler
hakkında ne zaman kamuoyunda haberler çıkmakta ise de; nedeni bilinmez bir şekilde
bunlar hakkındaki iddialar hiçbir zaman soruşturmaya konu olmamaktadır. Örneğin;
MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş hatıralarını anlatırken "Ağca'yı
askeri cezaevinden kaçıran bir devlet örgütü" olduğunu belirtmiş,
ancak bu iddiası üzerine herhangi bir soruşturma açılmadığı gibi hiçbir
savcı da Alpaslan Türkeş'e bu sözleriniz ile neyi kastediyorsunuz diye
sormamıştır. (Umur Talu-Dipsiz Kuyu- Bir Devlet Örgütü, Milliyet 2 Mart
1995) Devletin seçimle işbaşına gelmiş organlarınca denetlenemeyen ve yargı
organlarınca da soru sorulamayan bu örgütler istedikleri gibi devlet
idaresindeki organlara hakim olmakta ve devleti her türlü emellerine alet
edebilmektedirler."(8. Bölüm 3. Sh)
"(Tavsiye-) 25- Gazetelerde ve kitaplarda bir çok
faili meçhul siyasal cinayet ve diğer iddialarla ilgili olarak haberler
yeralmasına rağmen cumhuriyet savcılıkları tarafından bu konularda
herhangi bir işlem yapılmadığı, adeta normal vatandaş gibi bu iddiaların
cumhuriyet savcıları tarafından da okunduğu görülmektedir. Bu nedenle
raporun bir örneğinin adalet bakanlığına tevdi edilerek cumhuriyet savcılarının
kamuoyunda çıkan haberlere karşı daha duyarlı olmalarının sağlanmasına..."
(8. Bölüm 9. Sh)
KlasikİlkBölümDelilleri | AksiyonDergisi,4Mart2007 | BülentOrakoğluRöpörtajı,Y.Şafak,18Haziran2007 | AliBayramoğlu,Y.Şafak,20Haziran2007 | ErgenekonTüzüğü,Radikal,5Nisan2008 | İbrahimKaragül,Türkiye'ninNeresindeSilahDepolarıYapıldı?,Y.Şafak,8Nisan2008 | ErgunBabahan,TetikçilerVeDestekçileri,Sabah,9Nisan2008 | BülentOrakoğluRöpörtajı,27Mayıs'ınArefesiGibi,CafeSiyaset,9Nisan2008 | İsmetBerkan,Ergenekon'unYakınTarihiYazıDizisi,Radikal,4-11Nisan2008 | Ergenekon'daVeliKüçük'tenbüyük7kişivar,Sabah,22Nisan2008 | A'danZ'yeErgenekon,Milliyet,24Mart2008 | ErgenekonİddianamesiTamamlanmakUzere,Sabah,6haziran2008 | ErgenekonİddianamesiKabulEdildi!-TAMAMI,25temmuz2008 | ErgenekonİddianamesindeKontrgerilla,27temmuz2008 | GladioyuÇökertenSavcıdanTavsiyeler,3temmuz2008 |
Ecevit'in,ÖzelHarp'inSivilUzantısındanDuyduğKorku,10ocak2010
|