FAİLİ MEÇHULLER İÇİN DİLE GETİRİLEN MUHTEMEL FAİLLER
28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit gazetesi, yazı dizisi
Kontrgerilla-CIA |
Müslümanlar
1. KONTRGERİLLA - CIA
DORUK OPERASYONU, Talat Turhan, S.78-79 ve 151:
"..12 Eylül'den bir yıl kadar önce, Günaydın Gazetesi 1 Ekim 1979
tarihli nüshasında, kanımıza göre günümüzde de önemini koruyan bir savı
manşete çıkardı: "ANARŞİ YETERLİ DEĞİLSE ÖZEL AJANLARIMIZLA BİZ
ŞİDDETLENDİRİYORUZ". Bu önemli sav, CIA'dan ayrılan eski ajanların
Amerika'da yayınladıkları "Covert Aktion Information Bulletin"in
1979 yılında basılan 3'ncü sayısında yer alıyordu. Yayınlanan yazıda özetle:
"CIA eski görevlilerinin çıkardığı derginin Amerikan Silahlı
Kuvvetlerinin çıkardığı 'İstikrar operasyonları ve istihbarat' konularını
içeren FM 30-31 simgeli talimnamesinin 'Top Secret = Çok Gizli' yabancılara gösterilmeyen
'B' eki hakkında bilgi veriliyor, Amerika'nın dostu kalması gereken ülkelerde
siyasi istikrarsızlık nedeni olarak 'AYAKLANMA' deyimi altında süregelen düzene
karşı muhalefet gösteriliyor, Amerika'nın çıkarları açısından bu
ayaklanan güçlerin bastırılarak istikrarın sağlanması için izlenen yol
ve yöntemler açıklanıyor ve 'Asi güçlerin' şiddete yönelmemesi halinde işbaşındaki
hükümeti karşı önlemlere zorlamak için aşırı sol gruplara özel ajanlar
sokarak anarşi çıkarma yöntemlerinden söz ediliyor. Bu arada hangi
durumlarda ortak operasyonlarla Amerikan çıkarlarına elverişli hükümet değişikliğine
uygun ortam oluşturulacağı açıklanmakta ve Amerikan destekli rejimlerde
-pek azının gerçek anlamda demokrasi için uygun ortama sahip oldukları
kabul ediliyor- demokratik yapı komünizm aleyhtarı düzenin gerekleri karşılandığı
sürece hoş karşılanır. Bu gerekler karşılanmazsa rejimin yapısındaki
muhtemel değişikliklere önem vermek gerekecektir. Bu ülkelerin önde gelen
politik şahsiyetleri tecrübesiz, ikiyüzlü ve yolsuzluklara karışmış kişilerdir...
Dost ülke hükümetlerinin, komünist ya da komünist eğilimli yıkıcı
faaliyetler karşısında kararsızlık ve pasiflik gösterdikleri zamanlar
olabilir. Böyle durumlarda Amerikan istihbarat servislerinin ajanları hükümeti
ve kamuoyunu ayaklanma tehlikesi gerçeği konusunda ikna etmek için bazı özel
operasyonlar yapabilirler. Amerikan ajanları özel eylem grupları halinde
rejim aleyhtarları arasına sızmaya çalışacaktır. Ajanların sızma işlemi,
asi güçlerin lider kadrolarına kadar ulaşamadığı taktirde hedefe ulaşmak
için aşırı solcu örgütlerin kullanılması yardımcı olur."
Aynı gazete ertesi günü gene manşette yayınını sürdürdü: "TÜRKİYE
AJANLARIN CİRİT ATTIĞI ÜLKE HALİNE GELDİ" diye... Yazıda özetle:
"Çeşitli uluslara mensup ajanlarla onların Türkiye'de bilerek ya da
bilmeyerek kuklaları haline gelen çok sayıda yerli ajanın etkinliklerini
arttırmak için yoğun bir çaba içinde olduklarını ileri sürüyorlar"
denildikten sonra FM 30-31, Haberalma ve Güvenlik Operasyonları adlı
talimnameden daha önce hangi ülkelerin basınında söz edildiği açıklanmakta
ve: "1970 yılı ortalarında Türkiye CIA'nın başlıca haberleşme
merkezlerinden birisi olarak kalmıyor NSA'nın bütün görev dallarında,
askeri haberalma işlemlerinde ana karargahı oluşturuyordu" denildikten
sonra "Covert Aktion" adlı dergiye gönderme yapılarak: Ortadoğu ülkelerinde
10 bine yakın ajan bulunduğu ve bunun 1500'e yakınının ise Türkiye'de
faaliyet gösterdiği, ajanların Türkiye'de bütün kurum ve kuruluşlarının
içine sızmak için çok titiz yöntemler kullandığını belirten ilgili
kaynaklar, özellikle:
-Aşırı sağ ve sol örgütler
-Üniversiteler
-İşveren kuruluşları
-Ajanslar
-Çiftçi ve esnaf teşekkülleri
-İşçi sendikaları
-Gençlik örgütleri
içerisinde faaliyet gösterdikleri belirtiliyor ve
ajanların yerli destekçileriyle birlikte üniversitelerdeki eğitimden anarşiye;
işçi işveren ilişkisinden siyasal hayata kadar, her konuda olay yaratma ve yönlendirme
çabası içinde oldukları ileri sürülüyordu."
MİLLİYET, 28 KASIM'90, Ecevit'in Evren'e cevaplarından:
"..Eğer bir ülkede, gizli silahlarla donatılmış, devlet içinde
fakat devlet denetiminin dışında bir örgüt varsa, bütün bu gibi karanlık
olayların ardında veya bazılarının ardında, o gizli örgütten elemanların
da yer almış olabileceği kuşkusu herhalde hafife alınamaz..."
ZAMAN, 19 KASIM'90, Talat Turhan şöyle diyor:
"..Faili meçhul cinayetler islamcıların üzerine yıkılmak
isteniyor.Bu gibi olaylarda varsayım türetmeye kimsenin hakkı yok. Bir ülkede
eğer siyasi cinayetler işleniyorsa o siyasi cinayetlerin sorumlusu istihbarat
örgütüdür."
TEMPO DERGİSİ SİYASİ CİNAYETLER EKİ, S.88-89:
"..MİT'in ayrıca oluşturduğu 3'ü Ankara'dan, 1'i Diyarbakır'dan
olmak üzere 4 kişilik bir ekibin 6 aylık bir araştırma sonucu başbakanlığa
verdiği raporda, "Vedat Aydın'ın Güneydoğu'da sevilen bir lider olduğuna
dikkat çekiliyor ve Ortadoğu'da faaliyet yürüten CIA ajanlarının çeşitli
yerel kaynakları kullanarak bu tür kişilere yönelik eylemler düzenlediği"
belirtiliyor. CIA'nın 1989'da Vedat Aydın'la ilgili altı sayfalık bir rapor
hazırladığı ve bu bilginin CIA bilgi bankasında bulunduğu da saptanmıştı.
Haberde, MİT'in "ABD karşıtı Kürt aydınlarının ve ölümleri
toplumda istikrarsızlık yaratacak kişilerin suikastlere hedef olabileceği
istihbaratını edindiği" belirtilerek, bu konuda İçişleri Bakanlığı'nın
uyarılmasını istediği bildiriliyordu."
Yetkililerin Şüpheleri Birbirini Tamamlıyor
Bazı anarşik olayların polislerce veya askerlerce ya da MİT tarafından
yapılmış olması, birbiriyle alakasız ferdi kanunsuzluklar şeklinde
nitelendirilebilir. Örneğin, Ecevit'e öfke duyan bir polis onu öldürmek
istemiş olabilir ya da olayda kasıt olmayıp silah kaza ile patlamıştır
denilebilir. Aynı mantık, askerler ya da MİT elemanlarının karıştığı
terör olayları için de yürütülebilir. Ama şunu da dikkatlerden kaçırmamak
gerekiyor; esrarlı eylemler, faili meçhuller hep birbirini tamamlıyor gibi görünmektedir.
Belli bir amaca adım adım, provokasyon provokasyon ilerleniliyor. Bu da, bazı
polislerce, askerlerce, MİT elemanlarınca ya da diğer kesim tarafından gerçekleştirilen
terör eylemlerinin birbiriyle alakalı, yani organize hareketler olduğu iddiasını
güçlendirmektedir. Eylemlerin gerçekleştiriliş tekniğinden, izlerin
kaybedilmesine, soruşturma sürecindeki garipliklerden hapishanelerden adam kaçırılmasındaki
garipliklere kadar bir sürü gerçek bir araya geldiğinde kontrgerilla hakkındaki
iddialar ciddiyet kazanmaktadır. Şu halde, bu eylemlerin asıl kaynağı ne MİT'tir,
ne askerdir, ne polis ve ne de diğerleridir. Bilakis hepsinden bir parçanın
karışımıyla oluşan gayrı resmi ve organize bir gruptur. Kontrgerilla da
zaten budur!..
ORTADOĞU GAZETESİ, 7 ŞUBAT'93:
Metin Kaplan, yazısında, Mumcu cinayetinin sonuçlarından yola çıkılarak
ABD'nin bu cinayetten en karlı çıktığı ve dolayısıyla suçlusunun o olduğunu
işliyor. Ayrıca Mumcu'nun vurulmasından önceki günlerde Türkiye'nin gündemini
işgal eden dört mesele aktarılıyor ve hepsinin de ABD'yi rahatsız edici bir
seyir takip ettiği vurgulanıyor. Şöyle sürdürüyor Metin Kaplan yazısını:
"..Ancak ne olduysa 24 Ocak günü oldu. Gündem birden değişti. 24
Ocak günü ne oldu? Gündem niçin değişti? Uğur Mumcu vahşice katledildi.
Bütün mesele halloldu! İktidar da, ABD ile müttefikleri de rahatladı. Artık
bütün TV kanalları, gazeteler ile dergiler için birinci haber hatta tek
haber Uğur Mumcu cinayetidir. İktidar, Bosna-Hersek, Irak, Karabağ ve hatta Kıbrıs
ile ilgilenmekten kurtuldu. Kendisinden istenen tavizleri verebilecek pozisyona
geçti. ABD ile kendisi gibi emperyalist müttefikleri unutuldu gitti.
Kamuoyundaki tepkiler eridi bitti. Hem de Türkiye'de fundamentalizm adı altında
ve fakat aslında İslamiyet'e savaş açıldı. Uğur Mumcu'yu kim veya kimler
öldürttü? Cinayet failleri hep cinayetten menfaati olanlar arasında aranır,
bulunur. Böyle bir teknik vardır. Aynı teknikten faydalanarak, Uğur Mumcu
cinayetinin ardında bir büyük devletin gizli servisinin bulunduğu söylenebilir"
GERÇEK, 6 ŞUBAT'93, "Kontrgerilla Cumhuriyetinde...":
"..Mumcu cinayetinin soruşturmasında MİT'in CIA-MOSSAD'dan yardım
istediği tüm basında yer alıyor. Türk gizli servisi, CIA-MOSSAD'ın özel
çıkar ve hesapları olabileceğini düşünmüyor bile. Mumcu'nun CIA-MOSSAD
kaynaklı ve Türkiye'yi İran gibi islamcı bir ülkeye karşı yöneltmek ve
ABD- İsrail-Türkiye arasında daha su sızmaz bir yakınlık oluşturmak amaçlı
bir senaryo ile öldürüldüğü şayiası çıkmış olmasına rağmen bunda
sakınca görülmüyor..."
SABAH, 18 ŞUBAT'93, Güngör Mengi şöyle yazıyor:
"..Ama ortada Aktüel dergisinin 'Gözaltında MİT katliamı' başlığı
ile gündeme getirdiği bir rezalet var. Muş'ta beş tane ceset var.. Bu iddia
imzasız bir ihbar mektubuna değil, savcı imzası taşıyan bir belgeye dayanıyor.
Savcı 'Biz MİT'teniz' diyen 7 kişinin jandarmadan teslim aldığı 5 kişinin
kurşuna dizildiğini belirliyor.."
Devlet içinde yuvalanmış bir örgütün cinayet işletebileceğini söyleyenler
kuru kuruya bunu demiyorlar, yukarıdaki gibi somut gerçeklere dayanarak söylüyorlar.
Nasıl CIA gayrı resmi olarak cinayet işliyor ve soruşturulamıyorsa bizde de
MİT içine sızmış birileri aynı şeyi yapıyor. Taksim katliamında ve diğer
esrarlı eylemlerde MİT-kontrgerilla parmağı olabileceği, bir savcının
tespitinden yola çıkılarak böylece anlaşılabilir. Ne diyordu Talat Turhan;
"Bir ülkede peşpeşe siyasi cinayetler işleniyor ve failleri meçhul kalıyorsa
birinci sorumlu o ülkenin istihbarat teşkilatıdır." Daha ne delil
isteniyor ki kontrgerilla için? Savcı tespiti bile görmezden geliniyorsa,
meclis gerekeni yapmıyorsa bellidir ki, bir güç odağı baskı yapıyor. Ülkemizi
gizli devlet yönetiyor! Soruşturulamaması onun hala aktif olduğunu gösterir.
Bunca delile rağmen her taşın altında müslüman aranıyor, hedef gösteriliyor.
"Din devrimine de karşıdır" denmişse olacağı budur tabii ki!..
GERÇEK, 6 ŞUBAT'93, "Kontrgerilla Cumhuriyetinde...":
"..İslamcılara yönelik hedef göstericiliğin baskısı altında
Erbakan, bilinen ama kolayca ve normal koşullarda söylenemeyen gerçeği, onbinlerce kişi "Kahrolsun Kontrgerilla!" diye haykırırken dile
getiriyor: "Türkiye'de Özel Harp Dairesi var. Bunların CIA'nın emrinde
olduğunu, birçok provokasyonda bulunduğunu biliyoruz. Uğur Mumcu'nun öldürülmesine
benzer birçok cinayet profesyonelce işlendi. Bu cinayetlerin Özel Harp
Dairesi'nin marifeti olduğunu biliyoruz."
TEMPO, 11 MART'90, "Kanlı Tezgah":
"..'Türkiye bu kez kimden kurtarılacak?' sorusu hemen yanıtını
buluveriyor: 'irticadan!' Ama görüntü bu haliyle zayıf. Pek çok Batılı gözlemci
bile 'Türkiye'de laiklik tehdit altında değil' diyor. O zaman işin büyümesi
lazım. Önce Muammer Aksoy... Şimdi Çetin Emeç... Terör, tırmanmayı sürdürürse
bu askeri darbeyi getirir..."
GERÇEK, 6 ŞUBAT'93, "Devletin avucunun içinde mi...":
"..Uğur Mumcu cinayetinden sonra açıklamalar birbirinin peşisıra sökün
eder. "Yepyeni örgüt", "Kökü dışarda", "Elimizde
ipuçları var." İçişleri Bakanı Sezgin, Ankara'da Mumcu cinayetiyle
ilgili "Ortadoğu kökenli" 11 kişinin gözaltına alındığını
bildirir. Ayrıca İstanbul'da yakalanmalar vardır. Çetin Emeç cinayetinde
kullanılan kar başlıkları ve Dursun'un öldürüldüğü silah ele geçirilmiştir.
Yine Sezgin tarafından açıklanmıştır. Demirel Arap diyarından, doğrudan
Mumcu cinayetiyle ilgili olarak, "Devletin bütün organları konunun üzerindedir.
Önemli ipuçları vardır" der. Tarih, 28 Ocak perşembedir. Aynı günkü
gazetelerde Anadolu Ajansı'nın haberi yer alır: "Bomba kuryesi yakalandı."
Hürriyet'te çıkan haber şöyledir:
"A.A.'nın haberinde Ankara'da öldürülen Mumcu suikastinde kullanılan
C-4 tipi patlayıcıyı, Ankara'ya götüren teröristin yakalandığı ve suçunu
itiraf ettiği belirtildi". Ocak'ın 30'unda Demirel Katar'dan, "Suçlular
devletin avucunun içindedir" demiş, ancak Sezgin çark etmiştir:
"Bomba kuryesi yakalanmadı." Yakalandığı konusunda günlerdir açıklama
yapılan "bomba kuryesi"nin nasıl olup da yakalanmadığı merak
uyandırır. Olayın aslı, Nokta'nın Sezgin'le yaptığı söyleşiden anlaşılır:
Sezgin- Bombanın gönderildiği ifade edilen şahsa ait bilgi yanlış çıktı.
Nokta - Haberden sonra, Ankara Emniyeti adrese gitti. Ama adres boş çıktı.
Sezgin- Hayır boş çıkmadı.Yanlış biliyorsunuz. Bir devlet memurunun
yeri çıktı orası...
Kurye'nin bombayı götürüp teslim ettiği adres olarak bildirdiği yer,
bir "devlet memuru"nun yeri çıkınca soruşturma kapatılır. Aynı,
DGM Savcısı Nusret Demiral'ın Kartal Demirağ'ın itiraflarına ilişkin
dosyayı kapattığı gibi... Bu memur, MİT mi kontrgerilla mı?.."
MİLLİYET, 24 KASIM'94, "Mumcu'dan şok iddia":
"İki yıl önce Ankara'da uğradığı bombalı suikast sonucu yaşamını
yitiren Gazeteci -Yazar Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu cinayet soruşturmasında
hiçbir gelişme olmadığını bildirerek Adalet Bakanlığı'na dilekçe yazdı.
Güldal Mumcu'nun başvurusu özetle şöyle:
"..Olaydan hemen sonra zamanın en yetkili kişilerin verdiği sözlere
karşın, soruşturmanın, kimi konularda neredeyse gerçekleri aramama amacıyla,
sürüncemede bırakıldığı izlenimi doğmuştur..
Soruşturmayı yürüten ilk Savcı Ülkü Coşkun'un benim ifademi alırken
söylediği 'Bu olayı devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse bu iş çözülür'
şeklindeki sözlerini de ayrıca vurgulamak istiyorum.
Bu olaylardan ve soruşturmanın sürüncemede bırakılmasından çıkan
sonuç, bu olayın kimler tarafından ve nasıl gerçekleştirildiğinin, devlet
örgütünün bir kısmının bilgisi dışında olmadığıdır. Bunun söylenmesi
elbette çok zordur ama, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Doğan Güreş'in
bir gazeteciyle yaptığı söyleşide, Uğur Mumcu cinayeti hakkındaki soruya
verdiği yanıt bu kanıyı doğrulayacak niteliktedir.
Uğur'u kardeşi gibi sevdiğini söyleyen sayın general, katillerin neden
yakalanamadığına ilişkin soruyu 'Bu konuya hiç girmek istemiyorum' diye yanıtlamıştır.
Bu yanıt, 'Bu konuyu biliyorum ama söylemek istemiyorum' anlamını taşımaktadır..."
Güldal Mumcu'nun bu açıklaması üzerine Sayın Güreş herhangi bir açıklama
yapmamış, susmayı tercih etmişti. Bu suskunluk çok anlamlıdır. Doğru
olmasa idi inkar eder ya da yanlış anlaşıldığını söylerdi Güreş.
Demek ki bu şüphe zımnen doğrulanmış olmaktadır. Bu çok önemlidir. Tıpkı
Özal'ın açıklamaları gibi önemlidir (Sabah, 1 Şubat 1993). Tıpkı
Ecevit'in açıklamaları gibi önemlidir (Milliyet, 27 Eylül 1973, 2 Şubat
1978). Devletin en üst kademelerine gelmiş insanlar aynı şüpheleri dile
getiriyorlar da niye açık açık söylemiyorlar demek istediklerini. Ne
engelliyor bunları?..
İtalyan Başbakanı Aldo Moro ya da ABD Başkanı Kennedy gibi öldürülme
korkusu mu?
Oluşmuş menfaat dengelerinin, karşılıklı kirli çamaşırların açığa
çıkma korkusu mu?
Ecevit'in dile getirdiği, örgütün sivil uzantısında yer alanlardan bazılarının
açığa çıkarılacaklarını anladıklarında ülkede çok tehlikeli
tertiplere yönelebilecekleri kaygısı mı? Ne tür tertipler olabilir bunlar?
Bu cinayet ağının istenmeyen bazı yan etkileri olsa da sonuçta
kendilerince kutsal bir amaca hizmetten çıkacağı korkusu mu?
Ya da başka başka korkular mı?
FAİLİ MEÇHULLERİN MUHTEMEL FAİLLERİ
2. MÜSLÜMANLAR
CUMHURİYET, 29 OCAK'93, "The Times'ın yorumu: Mumcu'nun...":
"..(Mumcu'nun) ölümünden sonra bazı şeriatçı gruplar olayı yüklendiler.
Ancak Mumcu, Türkiye'de son 5 yılda laiklik yanlısı önde gelen kişilerin
öldürülmesinden de şeriatçıların sorumlu tutulduklarını, oysa bu
cinayetleri onların işlemediğini söylüyordu..."
CUMHURİYET, 30 OCAK'93, "Ankara'yı sarsan gazeteci" haberinde The
Independent gazetesinin 29 Ocak 1993 tarihli nüshasından alıntılar yapılmış.
The Independent'te şunlar geçiyor:
"..(Mumcu,) araştırmalarının kendisine düşmanlar yarattığını
biliyordu ve hayatının tehlikede olduğunu da... Son aylardaki araştırmaları
sürprizli sonuçlara doğru ilerliyordu: Şeriatçıların, bazı önde gelen
laiklerin, faili meçhul cinayetlerinden sorumlu olamayacakları gibi bir
sonuca..."
SABAH, 17 ŞUBAT'93, "Musavi: Mumcu'yu biz öldürmedik" haberinde
Lübnanlı Hizbullah örgütünün lideri Musavi ile yapılmış bir röpörtajdan
bölümler veriliyor:
"Soru : Bu arada, Türkiye'de Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle birlikte
Hizbullah adı yeniden gündeme geldi. Şimdi, sizin Türkiye'de bir kolunuz,
bir şubeniz var mı? Uğur Mumcu'yu siz mi öldürdünüz?
Musavi: Kesinlikle hayır. Türkiye'de herhangi bir kolumuz yok. Ayrıca, Türkiye'de
birlikte çalıştığımız veya yardım ettiğimiz herhangi bir askeri ya da
siyasi örgüt de yok. Bu cinayeti de biz işlemedik. İran ve Lübnan'da
Hizbullah'ın güçlenmesinden korkan İsrail ve Amerika, gizli servisleri aracılığı
ile basını etkileyip bizi suçluyorlar. Şayet bizim aleyhimize diye bir
gazeteciyi öldürmek isteseydik buna önce buradan başlardık. Çünkü
Beyrut'ta bizden nefret eden bir sürü gazeteci var. Ayrıca biz insanların düşüncelerine
saygı duyarız. Düşündüklerinden ya da yazdıklarından dolayı hiç
kimseyi öldürmeyiz. Yalnız, Salman Rüşdü dışında. O farklı. Çünkü,
o dinimizi ve Peygamberimizi aşağıladı.
Soru : İyi de, İslam'da can almak sadece Allah'a mahsus değil mi? Hem
Salman Rüşdü'nün kitabının Türkçe'ye de çevrilmesi planlanıyor. Bu
gayet doğal bir şey değil mi?
Musavi: Biz müslüman olmayanları neden müslüman değilsiniz diye öldürmeyiz.
Ancak, dinimizin ve peygamberimizin aşağılanmasına da sessiz kalamayız.
Bunun hürriyetle hiçbir ilgisi yoktur.."
GÜNAYDIN, 8 ŞUBAT'93, Evren şöyle diyor:
"..Uğur Mumcu cinayeti de diğer aydınlanan(!) cinayetler gibi tam
olarak aydınlanırsa, bunların hep İran tarafından eğitildiği ve Türkiye'ye
sokulduğu ortaya çıkacaktır.."
SABAH, 6 ŞUBAT'93, "Mumcu suikasti 15 kişi gözaltında":
"..Adının açıklanmasını istemeyen bir DGM yetkilisi, "Uğur
Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Amerikalı Çavuş Marvick, İsrailli
diplomat Ehud Sedan'ı hep aynı güç öldürdü. Bu suikastlerin gerçekleştiriliş
yöntemleri arasında büyük benzerlikler bulunuyor. Bu tarz SAVAMA ya da
Hizbullah tarzıdır. Bu olaylara söz konusu örgütlerin şablonunu koyduğumuz
zaman bir köşesi uymasa bile üç köşesi tam oturuyor. Söz konusu örgütler
eylemlerinin çoğunda tahrip gücü yüksek bomba kullanırlar. Mumcu
suikastinde de delil bırakmamak için bomba kullandılar. Silahlı saldırılarda
delil bırakılır, görgü tanıkları bulunabilir..."
Aksoy, Emeç, Dursun, İpekçi, Anter ve diğerlerini silahlı saldırılarda
öldürdüler. Niye bir kısmını delil bırakmamak için bombayla öldürsünler
de diğerlerini silahlı saldırılarda öldürsünler? Delil bıraksınlar diye
mi?! Görüldüğü gibi bu iddianın dayandığı mantık son derece tutarsızdır.
Adının açıklanmasını istemiyormuş bu DGM yetkilisi. Tutarsız ve mantıksız
görüşlerin bir DGM yetkilisine dayandırılarak inandırıcı olması
bekleniyor. MİT içindeki bir grubun hazırladığı ortaya çıkan fakat sahte
olan bir belgeyle Mumcu suikastinden CIA-MOSSAD'ın sorumlu tutulmasına hemen
'saçma' tepkisini gösterenlerin, bu DGM yetkilisi olayına ve benzerlerine (ki
geçmişte bir çok örneği var) tepki göstermemesi, faili meçhullerin çözümlenmesi
için uygun olmayan böyle çifte standartlı bir ortamda daha çok faili meçhullerin
işlenebileceğini göstermektedir. Bu faili meçhullerin de kime yüklenebileceği
tahmin edilebilir. Bu faili meçhullerin müslümanların işi olamayacağını
savunan kimselere göre, ABD ve Batı'nın İslam'ı düşman ilan etmesi,
NATO'nun yeni hedefinin İslam olduğunun açıklanması, Libya'yı, Irak'ı köşeye
sıkıştıran Amerika'nın İran ve Sudan'ı da köşeye sıkıştırmaya çalışması
ve bunun için de dünya kamuoyunun bu ülkelere karşı hazırlamaya gayret
etmesi gibi olayların perspektifinden, Aksoy'dan Mumcu'ya, Sivas halkının
Nesin tarafından kışkırtılmasına kadar olan eylemlere bakılınca herşey
yerli yerine oturmakta, anlaşılır olmaktadır.
Yine bu kimselere göre SAVAMA neden Aksoy, Mumcu ve diğerlerine yönelik
suikastleri işlesin? Eğer öldüreceklerse kendi ülke rejim aleyhtarı İranlıları
öldürürler ve öldürüyorlar da. Kendi açılarından bunun tutarlılığı
var. Çünkü Türkiye'deki İran rejim aleyhtarları, İran İslam devrimini
çökertmek için çalışıyorlar. Kendi vatandaşını öldürmesiyle Türk
vatandaşlarını öldürmesi çok farklı şeyler. Niçin Aksoy, Mumcu ve diğerlerini
öldürsün? Sanki İran farkında değil mi, Batı tarafından köşeye sıkıştırılmak
istendiğinin? Radikal söylemleri yumuşatıp dışa açılmaya çalışan bir
İran niçin bu cinayetleri işlesin? Niçin bu cinayetlerin faili olarak İran'ı
suçlayanlar CIA-MOSSAD iddialarına kulaklarını tıkıyorlar? Oysa bu ihtimal
çok daha gerçekçi... "Türkiye'nin Güneydoğusu Ankara'ya kadar ilgi
alanımız içerisindedir" diye Savunma Bakanları Şaron'un resmen açıklama
yaptığı bir ülke ile, Türkiye’nin
Güneydoğu’sunu
arzı mev’ud-vadedilen
kutsal toprakları içerisinde gören İsrail ile ilişkiler
kuruluyor, güvenlik anlaşmaları imzalanıyor? Niçin muhtemel faillerden biri
olduğu halde CIA-MOSSAD'dan Mumcu cinayet soruşturması için yardım
isteniyor?..
Bahriye Üçok ve Hamido olayları arasında büyük benzerlikler var. Üçok'u
müslümanlar öldürdüyse Hamido'yu kimler öldürdü? Geçmişi bir kenara bıraksak
bile yine de bu cinayetleri müslümanların işlemediğini gösteren bir çok
emare var. Kaldı ki, geçmişi de düşündüğümüzde bu ülkede öteden beri
siyasi cinayetler işleniyor, failleri meçhul kalıyor. Olayların sonuçları
ise daima Batı'nın işine yarıyor. Örneğin Körfez Savaşı.. Irak medya
tarafından büyük gösterildi, ta ki kamuoyu Irak aleyhine hazır olsun. Sonra
da oyun bitirildi... Şimdi ise aynı numara İran ve Sudan'a çekilmek
isteniyor, üstelik Amerika'nın bunu istediği resmen bilindiği halde!..
Müslümanlar için şablonun üç köşesi oturuyor, bir köşesi
oturmuyormuş. CIA-MOSSAD için tüm köşeleri oturuyor oysa!
ZAMAN, 10 ŞUBAT'93, "Mumcu'nun katili kontrgerilladır" haberine göre,
Sakarya SHP İl Örgütü Kadın Komisyonları başkanlarının düzenlediği
laiklik yürüyüşünde kontrgerilla ve ABD emperyalizmi suçlandı. Haber şöyle
idi:
"..Laiklik yürüyüşünde göstericiler 'Uğur Mumcu'nun katili
kontrgerilladır. Kahrolsun Amerikan emperyalizmi. Bosna kan ağlarken BM
nerede?' diye slogan attılar. İHD Sakarya şubesi Başkanı Süreyya Narlı, göstericilere
yaptığı konuşmada, "Mollalar İran'a" diye slogan atan göstericilere
"kendi insanlarımıza dil uzatmayınız. Belki gerçek müslümanlar
onlardır" dedi..."
Kriminologların Altın Kuralı
Kriminologların altın bir kuralı vardır: "Bir olayın sonuçlarından
kim yararlanıyorsa suçlu odur." Şimdi Aksoy'dan Ersever'e kadar bir çok
cinayetin yol açtığı sonuçların ABD- İsrail çıkarları açısından
benzeştiği, hatta birebir örtüştüğü görülür. Bu cinayetler İran'a
yaramaz, çünkü zaten dışa açılmaya çalışıyor. Türkiye'deki bazı İran
rejim aleyhtarlarının SAVAMA tarafından temizlendiği iddiaları doğru sayılabilir,
ama Türk vatandaşlarını vurdurmak İran'a ne kazandırır? Türkiye bu
cinayetlerle sarsılırsa İran ne kazanacaktır?..
TERCÜMAN, 31 OCAK'93, "Gözler Demirel'de" haberinde Nokta'dan alıntılanmış
bir röpörtaj var. Şunlar geçiyor:
"..Genelkurmay İstihbarat eski başkanı emekli Koramiral Yılmaz Doğrusöz,
Uğur Mumcu cinayetinin Türkiye'de provokasyon yaratmak için yapıldığını
belirterek, "İran'ın suçlanması yanlıştır" dedi. Bosna-Hersek
olayları sebebiyle Batı'ya gösterilen tepkinin artmasından endişe edildiği
için Mumcu'nun öldürülmüş ve hedef saptırılmış olabileceğini belirten
Yılmaz Doğrusöz, "cinayetle ilgili olarak gözlerin İran'a çevrilmesinin
yanlış olduğunu düşünüyorum" diye konuştu..."
MEYDAN, 27 OCAK'93, Behiç Kılıç'ın yazısından:
"..(Mumcu'nun) katilleri kim peki?.. Ankara'da harıl harıl İran'lı
Suriye'li toplanıyor!.. Otellerde falan... Mumcu kemalist olduğu için, İran'lılar
ya da Ortadoğu'lu fanatikler onu yok ettiler, sonra Ankara otellerine saklanıverdiler!..
Şu cinayette kafayı dincilere takmamak lazım!.. Ama cinayeti işleyenler
kafayı dincilere takmamız için çabalıyorlar!.. Bugün yarın öbür gün
uygun bir sakallı militanı bombacı katil diye bizimkilere teslim
ediverecekler gibi!.. Hükümet katili bulmanın huzuruna kavuşacak!.. İş
kapanacak!.. Bu iş kapanmamalı... Bu işin CIA patentine ulaşılmalı!.. O
patentin Türk temsilcisi kim ise, işte o kişi Uğur Mumcu'nun ölüm emrini
uygulatan haindir... Hangi makamda, hangi tepede oturursa otursun yakasına yapışılmalıdır...
Dün yazmıştım... Uğur Mumcu son kitabında Güneydoğu'da oynanan oyunları
ele alıyordu... Siyasi paylaşımlar, petrol alanlarının talanı, Türkiye
topraklarının üzerinde Kürt devleti kurulması yolunda Amerikan planları...
Ve... Türk-Kürt işbirlikçilerinin bu kargaşa ortamında yaptıkları uyuşturucu
ve silah ticareti... Kaçakçı çetelerin, dinsel görünümlü militanlara işlettikleri
cinayetler!.. Uğur Mumcu'nun bilgisayar kayıtlarında, bölgede yapılan uyuşturucu
ticaretinden pay alan önemli kişilerin isimleri hala duruyor mu acaba?.. Bu
kayıtlarda Çekiç Güç görevlisi yabancıların kara ticarete nasıl destek
verdikleri de var mı?.. O son kitap bir çıksaydı piyasaya... Mumcu
bilgisayarına bir yandan kitabı için bilgiler yüklerken, bir yandan da günlük
konular için de çalışmalar yapıyordu... Mesela, İkinci Cumhuriyet
organizasyonunun arkasında Amerikan istekleri olduğunu belgeleme peşindeydi...
Sonra kanun hükmünde kararnamelerle hapis ve para cezalarından kurtarılan
altın kaçakçılarının özel televizyonlara, bankalara ortak olmaları
konularını araştırıyordu... Yüce divana gönderilen eski bakanların asıl
suçlu olmayıp emir kulu oldukları, işin akıl almaz kişilere gittiği
yolunda bilgiler topluyordu... Feci şekilde öldürüldü..."
GERÇEK, 6 ŞUBAT'93, "Kontrgerilla Cumhuriyetinde...":
"..İçişleri Bakanlığı ve Emniyet-MİT kaynaklı olarak gezetelere
yansıyan yorumlar islamcıları ve özellikle İran'ı hedef gösteriyor.
Senaryodur, mümkündür. Mumcu'nun islamcıları kızdırdığını bilmeyen
yoktur, intikam alma ya da gözdağı verme ihtiyacı, şeriat karşıtlarını
sindirme gerekçeleri olabilir. Mumcu'nun arabasına konulan bombanın aynısının
önceden bir Amerikalı ve bir de İsrailli ajanın arabasının havaya uçurulmasında
kullanılmış olması senaryonun kanıtı sayılmaktadır. Ancak olayın sonuçlarından
yola çıkanlar tam tersi ve islamcıları zora sokan gelişmelerle karşılaşılmış
olmasından hareketle bu senaryonun doğruluğuna pek ihtimal vermiyorlar. Bu tür
yorumlar yapanlar, daha çok bu sonuçları hesaplayan ve islamcıları
geriletmek, içerde ve dışarda Türkiye'yi böyle bir hedefe yöneltmek
isteyenleri sorumlu tutuyorlar cinayetten. Bir başkası ise, Türkiye'yi
"tam uyum" noktasına çekmek için yapılmış bir uyarı
senaryosudur. (Bu) son iki senaryoya göre faillerin başında Amerikan gizli
servisi CIA ve yanı başında MOSSAD gelmektedir. Başka bir senaryonun sözü
daha edilmektedir. Devlet içinde hesaplaşma üzerine kurulu bu senaryoya göre,
islamcıların, aşırı dincileştirilmiş devlet katlarından temizlenmesi
hedeflenmiştir. İslamcılardan gelen tehdide karşı olduğu kadar, ABD ile
uyumlu Türk yayılmacılığının ihtiyaçları açısından da gereğince
cihazlandırılmış bir devlet mekanizması hedeflenmiştir, bu yaklaşıma göre.
Hedef, tam Amerikancılaştırılmış kemalizmdir. Laik ama işbirlikçi... Şöyle
ya da böyle, en azından cinayetin boyutu, karmaşıklığı, gizli servis dışı
örgütlerin, böyle bir olayda rol almış olsalar bile, asıl failler olmadıklarının
belirtisidir. Hedef şaşırtma, "ön alma", yalan haber yayma gibi
CIA kaynaklı ve oradan kontrgerillaya aktarılma taktikler, gizli servislerin
odakta yer aldığına işarettir. Tasfiyeye uğrayan eski MİT'çiler Mehmet
Eymür ve Mahir Kaynak bu görüşteler. Cinayeti, ABD'nin düzenlediği, düzenlettiği
ya da en azından göz yumduğu bir operasyon olarak değerlendiriyorlar.
"Bu olay istihbarat operasyonu gibi gözüküyor" diyen Kaynak, örneğin,
"Burada bir yabancı servis, Türkiye'deki bir güce uyarıda bulundu. Yaptığı
bir şeyi beğenmediğini veya karşı koyacağını ifade etti" şeklinde
konuşuyor."
Burası Türkiye.. Burada olur!..
Bazı kimseler şöyle düşünüyor. Varsayılsın ki Aksoy, Emeç, Dursun,
Üçok ve Mumcu müslümanlarca öldürüldü. Peki Hiram Abas, Ferdi Tamer,
Vedat Aydın, Musa Anter'i kim öldürdü?.. 12 Eylül öncesinin faili meçhullerini
kim işledi?.. 1 Mayıs katliamını ve diğer eylemleri kim düzenledi?.. Tam
da Amerika'nın İran'a yüklendiği sırada, faili meçhuller nasılda
birdenbire aydınlatılıverdi!.. İslami Hareket Örgütü diye bir örgütün
kaydı bile yok!.. Cinayet silahları elde değil... Sanıkların güya gönüllü
ifadelerinden başka hiçbir şey yok. Hal böyle iken, sanık ifadelerine
dayanarak başbakan katilleri açıklıyor!.. Olmaz böyle bir şey!.. Hayır
hayır... Olur... Burası Türkiye... Burada olur... Aslında Abdi İpekçi'yi
de, Bedri Karafakioğlu'nu da ve diğerlerini de garanti müslümanlar öldürmüştür.
HÜRRİYET, 31 OCAK'93, Oktay Ekşi'nin yazısından:
"..Terör, Türkiye'de Prof. Bedri Karafakıoğlu, Prof. Ümit Tandoğan,
Prof. Cavit Orhan Tütengil olaylarıyla kalfalık dönemini tamamladı, ama asıl
Abdi İpekçi cinayetinden yani 1 Şubat 1979'dan itibaren boyut değiştirdi.
Artık hedef devlet sistemi idi. Nitekim Gün Sazak, Nihat Erim, Kemal Türkler
cinayetleri bu yeni dönemin olayları idi. Ancak bu terör olaylarının önemli
bir özelliği vardı... Teröristlerin yabancı bir devletle ilişkileri yoktu.
Bir bakıma amatörce bir yaklaşımla yahut inançları gereği bu yolu seçmiş
gibiydiler. Oysa son olaylar gösteriyor ki, terörün artık kaynağı da
kadroları da farklıdır. Tabi, amacı da... Gerçekten gazetelere yansıyan
bilgiler, -adı konsa da konmasa da- Türkiye'yi sarsmayı amaçlayan terörün
İran kaynaklı olduğunu ifade etmektedir. Kaldı ki, yapılan değerlendirmeler
de bu iddia ile uyumludur..."
Yukarıdaki cinayetlerin yabancı bir devletle ilişkileri yokmuşmuş!.. Nasıl
da tespit ediverdiniz öyle!.. Çok hızlı oldu, göremedik... Bir daha tekrar
edermisiniz!?. CIA ajanları bile anarşiyi kışkırttıklarını itiraf
ederken... Gladio tartışmalarını unuttuğunuzu düşünemiyoruz. İşinize
gelmediğinden sonuçları zikretmeye yanaşmıyorsunuz, belli.. Bizzat siz bile
kontrgerilla tartışmalarına katkıda bulunup, Anter cinayetinden
"devletin o menhus gücünü", yani CIA'nın İtalya ve diğerlerinde
örgütlediği "o menhus güçleri" sorumlu tutmuştunuz, hatırladınız
mı? (Hürriyet, 21 Eylül'92) Şimdi 180 derece çark edip başkasını suçluyorsunuz.
Bir karar verin artık! Siz yukarıdaki görüşlerinizle Kontrgerilla-CIA
konusunda şimdiye değin serdedilen görüşlere aykırı düşüyorsunuz, yani
terör maceraperest gençlerin eylemleri düzeyinde kalıyormuş 12 Eylül öncesi...
Tabii yuttuk biz de!!. Maceraperest gençler oldukları için herhalde bir türlü
yakalanamadı o faili meçhul İpekçi, Karafakioğlu ve diğerlerinin katilleri
ile 1 Mayıs 1977 katliamcıları ve "seçimden fayda ummayan güçler",
öyle değil mi sayın Ekşi!?? Mumcu anısına yazı yazıyorsun, Mumcu'nun söylediklerine
zıt!!
Kontrgerilla-CIA |
Müslümanlar |