POLİS SORUŞTURMALARINDAKİ GARİPLİKLER
28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit gazetesi, yazı dizisi
MİLLİYET, 13 KASIM'90, "Gladio, devlet çetesi":
"..İtalyan gladyatörlerinden Marco Morin'in aşırı sağ görüşte
olduğunu, Peteano olayında ve hatta daha sonra Aldo Moro ve General Alberto
Della Chiesa suikastinde, bomba ve silah uzmanı olarak görev almasının garip
olduğunu, Peteano olayında, patlayıcı madde hakkında yanlış bilgi vererek
olayı solcuların üzerine yıkmaya çalıştığını, Panorama dergisi ileri
sürdü..."
GÜNEŞ, 18 KASIM'90, "Ecevit: Eski cinayetler aydınlansın":
"..1977 yılının Haziran ayında yapılacak seçimlerden önce,
partisinin düzenlediği mitinge katılmak amacıyla İzmir'e gelen Bülent
Ecevit, uçaktan inip seçim otobüsüne bineceği sırada bir patlama olmuş,
patlamada, eski İstanbul Belediye başkanı Ahmet İsvan'ın kardeşi Mehmet İsvan
bacağından yaralanmıştı. Önce olayın bir kaza olduğu ve koruma
polislerinden birinin elindeki silahın yanlışlıkla patladığı açıklanmış,
ancak, gerek Ecevit'in gerekse diğer parti yetkililerinin olayın üstüne
gitmesi sonucu İsmet Çetin adlı bir polis memuru, "suikast girişiminde
bulunmak" suçlamasıyla tutuklanmıştı. Menemen Savcılığı ile İzmir
Cumhuriyet Savcılığı'nın bütün girişimlerine karşın, olayda kullanılan
silah ve diğer malzemeler mahkemeye gönderilmemişti. Daha önce sol eğilimli
olarak bilinen polis derneği "Pol-der" üyesi olduğu açıklanan
polis memuru İsmet Çetin'in, daha sonra ülkücü polis derneği
"Pol-Bir" üyesi olduğu anlaşılmıştı. Savcılığın ısrarlı
girişimleri üzerine, Emniyet Müdürlüğü'nden gönderilen silahın ise, ABD
yapısı olduğu, Türkiye'de hiç bilinmediği ve plastik zehirli gaz füzesi
atan "Tengas" adlı bir silah olduğu anlaşılmıştı. Suikast girişiminden
sonra hastaneye kaldırılan Mehmet İsvan'ın bacağında röntgen cihazında görülmeyen
plastik füze parçaları çıkarılmıştı. Hastaneye gelen siyasi şube
polislerinin ise ısrarlı bir şekilde doktorlardan plastik mermi parçalarını
istemesi, kuşkuları arttırmıştı. Polisin delilleri yok etmeye çalışması,
önce iki kişiyi yakalayarak savcılığa göndermek yoluyla "sahte suçlu"
yaratma girişimleri, savcılığın da kuşkulanmasına neden olmuştu. Savcılık,
ortada "birşeylerin gizlenmeye çalışıldığı" ve suçluların
korunmak istendiği kuşkusuna kapılmıştı..."
FAİLİ MEÇHULLERDEKİ BAZI GARİPLİKLER
VAHDET, 26 KASIM'90, Abdurrahman Dilipak şöyle diyor:
"..Özellikle Üçok cinayeti ile ilgili iddialar önemli ölçüde kafa
karıştırıcı nitelikte... Bahriye Üçok'a bombalı paket konusunda bilgi
verildiği, hatta bu amaçla MİT tarafından eğitildiği ileri sürülüyor.
Ve yine Bahriye Üçok'un Milli Savunma Bakanlığı'nın telefonlarından
islami örgütler adına tehdit edildiği de basında yer aldı. Bombalı
paketin yapımında kullanılan mekanik ve patlayıcı NATO standartlarına
uygun. Daha önce Hamit Fendoğlu'nun öldürülmesinde kullanılan bombalı
pakete çok benziyor. Bahriye Üçok'un paketi aldıktan sonra kızını
patlayabileceği konusunda uyarması, acaba sadece bir tesadüf mü idi...
Yoksa, Bahriye Üçok'un bu konuda eğitildiğini bilenler, böyle bir bombayı
Bahriye Üçok'a gönderenler, tam da SHP'nin irtica raporunu TBMM'ye sunmaya
hazırlandığı sırada, ana muhalefet partisini kışkırtarak ülkede bir şeyler
mi gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Bahriye Üçok, bombayı tanıyacak
ve polise haber verecekti. Bomba patlamayacaktı ama etkisini başka türlü gösterecekti..
Ele geçen bomba olayı büyük bir sansasyonla irtica senaryoları için kullanılacaktı..."
BU MEYDAN, KASIM'90, Milletvekili Bülent Çaparoğlu'nun şu sözleri aktarılıyor:
"..Türban konusu ne zaman meclise gelse bir cinayet işleniyor. Bu konu
geçen yıl görüşülmeye geçileceği sırada Muammer Aksoy öldürüldü. Hiç
unutmam, bir Çarşamba günü yeniden türban konusunu komisyonda görüşmeye
geçecektik ki, bu kez Çetin Emeç vuruldu. Bu konu son kez gündeme geldiğinde
ise Turan Dursun vuruldu. Bu kez sıra geldi, konuyu mecliste görüşmek üzereydik
ki, Bahriye Üçok öldürüldü. Kenan Evren de önce onayladığı türbana
izin veren yasayı sonra iptal için anayasa mahkemesine götürdü. Şimdi ben
diyorum ki, Evren Paşa'yı iptal başvurusuna kim ikna etmişse, bu cinayetleri
de onlar işliyor. Aksoy'u da, Emeç'i de, Dursun'u da, Üçok'u da öldürenler,
Evren'i ikna eden güçlerdir..."
TERÖR VE GÜNEYDOĞU SORUNU, Fehmi Koru, S.76:
"..Zaman, bir süredir, cinayetlerin tarihlerinde ilginç bir garipliğe
dikkat çekiyor; 11 kişinin öldüğü Çetinkaya mağazasına saldırı (25
Aralık 1991), Galleria ve Kapalı Çarşı (25 Ocak 1992) ile İstanbul Ticaret
Odası'nın (20 şubat 1992) bombalanması eylemleri, hep Milli Güvenlik
Kurulu'nun (MGK) terör konusunu görüşmek üzere toplanacağı günlerin
arefesinde meydana geldi. Oramiral Kayacan da MGK toplantısından birkaç gün
önce öldürüldü. Bunlar gerçekten garip rastlantılar.. Hatırlayacaksınız,benzer
bir gariplik, terör dalgasının önceki biçiminde de görülmüştü. Prof.
Muammer Aksoy'dan Doç. Bahriye Üçok'a bir dizi "laik" aydının
suikaste uğradıkları tarihler ile TBMM'nin gündemi üzerinde inceleme yapan
bir milletvekili, cinayetlerin başörtüsü zulmü ile alakalı olduğu
kanaatine varmıştı. Meclis, zulmü sona erdirecek yasayı çıkartmak üzere
harekete geçince teröristler de hareketleniyor, tasarı komisyona gelince
birini, Genel Kurul'a inince bir diğerini, onay için Cumhurbaşkanının önüne
gittiğinde üçüncüyü, Anayasa Mahkemesi'nde görüşüleceği sırada dördüncü
kurbanını öldürüyordu. Kamuoyunda "laik" kimliği ile tanınan
aydınlar, ancak Anayasa mahkemesi'nin çıkartılan ikinci yasayı onaylamasından
sonra rahat bir nefes alabildiler. "Laiklik cinayetleri" birdenbire
durdu.. Terörün, polis şefleri, askerler ve savcılara yönelik ikinci dalgasının
takvimi, bu cinayetlerin Güneydoğu Anadolu'yla ve Körfez Bunalımı ile
ilgili olabilecekleri izlenimini veriyor: Yarbay Ata Burcu (9 Ocak 1991), em.
Org. Hulusi Sayın (30 Ocak 1991), em. Korg. Memduh Ünlütürk (28 Mart 1991),
Org. İsmail Selen (23 Mayıs 1991). Bu arada iki de Amerikalı öldürüldü:
Yarbay Alin Macke (28 Şubat 1991) ve Yarbay John Gandy (21 Mart 1991)... Bu
tarihler, TBMM'nin hayati önemde kararlar alacağı günlerin hemen öncesine
rastlıyor. Tabii buna "rastlantı" denirse... Laik kesimi hedef alan
terör, üniversite hocalarının aydınların "Kahrolsun İrtica"
diye sokağa dökülmesine, Evren'in önüne gelen yasayı vetosuna, başörtülü
genç kızlara zulmün devam etmesine yaradı.. Körfez Bunalımı sırasında işlenen
her cinayetle Türkiye biraz daha fazla Amerikan çizgisine yanaştı. Olağanüstü
Hal uygulamasının devamı oylanacakken işlenen cinayetler, milletvekillerini
uzatma yönünde oy kullanmaya sevketmekte.."
SABAH, 6 ŞUBAT'93, Çetin Altan'ın yazısından:
"..Vali Kozakçıoğlu da, Mumcu cinayetinden birkaç ay önce yine bir
televizyon konuşmasında: Çetin Emeç cinayetinin terörle ilgisi yok. Kendi
çevresi ile ilgili bir cinayet o, demişti. Kozakçıoğlu bu konularda en
deneyimli uzmanlardan biri. Herhalde boşuna söylemedi o lafı..."
|