Tam
EskidenYeniye
 

Balyoz ve Ergenekon'da delil tartışmaları


Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerin sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Bu haberimizde bu tartışmalara dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı amaçlıyoruz. Tartışma konusu olan deliller ile bu delillere karşı ileri sürülen itirazları gücümüz yettiğince burada bir araya toplamayı istiyoruz.

Odatv davasında yaşanan delil tartışmaları sayfasına ulaşmak için tıklayın

27.03.2012 15:33 Abdullah Harun - Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerden bazılarının sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Kritik delillerin hiçbirisini kabul etmiyorlar. Örneğin bir sanıktan elde edilen cd'lerden bazılarını kabul ederken içerisinde kritik bilgiler olduğunu iddia ettikleri bazılarını ise kabul etmiyorlar. Bu konuda oldukça komik gerekçeler de ileri sürebiliyorlar.

Örneğin Ergenekon sanığı Levent Bektaş'ın, "Aramaya gelen polislere çay söylemek için bürodan çıktığımda onlar tarafından yerleştirilmiş" demesi gibi. Diğer bir Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez, evinden çıkan silahları arama esnasında polislerin yerleştirdiğini iddia etti. Aramaya katılan askeri yetkililer ise böyle bir şey olmadığını belirttiler. Ergenekon sanığı Dursun Çiçek'in hazırladığı ıslak imzalı belgenin fotokopisi için "Kağıt parçası bu, hukuki değeri yok. Aslını bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız" denildi. Aslı çıkınca da bu kez "ıslak imza sahte" denildi. "Üzerinde parmak izi var mı bakılsın. Kağıt o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı bakılsın. Mürekkep de aynı şekilde kontrol edilsin. Herşey uygun olsa bile, imza ıslak imza makinesi ile atılmış olmalı. Ayrıca yazışma formatı resmi bir belgeye uymuyor.." gibi sürekli yeni bahaneler ileri sürüldü.

Ergenekon davalarında olduğu gibi Balyoz davasında da sanıklar delillerin sahte olduğunu iddia ediyorlar. Sanıklar ve avukatları, "Balyoz'da delil cd'leri sahte. 2003'teki balyoz planına ait olduğu ileri sürülen cd'lerinde sonraki yıllara ait bilgiler var. Bu da o cd'lerin sahteliğini ispatlıyor" diyorlar.

Aslında bu sayfanın hazırlanmasına bir ziyaretçimizin siteye gönderdiği aşağıdaki mesaj yol açtı:

"Merhaba, Balyoz davası ile ilgili olarak yayınladığınız www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=4331 linkindeki yazıya istinaden tamamen sahte CDler ve delillerden oluşan ve 365 masum insanın aylardır hatta yıllardır hapishane cürütülmesine neden olan davada neden tutukluların lehine olan ve iddianamenin sahte olduğu gösteren delillerden bahsetmediğinizi merak ederek bu mesajı göndermek istedim. Davaya konu olan ve suç içeriği olduğu iddia edilen CDleri sahteliği hem bilirkişi hem de cdlerin içindeki bilgilerle (örn. plakası 2006 yılında değişen bir araç nasıl 2003te hazırlanan bir cd'de yeni plakası ile bulunabilir. Dosyalar nasıl window 2007 sürümü ile yazılmış olabilir. vb vb) Yapmış olduğunuz haberlerin ve yazıların insanları doğruları aktarmak için yazılması gerekli, masum insanların şu an ileri demokrasi ile övünen günümüz Türkiye Cumhuriyetinde hapishanelerde olmasını desteklemek hangi etiğe ve vicdana sığmaktadır. Doğru ve adaletli bir haber okumak dileğiyle. İyi çalışmalar dilerim. cremole80@yahoo.com.tr, 15 Mart 2012, Perşembe 04:30"

Biz de kendisine şöyle bir cevap vermiştik:

"Hiç kimsenin haksız yere zan altında kalmasını ya da suçlanmasını asla istemeyiz. Biz iddiaları aktarıyoruz. Ancak cevap gelirse onu da memnuniyetle yayınlarız. Bu işimize gelir şu gelmez diye bir düşüncemiz asla olmamıştır. Fikrini beğenmediğimiz bir kişi bile olsa onun haksız yere suçlanmasını asla istemeyiz. Bu sitede yayınlanan haberlerin bir çoğu aslında alıntıdır ve iddiaları içermektedir. Lehte ve aleyhte, ciddi içeriği olan, hakaret içermeyen, site konumuzla ilgili ve gücümüz yettiğince tüm iddiaları aktarmaya çalışıyoruz. Sitede yayınlanması o iddiaların doğru olduğunu göstermez. Sadece bir tartışma ortamının oluşmasını, site konumuzla ilgili lehte ve aleyhte dile getirilen iddialar arasında o iddiaları içeren haberin de dikkate alınmasını amaçlıyoruz.

Bir kişi mahkemece suçlu bulunmadığı sürece suçsuzdur, masumdur. O kişi hakkında dile getirilenler sadece bir iddiadır. İddialara farkında olmayarak cevap verememesi, ya da farkında olsa bile muhtelif sebeplerle cevap vermemesi, ya da vermek istememesi 'bize göre' o kişinin suçlu olduğunu göstermez.

Hiçkimse farkına varmasa bile Allah her şeyin farkındadır. Kimsenin kul hakkını almak istemiyoruz. Biz bu inançtayız. Umarız sizler haklı çıkarsınız, içerideki yakınlarınız da biran önce çıkarlar, beraat ederler. Maduriyetiniz uzamaz. Lütfen bu konudaki samimiyetimize inanın.

Ancak olay kamu davası olduğu yani kamuyu, yani bizleri de ilgilendirdiği için ilgilenmemezlik de edemeyiz. Suçlamalar çok ciddi.

Bunları belirttikten sonra mesajınızdaki görüşlerinize gelelim. Bahsetmiş olduğunuz haberimizdeki aktardığımız ya da kendi ileri sürdüğümüz görüşler arkasında duracağımız, savunduğumuz görüşlerdir. Bu konuları sürekli takip etmekteyiz. Gelişmeleri dikkatle gözlemekteyiz.

1) Neden tutukluların lehine olan ve iddianamenin sahte olduğu gösteren delillerden bahsetmediğimizi merak etmişsiniz.

Eğer karşı görüşleriniz varsa, uzun bir yazı şeklinde de olabilir, gönderebilirsiniz. Onu sansürlemeden olduğu gibi yayınlarız. Cevap hakkınıza saygı duyarız.

2) CD’lerin sahteliği görüşünüz bizce doğru değildir. Yani bunu söylerken eldeki bulgulara bakarak tabi ki bunu söylüyoruz. Bizimki de elbet bir iddiadır. Yanılabiliriz . Ama nasıl siz eldeki bulgulara bakarak sahte diyorsanız biz de yine bulgulara bakarak sahte olmadığı görüşündeyiz. Umarız yanılırız.

2003’tek darbe hazırlıklarına dair hazırlanmış CD’lerin içerisinde sonraki yıllara ait bilgilerin olması normal. Çünkü bilgiler güncellenmiş. Darbe girişimleri sonraki yıllarda da devam etmiş. Ergenekon kapsamında açılan çok sayıdaki davalarda ele geçen silah belge ve benzeri deliller bunu gösteriyor. Bu konuda Gölcük Donanma Komutanlığı’nda zemin altında bulunan bilgiler de önemli delil oldu.

Başta da dediğimiz gibi biz bu konuları dikkatle takip etmekteyiz. Savunma yapan sanıkların ve avukatlarının kolaycılığa kaçtığı kanaatindeyiz. Bir çok davada aynı savunma sözkonusu. CD ve DVD’ler, bilgisayarlardaki mailler, dosyalar, hatta ıslak imza belge olayında olduğu gibi ıslak imza dahi sahte deniliyor. Polisin tertibi deniliyor. Virüs yoluyla dışarıdan yüklendi deniliyor. Bilirkişi incelemeleri dahi inandırıcı olmuyor. Bu yönlerden baktığımızda Ergenekon Balyoz ve benzer davalardaki yargılama şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde şeffaf ve adil. Tüm iddialar dikkate alınıyor araştırılıyor. Davaların uzamasına da sebep olsa gerçeklerin açığa çıkması için bu hassasiyet önemli.

Sanıklarca ileri sürülen delillere karşı olan delilleri, bulguları ve gelişmeleri çok sayıdaki haberimizde dile getirdik. Onları derleyip toplayıp düzenli şekilde tek bir habere toplamayı planlıyoruz sizin mesajınız üzerine. Eğer sizin de aksi yöndeki delilleriniz bulgularınız görüşleriniz varsa aynı haber içinde aynen yansıtırız. Belki böylesi daha adil olur.

Mesajınıza kısaca cevap yazmaya çalıştık. Ancak bahsetmiş olduğumuz delilleri bir haberde toplama çalışmasına ise hemen başlıyoruz. Biter bitmez siteye ekleyeceğiz. Sonra da güncelleyeceğiz yeni bilgilerle. Eğer sizin de görüşleriniz gelirse yayınlarız. Görüşlerinizi güncelleştirirseniz onu da ilgili satırlarınıza yansıtırız.

Site ziyaretiniz için tekrar teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz. 16 Mart 2012, Cuma 06:22"

İşte bu haberimizde, yukarıda da belirttiğimiz gibi delil tartışmalarına dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı amaçlıyoruz. Bu sayfadaki bilgiler sürekli güncellenmeye çalışılacaktır.

Sayfanın en altında bu haberle ilgili olabilecek linkler verilmiştir. Örneğin ses kayıtlarında sıklıkla görüldüğü gibi, geçerliliğini kaybetmiş yani ölü hale gelmiş linkler varsa bildirmeniz halinde güncellenmeye, geçerli yenileri bulunmaya çalışılacaktır.

Abdullah Harun / kontrgerilla.com




İşte Balyoz 'darbe' diyen deliller
Balyoz davasında sona yaklaşıldı. İddiaların aksine Balyoz'un rutin bir seminer olmadığı anlaşıldı. Yaşar Büyükanıt'ın ifadeleri de bunu teyit etti. Askerlik hayatı boyunca 2003'teki Balyoz gibi bir seminer görmediğini belirten Büyükanıt, plan seminerlerinin 1999'da yasaklandığının da altını çizdi. Büyükanıt'ın semineri hukukçulara inceletme gereği duyması, iç tehdit konuşulmadı denilmesine karşın konuşulduğunun kesinleşmesi, Balyoz planında yer alan Milli Mutabakat Hükümeti kurma planının bir seminerde olamayacağının askeri yetkililerce de kabul edilmesi ve diğer bazı kritik deliller de darbeyi ispatlayan ayrıntılar.

09.03.2012 10:59 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 15 ay önce başlayan 365 sanıklı Balyoz davasında 83 duruşma geride kaldı.Savunmalar ve tanık ifadeleri alınırken, delil değerlendirme kısmına geçildi. Savcının esas hakkındaki mütalaasının ardından dava sonuçlandırılacak. Bugüne kadar gelen süreçte şu net olarak anlaşıldı ki, Balyoz planı, masum ve rutin bir harp oyunu değil. Dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan başta olmak üzere sanıklar, savunmalarında seminerin Egemen Planı olduğunu iddia etti. Onlara göre harp oyunu oynanmıştı. Bazı sanıklar da, 'iç tehdidin' konuşulmadığını ileri sürdü. Ancak hem seminer ses kayıtlarında, hem de gözlemci raporunda hemen her aşamada 'iç tehdit' başlığı altında konuların konuşulduğu ortaya çıktı. Bu da söz konusu seminerde, örtülü olarak darbe planı görüşüldüğü iddiasını doğruluyor.

Büyükanıt niçin hukukçulara inceletme gereği duydu

2002-2003 yılının Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt, dönemin Daire Başkanı Orgeneral Bekir Kalyoncu ve yine dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 'tanık olarak verdikleri ifadeler de önemli. Bu tanıkların 'plan seminerinde gerçek isimler konuşulmaz', 'gözlemci raporunu imzaladım ama bu içeriğini onayladım anlamına gelmez' açıklamaları savcıların iddialarını destekliyor. Büyükanıt'ın, yasada olmamasına rağmen gözlemci raporunu hukukçulara incelettirdiğini söylemesi de dikkat çekici. Akıllara, 'Eğer normal bir plan semineri ise neden hukukçulara inceletme gereği duyuldu?' sorusunu getirdi. Çetin Doğan'ın, Büyükanıt'a yönelttiği, "Dış tehditle mücadele ederken bir taraftan da iç tehdidi kontrol etmek gerekmez mi?" sorusu da, seminerde 'iç tehdit'in konuşulduğunun kanıtı gibi. Ayrıca, seminerde imam hatip lisesi müdürleri, belediye başkanları gibi gerçek isimlerin neden kullanıldığı hiçbir sanık tarafından açıklanamadı.

Madem herşey rutin niçin Balyoz'un benzeri yok

Sanıklar, dört bir yandan bilirkişi bulma, dosyadaki delilleri tek tek irdeleme, en ufak yazışma hatasını kullanarak kamuoyu oluşturma yoluna gitti. Balyoz seminerinin benzeri olan başka bir semineri örnek gösterip, kendilerine çok iyi bir savunma sağlayabilirlerdi. Madem her şey rutindi, TSK bünyesinde benzer bir seminer kayıt ve harp oyunu yok muydu? Bunun neden yapılmadığını Büyükanıt'ın açıklamalarından anlıyoruz. Gözlemci raporunda imzası olan Büyükanıt, bir sanık avukatının, "Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo' gibi bir planın seminer icrasını gördünüz mü?" şeklindeki sorusuna, "Hayır." karşılığını verdi. Askerlik hayatı boyunca birçok sıkıyönetim ve harp oyunu seminerlerine katıldığını belirten Büyükanıt'ın, Balyoz semineri gibi bir seminer görmediğini söylemesi de oldukça önemli. Bu da, sanıkların neden Balyoz seminerinin bir benzerini savunma olarak sunamadıklarını gösteriyor.

Milli Mutabakat Hükümeti kurma planı Balyoz'u ele veriyor

İddianame ilk açıklandığında, başta Çetin Doğan olmak üzere Balyoz sanık ve avukatları, 'Milli Mutabakat Hükümeti'nin ekonomi programının Haydar Baş'ın 2005 yılındaki açıklamalarından alındığını iddia etti. Ama ilerleyen günlerde görüldü ki, aslında 'Milli Mutabakat Hükümeti' tanımı hem Balyoz seminerinde hem de 1. Ordu gözlemci raporunda yer alıyor. Ayrıntılı çalışmalar yapan sanıkların, Milli Mutabakat Hükümeti programı oluşturması da çok zor olmasa gerek. Bu konuda duruşma savcısı Savaş Kırbaş'ın Büyükanıt'a sorduğu soruya aldığı cevap önemli. Savcının, "Milli Mutabakat Hükümeti'ni kurmak 1. Ordu Komutanlığı'nın görevi midir?" sorusuna Büyükanıt, "Meclis'in görevini 1. Ordu yüklenemez. Böyle bir görev değişimi eşyanın tabiatına aykırı." karşılığını vererek, Milli Mutabakat Hükümeti kurulmasının plan seminerinde olmaması gerektiğine işaret ediyor.

Yazışma hataları var öyleyse askerler hazırlamamıştır denildi, ama..

Sanıklar, Balyoz CD'lerindeki yazışma hataları sık sık savunmalarda eleştiri konusu yaptı. Ama son olarak eski Genelkurmay başkanlarının imzası olan ve doğruluğu yönünde hiçbir şüphe bulunmayan 'gözlemci raporu'nda ilginç anlatım bozuklukları ve harf hataları var. Hakim, bu yanlışlıkları duruşmada dile getirdi. Hem Büyükanıt hem de gözlemci raporunda parafı bulunan dönemin Daire Başkanı Korgeneral Köksal Karabay, imla hataları ve anlatım bozuklukları olduğunu doğruladı. Dolayısıyla, askerlerin darbe planının parçası ya da rutin günlük işleyişinde hazırlanan tüm belgeler hatasız, yanlışsız değil.

Cunta faaliyetleri 2003'te bitmiyor, planlar zaman içinde güncellenmiş

Balyoz davası ciddi bir seyirde devam ediyor. Çetin Doğan'ın, Balyoz seminerinin tarihinin Genelkurmay Başkanlığı'nın katılmayacağı anlaşılınca 4-6 Mart iken, birden 5-7 Mart 2003 olarak değiştirmesi, emekli Korgeneral Süha Tanyeri'nin ajandasındaki el yazısı seminer notları, seminer gözlemcilerinin duruşmada sessiz kalması ve sorulara genel olarak "Hatırlamıyoruz." şeklinde cevap vermesi sanıklar açısından hiç de iç açıcı değil. CD'lerdeki bazı el konulacak hastane ve ilaç şirketlerinin 2003 yılından sonra yapılan isim değişikliği ile yer aldığını söyleyerek bütün davayı da bu açıdan temelsiz bırakmaya gayret ediyorlar. Sanıklar aleyhine deliller o kadar fazla ki, bu aşamada bu teknik durum tek başına davayı temelsiz bırakması mümkün değil. Mahkeme, delilleri değerlendirirken bu durumu da tekrar gözden geçirecektir. Ayrıca ortaya çıkan deliller, iddia edilen Balyoz cuntasının 2003 yılında sona ermediğini, sonraki yıllarda da devam ettiğini gösteriyor. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen 5 No'lu hard diskteki dokümanlar, Balyoz belgelerinin zaman içinde güncellendiğini işaret ediyor. Bunu tespit etmek de bu aşamada mahkemenin işi. (Büşra Erdal / Zaman)

ASKERİ SAVCIDAN ŞOK İTİRAF

'Savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar ama yazışmalar darbe delili!'

Balyoz'un darbe planı olduğunu gösteren çok sayıda başka bulgu daha sayılabilir aslında. Ama en çarpıcı iki tanesi herhalde eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı ile bir grup askeri savcının konuşmalarının yer aldığı ses kaydı olmalı. Hem Koşaner'in hem de askeri savcıların bu ses kayıtları Balyoz davasının önemli delilleri arasına girdi. Askeri Savcı Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile ilgili itiraflar yer alıyor, Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' deniliyor. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor hazırlatıldığı iddiası medyaya da yansımıştı. Ses kaydında bu iddia da doğrulanıyor. 

Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili | O ses kaydı, Balyoz dosyasında

İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu

Balyoz soruşturması sürerken internete düşen bir ses kaydında, aralarında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'in de bulunduğu askeri hukukçular, hararetli bir şekilde Balyoz planı ve CD'leri tartışıyordu. Albay Bülent Münger, Balyoz CD'lerini incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu anlatıyordu. Münger şu şok ifadeleri kullanıyordu:

"1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. (...) Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu, buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor, biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve bütünlüğü bozan bir şey yok."

Albay Münger, ayrıca Balyoz CD ve belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında rapor hazırlayan ilk askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın nasıl sürgün edildiğini de kayıtta anlatıyordu. Münger'in bahsettiği Binbaşı Erdoğan, söz konusu raporunda Balyoz'un, plan seminerinin çok ötesinde bir darbe hazırlığı olduğunu aktarmıştı. Hazırladığı bu rapor üzerine de sürgün edildi. Ses kaydı 2011 Mart ayında internete düştü. Harekete geçen savcılar, Ekim ayında Albay Bülent Münger'i 'tanık' sıfatıyla sorguladı. Münger, bazı belge ve CD'ler ortaya çıkınca askeri hukukçu arkadaşlarıyla konuştuklarını doğruladı. Ancak ses kaydının içeriğinin çarpıtıldığını savundu. Bülent Münger'e, ilk askeri bilirkişi raporunu hazırlayan Ahmet Erdoğan da soruldu. Münger, Balyoz'un bir darbe planı olduğunu doğrulayan Erdoğan'ın raporu hazırlamasının hemen ardından tayin edildiğini doğruladı. Münger, "Benim yürüttüğüm bir soruşturmada tayin edilmiş genç bir bilirkişi olan Ahmet Erdoğan'ın vermiş olduğu rapor nedeniyle tayin görmüş olmasına üzülmüştüm." ifadelerini kullandı.

'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişiye sürgün

Askeri savcı Münger'in ses kaydında bahsettiği bilirkişi raporu da Balyoz davasının delilleri arasına girdi. İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz planının benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir kişi" demişti.

KOŞANER: Namerde malzeme verdik

Dava dosyasına son olarak eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı da girdi. Ses kaydında 'herşeyimizi çaldırmışız, maalesef namerdin eline malzeme verdik' diyen Koşaner, meçhul biri tarafından Taraf gazetesine oradan da savcılara ulaşmış olan ve Balyoz davasının açılmasına neden olan 1 valiz dolusu belge ve ses kaydının 1. Ordudan çıktığını itiraf ediyordu. En üst kademeden gelen bu itiraf şüphesiz davanın en önemli delilleri arasında ve askeri yetkililerin yargıdan suç ve delillerini gizlediklerine dair güçlü bir delil olarak yer alıyor. Ses kayıtları iddianamede, 'Açık kaynaklardan temin edilen ses kayıtları' başlığı altında sıralanıyor.

Koşaner ve askeri savcıların ses kayıtları dışında başka ses kayıtları da dava dosyası delilleri arasında yer alıyor. Balyoz semineri toplantılarında katılımcı subayların konuşmalarını içeren saatlerce uzunluktaki orjinal ses kayıtları Balyoz davasındaki en önemli deliller arasında yer alıyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Ses Kaydı: Askerlerden Balyoz doğrulaması

Balyoz darbe planıyla ilgili dailymotion.com sitesinde şok bir ses kaydı yayınlandı. 2002-2003 yıllarında 1. Ordu Adli Müşavirliğinde çalıştığı iddia edilen kişiler Balyoz darbe planıyla ilgili önemli itiraflarda bulunuyorlar. Hukukçu olduğu iddia edilen bu kişiler, hem kamuoyunun tüm şüphelerini giderecek, sivillere mantıksız gibi gelen ayrıntılar hakkında çözümlemeler yapıyorlar hem de Balyoz darbe planlarının gerçekliğini kendi aralarında kabul ediyorlar.

15.03.2011 11:45 Balyoz darbe planlarının yer aldığı CD'lerle ilgili internete yeni bir ses kaydı düştü. 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay Bülent Münger'le birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtta, planların gerçek olduğu aktarılıyor. Konuşmanın bir yerinde Münger olduğu iddia edilen kişi, "Bunlar buzdağının görünen yüzü." diyor. Gölcük'te 6 Aralık'ta yapılan aramadan sonra kayda alındığı anlaşılan konuşmalar, sanıkların 'planlar sahte' savunmasını çökertiyor. Kayıtta, sivil savcıların görevlendirdiği askeri bilirkişinin raporuyla ilgili konuşmalar da dikkat çekiyor. Raporun, çok iyi hazırlandığı belirtilirken şu ifadeler kullanılıyor: "Bilirkişi olan binbaşı gibi yeteneklisini hayatımda görmedim ama adamı raporu nedeniyle kaydırdılar. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar. Balyoz CD'lerinde var bunlar. Sen onları fark ettin. Yarın adamlar bir daha askeri bilirkişiyi dinleseler senin fark ettiğin şeyleri fark edecekler."

Çetin Doğan ve diğer sanıklar Balyoz planlarının sahte olduğunu söyleyedursun, internete düşen ses kayıtları bütün savunmalarını çökertiyor. Daha önce iki astsubaya ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, Gölcük'te ele geçirilen belgelerin gerçek olduğu söyleniyordu. Dün, dailymotion.com adlı internet sitesine yeni bir kayıt daha düştü. İddiaya göre, kayıttaki sesler 5 askeri hukukçuya ait. Konuşmalardan kaydın Gölcük Donanma'da 6 Aralık'ta yapılan aramadan sonra alındığı anlaşılıyor. Seslerden birinin 1. Ordu Askeri Başsavcısı Bülent Münger'e ait olduğu iddia ediliyor. Hukukçular, Balyoz'u tartışıyor. CD'lerin gerçek olduğu anlatılıyor. Münger'in ses kayıtlarında "Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar" şeklindeki sözleri dikkat çekti.

'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişi sürüldü

İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz planının benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir kişi" demişti.

Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili | O ses kaydı, Balyoz dosyasında

İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu

İşte o konuşmaların dökümü:

1. ORDU ASKERİ SAVCILIĞINDAN BALYOZ DEĞERLENDİRMELERİ

TOPLANTI KATILIMCILARI:

Alb.Bülent MÜNGER (1. Ordu ASKERİ BAŞSAVCISI):
Asker Hukukçu 2:
Asker Hukukçu 3:
Asker Hukukçu 4:
Asker Hukukçu 5:

ASTSUBAYLAR, ASKERİ MAHKEMELERİN OLAYLARI NASIL KAPATTIĞINI ÇÖZMÜŞLER

Alb. Bülent Münger (1. Ordu askeri başsavcısı): Astsubaylar bak ne diyorlar biliyormusun konuşmalarında? Aralarında bu iş keşke, keşke askeri savcılığa intikal etseydi bak, bu iş keşke askeri savcılığa intikal etseydi diyorlar. Ne olurdu diyorlar askeri savcılık, genellikle askeri mahkemeler diyorlar tamam mı? Araştırıyorlar, bir tane günah keçisi, onun üzerine diyorlar olay bitiyor diyorlar. Adamlar o kadar güzel kurmuşlar ki, tahlil etmişler ki askeri mahkemelerin yapılarını tamam mı? Bir tane günah keçisi, şey komutanlarının da şeyiyle, desteği ile bir adam üzerine yoğunlaşıp, onun üzerine mahkumiyet kararı çıkarırdı diyorlar. Ama şimdi olaylar sakat diyorlar. Olay sivil savcısının gelip bunları bulması kötü oldu diyorlar (Gölcük belgelerini kast ediyor). Keşke askeri savcılığa gitseydi diyorlar.

Asker Hukukçu 2: Bak ben sana söyleyim mi? Bakk bakk,

X: Mesela şeyin cd’leri… Nazlı Ilıcak 7-8 senedir birşeyler çıkacak deyip duruyordu zaten

Asker Hukukçu 2: Nazlı Ilıcak varya abicim, bak, beş, 7-8 senedir yazıyordu bunları. Daha çok şeyler çıkacak, biliyor. Bunlar, ellerinde adamların şeylerin. Nazlı Ilıcak devamlı yazıyordu. Bunların hepsinin elinde belge vardı. Ama ortam bekliyorlardı. Çok daha kuvvetli oldukları zamanı bekliyorlardı.

Asker Hukukçu 4: o zaman bu belgeler ellerinde varsa gerçek bu belgeler. Gerçek.

1. Ordu Başsavcısı: Çetin Doğan konuşmaları zaten normal değildi

1. Ordu Başsavcısı: hııı hıı tabii, ben söyleyim bak, Çetin Doğan’ın konuşmaları normal değildi abicim. O emekli olmadan önceki konuşmaları, çok abuk subuk konuşmalardı. Bir bu konuştu bir hurşit konuştu.

Asker Hukukçu 2: bende 15.kolordudaydım. Adamlar acayip acayip herkesi şey yapıyorlardı. Yanii

Asker Hukukçu 4: abi Hurşit Tolon gelmişti bizim oraya. Acayip konuşuyordu adam yaa.

Asker Hukukçu 2: her gittiği yerde abuk subuk konuşmalar yapıyordu.

Asker Hukukçu 4: şey, Metin Yavuz Yalçın, geldi o…

Asker Hukukçu 2: Çetin Doğan’da Hurşit Tolon ikisi sene üst üste geldiler bizim oraya, iki sene üst üste, yani onlarla başladı abuk subuk konuşmalar.

1. Ordu Başsavcısı: bunlar acayip şeyler tabii, yanii.

Asker Hukukçu 2: hayır hayır. Şöyle;

Asker Hukukçu 3: Türk Silahlı Kuvvetleri 2 defa fiilen darbe yapmış,

Adli müşavir: alışılmadık konuşmalardı onlar

Asker Hukukçu 3: birkaç kez hükümete muhtıra vermiş bir silahlı kuvvetler, yani bunlar çok acayip karşılanacak şeyler değil.

Asker Hukukçu 2: hayır cami bombalama planlarını, bizim cahil bir astsubay veya teğmenin hazırladığı bir şey gibi duruyor

Asker Hukukçu 3: burda acayip olan sadece, o camiye bomba atma gibi saçma sapan böyle planlar varya, onlar acayip.

1. Ordu Başsavcısı: hazırlayan adamların cahilliğinden kaynaklanmıştır. Hani. Şey vardır, il jandarma komutanı birisine demiştir bir plan yap işte, ismini koy birde olay yaz demiştir tamam mı? Belki bu olayı okumamıştır bile üst rütbeler. Yanii, belki üst rütbedeki adamlar okusa kendi uçağımız düşürme planı mantıklımı diyorlar; geçmişte gemimizi batıran, deniz kuvvetleri komutanı, gemimizi jetlerle vuran hava kuvvetleri komutanı oldu.

Asker Hukukçu 3: kendi uçağını düşürme, böyle şeyler…

Asker Hukukçu 2: kendi gemisini batıran adam, deniz kuvvetleri komutanı oldu. Onu batıran adamda hava kuvvetleri komutanı olmuştu. Orgeneraller Türkiye’yi toparlamak için camide öleceklere fire verilebilir gibi bir mantıkla bakıyorlardır. Onların ruh hali normal değil. Böyle plan yapabilirler

1. Ordu Başsavcısı: komutanların, orgeneral seviyesinde ki komutanların var ya insanları görüş açısı şu kadar. Bit gibi görüyor tamam mı? Seni, beni, şu kadarcık bit gibi görüyor. Yani adam, beni hakim olarak görmüyor. Kimse hakim olarak görmüyor yaa. Ben işe yarayan bir adamım, bir şeyim tamam mı?

Asker Hukukçu 3: o bakış açısı ayrı, ben ona katılıyorum.

Asker Hukukçu 2: yani diyorki Türkiye’yi toparlamak için düzeltmek için birazcık fire verilebilir diyor tamam mı? Konuşmalarında. Adamın şeyi bu. Mantık olarak bunu düşünebilir. Çünkü, ben Hurşit Tolon’la bir kaç defa karşılaştım. Şeyde konuşmalar falan yapıyordu. Adamların ruh hali normal değil. Ben olmuştur olmamıştır demiyorum ama. Yani yapılabilir. Öyle planlarda yapılabilir. Eğer, çünkü… plan seminerindeki 160 kişi daha var. Planlara karşı çıkarlardı deniyor ama askerlikte herkes bilmesi gereken kadar bilir jandarmanın planlarını diğerleri bilemezdi ki.

Asker Hukukçu 3: sonra gelelim , hadi tamam öyle plan o adam yapıyor. Yaa orda 160 küsür tane adam var. Hiç mi bir tane akıllı adam yok. Öyle şeymi olur mu diyecek?

Asker Hukukçu 5: o planların ayrıntısına herkes erişememiş olabilir.

Asker Hukukçu 4: tabii tabii

1. Ordu Başsavcısı: herkes herşeyi bilmiyor ki

Asker Hukukçu 2: herkes kendine verilen görevi biliyor yaa.

1. Ordu Başsavcısı: herkesin kendi sorusunu yanıtlıyor. Her birliğe soru yönetiliyor, sen bilirsin işte plan seminerlerini

Asker Hukukçu 4: biliyorum canım

1. Ordu Başsavcısı: her birliğin sorusu var, o soruları cevaplarlar. Ama şunu söyleyim. Her birliğe sorular soruluyor ya; o soruların gerçek cevapları…

Asker Hukukçu 5: planın oynanması sırasında

1. Ordu Başsavcısı: hayır, burası (1. Ordu) hazırlıyor cevapları, kendi kendine ama onlar gizli tutuluyor. Birliklere verilmiyor o cevaplar. O cevaplar komutanın önünde

Asker Hukukçu 3: yani orda

1. Ordu Başsavcısı: bak bir dakika, o cevaplar, o cevaplar….

Asker Hukukçu 5: 2002-2003 Çetin Doğan; plan seminerinde kafasına uygun personel seçti. Darbe ortamında rütbeye bakılmaz iş yaparlığına bakılır

1. Ordu Başsavcısı: şimdi o soruyu cevaplandıracak alay komutanı, ayağa kalkıyor tamam mı? Alay komutanı, kendisine sorulan soruyu cevaplıyor seminer sırasında fakat, burdaki merkezin hazırladığı cevapta, yani olması gereken cevapta komutanın önünde komutan burdaki cevaptan, adamın konuşmalarını takip ediyor. Acaba kendi kafa yapısına uygun mu değil mi ? Tamam mı? Ve özellikle terfi sırasındaki adamları kaldırıp soruyorlar, bunların. Adam hem aynı zamanda not veriyor alay komutanına, hem de aldığı cevabı kendi cevabı ile değerlendiriyor. Buranın hazırladığı cevaplar, burdaki harekat şube başkanlığı ve komutanın katıldığı özel şeylerle hazırlanıyor. El notları falan filan. Tamam mı? Olay çok önemli yani. Adam aynı zaman da kendi kafasına uygun personel seçiyor orada tabii.

Asker Hukukçu 4: yani onun için adamın rütbesine bakmıyor. İş yaparlığına bakıyor. Benim emirlerimi tereddütsüz …yerine getirir mi

1. Ordu Başsavcısı: tabii

Asker Hukukçu 4: …yerine getirir mi ona bakıyor adam.

Asker Hukukçu 2: ondan sonra o olay, o tarihten sonra general çıkmadı 23’ ten

Asker Hukukçu 4: demiii

Asker Hukukçu 2: Bekir Memiş’ten sonra çıkmadı. Şey, tuğgeneral. Ki burası hiç sektirmeyen bir yerdi.

Asker Hukukçu: tabii

Asker Hukukçu 5: evet 23 öyleydi, doğru Çetin Doğan’ın planlarını 1. Ordu hazırlamıştı zaten, kolorduların tepkilerini ölçüyordu

1. Ordu Başsavcısı: Çetin Doğan, kendi önündeki cevaplar hazır ya, dosya hazırlamış ya. Şak diye sorular soruyor onlarla ilgili. Adam mesela kendi cevaplarına eksik şey yapmış, eksik şey yapmış, cevap hazırlamış.

Asker Hukukçu 2: bilemedin birrrr otur. :-)))))

1. Ordu Başsavcısı: adamın tepkisini ölçüyor. Olay öyle.

1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar

Asker Hukukçu 4: demi, normal plan semineri yapıyorsan bu zaten eğitim planı içerisindedir. Gizli saklı olmaz.

1. Ordu Başsavcısı: 1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. Herşey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar

1. Ordu Başsavcısı: bak, normal bütün o emirleri, emirlerin götürülüş tarzını, hangi nelerin gizli olduğunu hepsini ben çok iyi biliyorum. Bunlar daha ortaya çıkmadı. İlerde bunlarda ortaya çıkınca…

Asker Hukukçu 4: peki o dediğin…

1. Ordu Başsavcısı: olayın normal (plan semineri) olmadığı ortaya çıkacak.

Asker Hukukçu 4: ama sen o bildiğin şeyleri nerde gördün?

1. Ordu Başsavcısı: hepsi emirlerde taranmış vaziyette cd’nin içinde

Asker Hukukçu 4: şey de değil mi bunlar? O balyoz cd’leri savcıların elinde değil mi

Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar

1. Ordu Başsavcısı: ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcıların tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar

Asker Hukukçu 4: tamam. Balyoz cd’lerinde var bunlar. Sen onları farkettin. Ama onlar farkedemedi. Çünkü onlar askerlikten anlamıyorlar.

Asker Hukukçu 5: gene askeri bilirkişi…

Asker Hukukçu 4: yarın adamlar bir daha gene askeri bilirkişi teferruatlı bir şekilde anlayan askeri bilirkişi dinleseler o senin farkettiğin şeyleri onlar da farkedecekler.

Asker Hukukçu 4: o dosyalara o savcılar yapamazlar ben hep onu diyorum. Bak baştan beri ben burdayım. O dosyayı anlamak zor, bilmek zor.

1. Ordu Başsavcısı: tarafsız olması lazım.benim ilk denediğim bilirkişi..

1. Ordu Başsavcısı: bilirkişi olan binbaşı gibi yeteneklisini meslek hayatımda görmedim ama adamı raporu nedeniyle kaydırdılar

Asker Hukukçu 4: o binbaşı taraflı bir çocuk muydu?

1. Ordu Başsavcısı: hayır

Asker Hukukçu 4: tamamen tarafsız değil mi?

1. Ordu Başsavcısı: tamamen tarafsız bir çocuktu. Ben hayatımda öyle bir adam görmedim. Bak sana ne diyorum. Hazırladığı bilirkişi raporunda adam öyle bir rapor hazırlamış ki mesela …o tarihte bir yönerge geçiyor, üzerine tıklıyon yönerge şak diye önüne geliyor, bulamazsın yönergeyi. Yok ortalıkta. Herif buldu. Bak yaz genelkurmay’a o yönergeyi getirin. “yok imha edildi” derler. Adam 2003 yılındaki yönergeyi bulmuş. Kaydetmiş. Mümkün değil. O tecrübeli bilirkişi falan diyorlar ya subay. Yemin ediyorum tecrübeli subaylar getirsinler..

Asker Hukukçu 5: iş rütbeye bakmaz.

1. Ordu Başsavcısı: ne bilgisayar hakimiyeti vardır. Ne yönergeleri bulabilirdi. Olay tamam. Ben şimdi yazdım. İstedim, adam av. …..ama. Hoşuma gitti benim.

Asker Hukukçu 5: sen isim belirtmedin ki.

1. Ordu Başsavcısı: ben isim belirtmedim ki. Adam dört dörtlük çalıştı. Raporunu hazırladı. Baksanız cd’lere nasıl biliyor musunuz? Yedi bin-sekiz bin tane belge var ya. Onları bulacaksın tek tek. Sıraya koyacaksın. Emir, kronolojik sıraya koyacaksın. Genç bir beyin lazım tamam mı? Ama…

Asker Hukukçu 4: aslında ideal bir bilirkişiydi o çocuk.

1. Ordu Başsavcısı: ideal ya.. Dört dörtlük. Bana deseler ki şurdan tekrar adam … tekrar … o arkadaşı. Çünkü ben

Asker Hukukçu 2: iyi mi konuşuyor?

1. Ordu Başsavcısı: yok adamdan şunu istedim ben. Bütün o karışıklığı düzelt. Sıraya koy. Hangileri yayınlanmış. Sıraya koy. Çıkar ortaya, sıraya koy. Ve çocuk hakikaten bütün o soruşturmanın yönünü tayin eden , hem onlar açısından hem bizim açımızdan şey çıkardı, yol çıkardı.

Asker Hukukçu 5: sonra hayatı kaydı.

1. Ordu Başsavcısı: sonra hayatı kaydı. Ama göreceksin yani normal …

Asker Hukukçu 3: şimdi nerde abi?

1. Ordu Başsavcısı: şimdi Kocaeli’nde.

1. Ordu Başsavcısı: bak yemin ediyorum, 25 senelik meslek hayatımda yani bu sistemde bir bilirkişi raporu görmedim abi. Bilgisayara tıklıyorsun yönerge karşına çıkıyor ya. Nasıl yaptı ki herif onu bilmiyorum. Programı falan var herhalde.

Çetin Doğan savunmasını CD'lerin sahte olduğu iddiasına dayandırıyor, ama onlar emir

Asker Hukukçu 4: böyle bir çocuğa yazık etmişler o zaman. Çetin Doğan kkk’lığı emrine rağmen semineri oynamış cd’lerde herşey var. Net

Asker Hukukçu 3: ben halen anlamadım, Çetin Doğan savunmasını neye koyuyor. “Böyle bir şey olmadıya” mı koyuyor. “oldu ama bu darbe değile” mi koyuyor. Ben anlamış değilim.

Asker Hukukçu 5: şöyle diyor

Asker Hukukçu 2: sahte diyor

1. Ordu Başsavcısı: emir, resmen emir. Hiçbir şeylik yok yani . Cd’ye taranmış emir. Diyor ki kardeşim bu…

Asker Hukukçu 5: iç tehditle oynamayın diyor.

1. Ordu Başsavcısı: boş verin diyor, başka zaman, altında Aytaç Yalman’ın imzası. Herif taramış onu. Tamam mı cd’ye taramışlar aynı adam.

Asker Hukukçu 5: gözlemci raporları sende var mı?

1. Ordu Başsavcısı: var tabii. Hepsi taranmış. Bütün seminer sonuçların raporları var cd’lerde

12 Eylül darbe planı üzerinden çalışmışlar

1. Ordu Başsavcısı: Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar

Asker Hukukçu 2: sonuç raporlarında böyle bir olay yok.

1. Ordu Başsavcısı: ya adamlar söylemiyor ki (Genelkurmayı kast ediyor). Şeye sordum niye böyle diye. Falan filan dedi öyle geçiştirdi. Ben size bir şey söyleyeyim mi Bayrak Harekat Planının bütün emirleri, daktiloyla yazılan bütün dokümanlar, binlerce doküman.

Asker Hukukçu 4: Bayrak dediğin 12 Eylül darbe planı değil mi?

1. Ordu Başsavcısı: 12 Eylül darbe planının bütün şeyleri cd’ye taranmış vaziyette.

Asker Hukukçu 4: yani aslında 12 Eylül darbe planının üzerinden çalışmışlar.

1. Ordu Başsavcısı: tabii tabii aynen. Hepsi uyuşuyor.

Asker Hukukçu 2: 12 Eylül’ün şeylerinin üzerinden gitmişler. Bütün dinci basın yazıyor bunları.

Asker Hukukçu 5: ama o sonradan çıktı.

1. Ordu Başsavcısı: ama bi dakka.

Asker Hukukçu 4: bak bak savcı bey başka bir şey söylüyor abi.

1. Ordu Başsavcısı: Süha Tanyeri 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu aysbergin görünen yüzü

1. Ordu Başsavcısı: Süha Tanyeri’ye sorduk onu. Adam diyor biz çıkarttık gittik arşivden.

Asker Hukukçu 2: tamam arşivden çıkartabilir canımm. Çıkarmadılar demiyorum. Dışarısı tarafından Bayrak planı biliniyor.

Asker Hukukçu 4: abinin söylediği o değil. Diyor ki biz diyor seminerden önce arşivden Bayrak planını çıkarttık, onun üzerinden yaptık diyor. Süha Tanyeri söylüyor bunu.

Asker Hukukçu 2: ona ben bir şey demiyorum ki

1. Ordu Başsavcısı: plan subayı da bilmiyor. Süha Tanyeri biliyor.

1. Ordu Başsavcısı: bak,ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu aysbergin görünen yüzü. Bir gün lazım olur diye, güncelleyip kullanabilmek için evrakları sürekli saklıyorlar

Asker Hukukçu 3: neyse, bir şekilde yapılmadı, geçti. Tamam bitti bunun hükmü. Bunlar niye, hala o belgeler saklanıyor.

Asker Hukukçu 4: lazım olur.

Asker Hukukçu 3: ya lazım olur diye..

Asker Hukukçu 2: hayır burda en büyük sıkıntı ne biliyor musun?

Asker Hukukçu 3: tamam da 12 Eylül olmuş bitmiş.

1. Ordu Başsavcısı: Ekrem, Bayrak Harekat Planı ne işe …..

1. Ordu Başsavcısı: burda adamlar giderken, her komutan giderken, neler yapılmış.

Asker Hukukçu 2: bilgisayar MEBSS sorumlusunu, evinde bütün burdaki bilgileri evine aktarıyor.

Asker Hukukçu 4 : yapma ya!

Asker Hukukçu 2: tabii canım. Tabii tabii

Asker Hukukçu 4 : emekli olurken veya burdaki bilgileri götürmüş.

Asker Hukukçu 2: tabii tabii. Birol anlattı işte. 1. Ordunun bütün gizli planları Ergin Saygun’un evindeki şahsi bilgisayarında da vardı

Asker Hukukçu 5: Ergin Saygun unutmuş ya! Hizmete özel bilgisayarını burdan almış, evine götürmüş, bütün planlar bilgisayarda yüklü , internete takmış, ona da virüs girmiş mi? Tutuştu diyor Birol Yarbay.

Asker Hukukçu 4: düşün, birinci ordunun tüm gizli planları şeyde, adamın bilgisayarında. Adam evinden internete giriyor, internetten virüs giriyor..

1. Ordu Başsavcısı: tutuşuyor

Asker Hukukçu 4: bütün 1. Ordunun gizli planları bir anda internet ortamında. Apar topar gecenin bir yarası bizim birol gidiyor burdan. Birol müdahale ediyor. Panik

Asker Hukukçu 5: sabaha kadar uğraştım diyor.

Asker Hukukçu 2: hayır niye arkadaş, bu adam bunları evine götürür anlamadım ki. Burda bittiği zaman bunun orgeneralliği bitmiyor mu?

Darbe planları yeniden yapılmıyor, saklanan eski planlar, üzerlerinde değişiklik yapılarak günümüze uygulanıyor

Asker Hukukçu 4: yaa abicim, bak şimdi denizcilerin o belgelerin bulunması diyor ya bunlar geçmiş şeyimiz, hafızamız. Hafızamızı silemeyiz. Sen diyorsun ya; çıkarıp çıkarıp ısıtıyor, aynı şeyleri, planları kullanıyorlar. Ufak tefek rütuşlar yapıyorlar. Yeniden yapmıyor adam. Olanın üzerinden değiştiriyor. Günümüze uyguluyor.

Balyoz cd'lerini siviller yapamaz, mümkün değil, bütünlüğü bozan bir şey yok

1. Ordu Başsavcısı: ben size Balyoz o cd’lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve bütünlüğü bozan bir şey yok

1. Ordu Başsavcısı: bak, ben size vereyim o cd’leri. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Hepsi, mesaj emirleri,kkk emirleri

İşin salaklığı ses kaydının tutulması zaten. İstanbul’un üstüne çökmek ne demek?

Asker Hukukçu 5 : olabilir ama bu camiye şey insanın kafası donuyor.

1. Ordu Başsavcısı: yok bir belgelere bakın. Yan planların bir yansıları yapılmış. O cami bombalamaların, yansıları tamam mı? Yaaa, olamaz böyle bir şey diyorsun. Yapamaz siviller. Şimdi bütününe baktığınız zaman bütününü bozan bir şey de yok.

Asker Hukukçu 5 : abi her şey her yerde ya.

1. Ordu Başsavcısı: Bursa il jandarma komutanı veya buranın il jandarma komutanlığı vermiştir bir astsubaya görevi veya üsteğmene. Üsteğmen böyle saçma-sapan birşey yapmış. Bunların da gözünden kaçmış olabilir.

Asker Hukukçu 5 : göze girecek ya.

1. Ordu Başsavcısı: bu cd’ler gelmiş toplanmıştır. Tamam mı? Burda da açılmıştır. Bunları incelememiştirler bile. Belki görmemişlerdir bile. Bizim çalışmamız budur demişlerdir. İşin salaklığı ses kaydının tutulması zaten. İstanbul’un üstüne çökmek ne demek? Nedir senin İstanbul’la alıp veremediğin?

İşin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendi almış ya

Asker Hukukçu 2: işin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendi almış ya

Asker Hukukçu 4: “Çökeriz diyor İstanbul’un üzerine” diyor. Ne demek İstanbul’un üzerine çökmek? Çökeriz diyor

Normal plan seminerinde niye çöküyon İstanbul'un üzerine, al Yunanistan’ı incele. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Esas soru bu. Savcıların bunu sorgulaması lazım. Niye alış veriş merkezlerini belirliyorsun?

Asker Hukukçu 3: tabii canım darbe yapar bunlar

1. Ordu Başsavcısı: nasıl?

Asker Hukukçu 4: hani diyor ya. İstanbul'un üzerine çökeriz diyor ya. Normal plan seminer planında niye çöküyon İstanbul’un üstüne kardeşim. İşte statlara bilmem kaç yüz bin kişi niye topluyorsun. Bu normal seminerde

Asker Hukukçu 5: genelkurmay başkanı dahil şeyler,

Asker Hukukçu 4: bütün generaller fb li mi diye

1. Ordu Başsavcısı: onlara soruver, öyle cevap versinler önce. Bak en temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul’la alıp veremediğin. Al Yunanistan’ı incele. Tamam yani. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Esas soru bu. Savcıların bunu sorgulaması lazım. Niye alış veriş merkezlerini belirliyorsun?

Asker Hukukçu 4: niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun.

Asker Hukukçu 2: ha bende İstanbul’un

İstanbul ayağı tamamsa jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden

1. Ordu Başsavcısı: alış veriş merkezlerini niye tek tek belirliyorlar abi. İstanbul ayağı tamamsa jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden.

1. Ordu Başsavcısı: genelkurmay başkanı kim: Hilmi Özkök istemiyor. Aytaç Yalman istemiyor.

Asker Hukukçu 2: Hilmi istiyor.

Asker Hukukçu 4: ama vazgeçti istemiyor diyelim. Şimdi burası plan hazırlıyor, İstanbul ayağı tamam diyelim. Ankara’da kim var iki tane bu işi istemeyen. Aytaç Yalman, Özkök. Jandarma genel komutanı o. Şey kim, 4. Kolordu komutanı kim? O tarihte. Bakın onları bir değerlendirin tamam mı? Hilmi Özkök’le Aytaç Yalman’ı ben şey yapabilir miyim? Atamaz mıyım?

1. Ordu Başsavcısı: şimdi jandarma genel komutanın çıkmadı mı abicim. Yargıtay krokisini bile gördüm ben.

Asker Hukukçu 5: sivil yargıtay’ın değil mi?

1. Ordu Başsavcısı: sivil yargıtay. Yargıtay’ın planları çıktı.

Oğlum jandarma genel komutanlığı işin içine girerse olay bitmiştir ya. Türkiye’de bütün teşkilatlanma jandarma üzerinden değil mi?

Asker Hukukçu 4: oğlum jandarma genel komutanlığı işin içine girerse olay bitmiştir ya. Türkiye’de bütün teşkilatlanma jandarma üzerinden değil mi?

1. Ordu Başsavcısı: taşlar oturuyor yerine. Planların ayrıntısını katılımcıların herbiri bilmez

Asker Hukukçu 3: yani bu kadar general, bu kadar kurmay subay, ne bileyim bu kadar albay gelip de böyle bir plan..

Asker Hukukçu 4: ya caminin bombalanacağını, uçağın düşürüleceğini kaç kişi biliyor orda.

Asker Hukukçu 3: ordu bu

Asker Hukukçu 4: ama ordu dediğin kişilerden oluşuyor. İçinden birkaç tane sapık düşünceli insan olabilir. Bunu ordunun tamamına teşmil edemezsin. Hiçbir kuruma teşmil edemezsin. O binbaşıyı mahkeme bilirkişi olarak çağırması lazım

1. Ordu Başsavcısı: ama normalde keşke adamlar bir bilirkişi böyle, ama belirlemesi yapsalar yani.

Asker Hukukçu 5: ama bilirkişi yazsında, bilirkişiyi kimden isteyecek. Nasıl isteyecek.

Asker Hukukçu 4: şimdi o senin binbaşıyı tekrar bilirkişi olarak çağırması gerekmiyor mu mahkemenin.

1. Ordu Başsavcısı: gerekiyor. Normalde çağırmaları lazım o çocuğu. O binbaşı yerine kıllı mıllı tecrübeli bir kurmay olsaydı sanki bunlar normal bir plan semineri diyebilecek miydi?

Asker Hukukçu 4: bilirkişiyi kim tayin etti?.

1. Ordu Başsavcısı: ordu komutanı. Farzedelim çok kıllı. Bu işe yıllarını vermiş, kurmaylığa. Artık, her şeyi su gibi bilen bir kişi getirdik bilirkişi olarak atadık. Ne diyecekti o belgelere. Normal plan semineri mi?

Asker Hukukçu 4:ne diyecekti!? “bir dakika, bir dakika ben komutana sorayım geleyim.” Diyecek ti

Asker Hukukçu 5: aynen öyle.

Asker Hukukçu 4: de mi..

Asker Hukukçu 2: kesinlikle evet. bilirkişi komutana ne yapayım diye sorsa komutan ne diyebilir ki? “gerçekte olabilir olmayabilirde deyip suya sabuna dokunma” diyebilir

1. Ordu Başsavcısı: komutan ne diyecekti abi.

Asker Hukukçu 2: silahlı kuvvetlerimize..suya sabuna dokunmadan. Aslanlar gibi bir ifade ver.

1. Ordu Başsavcısı: ne diyecekti?......

Asker Hukukçu 2: diyecek çok şey var.. Ooo..

1. Ordu Başsavcısı: mesela ne diyecekti?

Asker Hukukçu 2: “olabilir de olmayabilir de.”

Asker Hukukçu 5: bu belgeler gerçek değil mi? Diyecekti.

Asker Hukukçu 2: “gerçek olabilir de olmayabilir de.” Bu kadar işte. Al çık işte işin içinden. Ne var yani.

Asker Hukukçu 4: öyle de olur, böyle de olur tabii.

1. Ordu Başsavcısı: ne diyecek ti, sıraya koy desen, koyamıyorum. Komutana sorayım.

Asker Hukukçu 2: beş bin sayfayı nasıl sıraya nasıl koyayım ben bunu sıraya diyecek.

1. Ordu Başsavcısı: işim vardı komutan koysun. Kolay değil… o binbaşı başına gelecekleri bilseydi belki o da raporu böyle yazmazdı. Hayatı kaydı çocuğun

Asker Hukukçu 2: o binbaşı bilseydi bunlar geleceğini yapar mıydı onu?

Asker Hukukçu 4: yapmaz mı ya . Ne yapsın ya. Çocuk o kadar çalışmış, akademiyi kazanmış, kurmay subay olmuş, istikbal vaad eden..

1. Ordu Başsavcısı: ve adam dört dörtlük..

Asker Hukukçu 4:baksana abimin anlattığı. Dört dörtlük, hayatı kaydı çocuğun ya! Paşaların kaldığı cezaevinde yönetmeliği uyguladığı için cezaevi müdürünü Diyarbakır’a sürdüler

1. Ordu Başsavcısı: ordu evi şey cezaevi müdürü yerinde olmak istemezdim yani arkadaşlar.

Asker Hukukçu 5: kim ister abi.şey öbür cezaevi müdürünü sürmüşler ordan.

Asker Hukukçu 4: bu yönetmeliği uyguluyordu, değil mi?

1. Ordu Başsavcısı: yönetmeliği uygulamıyordu. Yönetmeliği Yusuf uyguluyordu.

Asker Hukukçu 4: Diyarbakır’a sürdüler adamı. (Bugün)




Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili

Koşaner'den sonra askeri savcıların ses kaydı da Balyoz'un önemli delilleri arasına girdi. Balyoz darbe planı soruşturması kapsamında kabul edilen üçüncü iddianamede, askerler tarafından hazırlanan bilirkişi raporları arasındaki çelişkiye dikkat çekiliyor. 'Balyoz'un bir darbe planı olduğu aktarılan ilk raporu yazan Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın sürgün edildiği aktarılıyor. 1'nci Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger de Erdoğan'ın raporun ardından 'tayin' edildiğini itiraf ediyor. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı da üçüncü iddianamenin delilleri arasına girmişti.

25.11.2011 10:07 Balyoz soruşturması sürerken internete düşen ses kayıtlarından biri de aralarında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'in de bulunduğu askeri hukukçulara ait olduğu ileri sürülen kayıttı. Askeri hukukçular, hararetli bir şekilde Balyoz planı ve CD'leri tartışıyordu. Albay Bülent Münger, Balyoz CD'lerini incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu anlatıyordu. Münger şu ifadeleri kullanıyordu: "1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. (...) Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu, buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor, biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve bütünlüğü bozan bir şey yok."

Albay Münger, kayıtta ayrıca Balyoz CD ve belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında rapor hazırlayan ilk askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın nasıl sürüldüğünü de kayıtta anlatıyordu. Binbaşı Erdoğan, söz konusu raporunda Balyoz'un, plan seminerinin çok ötesinde bir darbe hazırlığı olduğunu aktarmıştı. Bunun üzerine de sürgün edilmişti. Ses kaydı mart ayında internete düştü. Harekete geçen savcılar, ekim ayında Albay Bülent Münger'i 'tanık' sıfatıyla sorguladı. Münger, bazı belge ve CD'ler ortaya çıkınca askeri hukukçu arkadaşlarıyla konuştuklarını doğruluyor. Ancak ses kaydının içeriğinin çarpıtıldığını savunuyor. Bülent Münger'e, ilk askeri bilirkişi raporunu hazırlayan Ahmet Erdoğan da soruluyor. Münger, Balyoz'un bir darbe planı olduğunu doğrulayan Erdoğan'ın raporu hazırlamasının hemen ardından tayin edildiğini doğruluyor. Münger, "Benim yürüttüğüm bir soruşturmada tayin edilmiş genç bir bilirkişi olan Ahmet Erdoğan'ın vermiş olduğu rapor nedeniyle tayin görmüş olmasına üzülmüştüm." ifadelerini kullanıyor.

SONRAKİ BİLİRKİŞİLERE GÖZDAĞI VERİLDİ

Savcılık, askeri bilirkişi raporlarındaki 'çelişkiye' dikkat çekiyor. İlk raporu hazırlayan Erdoğan'ın sürgün edilmesinin daha sonra rapor hazırlayacak isimler için bir 'gözdağı' olduğunu aktarıyor. Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan tarafından hazırlanan bilirkişi raporunun askeri makamlar tarafından hazırlanan ilk bilirkişi raporu olma özelliği taşıdığına dikkat çekiliyor. İddianamede, "Ne derece objektif davranabilecekleri ve önceki bilirkişinin tayininin tesiri altında kalıp tarafsız rapor verebilecekleri hususu tartışma konusudur." ifadeleri kullanılıyor. Daha sonra hazırlanan bilirkişi raporlarının da sanıklar lehine çıkması, savcılığın tezini doğrular nitelikte. Bu raporların birçoğunun soruşturma geçiren askeri personelin görev yaptıkları kurum tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu sebeple tarafsızlığı konusunda tereddüt meydana geldiği ifade ediliyor. (Zaman)

Askeri savcıların ses kaydının tam dökümünü görmek için tıklayın

SES KAYDINDA 5 ASKERİ HUKUKÇU KONUŞUYOR

İddiaya göre, kayıttaki sesler 5 askeri hukukçuya ait. Konuşmalardan kaydın Gölcük Donanma'da 6 Aralık'ta yapılan aramadan sonra alındığı anlaşılıyor. Seslerden birinin 1. Ordu Askeri Başsavcısı Bülent Münger'e ait olduğu iddia ediliyor. Hukukçular, Balyoz'u tartışıyor. CD'lerin gerçek olduğu anlatılıyor. Münger'in ses kayıtlarında "Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar" şeklindeki sözleri dikkat çekti.

'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişi sürüldü

İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz planının benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir kişi" demişti.

KOŞANER'İN SES KAYDI DA DELİL

Askeri savcıların ses kaydı internete düştükten sonra aslında Balyoz ana davasında dikkate alınmıştı. Balyoz davasının 26 Nisan 2011 tarihinde görülen 22. duruşmasında önemli bir gelişme yaşanmıştı. 15 Mart 2011 tarihinde internete düşen askeri yargıçların ses kaydının da dava dosyasına eklendiği ortaya çıkmıştı. Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile ilgili itiraflar yer alıyor, Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' deniliyordu. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor hazırlatıldığı iddiası medyaya da yansımıştı. Askeri savcıların ses kaydı dışında başka ses kayıtları da dava dosyası delilleri arasında yer alıyor. Balyoz semineri toplantılarında katılımcı subayların konuşmalarını içeren saatlerce uzunluktaki orjinal ses kayıtları Balyoz davasındaki en önemli deliller arasında. Dava dosyasına son olarak eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı da girdi. Ses kaydından 'herşeyimizi çaldırmışız' diyen Koşaner, meçhul biri tarafından Taraf gazetesine oradan da savcılara ulaşmış olan ve Balyoz davasının açılmasına neden olan 1 valiz dolusu belge ve ses kaydının 1. Ordudan çıktığını itiraf ediyordu. En üst kademeden gelen bu itiraf şüphesiz davanın en önemli delilleri arasında yerini aldı. Ses kayıtları iddianamede, 'Açık kaynaklardan temin edilen ses kayıtları' başlığı altında sıralanıyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Askeri yargıçların ses kaydı, Balyoz dosyasında
Balyoz davasının 25 Nisan 2011 tarihinde görülen 22. duruşmasında önemli bir gelişme yaşandı. 15 Mart 2011 tarihinde internete düşen askeri yargıçların ses kaydının da dava dosyasına eklendiği ortaya çıktı. Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile ilgili itiraflar yer alıyordu. Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' deniliyordu. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor hazırlatıldığı da iddia ediliyordu. Mahkeme, bu gelişmeler üzerine farklı bilirkişi raporlarının peşine düşmüş, çeşitli ara kararlar almıştı.

26.04.2011 12:05 Balyoz davası bir aylık aradan sonra tekrar başladı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın dünkü duruşmasına 155'i tutuklu 177 sanık katıldı. TSK açıklamasından sonraki ilk duruşma çeşitli protestolara sahne oldu. Soruşturmayla ilişkisi olabileceği gerekçesiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden istenen internetteki ses kayıtları mahkemeye ulaştı. Kayıtların çözümünün yapıldığı 30 sayfalık doküman ve CD'ler dosyaya konuldu. Albay Bülent M. ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, darbe planları ile ilgili itiraflar yer alıyordu. Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' deniliyordu.

-Bunlar buzdağının görünen kısmı-

Üye hakim Ali Efendi Peksak, mahkeme tarafından yapılan yazışmalarla ilgili dosyaya gelen yazı ve evrakları okudu. Peksak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan istenen 1. Ordu Seminer Planı'na ilişkin sonuç raporu ile seminere konu olan kroki ve haritaların dosyaya ulaştığını kaydetti. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden dosya ve yürütülen soruşturmayla ilişkisi olabileceği gerekçesiyle bir süre önce internete düşen ses kayıtlarının çözümünün yapılarak 30 sayfalık dökümün ve CD'lerin mahkemeye gönderildiğini belirtti. Balyoz darbe planlarının yer aldığı CD'lerle ilgili 15 Mart'ta internete yeni bir ses kaydı düşmüştü. Aralarında 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay Bülent Münger'in de bulunduğu 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtta, Balyoz darbe planlarının gerçek olduğu aktarılıyordu. Münger olduğu ileri sürülen kişi konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: "Bunlar buzdağının görünen yüzü. Ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette." (Zaman)

-Ses kaydında yargıçların dikkat çektiği bilirkişi raporu-

'Balyoz'un bir darbe planı, ele geçirilen CD'lerin de gerçek olduğuna dair konuşmaların yer aldığı ses kaydında askeri yargıçlar ayrıca, bir askeri bilirkişi raporundan da bahsediyordu. Ses kaydında, bir binbaşının, hazırladığı bilirkişi raporunda Balyoz'u tam anlamıyla bir darbe planı olarak tanımladığı aktarılıyordu. Darbe hazırlığını tespit eden bu rapor üzerine askerler bilirkişiyi değiştirerek yeni bir rapor hazırlatmış, bu kez balyoz darbe olarak görülmemişti. Ses kaydında beş askeri hukukçunun Balyoz'u darbe olarak görmesi ve bilirkişi Erdoğan'ın raporuna dikkat çekmesini çok önemli bulan diğer hukukçular da, Balyoz davasına bakan mahkemenin bu bilirkişi Erdoğan'ı tanık olarak mahkemeye çağırması gerektiği belirtiyorlardı. Balyoz davasına bakan mahkeme de bu bilirkişi raporlarının peşine düşmüştü. Ses kaydında konuşan askeri yargıçlar mahkemenin tarafsız bilirkişilerle çalışmasının gerekliliğinden de bahsediyordu: " Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar."

-Askeri bilirkişi raporu: 'Balyoz planı, bir darbe hazırlığı'-

Bilirkişi Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'a ait inceleme raporu ortaya çıktı. Rapor, 'seminer' tartışmalarına son noktayı koyacak bilgiler içeriyor. Askeri bilirkişi, sonuç bölümünde Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbir ve faaliyetleri içerdiğini belirtiyor. Planın hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngördüğüne dikkat çekiyor: 'Nitekim seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir.' (Cihan)

Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili | O ses kaydı, Balyoz dosyasında | İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu

İNTERNETE DÜŞEN SES KAYITLARI DAVA KLASÖRLERİNE GİRDİ

05.07.2011 12:10 Geçtiğimiz aylarda internete düşen Balyoz darbe planına ilişkin ses kayıtları, dava klasörlerine girdi. 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'e ait olduğu ileri sürülen ses kayıtları da dosya kapsamına alındı. Münger olduğu ileri sürülen kişi söz konusu kayıtta, "1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Daha bu buzdağının görünen yüzü." diyordu.Geçtiğimiz aylarda internete düşen Balyoz darbe planına ilişkin ses kayıtlarının çözümleri tamamlandı. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi görevlileri, söz konusu dosyaları davaya bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. Dava dosyasına giren kayıtlar arasında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'in Balyoz planını doğrulayan ifadeleri, Gölcük'te Balyoz belgelerinin çıktığı şubede görevli iki astsubayın konuşmaları ve bir albayın tutuklu yakınlarının protesto eylemlerini yönlendirmesi gibi konuşmalar yer alıyor. Emniyet'in, mahkemeye gönderdiği yazıda, "Yürütülen soruşturmalar ile ilgisi olduğu değerlendirilen ve internet sitelerine düşen ve çeşitli haberlere konu ses kayıtlarının olduğu tespit edilmiştir. Ses kayıtlarının muhteviyatının hem mahkemenizde devam eden kovuşturmayı hem de bu kapsamda devam eden 2010/1439 sayılı soruşturmayı ilgilendirdiğinin anlaşılması üzerine çözüm haline getirilmiş, anılan dosyalara eklenmek üzere yazımız ekinde gönderilmiştir." denildi.

1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'e ait olduğu ileri sürülen ses kaydı mart ayında internete düşmüştü. Kayıttaki ses, Balyoz CD'lerini incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu anlatıyordu. Münger, şu ifadeleri kullanıyordu: "1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. Her şey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar. Bak, normal bütün o emirleri, emirlerin götürülüş tarzını, hangi nelerin gizli olduğunu hepsini ben çok iyi biliyorum. Bunlar daha ortaya çıkmadı. İlerde bunlar da ortaya çıkınca olayın normal (plan semineri) olmadığı ortaya çıkacak. (...) Ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette.(...) Emir, resmen emir. Hiçbir şeylik yok yani. CD'ye taranmış emir. Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha Tanyeri 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve bütünlüğü bozan bir şey yok. Hepsi, mesaj emirleri, KKK emirleri. (...) Bak en temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul'la alıp veremediğin. Al Yunanistan'ı incele. Tamam yani."

O BELGELER 2008'DEN BERİ GÖLCÜK'TE

Kayıtlara giren bir diğer konuşma ise Donanma Komutanlığı'nda görevli Deniz Astsubay Başçavuş Erdinç Yıldız ile Deniz Astsubay Ertunç Yıldız arasında geçiyor. Gölcük'teki Balyoz belgelerinin bulunduğu İstihbarat Şube'de görevli astsubaylara ait kayıtta, belgelerin 2008 yılından bu yana Donanma'da olduğu aktarılıyor. Deniz Astsubay Başçavuş Erdinç Yıldız olduğu iddia edilen kişi, çuvalların defalarca yer değiştirdiğini anlatıyor. Ertunç Yıldız ise belgelerin bulunmasıyla, "Asıl bomba şimdi patlayacak." diyor.

Mahkeme dosyasına giren bir başka ses kaydı ise tutuklu yakınlarının protestolarının arka planına ışık tutuyor. 11 Mart 2011'de internete düşen ses kaydında Albay Murat Özenalp, komutan eşlerini kürklü, güneş gözlüklü şekilde kokonalar gibi gelinmemesi konusunda uyarıyor. Özenalp, komutan eşlerine halktan uzak görünmemek için etek, pantolon veya ceket pantolon giyilmesi gerektiğini anlatıyor. (Zaman)




İşte 'Balyoz, darbe planıdır' diyen o rapor
1. Ordu Başsavcısı'nın talebi üzerine Balyoz planı ile ilgili inceleme yapan askeri Bilirkişi Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'a ait inceleme raporu ortaya çıktı. Rapor, 'seminer' tartışmalarına son noktayı koyacak bilgiler içeriyor. Askeri bilirkişi, sonuç bölümünde Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbir ve faaliyetleri içerdiğini belirtiyor. Planın hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngördüğüne dikkat çekiyor: 'Nitekim seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir.'

'Balyoz'un bir darbe planı, ele geçirilen CD'lerin de gerçek olduğuna dair önceki gün internete düşen ses kaydında askeri bir bilirkişi raporundan bahsediliyordu. Askeri 5 hukukçuya ait olduğu iddia edilen ses kaydında, bir binbaşının, hazırladığı bilirkişi raporunda Balyoz'u tam anlamıyla bir darbe planı olarak tanımladığı aktarılıyordu. Darbe hazırlığını tespit eden bu rapor üzerine askerler bilirkişiyi değiştirerek yeni bir rapor hazırlatmış, bu kez balyoz darbe olarak görülmemişti. Ses kaydında beş askeri hukukçunun Balyoz'u darbe olarak görmesi ve bilirkişi Erdoğan'ın raporuna dikkat çekmesini çok  üzerine hukukçular, Balyoz davasına bakan mahkemenin bu bilirkişi Erdoğan'ı tanık olarak mahkemeye çağırması gerektiği belirtilmişti.

Askeri savcılığın talebi üzerine Balyoz belgeleriyle ilgili inceleme yapan bilirkişinin Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan olduğu öğrenildi. Erdoğan'a ait inceleme raporunda çarpıcı tespitler yer alıyor. Raporda, bir takdimde bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanıldığı ve silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanıldığı hatırlatılıyor. Şu ifadelere yer veriliyor: "Ast birliklerin alternatif harekat planlarına ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle kolordu plan tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin başlangıçta konulan maksatlardan uzaklaştığı, nitekim seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir."

Askeri bilirkişinin hazırladığı inceleme raporu 22 Şubat 2010 tarihini taşıyor. Raporda, Balyoz planı doğrultusunda hazırlanan çeşitli planların gizlilik derecesi yüksek şekilde yürütüldüğü anlatılıyor. Binbaşı seviyesindeki bilirkişi, 1'inci Ordu Komutanlığı'nın plan seminerinden önce sınırlı sayıda birlik ve personelin bilgisi dahilinde 'Balyoz Güvenlik Harekat Planı' adında ayrı bir plan hazırlandığı tespitinde bulunuyor. Bu plan Balyoz Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 2002 yılının Aralık ayında hazırlanmış. Raporda, bu planın kaynağı olarak, kirli planda yer alan, "Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nda 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 seçimlerinde AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesi nedeniyle Balyoz Komutanlığı'nın İç Hizmet Kanunu'nun kendisine verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevinin gereği olarak bu planın hazırlandığı ifade edilmektedir." ifadeleri gösteriliyor.

Askeri bilirkişinin tespitlerine göre; 1. Ordu Komutanlığı'ndan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na (KKK) gönderilen 12 Aralık 2002 tarihli yazıda 'irticai unsurlara ilişkin' çalışmaların Plan Semineri'nde kullanılacağı belirtiliyor. KKK'nın 3 Ocak 2003 tarihli cevabi yazısında ise "OEYTS" olarak anılan irticai unsurlara ilişkin plan seminerinin ileride belirlenecek başka bir tarihte kullanılması isteniyor. Buna rağmen söz konusu plan, 17 Mart 2003'teki plan seminerinde kullanılmış. Bu durum komutanlıktan da gizlenmiş. Raporda, Balyoz Komutanlığı'nın amacı 'demokrasinin tamamı ile askıya alınması da dahil olmak üzere nihai amaç olan irticai yapılanmanın tek bir ferdi kalmayacak ve bir daha hortlayamayacak şekilde ortadan kaldırılması' şeklinde anlatılıyor. Bilirkişi Balyoz ekibinin almayı düşündüğü tedbirleri de şu şekilde sıralıyor: "TSK bünyesinde dost ve müzahir unsurlar dışında kalan özellikle yüksek rütbeli personel kontrol altında tutulacak, TSK'nın müzahir eleman temini konusunda ÇYDD, ADD, TGB'den devam edilecek. TSK haricindeki dost unsurlar tarafından yapılacak ekonomik operasyonlar basın yayın faaliyetleri ve sosyal sorumluluk projeleri yakından takip edilecek. Aleyhte yapılan her türlü propaganda ve yasal düzenleme girişimlerinde muhalefet partileri ile koordineli fikir ve eylem birliği içerisinde hareket edilecek."

Rapora göre darbe planının 4 aşamada uygulamaya geçirilmesi öngörülmüş. Bu aşamalar, "Hazırlık, harekat ortamının şekillendirilmesi, icra ve yeniden yapılandırma safhası" olarak sıralanıyor. Raporda bu safhalar şöyle açıklanıyor:

Hazırlık safhası: 'Gizli' gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde denenmesi, müzakere edilmesi.

Harekat ortamının şekillendirilmesi: Hassasiyet arz eden şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik eylemler yapılması, ekonomik operasyonlar ile ülkenin darboğaza sokulması, AKP hükümetine yönelik büyük çapta gösteriler organize edilmesi

İcra safhası: PKK ve El Kaide'nin İstanbul'da gerçekleştireceği eşzamanlı büyük eylemlerin ardından toplumsal gösterilerle olağanüstü hal ilan edilmesi ve sonrasında da sıkıyönetim ilan edilecek. İrticai faaliyetlerde yer aldığı tespit edilenlerin Özel Görevli Toplama Timleri tarafından gözaltına alınarak sorgulama timlerine teslim edilmesi

Yeniden yapılandırma: TSK'nın kategorilendirilmiş personelden tamamen arındırılması, AKP hükümetinin yerine planlanan hükümet ve bürokratik kadroların görevi devralması, Türkçe ezan dahil tüm ulusal değerimiz hayata geçirilerek Arap ve Kürt unsurların Türk kültürüne verdikleri zararların telafi edilmesi planlanmıştır.

-Kuvvet komutanları katılmayınca seminer tarihi değiştirilmiş-

'Balyoz' darbe planı davasının bir numaralı sanığı eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, savunmasına dünkü duruşmada üçüncü gün de devam etti. 5-7 Mart 2003'te yapılan seminere 162 askerin katıldığını ancak sadece 48'inin sanık olduğunu söyledi. 12 Aralık 2002 tarihli plan semineri yazısını Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na sunduklarını hatırlatan Doğan, eğer burada tehlikeli bir durum olsa kendilerine bildirileceğini söyledi. Kuvvet komutanları ve Genelkurmay Başkanı'nın seminere katılamayacağının 21 Şubat 2003'te belli olduğunu söyleyen Doğan, bu tarihe kadar '4-6 Mart 2003' olarak belirlenen seminerin tarihinin bundan sonra '5-7 Mart 2003' olarak değiştirildiğini kaydetti. Şehir dışından gelen askerlerin hafta sonlarını İstanbul'da geçirmelerini sağlamak için tarih değişikliğine gittiklerini söyledi. 3 günlük seminerin toplam 12 saat ses kaydı bulunduğunu ve bunlar dışında farklı konuşmalar geçmediğini savundu. Davaya konu olan seminerde yaptığı konuşmanın montajlandığını savundu. 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay Bülent Münger'in de duruşmaya çağrılmasını talep eden Doğan, internette bulunan ses kaydını hatırlatarak, "Bu, birileri hakkında dedikodu yapıldığını gösteriyor. Kendisinin sorguya çekilmesini istiyorum.'' dedi. Seminerde belirli sınırlar içinde, belirli konularda siyasi partilerle ilgili de konuştuğunu belirtti. Mahkeme Başkanı, yorulduğunu belirten Doğan'ın savunmasının sonuç kısmına bugün devam etmesine karar vererek duruşmayı erteledi. (Zaman)




İmza makinesi, buzdolap, CD ve bellek
Balyoz davasının 52. duruşmasında Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellekle ilgili tartışma yaşandı. Hazırlattıkları bilirkişi raporunu mahkemeye sunan Büyük’ün avukatları Hüseyin Ersöz ve Celal Ülgen, dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna ulaşıldığını vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti. Bu avukatlar Ergenekon davalarında 'ıslak imza makinesi' ve 'buzdolap' şovlarıyla tanınıyor. Son icraatları hakimin evrakları arasına gizlice CD yerleştirmeleri olmuştu. Sanıkların sahte delillerle yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi ise davalık olmalarına yol açtı.


29.11.2011 13:06 Balyoz davasının 28 Kasım 2011 tarihinde görülen 52. duruşmasında sanık Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellek tartışması yaşandı. Sanık Büyük’ün avukatları flash bellek ile ilgili hazırlattıkları bilirkişi raporunu mahkemeye sundu. Avukat Hüseyin Ersöz teknik raporda, dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna ulaşıldığını vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti.

Şubat ve Haziran 2011 tarihlerinde Hakan Büyük’ten ele geçtiği iddia olunan flash bellekle ilgili kolluk tarafından hazırlanmış 2 adet rapor bulunduğunu söyleyen Avukat Ersöz, şöyle konuştu:

"Ancak bu raporlarda yer alan yazar ve oluşturma tarihleri gibi bilgiler arasında çelişkiler mevcuttur. Bu çelişkiler, delil bütünlüğünü etkileyecek oranda büyüktür. Bu hususlar, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ufuk Çağlayan tarafından hazırlanmış bilirkişi raporu ile tesbit edilmiştir. Çağlayan, raporunda özellikle oluşturulma tarihi ile doküman içeriğinde yer alan bilgiler arasında yer alan önemli zaman farklılıkları olduğunu ifade ederek sözkonusu dijitallerin delil bütünlüğü ve sağlığını kaybettiği yönünde tesbitte bulunmuştur. Şubat ve Haziran aylarındaki raporlar arasında oluşturulma tarihi ve dosya yolları ile ilgili önemli farklılıklar mevcuttur. Bu farklılıklar bu bilgilere elle müdahale edilmiş olduğunu göstermektedir. Öyle ki bazı karakterler ve harfler, dosya içerisinde düzgün bir şekilde yer alırken Türkçe karakterler gibi bazı harflerin de başka bir karakter ile ifade edilmesi, bilgisayar tekniğine ve çalışma prensibine uygun değildir. Bu durum, elle müdahalenin göstergesidir."

BİLİRKİŞİ RAPORU

Avukatlar tarafından mahkemeye sunulan bilirkişi raporu Prof. Dr. Ufuk Çağlayan tarafından hazırlanmış. Emekli Albay Hakan Büyük’ün Eskişehir’deki evinde 21 Şubat 2011 tarihinde ele geçirildiği flash bellek üzerinde yapılan inceleme sonucu hazırlan raporda şu değerlendirmeler yer alıyor:

"Dijital doküman, hard disk, flash ve benzeri yazılabilen bir ortamda depolanmışsa, meta data bilgilerinin dijital dokümanın neresinde yer aldığını ve formatını bilen uzman bir kişi, editör olarak adlandırabilecek özel bir yazılım kullanarak "meta data" bilgilerinden istediğini, istediği bir şekilde değiştirebilir. Üzerinde bilinçli olarak veri çıkarma, değiştirme gibi işlemler yapılmadığı sürece, bu bilgilerin kendiliklerinden anlamlı bir şekilde değişmeleri mümkün değildir. Ancak çevre şartları, medya materyalinde bozulmalar olması gibi sebeple bu bilgiler bozulabilir ve okunmaz hale gelebilir.

Aynı dijital medya için farklı tarihlerde yapılan incelemeler neticesinde oluşturulan raporlardaki hash değeri, oluşturma tarihi, son kaydetme tarihi, yazar gibi bilgilerin herhangi birinde farklılıklar varsa, bu durum dijital medya içerisinde değişiklik olduğu anlamına geleceğinden, dijital medyanın delil bütünlüğü ve sağlığı artık kaybolmuştur. 12 Mayıs 2009 tarihine ait bir gazetenin taranmış görüntüsü olan dijital bir verinin oluşturma tarihi hiçbir şekilde önceki tarih 19 Nisan 2007 olamaz. İçeriğinde 12 Şubat 2008 tarihli yazı olan dijital verinin oluşturma tarihi hiçbir şekilde önceki tarih 19 Nisan 2007 olamaz." (Kontrgerilla.com)

BALYOZ'DA BİLİRKİŞİNİN FLASH BELLEK RAPORUNA TEPKİ

Balyoz davasında yukarıda bahsi geçen flash bellek tartışmasına Akit yazarı Avukat Ali İhsan Karahasanoğlu yazısıyla katıldı. Balyoz avukatlarının mahkemeye sunduğu bilirkişi raporunu eleştiren Karahasanoğlu, ele geçen tüm çarpıcı delilleri, balyoz toplantılarının ve balyozu itiraf eden askeri savcıların ses kayıtlarını, hatta Gölcük'te Donanma zeminine gizlenmiş bulunan çuvallarca belgeyi dahi görmemezlikten gelen çevrelerin, tartışmalı bir bilirkişi raporunu ve bir flash belleği öne çıkararak kafa karışıklığı oluşturmaya çalışmasına tepki gösteriyor. Karahasanoğlu'nun yazısı şu şekilde:

"Bugünden itibaren, yeni tartışma konumuz, “Balyoz Davası kapsamında Emekli Albay Hakan Büyük’ten elde edilen delillerin, aslında uydurma olduğunun, Boğaziçi Üniversitesi’nden alınan Teknik Bilirkişi Raporu ile tescillendiği” palavrasının pompalanması ekseninde olacak. “Ben Ergenekon yok demiyorum. Ergenekon var. Ama şu gözaltılar biraz ipin ucunun kaçtığını gösteriyor” diye söze başlayanların, nasıl büyük bir cevvaliyet içerisinde, bu pompalamaya sarılacaklarını göreceğiz.. Biri bırakacak, diğeri alacak sazı eline: “Bak Boğaziçi Üniversitesi’nden Bilirkişi Raporu’nda neler deniliyor.. Deliller uydurma imiş. Zaten Balyoz Davası’nın tamamı için, kahraman komutanımız Çetin Doğan, çok önceden söylemişti ya, ‘uydurma’ diye..” Dünkü internet siteleri, “Bilirkişi: ‘Flash bellek’e müdahale var” başlığı ile çoktan başlattılar zaten bombardımanı! Bugün de gazete ve TV’lerin, aynı başlıkla konuya müdahil olacaklarını göreceğiz..

Bu propaganda bombardımanı yapılacak da. Acaba gerçekten böyle bir Bilirkişi Raporu var mı? Varsa neler içeriyor? Önce bilirkişimizi tanıyalım.. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir Prof.. Mesleği ne? Biz lisans eğitimine bakıp söyleriz kişinin mesleğini.. Bu arkadaşın mesleği de, elektrik mühendisliği imiş. Elektrik mühendisi profesörümüz, tutmuş “Flash bellek üzerine rapor” yazıp, bir de mahkemeye adeta akıl vermiş: “Dijital medyanın delil bütünlüğü ve sağlığı artık kaybolmuştur.” İşte orada dur muhterem bilirkişi!.. Neyin “delil bütünlüğü”nü kaybedip, neyin kaybetmediğini, bırak da hukukçular tespit etsin. Sen; teknik raporunu yaz, sonrasını hukukçulara bırak.. Değil mi ama?.. Yazmışsın zaten teknik raporunu.. Ne demişsin? Rapordan aynen alıntılıyorum: “İçeriğinde 12 Mayıs 2009 tarihine ait bir gazetenin taranmış görüntüsü olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi hiç bir şekilde 12 Mayıs 2009'dan önce, yani 19 Nisan 2007 olamaz. Yine içeriğinde 12 Şubat 2008 tarihli bir yazı olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi hiç bir şekilde bundan önceki 19 Nisan 2007 olamaz.”

Çok güzel.. Bunu söylemek için, ODTÜ’yü bitirmeye gerek yoktu sanırım. Sıradan bir mantık muhakemesi, zaten bir maddenin, meydana gelme tarihinden önceki bir tarihte oluştuğunun iddia edilmesinin geçersizliğini ortaya koyar. Önemli olan, böyle bir bilgi notu varsa, bunun gerçekdışılığını tespit edip, nasıl yapılmış olabileceğini bulup çıkartmakta.. Niçin böyle yapıldığı hakkında makul izahlar yapabilmekte.. Bilirkişimizin anlattığı olayda, onun yapmadığı muhakemeyi biz yapalım. Deniyor ya, “Flash belleke müdahale var. 12 Mayıs 2009 tarihli gazetenin resmi, sanki 19 Nisan 2007’de taranmış gibi bir not var.. Bu teknik olarak mümkün değil.” Evet mümkün değil.. Ama bunun anlamı, o delilin sonradan müdahale ile oluştuğu (kastedilmek istendiği gibi polisin oluşturduğu) anlamına mı gelir? Yooo. Polis de yapsa, sanık da yapsa, bilirkişi de yapsa, bir gazetenin üzerindeki tarihten önce, onun teknik kaydı yapılamaz.. Gazeteyi çıkaranlar bile, 10 gün sonrasının gazetesini şimdiden tahmin edemezler ki, bir de görüntüsü teknik kayda bugünden alabilsinler... O zaman, böyle bir tarih farklılığı varsa, nedir bunun izahı? Bilirkişimiz, genel bilgiler altında, bunu izah etmiş zaten: “Kullanıcıların göremediği, özel yazılımlarda bulunan, dijital dosya üzerindeki oluşturma, değiştirme, yazar bilgisi gibi üst veriler anlamına gelen meta data bilgilerinin dijital doküman CD-ROM, DVD-ROM gibi sadece okunabilen bir ortamda depolanmadığı sürece, dijital doküman için değiştirilemez bilgiler içermez.”

Eeee? Dijital dokümanlar, değişmez bilgiler içermiyorsa, teknik kaydı yapan kimse, ya bilmeden, ya da kasten (ileride bir iş başımıza gelirse, böyle uyduruk iddialarla dikkatleri dağıtırız niyeti ile) teknik kaydı eski tarihli yapmış olamaz mı? Tabii ki olabilir. Ama bence, işin en mantıksız yanı; bir gazetenin eski tarihte teknik kaydı yapıldığı notunun, delil olarak hiçbir avantajı olmadığı halde, polisin yaptığının iddia edilmesi.. Sanık kafa karıştırmak için böyle bir tahrifat yapabilir de.. Bu tahrifatı polis niye yapsın? Ne faydası var ki, yapsın? Hiçbir önemi yok, o gazetenin teknik kaydının ne zaman yapıldığının. Ama şimdi, bir bardak suda fırtına koparacaklar.. Emekli albayın, duruşmada hakimin sorularına verdiği itiraf mahiyetindeki cevaplar gizlenecek.. Yerine “Flash bellekte sahtecilik” mavalları manşet yapılacak.. Tabii kamuoyu bu hikayelere kanarsa!" (Yeni Akit)

AVUKATLARDAN İLGİNÇ ŞOVLAR

Flash bellek olayında dikkati çeken bir ayrıntı, bilirkişi raporunu hazırlatan iki avukattan Hüseyin Ersöz'ün, Balyoz davasında hakimin evrakları arasına CD gizlemekten yargılanıyor olması. Sanıkların sahte delillerle yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi Ersöz'ün davalık olmasına yol açmıştı.

Yine aynı avukat, yani bu habere de konu olan Balyoz davasında flash belleğe polis tarafından müdahale edildiğini ima eden avukat Ersöz, bu flash belleğin ve diğer belgelerin Eskişehir'deki Balyoz operasyonunda hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğini iddia etmiş, sanıkların polis tarafından suçlu gösterilmeye ve mahkemenin polis tarafından yönlendirilmeye çalışıldığını savunmuştu.

Sanık Büyük'ün diğer avukatı Celal Ülgen ise, Poyrazköy davasında duruşmaya buzdolabı getirteceğini ve polisin arama işlemini nasıl yaptığını uygulamalı olarak göstermesini isteyeceğini, böylece de delilleri polisin yerleştirdiğini ve sanıkların suçsuzluğunu ispatlayacağını iddia etmişti.

Yine aynı avukat Ülgen, Poyrazköy davasında mahkemeye ıslak imza makinesi getirerek sanıkların ve ıslak imza davasında Dursun Çiçek'in imzasını taşıyan belgelerin sahte olduğunu ve imzaların aslında makineyle atıldığını ispatlamaya çalışmıştı. Deneme sonucunda imzanın makineyle birebir atılamayacağı ortaya çıkmış, hakimler Ülgen'e itiraz etmişlerdi. Konuyla ilgili uzmanların da gerçek imzayla makine imzasının laboratuvarda kesin olarak birbirinden ayrılabileceğini belirtmeleri üzerine avukat Ersöz'ün şovu fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Dursun Çiçek'e ve avukatlara büyük bir darbe de askerlerden gelmişti. Askeri savcının hazırladığı iddianamede imzanın Çiçek'e ait olduğu kabul edilmişti.

Yine bu iki avukat Balyoz davasının açılmasına neden olan deliller arasında yer alan cd'lerin orjinal olduğunu tespit eden ve mahkemece tayin edilen TÜBİTAK bilirkişileri aleyhine dava açmışlardı. İki avukatın asliye hukuk mahkemesince reddedilen bu dava girişimi kamuoyunda, Balyoz davasına bakan savcı ve hakimlerden sonra bilirkişiler üzerinde de baskı uygulanmaya çalışıldığı, bu dava ile yeni katılacak bilirkişilere gözdağı verme amacı taşındığı şeklinde yorumlanmıştı.

ARTIK BIKTIRDI BU BEYHUDE ÇABALAR

Kafa karışıklığı oluşturma çabalarını Ergenekon sürecinde dönem dönem gördük. O kadar çok örneği var ki bu saptırma gayretlerinin.. Önce fotokopi denilerek inkar edilen, aslını bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız denen meşhur 'irtica' belgesinin aslı ortaya çıkınca bu kez o imza başkasına ait denildi. Sivil ve askeri laboratuvarlarda doğruluğu tespit edilince imza makineyle de atılmış olabilir denildi. Ayrıca üzerine parmak izi var mı, ne malum başka belgeden taşınmadığı, mürekkep yaşına da bakılsın, o da yetmez ayrıca kağıt ve mürekkep o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı mürekkepten mi bakılsın, ayrıca belge yazışma kurallarına aykırı. Gerçekten biz hazırlasaydık işte şu şekilde nizami yazışma formatında hazırlardık gibi insan zekasıyla alay eden gerekçeler gösterildi. Hele neydi o Gölcük'te zemine gizlenen çuvallarca belge için getirilen yer darlığından oraya gömülmüştür açıklaması..

Hizbuttahrir terör örgütüyle bağlantısı gündeme gelen teğmen Çelebi'nin cep telefonundaki adres defterine poliste sehven bazı numaraların eklendiği ortaya çıktı. Buradan hareketle Ergenekon davasının çöktüğü iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve soruşturmaların içinde olan polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu olasılığa hiç değinmediler. Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı da ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya çıktı. Teğmen, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını zaten kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf etti. Yalnız bunun için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt hakkında bilgi toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı bilgilendirecektim. Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit etmek istedim."

Yani teğmen rejimin selameti için örgüte sızdığını savundu. İşte belki de olması gereken bu. Yani Ergenekoncular delillerle ortaya konulan ilişkilerini tartışmalarla saptırmak yerine dürüstçe kabul etseler ve şunları deseler daha inandırıcı olmaz mı: 'Evet biz yaptık ama niyetimiz rejimin kötü gidişini durdurmaktı, bunu görev kabul ettik ve bu işlere kalkıştık.. Profesörlerin bir görevi de öncü olmaktır biz de rejimi koruma adına öncü olduk bu eylemlere destek verdik.. PKK'lılar evet tehlikeli ama düşmanımın düşmanı dostumdur, rejimi koruma adına onlarla işbirliği yaptık. Kurtuluş savaşında da çetecilerle işbirliği yapılmadı mı?.. vs. vs."

OYNAMAYA NİYETİ OLMAYAN GELİN 'YERİM DAR' DERMİŞ

Ergenekon ve benzer kritik davalara karşı olan çevreler, böyle dürüstçe davranmak yerine en ufak fırsatlarda bile davanın çöktüğünü iddia edebiliyorlar. En üst komutan Başbuğ ve malum çevreler, çıkan belgelere, fotokopi bunlar, ıslak imza yok diye 'kağıt parçası' yakıştırması yapıyor, aslını bulun yoksa kıyameti koparırım diyorlar. Hemen ardından tüm personeli çağırarak hafta sonu bahar temizliğine girişiyor, çuvallar dolusu belgeleri evrak öğütme makinelerinde kırpıyor, 35 bilgisayarın harddisklerini özel programlarla defalarca silerek tertemiz yapıyorlar. Tam 'Yorulduk biraz da dinlenelim, kurtulduk oh be!' diyecekken, gelen bir haberle aksiyon fırtınası devam ediyor. Bunların çığırtkanlığından bıkan subaylar, ıslak imzalı asıllarını gönderiyor. Bu kez imzanın başkasına ait olduğunu iddia ediyor, imza polis asker adli tıp gibi tüm laboratuvarlarda doğrulanınca da ıslak imza makinesi ile atıldığını iddia ediyorlar. Makinenin imza atılırken oluşan baskıyı taklit edemeyeceği ortaya çıkınca bu kez bilinemeyen bir yöntemle taklit edilmiş olabilir demeye getiriyor ve belgede parmak izinin de araştırılmasını istiyorlar. Ayrıca o da yetmez, kağıt o belgenin hazırlandığı tarihteki kağıtlarla aynı mı incelensin, belki de en iyisi incelemeler yurtdışındaki bir laboratuvarda yapılsın, çünkü Adli Tıp'a güvenmiyoruz, çünkü hükümetin atadığı adamlardır diyorlar.

ESPRİ Mİ TEHDİT Mİ?.. 'KORKUNÇ BİR FİLM - SCARY MOVİE'

Bir kağıt parçasının çıkardığı fırtına dinmeden bu kez 'boru parçası' muhabbeti başlıyor. En üst komutan Başbuğ, çıkan lav silahlarına 'boru parçası', bunları polis de koymuş olabilir diyor. Ordu malı çıkınca Trabzon'da savaş gemisine biniyor ve güvertesinden seslenerek, 'Buradan seslenmemin anlamı büyük, herkes anlıyor' gibi espri mi tehdit mi olduğu anlaşılmayan, 'Korkunç Bir Film - Scary Movie' serisinin son versiyonuna konu olabilecek içerikte bir anlatım kullanıyor. Ergenekoncuların film yetenekleri ilk olarak, tutuklu general Hurşit  Tolon'un sahte raporla cezaevinden hastaneye sevki girişiminde ortaya çıkmıştı. Sahte rapor düzenlenerek Hurşit Tolon cezaevinden Gata'ya sevk edilmek istenmiş, rapor son anda cezaevi yönetimine takılınca Tolon cezaevi kapısında durdurulmuştu. Görevimiz Tehlike filmlerini anımsatan kurtarma operasyonu, gatakulli teriminin literatürümüze geçmesine de neden olmuştu. Türkiye'yi sallayan ıslak imzalı belgenin ilk olarak fotokopi olarak ofisinde ortaya çıktığı Ergenekon tutuklusu Avukat Serdar Öztürk'ün delilleri inkar etmek için gösterdiği gayretler ayrı bir alem. Burada bahsedilebilecek başka o kadar çok şaşırtıcı olay yaşadık ki dört buçuk yıllık Ergenekon sürecinde..

BAŞBUĞ'DAN İNANILMAZ GAFLAR: 'BÖYLE REZİLLİK OLUR MU YETER YAHU'

En üst komutan Başbuğ, Trabzon'da savaş gemisinde yaptığı 'korkunç bir espri'den kimse bir şey anlamayınca içini bu kez Habertürk’e dökmüş ve inanılmaz gaflar yaparak, mahkemelere intikal eden konularda açıklamalar yapmayı sürdürmüştü: 'Aylarca Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yazıldı. İşte 5. iddianame çıktı. Tek satır var mı? Eee, ne oldu? Hani kendi komutanlarına suikast yapacaklardı? Nerede? Aylarca suikast, suikast. Ne oldu? Hesabını kim verecek? Böyle rezillik olur mu? Yeter yahu! Sabrımız taştı diyoruz. İşte bunlar sabrı taşırıyor.' 400 gram patlayıcı denizaltıyı batırır mı? 'Batırmaz tabii. Bunlar kalmış olan, gözden kaçmış olan miktar olabilir.' Gemiyi gezen çocukları öldürmek için konmuş olduğu iddia ediliyor. 'Saçmalık. Bakın burası Türk Silahlı Kuvvetleri. Muz cumhuriyeti ordusu değil. Burada disiplin yüzde bin tamdır. Genç subaylar sorunu yoktur. Olmaz da. Ama bu arkadaşları çok da sıkmasınlar (eliyle sıkma işareti yaparak). Balyoz iddiası için biraz sabırlı olun. Bunlar askerimin moralini bozuyor. Askerimin moralini bozan herkesle savaşırım. Yarın Gölcük’e gidiyorum. Moral bozukluğuyla mücadele için.'

MORAL BOZUKLUĞUNU ZEMİNE GÖMMEK İÇİN GÖLCÜK'E GİTTİ, GÖMÜLÜ BELGELER ÇIKTI

Son olarak Başbuğ'un moral bozukluğunu tamir etmek için gittiği Gölcük'te zemine ustaca gizlenen ve hepsi kritik davalara ait çuvallar dolusu belgeler ortaya çıktı. 'Bu kez kesin pes edecekler' denilirken, 'yer darlığından oraya gömülmüştür' şeklinde 'yok artık!' dedirten bir açıklama yapıldı ve zemine gizlemenin arkasında başka maksatlar aranmaması istendi. Aslında belki de, bahanelerin son versiyonu olan 'yer darlığı', şu atasözünde olduğu gibi, çıkan ve bundan sonra çıkacak olan delillere nasıl direnildiğini ve direnilmeye de devam edileceğini tam olarak açıklıyor: 'Oynamaya niyeti olmayan gelin 'yerim dar' dermiş.'

GELİN-DAMAT ÇÜRÜK, DELİLLER BALYOZ GİBİ

Balyoz ve Ergenekon karşıtları en ufak fırsatlarda bile davanın çöktüğünü iddia edebiliyorlar. Balyoz Darbe Planı davasının bir numaralı sanığı eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan Rodrik ve damadı Dani Rodrik, açtıkları web sitesinde ve yayınladıkları kitapta Balyoz belgelerinin sonradan üretilmiş sahte belgeler olduğuna dair iddialarını ispatlamak için yoğun bir çalışma yürütüyor. Hedeflerinde sadece Balyoz davası değil Ergenekon davası da var. Her davada, özellikle Balyoz ve Ergenekon gibi çok yoğun trafiğin yaşandığı davalarda illa ki bazı hatalar meydana gelmiş olabilir. Örneğin Teğmen Çelebi'nin cep telefonuna başka sanığın telefon numaralarının yüklendiği ortaya çıktı. Polis bunun sehven olduğunu belirtse de bu çevreler inanmadı. Ergenekon davasının çöktüğünü iddia ettiler. Ancak birşey daha ortaya çıktı. Zaten o numaralar teğmenin suçlanmasında yer almamış. Ayrıca teğmen dava duruşmasında yaptığı savunma ve çapraz sorgusunda Hizbuttahrir örgütüne sızdığını da itiraf etti. Bu konu tartışıldıkça teğmen hakkında diğer deliller de bir bir gündeme geldi.

KAMUOYU HERŞEYİN FARKINDA

Bu çarpıcı bir örnek. Bunun gibi tek tük insan kusuru olabilecek hataları ön plana çıkarıp asıl delilleri gizleme kurnazlığı çok şükür ki işe yaramıyor. Kamuoyu herşeyin farkında. Ergenekon çevrelerinin, davaların komplo olduğuna dair gayretlerine o kadar çok örnek sayılabilir ki. Hepsi asılsız çıktı, bir teki bile doğru çıkmadı. Askeri mahkemede yargılanan Ergenekon tutuklusu Yarbay Mustafa Dönmez'in Zir Vadisi'nde ve evinde ele geçen çok miktarda cephane ile el yazılı ajandası gibi diğer delilleri inkar etme gayretleri. Hep polisi suçlaması, askeri övmesi. Ama hiçbirisi işe yaramadı. Aramalara katılan çok sayıdaki askeri gözlemciler Dönmez'in iddialarını yalanladılar. Askeri laboratuvarda incelenen el yazısı Dönmez'e ait çıktı. Bir gerçek daha çıktı o davada. Dönmez'in eşini başkasıyla aldattığı. Eşi dahi şok oldu. Yani iş nereden nereye geldi. Türkiye'yi sallayan ıslak imzalı belgenin ilk olarak fotokopi olarak ofisinde ortaya çıktığı Ergenekon tutuklusu Avukat Serdar Öztürk'ün delilleri inkar etmek için gösterdiği gayretler ayrı bir alem. Tüm delillere direndiler, hepsine bir kulp bulmaya gayret ettiler.

HERON İHANETİ VE TSK'DAN SIZDIRILAN BELGELER

Bir valiz dolusu belge ve ses kaydından başka Gölcük Donanma'nın zemininden çıkan çuvallar dolusu belge. Yine de direniyorlar.. Onlar direndikçe TSK'daki şerefli subaylar yeni belgeler gönderiyor. Gönderiyorlar, çünkü cuntacıların ihanetinden rahatsızlar. 'Çok PKK'lı vuruluyor durdurun ya da düşürün şu heronları!' diyen subaylar TSK içindeki PKK işbirlikçisi hainleri bütün çıplaklığıyla ortaya serdi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Jandarma Komutanı Eşref Bitlis, Bingöl'de 33 er katliamı gibi çok sayıda subay ve sivile yönelik suikastler ihanetin nasıl geniş boyutlu olduğunu gösterdi. İşte bundan rahatsız olan şerefli subaylar cuntanın sırlarını bir bir ortaya döküyor. Cunta direndikçe yeni belgeler geliyor.. Fotokopi diye küçümsüyorlar ıslak imzalı aslı gönderiliyor, o ıslak imzalı belgeyi ortadan kaldırmak için Genelkurmay'da nasıl haftasonu mesaisi yaptıklarına dair ihbarlar, savcılardan hangi delilleri gizleyeceklerine dair ses kayıtları geliyor. Direniyorlar. Bir valiz dolusu balyoz belgesi ve ses kaydı geliyor. Direniyorlar. Zemine gizlenmiş çuvallar dolusu belge geliyor. Yine direniyorlar.

MAHKEME AYRINTILARA İNDİKÇE YENİ DELİLLER ÇIKIYOR

Delilleri inkar etmek için sanıkların neredeyse yapmadığı numara, atmadığı takla kalmıyor. Böyle olunca mahkeme uzuyor. Aslında uzaması bir açıdan da iyi oluyor, çünkü ayrıntılara inildikçe Danıştay davasında kamera görüntülerinin örtüldüğünün ortaya çıkması gibi yeni çarpıcı gerçeklerle karşılaşıyoruz. Soruşturma genişledikçe genişliyor, örgütün diğer uzantılarına yöneliyor. Haberal için yapmadıkları numara kalmayınca mahkeme olayın üzerine gidiyor ve orada da örgüt uzantıları tespit ediliyor. Onun, doktorların dediği gibi kıpırdarsa ölecek durumda olmadığı, gayet sağlıklı olduğu, düzenlenen düzmece raporlarla hasta gibi gösterilerek cezaevinden uzak tutulmaya çalışıldığı ortaya çıkıyor. Bu gelişme bir başka korkunç şüpheyi daha teyit ediyor. Ecevit'in Haberal'ın hastanesinde nasıl iyileşemediğini, 'Kasten iyi edilmiyor, çünkü başbakanlıktan düşürüp başkasını yerine geçirecekler' ihbarı üzerine adeta kaçırılırcasına hastaneden çıkarılan Ecevit'in evinde nasıl hızla iyileştiğini. Soruşturmalar sürdükçe ve genişledikçe çok çarpıcı başka gerçeklerle karşılaşacağımız anlaşılıyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Yalman'ın ifadesi Balyoz delili
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği 31 sayfalık ifadesi, Balyoz davasının önemli delilleri arasında yer alıyor. Yalman'ın ifadesinde şu sözler yer alıyor: 'Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi tarafından bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını söyledim. Bunun üzerine kendisi de ‘ben de öyle tahmin etmiştim’ dedi. Esasen bir slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne olduğunu. Planı okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali oldum.'

27.03.2012 13:04 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği 31 sayfalık ifadesi, Balyoz darbe planı iddialarına yönelik davaya delil oldu. Yalman’ın “Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını, 2004 baharında Hilmi Özkök odasında bana gösterdi” sözleri dikkat çekti.

-Soruların tamamı günlüklerden-

Balyoz Darbe planı davasına bakan İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi, delillerin toplandığını son duruşmada sanıklara söyledi. Balyoz davasının delilleri arasına giren en önemli ifade ise dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’a ait. Yalman’a yöneltilen soruların tamamının, Özden Örnek’in olduğu öne sürülen günlüklerdeki iddialar ve Ergenekon yapılanmasıyla ilgili olduğu görüldü.

-Planı gördüm dışlandığımı anladım-

Savcının “Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz adlı darbe planlarından haberiniz var mı? Planların hazırlanmasında rolünüz ne oldu? Kimler hazırladı? Ne gerçekleştirmeyi planlıyordunuz?” sorusuna Yalman şu cevabı veriyor: “Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi tarafından bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını söyledim. Bunun üzerine kendisi de ‘ben de öyle tahmin etmiştim’ dedi. Esasen bir slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne olduğunu. Planı okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali oldum.”

-Bazı komutanlar aşırıya gidiyordu-

Örnek’in günlüklerindeki “16 Mart 2004’te Genelkurmay Başkanını görmeye gittim. Şener’in yaptıklarının yetkisini aştığını ve birçok şeyden haberi olduğunu söyledi. Ben de KKK’ya gittim bunu anlattım ve Hava Kuvvetleri Komutanıyla ikisini durdurma karar aldık” ifadesi sorulan Yalman, “Özellikle MGK’daki görüşmelerde bazı komutanların aşırlılıklarından rahatsız olduğumu ve Hilmi Özkök’ün de aynı fikirde olduğunu zannediyorum. Darbeyle ilgili hiçbir düşünceye katılmam mümkün değil.” Yalman, Kıbrıs sorunuyla ilgili Hilmi Özkök’e sunulan ve altında 4 kuvvet komutanının imzasının yer aldığı bildiriyi, Özkök’ün ‘muhtıra’ olarak niteleyip altındaki 3 imzayı çıkarttırdığını anlattı.

-O mektuplardan bana da gönderildi-

Savcının Özden Örnek’in günlüklerinde yer alan “Genelkurmay Başkanına tam bir tavır oluşmuş. Mustafa Balbay Jandarma Genel Komutanına gelerek ‘bildiklerimi yazarsam kaçacak yer bulamaz’ demiş. Yine bugün ayrıca Cumhuriyet’te ‘Genç subaylar rahatsız’ diye bir haber çıkmış” ifadelerini hatırlatarak “Genelkurmay Başkanına tavır almanızın nedeni neydi” sorusuna Yalman “Genelkurmay Başkanına karşı tavır geliştirmek söz konusu olmadı ve olamaz. Cumhuriyet’teki haber beni şok etmişti. Ben de bu haberden rahatsız oldum” cevabı verdi.

-Kim organize etti bilmiyorum-

Yalman’a, Şener Eruygur’dan ele geçen ve Hilmi Özkök’ü istifaya zorlamak amacıyla sanki alt düzey subaylar yazmış gibi gönderilen istifa içerikli mektuplar da soruldu. Yalman, “Ben de komuta heyetini zan altında bırakacak içerikte imzasız mektuplar aldım. Aynı mektupların Özkök’e gönderildiğini tahmin ediyorum. Ancak bu mektupların kimler tarafından organize edilip gönderildiğini bilmiyorum” cevabını verdi.

-Jandarma beni de yasadışı dinlemiş-

Savcının, MHP Milletvekili Ümit Özdağ ile kendisi arasında geçen ve Şener Eruygur’da ele geçen telefon konuşma dökümlerini sorması üzerine Aytaç Yalman, “Özdağ ile görüşme yaptığımı hatırlamıyorum. Bu görüşmenin doğru olduğu varsayılıyorsa Jandarma Genel Komutanlığı tarafından telefonlarımın mahkeme kararı olmadan dinlenmiş olabileceğini değerlendiriyorum” cevabı veriyor.

Aytaç Yalman’a, Şener Eruygur’da ele geçen belgelerdeki eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın zehirleme planları soruldu. Yalman, bu konuyu basından duyduğunu bir bilgisi olmadığını dile getirdi. Yalman’a, Ergenekon sanığı emekli Orgeneral Hurşit Tolon’da ele geçen “opera-son” adlı belgedeki, “Özkök istifa ettirilip yerine Yalman getirilecek” iddiası soruldu.

Bu stratejiden bilgisi olup olmadığı sorulan Yalman, şunları dile getirdi: “Özkök’ün ifadelerinden bu bilgiye muttali oldum. Bundan haberim yok. Bu bilgi benim göreve başladığım günlerdeki bazı bilgilerle örtüşmesinden calib-i dikkattir. KKK görevine başladığım ilk haftalarda Ali Er adlı Kurmay Albay bana ‘Siz 1. yılın sonuna kalmadan istifa edecekmişsiniz, bu konu her tarafta konuşuluyor’ dedi. Tabi benim için çok ciddi bir şok oldu. Buna takiben bir hafta sonra bir gazetede ‘Aytaç Paşa sağlık nedeniyle istifa edecek’ diye bir yazı çıktı. Opera-son isimli dosyadaki istifa etmem konusuyla veya ettirilmem konusuyla bu yaşadığım olay arasında anlamlı bir ilişki var.” (Star - http://www.stargazete.com/politika/emekli-orgeneralden-dikkat-ceken-sozler-haber-437805.htm)

-Balyoz sanıkları ısrarla Yalman'ın tanıklığını istiyordu-

28.03.2012 10:34 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın, Ergenekon soruşturması çerçevesinde savcılığa verdiği ifadede darbe planlarını doğrulayan açıklamalar yapması, Balyoz sanıklarını önemli derecede etkileyecek. Darbe planlarını kabul etmeyen Balyoz sanıkları, son duruşmalarda ısrarla Aytaç Yalman'ın ifadesine başvurulmasını istiyordu. Dün görülen 87. duruşmada da çok sayıda sanık bu taleplerini tekrar dile getirmişti. Sanıklar, mahkemenin Yalman'ın tanıklığına başvurmaması halinde eksik bir yargılama yapmış olacağını iddia etmişti. Yalman'ın Balyoz davasının en önemli delilleri arasına giren ifadeleri, sanıkların savunmalarını çökertmiş oldu. (Zaman)

-Atilla Kıyat: Özkök ve Yalman’a yalvarıyorum, lütfen tanık olsunlar-

28.03.2012 13:27 Emekli Koramiral Atilla Kıyat, darbe planı davalarında eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olmasını istedi. Kıyat, “Özkök ve Yalman’a yalvarıyorum. Gönüllü tanıklık yapma hakları var. Lütfen mahkemeye gelsinler” dedi.

A Haber’de yayınlanan Selin Ongun’un sunduğu “Bi Sormak Lazım” programına katılan Emekli Koramiral Atilla Kıyat darbe planı davalarıyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’na, eski komutanlara ve hükümete seslendi.

Kıyat, “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman. Ben kendilerine yalvarıyorum. Sanıkların bütün taleplerine rağmen yargı kendilerini tanık olarak çağırmıyor. O yargının bileceği iş. Gerek görmüyordur. Mahkeme heyetinin kararına karışamayız. Ama yanlış bilmiyorsam kendilerinin gönüllü tanık yapma hakları var. Lütfen bu mahkemelere gelsinler. Bir asker olarak yemin edecekler. Hakikaten böyle bir darbe var mıydı? Onlar mı önlediler? Yoksa bu bir plan tatbikatı mıydı?” dedi.

-“Genelkurmay davaya hukuken müdahil olmalı”-

Genelkurmay Başkanlığı’nın hukuken dava süreçlerine müdahil olması gerektiğini söyleyen Atilla Kıyat, en büyük zarar gören TSK olduğunu ifade etti. 12 Eylül dava süreçlerinde müdahil olan kesimleri örnek gösteren Kıyat, “Genelkurmay’ın da bu davaya müdahil olması gerekir. Bundan sonra iki şık var. Bir iddia makamının iddiası var. Bunlar darbe yapacaklar. İki, kendini savunanların iddiası var. Biz darbe yapmayacaktık, önümüze konulanlar sahtedir. Mahkeme sonucunda darbe yapacakları ortaya çıkarsa Silahlı Kuvvetlerin itibarını zayıflatan darbe yapmaya kalkanlardır. Ama eğer bu sonuç çıkmazsa TSK’yı itibarsızlaştıran öbür taraftır” diye konuştu.

-“TSK savaşamaz hale getirilmemeli”-

Atilla Kıyat, hükümetin de bu süreçte dikkatli olması gerektiğini belirtti. Emekli Koramiral Kıyat, “Son sözüm hükümete. TSK’yı darbe yapamaz hale getirelim derken TSK’yı savaşamaz hale getirirsek bunun hesabını hiç kimseye veremeyiz” uyarısında bulundu.

-“Deniz Kuvvetlerinin komuta kademesinin yüzde 60’ı tutuklu”-

156 kurmay subayın hapiste olduğunu kaydeden Kıyat, “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı komuta kademesinin yüzde 60’ı bugün tutuklu olarak hapiste. Bu durum böyleyken Ben Libya’da aslanlar gibi görev yaparım, Doğu Akdeniz’i Rumlara ve İsrail’e bırakmam, yok hayır bırakırız” dedi. (Star - http://www.stargazete.com/guncel/atilla-kiyat-ozkok-ve-yalman-a-yalvariyorum-haber-438335.htm)




ABD'li firmaya göre Balyoz cd'leri sahte
Amerikalı Adli Bilişim uzmanları, Balyoz CD'lerinde 76 adet sahtecilik tespit etti. Hazırlanan raporda, 2002-2003 yıllarında oluşturulduğu iddia edilen dokümanların 2007’deki bilgisayar teknolojisinden yararlanarak hazırlandığı vurgulandı. Amerikalı uzmanların raporu, esas hakkındaki mütalaanın verilmesine kısa bir süre kala dava dosyasına girdi.

22.03.2012 18:41 Balyoz davasında delil olarak gösterilen CD'lerle ilgili önemli bir rapor hazırlandı. Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın avukatlarının başvurusu üzerine Balyoz belgelerini inceleyen Amerikalı adli bilişim uzmanları, CD'ler üzerinde sahtecilik yapıldığını tespit etti. Balyoz Davasında CD'lerin 2002 ile 2003 yıllarında hazırlandığı ileri sürülüyordu. Arsenal Consulting şirketinde görevli uzmanlar, CD'lerin ilk kez 2006 yılında kullanılmaya başlanan, Office 2007 yazılımıyla oluşturulduğunu saptadı.

Arsenal Adli Bilişim Raporuna göre Ocak 2007’de sunulan Microsoft Office 2007, Calibri yazı karakterini taşıyan ilk Office versiyonudur. 11 ve 17 numaralı CDlerin oluşturulma tarihi, en erken 2006 ortası olabilir. Amerikalı adli bilişim uzmanları, Balyoz belgeleri içinde 2007’de oluşturulmuş "Calibri" yazı karakterinin bulunduğu tam 67 doküman tespit etti. Raporda, “Bu 67 dokümanının son kayıt tarihlerinin 2002 ve 2003 olması mümkün değildir; zira o tarihlerde "Calibri" mevcut değildir” denildi.

Arsenal, 11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve zamanlarında sahtecilik yapıldığı sonucuna varmıştır. Arsenal, aynı zamanda, 11 ve 17 numaralı CD’lerin oluşturma tarih ve zamanlarında sahtecilik olduğu sonucuna da varmıştır. İncelemeyle ilgili rapor hazırlayan Arsenal Consulting Genel Müdürü Mark Spencer, şu saptamayı yaptı: “Son kayıt tarihlerindeki 9 grup sahteciliğin mevcudiyeti nedeniyle Arsenal, 11 ve 17 numaralı CD’deki tüm Office ve dosya sistem üst verilerini güvenilmez addetmektedir.”

Balyoz CD'lerinde sahtecilik tespit eden rapor, davada esas hakkındaki mütalaanın verilmesine çok az bir süre kala dava dosyasına girdi. (Ulusalkanal.com.tr)




Balyoz ve gerçekler (1)
Balyoz davasını savcılığa teslim ettiği 1 valiz dolusu belge, cd ve ses kaydıyla başlatan Taraf muhabiri Mehmet Baransu, yazı dizisinde Balyoz delillerinin sahte olduğu iddialarına tek tek cevap veriyor. Geçtiğimiz günlerde ABD'de bir firmaya teknik inceleme yaptıran Balyoz sanıklarının yakınları delillerin sahte olduğunu, 2003 tarihli Balyoz darbe planına ait bilgilerin yer aldığı cd'lerde 2003 sonrasına ait bilgilerin de bulunduğunu, bunun da cd'lerde oynama yapıldığına, yani sahte olduğuna dair delil olduğunu ileri sürmüşlerdi.

26.03.2012 16:35 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (1).. Balyoz Darbe Planı’yla ilgili son günlerde avukatların Amerika’dan aldığı bir rapor tartışılmaya başlandı. Rapora göre, Balyoz belgeleriyle ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrasıydı ve “belgelerin sahte olduğu kanıtlanmıştı”. İddia buydu ve Balyoz belgelerinin içeriğini hiç görmeyen, görmek istemeyen medyadaki bazı kalemler, bu rapor üzerine yazı yazıp, yorum yapmaya başladılar.

Öncelikle şu notu düşerek yazıma başlayayım. Balyoz Darbe Planı’nı ortaya çıkaran gazeteci olarak, yargılamanın devam ettiği bu süreçte sessiz kalmayı tercih ettim. Çünkü olayı ortaya çıkaran gazeteciydim ve davanın bir tarafı gibi görünmek istemiyordum. Yaptığım, 2003 yılında yapılan bir darbe planını, tüm belgeleriyle haberleştirmek ve kamuoyuna yansıtmaktan ibaretti. Davanın bir tarafı değildim.

Haberim üzerine herkesin bildiği gibi savcılık bir soruşturma açmış, belgeleri gazeteden istemiş ve ardından da konuyla ilgili bir iddianame hazırlamıştı. Hazırlanan iddianame de mahkeme tarafından kabul edilmişti. Bir süre sonra da Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şubesi’nde yapılan bir aramada, savcılar karoların altına saklanan çuvallar dolusu belgeyi yakalamış ve bu çuvallar içerisinde Balyoz Darbe Planı’yla ilgili yeni ve eski belgeler ortaya çıkarılmıştı.

Olayın ilk gününden itibaren, davanın bir tarafı olmadığım hassasiyetini göstermeme rağmen ortaya çıkan raporlar ve bazı gazetecilerin Balyoz Darbe Planı’nı okumadan yaptıkları yorumlar, yargılama sürerken konuyla ilgili yazı yazmama neden oldu. Yazdıklarım ve yazacaklarımla “Adil yargılamayı etkileme” kastımın olmadığını öncelikle belirteyim. Bu notu düşerek “Balyoz ve gerçekler” başlıklı yazılarıma başlayayım.

Bugün konuya kısa bir giriş yapacağım. Yarından itibaren de her gün bu köşede konuyla ilgili iddialara, yapılan çarpıtmalara cevap vereceğim. Balyoz belgeleriyle ilgili en kritik nokta, fişleme belgeleri ve ek planlarındaki bazı bölümlerin nasıl olup da 2003 sonrası bir tarihe ait olduğu sorusu. Bu konuyla ilgili daha önce bir yazı kaleme almıştım. Bu belgelerin bir bölümünün “güncellendiğini” belirtmiştim.

Balyoz Darbe Planı çok sayıda belgeden oluşuyor. Sadece fişleme belgelerinin sayısı binlerce. Ses kayıtları, el yazıları, fişleme notları, power point’ler ve daha fazlası yüz binlerce belgeden ibaret. Tartışmaya açılan notların sayısı ise asıl planların eklerinde yer alan yaklaşık yüz ayrı konu. Hastane, sokak vb. gibi isimlerin güncellenmesi gibi.

Öncelikle “güncellemeden” kastımın ne olduğunu açıklayayım. “Güncelleme” tabiri bana ait değil. Tamamen Balyoz Darbe Planı içerisinde yer alan bazı askerlerin itirafları. Balyoz ses kayıtlarında ve alınan bazı ifadelerde belgelerin zamanla “güncellendiği” itiraf ediliyor. Planlar ve fişleme belgeleri zaman içerisinde “güncellenerek”, Kozmik Oda’da tutulmuş. Ya da eski listeler güncellenerek “merkeze” gönderilmiş. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için yarın güncellemeyle ilgili “itiraflardan” bir bölümüne yer vereceğim.

Balyoz Darbe Planı’nın yapıldığı toplantıda üç isme daha önce dikkat çekmiştim. Bu isimlerden biri 2003 yılında 3. Kolordu Komutanı olarak darbe toplantısına katılan ve burada bir de sunum yapan Korgeneral Ergin Saygun. Saygun, 2005 yılında Orgeneralliğe terfi etti. 2006-2008 yılları arasında da Genelkurmay 2. Başkanlığı görevinde bulundu. Bir yıl sonra da 1. Ordu Komutanlığı’na atanarak, 2009 yılı ağustos ayında emekliye sevk edildi. Dikkat çektiğim bir diğer isim ise Süha Tanyeri’ydi. Balyoz Darbe Planı’nın yapıldığı dönemde Kurmay Albay rütbesiyle 1. Ordu Komutanlığı Harekat Başkanı olarak görev yapıyordu. Balyoz’un “beyni” olarak, tüm planları organize etmişti. 1980 darbesindeki Bayrak Harekat Planı’nı arşivlerden indirip, el yazısıyla güncelleyen de kendisiydi. Bir diğer isim ise Bertan Nogaylaroğlu’ydu.

Her üç ismin de 2007 yılında yolları Amerika’da kesişti. 2007 haziran ayında Hudson Enstitüsü’nde yapılan bir toplantı, bu üç ismi kamuoyunun gündemine taşıdı. Toplantıya katılan isimler Tuğgeneral rütbesiyle Süha Tanyeri ve Bertan Nogaylaroğlu’ydu. Burada dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, Taksim’de bomba patlatılması gibi korkunç planlar konuşulmuştu. Bu toplantı da tıpkı Balyoz gibi o günlerde “jenerik” diyerek geçiştirilmeye çalışılmıştı. Ergin Saygun da 367 krizi öncesi özellikle Amerika’da “darbe yapılması halinde”, okyanus ötesinde nabız yokluyordu.

Bu toplantıdan önce de Hudson Enstitüsü uzmanlarından Zeyno Baran, Newsweek dergisine yazdığı bir makalede “2007 yılında Türkiye’de darbe olma ihtimalinin yüzde 50” olduğunu yazdı. Kilit cümle “darbe olma ihtimali” ve “ordu içerisinde bir grubun 2006 yılı sonrası bir darbe girişiminde bulunabileceğinin” kamuoyuna açıklanmasıydı. Bu bir anlamda itiraf da demekti. Zeyno Baran isim vermeden haber kaynağının bir subay olduğunu belirtse de, bugün herkes haber kaynağının Ergin Saygun olduğunu biliyor.

2003 yılında Balyoz Darbe Planı içerisinde bulunan bu üç kilit isimden Ergin Saygun, 2006 yılı ağustos ayında Genelkurmay 2. Başkanlığı görevine getirildi. Yaşar Büyükanıt’ın yardımcısı olarak bu görevde iki yıl kaldı. 367 krizi, Cumhurbaşkanlığı tartışması, Taraf’ın ortaya çıkardığı Lahika Darbe Planı’nda, Karargah’ın göbeğindeki isimdi. Balyoz Darbe Planı’nda Harekat Başkanı olarak Albay rütbesiyle görev yapan Süha Tanyeri de daha sonra Tuğgeneralliğe terfi ederek, 2005-2008 yılları arasında Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM) Başkanlığı görevinde bulundu.

İşte bugün çok tartışılan bazı listeler, o günlerde bu üç isim tarafından arşivlerden tıpkı Bayrak Planı’nda olduğu gibi 2003 yılında indirilmiş, 2006 sonrası “ihtimal” olarak değerlendirilen darbe planları için “güncellenmişti”.

Bu listelerin nasıl güncellendiği, bu güncellemelerin ortaya çıkmasıyla Saygun’un bilgisayarlarını neden yaktığı, Lahika’nın darbe planı olarak değerlendirilip, 2007 yılında bu ve benzeri belgelerin kim tarafından nasıl imha edildiğiyle ilgili yazışmalar, güncelleme itirafları ve diğer iddialara ilişkin yazıma yarın devam edeceğim. Başta da belirttiğim gibi konunun anlaşılabilmesi için, bugün iddialarla ilgili küçük bir giriş yaptım. Detaylı açıklamaları ve Balyoz ve gerçekleri anlamak için 2007-2008 yılında yaşanan bazı olayları yarın sizlerle paylaşacağım." (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (2)
Taraf'tan Mehmet Baransu,"Balyoz belgeleriyle ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve belgeler sahte..." iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Dün başlattığı yazı dizisinde belgelerdeki 'güncelleme'ye dikkat çeken Baransu, bugün de köşesinde ilgili ses kayıtlarına yer verdi. İşte Baransu'nun tespitleri:

27.03.2012 15:19 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (2).. Balyoz ve gerçekler yazımıza kaldığımız yerden devam edelim... Dün, CD’lerin içeriğindeki bazı dosyaların zaman çelişkilerini yazmış, çelişkinin nedeninin “güncelleme”, bu iddianın da askerlere ait olduğunu belirtmiştim. Balyoz darbe planına 2003 yılında katılan ve ardından da orduda yükselen üç isme de dikkat çekmiştim; Ergin Saygun, Süha Tanyeri ve Bertan Nogaylaroğlu. Bu üç ismin ortak noktası, 2007 ve sonrası Türkiye’de darbe iddialarının konuşulduğu günlerde, tartışmanın odağında bulunmalarıydı.

Zeyno Baran’ın da dediği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir grup, eski alışkanlıklarını bırakmamış ve hükümeti zor durumda bırakmak için bazı girişimlerde bulunmuştu. Yine birtakım planlar yapılmaya, arşivler güncellenmeye başlanmıştı.

Balyoz Darbe Planı’nın hazırlandığı dönemde 3. Kolordu Komutanı olan Orgeneral Ergin Saygun da bu dönemde önce Genelkurmay 2. Başkanlığı ardından 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Adı, 367 krizinde, Lahika Darbe Planı’nda geçti. Müdahale olması durumunda Amerika’da bazı temaslarda bulunduğu da hep konuşuldu.

Tıpkı Balyoz Planı’nda, 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’nın arşivlerden indirilip, güncellenmesi gibi, 2003 yılında katıldığı seminer kayıtlarının da güncellendiği iddia edildi. İddianın sahibi ise hem İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul subay hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askeri Savcı Bülent Münger’di. Bugün sizlerle güncellemeyle ilgili hem seminer kayıtlarını hem de 2007 yılında imha edilen bazı belgelerle ilgili bilgileri paylaşacaktım. Ancak, yerim olmadığı ve paylaşacağım ses kaydı uzun olduğu için, tek bir örnek vererek, diğer konuları yarın ve sonrasına bırakacağım. Balyoz belgelerinin tümünü gören ve soruşturma yapan Askeri Savcı’nın anlatımlarıyla, güncelleme konusuna girelim.

Bülent Münger, Balyoz Darbe Planı’nı gazetede yazdığımız dönemde 1. Ordu Komutanlığı’nda Başsavcı olarak görev yapıyordu. Tıpkı sivil savcılar gibi Münger de Askeri Savcılığın başlatmış olduğu soruşturma kapsamında Taraf’tan Balyoz Darbe Planları’yla ilgili CD ve DVD’leri istedi. Ahmet Altan ve benim de ifademe başvurdu. Münger’e CD ve DVD’leri teslim ettik ve soruşturma genişletildi.

Soruşturma kapsamında belgeleri incelemek üzere bir bilirkişi görevlendirildi. Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan yazdığı raporda seminer adı altında yapılan toplantıda, sınırın aşıldığıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Seminerde gerçek isimlerin, yerlerin, siyasetçilerin adlarının kullanılmasının teamüllere aykırı olduğunu belirtti. Bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan Münger, ilginç bir şekilde dosyayı kapattı.

Ancak daha sonra Savcı Bülent Münger ve üç askeri hukukçunun internete ses kaydı düştü. Balyoz belgelerinin konuşulduğu toplantıda Münger ve arkadaşları “güncelleme” başta olmak üzere, çarpıcı itiraflarda bulunuyorlardı. Ses kaydının internete düştüğü gün, Münger’le telefonda görüşmüştüm. O gün kaydı yalanlamıştı. Ancak 3. Balyoz iddianamesinde, sivil savcıların Münger’in ifadesini aldıkları ortaya çıktı. Askeri savcı ses kaydını doğruladığı gibi kayıt mahkemeye de sunulmuştu.

Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili | O ses kaydı, Balyoz dosyasında | İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu

Yazışmalar-emirler darbenin delili

Sonradan kabul edilen ses kaydında özetle şunlar konuşulmuştu: “Normal plan semineri yapıyorsan, bu zaten eğitim planı içerisindedir. Gizli saklı olmaz. 1. Ordu ve Kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. Her şey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar. ...Emirler taranmış vaziyette. CD’nin içinde. Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri. Komutanlık emirleri. Taranmış vaziyette. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar. Balyoz CD’lerinde var bunlar. Onlar fark edemedi. Askerlikten anlamıyorlar.”

Planları güncelleyip saklıyorlar

“Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkarttığını itiraf etti. Plan subayı bilmiyor. Süha Tanyeri söylüyor bunu. Ben size bir şey söyleyeyim mi. Daha bu Iceberg’in görünen yüzü. Bir gün lazım olur diye, güncelleyip kullanabilmek için evrakları sürekli saklıyorlar. Hala o belgeler saklanıyor. Lazım olur diye. Bilgisayar MEBSS sorumlusu, evinde, bütün buradaki bilgileri evine aktarıyor. Emekli olurken veya buradaki bilgileri götürmüş.

Birol anlatmıştı. Ergin Saygun (2008-2009 yılı kastediliyor. Saygun 1. Ordu Komutanı) unutmuş ya. Hizmete özel bilgisayarını buradan almış. Evine götürmüş. Bütün planlar bilgisayarda yüklü. İnternete takmış. Ona da virüs girmiş mi. Tutuştu diyor Birol Yarbay. Düşün 1. Ordu’nun tüm gizli planları şeyde, adamın bilgisayarında. Adam evinden internete giriyor. İnternete virüs giriyor. Tutuşuyor. Bütün 1. Ordu’nun gizli planları biranda internet ortamında. Apar topar gecenin bir yarısı Birol gidiyor buradan. Müdahale ediyor. Panik. Sabaha kadar uğraştım diyor. Hayır, niye arkadaş bu adam bunları evine götürür.

Denizcilerin (Gölcükte, karolar altında bulunan belgeler kastediliyor.) o belgelerinin bulunması diyor ya bunlar geçmiş şeyimiz. Hafızamız. Hafızamızı silemeyiz. Sen diyorsun ya çıkarıp çıkarıp ısıtıyor aynı şeyleri. Planları kullanıyorlar. Ufak tefek rütuşlar yapıyorlar. Yeniden yapmıyor adam. Olanın üzerinden değiştiriyor. Günümüze uyguluyor.

Ben size Balyoz CD’lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil. Bütünlüğü bozan bir şey yok. Hepsi mesaj emirleri, KKK emirleri. Belgelere bakın, planların bir yansıları yapılmış. O cami bombalamaların yansıları tamam mı. Olamaz böyle bir şey diyorsun. Yapamaz siviller. Şimdi bütününe baktığınız zaman bütününü bozan bir şey de yok.

İşin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendisi almış. Çökeriz diyor İstanbul’un üzerine. Ne demek İstanbul’un üzerine çökmek. Çökeriz diyor. Tabii canım, darbe yapar bunlar. Normal plan seminerinde niye İstanbul’un üzerine çöküyorsun. Bak en temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul’la alıp veremediğin. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Alışveriş merkezlerini belirliyorsun. İstanbul ayağı tamamsa, Jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden.”

Balyoz soruşturmasını kapatan Askeri Savcı’nın söyledikleri özetle böyleydi. Yarın, diğer güncelleme itirafları ve raporları ele alacağım. (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (3)
Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Yazı dizisinin 3. bölümde Balyoz seminer toplantılarında yapılan konuşmalara ait ses kayıtlarını ele alan Baransu, güncellemelerin yapılacağının, o toplantıda bir çok kişi tarafından dile getirildiğini örneklerle açıklıyor. Yani 2003 yılındaki toplantıda bizzat katılımcıların ifadeleriyle, planlarda güncellemeler yapılacağının belirtildiğini gösteriyor.

28.03.2012 14:44 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (3).. Bugün güncellemeyle ilgili bölüme devam edeceğim. Balyoz Darbe Planı’nın görüşüldüğü ve Çetin Doğan tarafından kayıt altına alınan ses kaydında yüzlerce yerde güncelleme ve çalışmaların devam ettiğiyle ilgili bölümler var. Şimdi bu konuşmalardan bazı bölümleri vererek, aslında listelerin bir bölümünün 2003 ve seminer sonrası nasıl güncellendiğini, bazı planların hangi birliklerden alınıp, güncellenerek İstanbul’a uyarlandığını anlatalım.

“Birlikler seferberliğin ilan edilmesiyle birlikte teşkil edilecek, sıkıyönetim planları gözden geçirilecek ve GÜNCELLEŞTİRİLECEKTİR.

Planın istihbarat ekinde yer alan görevde kalması sakıncalı olan kamu kurum ve kuruluşları yöneticileri, bunların yerine atanacak sivil ve asker şahıslar ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkan ve kabiliyetlerini içeren bilgiler GÜNCELLEŞTİRİLECEKTİR. Sıkıyönetim bildirileri güncelleştirilerek yayınlanmaya hazır hale getirilecek, basın ve halkla ilişkiler merkezinde çalışacak personel ile basın sözcülerine gerekli eğitim verilecektir.

Plan istihbarat ekinde yer alan kuruluş amaçları dışında çalışan veya faaliyetlere devam etmesinde sakınca görülen dernek, sendika ve meslek kuruluşlarıyla bunların yan örgütlerinin faaliyetleri üst komutanlık emirleri doğrultusunda durdurulacaktır.

Valilik, belediye başkanlığı, televizyon stüdyosu, radyo evleri gibi binaların emniyeti sağlanacak, giriş ve çıkışlar kontrol altına alınacaktır. Planın istihbarat ekinde belirtilen irticai, yıkıcı ve bölücü örgütleri desteklediği bilinen yayın organlarının yayımı ve dağıtımı durdurulacaktır. Sıkıyönetim tali komutanlıkları sorumluluk bölgelerine ait bilgileri karşılıklı olarak koordine etmek suretiyle GÜNCEL halde bulunduracaktır.

Polisi hiçbir zaman ne jandarmanın ne silahlı kuvvetlerin dışında müstakil olarak bir göreve göndermemeyi planlıyor ve düşünüyoruz. Çünkü yapacağımız operasyon başarısız olabilir.

Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca GÜNCELLENMİŞ ve önceden sıkıyönetim komutanlığına gönderilmiş olacaktır. Askeri personel bütün kilit görevleri alacaktır. Bu personel harp akademileri, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general ve subaylardan tefrik edilecektir.”

Ses kaydına burada ara verip, yukarıdaki bu bölümle ilgili şu notu düşeyim. Hatırlanacağı gibi, Balyoz Darbe Planı’nın Taraf’ta yayımlanmasının ardından Çetin Doğan, avukatları ve ailesi listelerdeki bazı isimlerle ilgili itirazlarda bulunmuş ve eklerin sahte olduğunu iddia etmişlerdi. Gerekçeleri ise şuydu; Mart 2003’te yapılan toplantıda bazı isimler 1. Ordu Komutanlığı’nda görev yapmıyorlardı ve ya daha sonra 1. Ordu Komutanlığı bünyesine atandılar. O dönem görev yapmayan isimler, nasıl oluyor da bu listelere girdiler sorusunu yöneltmişler ve listelerin sahte olduğunu belirtmişlerdi. Ancak yukarıdaki ses kaydından da anlaşılacağı gibi, toplantının bu bölümünde sunum yapan Kurmay Albay Ömer Küçükkılıç, atanacak asker ve sivil şahısların listesinin daha sonra güncelleneceğini belirtmiş ve bu listelerin aslında nasıl ve ne zaman hazırlandığını itiraf etmişti. Kaldı ki ses kaydının tamamı okunduğunda buna benzer onlarca bölümün olduğu görülüyor.

Çetin Doğan ve avukatlarının bir itirazı da emekli olan veya o tarihte görevde bulunmayan isimlerin listelere girdiği ve listelerin bu yüzden sahte olduğu iddiasıydı. Ses kaydında darbe yapılması sonrası kilit görevleri atacak kişilerin yetmemesi durumunda emekli general ve subayların görevlendirileceği belirtiliyor. Ayrıca “diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylar” denerek de 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde bulunmayan, askerlerin de listelerde olacağı ses kaydında itiraf ediliyor.

Çetin Doğan: “Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel hatamız, ben 1960’lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum. Temel hatamız şu olmuştur. Sıkıyönetim görevleri hap-darp olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır. Planlarımızın boyutları böylece detaylandırılması lazım. Aksi halde her şey yarım kalır. Kim nereye nasıl gelecektir, kim nerde görev yapacaktır, şartları ve bu konudaki istihbarat dosyalarımız olması lazım. Aksi halde her şey yarım yamalak olur. Ki olmuştur da. Mesela 80 ihtilalini yaşamış biri olarak söyleyeyim. Şimdi bakanlıklara personel gönderdik, ama hiçbir talimat vermedik...

Gerekli koordine ve sevk ve idare tedbirleri tamamlanacaktır. Bu safhada ayrıca kadro tatbikatları ve keşifler yapılacak, asayiş harekat merkezleri ile müşterek istihbarat merkezleri oluşturma hazırlıkları tamamlanacaktır. Ancak en önemli faaliyet olan istihbarat toplama gayretleri kesintisiz sürdürülecektir.”

Ses kaydının bu bölümünden de anlaşılacağı gibi 12 Eylül Bayrak Planı güncellenerek hazırlanan bazı planlardaki eksiklikler Çetin Doğan’ın dikkatinden kaçmamış ve listelerin, tedbirlerin, istihbarat dosyalarının güncel hale getirilmesi emredilmiştir. Hazır bulunan ve hazırlanacak listelerin de kesintisiz sürdürüleceği açıklanmıştır.

Balyoz ses kayıtlarında İstanbul’a el konulması ve belirlenen liderlerin özel bir operasyonla bir gecede derhal toplanmasının anlatıldığı bölümde ise ilginç bir itiraf var. Önce bu bölümü okuyup ardından planların nasıl yapıldığını, nereden alındığını açıklayalım.

“Biz tabii 2. Ve 5. Kolordu Komutanlığı Bölgesinden aldık bu planları. İstanbul’un içerisinde daha değişik bir tertiplenmeyle bütün tugaylara düşündüğümüz tarzda görevlendirme yaptık.”

Kayıttan da anlaşılacağı gibi, darbe planlamaları ve ayrıntıları başka birliklerde hazırlanan planların güncellenip, değiştirilmesiyle oluşturulmuş, 12 Eylül Bayrak Planı’nda olduğu gibi arşivlerde hazır bulunan dosyalardan yararlanılmıştır. Aslında 2007 yılı ve sonrasında yapılan planlamalarda da Ergin Saygun ve ekibi benzer yöntem uygulamıştı.

Çetin Doğan: Doğrudan doğruya bu belediye yönetimlerine el koyma gibi görevlendirmelerimiz yok mu? Mesela diyelim, Pendik Belediye başkanı, Ümraniye Belediye Başkanı....

Asker: Komutanım şimdi onunla ilgili olarak bizim çalışmalarımız devam ediyor. Bazı bilgiler arz ettiğim gibi ulaşamadığımız şeyler var.”

Ses kaydının bu bölümünde de seminer sonrası çalışmaların devam ettiği itiraf ediliyor. Bu bilgi de Çetin Doğan ve arkadaşlarının, seminerden sonra belgeler arasında listeler var, bunlar sahte iddialarının kaynağını açıklıyor.

NOT: Dünkü yazımla ilgili Albay Bülent Münger bir açıklama göndermiş. Açıklama ve cevabım yarın bu köşede olacak. (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (4)
Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Baransu, yazı dizisinin 4. bölümünde, davada çok önemli bir delil olan askeri savcı Albay Bülent Münger'in ses kaydına dair Münger'den gelen tekzip yazısını ve bu tekzibe cevabını aktarıyor.

29.03.2012 13:58 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (4).. Balyoz ve gerçekler yazı dizime bugün kısa bir ara verip, önceki gün ses kaydını yayımladığım 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcısı Albay Bülent Münger’in göndermiş olduğu açıklamaya yer vereceğim. Sayın Savcı’nın cevap hakkına saygı olarak açıklamayı yayımladıktan sonra konuyla ilgili cevabımı okuyacaksınız.

“Gazetenizin 27.3.2012 tarihli nüshasında ‘Kozmik Köşe Mehmet Baransu- Balyoz ve Gerçekler 2’ başlıklı yazıda ‘İddianın sahibi ise hem İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul subay hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askeri Savcı Bülent Münger’di. Balyoz soruşturmasını yürüten Askeri Savcı’nın söyledikleri özetle böyleydi, bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan Münger, ilginç bir şekilde dosyayı kapattı,’ şeklindeki ibarelerin yer aldığı, yine kanuna aykırı olarak elde edilmiş ve internete düşmüş ses kayıtlarının tarafıma aitmiş gibi gösterilip, bunu da 3. Balyoz İddianamesi’nde sivil savcıların bu konuda almış olduğu ifadelerimi mahkemeye sunması şeklindeki gerekçeye dayandırdığı görülmüştür.

Yayınlanan yazının kişilik haklarımı ihlal edici nitelikte olduğu, hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bulunan bilgilere dayandığı, hukuka aykırı elde edilmiş bilgilerin daha da saptırılarak ve eklenen şahsi yorumlarla kasıtlı olarak hakaret ve iftira suçunu teşkil edecek tarzda yayınlandığı, meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda ismimin gösterilmeye çalışıldığı, bunun basın özgürlüğünün kullanılması ile izah edilemeyeceği, söz konusu internet kayıtlarının hiçbir hukuki geçerliliği olmaması yanında yapılan teknik araştırma, inceleme ve diğer soruşturmalarla tarafıma ait olmadığının belirlendiği, keza sivil ve adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda ya da ifadede bulunulmadığı, bu bağlamda ismim zikredilerek tarafıma aitmiş gibi gösterilen konuşmalara dair söz konusu yayınlarla diğer yorumların kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve iftira suçunu oluşturabileceği aşikardır. Bülent Münger. Hakim Albay Askeri Savcı.”

Askeri Savcı’nın açıklaması böyle. Savcı Münger, ses kaydının kendisine ait olmadığını, sivil adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda bulunmadığını açıklamasına rağmen, 3. Balyoz İddianamesi’nin 138. sayfasında 05.10.2011 tarihinde konuyla ilgili ifade verdiği, ses kaydının bir bölümünü kabul ettiği görülüyor:

“Donanma komutanlığı Gölcük’te yapılan arama sonrasında orada geçen belgelerle ilgili biz de herkes gibi askeri savcılıktan arkadaşlarla hayretler içerisinde kaldık. Bazı konuşmalarımız oldu. Bunlar sabah toplantılarında çay muhabbeti şeklinde gerçekleşen günlük konuşmalardı. Bu konuşmalarımızın kanuna aykırı olarak dinlendiğini ve internet ortamında yayınlandığını gördük. Bazı konuşmaların çarpıtıldığını, eklemeler yapıldığını, bazı konuşmaların kesilip arkasına eklemeler yapıldığını, bazı konuşmaların tarafıma ait olmadığı halde ismimin zikredilerek bana aitmiş gibi gösterildiğini gördük.”

Askeri Savcı Münger, bana gönderdiği açıklamada ses kaydını yalanlamasına rağmen, 05.10.2011 tarihinde sivil savcılara vermiş olduğu ifadede görüldüğü gibi kaydı “kısmen” doğruluyor. Kaldı ki yazımda ses kaydında tamamen Münger’e ait olmadığını, üç ayrı hukukçunun daha bu toplantıda bulunduğunu, konuşmaların bir bölümünün de bu hukukçulara ait olduğunu belirtmiştim. Askeri Savcı verdiği ifadede konuşmanın sabah toplantısındaki bir çay muhabbetinde, Askeri Savcılık’tan arkadaşlarıyla geçtiğini de doğruluyor zaten. Ses kaydının Balyoz mahkemesi tarafından dikkate alınıp, dosya kapsamına konduğunu da hatırlatayım.

Sayın Münger, kendisini meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda göstermeye çalıştığımı iddia etse de, yazıya bakıldığında iki konunun ayrı olduğu net bir şekilde görülecektir. Yazımda, Münger’in kişilik haklarını ihlal etmediğim gibi hakaret ve iftira da atmadım. Yazımda kamuya açıklanan iddianamede yer alan ifadesini ve ses kaydını yazıp, Balyoz davasını soruşturan bir savcının tesbitlerini aktardım." (Mehmet Baransu / Taraf)

Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili | O ses kaydı, Balyoz dosyasında | İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu


Balyoz ve gerçekler (5)
Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Baransu, yazı dizisinin 5. bölümünde, balyoz planlarında güncelleme yapıldığına dair ses kayıtlarında yer alan konuşmaları örneklerle aktarmaya devam ediyor.

30.03.2012 12:11 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (5).. Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bir günlük aranın ardından kaldığımız yerden devam edelim. Bundan önceki dört yazımda Balyoz darbe planlarının 2003 sonrası güncellendiğini anlatmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının gerçek dedikleri ses kayıtlarından güncellemeyle ilgili örnekler vermiştim. Planların sürekliliğinden bahsetmiş, güncelleme bilgisinin de yine sanıklardan bazılarına ait olduğunu belirtmiştim. Bugün güncellemeyle ilgili dosyadaki sayısız örneklerden ikisini daha verip, yarın teknik ve içerik konularıyla ilgili çelişkileri anlatmaya çalışacağım. Güncellemelerin ardından 2003’teki bir dosyanın, 2007’de hazırlanmış gibi, üstelik yazı karakterinin de otomatik olarak nasıl değişebileceğini, Microsoft’tan aldığımız bilgiler ışığında anlatacağım.

Güncellemeyle ilgili ses kayıtlarının yer aldığı Balyoz İddianamesi’nde, çarpıcı bir kayıt var. Konuşan kişi perdede Çetin Doğan’a slaytlar eşliğinde yapılacak hazırlıklardan bahsediyor. Ancak bazı bölümleri atlıyor. Önce kaydı dinleyip, ardından bu çarpıcı bölümün altını çizelim:

“Komutanım, genel olarak aynıyız yaklaşımda. Ufak tefek rakamlarda oynamalar var. 15’e geçin. (15 no’lu slayta geçiyorlar.) Komutanım bununla ilgili olarak da sabah da arz edildi. Bu bilgiler Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bu konuda yayınlanmış emrine istinaden ve oradaki hususlar GÜNCELLEŞTİRİLEREK yerine getirilmektedir. Konunun hassasiyeti ve bilgilerin yüksek gizlilik derecede kişiye özel gizlilik derecesinde olması nedeniyle takdime dahil edilmemiştir. Ancak bunlar dosyada, bu bilgilerimiz mevcuttur. GÜNCELLEŞTİRME faaliyetleri devam etmektedir. 22 lütfen.”

Burada 15. slayttan direk 22’ye geçiliyor.

Çetin Doğan ve arkadaşları Mart 2003’te yapılan toplantıda, yapılanın bir seminer olduğunu ve savaş senaryosu oynandığını açıklamasına rağmen, ses kayıtlarından anlaşıldığı gibi bazı dosyalar, gizli- gizlilik dereceli- kişiye özel denerek seminerde anlatılmıyor. Bu anlatılmayan planların dosyaların içerisinde olduğu da açıkça belirtiliyor.

Eğer bir seminer yapılıyorsa ve bu seminer savaşla ilgiliyse, harp oyunuysa, bu bilgilerin harp oyununa katılacak kişilerden neden saklandığı sorusu akıllara takılıyor. Akla ikinci gelen soru ise şu; Seminerde konuşulmayan ancak dosyada bulunan gizli- gizlilik dereceli bilgi, nasıl bir bilgidir ki GÜNCELLEŞTİRME faaliyetlerinin devam ettiğine vurgu yapılıyor? Gizli- gizlilik dereceli bilgi nasıl bir bilgidir ki güncellemeye ihtiyaç duyuluyor? Ve akla gelen üçüncü soru; Slaytlar neden atlanarak ve “seminerde” bulunan kişilere gösterilmek istenmiyor. Bu toplantı normal bir “seminerse” ve burada “harp oyunu oynanıyorsa” bazı planların saklanması, katılımcılara gösterilmemesinin gerekçesi nedir?

Bu soruları sorduktan sonra ikinci ses kaydındaki güncelleme bölümüne geçelim.

“2 Şubat 2003 tarihinde Kısmi Seferberlik ilan edildi. Bu kanun da yürürlüğe girdi. Şimdi gelelim bu Marmara Nakliyat Planı’yla ilgili olarak elimizdeki planlara. Bu elimizdeki planlarda hala Debedeniz Nakliyat diye ibareler var. Şu anda Debedeniz Nakliyat diye herhangi bir şey kalmadı. Bunun kesinlikle ve kesinlikle GÜNCELLEŞTİRİLMESİ lazım.”

Görüldüğü gibi yalanlanmayan ve kabul edilen seminer ses kayıtlarında, toplantıya getirilen bazı planların içeriğinde, o gün olmayan bazı Nakliyat ibarelerinin olduğu ve bunların kesinlikle ve kesinlikle güncelleştirilmesi gerektiği emri veriliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bazı planlar arşivlerden çıkarılıp, üzerinde kısmi değişiklik yapılmasına rağmen, hatalı olarak seminere getirilmiş. Bu planın daha sonra güncellendiği de kayıtlardan anlaşılıyor. Debedeniz Nakliyat ibaresinin planlarda olması durumunda, biz bugün böyle bir ibarenin 2003 yılında olmadığını ve bu planın da sahte olduğunu tartışacaktık.

Yazımı yazarken Balyoz davasının görüldüğü mahkemede savcının mütalaa verdiği haberi ajanslara düştü. Konuyu burada noktalayıp, savcının mütalaasıyla ilgili bazı hatırlatmalar yaparak, yazı dizimin detaylarına yarın devam edeyim.

Balyoz davasının görüldüğü mahkeme savcısı, mütalaasında darbenin icraata geçtiğiyle ilgili sayısız noktaya işaret etti. Kamuoyunda tartışmaya açılan ve bu yazı dizisinin de konuları arasında yer alan CD’lerden 11 no’lu CD’nin de orijinal olduğunu ileri sürerek, CD’nin Süha Tanyeri’nin el notlarıyla örtüştüğünü, TÜBİTAK raporunun da gerçek olduğunu belirtti. Raporları, CD içeriğini merak edenler, iddianamenin 74-100. sayfaları arasındaki bölümü internetten okuyabilir." (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (6)
Balyoz sanığı Çetin Doğan ve avukatları, Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili kamuoyunu nasıl yanılttı? Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz sanığı Çetin Doğan'ın ve avukatlarının Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili kamuoyunu nasıl yanılttığını açıkladı. Doğan ve avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora göre, 16 no’lu CD içerisinde bulunan Karadeniz ve Ereğli’yle ilgili planlar, aslında 2006 yılından sonra 'üretilmişti ve sahtelerdi'. Peki, gerçekler kendilerinin dediği gibi miydi? Baransu, belgelerin 2003 yılında bir dergide nasıl aynen yayınlandığını ispatlıyor.


31.03.2012 11:22 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (6).. Dünkü yazımda bu “sahte” denen belgelerin perde arkasını yazacağımı açıklamıştım. Ayrıca, “sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nı, gerçek denen belgeler ve ses kayıtlarıyla karşılaştıracaktım. 2003 yılında hazırlanan bir belgenin güncellenmesi halinde nasıl 2007 görünebileceğini, Microsoft’un notlarını paylaşarak açıklayacağımı da belirtmiştim. Bugün yerim olmadığı için Balyoz Harekat Planı ve Microsoft’un notlarını, yazı dizime de bir gün ara vererek, pazartesi gününe bırakıyorum.

Bugün Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili Çetin Doğan’ın avukatlarının kamuoyunu nasıl yanılttığını açıklayayım. Şimdi sıkı duralım... 2006 yılında üretildi denen belgeler, aslında Mehveş Evin’in yayın yönetmenliği yaptığı Aktüel dergisinde, Eylül 2003’te üç haftalık yazı dizisi olarak yayımlanmıştı. Üstelik belgeler ıslak imzalıydı ve üstünde de sayı numaraları vardı. Arşivlere giren, kayıtlı belgelerdi.

2003’te Aktüel’de yayımlanan ve Balyoz CD’lerinden 16 no’lu CD’de yer alan belgeler, “Türkiye’nin irticai taktik resmi”nin çıkartılması için Zonguldak’ın ilçesi Karadeniz Ereğli’nin fişlenmesiyle oluşturulmuştu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karadeniz Bölge Komutanı Tümamiral Deniz Kutluk’un imzasını taşıyordu. Belgelerde irticacı mahalleler, tüm cami ve okullar, Ereğli Demir-Çelik fabrikaları başta olmak üzere her yer ve her şey “gözetim altına” alınmıştı.

Tümamiral Kutluk’un imzasını taşıyan belgelerde Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener’in ismi de geçiyordu. Ama belgelerde yer alan sürpriz isim, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in damadı Mahmut Süleyman Göksu’ydu. Erdemir Yönetim Kurulu üyesi olduğu için istihbarat raporlarında adı geçmişti Göksu’nun. 30 Ağustos 2003’te tuğamirallikten tümamiralliğe terfi eden Kutluk, elbette durduk yerde koca bir ilçeyi mercek altına almamıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın emri üzerine harekete geçmiş, emirde, Batı Çalışma Grubu rapor sisteminin tekrar hayata geçirilmesi; 1 Mayıs 1997’de Batı Çalışma Grubu’nca uygulanmaya başlanan rapor sistemi gereği, 13 Mart 2003’te revize edilmesi istenmişti. Yani Balyoz Darbe Planı’ndan bir hafta sonra, raporların güncelleştirilmesi ve fişleme yapılması emredilmişti. Tıpkı Balyoz ses kayıtlarındaki listeleri güncelleştirin, fişlemelere devam edin itirafları gibi.

İşte bu emir gereği, tüm ilçe büyüteç altına alındı. İlçede asıl önemli olan Ereğli Demir-Çelik fabrikalarıydı. Böylelikle araştırmanın önemli bir kısmı Erdemir üzerinde yoğunlaştı. AK Parti, iktidara gelmesinin hemen ardından Erdemir dahil, Türkiye’de bulunan tüm demir-çelik fabrikalarının yönetim kurulu üyelerini değiştirmişti. 14 Ocak 2003’te Ereğli’de göreve gelen yeni kurul, dokuz kişiden oluşuyordu. Kdz. Ereğli’de bulunan “Karadeniz Bölge Komutanlığı İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Şube Müdürü” Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in hazırladığı dört sayfalık rapora göre bu yönetim kurulunun yedi üyesi AKP ile irtibatlıydı.

Tümer’in hazırladığı istihbarat raporu, AKP yöneticilerinin yönetim kurulu üyeliklerini kendi aralarında paylaştıklarını söylüyordu. Bu paylaşıma göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan üç, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’in payına iki üyelik düşmüştü. Erdemir’in eski Genel Müdürü Maksut Süleyman Göksu da yönetim kurulunda yer aldı. Göksu, yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in damadıydı.

Tümer’e göre Erdemir’e Nakşibendiler hakim olmaya çalışıyordu. Bu çerçevede 50 ve 55 yaşını dolduran 400 kişi emekli edilerek şirkete yeni isimler alınmaya çalışıldı. Tümer bu işlemi “şirketi ele geçirmek” olarak yorumluyor ve AKP’yi sorumlu tutuyordu: “Erdemir içindeki personel tasfiyelerinin genel müdürün (Abdülkerim Dervişoğlu) inisiyatifinde olmayıp Nakşibendi tarikatının bölgesel planı izlenerek, yeni yönetim kurulu ve AKP mahalli yönetimi tasarruflarıyla yürütülmekte olduğu sanılmaktadır.”

Dnz. Bnb. İsmail Tümer, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören Erdemir hisselerinin değer kaybetmesini şöyle yorumluyordu: “Değeri ucuzlayacak şirket Yeşil Sermaye’nin eline geçecek. Diğer bir öngörü ise Erdemir’in bilinçli olarak piyasa değerinin ucuzlatılmakta olduğudur. Bilahare Erdemir stratejik yatırımının ve stratejik nitelikteki limanının özel sermaye gruplarının eline geçirilmesi sağlanacaktır. Üç yıl içinde kar patlaması yapması düşünülen Erdemir’in ‘Yeşil Sermaye’ eline geçmesi halinde Koç ve Sabancı grupları ile baş edebilecek mali portföye kısa sürede ulaşabileceği uzmanlarca değerlendirilmektedir.”

Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in dikkat çektiği bir başka nokta ise Erdemir’de çalışanların maaşlarını aldıkları bankalardı. Rapora göre bu isimlerin çoğunluğu iki milyar lira ve üzerinde maaş alıyordu, maaşları ise Pamukbank ile Yapı Kredi Bankası ödüyordu. Ancak bu durum yakında değişecek, iki bankanın yerini faizsiz finans kurumu Asya Finans alacaktı. Bu durumda Asya Finans yaptığı bankacılık işlemlerinden yılda 500-600 milyar lira para kazanacaktı!

Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in üzerinde durduğu bir başka isim de Fazlı Erdoğan’dı. Erdoğan, Kdz. Ereğlisi’nin bağlı olduğu Zonguldak’ın milletvekiliydi. 3 Kasım 2003 seçimlerinde AKP’den milletvekili olmuştu. Bnb. Tümer’e göre Erdoğan, Ereğli Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu’nu görevden aldırmak için uğraşıyordu. Sönmezoğlu’nun laik ve Atatürkçü kimliği ile tanındığının altını çiziyordu Dnz. Bnb. Tümer.

Aslında o, bu kanıya kendi kendine varmamıştı; Sönmezoğlu da kendi kimliği hakkında onu aydınlatmış, yardımcısı Halil İbrahim Demirbaş’ın irticai kesimlerle bağlantısı olduğunu söylemişti. Raporda bu konu ayrıntılarıyla ele alınmıştı. Tüm bu raporlar anında Deniz Kuvvetleri Karargahı’na bildiriliyordu Tümamiral Deniz Kutluk tarafından. Hatta Kdz. Ereğli İmam-Hatip Lisesi müdürünün değiştirilmesi bile rahatsız etmişti Kutluk’u ve bu durum da 30 Nisan 2003’te Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bildirilmişti: “Türban ile mücadelede başarısı ile temayüz etmiş ve dört yıldır görevinde bulunan İmam-Hatip Lisesi Müdürü İslam Güner’in Kdz. Ereğli yeni Milli Eğitim Müdürü Nuri Yılmaz’ca görevinden alınma çabasının İlçe Kaymakamı’nca önlendiği ilgi (d) yazısı ile bildirilmiş idi. Müdür İslam Güner, Zonguldak Valiliği’nin Ek-B’de sunulan ilgi (e) yazısı ile 30 Nisan 2003 tarihinden itibaren görevinden alınmıştır. Bu arada Zonguldak Valisi’nin –Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin parti politikaları kapsamında– AKP Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan’ın yoğun taleplerine maruz kaldığı istihbar edilmiştir.”

Kdz. Ereğli’de sadece tayin ve terfileri izlemekle sınırlı kalınmadı. Kurban Bayramı namazları ile Cuma namazları takibe alındı. Bu defa laiklik karşıtı vaaz ve hutbe verilip verilmediği araştırılmaktaydı. Bölgedeki 300’ü aşkın camide, imam ve vaizler incelemeye alındı. Haklarında rapor tutulup, Karargah’a gönderildi.

Mahalle mahalle fişlediler

İlçedeki özel eğitim kurumları da fişlemelerden nasibini almıştı. O kadar ki Özel Yıldırım İlköğretim Okulu’nun düzenlediği “18 Mart- Çanakkale Şehitleri Haftası” çalışmaları bile ilgililerin dikkatinden kaçmadı. Konuşmacı, muhafazakar camianın yakından tanıdığı eğitimci-yazar Vehbi Vakkasoğlu’ydu. Konuşma, konuşmacı, dinleyiciler, konuşmaya verilen tepkiler ayrıntılarıyla bir bir tesbit edildi ve aynen Karargah’a iletildi. Konuşmayı izleyen, yine aynı okulda Milli Güvenlik Dersleri’ne giren Dnz. Bnb. İsmail Tümer’di ve özel izinle, görevli olarak gitmişti bu toplantıya.

Camiler ve okullardan sonra sıra mahallelere gelmişti. Tüma. Deniz Kutluk’un hazırladığı rapora göre ilçede altı mahallede “Kılık ve Kıyafet Kanununa Aykırı Giyinenler” mevcuttu: “Bölgede Kılık ve Kıyafet Kanunu’na aykırı giyime az rastlanılmakla birlikte, söz konusu kanuna aykırı giyinenlerin nispeten daha fazla görüldüğü mahaller aşağıda belirtilmiş olup, konu ile ilgili istihbari çalışmalara devam edilmektedir; Yeşiltepe ve Belen mahalleleri, Bağlık Mahallesi 1 no’lu ve 2 no’lu Sakindere sokakları, Atatürk İlköğretim Okulu civarı, Karga Mahallesi, Güldere Mahallesi ve Gülüç Erdem Yuva Evleri arkası Sazlık Sokak...”

İlçedeki otomotiv şirketleri, döviz büroları, finans ve factoring kuruluşları ile dinlenme tesisleri de tek tek fişlendi. Her kuruluşun hangi dini cemaat veya tarikata bağlı olduğu tesbit edildi. Böylece bu tesislere giden kişiler hakkında da kanaat oluşturuldu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Karadeniz Bölge Komutanlığı’nın 3590-81-03 numaralı, 23 Mart 2003 tarihli, “Kdz. Ereğli’deki İrticai Kadrolaşma Çalışmaları Hakkında” raporu ve aynı kurumun 30 Nisan 2003 tarihli bir başka raporunda yazılanların bir kısmı böyleydi.

Yani Çetin Doğan’ın avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora göre sahte dedikleri belgelerin sayı numaraları bunlardı. Şimdi sahte denen belgeyle ilgili biraz daha ayrıntılı bilgi verelim.

İlk rapor, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1 Mayıs 1997 tarihli yazısıyla (Bu emri de Çetin Doğan 1997 yılında aldırmıştı) “tesis edilen” aynı kurumun “241034B Ocak 2003” numaralı mesajıyla yeniden aktive edileceği bildirilen “Batı Çalışma Grubu” rapor sistemi kapsamında hazırlanmış ve “Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin Kdz. Ereğli’de yürüttüğü kadrolaşma çalışmalarına ilişkin elde edilen bilgiler” sunulmuştu. Bu rapor, 2004 yılında yayımlanan bir kitapta da yer aldı. Ayrıca, sahte denen bu belgelerin ayrıntılarına, Tuncay Opçin’le birlikte hazırladığımız PİRUS adlı kitapta yer verdik.

Çetin Doğan ve avukatlarının, 16 no’lu CD sahte, içindekiler sahte dedikleri bir belge de yine yıllar önce, 2003 yılında Aktüel dergisinde yayımlanan bir fakstı. Faksı tüm birliklere çeken isim Çetin Doğan’dı. Bu faksın ayrıntıları da PİRUS kitabımızın 296-299’uncu sayfalarında. İlgilenenler, “sahte” denen ancak aslında gerçek olan bu belgenin ayrıntılarına oradan ulaşabilir. Üstelik “sahte-üretildi!” denen bu belgenin üzerinde faks numarası var ve faksın çekildiği saat de belli. Faks, 15 Ocak 2003’te, saat 14:43’te Donanma Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı’na çekilmiş. Faks numarası 1. Ordu Komutanlığı Özel Müdürlüğü’ne ait. Altında da Çetin Doğan’ın emriyle çekildiği net bir şekilde görünüyor. Çetin Doğan, Balyoz Darbe Planı’nı ortaya çıkardığım gün, “yeni iktidara gelmiş bir parti için neden çalışma yapayım” minvalinde açıklamalar yapmıştı. Bu faksı okuyanlar, Çetin Doğan’ın darbe çalışmalarına aslında ne zaman başladığın net bir şekilde görebilir.

2006 yılında üretildi denen belgelerin bir bölümünün hikayesi bu. Şimdi şu soruyu sormak gerekiyor. Bu belgeler 2006 yılında üretildiyse, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta nasıl yer aldı? Bu belgelerin altında imzalar, sayı numaraları var. “Belgeler üretildi, sahte” diyenler, bu durumu nasıl açıklıyorlar?" (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (7)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız olduğunu örneklerle açıklamaya devam ediyor. Balyoz sanıkları delillere itiraz ettikçe o deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil oluyor.


02.04.2012, 10:23 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (7).. Balyoz ve gerçekler dizimizin cumartesi günkü bölümünde yazdığım yazıda, Çetin Doğan'ın avukatlarının 2006'da, 2007'de üretildi dedikleri iki belgenin, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta yayımlandığını belirtmiştim. Ve şu soruyu sormuştum: Bu belgeler 2006 yılında üretildiyse, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta nasıl yer aldı? Bu belgelerin altında imzalar, sayı numaraları var. "Belgeler üretildi, sahte" diyenler, bu durumu nasıl açıklıyorlar? Beklediğim gibi bu soruma Çetin Doğan'ın yakınları cevap vermekte zorlandılar. Verdikleri cevap özetle şuydu; "O dediğiniz belgeler sahte değil, biz onları kastetmedik."

Ancak Çetin Doğan'ın avukatı Celal Ülgen'in 11, 16, 17 no'lu CD'lerle ilgili yaptığı açıklamalara baktığımızda, 2006'da üretildi denen bu belgeleri kastettiği net bir şekilde görülüyor. Ülgen, çıktığı televizyon programlarının hemen hemen hepsinde "CD içerisindeki tüm belgeler sahte, sonradan üretildi" demiş ve cumartesi günü perde arkasını yazdığım belgelerin de sonradan üretildiğini iddia etmişti. Kaldı ki Ülgen'le katıldığım bir programda, Karadeniz Ereğli planlarını gündeme getirmiştim ve Ülgen bunlara da sahte demiş, sonradan 2006 yılı sonrası üretildiğini iddia etmişti. Ancak sonradan üretildi denen bu belgelerin, 2003 yılında Aktüel dergisinde yayımlandığını ortaya koymam üzerine, başta Ülgen olmak üzere, davanın tarafları sessizliği tercih ettiler.

Bugün sizlerle sahte denen Balyoz Harekat Planı'nı ve Microsoft'un konuyla ilgili bilgisini paylaşacağımı ifade etmiştim. Sizlerden bugün de izin isteyerek ve özür dileyerek bu konuyu ilerleyen güne bırakacağım. Çünkü konuyla ilgili yüz sayfalık bir not aldım ve bu notlar bu köşeye sığamayacak kadar fazla. Tıpkı cumartesi günü yaptığımız gibi konuyla ilgili geniş bir yazı kaleme alıp, değerlendirmeyi sizlere bırakacağım. Bugün Çetin Doğan ve avukatlarının kamuoyunu yanılttığı bazı noktalara parmak basacağım.

Çetin Doğan'ın avukatlarından Celal Ülgen 5 Mart 2012'de katıldığımız bir televizyon programında iddianamede ses kayıtlarının delil olmadığını söylemiş ve delil olmadığıyla ilgili e-mail adresimi isteyerek, belgesini bana göndereceğini, kamuoyundan özür dileyip dilemeyeceğimi sormuştu. Kendisine, iddianameyi beş kez okuduğumu ve ses kayıtlarının delil olduğunu söylemiştim. Şimdi iddianamenin delil kısmını sizlerle paylaşacağım. Ses kayıtlarının deliller arasında bulunup bulunmadığı yorumunu sizlere bırakacağım: "İddia, ayrıntıları iddianamenin genel değerlendirme bölümünde detaylı olarak izah olunan doküman ve belge inceleme tutanakları, bilirkişi raporları, şüpheli beyanları, tesbit tutanakları, dijital inceleme raporları, SES KAYIT ÇÖZÜMLERİ ve TÜM DOSYA kapsamı."

Sanırım benim değil, Celal Ülgen'in kamuoyuna bir özür borcu var. Ses kayıtları deliller arasında. "Tüm dosya" kapsamını büyük harfle yazmamın da bir nedeni var. Şimdi bunun nedenini de açıklayayım. Çetin Doğan'ın avukatları ilk günden itibaren delillerin yalnızca 11, 16 ve 17 no'lu CD'ler olduğunu iddia ettiler. Ancak tüm dosya kapsamından da anlaşılacağı gibi, diğer CD'ler de deliller arasında. Bu ifadeyi savcının "genel" bir ifade olarak deliller arasına koyduğu şeklinde bir itiraz da gelebilir. Bu itirazı çürüten belgeler ve gerekçeler de iddianamede var. İddianamede diğer CD'lerin de delil olduğuyla ilgili sayısız bölüm mevcut. Onlardan küçük bir kısmını sizlerle paylaşayım.

"Balyoz Harekat Planı ve ekleri Başsavcılığımıza teslim edilen CD'lerden 11, 16 ve 17. CD'lerde bulunmaktadır. Diğer CD'lerin tamamına yakını ise 1. Ordu Komutanlığına ait plan seminerine konu yapılan Egemen harekat planını da içeren ve gizli nitelikteki bir kısım askeri durum ve değerlendirmeleri ve planları içeren CD'lerdir. Bu nedenle söz konusu 50 klasörün tamamı EMANET KLASÖRÜ (EM 1-50) olarak adlandırılarak tamamı adli emanete alınmıştır. Bu klasörlerden dava ve suçla ilgili bir kısım çıktı ve belgeler ise yeniden fotokopi veya çıktısı alılarak klasörler halinde soruşturma dosyasına konmuştur."

Görüldüğü gibi 11, 16 ve 17 no'lu CD'lerde, Balyoz Harekat Planı'yla ilgili planların ekleri olduğu belirtilip, "diğer CD'lerde suçla ilgili bir kısım çıktıların alındığı ve belgelerin dosyaya konduğu" belirtiliyor. Yani, deliller üç CD'den oluşmuyor. Bu CD'lerin hepsine, başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, ifadesi alınan o dönemin 1. Ordu Komutanlığı'nda çalışanlarının tümü gerçek dediler. Askeri bilirkişiler dahil tüm bilirkişiler bu CD'lerin 1. Ordu Komutanlığı'nda hazırlandığını raporlarıyla belirttiler. Kaldı ki Çetin Doğan'ın yakınları ve avukatları da bu CD'lerin gerçek olduğunu kabul ediyorlar.

Diğer CD'lerin de delil olduğuyla ilgili iddianamedeki diğer bölümlerden de biraz örnek verelim. 52. Tümen Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın'ın, Yuldaer Olcan'ın, Albay Suat Aytin'in, İhsan Balabanlı'nın ve bazı isimlerin konuşması ve darbe toplantısında yaptığı sunumlar, 2 no'lu CD'de. Bu kişiler ses kayıtlarında ve powerpoint sunumlarında, İstanbul'un üzerine nasıl çökeceklerini, tankları nereye koyacaklarını, kimleri gözaltına alacaklarını, tüm listelerin ellerinde olduğunu ve dosyada bulunduğunu, milli mutabakat hükümetini, gözaltına alacakları kişileri ve daha fazlasını işte bu CD'lere koymuşlar. Bu deliller de 2 no'lu CD'de. İddianame de bu bölüm 200- 350. sayfalarda ayrıntılı olarak anlatılıyor.

"Albay Aytin'in, "Tüm basın yayın organları kontrol altına alınacak, rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak" bölümü de 14 no'lu CD'de. 14 no'lu CD'de diğer darbe sunumları da var. Yani, Çetin Doğan ve avukatlarının sahte demedikleri CD'lerde darbenin ses kayıtları, powerpoint'ler var. Ve bu belgeler de deliller arasında. İddianamenin 100. sayfasında da bu CD'lerin deliller arasında olduğu açıkça vurgulanıyor.

Yerim kalmadığı ve konuyla ilgili sayısız belge olduğu için, çarpıtmalara cevabım Çetin Doğan ve avukatlarının gerçek dediği, yalanlayamadıkları belgelerle devam edecek.

Balyoz savcısına itirazım!

Balyoz davasının görüldüğü mahkemede, savcı esas hakkındaki mütalaasını verdi. Savcının mütalaasını okudum. Savcı tüm sanıklar hakkında darbeye eksik teşebbüsten 15 ila 20 yıl hapis cezası verilmesini talep etti. 920 sayfalık mütalaada dikkatimi bir bölüm çekti: "Balyoz Darbe Planı eyleme geçmiştir. Listede adı olan sanıkların ‘bana böyle bir görev verilmedi' savunması geçersizdir." İşte bu noktada sayın savcıya itirazım var. Sanıkların bir bölümü isimlerinin bulunduğu listelerden haberdar olmadıklarını söylemiş ve kendilerine böyle bir görev verilmediğini, kimlerin bu listelere isimlerini koyduklarını da bilmediklerini açıklamışlardı.

Savcı, esas hakkındaki mütalaasında da belirttiği gibi, bu savunmayı geçersiz saymış. Ancak, listelere baktığımızda bazı sanıklarla ilgili listelerin dışında dosyada herhangi bir delil olmadığını görüyoruz. Burada da hukukun en temel prensiplerinden birinin devreye girmesi gerekiyor. Velev ki bu sanıklar, listelerden haberdar.. Haklarında eğer başka bir delil bulunmamışsa, savunmalarının dikkate alınıp, "delil yetersizliğinden" bu kişilerle ilgili karar verilmesi gerekiyor. Beklentim, mahkeme heyetinin bu durumu dikkate alması ve kararını bu gerçekliğe göre vermesi. Çünkü iddianameler okunduğunda sanıkların büyük bir bölümüyle ilgili savcılığın elinde çok fazla sayıda delil(ler) olduğu görünüyor. Ancak bazı sanıklarla ilgili, sadece listelerde isimlerinin olması, bu kişilere de aynı cezanın verilmesi vicdanları yaralayacaktır. (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (8)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız olduğunu örneklerle açıklamaya devam ediyor. Sanıkların sahte olduğunu iddia ettikleri delillerden biri de 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı. Ancak 'sahte' denilen bu planın daha fazlası, ses kayıtları ortaya çıkan darbe semineri toplantılarında gündeme getirilmiş.


03.04.2012 12:04 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (8).. “Balyoz ve gerçekler” yazı dizimize bugün Çetin Doğan ve avukatlarının “sahte” dedikleri Balyoz Harekat Planı’nı, ses kayıtları, powerpoint’ler, Süha Tanyeri’nin el yazıları ve 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’yla karşılaştırarak devam edeceğim. Burada küçük bir not düşeyim. Balyoz Harekat Planı, 11 sayfadan oluşuyor. Ancak iddianamenin ilk 600 sayfasında yaptığım incelemede, 11 sayfayla ilgili toplam 100 sayfalık benzerlik, birebir aynılık tesbit ettim. “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nın daha fazlası seminer adı altında yapılan darbe toplantısında gündeme getirilmiş. Bugün bu konunun çok küçük bir bölümünü aktaracağım. Aldığım notlar, yüz sayfa ve karşılaştırmalı yapacağım değerlendirmeyi tek yazıya sığdırmam imkansız.

Dizimizin bu bölümünde iki ara başlık kullanacağım. Birinci ara başlık Çetin Doğan ve avukatlarının “sahte” dedikleri Balyoz Harekat Planı olacak. İkinci ara başlık ise Doğan ve avukatlarının, Genelkurmay’ın, askeri ve sivil bilirkişi raporlarının gerçekliğini kabul ettikleri, üzerinde tartışma açamadıkları belgelerdeki, konunun nasıl geçtiği olacak.

İlk olarak dönemin Harekat Başkanı olarak görev yapan Kurmay Albay Süha Tanyeri’nin arşivlerden indirip, el yazısıyla notlar alarak Balyoz’a güncellediği 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’yla, “sahte” iddiası ortaya atılan Balyoz Harekat Planı’ndaki benzerlikleri karşılaştıralım.

• Bayrak Harekat Direktifi Durum Başlığı: “Ülkenin içinde bulunduğu son derece önemli ekonomik siyasi ve sosyal sorunların yanında, her geçen gün hızını biraz daha arttıran anarşi, terör ve bölücülüğün devletin bekasını tehdit eder boyutlar kazandığı...”

• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Büyük Atatürk’ün emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde olduğu...”

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nda Durum Başlığı: “28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber, ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laiklik karşıtı ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, son zamanlarda varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikar ve had safhaya ulaştığı...”

Sahte denen belgeyle, gerçekliği kabul edilen belgeler arasındaki benzerlik veya birebir aynılık dikkat çekici.

• Bayrak Harekat Direktifi Durum Başlığı: “Ülkenin mevcut sorunlarından başka yakın çevresinde her an silahlı bir çatışmaya dönüşebilecek ciddi gelişmeler cereyan etmesine rağmen bugüne kadar başta parlamento olmak üzere tüm siyasi partiler ve bazı anayasal kuruluşların verimli ve uyumlu çalışma düzenine ısrarla girmeyerek ülkenin acil sorunlarına köklü önlemler alamadığı, yasaların uygulanmasında komünizm, faşizm ve şeriat düzeni gibi ideolojik tercihlere ağırlık vererek ülkeyi uçurumun kenarına getirdikleri...”

-Balyoz’a sahte, birebir aynısına gerçek diyorlar!-

• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Devletin, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirildiği, anayasal kuruluşların tezat veya suskunluğa bürünmüş olduğu, siyasi partilerin kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamadıkları ve lüzumlu tedbirleri almadıkları, böylece yıkıcı ve bölücü mihrakların faaliyetlerini alabildiğine arttırdıkları ve vatandaşların can ve mal güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü...”

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı Durum Başlığı: “Devletin, başlıca organlarıyla işleyemez duruma getirildiği, anayasal kuruluşların tezat veya suskunluğa bürünmüş olduğu, muhalefet partilerinin kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamadıkları ve lüzumlu tedbirleri almadıkları, böylece irticai, yıkıcı ve bölücü mihrakların faaliyetlerini alabildiğine arttırdıkları ve vatandaşların can ve mal güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü...”

Çetin Doğan’ın avukatlarının gerçekliğini kabul ettiği, Süha Tanyeri’nin üzerinde el yazısıyla notlar alıp, güncelleyerek Balyoz’a uyarladığını itiraf ettiği bu belgeler, yani MGK’nın 1 no’lu Bildirisi’nde yer alan ibarelerden sadece iki kelime farklı.

• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerin üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdun en masum köşelerindeki yurttaşların dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirildiği, kısaca devletin güçsüz bırakıldığı ve acze düşürüldüğü...”

• Balyoz Harekat Planı: “Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerin üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, Milli İstihbarat Teşkilatı, Polis ve iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımızın dahi saldırı ve baskı altında tutularak yozlaşma, bölünme ve iç harbin eşiğine getirildiği, kısaca devletin güçsüz bırakıldığı ve acze düşürüldüğü...”

Gerçek denen belgeyle, sahte olduğu iddia edilen belge arasında yine iki kelime farklı. Buna benzer çok sayıda örnek olduğunu da vurgulayayım.

-Başlıklar birebir aynı, biri gerçek, biri “sahte”-

Şimdi başka bir çarpıcı ayrıntıyı gözler önüne serelim. Balyoz Harekat Planı kapsamında incelenen belgelerde, iddianamede 517 ile numaralandırılmış doküman mevcut. Bu dokümana da Çetin Doğan’ın avukatları sahte iddiasında bulunuyorlar. Önce dokümanı yazıp, ardından çarpıcı ayrıntıyı verelim. Bu belge içinde l’den 10 a kadar numaralandırılmış başlıklar mevcut. İşte onlar: “l: Yeni kadro uygulamaları, 2: Bayrak harekat direktifi, 3: Üst makamlara arz edilen yazılar ve ilgili makamlara verilen düzeltici emirler, 4: 1’inci Ordu ve İst. Sıkıyönetim Devamlı Talimatı, 5: Sıkıyönetim bilgi dosyası, 6: Sıkıyönetim karargah brifingi, 7: Sıkıyönetim bildirileri, 8: uygulamalarındaki aksaklıklar ve alınacak önlemler, 9: Aşırı solcu ve komünist terörist örgütler arasındaki birlik çalışmaları, 10: Komutanlık bildiri ve prensip kararları.”

İşte bu 10 başlık, Bayrak Harekat Planı’nda, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin uygulamalarının yer aldığı dokümanların ana başlıklarıyla birebir aynı. Yani, arşivlerden indirilen ve 2003’e birebir aynı başlıklarla aktarılan bu belgeye de avukatlar sahte diyorlar. Bu belgeye sahte diyen Çetin Doğan ve avukatları, belgeye kaynaklık teşkil eden ve Süha Tanyeri’nin el yazısıyla da bu notların gerçek olduğu belirtilen, aynı zamanda da birebir aynı başlıklar olan diğer belgenin gerçekliğini kabul ediyorlar. Eğer bu gerçekse, Balyoz Harekat Planı’ndaki bu başlıkların “sahte” olduğunu avukatlar nasıl iddia ediyorlar?

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “...Özellikle, gözaltına almalar ve yağma talan, gasp ve milli serveti tahrip gibi eylemler sırasında ikazlara uymayanlara karşı, Silahlı Kuvvetlerin gücünü çok kısa sürede hissettirecek sert uygulamalara başvurulacak...”

• Gerçekliği tartışılmayan Balyoz’un ses kayıtlarından: 66’ncı Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral İhsan Balabanlı: “Kolordu planımızda da belirtildiği gibi nokta operasyonlarda müdahale etmek üzere (3) tane bölüğüm hazırdır. Bu bölükte (4) mekanize unsur, (4) zırhlı personel taşıyıcı, (3) panzer ve Jandarma’nın unsurları bulunmaktadır. Bunlar Gaziosmanpaşa, Bağcılar ve Fatih Bölgesi’ne süratle intikal edebilecek şekilde kışlamda hazır beklemektedir...”

Seminerde X Şahıs: “Özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki olaylara İsrail örneğinde olduğu gibi kesin, süratli, sert tedbirler alınmadığı takdirde bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma ihtimali mevcuttur.”

Şükrü Sarıışık: “Kuvvetleri sağa sola göndermenin bana göre yapılacak en kolay harekat tarzı 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize edilmek suretiyle biranda söndürülmesine imkan sağlar.”

X Şahıs: “Ayaklanma var. Şiddetle bastırılması gerekiyor. Şiddetin karşısında şiddet kelimesinin karşısında ateş açmak var komutanım. Sağa sola tankla gireceğiz komutanım. Şimdi mesela Fatih bölgesinde bu olayların elebaşları kimler belli komutanım. Tehdide yönelik tahsis edilmiş kuvvetlerimiz var komutanım. Komutanım. 3. Bölge için aynı olay meydana geldiğinde olaya şiddetle müdahale edeceğim. Bütün planlarımın temelinde olaya şiddetle müdahale edilme esası var.”

Ses kayıtlarından küçük bir örnek verdim. “Sahte” denen belgedeki bu bölümden daha fazlası ses kayıtlarında mevcut.

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “Hiçbir hak ve özgürlük mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber verme ve basın özgürlüğü de sınırsız ve mutlak değildir. Harekatın icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın-yayın kuruluşları kontrol altında tutulacak...”

• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: İhsan Balabanlı: “Komutanım böyle bir harekatta basının kontrol altında tutulması gerektiğine inanıyorum... Biraz sonra arz edeceğim teşkilatlanmamda da sivil işler bölümünde irtibat kısmı var. Bu basını bu şekilde kontrol etmek suretiyle bölgeme özellikle basın unsurlarının girmemesi için gerekli tedbirleri aldım komutanım.”

Çetin Doğan: “Basın da senin bölgende zaten. Basın-yayın şeyi kuruluşlarının çoğunluğu değil mi?”

İhsan Balabanlı: “Keza Radyo Televizyon Üst Kurumu da var İstanbul’da görev yapan, bunlar Gayrettepe’de komutanım, İstanbul radyolarını ve televizyonun da bazı bir bölümünü izliyorlar... Ayrıca Basın Savcılığı konusu var. Bu konuda Basın Savcılığı bize müşavir olarak çalışacaklar.”

• Ses kaydından başka bir bölüm: “Bölgedeki bütün basın-yayın kuruluşları kontrol altına alınacak. Halkın kışkırtılmasına ve tansiyonun yükseltilmesine yönelik yayınlar engellenecek. Rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak.”

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Tüm sorumluluk bölgesini kapsayacak şekilde kontrol noktaları tesis edilecek ve anılan bu noktalarda gerekli görüldüğü takdirde tanklar da kullanılarak, kitlesel, kalabalık grupların yer değiştirmelerine, toplanmalarına ve gösteri yapmaları engellenecek. Plan, planlama ve hazırlık maksadıyla derhal, icra safhası ise emirle yürürlüğe girecektir.” “...Planı ve hazırlıkları ifşa etmeyecek şekilde ilgili personelle kadro tatbikatları icra edilecek...”

• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın: “Birlikleri buraya getirir İstanbul’un üzerine çökerim komutanım. Belediye başkanıymış, savcıymış, hakimmiş, kaymakammış yani bu konuya olumsuz bakan tabloda yer alan (Perdede gözaltına alınacak kişilerin listesi var) insanları gerekirse belediye başkanını komutanım, komutanları o görevde rütbesi olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve ağır bir baskı biraz evvel ifade ettiğim gibi... böyle halka da acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir.”

X Şahıs: “Ayaklanma var. Şiddetle bastırılması gerekiyor. Şiddetin karşısında, şiddet kelimesinin karşısında ateş açmak var komutanım. Sağa sola tankla gireceğiz komutanım.”

Tuğgeneral İhsan Balabanlı: “Komutanım, bölgemde bulunan bütün ilçelere ait şimdiye kadar meydana gelen olaylar ve müteakip safhalarda meydana gelecek gelebilecek olaylar nerelerde olduğu tesbit edilmiştir. Emir verildiğinde süratle belirtilen intikal yollarından ilgili geri toplama bölgelerine birliklerim intikal edeceklerdir. Bu yerleri en son olarak geçen ay sivil giyinmiş unsurlarım tarafından tekrar keşfini yaptırdım. Şu anda komutanım bölgelere intikal için gerek zırhlı unsurlarım gerekse tekerlekli unsurlarımın intikali için herhangi bir mani yok. Yine bölgemde önemli kavşak ve meydanlar var. Altı tane önemli meydan ve kavşak tesbit ettim. Bu bölgeler kontrol altına alınacak. Emirle sokağa çıkma yasağı ilan edilecek. Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesiyle birlikte birliklerimin kullanılması ve sevk ve idaresinde daha da kolaylık olacağını değerlendiriyorum.” ... “Komutanım, yine kolordu planında emredildiği üzere bazı bölgelere süratle darbe harekatı yapabilmem, yapmam emredilmişti. Özellikle zırhlı unsurları kullanarak gözdağı vermek veya cezalandırma şeklinde yapacağım bu harekat sonunda daha önce hassas bölgeler olarak değerlendirdiğimiz metro meydanı var Fatih’te komutanım. Cemevi, Gazi Mahallesi Mezarlığı, Gazi Kültür Evi bir önceki yansıda da vardı. Bu bölgelere süratle zırhlı unsurlarım gösteri harekatı şeklinde intikal edecekler...”

Tuğgeneral Yuldaer Olcan: “Kritik yol, kavşak ve ulaşım merkezlerinde kontrol noktaları ve bu kontrol noktalarıyla irtibatlı olarak gece gündüz ana güzergahlarda motorlu devriyeler oluşturulacak.”

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “...Teşkil edilecek olan... kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel. Teşkil edilecek birimlerle, başta tüm kara deniz ve hava yolu terminalleri olmak üzere, Kamu kurum ve kuruluşları, Özel hastaneler ve ilaç depoları, Gümrükler, depolar, ambarlar ve büyük alışveriş merkezlerinin tamamı kontrol altına alınacak ve özellikle ülkeye yurtdışından giriş çıkışlara ikinci bir emre kadar müsaade edilmeyecek,...”

• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: Çetin Doğan: “Kamu kurum ve kuruluşları silahlı kuvvetlerin denetimine girmeli.”

İhsan Balabanlı: “Önemli olan halkın günlük yaşantısının gereği olan bazı hizmetlerin aksamadan yürütülmesidir. Bu konuya özellikle hassasiyet göstermekteyiz. Bunun için kamu kurum ve kuruluşlarını etkin bir şekilde kullanmak esas olmakla beraber buraya görevlendireceğim personel özellikle üst subay ve bu konuda uzman personel olarak görevlendirilecektir. Yine bölgemde önemli terminal ve istasyonlar var. Üniversitelerin kontrolünü de komutanım, kendi özel güvenlik teşkilatı, ayrıca emniyet ve jandarmayla yapmayı düşünüyorum.”

Ses kaydında bir diğer asker: “Bölgedeki bütün fırınlar, marketler ve gıda maddeleri satan yerler kontrol altında bulundurulacak. Halkın temel gıda maddeleri açısından sıkıntı çekmesi önlenecek. Hastane, eczane ve sağlık ocaklarında görev yapacak personelin durumu tesbit edilecek. Özel sağlık kuruluşları dahil halka kesintisiz hizmet vermeleri sağlanacak.”

Kurmay Albay Ömer Küçükkılıç: “Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel görevlendirmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlıklarına gönderilecektir.”

Korgeneral Ergin Saygun: “Migros, Carfur, Capitol bunların başta el konulması halinde daha düzenli bir dağıtım yapmak mümkündür.”

“Sahte” denen belgedeki bu ifadelere rağmen, görüldüğü gibi ses kayıtlarında belgeden daha fazlasının olduğu görülüyor. Bugün, 100 sayfalık notumdan sadece sekiz sayfasını yazabildiğim notunu da düşerek, konuya yarın kaldığımız yerden devam edelim. (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (9)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz toplantılarına ait ses kayıtlarında yakalamış olduğu çok çarpıcı bir ayrıntıyı gösteriyor. Baransu yazısında, seminerlerin aslında bir darbe toplantısı olduğunun itirafı olan Çetin Doğan'ın cümlelerindeki çok hassas kelimeleri büyük harflerle gösteriyor.

04.04.2012 12:00 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (9).. Balyoz ve gerçekler dizimize, “sahte” denen belgelerle, gerçek olduğu Çetin Doğan ve avukatları tarafından kabul edilen belgeler arasındaki incelemeyle devam edelim.

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana en sıkıntılı ve en tehlikeli dönemini yaşamaktadır. Henüz tam olarak dünya devletlerince tanınmadığı ve iç isyanlar ile boğuştuğu bir dönemde dahi bu kadar büyük bir tehlike içerisinde olmamışken, bugün, hortlatılmak istenen Sevr, başta irticai faaliyetler olmak üzere iç ve dış tehditler kötü yönetimle birleşmiş ve bugünkü tehlikeli safhaya gelinmiştir. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik çabalar, yerli işbirlikçilerin gönüllü katkılarıyla, ülke içinde yıkıcı güç odaklarının aynı noktada buluşmasına neden olmuş ve zirve noktasına ulaşmıştır.”

• Gerçekliği tartışılmayan ses kaydı: Çetin Doğan: “... Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz... İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz yaşadığımız durumları ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o kötü senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan bir kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum. Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var...

Ama bizim başımıza gelebilecekler olası planlarımız içerisinde yer alması gereken konular daha geniş kapsamlı hatta yönetimin bir bölümünü de içine alan Silahlı Kuvvetler’e Türkiye’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik demokratik yapısını bozma girişiminde daha ciddi kalkışmalar olabileceği olayları da gözardı etmememiz lazım. Bunu gözardı etmemek için de evvela her EMASYA komutanı kendi bölgesinde kendi sorumluluğu olduğu alanlardaki gelişmeleri yakından takip etmesi potansiyel olarak böyle bir olayları yaratacak insanları bölge içerisinde istihbari çalışmayla bulması gerekmektedir.

Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını KASITLI OLARAK belli bir çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjoktürel gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz ANLAMIŞSINIZDIR. Yani buradaki Yunanistan meselesi TALİ bir meseledir; Yunanistan MESELESİ BÖYLE BİR ORTAM İÇERİSİNDE ZATEN OLASILIĞI EN UZAK BİR SENARYODUR. Aslında içinde yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler götüreceği konusu önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha fazla yaklaştırmayayım herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor. Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip ediliyor.”

“Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’ndaki bu bölümle konuşmaların birebir örtüştüğü, hatta konuşmalarda daha fazlasının olduğu görülüyor. Tabii akla da ister istemez şu soru takılıyor. Belge sahteyse, fazlasının konuşulduğu bu konuşmalar ne?

-Kim kandırıyorsun Çetin Doğan!-

Çetin Doğan’ın konuşmasında büyük harflerle yazdığım bölümler ise önemli. Hatırlayacağınız gibi Balyoz haberini ilk yazdığım günden itibaren, Çetin Doğan, avukatları, ailesi, bazı Balyoz sanıkları ve Doğan’ın medyadaki gazetecileri, seminerde dış tehdidin yani Yunanistan’ın ele alınıp görüşüldüğünü, iç tehdidin tali unsur olduğunu iddia etmişlerdi. Ancak ses kaydında açıkça görüldüğü gibi plan semineri “KASITLI” olarak, bir çerçeveye oturtulmuş, günün şartlarına göre yani AK Parti’nin iktidara gelmesine göre, önce sıkıyönetim sonra darbe yapılacağı ele alınmış bunun anlaşılması için de Doğan ANLAMIŞSINIZDIR demek zorunda kalmıştı. Senaryoda Yunanistan’ın tali mesele olduğu, en uzak bir senaryo olduğu da açık açık itiraf ediliyor.

Konuyla ilgili kamuoyuna yansımayan başka çarpıcı nokta da şu: Hatırlanacağı gibi, Çetin Doğan, AK Parti’nin 3 Kasım 2003 seçimlerinde tek başına, Anayasa’yı değiştirecek çoğunlukla iktidara gelmesinden hemen sonra darbe çalışmalarına başlamıştı. Çetin Doğan, dokuz ay sonra emekliye ayrılacağı için, kısa dönemde darbe hazırlıkları, harekat ve sıkıyönetim planları yapmak yerine, o dönem 1. Ordu Komutanlığı’nda Kurmay Başkanı olan Albay Süha Tanyeri’ne emir vererek, 12 Eylül darbe planı olan Bayrak Harekat Planı’nın arşivlerden indirilip, hazırlıkların ona göre yapılması emrini vermişti. Tanyeri de arşivlerden bu planı indirerek, üzerinde el yazılarıyla notlar alarak, 12 Eylül planlarını 2003’e uyarlamış, güncellemişti.

-12 Eylül’de de darbe dış tehdidin içine sokulan iç tehditle yapıldı!-

İşte 12 Eylül Bayrak Harekat Planı da dış tehdidin içerisine, iç tehdit yerleştirilerek hazırlanana bir plandı. Bayrak Harekat Planı da tıpkı Balyoz Planı gibi dönemin Kurmay Başkanı tarafından hazırlanmıştı. İddianamede konuyla ilgili bölümler şu şekilde anlatılıyor:

“Diğer yandan 12 Eylül Bayrak Harekat Planı da incelendiğinde, iç tehdit yanında dış tehdit değerlendirmesinin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu şekildeki bir çalışma; deşifre olunması halinde yasal bir çalışma yapıldığına ilişkin zemin hazırlamaya, bu yönde savunma yapmaya yöneliktir. Yani plan içerisinde dış tehdit irdelemesi tamamen kamufle yapma maksadıyla konulmuştur. Bu bağlamda 1. Ordu’da yapılan sıkıyönetim planları tam anlamıyla askeri müdahaleye yönelik çalışmalardır...

12 Eylül 1980 öncesinde askeri müdahaleye ilişkin Bayrak Harekat Planı 1. Ordu Komutanı tarafından imzalanmıştır. Planın ekinde muhafaza altına alınacak hassas tesisler, yakalanacak ve tutuklanacak kişiler, siyasi parti temsilcileri, dernek temsilcileri.. gibi kişilerin isimlerinin yer aldığı listeler bulunmaktadır. Bu listeler de o dönemin 1. Ordu Kurmay Başkanı tarafından imzalanmıştır. Listelerde gözaltına alınacak milletvekillerinin isimleri, sendikacıların isimleri, bankacıların isimleri, ülkücü derneklerin isimleri de tek tek belirtilmiştir. Akla gelebilecek her kurum ve dernek hakkında detaylı çalışmalar yapılmıştır. Harekatın başlamasıyla birlikte gözaltılar yapılmıştır. Bu dönemi yaşayanlar, gelişmeleri daha iyi bilmektedirler. 1. Ordu’nun 2003 yılında yaptığı bu Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nda da ekler kısmında kişiler, dernekler, basın kuruluşları, yönetici ve kamu görevlileri de tek tek fişlenmiştir. Bunların yapılmasıyla Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunun hazırlık hareketlerinden çıkılıp icrai hareketlerine geçilmiştir.”

Ses kaydındaki bu çarpıcı bölümü ve 12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat Planı’nın da dış tehdidin içerisine yerleştirilmiş, iç tehditle yapıldığı notunu düştükten sonra Balyoz Harekat Planı ve ses kayıtların karşılaştırmaya devam edelim;

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’ndan: “Laiklik etrafındaki gerici kuşatma kontrolden çıkmış, bilinçli, sistemli ve kontrollü bir şekilde Cumhuriyet’in kazanımlarına yönelmiştir. Bu hedef önünde en sağlam ve sarsılmaz kale olarak görülen TSK hedef haline getirilmiş, yıpratılması ve komuta zafiyeti oluşturulması için yoğun çaba sarf edilmiş/edilmektedir. İrticai grupların, hedefe giden yolda engel olarak gördükleri TSK’ya karşı bir taraftan sızma gayretleri artarak devam ederken diğer taraftan yıpratma, komuta zafiyeti içerisinde ve dinsiz gösterme çabaları da artan bir ivme ile devam etmektedir.”

Burada araya girerek şu hatırlatmayı yapayım. Balyoz belgeleri arasında seminer ses kayıtlarının yanı sıra, Çetin Doğan’ın darbe toplantısından önce Kolordularının hazırlıklarını denetlemek üzere yaptığı iki toplantının ve 1. Ordu Komutanlığı’nda gerçekleştirilen aylık karargah koordinasyon toplantısının da ses kayıtları var. Bu kayıtlar incelendiğinde de yukarıdaki “sahte” denen belgeyle, içeriğinin birebir örtüştüğü hatta daha fazlasının konuşulduğu görülecektir. Bu ses kaydı, “Ordu Komutanı’nın Direktifleri” başlığıyla bir metin haline de getirilip, CD’lere de konmuş.

• 20 Aralık 2002 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı Karargah koordinasyon toplantısında Çetin Doğan’ın darbe hazırlığı için yaptığı konuşma: “Özellikle belli gazetelerde çok pervasızca silahlı kuvvetler personeline saldırdıkları görülmektedir. Arkadaşlar; silahlı kuvvetler olarak biz siyasetin dışındayız. Siyasetin dışında olmak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerin örselenmesine, gözardı edilmesine göz yumarız anlamına gelmez. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihi misyonu, kendisine verilen tarihi görevi bu devletin kurucusu olma, tarih”i Kemalist çizgisini her zaman muhafaza etmek zorundadır.”

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Buna rağmen, şimdiye kadar içimizde barınmayanlar Meclis’e taşınmıştır. Bu meydan okuma karşısında kategorili personel pervasızca biraz daha cesaretlenmiş ve kadrolaşma faaliyetlerine hız vermişlerdir. Bu nedenle anılan personelin, sadece Silahlı Kuvvetler içerisinden değil, bütün kamu kurum ve kuruluşlarından derhal uzaklaştırılmaları bir zorunluluk haline gelmiştir. Her türlü olumsuz şartlara rağmen Cumhuriyet’i koruma ve kollamaya yönelik eylem ve planlamalarımız devam etmektedir. Bu kapsamda; TSK bünyesindeki dost ve müzahir unsurlar dışında kalan, özellikle yüksek rütbeli personelin kontrol altında tutulmasına...”

• Ordu Komutanı’nın Direktifleri: Çetin Doğan: “Öncelikle kategorili personel ile ilgili düşüncelerimi söyleyeyim: Dışarıda içimizde şimdiye kadar barınmayanlar Meclis’e taşınmıştır. Maalesef bu çok üzücüdür. Bu bir meydan okumadır. Bu meydan okumaya karşı biz geri adım atmayız ve bundan sonra da yine içimizde olabilecekler, varolanlar, takip ettiğimiz insanlar vardır. Hiç kimsenin öncelikle cesaretinin kırılmasını istemiyorum. Böyle kategorili personelin pervasızca biraz daha cesaretlenmiş olmaları Silahlı Kuvvetler içerisinde bunlara daha fazla hiçbir suretle yer vermeme ihtiyacının ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle aralık ayı değerlendirmelerinin çok ciddi olarak yapılmasını, bilgili, belgeli ve önümüzdeki şura dönemine bunların götürülmesi gerekmektedir. Önümüzdeki hafta şura toplantısında konu ele alınacaktır. Ancak ağustos ayı değerlendirmelerimize göre işlem yapıldığı için ağustos ayında tek bir kimse bölücü, yıkıcı faaliyetlere katılan bir kimsenin kesin işlem için teklif geldi. Başka gelmediği için bu döneme koyamadık. Keşke yüzüne çarpa çarpa bize daha fazla konuşma imkanı olacak şekilde elimizde kanıtlarıyla adamların olsaydı da bunların gözlerine sokabilseydik. Bunu böyle hayıflanarak söylüyorum...

• Çetin Doğan 5-7 Mart 2003 Konuşması: “Biz okullarımızda askeri okullarımızda da mesela zaman zaman ne oluyor, ordudan atılmalar oluyor. Zaman zaman ordudan atılıyor çünkü irtica bulaşmış oluyor. Nasıl oluyor da modern çağdaş kurum kuruluş içerisinde bulunan insanlar bunların fetvalarına kanarak, bunların efsanelerine kanarak aydınlık çağdaş yoldan çıkıyorlar; ama bir gerçek bu. Şu halde evvela Silahlı Kuvvetler içindeki bünyesel sağlamlığını korumak durumundadır. Buna bulaşmış, irticaya bulaşmış insanların uslanması ve fikir değiştirmesi olanağının olmadığı birçok örnekleriyle sabittir ve o yüzden de bunların defterleri mutlaka evvela ilk adım olarak dürülmeli ordu bünyesi sağlam bir hale getirilmelidir. Bunun ötesinde böyle bir olay olduğu zaman çünkü içimizden çıkacak çatlaklıkların tereddütlerin maliyeti çok çok daha büyük olacaktır. Kendi içimizde kendimizle savaşmak zorunda kalacağız. Bunun önlenilmesi için evvela ordu bünyesinin sağlamlaştırılması lazım...”

• Süha Tanyeri’ne ait el notlarında da benzer bilgiler yer alıyor: “İrticai faaliyetlerde bulunan personel değiştirilebilir. Bunun yerine yeni bir personel atandırılabilir. Bu durumda tercihen bizim gibi düşünen, yetenekli, bilgili kişiler görevlendirilebilir.”

• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Milliyetçi- Muhafazakar Sağ iktidarların Türk Silahlı Kuvvetleri’nin karşısına alternatif silahlı güç olarak tasarlayıp güçlendirdiği polis teşkilatının askere bakışı dikkate alındığında; polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarma kullanılacak, bu nedenle İl J.K.lıkları karargahlarından istifade ile ivedilikle ağır silahlardan arındırıldıktan sonra polisin mutlaka kontrol altına alınması sağlanacak.”

El yazısı ve kapanış konuşmasında

Plandaki bu bölüme Çetin Doğan ve avukatları sahte deyip, sonradan üretildiğini iddia etseler de Süha Tanyeri’nin el yazısıyla tuttuğu notlarda bu bölümün aynen yer aldığı görülüyor.

Tanyeri’nin yanı sıra bu bölüm, Çetin Doğan ve avukatlarının, Genelkurmay Başkanlığı’nın, 1. Ordu Komutanlığı çalışanlarının ve asker-sivil bilirkişi uzmanlarının “1. Ordu’da hazırlandığını” kabul ettikleri 3 no’lu CD’de de var. 3 no’lu CD’de, “Plan Semineri Kapanış Konuşması” başlığıyla bulunan bölüm, belge şöyle:

“Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl kullanabiliriz, polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı kullanabiliriz. Bu nedenle İl J.K.lıklarının karargahlarından istifade edebiliriz. Polisle birlikte özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis mutlaka kontrol altında olmalıdır.”

Burada küçük bir dip not düşeyim. Hatırlanacağı gibi Çetin Doğan, ailesi ve avukatları iddianamenin açıklandığı ilk günden itibaren kamuoyunu yanlış bilgilendirmiş ve belgelerin yalnızca 11, 16 ve 17 no’lu CD’ler olduğunu iddia etmişlerdi. Önceki günkü yazımda bu bilginin kasıtlı olarak psikolojik harp amaçlı kullanıldığını belgeleriyle yazmıştım. Diğer CD’lerin de delil olduğunu iddianameden alıntılarla açıklamıştım. Yukarıda verdiğim bu bölümden de anlaşılacağı gibi 3 no’lu CD’de deliller arasında ve iddianamede yer almış durumda. (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (10)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz toplantılarının, olası bir senaryoya göre oynanacak yasal bir harp oyunu görüşmeleri olduğuna dair iddiaların geçersizliğini işliyor.

05.04.2012 10:42 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (10).. Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin bundan önceki son üç bölümünde, “sahte” olduğu iddia edilen belgelerle, gerçek olduğu belirtilen belgeleri karşılaştırmıştım. Ortaya ilginç bir sonuç çıkmış ve gerçek olduğu Çetin Doğan ve avukatları tarafından belirtilen belgelerin içeriğinin “sahte” olduğu iddia edilenlerle aynı ve benzer olduğu, içerik olarak da daha fazla suç unsuru taşıdığı ortaya çıkmıştı. Karşılaştırmaya bir gün ara vererek, bugün ve yarın Balyozla ilgili farklı iki konuya değineceğim.

Davanın ilk açıldığı günden itibaren, Çetin Doğan ve avukatları katıldıkları televizyon programlarında, ardından yargılandıkları mahkemede, 2003 yılı mart ayında yapılan toplantının “olası bir senaryoyu konuştukları bir seminer” olduğunu vurgulamış, diğer belgelerin de “sahte” olduklarını iddia etmişlerdi. Muhtemelen, herkesin olası senaryonun ne anlama geldiğini bilmediklerini düşünüyorlardı. Ya da bu terimi sadece askerlerin bildiğini zannediyorlardı.

Gelin, hep beraber “olası senaryo”nun ne anlama geldiğini irdeleyelim. Eğer olası senaryoyu kurgulayan reel yani gerçek bir kişilikse, üretilen senaryo kendisinin gerçek kişi olduğu durumunu etkilemez. Mesela, diyelim ki siz tüzel bir kişiliğin, 1. Ordu’nun olası bir senaryo hazırladığından bahsediyorsunuz. Bu durumda, 1. Ordu’nun kendisi, ürettiği senaryonun aksine kendi gerçek yapısını muhafaza eder. Zaten amaçlanan da budur. Olası bir senaryo karşısında gerçek bir kişilik olarak kendisinin nasıl davranabileceğini anlamak. Oysa, Balyoz Planı’nda bu söz konusu değil. Bu bizzat iddianamede belirtiliyor. 173. sayfada. Buna göre aralarında organik bir bağ olmamasına rağmen bazı Jandarma birlikleri, Birinci Ordu’ya bağlı Kolordu’nun emrine veriliyor. Ve bu görevlendirme seminerde konuşuluyor.Ayrıca, 1. Ordu Komutanlığı, gerçek yapısının aksine, Ankara ve Türkiye’nin diğer bölgeleriyle ilgili de planlama yapıyor.

Bu nokta önemli. Eğer siz gerçek bir kişilikseniz, senaryoyu uygulama adına bu gerçek kişiliğinizi kendi başınıza buyruk bir şekilde değiştiremezsiniz. Senaryo olasıdır, siz değil. Sadece bu bile Balyoz davasının Çetin Doğan ve ailesinin savunduğu şekilde sadece senaryoya dayanmadığını ispatlamaya yeter.

Ama madem bu konuya girdik, devam edelim. Yine, diyelim ki siz tüzel ve gerçek bir kişiliksiniz ve olası bir senaryo hazırlıyorsunuz. Bunun iki yöntemi vardır. Birinci yöntem şudur; senaryoyu soyut kavramlar üzerinden yaparsınız. Örneğin “olası bir irticai grup”, “aşırı sol grup” gibi. Bu durumda hem bahsettiğiniz grup olasıdır, hem de yapacakları şeyler. İkinci durumda, kanun dışılığı kanıtlanmışsa, olasılığınızı somut bir gruba dayandırabilirsiniz. Bu durumda örgüt veya yapılanma gerçek kişilik, yapacakları ise olasıdır. “Hizbullah Terör Örgütü şunu yaparsa” gibi... Ama şunu yapamazsınız; gerçek kişilerin ismini kanun dışılıkları ispatlanmadığı müddetçe olası bir senaryo içerisinde sanki suç örgütüymüş gibi kullanamazsınız. Örneğin; “AK Parti varsayalım ki şunu şunu yaparsa” gibi. Bu olası bir senaryo değil, düpedüz bir fişleme ve suçtur. Çünkü olası bir suçu işleyeceğini öngördüğünüz kişi gerçek bir kişiliktir ve böyle bir kişinin olası bir suçundan hele de bir darbe planı dahilinde bahsedemezsiniz. Halbuki Balyoz davası kapsamında olan belgeler, bu tür gerçek isimlerle dolu.

Şimdi gelelim Çetin Doğan’ın iddialarına; diyor ki, “Biz seminerde sadece senaryo çalıştık o da olası bir senaryoydu”. Halbuki yasa dışılığı kanıtlanmamış olan AK Parti’yi, yani gerçek tüzel bir kişiliği, olası bir suç senaryosunda olası bir suçla ilişkilendirerek seminerde ele almışsınız. Bazı okul müdürlerinin tutuklanması isim verilerek görüşülmüş. Binlerce kişinin tutuklanacağı, listelerin dosyalarda olduğunu “seminerde” konuşmuşsunuz. Toplantıda buna benzer örneklerin sayısı binlerce.

Şimdi isterseniz o örneklerden sadece birini ele alalım. Çetin Doğan’ın seminer konuşmasından:“Milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur, dini öne çıkartan ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz. ...Genelkurmay Başkanına, Kuvvet komutanına diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın bu işin sonu b..ktur işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım. Milli Mutabakat Hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek. Edeceği bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması en önemli birinci... Bu tabi, bu öngördüğümüz senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı...”

Evet, Çetin Doğan seminerde aynen bunları söylüyor. Şimdi yukarıdaki olasılık tesbitlerimize göre bu konuşmayı analiz edelim. Konuşmadaki Genelkurmay Başkanı çok belli ki halihazırdaki genelkurmay başkanı. Yine konuşmadaki kuvvet komutanı da belli ki halihazırdaki kuvvet komutanı. Yani her iki isim de olası bir komutan değil. Gerçek kişiler. Peki, ne teklif ediliyor bu gerçek kişiliklere. Hükümete ültimatom verin. Diğer kişiler gerçek olduğuna göre ültimatom verilecek hükümet de haliyle halihazırdaki hükümet olmalı. Yani AK Parti. Sonra ne deniyor? “Gerekirse çağırın bu işin sonu b..tur” deniliyor. “Milli Mutabakat Hükümeti” denerek de darbeyle tehdit ediliyor.

Eğer olası tehlikeleri konuştuğunuz bir seminer yapsaydınız, bu durumu belirtmek isteseydiniz hükümetin adını koymazdınız. Çünkü daha önce ne demiştik, olası suç senaryolarında eğer suçu ispatlanmamışsa siz sadece soyut kavramlarla isimlendirme yapabilirsiniz. “Olası bir hükümet ülkede rejimi değiştirirse” gibi. Halbuki siz düpedüz görevdeki hükümetten bahsediyorsunuz. Sadece bu durum bile seminerde konuşulanın olası bir senaryo olmadığını ispatlamaya yeter de artar bile.

Yukarıda yazdığımız diğer olayı da detaylandıralım. Yine iddianamenin 173. sayfasına göre Jandarmaya bağlı bazı birliklerin, 1. Ordu’ya bağlı olan 15. Kolordu’nun emrinde görev yapması öngörülmüş. Bu durum da seminerde senaryo kapsamda görüşülmüş. Halbuki, normalde Jandarma ve 1. Ordu arasında organik bir bağ bulunmamakta. İddianameyi hazırlayan savcılar bu durumun altını özellikle çizmiş. Ama biz yine olasılık hesaplarına dönelim. 1. Ordu gibi ciddi askeri bir kurum, olası bir senaryo hazırlarken kendi gerçek yapılanmasında bir değişikliğin olamayacağını bilmiyor mu? Gerçek bir kişilik olası bir senaryo hazırlıyorsa olası olan senaryodur, kendisi değil. Yani siz gerçek askeri tüzel bir kişilik olarak olası bir senaryoda kendi gerçek imkanlarınızın nasıl etkin olacağını görmek istediğiniz için bu senaryoyu hazırlıyorsunuz. İşte bu da yine bu seminerde konuşulanın bir senaryo olmadığını kanıtlıyor.

Kaldı ki 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca hazırlatılan bilirkişi raporunda şu bilgi veriliyor: “Harp oyunu ve plan tatbikatı, gerçek veya gerçek olması muhtemel bir senaryo veya jenerik senaryoya dayanarak oynanır. Plan seminerinde ise senaryo kullanılmaz.”

Askeri bilirkişi, net bir şekilde, askeri kurallara, emirlere göre plan seminerinde, senaryo oynanamayacağını belirtiyor. Çetin Doğan ve ekibinin, plan semineri yaptığı belgelerle, yazışmalarla net ve kendileri de bunu itiraf ediyorlar. Şimdi şu soru akıllara takılıyor. Siz plan seminerinde senaryo kullanılmaması emrine ve kuralına rağmen nasıl senaryo görüştünüz?

Ayrıca aynı askeri bilirkişi raporunda, Doğan ve ekibinin seminer adı altında yaptıkları darbe toplantısında siyasetçilerin resimlerini, isimlerini kullandıklarını belirtiyor. Rapordaki bölüm şöyle: “Görüşülen alternatif harekat planlarının EGEMEN harekat planı ile ilgili olabileceği gibi seminerde yapılan bir takdimde bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanılması ve silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle seminerde ‘BALYOZ Güvenlik Harekat Planı’nın ifşa olmayacak bir seviyede görüşülmüş olabileceği’ değerlendirilmektedir.”

Görüldüğü gibi yapılan olasılığın ele alındığı bir seminer değil, darbenin görüşüldüğü bir toplantı.

Askeri bilirkişinin bile seminer adı altında, darbe çalışması yapıldığını itiraf ettiği bu raporun geniş bir bölümünü ve Microsoft’un zaman çelişkisiyle ilgili bilgisini yarın sizlerle paylaşacağım." (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (11)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Askeri Bilirkişinin hazırlamış olduğu rapora göre Balyoz seminer toplantılarının açıkça bir askeri darbe hazırlığı olduğunun değerlendirildiğini işliyor. Baransu yazısında ayrıca Microsoft'tan gelen yazıya istinaden office sürümleriyle ilgili açıklamalar da yapıyor.

06.04.2012 12:35 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (11).. Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bugün, Askeri Bilirkişi’nin hazırladığı çarpıcı raporla ve zaman çelişkisiyle devam edelim. Balyoz iddianamesinde dikkatleri çeken bir rapor vardı. Taraf gazetesinde, Balyoz belgelerini yayımlamamızın ardından, 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı soruşturma açmış ve gazeteden de belgeleri istemişti. Sivil savcılara teslim ettiğimiz gibi, Askeri Savcılığa da aynı belgeleri tutanakla teslim ettik. İşte bu soruşturma kapsamında, Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan çarpıcı bir rapor hazırladı. Rapor 2 Şubat 2010’da Askeri Savcılığa ardından da sivil savcılarda teslim edildi. Bilirkişi, raporunda, kendisine teslim edilen evrakın “doğru olduğu faraziyesine” göre incelemesini yaptı. Soruşturma sırasında doğruluğunu kendisinin de tesbit ettiği evrakları ise bu faraziyenin dışında tuttu.

Binbaşı Erdoğan, ilk önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1. Ordu’ya yazılı bir emir gönderdiğini, emre göre 1. Ordu’nun plan semineri yapacağını, harp oyunu icra edemeyeceğine dikkat çekti. Çetin Doğan bu emre uymamıştı. Kendisine bağlı birliklere “olasılığı en yüksek tehlikeli senaryoyu” elden teslim ettirmişti. Normal seminerde elden teslim etme de yoktu. Bu da gizli bir organizasyon yapıldığını gösteriyordu.

Raporda dikkat çekici bir ayrıntı da gözlerden kaçmamıştı. 1. Ordu kendine bağlı birliklerden, “muhakkak” kaydıyla “somut verilere dayanarak” çalışmaları yapmasını istemişti. Halbuki Kara Kuvvetleri Komutanlığı seminerde “iç tehdidin” yer almayacağını kesin olarak belirtmişti. Bu emre rağmen, Çetin Doğan birliklerden, “1. Ordu Komutanı’nın, ast birliklerin OEYTS’ya (olasılığı en yüksek tehlikeli senaryo) dayanarak hazırladıkları alternatif harekat plan çalışmalarında muhakkak, somut verileri kullanmasını” emretmişti. Yani sıkıyönetim planları ve fişlemelerin, darbe harekatının somut veriler, gerçek isimler üzerinden yapılması emrini vermişti. Doğan bununla da yetinmemiş, “hazırlıkların, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından hazırlanan iç tehdit değerlendirmelerinin yer aldığı KKK’lığı Durum Değerlendirmesi dokümanından faydalanmalarını” emretmişti.

Askeri Bilirkişi Raporu daha sonra mart ayı semineri öncesi ve sonrasını anlatıyordu. Bazı konularda, bazı sorunlar yaşandığını da itiraf ediyordu. Ancak raporda, bu “bazı sorunların” ne olduğu açık açık yazılmıyordu. Bilirkişi açıkça belirtmese de bu sorunların, Çetin Doğan’ın emre uymaması, seminer adı altında gerçek isimlerin kullanılması, fişleme belgelerinin hazırlanması, gözaltına alınacak, tutuklanacak isimlerin belirlenmesi gibi onlarca konudan oluşuyordu. Raporun satır aralarında bunları anlatmıştı.

Rapordaki en dikkat çekici bölüm şöyleydi: 1. Ordu Komutanlığı kendisine bağlı ast birliklerle darbe planı olan “‘olasılığı en yüksek tehlikeli senaryo’ya yönelik alternatif harekat planları hazırlamaları” emri vermemesine rağmen, üstlerinden bu durumu saklamıştı. Yani darbe hazırlıkları, ast birliklere emredilmesine rağmen, üstlerden saklandı.

Askeri Bilirkişi Raporu’na göre aynı gizlilik seminer sonuçları için de gözetilmişti. Bu durum yayımlanıp yayımlanmadığı tesbit edilemeyen 31 Ocak 2003 tarihli emir yazısında ortaya çıkmıştı. Hem de emrin Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan saklanan bir nüshasında. Bu emir yazısında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na olasılığı en yüksek tehlikeli senaryonun uygulanacağı bildirilmişti. Ama bu kez de seminerde yapılacak çalışmaların sonuçları gizlenmek isteniyordu. Askeri Bilirkişi Raporu’nda bu durum şu sözlerle belirtilmişti: “31 Ocak 2003 tarihinde yayınlanan Seminer Uygulama Emrinin KKK’lığı hariç olmak üzere diğer ilgili birliklere gönderilen nüshasında.” Kilit cümle, “KKK’lığı hariç”ti. Çetin Doğan, hazırlıklarını bağlı olduğu komutanlıktan gizlemişti.

Acaba neden? İşte bu soru önemliydi. Eğer normal bir “seminer” icra ettiyseniz, bunu neden saklama ihtiyacı hissediyordunuz?

Raporun devamı da çarpıcıydı. Seminer sonuçlarının sadece ordu komutanlıklarına gönderilmesi emrini vermişti Çetin Doğan. Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve diğer kuvvet komutanlıkları ayrı tutulmuştu. Planların saklanması ise 1. Ordu Komutanlığı’nın alacağı tedbirlere göre muhafaza edilecekti. Tıpkı 12 Eylül darbesi, Bayrak Harekat Planı’nda olduğu gibi.

Askeri Bilirkişi Raporu seminerin icra aşamasıyla devam ediyordu. Bu kısımda da birtakım sıradışılıklar sözkonusuydu. Rapora göre seminer planında senaryo icra edilemezdi. Sadece hazırlanmış bir harekat planının tamamı veya bir kısmı incelenebilirdi. Yani, mart ayı semineri için düşünecek olursak, Kara Kuvvetleri’nin isteği doğrultusunda Egemen Harekat Planı’nın tartışılması gerekiyordu. Fakat seminerde senaryo ircaa edilmişti. Fakat bu durumda ortaya bir çelişki çıkıyordu. Eğer harekat planları senaryo gereği yapılıyorsa Egemen Harekat Planı’nın senaryosu niye çalışılmamıştı? Öncelikle ana planın bağlı olduğu senaryonun çalışılması gerekmiyor muydu? Dahası plan seminerinde zaten senaryo çalışılmaması gerekiyordu. Bu da bir emirdi.

Burada küçük bir parantez açalım. Askeri Bilirkişi Raporu’ndan çıkan neticeye göre, zaten daha baştan Birinci Ordu Komutanlığı’nın talebi kural dışıydı. Yani bir plan seminerinde olası bir senaryo uygulanamazdı. Halbuki Birinci Ordu Komutanlığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderdiği bir yazıyla bunu talep etmişti. Kara Kuvvetleri Komutanlığı bu talebi her ne kadar reddetse de talebin gerekçesini öğrenmek için herhangi bir soruşturmada bulunmamıştı.

Bilirkişi raporuna göre “seminerde” Silahlı Kuvvetler’in yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanmıştı. Askeri Bilirkişi Raporu bu durumu mart ayında Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın dolaylı olarak denenmesine yormuştu. Raporda bu durum da şu sözlerle ifade edilmişti: “Alternatif harekat planlarının görüşülmesi esnasında yapılan bir takdimde düşman durumunun arzı esnasında bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanılması ve seminer ses kayıtlarında da silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle alternatif harekat planlarının ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın sınırlı detayı içerecek şekilde dolaylı olarak denenmesi için kullanılmış olabileceği’” değerlendirilmekteydi.

Bir diğer husus diğeriyle çok alakalıydı. Askeri Bilirkişi Raporu’nda Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın bir darbe planı olduğu kabul ediliyordu. Raporun belki de en önemli cümleleri şu şekildeydi: “BALYOZ Sıkıyönetim K.lığı tarafından hazırlandığı anlaşılan ‘BALYOZ Güvenlik Harekat Planı’nın ise sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren bir plan olduğu ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu...”

Dikkat çekici son husus mart ayı seminerinin yapılması gerektiği gibi yapılmadığını belirten tesbitlerdi. Buna göre ast birlikler ana plan yani Egemen Harekat Planı yerine alternatif planlara yani Balyoz Güvenlik Harekat Planı’na daha çok önem vermişlerdi. Bu durumda şu cümlelerle aktarılıyor: “Ast birliklerin alternatif harekat planlarına ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle kolordu plan tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin başlangıçta konulan maksatlardan uzaklaştığı, nitekim seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu..”

Sanırım, Balyoz bir darbe planı mıydı, yoksa seminer miydi tartışmalarına, Askeri Bilirkişi’nin raporunda belirttiği bu hususlar nokta koyuyor. Evet, Balyoz dört dörtlük bir darbe planıydı ve Çetin Doğan bunu seminer adı altında, olasılığı ön yüksek tehlikeli senaryonun içine sokmuştu. Tıpkı 12 Eylül’de yapılan darbe gibi.

ZAMAN ÇELİŞKİSİ

Balyoz davasında Çetin Doğan ve avukatları, Amerika’dan aldıkları rapora göre, 11, 16 ve 17 no’lu CD’ler içerisindeki bazı dosyalarda zaman çelişkisi olduğunu vurgulamış ve belgelerin sahte olduğunu iddia etmişlerdi. Gerekçelerinden biri şuydu: “Seminer 2003 yılında görüşülmüştü. Ancak CD’lerin içerisindeki bazı dosyalar, 2006 yılında piyasaya çıkan bir sürüm ve yazı karakterinde hazırlanmış.”

Konu teknik olduğu için, başta Microsoft olmak üzere, bazı bilişimcilerden konuyla ilgili bilgiler aldık. Ellerinde CD’ler olmadığı için teknik bir karar veremeyeceklerini söyleyen yetkililer, zaman çelişkisiyle ilgili şu noktaya vurgu yaptılar. Bilişimcilerin vurgu yaptığı nokta da Microsoft’un internet sitesinde var.

“Microsoft Office 2003, Microsoft Office Excel 2003, Microsoft Office PowerPoint 2003, Microsoft Office Word 2003, Microsoft Office XP, Microsoft Excel 2002, Microsoft PowerPoint 2002, Microsoft Word 2002, Microsoft Office 2000, Microsoft Excel 2000, Microsoft PowerPoint 2000, Microsoft Word 2000 sürümlerinde hazırlanmış bir dosyayı açmak isterseniz, 2007 Office sistemi için Uyumluluk Paketi’ni yüklemeniz halinde, bu dosya açılır ve ilk kez kaydedilmiş gibi otomatik olarak kayıtlara geçer.”

Teknik olan bu konuyu açmalarını istediğimizde de şu karşılığı aldık: “2006 öncesi hazırlanmış bir dosyayı, açmak istediğinizde veya üzerinde işlem yapmak istediğinizde, Bir dosya programı, 2007 yılı uygulamasının önceki bir beta sürümünde oluşturulmuşsa, ‘Program adı’ dosyayı kaydettiğinizde, program adı 2007 dosya biçiminde en son sürüme dönüştürülür. Bu da otomatik olarak dönüşür ve dosya 2007’de kaydedilmiş gibi görünür. Bu uygulama hem Excel, hem Word için geçerlidir. Bu yöntemlerin, Word 2007’nin Beta-2 sürümünde kaydedilmiş bir Açık XML dosyasını açmaya olanak tanımadığı gibi, tek geçici çözüm, dosyayı Word 2007’nin özgün yayın sürümünde açmak ve yeniden kaydetmek. Bu yapıldığında, dosya en yeni dosya biçimiyle kaydediliyor. Böylece, belgenin alıcısı uyumluluk paketi ile birlikte Word’ün önceki bir sürümünü kullanarak dosyayı açabiliyor.”

Microsoft’un internet sitesinden de bu bilgileri görmek mümkün. Konu teknik bir konu olduğu için, görüştüğüm kişilere Microsoft’un internet sitesinde de bulunan ve anlattıkları bu konunun ne anlama geldiğini sordum. Özetle, anlayabileceğim şekilde söyledikleri şu oldu. “Bir dosya, 2007 sürümü öncesi hazırlanmışsa, bu dosyayı 2007 sürümünde açtığınızda yazı karakteri otomatik olarak değişebilir ve dosya ilk kez kaydedilmiş gibi görünebilir.” Yani, bu yazı dizisine başladığım ilk gün de belirttiğim gibi Balyoz sanıkları arasında bulunan, Ergin Saygun, Süha Tanyeri gibi kişiler 2007 sonrası listelerin güncellenmesinde hazır listeleri kullanmış ve dosyaları güncellemişler. Kaldı ki bu güncelleme itirafı da bana ait değil. Balyoz ses kayıtlarında listelerin güncellendiğiyle ilgili sanıkların ağzından yalanlayamadıkları sayısız örnek verdim. (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (12)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, delillere sahte diyen çevrelerin iddianameyi okumadıklarının net şekilde ortaya çıktığını, çünkü iddia makamının defalarca bilirkişi incelemesi yaptırdığını ve tüm şüpheleri aydınlattığını belirtiyor. Baransu ardından da iddianameden bu konudaki örnekleri aktarıyor.

07.04.2012 13:25 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (12).. Yazı dizimizin dünkü bölümünde, Balyoz iddianamesindeki, CD’leri inceleyen Teknik Bilirkişilerin raporlarını yazacağımı, hem TÜBİTAK’ın hem de Çetin Doğan ve avukatlarının kabul ettikleri ve “iyi rapor” dedikleri Askeri Bilirkişilerin raporlarındaki çarpıcı detayları aktaracağımı duyurmuştum. Bu raporlar şu açıdan önemli. Doğan ve avukatlarının üç CD’yle ilgili çelişki olarak bahsettikleri iddiaların büyük bir bölümü aslında yeni değil. Balyoz iddianamesinde bilirkişi raporlarında konular ayrıntılı olarak ele alınmış. İddianameyi hazırlayan savcılar, kendilerine gönderilen her raporun ardından da raporlar arasındaki çelişkileri ortaya koymak için, yeni bilirkişiler tayin etmiş. “Sahte, üretildi” denen, teknik olarak farklılıklar arz eden raporlardaki maddelerin tek tek açıklanmasını istemiş. Bu açıdan iddianameye bakıldığında, savcıların her iddiayı, raporu çok ciddi olarak ele aldıkları, çelişkilerin açıklanması için bilirkişiler arasında sürekli yazışmalar yaptıkları görülüyor. İddianamedeki bu gerçek, konuyla ilgili yazı yazan, gazete ve televizyonlarda yorum, haber yapan gazetecilerin, aslında iddianameyi okumadıklarını, raporları incelemediklerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu da gazeteciliğin hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından önemli bir ayrıntı.

-İddianameyi okumaktan aciz gazeteciler!-

Bu ayrıntıyı verdikten sonra raporlardaki çarpıcı detaylara gireyim. Hatırlanacağı gibi, Doğan ve avukatları ilk günden itibaren kamuoyunu yanıltmak için, doğru olmayan bilgileri dolaşıma sokmuş ve bu dolaşımı da iddianameyi bile okumaktan aciz durumda olan gazetecileri kullanarak yapmışlardı. Ancak iddianamede, sözkonusu üç CD’yle ilgili, iddianamenin açıklanmasından çok önce, savcıların geniş bir araştırma yaptıkları, her iddiayı yetkili birimlere sordukları görülüyor. CD’lerle ilgili bilirkişi raporları, iddianamenin 50-89’uncu sayfalarında genişçe yer almış.

Bugün sizlerle bu bölümde özetlediğim, önemli, çarpıcı detayları paylaşacağım. En önemli detay, hem TÜBİTAK’ın hem de Çetin Doğan ve avukatlarının “iyi rapor” dedikleri Askeri Bilirkişilerin hazırladıkları raporda görünüyor. Savcılar her iki bilirkişi heyetine de CD’ler üzerinde yapılan incelemelerden kesin sonuç alınıp, alınamayacağını, CD’lerde değişiklik yapılıp, yapılmayacağını sormuş. Savcılara verilen cevap ise oldukça çarpıcı. Önce TÜBİTAK’ın raporundan başlayıp, ardından Askeri Bilirkişi’nin verdiği cevapları okuyalım.

-Tek başına CD’ler yeterli değil!-

TÜBİTAK raporundan: “İncelenen CD’lerde bu tür değişikliklerin yapılması mümkün olmakla beraber yapılıp yapılmadığının tespit edilebilmesi için, gerçekliği destekleyici unsurlardan, (CD veya DVD’nin ve içeriklerindeki dokümanların hazırlandığı kaynak sistem, iddia edilen tarihlerde ilgili kişilerin kullandığı her türlü bilgi depolama medyası, CD-DVD medyasının fiziksel özellikleri yani üzerindeki el yazısı parmak izi, seri numarası, üretici bilgisi, yazma hızı gibi... yine iddia edilen tarihlerde ilgili kişilerin iletişim kayıtları, yani e-postalar, iletişim tespit tutanakları vb., kamera kayıtları, bina giriş-çıkış kayıtları gibi) elde edilebilenler bir BÜTÜN HALİNDE incelenmelidir.”

TÜBİTAK’ın ikinci raporundaki bu açıklamayı, raporu hazırlayan bilirkişiler ayrıntılı bir şekilde açıklamışlar. Ayrıntılarda özetle söylenen şu: “Bir CD’nin gerçekliğini inceleye bilmek için, CD tek başına yeterli değil, elimizde hard disk gibi, yukarıda belirtilen bilgilere ihtiyaç var.”

-Askeri Bilirkişi’den çarpıcı rapor-

TÜBİTAK’ın bu raporu bazıları için “taraflı” gelebilir. O açıdan gelin bir de Çetin Doğan ve avukatlarının sıkça çok iyi rapor olarak değerlendirdikleri, Askeri Bilirkişi Albay Yavuz Fildiş’in hazırladığı rapordaki çarpıcı bölüme bakalım. Askeri Savcılık da tıpkı TÜBİTAK gibi savcılığın bu sorusuna benzer bir cevap vermiş. Gelin hep birlikte okuyalım: “Elektronik belgelerin hiç birinin dijital imza ile imzalanmamış olması ve 1. Ordu Komutanlığı bilgisayar ve sistemlerinde yapılan incelemede karşılıklarının bulunmamış olması nedeni ile bu belgelerin bilimsel olarak gerçekliğinin kanıtlanması MÜMKÜN DEĞİLDİR.”

Görüldüğü gibi, Askeri Savcılık da tıpkı TÜBİTAK gibi, sadece CD’lere bakarak, incelemenin yapılmasının mümkün olmadığını, CD’lerin yazıldığı hard disk başta olmak üzere, diğer materyallere ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor. Askeri Savcılığın vurguladığı dijital imzadan kasıt ise şu. Aynı bilgiyi TÜBİTAK’ın raporunda da görmek mümkün:

“E-imza veya dijital imzanın geçerli olması için, ilgili dijital imzada kullanılan elektronik sertifika, kanunla yetkilendirilmiş makamlardan alınmış olmalıdır. 15.01.2004 tarihli 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu 23.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir.”

Bilirkişiler bu tarihten sonra Türkiye’de dört kuruma elektronik imza sertifikası verildiğini, ilgili kanun ve diğer düzenlemeler gereği 2005 yılından itibaren Türkiye’de nitelikli elektronik sertifikanın kayıtlara girdiğini belirtiyorlar. 2005 yılından önceki olaylarla ilgili incelemelerde nitelikli elektronik imzanın dayanak olarak kullanılmasının mümkün olmadığını da değerlendiriyorlar.

-Orijinal olduğunu nasıl anladınız?-

Savcılar, “tek başına CD’lerin incelenmesiyle gerçeklerin anlaşılmasının MÜMKÜN OLMADIĞININ BELİRTİLMESİNDEN” sonra bilirkişilere, bu gerçeklikten hareketle, CD’lerle ilgili nasıl orijinal raporu verdiklerini de soruyorlar. Savcılığa gelen raporlara göre, bilirkişiler, CD’leri, diğer tüm belgelerle karşılaştırıp, (yazılım, ses kayıtları, el yazıları, powerpoint sunumlar, eldeki diğer tüm dokümanlar ve teknik özellikler, ifadeler vb.) orijinal olduğuna karar verdiklerini açıklıyorlar.

Askeri Savcılık da benzer ifadeler veriyor. CD’lerle tek başına CD’lerin bilimselliğinin kanıtlanmasının mümkün olmadığını belirten Askeri Savcılık Raporu’nda ilginç bir iddiada daha bulunuyor. Bilgisayar dosyası için tek olarak üretilen hash kodunun karşılaştırılmasını yaptıklarını, hash değerleriyle CD’nin orijinal olup olmayacağının anlaşılabileceğini belirtiyorlar.Hatırlanacağı gibi, bu iddiayı Çetin Doğan ve avukatları da dile getirmiş, hash değerleriyle CD’lerin sahte olduklarını iddia etmişlerdi.

Bu bilgi üzerine savcılık, TÜBİTAK’a hash değerleriyle bir CD’nin bilimselliğinin kanıtlanıp, kanıtlanmayacağını soruyor. TÜBİTAK’ın verdiği cevap çarpıcı:

-Hash değeriyle gerçeklik anlaşılmaz-

“Özet (hash) iki dosyanın birbirinin aynısı olup olmadığını tespit etmek amacıyla kullanılabilecek uygun bir yöntemdir. Diğer taraftan, CD/DVD’lerin yazıldığı sistemlerdeki kaynak dosyalara erişim mümkün değilse bu yöntem uygulanabilir değildir. Örneğin, adli incelemelerde bir CD’nin veya dosyanın imajının alınmasından sonra değiştirilmediğini ispat edebilmek için imajın alındığı mekanda CD’nin veya dosyanın özet (hash) değerinin tarafların huzurunda kayıt altına alınması, sonradan değişiklik yapılıp yapılmadığının kontrol edilebilmesine imkan sağlar. Konusu geçen 19 adet CD’de bulunan dosyaların bilgisayarlarda CD’ye yazılmadan önceki hallerine ait özet (hash) değerleri bulunmadıkça söz konusu incelemede özet (hash) değerinin teknik bir dayanak olarak kullanılması mümkün olmaz.”

TÜBİTAK’ın bu cevabına Askeri Bilirkişilerin itiraz etmedikleri görünüyor. Kaldı ki Askeri Bilirkişiler, savcılığa sundukları raporda tek başına CD’lerle bilimselliğin kanıtlanmayacağını da belirtmişler.

Şimdi akıllara tekrar şu soru takılabilir. Tek başına CD’ler yeterli değilse, TÜBİTAK “orijinal”, bazı Askeri Bilirkişiler “CD’ler üzerinde oynama yapılmış olabilir” tesbitinde nasıl bulundular?

Savcılığın sorduğu bu soruya Askeri Savcılar cevap veremezken, TÜBİTAK yukarıda aktardığım cevabı veriyor. TÜBİTAK’ın özetle verdiği cevap şöyle: “Belgeleri, CD’lerin teknik özelliklerini, seminerin ses kayıtlarını, el yazılarını, powerpoint’leri, CD’leri hazırlayan kişilerin ifadesini, dosya adlarının kendilerine ait olduğunu söyleyen kişilerin ifadelerini ve tüm delilleri bütün olarak incelediğimizde belgelerin orijinal olduğu görünüyor.”

Hem Askeri Bilirkişi’nin hem TÜBİTAK’ın bu raporlarından sonra akıllara şu soru takılıyor. Madem CD’ler tek başına bilimsel inceleme için yeterli değil, Çetin Doğan ve avukatları aldıkları raporu neye dayandırıyorlar? Balyoz belgeleri arasında bulunan, ses kayıtlarını, imzaları, powerpoint’leri, itirafları, ifadeleri, el yazılarını nasıl açıklıyorlar?

Balyoz ve gerçekler yazı dizime, bir günlüğüne ara verip, pazartesi günü, bilirkişilerin raporlarındaki diğer teknik ayrıntıları ve çarpıcı bölümleri sizlerle paylaşacağım. İyi hafta sonları..." (Mehmet Baransu / Taraf)


Balyoz ve gerçekler (13)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Çetin Doğan'ın damat ve kızının Balyoz davası delillerini şüpheli göstermek için kamuoyunu nasıl yanılttıklarını örneklerle açıklıyor.

10.04.2012 12:34 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (13).. Balyoz ve gerçekler yazı dizimizde ortaya çıkardığımız yeni belge ve bilgilerin ardından, Çetin Doğan, avukatları ve ailesine, “Bu gerçekleri nasıl açıklayacaksınız” diye sormuştum. Beklediğim gibi ortaya çıkardığım bilgi ve belgelere cevap verilemedi. Doğan’ın damadı tarafından hazırlanan blogda, konu tek satırla geçiştirildi: “Baransu’nun yazılarına cevap vermeye değer bir şey görmüyoruz.”

Doğan’ın avukatları ve yakınları başta ıslak imzalı belgeler olmak üzere, ses kayıtlarına belgelere cevap veremeseler de bugün kamuoyunu hem blogunda hem de twitter’da nasıl yanılttıklarını, yalan bilgiler aktardıklarını, iddianamedeki belgeleri nasıl sakladıklarını sizlerle paylaşacağım.

İlk olarak Dani Rodrik’in twitter’da yazdığı bir mesajla başlayayım. Hatırlanacağı gibi yazı dizimin üç bölümünde, “sahte” olduğu iddia edilen 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı’yla, 12 Eylül Darbe Planı olan ve Balyozcuların üzerinde çalışma yaptıkları Bayrak Harekat Planı’nı, ses kayıtlarını karşılaştırmıştım. İşte bu yazılarıma Rodrik şu açıklamayı yapmış: “Baransu, sahtekarların seminer kayıtlarından alıp Balyoz belgelerine serpiştirdiği kimi ifadeleri listelemiş.”

Rodrik, soruşturmanın açıldığı andan itibaren, bu belgenin sahte olduğunu iddia etmesine rağmen, ilk kez yazdığım bölümlerin gerçek olduğunu kabul etti.

Peki, serpiştirdi denen belgeler nelerdi?

Gözaltına alınacak kişiler, Milli Mutabakat Hükümeti, tutuklanacak kişiler, el konulacak fırınlar, pastaneler, alışveriş merkezleri, tankların hangi sokağa konuşlanacağı, AK Parti’yi devirme planlı gibi binlerce belge, bilgi. Suç olan bu belge ve bilgilerin 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı içeriğinden kat be kat fazla olduğu notunu da düşeyim.

Yani; ortada bu “sahte” denen planın içeriğinden daha fazla suç unsuru taşıyan ve sanıkların gerçek olduklarını itiraf ettikleri belgeler, bilgiler var. Bu bilgiler de iki yüz sayfadan fazla. Ortada bu gerçek duruyorken, birileri bu suç unsuru belgeler yerine 11 sayfalık bir “sahte” planı neden üretsin? Kaldı ki “sahte” denen planın içeriğinin yüzde 99’u da, iki yüz sayfalık suç unsuru ses kayıtlarıyla, el yazılarıyla, bildirilerle, konuşmalarla, powerpoint’lerle aynı.

Bu gerçeğin ardından başka bir çarpıtmaya geçelim.

Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin son bölümlerinde, askeri raporlardan bazı alıntılar yapmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının kamuoyunu yanılttığı başka bir gerçeğe parmak basmıştım. Doğan ve avukatları ilk günden itibaren ısrarla 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerin tek delil olduklarını iddia etmişlerdi. Bunun doğru olmadığını iddianameden örnek vererek açıkladım. Ancak, önceki gün Dani Rodrik sitesinden “yalan” yazdığımı iddia etti. Ve iddianameden, 50. sayfadan bir kupür koyarak, delillerin sadece 11, 16 ve 17 No’lu CD olduğunu açıkladı.

Şimdi sizlere Dani Rodrik’in kamuoyunu yanıltmak için iddianamenin 50. sayfasındaki bu bölümde nasıl bir oyun oynayıp, kamuoyunu yanıltmaya çalıştığını açıklayayım.

Önce, diğer CD’lerin de delil oldukları bölümü yazalım. Bu bölüm iddianamenin 49. sayfasında. Ki bu bölümü daha önce dizimizin 7. bölümünde yazmıştık: “Balyoz Harekat Planı ve ekleri Başsavcılığımıza teslim edilen CD’lerden 11, 16 ve 17. CD lerde bulunmaktadır. Diğer CD lerin tamamına yakını ise 1. Ordu Komutanlığına ait plan seminerine konu yapılan Egemen harekat planını da içeren ve gizli nitelikteki bir kısım askeri durum ve değerlendirmeleri ve planları içeren CD lerdir. Bu nedenle söz konusu 50 klasörün tamamı EMANET KLASÖRÜ (EM 1-50) olarak adlandırılarak tamamı adli emanete alınmıştır. Bu klasörlerden dava ve suçla ilgili bir kısım çıktı ve belgeler ise yeniden fotokopi veya çıktısı alılarak klasörler halinde soruşturma dosyasına konmuştur.”

Görüldüğü gibi 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerde, Balyoz Harekat Planı’yla ilgili planların ekleri olduğu, diğer CD’lerin de delil olduğu belirtiliyor.

Şimdi gelelim Dani Rodrik’in kamuoyunu nasıl yanılttığı, belgedeki sakladığı bölüme. Rodrik, iddianamenin 50. sayfasındaki yalnızca üç CD’nin delil olduğunu iddia edip, açtığı blogunda bir de kupür veriyor. Önce, Rodrik’in okurlarıyla paylaştığı bölümü okuyalım, sonra, okurdan profesyonel bir şekilde neyin saklandığını açıklayalım.

Dani Rodrik’in blogundan verdiği kupür şöyle: “Yukarıda da belirtildiği gibi dava konusu suç ile ilgili kayıtlar Mehmet Baransu tarafından başsavcılığımıza teslim edilen 19 adet CD’den, 11, 16 ve 17 nolu CD’ler içerisinde yer almaktadır. Geri kalan CD’ler ise plan semineri, Egemen Harekat Planı ile bir kısım birliklerin durum ve değerlendirmelerine ilişkin bir kısım gizli nitelikte askeri soruşturma dosyasına konmuş ve soruşturma dosyasına konma şekli yukarıda izah edilmiştir.”

Rodrik blogunda iddianamedeki bu bölümü vererek, suç unsuru CD’ler sadece, bunlardır iddiasında bulunuyor. Yalnız, savcıların belgelerle ilgili “soruşturma dosyasına konma şekli yukarıda anlatılmıştır” bölümünü vermeyerek, aslında bunların üç CD’yle ilgili bilgiler olduğu algısı yaratmaya çalışıyor.

İddianamenin 49. sayfasındaki bölümü yukarıda verdim. Diğer CD’lerin delil olduğunu savcılar açık açık yazmışlar. Kaldı ki iddianamenin diğer bölümlerinde de 2, 4, 5, 6, 14, 15 No’lu CD’lerin deliler arasında bulunduğu ayrıntılı olarak anlatılıyor. Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin 7. bölümünde bu konuyla ilgili bilgiler vermiştim.

Şimdi gelelim Rodrik’in, iddianamenin 50. sayfasında yaptığı manipülasyona. Yukarıdaki kupürü veren Rodrik, ilginç bir şekilde kupürün “yukarıda izah edilmiştir” satırından sonrasını kesiyor. Devamını okurdan saklıyor.

Neden mi?

Çünkü bu satırın devamında, savcılık diğer CD’lerin de delil olduğunu açıkça yazıyor: “Bunun dışında kalan diğer CD’lerin davanın diğer taraflarına verilip verilmeyeceği (Üç CD’nin avukatlara verileceğine karar veriyor savcılık. –MB) hangi aşamada verileceği verilmeden önce bu CD içeriklerinin mahkemenizce incelenip bazı evrakların mı yoksa tamamının mı verileceği yine YUKARIDA belirtildiği gibi DAVA KONUSU SUÇLA İLGİLİ OLMAYAN (Savcılık diğer CD’lerde davaya konu suç belgelerin olduğunu bu ifadeyle belirtiyor. –MB) belgelerin ilgili komutanlığa iade edilip edilmeyeceği veya hangi aşamada iade edilip edilmeyeceği veya hangi aşamada edileceği hususları mahkemenizin takdirine bırakılmıştı. Askeri müdahaleye yönelik soruşturma konusu planlar dışındaki birliklerin planlarına gizliliği ihlal etmemek açısından yer verilmemiş, yalnız soruşturma konusu suça ilişkin planların yası dışılığını ortaya koymak açısından zaman zaman bunlara değinilmiş, karşılaştırma yapılmıştır. Devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgi niteliğindeki dokümanlar, suç teşkil eden dokümanlardan ayrılarak 2010/144 sırasına kayden adli emanette muhafaza altına alınmıştır.”

Dani Rodrik’in belgenin devamını vermediği işte bu bölümde diğer CD içerisindeki suça konu belgelerin dosyaya konduğu ve CD’lerin delil olduğu net bir şekilde görünüyor.

Dani Rodrik, blogunda yazdığı yazısında “Baransu, 1. Ordu Komutanlığı bilgisayarlar ve sitemlerinde yapılan incelemede Balyoz belgelerinin karşılığının bulunmadığını saptayan rapordan hiç bahsetmiyor” diyerek, benim bazı gerçekleri sakladığımı da iddia ediyor.

Öncelikle bahse konu rapor şu; CD’leri teslim ettiğimiz Askeri Savcı, 1. Ordu’nun bilgisayarlarında inceleme yaptığını söylemiş, ancak bilgisayarların harddiskleri zaman içerisinde değiştiği için 2003 yılına ait bilgilere ulaşamadığını belirtmişti. Karşılık bulunmadığından kasıt bu. Kaldı ki aynı savcının internete ses kaydı düştü ve Askeri Savcı, Balyoz’un darbe planı olduğunu, sivil savcıların bunu anlamayacağını itiraf etti. Dani Rodrik bilir mi bilmem ama aynı savcı Kozmik Oda’da da inceleme yapmak, belgeleri ve bilgisayarları kontrol etmek istemişti de dönemin 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız buna izin vermemişti. Yani, ortada aslında incelenen bir durum da yoktu. (Mehmet Baransu / Taraf)




Balyoz, 'sahte' belgeler ve ses kaydı
Arsenal Danışmanlık, 11 ve 17 nolu CD'lerin içindeki bazı raporlarda Office 2007 yazılımının kullanıldığını belirtmiş. Bence, bu durum, sahtekarlığın değil, güncellemenin işareti sayılmalı. Çünkü bir sahtekarlık söz konusu olsa, belgelerin tümünün Office 2007 programıyla yazılması gerekirdi.

28.03.2012 12:37 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz, "sahte" belgeler ve ses kaydı.. Arsenal Danışmanlık, 11 ve 17 nolu CD'lerin içindeki bazı raporlarda Office 2007 yazılımının kullanıldığını belirtmiş. Bence, bu durum, sahtekarlığın değil, güncellemenin işareti sayılmalı. Çünkü bir sahtekarlık söz konusu olsa, belgelerin tümünün Office 2007 programıyla yazılması gerekirdi.

(...) Yukarıda yayınladığım konuşmalardan, sabah kahvaltısında, askeri hakimler, sadece Balyoz belgeleri değil, Plan Semineri üzerinde de tartıştığı anlaşılıyor. Hatırlatalım: Plan Semineri'nde 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'a tekmil veren komutanlardan bazıları şöyle diyordu: "İstanbul'un üzerine çökeriz...", "Gözaltına alınan ve tutuklananlar, başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek tesislerinde, Ümraniye'de Netaş misafirhanesinde, Kadıköy'de Fenerbahçe stadyumunda toplanacak ve bilahare sorgulanmak üzere Ümraniye Kapalı Cezaevi'ne götürülecek. Jandarma ve polis sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır."
Askeri hakimler, böyle bir Plan Semineri'nin olamayacağını aralarında konuşuyorlar.

Tekrar edeyim: Bütün delillere hakim olan mahkeme kararı verecek ama Arsenal'den alınan rapora dayanarak, yoğunlaşan sahtecilik iddiaları karşısında, bu ufak hatırlatmayı yapmak zorunda kaldım. (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Mahkemenin delilleri tartışması gerekir
Delillerle ilgili şüpheleri savcılık dikkate almadıysa bile, mahkeme heyetinin bu delilleri tartışacağını ve hükmü, iddiaları bir sonuca bağlayarak vereceğini umut ediyorum. Ancak, o tarihte gazetecilik yapan herkes, 1. Ordu'daki sıra dışı gelişmelerin farkındaydı.

31.03.2012 10:25 Nazlı Ilıcak (Sabah): "Balyoz'da sona doğru.. Balyoz davasında savcılar, bütün sanıklar hakkında "darbeye eksik teşebbüsten" 15 ila 20 yıl arasında hapis cezası istedi. Sanık avukatları itiraz ediyor. Darbeye ilişkin dijital belgelerin sahte olduğuna dair raporların dikkate alınmadığından yakınıyor. Sanıklar, 2003'te hazırlandığı söylenen bazı belgelerde, daha sonraki tarihlere ait firmaların isimlerinin bulunduğu, ya da bir kısım dosyanın 2007'de icat olan Office programıyla yazıldığını belirtiyorlar. Savcılık dikkate almadıysa bile, mahkeme heyetinin bu delilleri tartışacağını ve hükmü, iddiaları bir sonuca bağlayarak vereceğini umut ediyorum.
 
Ben her zaman, Balyoz iddianamesinin de delilleri arasında yer alan Plan Semineri'nin ses kayıtlarının ve gerçek olayların üzerinde durdum. Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın itirazına rağmen, emir dinlenmeyerek yapılan iç tehdide yönelik bir seminer söz konusu. Şüphe bu noktadan başlıyor. Daha sonra seminerde konuşulanlar: "Ümmet anlayışını ve dini öne çıkaran bir hükümet yerine milli birliği sağlayacak Milli Mutabakat hükümetinin kurulması, Genelkurmay Başkanı'nın hükümete gerekirse ültimatom vermesi için uyarılması." (Bunlar Çetin Doğan'ın sözleri) Korgeneral Şükrü Sarıışık, Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın, Korgeneral Ergin Saygun'un konuşmaları. (Bütün metinler internet sitelerinde bulunabileceği gibi, Mehmet Baransu'nun Karargah kitabında da teferruatıyla okuyabilirsiniz.)

Mesela Şükrü Sarıışık, 12 Eylül'ü hatırlatıyor, ülkenin o dönem sütliman haline geldiğini söylüyor ve diyor ki: "Harekatın, 12 Eylül gibi, baştan itibaren organize edilmesi, (tehdidin) bir anda söndürülmesi imkanını sağlar."

Zaten Plan Semineri öncesinde, 12 Eylül Bayrak Harekatı Planı üzerinde Süha Tanyeri'nin notlar tutmak suretiyle çalışma yaptığını ve bu belgelerin taranarak CD'lere yüklendiğini biliyoruz.

Son bir tespit: Mehmet Baransu'yla konuştum. Microsoft yetkilileriyle irtibata geçmiş ve eski yazı karakteriyle yazılan dosyaların, 2007 Word veya Exell ile açıldığında, 2007 sürümüne dönüşüp yeniden kaydedildiğini öğrenmiş. Bir başka ifadeyle, güncelleme yapmak amacıyla dosya açıldığında, eskisi, yeni yazılım biçiminde kopyalanıyor. Ama dedim ya, konu çok teknik. Tabii ki mahkemede bütün bu delillerin tartışılması gerekir. Sanıkların talep ettiği gibi, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de tanık olarak dinlenmeli. Lakin Plan Semineri'nin ses kayıtları, o dönem 1. Ordu'da gayritabii bir faaliyet olduğunun tanığı. Ayrıca, o tarihte gazetecilik yapan herkes, 1. Ordu'daki sıra dışı gelişmelerin farkındaydı." (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Balyoz sanıklarından basına mektup
Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf sanıklarından 46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına gönderdi. Mektupta, 14 aydır tutuklu bulunduklarına dikkat çeken sanıklar, bu durumun 'hukuksuzluk'tan kaynaklandığını iddia etti.

05.04.2012 12:31 Hasdal Cezaevi'nde tutuklu bulunan, aralarında Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu ve Koramiral Kadir Sağdıç'ın da bulunduğu 46 Balyoz sanığı, ortak bir mektup hazırladı. Mektuba isimlerini yazıp imzalarını atan sanıklar, bu mektubu basın mensuplarına gönderdi. Seslerini basın mensupları aracılığı ile duyurmak isteyen sanıklar, mektupta, 14 aydır Hasdal Cezaevi'nde tutuklu bulunduklarını belirtti. Bu durumu 'hukuksuzluk' ile açıklayan sanıklar, "Haksız olarak özgürlüğümüzden mahrum bırakıldık." dedi. Tutukluluklarına gerekçe gösterilen dijital verilerin maddi delil kabul edilemeyeceğini ileri süren sanıklar, savunma haklarının ellerinden alındığını öne sürdü. Mektup aynen şu şekilde:

"Kamuoyunun ve sizlerin çok iyi bildiğiniz gibi “Balyoz Davası”, 2003 yılında dönemin 1’inci Ordu Komutanı’nın Harp Akademileri Komutanı, Donanma Komutanı ve Jandarma Bölge Komutanı ile birlikte bazı subaylara “Balyoz, Suga, Oraj, Sakal, Çarşaf” adı verilen darbe planları hazırlatması ile bu planların 5–7 Mart 2003 tarihinde Ordu Komutanlığında yapılan bir seminerde örtülü olarak denenmesi iddiası ile açılmış bir davadır. Bu davada 250’si tutuklu 365 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu yargılanmaktayız. Bunlardan yarısından fazlası halen görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve amiraldir. Bizler, bir “hukuk garabeti” iddianame ile kendi ülkemizde aylardır özgürlüğümüzden yoksun, esir olarak tutuluyor ve dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak yargılanıyoruz. Bu davanın başından beri bir kısım yazılı ve görsel basının masumiyet karinesini ve yasaları ayaklar altına alarak, aleyhimize yapılan ve hakarete varan iftira ve yorumlarda bulunmalarına, Türk subayını ve generalini yine yasalara aykırı olarak yargılanmadan çete üyesi olarak ilan etmelerine rağmen, suçsuzluğumuz ve kendimize olan güvenimiz nedeniyle bugüne kadar vakur duruşumuzu bozmadık, bundan sonra da bozmayacağız. Zira bizler devlet terbiyesi içinde yetiştik. Devletin ve milletin kendi ordusuna karşı bu kadar büyük bir haksızlık ve hukuksuzluğa izin vermeyeceğini, devletine ve milletine yıllardır, büyük bir özveri ile ölümüne hizmet eden TSK mensuplarına karşı yapılan bu ihaneti göreceğini düşünerek adaletin tecelli edeceğinden endişe etmedik ve asker metaneti içinde sabırla bekledik. Ancak mahkemenin savunmanın taleplerini görmezden gelen haksız ve hukuksuz uygulamaları, bizim bu düşünce ve söylemlerin doğruluğundan şüpheye düşmemize neden oldu. Acaba, güvendiğimiz Türk adaleti, güvenimizi boşa mı çıkarıyordu?

Gelinen bu aşamada kamuoyunu ve sizleri doğru olarak bilgilendirmenin gerektiğine inanarak bu mektubu yazma ihtiyacını hissediyoruz. Aslında yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki, ciltler dolduracak kitap olur. Zamanınızı da fazla almadan sadece ana konulara değinerek dava hakkında bazı önemli hususlara açıklık getireceğiz.

Balyoz davasının anlaşılabilmesi için şu nokta çok önemlidir: Balyoz davasının dayandırıldığı plan semineri ile seminerde provasının yapıldığı iddia edilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat Planları”nı mutlak suretle birbirinden ayırmak gerekmektedir. Çünkü Balyoz davasının iddianamesi incelenirse savcı tarafından seminer yapılması nedeniyle değil, fakat seminerde sözde Balyoz adlı bir planın örtülü olarak denendiği iddiası ile atılı suçlamanın yapıldığı görülecektir.

Plan seminerinde, 1’inci Ordunun hasım ülkeye yönelik harekat planı, olabilecek en kötü duruma göre tartışılmıştır. Yani, hasım ülkeyle cephede savaş varken ve Ordunun bazı birliklerinin de İç Güvenlik Harekatı nedeniyle diğer cepheyi takviye ettiği koşullarda, yine 1’inci Ordu Komutanlığının geri bölgesinde olabilecek karışıklıklara karşı, sıkıyönetim ilanını takiben alınabilecek tedbirler de görüşülmüştür. İki buçuk gün süren seminer süresince katılımcılar tarafından yapılan tüm sunumlar ve konuşmalar Ordu Komutanının emriyle kayıt altına alınmış, CD ve kaset olarak Ordu Karargahında saklanmıştır. Bu kayıtlar, yıllar sonra bazı işbirlikçiler tarafından karargah dışına sızdırılmıştır. Bugün seminere katılan toplam 162 kişiden sadece 51’i sanık olarak yargılanmaktadır. Eğer seminer iddia edildiği gibi bir darbe planının denendiği seminer olsaydı diğer katılımcıların da iddianamede yer alması gerekirdi. Davada yargılanan toplam 365 sanıktan 314’ü ise seminere kesinlikle katılmamıştır.

Diğer taraftan sanıkların suçlanmasına neden olarak gösterilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat Planları”, 5–7 Mart 2003 tarihlerinde icra edilen seminerden yıllar sonra, 1’ inci Ordu Komutanlığı Karargahından sızdırıldığı anlaşılan seminerdeki gerçek konuşma ve sunumlarla ilişkilendirilmek suretiyle, art niyetli kişiler veya gruplarca bilgisayar ortamında kurgulanıp üretilmiş, sahteliği duruşmalarda defalarca kanıtlanmış, yazıcı çıktılarının dahi alınmadığı savcı tarafından belirtilen, tamamı imzasız sanal/dijital planlar ve bunlarla bağlantılı olduğu izlenimi verilen yazışmalardır. Seminerde yapılan sunum ve tartışmalarda, hiçbir şekilde “Balyoz” adı, bu planın alt planları olduğu iddia edilen Hava Kuvvetlerinin “Oraj”, Deniz Kuvvetlerinin “Suga”, Jandarmanın “Sakal” ve “Çarşaf” Planlarının adları asla geçmemiş ve tartışma konusu olmamıştır. Bunu tanıklar da teyit etmiştir. İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan sahtekarlık işte budur. Birileri, 2008 yılı sonrasında, bir bilgisayarda 1’inci Ordu Plan semineri kayıtlarından istifade ederek sahte planlar düzenlemiş, üst veri bilgilerini tasfiye etmek istediği subayların adına tanzim etmiş, oluşturma ve son kayıt zamanlarına 2003 yılını yazmak suretiyle, suçlamaya ve tutuklamaya dayanak teşkil eden dijital verileri üretmiştir. Üst veri bilgilerindeki sahtekarlıklar, sorgulamalarında, sanıklar ve avukatları tarafından hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak ortaya konmuş, ayrıca bunların 2007 yılında
piyasaya sürülen bilgisayar programı ile oluşturulduğu tarafsız bilirkişi raporları ile de teyit edilmiştir.

Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif raporlarında adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında verildiğini gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından bilginiz var mı?

Aksaz’da gizli toplantıda olduğu iddia edilen amirallerin o zaman diliminde yabancı bir limanda olması, sözde “gözaltına alınacak personel” isimlerinden oluşan listedeki üniversite öğrencilerinden bir kısmının o tarihte henüz ortaöğretim çağında bulunması, bazı kurumlarda gösterilen personelin ise o kurumlara 2006 yılından sonra girmiş olduklarının resmen tespit edilmesi ya da sözde darbe hazırlığı için görev yapan gemilerin esasen o tarihte tersanede bakımda olması gibi daha nice sahtekarlıkları resmi duruşma kayıtlarında, davayla ilgili internet sitelerinde bulabilirsiniz. 2008 yılından sonraki bir tarihte 2003’e aitmiş gibi bir plan hazırlamak birçok yalanı bir araya getirmeyi gerektirdiğinden sahtekarlar tarafından yaratılan sözde planlarda ve yazışmalarda 1500’ün üzerinde hata yapılmıştır. Tüm bunlara gözlerinizi ve kulaklarınızı kapamak bir kısım subayları suçlu durumuna düşürmek isteyen komplocu insanların hain oyununa gelmek olacaktır. Türkiye’de aydınlar, bilim insanları, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve adaleti sağlamakla görevli kurumlar başlarını kuma gömme hakkına sahip değildir.
 
Eğer bu konuda yukarıdaki ifadelere katılmayanlar varsa, içine şüphe düşmeli ve gerçeği araştırmalıdır. Eğer yukarıdakilerin gerçeğin ifadesi olduğu biliniyor, susuluyor veya göz yumuluyorsa kamuoyunu doğru aydınlatma sorumluluğu yerine getirilmiyor demektir. Diğer taraftan yukarıdaki gerçekler biliniyor fakat bunun aksi söylenerek,“Silahlı Kuvvetlerin içindeki bir cuntanın temizlendiği ve bu yolla Türk demokrasisinin ilerlediği” iddia ediliyorsa, ülkemize onarılması zor zararlar da verilmektedir. Haksız ve hukuksuz olarak masum insanların bile bile rehin alınmalarını, “demokrasi adına yapılması gereken bir hareket” olarak görmek veya “başka çaresi yoktu, masum insanlar suçlansa da bu yapılmalıydı” diye düşünmek, gerçek ve ahlaki olmadığı gibi hukuka uygun bir düşünce de değildir. Bizim de her zaman en büyük arzumuz, Türkiye’de gelişmiş bir demokrasinin yerleşmiş olmasıdır. Ancak düzmece olayların ve yalanların yanında saf tutmak vicdanları kanatan, yanlış ve insanlığa yakışmayan bir davranıştır. Demokrasimizin gelişmesine de bir katkı yapması beklenmemelidir. Bazı insanlar Balyoz Davasında neler olduğunu tam olarak bilemeyebilir, yanlış bilgilendirilebilir veya çeşitli nedenlerle bilmiyor gibi görünmek de isteyebilir ve hatta bile bile yanlış da yazabilir, söyleyebilir. Ancak yaşadığımız bilgi çağında dünya kamuoyu her şeyi açık seçik bilecek ve tüm dünyada “Türk Ordusu, basit bir komplo ile general, amiral ve subayları saf dışı edilebilir bir Ordudur” şeklinde algı yaratılmış olacaktır. İşte bu tarihe ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kötü mirastır ve Türk tarihine ihanettir. Ülkemizin geleceğini de ipotek altına alabilecek bu durumdan bir an önce kurtulmamız gerekmektedir. Türk milletinin, her zaman gerçeğin ve doğrunun yanında olan, aydın duruşunuza ihtiyacı vardır. Gelecekte, Türkiye’nin şu anda yaşadığı olaylar ve gerçekler bütün açıklığıyla ortaya çıktığında, gerçeğin yanında yer almanın onuru ile yaşamanın hepimize daha çok yakışacağını düşünmekteyiz. Mektubumuzu haksız yere tutuklanmış bir düşünürün şu sözleri ile bitirmek istiyoruz “Tutuklu iken beni en çok üzen düşmanlarımın hakkımdaki kötü sözleri değil, dostlarımın sessizliği olmuştur!” İlginize teşekkür eder, saygılarımızı sunarız. Bilgin Balanlı Hv. Orgeneral

25 Mart 2012 tarihli “İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan sahtekarlık budur” konulu yazının imza sirküleridir.

Yurdaer Olcan, Korgeneral, A. Can Erenoğlu, Koramiral, Rıdvan Ulugüler, Korgeneral, Deniz Cora, Koramiral, Ziya Güler, Hv. Korgeneral, Nedim Güngör Kurubaş, Hv. Plt. Tümgeneral, M. Erhan Pamuk, Hv. Plt. Tuğgeneral, H. Nejat Akgüner, Dz. Kur. Alb., Şafak Yürekli, Tuğamiral, Beyazıt Karataş, Hv. Plt. Tümgeneral, Gökhan Gökay, Tuğgeneral, Yalçın Ergül, Hv. Plt. Tümgeneral, Levent Görgeç, Tuğamiral, Turgay Erdağ, Tuğamiral, A. Sadi Ünal, Tuğamiral, Cengiz Köylü, Hava Albay, Hanifi Yıldırım, J. Kur. Alb., Ahmet Yavuz, Tümgeneral, Turgut Atman, Hv. Korgeneral, Murat Saka, Dz. Kur. Alb., İsmail Taş, Hv. Plt. Tümgeneral, Ümit Metin, Dz. Kur. Alb., Nedim Ulusan, P. Kur. Yb., Kubilay Baloğlu, Hv. Plt. Tuğgeneral, Erhan Kubat, J. Kur. Alb., Osman Kayalar, Tuğamiral, Fikret Güneş, Tümamiral, Gürbüz Kaya, Tümgeneral, Sinan Ertuğrul, Tümamiral, Bülent Kocababuç, Hv. Plt. Tümgeneral, Bülent Günçal, Hv. Hak. Alb., Murat Özçelik, J. Kur. Alb., Ahmet Erdem, Hv. Hak. Alb., Ender Güngör, Dz. Kur. Alb., Mücahit Şişlioğlu, Tümamiral, Kadri Sonay Akpolat, Dz. Kur. Alb., Ahmet Tuncer, Kur. Alb., Mehmet Eldem, Tuğgeneral, Hasan Fehmi Canan, Tümgeneral, Murat Ataç, Kur. Alb., Aziz Yılmaz, J. Kur. Alb., Fatih Altun, Kur. Alb., Nihat Altunbulak, Dz. Kur. Alb., M. Koray Eryaşa, Dz. Kur. Alb., Ahmet Hacıoğlu, J. Kur. Alb., Mehmet Erkorkmaz, Kur. Alb., Taylan Çakır, Dz. Kur. Alb., V. Murat Tulga, Kur. Alb., Dora Sungunay, Dz. Kur. Alb."




Balyoz sanıkları böyle yanıltıyor
Balyoz sanık ve avukatları kamuoyunu yanıltma çabasından vazgeçmiyor. Delillerin sahteliğine dair iddialar günlerdir medyada çeşitli şekillerde çürütülüyor. Ayrıca savcı esas hakkındaki mütalaasında bunları zaten tek tek açıklamış. Ama 920 sayfalık mütalaa okuma zahmetine girilmeden, iddialar tekrar edilmeye devam ediliyor. Maksat herhalde kafa karıştırmak, verilecek hükmü şimdiden karalamak..

05.04.2012 13:21 Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf sanıklarından 46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına gönderdi. Mektupta, 14 aydır tutuklu bulunduklarına dikkat çeken sanıklar, bu durumun 'hukuksuzluk'tan kaynaklandığını iddia etti. Yukarıda aynen aktardığımız mektubun tamamı incelenip tek tek cevaplanması gereken iddialarla dolu. Zaten bu sayfadaki çalışma da bu amaçla hazırlandı. Yani delillerin sahteliğine dair iddiaları ve cevaplarını içeriyor. Ancak mektupta yer alan bir iddianın hemen cevaplanması mümkün. Çünkü defalarca dile getirildi, cevabı da defalarca verildi. Ancak sanıklar aynı iddiaları tekrar dile getirmekten nedense çekinmiyor.

Mektupta şu paragraf aynen yer alıyor:

"Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif raporlarında adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında verildiğini gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından bilginiz var mı?"

Bu iddiayı ilk dile getiren 5 Eylül 2011 tarihinde Aydınlık gazetesi oldu (Erişim tarihi 19 Eylül 2011):

http://www.aydinlikgazete.com/index.php?option=com_content&view=article&id=3252:sokak-isimlerinde-tarih-celikisi&catid=35:joomla&Itemid=95

Aydınlık, Gölcük'ten çıkan Balyoz belgelerinde sokak isim çelişkisi var diye iddia etmiş ve Fatih semtindeki "Manyasizade" ile "Darüşşafaka" caddelerinin isimlerini dile getirmiş.

O sokak isimleri 2006 yılında belediye kararıyla verilmiş olabilir ama bu resmi düzeyde. Halk arasında o isimler zaten yıllardır vardı. Bu isimler halk arasında kullanılan eski tarihi isimler. Bunun ispatı da çok kolay. Kütüphanelere giderek 2003 ve eski tarihlerde de bu sokak ve cadde isimlerinin resmi yazışmalarda bile kullanıldığı kolaylıkla görülebilir. Aşağıda 5 adet örnek ile bunu ispatlıyoruz.

Cumhuriyet gazetesinden, Manyasizade sokak/cadde kelimelerinin geçtiği 5 adet haberi belirtiyoruz. Tarih ve sayfa nolarını verdiğimiz bu nüshalar kütüphanelerden bulunarak doğruluğu kontrol edilebilir. Bu haberler de gösteriyor ki o isimler sadece halk arasında değil resmi evraklarda da yıllardır kullanılmakta bilinmekte. Belediyenin 2006 yılında bu isimleri resmen vermesi durumu değiştirmiyor.

Cumhuriyet, 16 Mayıs 1997, Sayfa 1
..savcüığa sevk edildi. 3 günlük operasyonlarda 88 kişinin gözaltına ahndığı bildirildi. Alman ZDF televizyonu için Manyasızade Sokak'ta çekim yapmak isterken tartaklanan kameraman. olayı eğlenceli bulduğunu söyledi..

Cumhuriyet, 27 Ocak 1985, Sayfa 2
..ISTANBUL ASLİYE 6. HUKUK HAKİMLİCİNDEN 1984/286 Davacı Selahattın Akbayrak tarafından davalı Ismaıl Hakkı Se nm aleyhıne açılan hukmen tescıl davasında Manyasızade Cad No 43 Çarşamba Fatıh Istanbul adresınde bulunduğu bıldınlen davalı Ismaıl Hakkı Serım yapılan tebhgatla gel medığınden gıyabında duruşmanın vurutulmesıne karar venldığınden, duruşma gunu olan 13 3 1985 gunu saat 10'da duruşmaya..

Cumhuriyet, 14 Mayıs 1979, Sayfa 8
.. O. PAŞA Şükran (Cumhuriyet Meydanı, 17}, Şifa (Kücükköy. G. O. Paşa Cad. 14/C) FATİH Yeni Işık (Carşamba. Manyasizade Cad. 65), Bal (Mıhcılor Cad. 33/60) Dinçer fMillet Cad. 155/ 2), Esin (Haseki, Müiet Cad. 219/1). Duygu (K. M. Paşa, Kocamustafapaşa Cad. 202), Cınar (Kücükmustafapaşa Cad. 82) KADIKÖY Sevgi (3ahariye Cad. 37), Saray (Acıbadem, Sarayiı Şemsıbey Sok. 11/2), Fatoş (Kızıltoprak..

Cumhuriyet, 18 Ocak 1979, Sayfa 8
..Sirkeci (Sırkecl. Muradıye Cad 30). Kanoat (Beyczıt, Kctckol Sok 4) Semo (Lalelı, Gencturk Ccıd 17/3). EYUP. Uc Şehıtler (Istanbul Cad. 42/7) Tuna (B Pasa, Muratpa«o Mah Tuna Cad 78), İncı (Ramı, Reşadıye Cad. 3J, 1). Guzeitepe (Alıbeykoy. Mehmet Akıf Ersoy Caa 15). FATIH Yeni Işık (Carşamba. Manyasızade Cad 65). Bal (M.hcılar Cad 5?'5O], Dıncer (Mıllet Cad 155/2), Esln (Hasekı Mıllet Cad. 219/F..

Cumhuriyet, 03 Nisan 1978, Sayfa 9
..: Bahcekapı Vakıf Han Ş. 5). Eczone Gürkök (Cemberlitaş, Vezirhan C. 4/6). Şarım (Aksaray, M.K. Paşa C. 58), EYÜP: Petek (Yusuf Muh lis Paşa C. 8), Meydan (Bayrampaşa, Tuna C. 86/ C), Ümit (Romi. Mahmudiye C. 26), Levent (Silahtar, Mareşal Fevzi Cokmak C. 11/A). FATİH: Yeni Işık (Carşam ba, Manyasizade C 65), Bal (Mıhcılar, C. 58/60), Kanoat (Şehremini, Saray Meydanı, 14/1), Zofer (Fındıkzade, Molla Gurani..

İlginç bir ayrıntı da, Aydınlık'ın dile getirdiği bu iddianın geçersizliği, 1 nolu sanık Çetin Doğan'ın kızı ve damadı tarafından web sitelerinde, alt taraflarda bir paragrafta itiraf edilmiş olması. (Erişim tarihi 19 Eylül 2011):

http://cdogangercekler.wordpress.com/2011/09/06/cami-bombalama-planlarinin-sahte-oldugunu-nereden-biliyoruz/

Şöyle denilmiş:

"NOT: Bazı internet haber sitelerinde bu planlara ait keşif raporlarında geçen sokak isimlerinden kimilerinin 2003’de mevcut olmadığı, bu isimlerin 2006-2007 tarihlerinde verildiği yazıldı. Bizim internet üzerinden yapabildiğimiz araştırmaya göre Manyasizade ve Darüşşafaka caddeleri 2003 tarihinde mevcut (2001 basım Ingilizce bir Turizm rehberinde her iki caddenin de adı geçiyor)."

Evet, Aydınlık'ın ortaya attığı ve 46 Balyoz sanığının hala ileri sürebildiği bu iddia, Çetin Doğan'ın kendi kızı ve damadı tarafından dahi farkına varılarak kullanılmamış. Ama maksat kafa karıştırmak olunca Aydınlık'ın ortaya attığı bu karanlık iddia ile birileri hala kamuoyunun kafasını karıştırmak istiyor. Çetin Doğan'ın kızı dahi farkına varmış, bu yola tevessül etmemiş. Ama 46 sanık hala bunu ileri sürebiliyor, kafa karıştırmaktan başka ne anlamı olabilir ki bunun. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Sanıklar kendi bilirkişi raporlarını sunuyor
Balyoz davasının 29 Mart 2012 tarihinde görülen 88. duruşmasında bazı sanıklar, delil cd'lerinin sahte olduğuna dair bilirkişilere hazırlattıkları raporları mahkemeye sundular. Sanıklar mahkemeden, Emniyetin hazırladığı raporları değil bu bilirkişi raporlarını esas almasını talep ettiler.

29.03.2012 12:20 Balyoz davasında sona çok yaklaşıldı. Savcının her an esas hakkındaki görüşünü sunması beklenirken, sanıklar bazı delil cd'lerinin polis tarafından üretildiği iddiasında ısrarlı. Bugün görülen 88. duruşmada söz alan tutuklu sanık Albay Aydın Sezenoğlu ve bazı sanıkların avukatı Ali Sezenoğlu, dosya kapsamında çok sayıda rapor bulunduğunu ve iddia makamının sadece emniyetin raporlarını referans aldığını belirterek, savcılığın, birçok bilirkişi ve kurul tarafından hazırlanmış raporları, manipülatif olduğu gerekçesiyle yargılama için referans almadığını söyledi.

-Avukat Sezenoğlu, 'cd'ler sahte' raporunu sundu-

Bilirkişilerin yaptıkları iş gereği tarafsız olduklarını ifade eden Sezenoğlu, dava konusu 5 numaralı hard disk ile 11, 16 ve 17 numaralı CD'lerin imajlarını, incelemesi için Adalet Bakanlığı'nın resmi internet sitesindeki bilirkişi listesinde yer alan bilirkişilerden Tevfik Koray Peksever'e verdiklerini, Peksever'in de bu konuda bir rapor hazırladığını kaydetti. Sezenoğlu, söz konusu raporda, ''CD ve hard disk imajlarının, CMK ve Elektronik İmza Kanunu'nun delil usullerine uyularak alınmadığı, CD imajlarının bilimsellikten uzak oluşturulduğu için delil sayılamayacağı ve 5 numaralı hard diskte virüs bulunduğu ve CD'lerin de 2003 yılında var olmayan teknolojileri taşıdığı'' tespitinin yer aldığını belirtti. Bu rapora itibar edilmesini isteyen Sezenoğlu, Peksever'in tanık olarak dinlenilmesini talep etti.

-Çetin Doğan, Arsenal şirketinin 'cd'ler sahte' raporunu sundu-

Tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan da söz alarak, 5 numaraları hard diskin analizini içeren yeni bir belge sunacağını belirterek, ''Bu belgenin tek cümlesini dikkatinize sunacağım, '8 Nisan 2003'den önce yazıldığı iddia edilen 120 dosya ve klasör, kesin tarih olarak 15 Temmuz 2009'da oluşturulmuş' Bilirkişi getirip inceletin'' dedi. Doğan'ın bahsettiği raporun ABD'nin ''Arsenal Adli Bilişim ve Danışmanlık Kurulu''ndan bu sabah saatlerinde alınan ve dava konusu 5 numaralı hard diskle ilgili 2. bilirkişi raporu olduğu öğrenildi. (AA)

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen duruşmada, tutuklu sanıklardan Jandarma Albay Abdurahman Başbuğ, 21 sayfalık sunum gerçekleştirdi. Sunumunun ardından, bilirkişi raporu hazırlayan TÜBİTAK uzmanlarının mahkemeye çağrılarak beyanlarının alınmasını talep eden Başbuğ, Gölcük'te ele geçirilen belgelere ilişkin imajların kopyalarının tarafına verilmesi ve belgelerin incelenmesiyle ilgili mahkemenin tespit edeceği bilim adamı olan bir bilirkişinin tayin edilmesini talep etti. (AA)




Sanıkların bilmezkişi raporları
Taraf'tan Emre Uslu, Balyoz davasının bazı sanıklar tarafından uzatılmaya çalışıldığına dikkat çektiği yazısında, 'Bir yandan uzun tutukluluk hallerinden şikayetçi olan bu kişilerin Balyoz davasını uzatmak için ellerinden geleni yapması acaba yasal değişikliklerle Balyozcuların da kurtarılacağı bir siyasi güvence mi aldılar sorusunu akıllara getiriyor.' dedi. Davada savunma tarafının, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Amerika’lı Arsenal Consulting adlı bir özel şirketin raporlarını sunduğu bilgisine yer veren Uslu, bu raporların 'Sorunlu' olduğunu belirtti ve önemli tespitlerde bulundu.

08.04.2012 11:08 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasında karar aşamasına gelindi. Son duruşmadan önce savunma tarafı biri Amerika’dan diğeri bir Türk üniversitesinden alınan iki sorunlu raporla son bir kamuoyu oluşturma hamlesi yaptı. Benim görebildiğim kadarıyla savunma avukatları hem kamuoyu yaratmak hem de davayı uzatmak için bu tip taktiklere başvuruyor. Zaten sanıklardan bazıları açıkça davayı uzatın talebini dillendirdi bile. Bir yandan uzun tutukluluk hallerinden şikayetçi olan bu kişilerin Balyoz davasını uzatmak için ellerinden geleni yapması acaba yasal değişikliklerle Balyozcuların da kurtarılacağı bir siyasi güvence mi aldılar sorusunu akıllara getiriyor.

Merkez medya ise her zamanki alışkanlığıyla alınan raporların ciddi olup olmadığına bakmadan gerçekmiş gibi haberler yapmayı tercih etti. Oysa raporlarda çok temel bazı sorunlar var. Örneğin Yıldız Teknik Üniversitesi’nin raporu diye sunulan rapor aslında Amerika’dan alınan Arsenal Consulting adlı bir özel şirketten alınan raporun Türkçe tercümesine çok benzer. (Bir akademik çalışma olarak iki rapor karşılaştırılırsa görülür ki intihal işlemi görecek kadar yakın bu iki rapor birbirine.) Oysa bizim medya bu iki rapora birbirinden bağımsız iki farklı rapor muamelesi yaparak iki farklı günde manşet yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin raporunda belgelerin kendilerine ne zaman teslim edildiğine ilişkin bir tarih verilmemiş. Bu da Arsenal Consulting’in raporu ile Yıldız Teknik Üniversitesi’nin raporu arasında kronolojik bir ilişki var izlenimi veriyor.

Bu arada nasıl saygın bir kuruluş ise Arsenal Counsulting’e tüm çabalarıma rağmen ulaşamadım. Oysa Amerika’da rapor yazan bir kurum çıkıp çatır çatır raporunu savunur. Arsenal Counsulting nedense sorularıma cevap vermekten ısrarla kaçtı.

Her iki raporda da, “teknik” bir açıklama ile Microsoft Office programının 2003 sürümünde mevcut olmayan “calibri” ve “cambria” adlı yazı fontlarının 11 ve 17 numaralı CD’lerde kullandığı belirtilerek bu CD’lerin 2003 yılında üretilmiş olamayacağı iddia ediliyor. Bu aslında tipik bir Avukat uyanıklığı. Bu raporları ciddiye alabilmemiz için savunma tarafının da gerçek olduğunu kabul ettiği diğer CD’ler ile kıyaslamalı bir raporun yazılması gerekiyor. Örneğin 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 gibi her iki tarafın gerçek olduğunu kabul ettiği diğer 17 CD’de de “calibri” veya “cambrio” fontları kullanılmış mı, araştırılması gerekiyor. Oysa her iki raporda da bu yapılmamış. Eğer gerçek olduğu kabul edilen CD’lerde “calibri” fontu yoksa ve bu sadece 11 ve 17 numaralı CD’lerde kullanılmışsa o zaman savunma tarafının iddiası ciddi bir iddiaya dönüşür. Ancak savunma tarafının sunduğu raporlardan bunu anlayamıyoruz. Çünkü böyle bir inceleme yok ortada.

İKİSİNİ BİRDEN ÇÖKERTTİ

Ben kendi basit yöntemlerimle yaptığım kısa bir çalışma ile örneğin 7 numaralı CD’de de “calibri” fontlarına rastladım. Benim basit yöntemim kuşkusuz dava açısından bir anlam ifade etmiyor. Ama gerçeğin ortaya çıkması için önerdiğim yöntemin uygulanması gerekiyor. Ben diğer CD’lerde de aynı fontların bulunacağını düşünüyorum. Bu durumda savunma tarafının gerçek olduğunu kabul ettiği bir CD’de de aynı fontun bulunması o iki raporu birden çökertiyor. Şu haliyle sadece iki CD alınıp hiçbir kıyaslamaya tabi tutulmadan üretilmiş raporları ciddi hiçbir kurum ciddiye almaz. Bu bir tür göz boyacılığıdır.

Şimdi size çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin “2003’te düzenlenmiş olamaz” dediği bir dosyayı gündeminize getireceğim. 11 numaralı CD’nin içindeki Bursa bölgesinde yer alan kiliseler ve sinagogların adreslerini gösteren dosyalar için her iki rapor da “içinde Microsoft Office programlarının daha geç versiyonlarından izler taşıdığı için 2003 yılında üretilmiş olamaz” diyor.

Oysa Balyoz sanığı Süha Tanyeri savcılıkta verdiği ifadede aynen şunu söylüyor: “Seminer öncesi Ordu komutanımızın emri vardır. Yapılacak planlarda gerçek veriler kullanılacak emri vardır. Çünkü sıkıyönetim planları da bu seminerde tartışılacak konulardır. Dolayısıyla bu veriler muhtemeldir ki bu veriler birlik komutanlıklarınca talep edilen verilerdir. Örneğin kiliseler ve sinagoglar gibi isimler gerçektir çünkü Sıkıyönetim Kanunu’nun 3. maddesine göre sıkıyönetim komutanı güvenlik, asayiş ve kamu düzeninden sorumludur. Bu kiliseler ve sinagoglar belgesi bu maddeye göre koruma amaçlı düzenlenen listeler olabilir...”

5-7 mart tarihindeki toplantının kayıtlarını tutan sivil memur Sevilay Erkani Bulut da Askeri Savcı’ya verdiği ifadede kiliselerle ilgili listeleri hatırladığını söylüyor: “K.ÖZEL klasörü içerisinde Balyoz Güvenlik Harekat Planı adlı dosya içeriğindeki word belgelerini incelediğimde dosyanın içeriğinde bulunan araç çizelgelerini, diğer kiliseler ve sinagoglar adlı dosyayı hatırladım.”

Oysa başta Çetin Doğan’ın ailesi olmak üzere Balyoz sanıklarının avukatları da kiliselerle ilgili dosyaların da sahte olduğunu iddia ediyorlardı. Hatta ben Sevilay Erkani Bulut’un kiliselerle ilgili listeleri kendilerinin tuttuğunu kabul ettiğini yazınca Çetin Doğan’ın kızı ve damadı şu cevabı vermişti: “Bulut, görevi gereği bunlara benzer listeler kaydetmiș ve bunları hatırlıyor olabilir. Bu da, 11 no’lu CD’nin gerçek olduğunu hiçbir şekilde göstermez.”

Bir yanda Balyoz’dan yargılanan dönemin 1. Ordu Harekat Komutanı Süha Tanyeri ve onun memuresi Sevilay Erkani Bulut, kilise ve sinagoglarla ilgili listelerin gerçek olduğunu kabul edip hatırladıklarını söylüyor diğer yanda dosyayı sulandırmak için elinden geleni yapan savunma tarafı hukuken geçerliliği olmayan tartışmalı raporlarla zihinleri bulandırmaya çalışıyor. Buna İngilizcede “monkey trick” (maymun hilesi) deniyor. Balyozcuları kurtarır mı ondan emin değilim. Bu konuya devam edeceğim..." (Emre Uslu / Taraf)




Balyoz'un konuşulmayan delilleri
Taraf'tan Emre Uslu, Balyoz davası sanığı, dönemin 1. Ordu Harekat Başkanı Süha Tanyeri'nin ifadelerindeki dikkat çeken konuları irdeledi ve sanıkların iddialarında yer alan çelişkileri ortaya çıkardı.

09.04.2012 10:53 Emre Uslu (Taraf): "Geçen yazımda Balyoz davası sanıklarının sahte olduğunu iddia ettikleri kiliseler ve sinagoglar listelerinin hem Süha Tanyeri hem de Sevilay Erkani Bulut tarafından gerçek olduğunun kabul edildiğini yazmış bunu nasıl açıklayacaksınız diye sormuştum. Şimdi dönemin 1. Ordu Harekat Başkanı Süha Tanyeri’nin ifadelerindeki diğer ilginç ayrıntılarla konuyu irdelemeye devam edelim.

Soruşturmacının Tanyeri’ne sorduğu ıslak imzalı belgeler hakkında Tanyeri kendine göre ayrıntılı cevaplar veriyor. Bu cevaplar ile Balyoz Harekat Planı hakkında sorulan sorulara verilen cevaplar arasındaki çelişkiler davanın mantığını anlamak için oldukça önemli.

Çok önemsediğim şu soruyla başlayalım:

“1. Ordu Komutanlığı’nın 28 Şubat 2003 tarihli 1. ORDUKOMUTANLIĞI PLAN SEMİNERİ- 2003 İCRA ESASLARI konulu mesaj emrinde; Kor. K’lıklarınca Plan Seminerine yönelik yapılan hazırlıkların 26 Şubat 2003 tarihinde Ordu Komutanına arz edildiği, Arz esnasında Ordu Komutanının konuyla ilgili verdiği emirlerin maddelerle belirtildiği, bu maddelerde; Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoya göre Geri Bölge Emniyet Komutanı ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olarak hazırlanacak durum değerlendirmelerinde yapılacak çalışmalara Bölgede bulunan kolluk kuvvetlerinin imkan kabiliyetleri (silah, araç, gereç, su sıkma aracı, gaz bombaları, job, kalkan, panzer gibi özel malzeme), Bölgede yer alan belediye, kamu ve özel kuruluşların bu tür faaliyetlere yönelik imkan kabiliyetleri (itfaiye, iş makineleri, fırın, aşevi, fenni hizmetler vb.) Alınacak tedbirler (toplama, sorgulama, tutuklama merkezleri, kullanılacak cezaevleri ve varsa ihtiyaçlar) şeklindeki ayrıntıların da dahil edileceği belirtilmiştir. Bahse konu plan semineri ile ilgili kara Kuvvetleri Komutanlığına herhangi bir teklif yapılmış mıdır? 3ncü ve 15nci Kor.K.lıklarınca yukarıda verilen emirler doğrultusunda belirtilen bilgiler toplanmış mıdır? Toplama, sorgulama, tutuklama merkezleri, kullanılacak cezaevleri ile ilgili alınacak tedbirler nelerdir? Bunların belirlenmesinin amacı nedir? Açıklayınız.”

Dikkat edin bu soruda referans verilen 28 Şubat 2003 tarihli 1. ORDU KOMUTANLIĞI PLAN SEMİNERİ- 2003 İCRA ESASLARI konulu mesaj emir ISLAK İMZALI bir emir. Balyoz sanıklarının sahte olduğunu iddia ettiği listeler tam da yukarıda yer verdiğim ISLAK İMZALI mesaj emrinde istendiği gibi hazırlanmış ve Balyozcuların kabul etmediği CD’lerin içinde toplanmış. Başka CD’lerde veya belgelerde bu listeler yok.

Yukarıdaki soruya Süha Tanyeri şu cevabı veriyor:

“Bahsedilen konulanda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na herhangi bir teklif yapılmamıştır. Çünkü Kara Kuvvetleri’nde yapılacağı bildirilen toplantı gerçek bir toplantı değil, senaryo gereğidir. 3’üncü ve 15’inci Kor. K’lıklarınca yukarıda verilen emirler doğrultusunda belirtilen bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum. 1. Ordu Plan Semineri’nde de bu hususların ayrıntılarına girilmemiştir. Sorunun devamındaki hususlarla ilgili olarak da seminerde bahsedilmemiştir.”

Tanyeri burada doğru söylemiyor. Zira gelecek yazıda örneklerini de göreceğiniz gibi seminer ses kayıtlarında rakam rakam bu hususuların ayrıntılarına girilerek konuşulduğu görülüyor. Hatırlayın Fenerbahçe Stadı’nın toplama yeri olarak kullanılacağı, gözaltına alınacak kişilere varıncaya kadar seminer ses kayıtlarında birçok konuşma var. Bunlar da Tanyeri’ni yalanlıyor. Tanyeri’nin iddiasının aksine o konular detaylı bir şekilde konuşuluyor seminerde. Dahası o konuşmalar bizzat Çetin Doğan’ın yukarıda yer verdiğim emri doğrultusunda hazırlanılarak yapılan konuşmalar.

Ayrıca “bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum” diyen Tanyeri aklımızla alay ediyor. Ordu komutanı emir verecek bilgilerin toplanmama ihtimali olacak. Ordunun harekat başkanı da o bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmeyecek, buna kargalar bile gülmez. Burada Tanyeri sıkışıyor. Bilgiler TOPLANDI yanıtı verse hangi CD’de, nerede bu bilgiler sorusu gelecek. Bu bilgiler 11. CD’den başka bir yerde bulunmadığından dolayı bu CD’de yer alan bilgileri kabul etmek zorunda kalacak. Eğer TOPLANMADI dese Ordu Komutanı’nın emrinin nasıl ve neden yerine getirilmediğini de açıklaması gerekecek. Bu nedenle o bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum diye konuyu geçiştiriyor.

Senaryoda yer alan bütün isimler, rakamlar, kurumlar ve kuruluşlar plan semineri uygulamaları teamüllüleri ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı emirlerine aykırı bir şekilde GERÇEK rakamlar ve isimler üzerinden hazırlanıyor; ancak plan semineri mesajındakinin aksine Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na herhangi bir teklif yapılmıyor. “Çünkü toplantı gerçek değil senaryo gereğidir.” Oysa senaryo gereği toplantılarda rakamların ve isimlerin de senaryo gereği olması gerekiyordu.

Bu durumda Balyoz davası sanıklarına şu soruyu sormak gerekiyor: Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın emri gereği toplanan GERÇEK veriler, örneğin sıkıyönetimde gözaltına alınacak kişilerin listeleri, kolluk kuvvetleri listeleri, kiliseler ve sinagogların listeleri, 4X4 araçların listeleri, nerede? Hangi CD içinde bu listeler? Savunma tarafı seminerde konuşulan bu gerçek verilerin listelerini gerçek seminer CD’si diye iddia ettikleri CD’ler içinde bir yerde gösterebilir mi? Yarın bu konunun ayrıntılarını yine Süha Tanyeri’nin çelişkileriyle birlikte anlatacağım..." (Emre Uslu / Taraf)




Balyoz'da 11. CD iddialarına yanıt
Taraf'tan Emre Uslu, Süha Tanyeri’nin ifadelerindeki çelişkiler üzerinden, Balyoz davasının delillerinde sahtelik iddialarını irdelemeye devam etti.

11.04.2012 11:15 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasının konuşulmayan delilleri (3).. Pazartesi günkü yazımda, Süha Tanyeri’nin ifadelerinden çıkardığım ıslak imzalı belgelerden hareketle 1. Ordu’da yürütülen seminer için toplanan gerçek verilerin listelerinin nerede olduğunu sormuştum. Bu gün yine Tanyeri’nin ifadelerindeki çelişkilerden devam ederek yeni sorular soracağım.

Soruşturmacılar Süha Tanyeri’ne soruyor: “1nci Ordu Komutanlığının 07 ŞUBAT 2003 tarihli 1. ORDU PLAN SEMİNERİ- 2003” konulu mesaj emrinde; yine 1nci Ordu Komutanlığının 06 ŞUBAT 2003 tarihli N1. ORDU PLAN SEMİNERİ-2003” konulu emrinde yer alan 2.b.(3) bendinde belirtilen konuların arzı esnasında genel ifadeler kullanılmayacağı, değerlendirmelerin mutlaka somut verilere dayandırılacağı emri yer almaktadır. Bahse konu 06 ŞUBAT 2003 tarihli mesaj emrinde ilgili bölüme bakıldığında iç tehdit unsurları ve kolluk güçleri ifadesinin yer aldığı görülmüştür. İç tehdit ve kolluk güçleri ile ilgili değerlendirmelerin mutlaka somut verilere dayandırılmasının nedeni nedir? Bu konu ile ilgili hangi çalışmalar yapılmıştır? Açıklayınız.”

Bu belge de ISLAK İMZALI resmi yazılı belge. Seminer Planı yapanlara teamüllerin aksine “seminer sunumlarının MUTLAKA somut verilere dayandırılacağı” emri veriliyor.

Tanyeri’nin cevabı şu: “Tekrar etmek isterim ki 7 sene önce yazılmış bir emri şu anda görmediğim için hatırladığım hususları ifade edeceğim: Katıldığımız bir ast birlik seminerinde yapılan arzlarda genel ifadeler kullanılmıştı. Bunun üzerine de 1. Ordu Komutanı çetin DOGAN tarafından mevcut olan konularda somut verilerin kullanılması emredilmişti. Yani ‘Kolluk kuvvetlerini emrime alırım’ tarzında bir ifadeden ziyade ‘Bölgemdeki kolluk kuvvetlerinin mevcudu budur, bunları şurda şurda şurda görevlendiririm’ mealinde bir emir vermiştir. Yukarıdaki hususun da bu manayı ihtiva ettiğini düşünüyorum.”

Seminer sırasında kaydedilen ses kayıtlarında da Balyoz sanıklarının kolluk kuvvetlerinin nasıl emirleri altına alınacağı anlatılıyor. Örneğin Emin Küçükkılıç; “Olaylara müdahale esnasında emniyet müdürlüğü, özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde kullanılacaktır. Genel bir prensip olarak polis jandarma tarafından sevk idare edilecektir. İstanbul Jandarma Bölge komutanı İstanbul Emniyet Müdürlüğü faaliyetlerinin koordinasyonundan sorumlu olacak” diyor. Kaya Varol; “Komutanım özel güvenlik birimleri personelinin son durumları belirlenerek bu unsurlar öncelikle bölgedeki kendi hizmet verdikleri kritik tesis ve noktaların emniyetinde kullanılacak” şeklinde beyanda bulunuyor. Yüksel Yalçın ise; “İstanbul ilinde 30000 Polis, 5400 Jandarma, 12200 Özel Güvenlik elemanı olmak üzere toplam 47600 kolluk kuvveti görev yapmaktadır..., Kocaeli ile Sakarya illerinde 3700 Polis, 3000 Jandarma ile 1800 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır..., Bursa, Balıkesir ve Yalova İllerinde toplam 5300 Polis, 4800 Jandarma ve 3500 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır... Bilecik ilinde 570 Polis 860 Jandarma ve 240 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır. Bilecik ilinde kamu düzeninin Emniyet ve asayişinin bu kuvvetlerle sağlanabileceği değerlendirilmektedir” şeklinde rakamlar vererek konuşuyor.

Yani seminer sırasında tam da Çetin Doğan’ın emrettiği gibi gerçek verilerle rakamlar verilerek değerlendirmeler yapılıyor. Benzeri bütün plan seminerlerinde GERÇEK verilerin kullanılmadığını ancak bu seminerde ÖZELLİKLE GERÇEK verilerin kullanılmasının emredildiğini bir kez daha hatırlatıp şimdi hayati soruyu soralım:

Genel uygulamanın aksine Çetin Doğan’ın emri ile hazırlanan sunumların GERÇEK VERİLERİNİN listeleri nerede? Örneğin yukarıda örneklerini verdiğim, ses kayıtlarında ve ISLAK İMZALI belgelerde geçen polis, jandarma ve özel güvenlik personelinin listeleri nerede? Komutanın emri ile hazırlanması emredilen gerçek verilerin listelerinin, Balyoz sanıklarının da GERÇEK olduğunu kabul ettiği CD’lerde olmasını gerekmez mi? Yani ıslak imzalı bir belgeyle verilmiş bir emir var ortada. O halde Plan Semineri’ne katılanların bu emir gereği bölgelerindeki kolluk kuvvetlerinin mevcudu budur, bunları şurda şurda şurda görevlendiririm şeklinde listeler hazırlamış olmaları gerekir. Peki, bu listeler nerede? Ordu Komutanı’nın hazırlayın diye ISLAK İMZALI belge ile verdiği emre göre hazırlanması gereken listeler hangi CD içinde yer alıyor? Tabi ki 11. CD içinde. 11. CD içinde yer alan KOLLUK KUVVETLERI VE ÖZEL GÜVENLİK TŞKİLATLAR PERSONEL DURUMU, BURSA İLİ KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU, YALOVA İLİ KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU gibi başlıklarla yer alan listeler savunma tarafının gerçek olduğunu kabul ettiği diğer hiçbir CD’de yer almıyor.

Eğer benim tezim doğru ve 11. CD’de yer alan bilgiler Balyoz seminerinde kullanılan bilgilerse o halde Balyoz seminerinde yer alan ses kayıtlarındaki rakamlarla 11. CD’de yer alan dosyalardaki rakamların örtüşmesi gerekiyor. Bunun için de en sağlıklı veri yukarıda ses kayıtlarını verdiğim kolluk kuvvetleri personeli sayılarını kıyaslamak. Ben de bunu yaptım.

Örneğin; Yüksel Yalçın seminerde yaptığı konuşmada “Bursa, Balıkesir ve Yalova İllerinde toplam 5300 Polis, 4800 Jandarma ve 3500 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır” bilgisini veriyor. 11. CD içinde yer alan “EK-B KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU 29.01.03” isimli belgede, Bursa ilinde toplam 2331 Polis, 1659 Jandarma, 3188 Özel Güvenlik Teşkilatı ve 100 sivil Savunma Müdürlüğü personeli, Yalova ilinde toplam 751 Polis, 441 Jandarma, 101 Özel Güvenlik Teşkilatı ve 4 sivil Savunma Müdürlüğü personeli olduğunun belirtildiği, Balıkesir ilinde toplam 2191 Polis, 2742 Jandarma, 249 Özel Güvenlik Teşkilatı ve 30 sivil Savunma Müdürlüğü personeli olduğunun belirtildiği, bilgisi var. Bu bilgilere göre bu üç ilde görev yapan toplam polis sayısı 5273, toplam jandarma sayısı 4842, ve toplam özel güvenlik personeli 3538 kişi. Bingo! Yüksel Yalçın’ın ses kayıtlarında verdiği rakamlarla 11. CD’de yer alan dosyalardaki rakamlar örtüşüyor.

Balyoz savunucularının sahte dediği bu dosyalar için de muhtemel savunmaları da diğer savunmaları gibi olacaktır. “Ses kayıtlarını dinleyen bir çete bu rakamları yazmış” diyeceklerdir. Bir dakikalığına bu savunmayı gerçek kabul edelim. O halde 1. Ordu Komutanı’nın emri ile hazırlanan il il kolluk kuvvetleri personel durumun anlatan listeler nerede? 11. CD’de yer alan liste sahte bir listeyse ıslak imzalı belgelerle hazırlanması emredilen ve seminer ses kayıtlarında konuşulan Kolluk Kuvvetleri Personel Durumu’na ilişkin listeler neden ortada yok? Nasıl kayboldu?

Bir seminer çalışmasının parçası olan bu listeler neden gerçek olduğunu iddia ettiğiniz diğer CD’lerde yok? O halde şu iki ihtimalden birini kabul edeceksiniz. 1) O seminerde konuşulan listeler 11. CD’de yer alan listeler. Bu nedenle 11. CD’de yer alan dosyalar gerçek. 2) Ast düzey subaylar komutanın açık emrine rağmen böyle listeler hazırlamadı, o seminerde konuşulan rakamlar hayali rakamlardı, bu nedenle de seminer CD’lerinde yer almıyor. Askeri disiplini az çok bilen bir kimse ikinci şıkkın gerçek olmayacağını bilir sanırım. Biri bana bu çelişkiyi mantıklı bir argümanla açıklayabilir mi?

Yarın, Balyozcular neden böyle listeler tutma ihtiyacı duyuyor. Yine ses kayıtlarından delillerle önünüze koyacağım." (Emre Uslu / Taraf)




Ses kayıtları çıktı, sahtecilik bozuldu
Taraf'tan Emre Uslu, yazısında Balyoz davasındaki CD'lerin sahte olduğuna dair sanıkların iddialarını ses kayıtlarından hareketle çürütüyor. Örneğin sanıklar ses kayıtlarında, sinagoglar ve kiliselere varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından oluşturulduğunu iddia ediyor. Buna benzer örneklerle çelişkileri sergileyen Uslu, 'ses kaydındaki itirafları davanızın neresine koyacaksınız' diye soruyor.


13.04.2012 12:58 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasının konuşulmayan delilleri (4).. Bugünkü yazıya Balyoz belgeleri arasında dikkatimi çeken bir notla başlayayım. Balyoz Planı gereği Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo adlı plana göre kargaşa nedeniyle bakanlar kurulu sıkıyönetim ilan ediyordu. Yansıya dikkat ettim: Sıkıyönetimin ilan edildiğini duyuran Resmi Gazete’nin tarihi 28 Şubat 2003 görünüyor. Üstelik gazetenin adı küçük yazılmış tarih kocaman yazılmış. Günler torbaya mı doldu da sıkıyönetim 28 şubatta ilan ediliyor? Bu noktada 28 Şubat medyasının neden Balyoz sanıklarını canla başla savundukları da anlaşılıyor. Buna 28 Şubat özlemi deyip konumuza dönelim.

Geçen yazılarda Balyoz Davası’nın ses kayıtlarında yer listeleri konusuna değinmiş ve “iddia ettiğiniz gibi 11 ve 17 No’lu CD’ler içindeki listeler sahteyse; kiliseler, sinagoglar, vakıflar, pastanelere kadar hazırlandığı ses kayıtlarıyla itiraf edilen listelerin gerçekleri nerede ve hangi ‘gerçek’ CD’nin içinde” diye sormuştum. Bu konuda ne sanıkların ne de avukatların ne de Çetin Doğan’ın kızı ve damadının tutarlı bir cevabı var.

Balyoz Davası kayıtlarında bu listeleri neden hazırladıklarına ilişkin çok çarpıcı ses kayıtları var. Örneğin seminerde konuşan Behzat Balta 12 Eylül darbesinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında asker olmasından dolayı ihtiyaç duydukları listelerin ellerinde hazır bulunduğunu, şu an ise bu listeleri bulma konusunda tereddütlerinin olduğunu, bu sebeple MİT içerisinde belli bir yüzde ile asker olmasını öneriyor. Seminerde konuşan X-l adlı subay ise fırınlardan pastanelere kadar, vakıflar, kiliseler, sinagoglar listelerinin hazır olduğunu, ancak bazı noktalarda tıkandıklarını ve bilgi toplamayı durdurduklarını anlatıyor. Çetin Doğan’ın ise durmamalarını, devam etmelerini, (Eğer o listeler Süha Tanyeri’nin ikrar ve iddia ettiği gibi, seminer için toplanıyorduysa, Çetin Doğan neden seminer sonrasında da durmadan devam etmeleri gerektiğini istiyor. İşte burada listeler güncellendi tezi daha bir önem kazanıyor. –EU) bu konu ile ilgili olarak 1997 yılında Batı Çalışma Grubu’nun başında iken yazdığı bir yazı ile örnek veriyor ve listeleri oluşturmaya (tabii ki güncellemeye) teşvik ediyor. (Klasör 20, s. 140)

Yukarıda sözünü ettiğim ve hiç konuşulmayan Balyoz delilleri sanıkların da kabul ettiği seminer konuşmalarındaki ses kayıtlarından alındı. Görüldüğü gibi hem 12 Eylül darbesi ile kıyaslama yapılarak MİT’in asker kontrolünde olmaması nedeniyle liste oluşturma konusunda zorlandıklarını anlatıyorlar hem de hazırlanmış listeler içinde sinagoglar ve kiliselere varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından oluşturulduğunu iddia ediyor. Eğer bu listelerin bir ÇETE tarafından oluşturulduğu iddia ediliyorsa pastaneden sinagoga kadar listelerin hazır olduğunu söyleyen, Balyoz seminerine katılan o subay da ÇETE üyesi mi bu durumda? Bu ses kaydındaki itirafı davanızın neresine koyacaksınız?

-Polis kullanılması değil kontrol edilmesi planlanıyor-

Yine Balyoz sanıklarının kabul ettiği belgelerden gidelim. Velev ki o toplantıda bir jenerik senaryo konuşuluyordu. O halde sıkıyönetim ilan edildiğinde polisin nasıl kullanılacağı konuşulabilir. Oysa Balyoz ses kayıtlarında polisin nasıl kullanılacağı değil nasıl kontrol atında tutulacağı konuşuluyor. İşte size örnekler: 3 No’lu CD içerisindeki PLAN SEMİNERİ_2003 isimli klasör içerisindeki PLAN SEMİNERİ KAPANIŞ KONUŞMASI-A5 isimli belgede; “Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl kullanabiliriz, polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı kullanabiliriz. Bu nedenle İl J. K’lıklarının karargahlarından istifade edebiliriz. Polisle birlikte özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis mutlaka kontrol altında olmalıdır” şeklinde ibareler yer alıyor.

Seminer ses kayıtlarında Emin Küçükkılıç: “Olaylara müdahale esnasında emniyet müdürlüğü, özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde kullanılacaktır. Genel bir prensip olarak polis jandarma tarafından sevk ve idare edilecektir” diyor.

Çetin Doğan’ın ses kaydında polisin nasıl kontrol edileceği meselesi ise şöyle anlatılıyor: “Şimdi polisin önünde de toplumsal olaylarda polisin kontrol edilmesi gerekiyor tabii bu durumda. Onun elinde silah, araç ve gereçler var. Bunları kontrol etme yahut polisi, bu bölünmüş olan polisi, yani, ya etkisiz bırakma bir bölümüyle ya da bir bölümünü etkimiz altına almak için bir tertip ve tedbiriniz var mı?”

Abdülkadir Eryılmaz, “Komutanım biz de bunların jandarma nezaretinde kullanılmasını ve çok sıkı kontrol altında tutulmasını düşünüyoruz. Özellikle yapılacak operasyonları haber verme, önceden ilgili şeyleri ikaz etme gibi, haber taşıma gibi birtakım sorunlar olur” şeklinde konuşuyor.

Gafur Aksu, “İstanbul’da 4000 polisi böyle bir durumda kontrol altına alma imkanımız var komutanım. Ama polisin özellikle istihbarat, narkotik vb. şubelerinde faaliyette bulunanlarının ne yapacağı konusunda ben şahsen tereddütteyim. Ve bunları kontrol etme imkanımız da yok. Bütün şehirde sivil çalıştıkları için” diyor.

Ergin Saygun, “Bunların hepsi masa üzerlerinde namaz kılan, takunyayla gezen apartman içinde kişilerdi ve bunları ziyarete gelen kişiler de bunları değiştiren kişiler de aynı şeydeki kişilerdi. Bu ekip iktidardan düşüp gidince onlar gidiyordu. Tekrar iktidara geldiklerinde gene aynı ekip geliyordu” diyerek AKP iktidarında polislerin dindar olduğunu ve mutlaka kontrol altında olmaları gerektiğini ima ediyor.

Böyle birçok konuşma var ses kayıtlarında. Dahası Süha Tanyeri’nin seminer öncesi hazırlık aşamasında aldığı el yazılı notlarında da “Jandarmayı ağırlıklı olarak polisin sevk ve idaresinde kullanmalı, bu nedenle İl. J. A. Kh’larını kullanmalı...” şeklinde çalışmalar var.

Yani görüldüğü gibi Balyoz sanıklarının “senaryo gereği ilan ediyorduk” dedikleri sıkıyönetim planlamalarında polisin nasıl kullanılacağı değil nasıl kontrol edileceği konuşulmuş. Üstelik bu, seminer öncesinde verilen talimatlarla yapılmış. Listeler çıkarılmış fişlemeler yapılmış. Şimdi bütün bunlar senaryo gereği mi? Eğer darbe olmamış, gerçekten de senaryoda anlatıldığı gibi anarşi çıkmış ve siyasi irade meşru bir sıkıyönetim ilan etmişse sıkıyönetim komutanının polisi nasıl sevk ve idare edeceği mi planlanır yoksa nasıl kontrol edeceği mi. Seminer senaryosuymuş! Hadi oradan yalancılar.." (Emre Uslu / Taraf)




Flaş!!! Savcı mütalaasını sundu
Balyoz davasında bazı sanıklar, delil cd'lerinin sahte olduğuna dair bilirkişilere yaptırdıkları inceleme raporlarını mahkemeye sundu. Ardından mahkeme heyeti, duruşma savcılarına soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin olup olmadığını sordu. Böyle bir taleplerinin olmadığını belirten savcılar, esas hakkında hazırlanan 920 sayfalık mütalaayı, 30 CD ile birlikte mahkeme heyetine sundu. Savcılar daha sonra mütalaayı sözlü olarak okumaya başladı. Bu sırada tutuklu sanık emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonunu terketti. Savcılar, 'Balyoz darbe planı eyleme geçmiştir. Listede adı olan sanıkların 'bana böyle bir görev verilmedi' savunması geçersizdir. 1980 Bayrak Planı'nın altında 1. Ordu Komutanı'nın ismi vardır. 1980 darbesinde hazırlanan listeler ile Balyoz listeleri benzerdir' diye konuştu.

29.03.2012 14:26 ''Balyoz Planı'' davasında, İstanbul cumhuriyet savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan tarafından hazırlanan 920 sayfalık mütalaa, mahkeme heyetine yazılı olarak sunuldu. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda yapılan duruşmada, mahkeme heyeti başkanı Ömer Diken, duruşma savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan'a, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin olup olmadığını sordu. Cumhuriyet Savcısı Savaş Kırbaş da, soruşturmanın genişletilmesi talebinin olmadığını ancak esas hakkında 920 sayfalık mütalaa hazırladıklarını ve bu mütalaayı heyete sunmak istediğini söyledi. Savcı Savaş Kırbaş, esas hakkında hazırlanan 920 sayfalık mütalaayı, 30 CD ile birlikte mahkeme heyetine sundu. Daha sonra savcı Kırbaş'ın mütalaayı sözlü olarak okumaya başladığı sırada, tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonundan çıktı.

SAVCI: SANIKLARIN SAVUNMALARI GEÇERSİZDİR

Balyoz davasında mahkemeye mütalaa sunan savcı, "Balyoz darbe planı eyleme geçmiştir. Listede adı olan sanıkların 'bana böyle bir görev verilmedi' savunması geçersizdir" dedi. Savcı, "1980 Bayrak Planı'nın altında 1. Ordu Komutanı'nın ismi vardır. 1980 darbesinde hazırlanan listeler ile Balyoz listeleri benzerdir" diye konuştu. (AA)

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 365 sanıklı Balyoz davasında Engin Alan, Çetin Doğan, Özden Örnek, Halil İbrahim Fırtına ve Bilgin Balanlı'nın da aralarında bulunduğu 250 sanığın hazır bulunduğu 88'inci duruşmada mütalaa aşamasına geçildi. Sanık savunmalarının tamamlandığını ve delillerin toplandığını belirten Savcı Savaş Kırbaş ile Hüseyin Kaplan, hazırladıkları 920 sayfalık mütalaa ile birlikte 30 CD'yi mahkemeye sundu.

Ömer Diken'in, mütalaanın kendilerine ulaştığını bildirmesinin ardından savcılar Kırbaş ve Kaplan, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin bulunmadığını söyledi. İki savcı, daha sonra da mahkemeye sundukları mütalaayı dönüşümlü olarak okumaya başladı. Mütalaanın okunmaya başlanmasıyla birlikte tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonundan çıkmak için yerinden kalkarak kapıya doğru ilerledi. Mahkeme Başkanı Ömer Diken, duruşma salonundan çıkmamasını ve dinlemesini söyledi. Ancak Doğan rahatsız olduğunu söyledi. Başkan Diken'in, "O halde doktor raporunu getir" demesine rağmen Doğan duruşma salonunu terk etti.

Önce Savaş Kırbaş tarafından okunan mütalaanın, daha sonra da Kaplan tarafından özetlenerek okunmaya devam edildiği gözlendi. Kaplan, AK Parti hükümetinin 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan demokratik bir seçimle iktidara geldiğini belirterek davanın bir numaralı tutuklu sanığı Çetin Doğan'ın, kendisine koruma ve kollama görevi verilmiş olmasına rağmen demokratik yollardan iktidara gelen mevcut hükümet ve kadrosundan duyduğu rahatsızlık nedeniyle bu hükümeti yıkmaya yönelik bir yapılanma sağladıkları ve Doğan liderliğinde ayrıntılı bir plan yapıldığı iddiasıyla dava açıldığını anlattı. Duruşma, mütalaada her sanık için iddia edilen suçlamalara ilişkin bölümün okunması ile devam ediyor.

İddianameye göre 5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığında yapılan dava konusu Balyoz Seminerinde bahsedilen darbe 5 aşamada gerçekleşecekti. Darbe içerisinde ise Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj adlı eylem planları da bulunuyordu. Tüm plan toplamda 5 bin sayfadan oluşuyordu. Bu belgelere göre Fatih-Beyazıt camileri bombalanarak hükümet, sıkıyönetim ilan etmeye zorlanacaktı. Ayrıca Yunanistan hava sahası üzerinde bir Türk jeti düşürülerek, halkın galeyana gelmesi sağlanacaktı.

Darbenin son aşaması olarak da yürütme, tekrar sivil yönetime devredilecek, demokrat görüşteki gazeteciler ise tutuklanacaktı. Soruşturma, 30 Ocak 2010 tarihindi Taraf gazetesinde çıkan bir haber ile başlatıldı. İddianame, 19 Temmuz 2010 tarihinde 10 Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İlk duruşma 16 Aralık 2010 tarihinde yapıldı. Gölcük Donanma Komutanlığında ele geçirilen 10 çuval belge içinden 43 klasörün Balyoz davası ile ilgili olduğu belirtilerek bu klasörler, davayı yürüten mahkemeye gönderilmişti. (Cihan)

DARBEYE EKSİK TEŞEBBÜSTEN 20'ŞER YIL AĞIR HAPİS TALEBİ

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz davasında hazırladıkları 920 sayfalık sayfalık mütalaayı savcılar Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan okudu. Savcı Kırbaş, söz konusu suçun icra edilemediği yorumunun kabul edilemeyeceğini belirterek, tankların, topların sokağa çıktıktan sonra yargılamanın yapılamayacağını kaydetti. Balyoz darbe planının icra edilmemesinden ötürü ceza verilemeyeceğine yönelik yorumların yanlışlığına dikkat çeken Kırbaş, "Diğer silahlı çetelerle ilgili icra hareketi olmadan ceza verilmemesi makul görülebilir. Ancak TSK için bu durum gündeme gelemez. Zira, üst düzey bir komutanın bu şekilde planları ele alması suç için gerekli icra teşebbüsünün gerçekleştiğini gösterir." diye konuştu. Balyoz planının icraya geçtiğinin en büyük delilinin Balyoz planının kendisi olduğunu anlatan Kırbaş, iddianamede yer alan darbe planının 5 aşamasının zaten icraya geçtiğinin delili olduğunu söyledi.

Mütalaada, söz konusu Balyoz planlarından sıkıyönetimden istifade edilerek ülke yönetiminin ele geçirilmeye çalışıldığının anlaşıldığı belirtildi. Sıkıyönetimden daha önce uygulanabilecek olan olağanüstü hal tedbirinin uygulanmayıp direk sıkıyönetime geçilmeye çalışılmasının, ülke yönetimine el konulmaya çalışıldığını gösterdiği anlatıldı.

Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, sanıklar hakkında iddia edilen 'Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs etmek' suçunu işledikleri kanaatinin oluştuğunu söyledi. Eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığını belirten Kaplan, bu suçun askeri hiyerarşi içinde değil, 1. Ordu Komutanlığı'nca seçilmiş kişilerin hiyerarşisi içerisinde işlendiğini söyledi. Savcı Kaplan, bu nedenle 365 sanık hakkında ayrı ayrı eylemlerine uyan TCK 147 ve 61/1 maddeleri gereğince hapis cezası verilmesine karar verilmesini istedi. Savcı Kaplan'ın okuduğu sonuç bölümüne göre tüm sanıklar hakkında, eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığı için 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istendi. (AA)

"BALYOZ" MÜTALAASINDAN: KOMUTANLAR DARBE GÖRÜŞMELERİ İÇİN SEMİNERE GELMİŞLERDİR

- "Darbe sonrası ortadan kaldırılan hükümet yerine sanık Çetin Doğan tarafından Mutabakat Meclisi kurulmak için plan yapıldı. Plan çerçevesinde yeni mecliste görev alacak Başbakan ve Bakanların bile belirlendi

- "Balyoz güvenlik harekat planı, 1980 darbesi gibi planlanmıştır. Her ne kadar silahlı olarak harekete geçirilmesi gerektiğini iddia edilse de anayasal düzeni bozma ya da tehdit etmek de icra niteliğindedir"

- "Diğer silahlı çeteler için icra hareketi olmadan ceza verilmemesi makul görülebilir. Ancak TSK için bu gündeme gelemez"

- "Komutanlar darbe görüşmeleri için seminere gelmişlerdir. Hükümeti devirip, yerine yeni bir idare getirmek istedikleri kanaatine varılmıştır"

İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz Planı Davası'nın bugün görülen 88'inci duruşmasının öğleden sonra yapılan oturumunda Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan tarafından davanın esası hakkında hazırlanan 920 sayfadan oluşan mütaala ile 30 CD mahkemeye sunuldu. Mütaalayı özetleyerek okuyan savcılardan Savaş Kırbaş, Balyoz Harekat Planı'nda, darbe sonrası kurulacak hükümet içinde görev alacak kişilerin belirlendiğini ayrıca harekatta görev alacak personelin nerelerde konuşlanacağının da plana dahil edildiğini söyledi. 1. Ordu'daki seminerin Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nın emrine aykırı olarak özel seçilmiş 162 kişi ile yapıldığını ifade eden Kırbaş, "Seminerin bir nevi darbe tatbikatı olduğu, planı görüşenler tarafından jenerik olarak hazırlandığı tespit edilmiştir" dedi.

PLAN ÇERÇEVESİNDE BAŞBAKAN VE BAKANLAR BİLE BELİRLENDİ

Mütalaanın okunmasını Kırbaş'tan devralan Savcı Hüseyin Kaplan da, Ak Parti Hükümeti'nin 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan demokratik bir seçimle iktidara gelmesinin, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ı rahatsız ettiğini söyleyerek, Doğan'ın anayasanın kendisine verdiği koruma ve kollama görevine rağmen demokratik yollarla iktidara gelen mevcut hükümeti yıkmaya yönelik bir yapılanma hazırladığının anlaşıldığını belirtti. Doğan'ın bu nedenle hazırlanan plan çerçevesinde başta Halil İbrahim Fırtına ve Özden Örnek olmak üzere birçok komutanla temasa geçip, anlaştığının belirlendiğini kaydeden Kaplan, bu nedenle Çetin Doğan liderliğinde ayrıntılı bir plan yapıldığı iddiasıyla sanıklar için dava açıldığını anlattı.

KOMUTANLAR DARBE GÖRÜŞMELERİ İÇİN SEMİNERE GELMİŞLERDİR

Kaplan, "Demokratik yollara iktidara gelmiş hükümet, antidemokratik yollarla ortadan kaldırmak istenmiştir. Bazı kurum çalışanlarının hukuka aykırı olarak fişlendiği belirlenmiştir" dedi. Darbe sonrası ortadan kaldırılan hükümet yerine sanık Çetin Doğan tarafından Mutabakat Meclisi kurulmak için plan yapıldığını söyleyen Savcı Kaplan, plan çerçevesinde yeni mecliste görev alacak Başbakan ve Bakanların bile belirlendiğini anlattı. Kaplan, Kuvvet ve Kolordu komutanlarının planda üzerlerine düşen kısım için 1. Ordu'daki seminere geldiğini belirterek, "Söz konusu komutanlar darbe görüşmeleri için seminere gelmişlerdir. Hükümeti devirip, yerine yeni bir idare getirmek istedikleri kanaatına varılmıştır" ifadesini kullandı.

BALYOZ DARBE PLANI'NIN İCRA AŞAMASINA GEÇTİĞİNİN EN BÜYÜK DELİLİ BALYOZ PLANI'NIN KENDİSİDİR

Savcı Kırbaş da, planda yer alan görevlendirme listelerinin, sıkıyönetim halinde bile TSK'nın alanına girmediğini aktararak, söz konusu bulgular ışığında planın uygulamaya konduğunu söyledi. Kırbaş, "Balyoz güvenlik harekat planı, 1980 darbesi gibi planlanmıştır. Her ne kadar silahlı olarak harekete geçirilmesi gerektiğini iddia edilse de anayasal düzeni bozma ya da tehdit etmek de icra niteliğindedir" dedi. Plan kapsamında 137 kişilik basın destek listesi hazırlandığını ifade eden Kırbaş, söz konusu dönemde bazı gazetelerde yer alan haberlere atıfta bulundu. Kırbaş, darbe dönemlerinde basının etkisinin yadsınamaz olduğunu söyleyerek, "O dönemde yazılan 'Genç subaylar tedirgin', 'Hepimiz kaygılıyız', 'Silahlı Kuvvetler AKP'yi devirebilir', 'Ordu'dan AKP'ye balyoz' gibi haberlerle plana destek sağlanmıştır" diye konuştu. Kırbaş, 'Çarşaf', 'Sakal', 'Suga' ve 'Oraj' adlı eylemlerin planın icrası için son aşama olduğunu dile getirerek, Ak Parti'nin iktidarı öncesi yapılan seminerlerin dış tehdide yönelik olduğunu, Ak Parti iktidarından sonra seminer içeriklerinde iç tehdidin gündeme getirildiğini anlattı. Darbe planının icraya geçmediğinden dolayı yargılama yapılamayacağı ve ceza verilemeyeceği iddialarının yanlış olduğunu kaydeden Savcı Kırbaş, "Diğer silahlı çeteler için icra hareketi olmadan ceza verilmemesi makul görülebilir. Ancak TSK için bu gündeme gelemez. Zira üst düzey bir komutanın bu şekilde planları ele alması, suç için gerekli icraya teşebbüsünün gerçekleştiğini gösterir. Tanklar toplar sokağa çıktığında iş işten geçmiş olurdu. Herhangi bir yargılama da söz konusu olmazdı. Balyoz Darbe Planı'nın icra aşamasına geçtiğinin en büyük delili Balyoz Planı'nın kendisidir" diye konuştu.

ÖZKÖK VE YALMAN'IN DİNLENMESİNE RET

Savcılık mütalaasının okunmasından sonra, sanık ve avukatları, mütalaanın CD ortamından başka yazılı olarak kendilerine sunulmasını istedi. Daha sonra duruşmaya bir süre ara verildi. Aranın ardından Mahkeme Heyeti , sanık avukatlarının eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın da aralarında bulunduğu "tanık" dinleme ve yeniden bilirkişi raporu alınması yönündeki taleplerinin dosyaya yeni bir katkı sağlamayacağından reddine karar verdi.

Mahkeme Heyeti Başkanı Ömer Diken de cezaevinde kalan sanıklara, her koğuşa bir yazılı mütalaa verilmesi konusunda karar verdiğini belirterek, sanıkların böylece mütalaayı okuyabileceklerini söyledi. Esas hakkındaki mütalaanın CD halinde sanık ve avukatlarına verilmesine karar veren Mahkeme Heyeti, sanık ve sanık avukatlarına mütalaaya karşı diyeceklerini hazırlamaları için duruşmayı 5 Nisan 2012 tarihine erteledi. (DHA, AA, AA)




Savcı: Balyoz cd'leri güncellendi
Balyoz davasında esas hakkındaki görüşünü sunan Savcı, delil CD'lerinde sanıklar tarafından güncellemeler yapıldığını örnekleriyle belirtti. Balyoz sanıkları, darbe planlarının yer aldığı cd'lerin sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini, 2003 yılındaki Balyoz planına ait cd'lerde sonraki yıllara ait bilgilerin de bulunmasının bunu ispatladığını iddia ediyorlardı.

30.03.2012 10:10 Balyoz davasının dün görülen 88. duruşmasında savcılık makamı, davanın esası hakkındaki görüşünü sundu. Savcı Savaş Kırbaş, mütalaada, CD'lerde yapılan güncellemelere de değindi. Balyoz sanıkları, darbe planlarının yer aldığı CD'lerde yer alan bazı bilgilerin çeliştiğini savunmuştu.2003'te yazdırıldığı belirtilen CD'lerde, 2005'te açılan hastanenin isminin olmasını eleştirmişlerdi. Savcı bu konuda önemli tespitlerde bulundu. Kırbaş, CD'lerde yer alan özel hastaneler ve ilaç depolarıyla ilgili bilgilerin zaman içinde güncellendiğini aktardı. Ayrıca emekli personele de görev verildiğini belirterek, Balyoz davası sanıklarının tüm savunmalarını çökertti. Balyoz sanıkları "2003 yılındaki planda emekli personelin ne işi var?" ve "2003 yılındaki listede 2005'te açılan hastanenin ismi ne geziyor?" gibi savunmalar yapıyordu.

Mütalaada, "Balyoz Harekat Planı içinde; 'Devlet otoritesi hakim kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil şahıslar atanacaktır. Bu maksatla; bütün kilit görevleri askeri personel devralacaktır. Anılan kilit personel, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilecek, bu personele ait hazırlanmış olan isim listeleri güncellenerek hazır tutulacak...' şeklinde ibareler yer almaktadır. Planda yer alan bu ibarelere göre harekat ile birlikte kilit görevler için asker ve sivil personellerin atanacağı belirtilmekte, bu şahıslara ait listelerin güncellenmesinin isteniyor olmasından da halihazırda bu listelerin var olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır." denildi. Aralık 2002 tarihli belgede yer alan, "Daha önce tespit edilen hassas tesisler listesi güncellenerek, bu tesislere görevlendirilmesi düşünülen personel isimleri gönderilecektir." şeklindeki ifadelere dikkat çeken Savcı Kırbaş, "Hassas tesislerin tespit işleminin daha önceden yapıldığı, bu yazı ile ise hem bunların güncellenmesinin hem de buralarda görevlendirilecek personelin belirlenmesinin istendiği, ayrıca bu ibarelerin Balyoz planında yer alan güncelleme hususlarını da teyit ettiği görülmektedir." ifadelerini kullandı. (Zaman)




Balyoz'da tanıklara cebir mektubu
Balyoz Planı Davası avukatları tanıklarla doğrudan görüşerek duruşmaya gelmeleri için ikna etmek yerine üçüncü kişiler üzerinden zorlamaya çalışıyor. Avukatlar, siyasilere ve çeşitli barolara gönderdikleri mektuplarda delillerin sahte olduğunu, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ile dönemin Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün davada tanık olması gerektiğini belirttiler.

03.04.2012 12:55 Balyoz Planı Davası avukatlarından Celal Ülgen ile Hüseyin Ersöz tarafından, davaya ilişkin olarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerine, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, TBMM’deki diğer partilerin genel başkanlarına, İstanbul, Ankara, İzmir Barosu Başkanları ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı’na bir mektup gönderildi.

-Avukatlar: Bilimsel gerçeğin üstü örtülüyor-

Davanın gelişim sürecinin anlatıldığı mektupta, "Bu davada soruşturma savcılarının mahkemeye sundukları üç temel kanıt vardı. Birincisi, Bütün Balyoz planlarını içeren 11 nolu CD. İkincisi, Donanma Komutanlığı’nda döşeme altındaki çöplükten elde edilen 5 numaralı harddisk, 11 nolu CD’nin bir kopyası aynı çöplükten de çıkmıştı. Üçüncüsü de Hakan Büyük’ün evinde elde edildiği iddia edilen flash bellek. Bu üç kanıt için de ayrı ayrı bilirkişi incelemeleri, uzman görüşleri tarafımızdan yaptırıldı. 11 nolu CD ile ilgili olarak ABD’de Arsenal Danışmanlık ve Adli Bilişim Şirketi ile Yıldız Teknik Üniversitesi’ne, Hakan Büyük’ün evinden el konulduğu ileri sürülen flash bellekle ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne, 5 numaralı hard diskle ilgili olaraksa, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve yine Arsenal Danışmanlık ve Adli Bilişim Şirketi’ne bilirkişi incelemeleri yaptırıldı. Uzman raporları alındı. Bu incelemelerin tamamı mahkemeden teslim alınan imajlar üzerinden yaptırılmıştır. Bu denli çok kişinin tutukluluğunun sürdüğü bu yargılamada böylesine yaşamsal uzman raporlarına karşın, soruşturma aşamasında alınmış yüzeysel raporlarla karşılaştırılmaması, uzman raporlarındaki bilimsel görüşlerin üniversitelerde kürsü sahibi kişilerden oluşturulacak bilirkişi kuruluna incelettirilmemesi bilimsel gerçeğin üstünün örtülmesi çabasından başka bir şey değildir. İddianamede yer alan savların başında eski Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Aytaç Yalman’ın darbeyi önlediği savı gelmektedir. O halde Aytaç Yalman’ın ifadesi ’kamu tanığı’ önemine haizdir. Keza Dönemin Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün de bu konularda bilgisi olduğu çokça basında yer almaktadır. Bu durumda hem Sayın Yalman’ın ve hem de Sayın Özkök’ün ifadelerinden gerçek darbe sanıkların ürkmesi gerekir. Buna karşın sanıklar ittifakla bu iki değerli komutanın ifadesinin alınmasını istemektedirler. Mahkeme ise bilinmeyen bir nedenle bundan özenle kaçınmaktadır. Bu gerçeklerin üstünün örtülmemesi delil üreten bu çetenin ortaya çıkarılması Türk Yargısı için derin devleti ortaya çıkarmakla eş değer taşımaktadır. Yukarıdaki konuların aydınlanması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması konusunda özgülü çabanızı bekliyor saygılar sunuyoruz" denildi. (DHA)

-Davayı uzatma gayretleri-

Avukatlar dün mahkeme kalemine gerekli masrafı yatırarak mahkemeden bu iki generalin duruşmalara tanık olmak için çağrılmalarını talep etmişti. Özkök daha önce yaptığı açıklamada, sanıkların böyle bir talebine sıcak bakmayacağını, sanıkların çağrısıyla tanıklık yapmayacağını açıklamıştı. Bu iki tanığın sanıkları zor duruma sokacak ifadeler verdiği ortaya çıkmıştı. Bunun kamuoyuna yansımasına rağmen tanıkların mahkemeye gelmek istememelerinin, ifadelerini sahiplendikleri anlamına geldiği açık. Mahkeme de bu şekilde düşündüğü için olsa gerek onları tanık olarak duruşmalara çağırmadı. Buna rağmen sanıklar onların tanıklıklarında ısrar ediyor.

-Deliller değil iddialar sahte-

Delillerin sahteliği iddialarına gelince bu günlerde bu konu zaten bir kez daha ve yoğun şekilde tartışılmakta. Ve bu tartışmalar, delillerin değil de aslında iddiaların sahte olduğunu, kafa karıştırma amacıyla ileri sürüldüklerini çok net şekilde gösteriyor. Balyoz seminerlerine ait saatlerce uzunluktaki ses kayıtları, ıslak imzalı belgeler, askeri savcıların Balyoz planlarının gerçekliğine dair şok ses kayıtları, Askeri bilirkişinin hazırladığı ancak sürgün edilmesine yol açan Balyoz'un bir darbe planı olduğuna dair rapor. Bilgiler üzerinde güncellemeler yapıldığına dair ortaya çıkan bilgiler.. Bunlar sanık ve avukatlarınca gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Gölcük donanma komutanlığı istihbarat şubenin zeminine gömülü olarak ele geçirilen belgelere dahi itiraz ediyorlar. Pes dedirtecek bahanelerle bu delillerin sahte olduğunu, oraya başkaları tarafından yerleştirildiğini ileri sürerek kamuoyunun kafasını karıştırmaya gayret ediyorlar.

Tartışmalara ışık tutacak ilginç ve benzer bir örnek Odatv davasında yaşandı. Belgelerin virüs yoluyla dışarıdan yüklendiği iddia edildi. Pes ya da yuh dedirtecek bu gerekçeler gerçekleri örtemiyor. Çünkü o belgeler sadece bir bilgisayarda çıkmadı. Bir çok sanığın bilgisayarında da çıktı. Ayrıca Odatv'nin yayınları incelendiğinde o belgelerdeki talimatların nasıl uygulandığı, Odatv'nin Ergenekon savcı ve hakimlerini karalama amaçlı 'iftarı yemeği' haberinde çok iyi görüldü. Hakimlerin bu taktiklerle yanıltılması mümkün değil. Sadece kamuoyunun kafası karıştırılmaya çalışılıyor. Ancak sanıklar delillere itiraz ettikçe o deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil oluyor.

Balyoz ve diğer davalarda deliller sadece sahte dedikleri delillerle sınırlı olsaydı itirazların bir anlamı olabilirdi. Ama davada esas olan ve yukarıda sayıldığı gibi çok sayıda başka deliller de var. Ayrıca delillerin sahte olduğunu iddia eden sanıkların bunların sahteliğini yani savcı ve polis tarafından nasıl üretildiğini de ispatlamaları gerekir. Yani hangi savcı ve hangi polis nerede nasıl bu komployu yapmış ispatlamaları gerekir. Öyle farzımuhal değil fikir yürüterek değil, bilfiil ispatlamaları gerekir. İşte dijital verilerle şöyle oynanmış böyle oynanmış diyerek değil. Bu mantıkla işin içinden çıkılmaz.

Donanma zemin döşemeleri altında deliller bulunuyor, savcı ve askeri yetkililer nezaretinde deliller tespit ediliyor, ona dahi itiraz ediyorlar. Bir kulp bulmaya kafa karıştırmaya çalışıyorlar. 'Deliller işte orada bulundu' denilince, 'Olsun n'olmuş yani. Birileri müdahale etmiş dijital verilerle oynamış. Onu bulun bulamazsanız siz yapmışsınız demektir!' diyerek pes dedirten bir mantık sergiliyorlar.

Yine benzer bir mantık Ergenekon sanığı avukat Serdar Öztürk'ün savunmasında da sergilendi. Bürosunda ele geçen belgeleri kabul etmedi. Polis tarafından aramalar esnasında el çabukluğuyla konulup bulunduğunu iddia etti. Aramalarda çok sayıda başka avukatın da bulunduğu ortaya çıkınca çark etti. Bu kez sokaktan geçen bir sabıkalının bunları koymuş olabileceğini iddia etti ve üstelik de bu kişinin bulunmasını istedi. YUH dedirten bir gerekçe. Yani bu mantığın sonu yok görüldüğü gibi. Hem yoldan geçen birisinin üzerine suçu atıp aradan sıyrılıyor hem de o sabıkalının(!) bulunmasını istiyor!

Bir başka ilginç örnek de Ergenekon sanığı Levent Bektaş'tan. Çay söylemek için dışarı çıktığında polislerin bir dvd'yi bürosuna yerleştirmiş olduğunu iddia etmiş. Madem öyle, söyleme o zaman çay, bürodan dışarı çıkma. Telefon et çay getirsinler.. Üstelik sen bir avukatsın. Böyle bir mazeret yakışmaz sana. Komik duruma düşüyorsun sadece..

İşte tüm bu ilginç ve komik savunmalar inanılmaz gibi görünse de dava süreçlerinde gerçekten yaşandı. Çok fazla örneği daha sayılabilir.

-Pes dedirten gerekçeler-

Mahkemenin bu davada bilirkişiye yaptırdığı incelemeler sanıklar ve avukatlarınca kabul edilmiyor. Gerekçe olarak TÜBİTAK'ın Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olması gösteriliyor. Oysa tüm davalarda mahkeme aynı kurumlara bilirkişi raporu hazırlatıyor. Sanıkların inanılmaz bir komploculukla mahkemenin bilirkişi raporunu kabul etmeyerek ABD'li firmalara bilirkişi raporu hazırlatıyorlar. Bu raporların kabul edilmesini isteyerek mahkemeye dayatmada bulunuyorlar. Benzer bir tartışma Dursun Çiçek'in 'ıslak imzalı belgesi' için de yaşanmıştı. Jandarma, Emniyet ve Adli Tıp olmak üzere birçok devlet kurumunca hazırlanan raporlara itiraz eden sanıklar yine ABD'li firmalara bilirkişi incelemesi yaptırılmasında ısrar etmişlerdi. Sanıkların Adli Tıp raporuna itirazlarında da benzer bir gerekçe vardı: Adli Tıp'ın bir devlet kurumu olması. Yani oradaki doktorların devletçe atandığı gerekçesiyle güvenilir olamayacağı idi. Bu nedenle güvenilir bir sonuç için hükümetin gölgesinden uzak yurtdışı bir kuruma bilirkişi raporu hazırlatılmalıydı!.. Pes dedirten bu itirazları dile getiren kişiler yine aynı avukatlardı. Bu avukatlar Ergenekon davalarında 'ıslak imza makinesi' ve 'buzdolap' şovlarıyla da tanınıyor. Son icraatları hakimin evrakları arasına gizlice CD yerleştirmeleri olmuştu. Sanıkların sahte delillerle yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi ise davalık olmalarına yol açtı. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Balyoz'u Yalman ve Özkök önledi
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak köşe yazısında, Balyoz Planı sahte mi değil mi diye yürütülen tartışmaların tali bir öneme sahip olduğunu, ortaya çıkan çok sayıda somut delilin hükümete karşı bir darbe hazırlığını göstermeye yeterli olduğunu belirtiyor.

10.04.2012 11:45 Nazlı Ilıcak (Sabah): "Önce Balyoz, sonra Sarıkız.. Balyoz davasından yargılanan Org. Ergin Saygun, 5-7 Mart 2003 tarihli Plan Semineri notlarını, Tayyip Erdoğan'ın, toplantıdan kısa bir süre sonra Aytaç Yalman'a verdiğini ileri sürdü. (Bana göre, Yalman, belgeleri Genelkurmay Başkanı Özkök'e, Özkök, Erdoğan'a, Erdoğan da Yalman'a iletmiştir. Çünkü dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan Yalman, o tarihte kilit bir rol oynuyordu.) Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Levent Ersöz'e ait olduğu belirtilen bir konuşma, 4 Mart 2010'da internete düştü. Bu konuşmada Ersöz, "Orgeneral Yalman, 2003-2004 yılında komutanların hepsini vaktiyle satan adamdır. 19 Mart 2003'te, Hilmi Özkök'e komutanların hepsini gammazladı" diyordu.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerinde, Aytaç Yalman'ın, Hilmi Özkök'le aralarında cereyan eden bir konuşma yer alıyor: Genelkurmay Başkanı Özkök, Yalman'a "Cuma akşamı sizleri aradığımda (bütün kuvvet komutanlarını kastediyor) benden habersiz olarak toplanmış durumda buldum. Üzüldüm" diye sitem edince, Yalman, Özkök'e soruyor: "Geçen yıl size en fazla desteği kim verdi?" Özkök, "Tabii ki sen verdin ve sana çok müteşekkirim" diyor. Yalman, "O halde nasıl olur da bizim hakkımızda böyle düşünebilirsiniz?" cümlesiyle tartışmayı sonlandırıyor. Daha sonra Aytaç Yalman, Hilmi Özkök'le aralarında geçen konuşmaya bir açıklık getiriyor ve Özden Örnek'e diyor ki: "Geçen yıl eğer ben ona karşı Çetin Doğan'la birlikte olsaydım, onu paramparça edeceklerdi."

15 Kasım 2003'te, iki Musevi sinagoguna karşı bombalı saldırı gerçekleşti. Bombaların İkitelli'deki Gökkuşağı deterjan fabrikasında imal edildiği ortaya çıktı. İşin tuhafı, 5-7 Mart 2003'teki Plan Semineri sırasında Tuğgeneral Süha Tanyeri'nin tuttuğu ileri sürülen el yazısı notlarda, "Gökkuşağı-deterjan" ibaresi geçiyordu. Tanyeri, nasıl oluyor da, bu bombaların Gökkuşağı deterjan fabrikasında imal edileceğini 8 ay önceden biliyordu?

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, bu örgüt konusunda bilgisi olup olmadığını MİT'e sormuştu. MİT "Bilgimiz var. Bu bilgiyi 19 Kasım 2003'te Başbakan'a da sunduk" cevabını vermişti. 15 Kasım 2003'te 2 sinagog bombalanıyor, 19 Kasım 2003'te MİT, Başbakan'a bir değerlendirme notu veriyor. Başbakan'ın, 2 Aralık 2003'te yaptığı grup konuşmasında, vakti saati geldiğinde demokrasi çerçevesinde birileriyle hesaplaşacağını söylemesi, "Bunun belgesi, bilgisi, delileri, her şeyi elimizdedir" demesi de, MİT'in aktardığı malumat çerçevesinde yorumlanabilir.

3 Aralık 2003'te, Yüksek Askeri Şura öncesi, Genelkurmay Başkanlığı'nda komutanlar toplanıyor. Hemen icraata geçilmesini ve Özkök'ün hükümete muhtıra vermesini istiyorlar. Özkök, onları yatıştırıyor. "Bu hükümet gitmelidir ama demokratik yollardan bu işi halletmeliyiz" diyor. Özden Örnek, bilgisayarına not düşüyor: "Tarihi bir toplantıydı. Genelkurmay Başkanı'na onunla aynı fikirde olmadığımız mesajı verildi. Yalnız kaldığını anladı. Eylem planına ad koyduk: Sarıkız."

Balyoz Planı sahte mi değil mi diye yürütülen tartışmalar tali bir öneme sahip. Buna mukabil, somut olaylar, AK Parti iktidara geldiği tarihten itibaren, önce 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, muhtemelen Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'la işbirliği yaparak bir darbe hazırlığı içine girdiğini, Aytaç Yalman'ın onlarla birlikte görünmekle birlikte, hadiseyi Genelkurmay Başkanı Özkök'e intikal ettirdiğini gösteriyor. Zaten, Çetin Doğan'a "İç tehdide ilişkin Plan Semineri yapma" talimatını veren de Yalman. Çetin Doğan'ın Ağustos 2003'te emekliye ayrılmasından sonra, bu defa Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ön plana çıkıyor. Özkök, bütün faaliyetlerin farkında; yakından izliyor. Hatta, Aytaç Yalman'ın Ergenekon davasında verdiği ifadeye göre, Sarıkız, Ayışığı ve Yakamoz belgelerini, 2004 bahar ayında, Hilmi Özkök kendisine gösteriyor.

Bence de Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök ifade vermeli. Ama bu ifade, diğer sanıkların yanında değil, gizli olmalı. Ancak o zaman gerçekten bildiklerini açıkça söyleyebilirler." (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Balyoz'da sokak yalanı belgelendi
Balyoz sanıklarının '2003'teki Balyoz planında geçen sokak ve cadde isimleri, İBB tarafından 2006'da verildi' iddialarının doğru olmadığı ortaya çıktı. Eylemde geçen ‘Manyasizade Caddesi' ismi, Milliyet ve Cumhuriyet'in 1966, 1970, 1997 ve 1985 tarihli nüshalarında defalarca yer almış.

11.04.2012 13:03 Balyoz darbe planı sanıkları ve İşçi Partililerin, Balyoz iddianamesinde geçen “Manyasizade” ile “Darüşşafaka” gibi sokak ve cadde isimlerinin, planın hazırlandığı 2003 yılına ait olmadığı iddiası fos çıktı. Kartel medyasının da sık sık dillendirdiği ‘2003'te hazırlanan planda geçen sokak ve cadde isimleri, İBB'nin meclis kararlarıyla 2006 yılında verilmiştir. 2003 yılında henüz var olmayan sokak isimlerinin planda yer alması, belgelerin sahte olduğunu ortaya koymaktadır' şeklindeki iddianın düpedüz yalan olduğunu belgeliyoruz.

İddiaların aksine “Manyasizade” ile “Darüşşafaka” isimlerinin 1960'tan 2000'li yıllara kadar yayınlanan yüzlerce gazete haberi ve resmi ilanda yer aldığı açıkça görülüyor. 9 Temmuz 1970 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan İstanbul Defterdarlığı'nın satış ilanı, 16 Mayıs 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ZDF muhabirinin Fatih Çarşamba semtinde dövülmesi haberi, 27 Ocak 1985 tarihli Cumhuriyet'te yayınlanan İstanbul Asliye 6. Hukuk Hakimliği ilanı gibi pek çok haber ve ilanda adı geçen sokak isimleri kullanılıyor.

İP'LİLERİN DEZENFORMASYONU DEŞİFRE OLDU

Dezenformasyon yayınları ile bilinen İşçi Partisi yayın organı Aydınlık gazetesi Fatih ile Beyazıt camilerine yönelik Çarşaf ve Sakal eylem planlarında büyük bir çelişkiyi ortaya çıkardığını iddia etmiş, planda yer alan 28 Şubat 2003 tarihinde yapılacak eylemlerde geçen “Manyasizade” ve “Darüşşafaka” caddeleri isimlerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi kararlarıyla 2006'da verildiğini ileri sürmüştü. Akit, Balyoz cuntasının ve medyadaki işbirlikçilerinin sık sık dillendirdiği sözde büyük çelişkinin çirkin bir yalandan ibaret olduğunu ortaya koyuyor.

2006'DA VERİLDİĞİ İDDİA EDİLEN İSİMLER YILLARDIR KULLANILIYOR

Sık sık Balyoz cuntası sanıklarına destek haberlerinin yayınlandığı Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin arşivinde yer alan yüzlerce haber ve ilanda, belirtilen sokak ve cadde isimlerinin geçtiği açıkça görülebiliyor. 16 Mayıs 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 1. sayfasında yer alan “..savcılığa sevk edildi. 3 günlük operasyonlarda 88 kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Alman ZDF televizyonu için Manyasizade Sokak'ta çekim yapmak isterken tartaklanan kameraman, olayı eğlenceli bulduğunu söyledi..” şeklindeki haberde, aynı gazetenin 27 Ocak 1985 tarihli sayısında 2. sayfada yer alan “..İstanbul Asliye 6. Hukuk Hakimliğinden 1984/286 Davacı Selahattın Akbayrak tarafından davalı İsmail Hakkı Serim aleyhine açılan hükmen tescil davasında Manyasizade Cad. No: 43 Çarşamba Fatih İstanbul adresinde bulunduğu bildirilen davalı İsmail Hakkı Serim yapılan tebligatla gelmediğinden gıyabında duruşmanın yürütülmesine karar verildiğinden, duruşma günü olan 13 3 1985 günü saat 10'da duruşmaya..” ve yine aynı gazetede yer alan 14 Mayıs 1979 tarihli “O. PAŞA Şükran (Cumhuriyet Meydanı, 17}, Şifa (Küçükköy. G. O. Paşa Cad. 14/C) FATİH Yeni Işık (Çarşamba. Manyasizade Cad. 65), Bal (Mıhcılor Cad. 33/60) Dinçer Millet Cad. 155/ 2), Esin (Haseki, Millet Cad. 219/1). Duygu (K. M. Paşa, Kocamustafapaşa Cad. 202), Çınar (Küçükmustafapaşa Cad. 82) KADIKÖY Sevgi (Bahariye Cad. 37), Saray (Acıbadem, Saraylı Şemsibey Sok. 11/2)” şeklindeki haberlerde sözde bilinmeyen Manyasizade Caddesi ismi kullanılıyor.

MANYASİZADE CADDESİ AÇIKÇA GÖRÜLEBİLİYOR

01 Mayıs 1966 tarihli Milliyet Gazetesi: “Polisi dövdükten sonra tabancasını alıp kaçtı. Önceki gece sabaha karşı 34 FC 082 plakalı otomobiline Necla Çığır adlı bir bar kadınını alan Şakir, Çarşamba Manyasizade caddesinde şoför Kazım Kurtuluş'un arabasıyla karşılaşmış ve aralarında yol verme hususunda tartışma çıkmıştır.”

9 Temmuz 1970 tarihli Milliyet Gazetesi: Gazetede yayınlanan İstanbul Defterdarlığı'nın satış ilanında ise “Durmuş Göksü, Fatih Vergi Dairesine olan borcundan ötürü Manyasizade Cad. 43/2 Çarşamba sayılı mahalde tartı hacze alınan yukarıdaki cins ve evsafı gösterilen eşyanın 14.7.1970 günü saat 14.00'de meskun mahalde 6183 sayılı amme alacaklarının tahsili usulü hakkındaki kanunun hükümlerine tevfikan ve peşin para ile satılacaktır” deniliyor. Yine yayınlanan 1970 tarihli gazete ilanında haciz işleminin Manyasizade Caddesi'nde yapıldığı görülüyor. (Yeni Akit)




O CD'nin kopyası Gölcük'ten çıktı
Taraf yazarı Alper Görmüş yazısında, Balyoz sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız olduğunu örneklerle açıklıyor. Sahte olduğu iddia edilen 11 nolu CD'nin bir kopyasının Gölcük'ten çıktığını (1 nolu CD) hatırlatan Görmüş, bunun o CD'nin sahte olmadığına dair çok kuvvetli bir delil olduğunu vurguluyor.

13.04.2012 12:39 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (2).. Bir düzeltmeyle başlayacağım... Salı günkü yazımda “gazetecinin, zihnindeki bir bilgiyi kontrol etmeden kullanması” diye özetleyebileceğim bir gazetecilik tuzağına düştüm: Yazımın temel iddiasına halel getirmese de, Balyoz davasının en önemli delillerinden biri olan 11 No’lu CD’nin kayıp harddiskinin, Gölcük’teki Donanma binasında yapılan aramada (6 Aralık 2010), istihbarat biriminin döşemelerinin altında gizlenmiş yeni Balyoz belgeleri arasında bulunduğunu yazdım.

Oysa zihnimde kalana güvenmeyip iddianameye tekrar göz atsaydım, bu bilginin doğru olmadığını görecektim.

Peki, o koşulda, yazmakta olduğum diziyi kaleme almaktan vaz mı geçecektim? Ya da “11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkilerini Balyoz’cuların bilinçli bir şekilde yaratmış olabilecekleri” şeklindeki iddiamı öne sürmeyecek miydim?

Hayır, yazdığım her şeyi yine yazacaktım, çünkü 11 No’lu CD’nin yazıldığı harddiskin Gölcük’te ortaya çıktığı doğru değildi ama, o CD’nin bir kopyasının (1 No’lu CD) orada ele geçirilen çuvalların içinden çıktığı gerçekti.

Dikkat edilirse, geçen yazımda, iddiam açısından taşıdığı öneme rağmen 11 No’lu CD’nin kopyasının Gölcük’te ele geçirildiğinden hiç söz etmedim. Çünkü bu bilgi bir biçimde zihnimden uçmuş, yerine “Gölcük’te 11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk bulundu” bilgisi geçmişti.

Fakat dediğim gibi: Geçen yazıya oturmadan önce kontrol edip bilginin doğrusuna ulaşsaydım dahi, o yazıda ileri sürdüğüm bütün iddiaları yanlış bilgi (“11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk Gölcük’te ele geçirildi”) üzerinden değil, doğru bilgi (“11 No’lu CD’nin kopyası Gölcük’te ele geçirildi”)üzerinden yine öne sürecektim.

Şimdi sırasıyla geçen yazıda yanlış bilgiyi hangi bağlamda kullandığımı; yazıda dile getirdiğim temel iddiamın ne olduğunu ve nihayet yaptığım hatanın temel iddiama neden halel getirmediğini bu defa kopya CD üzerinden anlatacak, ardından da geçen yazıda bıraktığım noktadan konuyu işlemeye devam edeceğim.

11 No’lu CD’nin kopyasının Gölcük’ten çıkmasının anlamı...

Ben, 6 Aralık 2010’da Gölcük’te yeni belgeler bulunana kadar, işaret edilen zamanlama çelişkilerinin 11 No’lu CD’nin sonradan üretilmiş olduğu iddiasına çok ciddi bir argüman sağladığını düşünüyor, bunu da yazılarımda belirtiyordum.

Fakat ne zaman ki “sonradan üretilmiş” denen CD’nin aynısı (1 No’lu CD) başka ve yeni belgelerle birlikte Gölcük’teki zulada ortaya çıktı, o zaman 11 No’lu CD’nin darbecilerin öz malı olabileceğine dair kanaatim güçlendi.

Çünkü, bu yeni bulguyla birlikte, “zamanlama çelişkileri” mevzuunu tartışan herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir sonuç çıkıyordu ortaya, o da şuydu: 11 No’lu CD’yi kimler üretmişse, 1 No’lu CD’yi de aynı kişiler üretmiştir.

Neden “bir ihtimal daha olmalı” diye düşündüm?

Bu mecburi kabulün, “11 No’lu CD bir çete tarafından sonradan üretilmiştir” tezini savunanları tarifsiz bir zorluk içine soktuğu çok açıktı. Çünkü iddialarını sürdürebilmeleri için, Gölcük’te askeri istihbarat şubesinin tabanına gömülmüş olarak bulunan çuvalların sahibinin de “çete” olduğunu söylemeleri gerekecekti. Nitekim tastamam öyle yaptılar.

Buna inanmak isteyen inanabilir, fakat ben bu kadarını artık zekama hakaret sayıp, 11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkileriyle, CD’nin darbecilerin öz malı olduğu kabulünü uyumlu hale getirecek bir “model” geliştirdim.

Modelim, “Bir çete, 2009’da oturup 2003’e dair bir darbe senaryosu yazdı” iddiasını öne sürenlerin “çetecilere” atfettikleri sahtekarlığın aynısını Balyoz darbecilerinin uygulamış olabilecekleri esasına dayanıyordu...

Nasıl ki onlar, “Çete, bilgisayarda hazırladıkları her dosyanın üst verilerini manuel olarak değiştiriyor, gerçekte 2009’da üretilen bir dokümanı 2003’te üretilmiş gibi gösteriyordu” diyorlarsa, ben de şunu diyordum:

“11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın tarihini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda, ‘zamanlama çelişkileri’ni öne sürerek ‘her şey sahte, her şey senaryo’ iddiasını öne sürebilsinler...”

Doğan ve Rodrik ne yazdılar?

Görüldüğü gibi, benim “model”im bir iddia olarak meşruiyetini 2010’un ocak ayında Taraf’a ulaştırılan Balyoz belgelerinin ikiz kardeşlerinin aynı yılın aralık ayında Gölcük’te ele geçirilmesinden alıyor.

Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in yazımın yayımlandığı gün bloglarında bana verdikleri cevapta sadece “bu bilgi yanlış” deyip başka bir şey dememeleri ve öne sürdüğüm “model”in ne olduğundan hiç söz etmemeleri de doğrusu çok anlamlı geldi bana.

Öyle yaptılar, çünkü onlar da gayet iyi biliyor ki 11 No’lu CD’nin yazıldığı harddiskin Gölcük’te bulunduğu şeklindeki bilgi, evet yanlıştır ama, bu, dile getirdiğim ihtimali dışlamaz. Doğan ve Rodrik, “Alper Görmüş’ün uyduruk bilgi üzerine inşa ettiği yazısı” başlığını kullanmışlar ama eleştirilerinde “uyduruk bilgi” üzerine neyi “inşa” ettiğime hiç değinmemişler.

Oysa, hazır bilginin “uyduruk” olduğu sabitken, onun üzerine “inşa edilen” iddiayı da aktarıp muhatabınızı iyice “rezil etmek” münasip olmaz mıydı?

Acaba diyorum, böyle yapılmamasının nedeni, “inşa edilen” şeyin telaffuzundan duyulan rahatsızlık olabilir mi?

Benim, “Balyoz’daki zamanlama çelişkileri” üzerine kaleme aldığım eski bir yazıma ikilinin tepkisini hatırladığımda, bu soruya “olabilir” cevabını veriyorum.

Size de anlatayım...

“Çelişkiler” üzerine eski tartışma...

28 Aralık 2010 tarihli yazım, salı günü de ifade ettiğim gibi, benim savcıların zamanlama çelişkilerine mutlaka “teknik” bir açıklama getirmek zorunda oldukları yönünde yazılar yazdığım dönemin (yani Gölcük buluntuları öncesi dönemin) son yazısıydı. O dönemde, “darbecilerin, ellerindeki bazı listeleri güncellerken bilgisayarın tarihini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye ayarlamış olabilecekleri” gibi bir düşünce aklımın ucundan bile geçmiyordu. Nitekim 28 Aralık 2010 tarihli yazıda da şöyle demiştim:

“Bildiğim kadarıyla, savcılar bu tuhaflığı ‘arşivlerin sürekli olarak güncellenmesi’yle açıklama eğilimindedirler... Yani şöyle düşünüyorlar: Balyoz belgeleri 2009’dan sonraki bir tarihte ‘çalındığında’, listeler o günün taze bilgilerini içerecek şekilde ‘update’ edilmişti zaten.”

Hemen ardından “Neden o dosyaların üstverilerinde ‘update’ edildikleri tarihler değil de 2002-2003 tarihleri var” sorusunu soruyor, “zamanlama çelişkileri”nin “güncelleme”yle açıklanamayacağını savunuyordum.

Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in aynı gün bloglarında bana verdikleri cevaptaki şu satırlar o zaman beni çok şaşırtmıştı:

“Görmüş’ün tezine inanacak olursak (...) Tüm bu belgeler 2009 senesinde ‘çalınmadan evvel’ CD’ye kaydedildikleri zaman, CD’lerin oluşturulma tarihi geriye alınıyor ve CD’lere günün tarihi yerine 2003’teki plan seminerinin tarihi yazılıyor.”

O dönemde aklımın ucundan bile geçmeyen, dolayısıyla yazılarımda ima bile etmediğim bir “ihtimal”nasıl olmuştu da Doğan-Rodrik ikilisi tarafından dile getirilmişti. Ben bugün bunu bir tür lapsusla (beynin gizlemeye çalıştığını dilin faş etmesi) açıklayabiliyorum ancak.

Bir ilginç nokta da şuydu bana verdikleri cevapta: İkili, öne sürdüğümü öne sürdükleri iddiayla ilgili herhangi bir yorumda bulunmuyorlar, sadece “Bu tuhaf senaryo gerçekleşmiş olsa dahi, belge ve CD’lerin üstverileri değiştirilmiş olduğundan ve belgelerin gerçekte ne zaman en son kaydedildiğini yansıtmadığından hukuki olarak delil kabul edilmeleri zaten mümkün değil” demekle yetiniyorlardı.

Balyoz davası sona yaklaşırken, 11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkilerinin darbeciler tarafından bilinçli bir biçimde oluşturulduğu ihtimalini öne sürmek, bunları, “11 No’lu CD’nin sonradan üretildiği” tezinin temel dayanağı olarak sunanların konforunu fena halde bozmuşa benziyor.

Ben şahsen verdiğim bu rahatsızlıktan dolayı hiç üzgün değilim!

NOT. Gördüğünüz gibi geçen yazının sonunda vaat ettiğim şey bir sonraki yazıya kaldı... Orada da dediğim gibi: Önümüzdeki yazıda, zamanlama çelişkilerinin zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret ettiği iddialarının taşıdığı zayıflıklar üzerinde duracak ve böylece öne sürdüğüm ihtimali tahkim etmeye çalışacağım." (Alper Görmüş / Taraf)




Sahte delil çelişkileri
Taraf'tan Alper Görmüş, Balyoz davasındaki delillerin sahte olduğunu iddia edenlerin iddialarını çürütmeye devam ediyor. Görmüş yazısında, zamanlama çelişkileri, çete, sonradan üretilmiş deliller gibi iddiaları inceliyor.

17.04.2012, 13:12 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (3).. Bu dizinin ilk iki yazısında, Balyoz davasındaki meşhur 11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkilerinin bir istihbarat yanıltmacası olabileceğini öne sürmüş, şöyle demiştim: “11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın tarihini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda, ‘zamanlama çelişkileri’ni öne sürerek ‘her şey sahte, her şey senaryo’ iddiasını öne sürebilsinler...”

İddiamın meşruiyetini esasen, Taraf’a ulaştırılan belgeler arasında yer alan 11 No’lu CD’nin kopyasının (1 No’lu CD) Gölcük’teki İstihbarat Şubesi’nin döşemelerinin altındaki gizli bölmede bulunmuş olmasından aldığını söylemiştim. Fakat bu iddiayı öne sürerken dayandığım bir başka meşruiyet kaynağım daha var: 11 No’lu CD’deki “zamanlama çelişkileri”nin zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret ettiğine dair iddianın taşıdığı zayıflıklar... Şimdi sıra onlara geldi. Zamanlama çelişkilerine neden hep “listeler”de rastlanıyor?

İddianın zayıf yanlarından biri şu: Bu türden zamanlama çelişkileri hep Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) zaten tutulan ve sürekli olarak güncellenen birtakım listelerde bulunuyor. Öyle olunca da, zamanlama çelişkilerini “Darbenin hafızasını sürekli taze tutmak için TSK’da üretilen listelerin güncellenmesiyle” açıklayanların elleri güçleniyor. Oysa bu çelişkiler, davanın delilleri arasında yer alan birtakım “düz” metinlerde de gösterilebilseydi, onlara dayanarak “çete” suçlamasında bulunmak çok daha ikna edici olabilirdi.

Aslında “zamanlama çelişkileri”nde böyle bir dönem de yaşadık... Özellikle, Balyoz darbe girişiminin temel belgesi sayılan “Balyoz Güvenlik Harekat Planı”ndaki (BGHP) kimi zamanlama çelişkileri, o dönemde bazı gazetecileri çok heyecanlandırmıştı. BGHP’nin içinde zamanlama çelişkisi bulmak ve böylece onun “sonradan üretilmiş” olduğunu “ispatlamak” amacıyla gerçekleştirilen kazı çalışmasından devşirilen argümanlar önce Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in bloglarında, ardından birlikte kaleme aldıkları Balyoz adlı kitapta ve nihayet bazı köşe yazarlarının “vay canına!” efektli yazılarında yer aldı.

Bu çelişkilerin içinde “en güçlüler” olarak sivrilen ikisi gazetelerin ve köşe yazarlarının gözdesiydi. Ben, o günlerde kaleme aldığım yazılarda ikisinin de geçersizliğini göstermiştim. Zaten uzun bir zaman önce BGHP içinde “zamanlama çelişkisi” bulma çabasından vazgeçildi ve TSK’da sürekli olarak tutulup güncellendiğini bildiğimiz “listeler”deki zamanlama çelişkileri üzerine yoğunlaşıldı.

BGHP’deki zamanlama çelişkileri...

Balyoz darbe planının temel belgesinde yer alan ve bir zamanlar üzerinde fırtınalar kopartılan iki “büyük” zamanlama çelişkisinin ne olduğunu hatırlayalım... Bunlardan ilki önce Doğan ve Rodrik’in bloglarında, ardından internet sitelerinde yer aldıktan sonra 3 Ağustos 2010 tarihli Milliyet’te birinci sayfa haberi olarak zuhur etti: “Balyoz’da ‘Ege Ordusu’ bilmecesi...” Ayrıntılarda da şunlar vardı:

“Aralarında muvazzaf subay ve generallerin de bulunduğu 196 kişi hakkında dava açılmasına dayanak olan ve 2002 yılında hazırlandığı ve 2003 yılında düzenlenen toplantıda ele alındığı öne sürülen ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı’ adlı belgede ‘Ege Ordusu Komutanlığı’nın da adı yer alıyor. Fakat bu komutanlığın adı 2007 yılına kadar ‘Ege Ordu Komutanlığı’ idi. Yani planın hazırlandığı dönemde ‘Ege Ordu Komutanlığı’ olarak geçen birimin adı beş yıl sonra değiştirilmiş olan haliyle; ‘Ege Ordusu Komutanlığı’ olarak yer aldı.” Yani: Bu Balyoz Güvenlik Harekat Planı denen belge 2007’den sonra hazırlanmıştır, yani kurgudur.

Haberi okuyunca ilk iş olarak Google’a girdim, arama butonuna “Ege Ordusu Komutanlığı” yazdım ve adının 2007’de resmen böyle değiştirilmesinden önce de komutanlığın zaman zaman bu adla anılıp anılmadığını kontrol ettim. Yarım saat içinde derlediğim bilgiler hiç fena değildi: Anadolu Ajansı’nın 2006 şura atamalarını duyurduğu bir haberinde (Hürriyet ve Sabah, 4 Ağustos 2006): Milli Savunma Bakanlığı’nın web sitesinde yayınlanan bir ihale ilanında (30 Eylül 2005): Hakkı Devrim’in Radikal’deki iki makalesinde (22 Eylül 2002 ve 15 Mayıs 2004) Ege’deki ordunun adı “Ege Ordusu Komutanlığı” diye geçiyordu. Daha da ilginci, 2004’te “Ege Ordu Komutanı” olan Orgeneral Hurşit Tolon’un, başında bulunduğu komutanlıktan “Ege Ordusu Komutanlığı” diye söz etmesiydi. Böylece bu tez çökmüş oluyordu.

BGHP içinden gösterilen ikinci “çelişki” ise ilk bakışta daha da çarpıcıydı... “2005’teki konuşma, 2002’deki metinde ne arıyor?”

BGHP içinde bir de mini ekonomi programı yer alıyordu. Doğan-Rodrik ikilisi, bu programın ulusalcı-İslamcı-askerci (garip ama gerçek) bir iktisatçı olan Haydar Baş’ın 2005’teki Milli Ekonomi Kongresi’nin kapanışında yaptığı konuşmayla taşıdığı büyük benzerliklere dikkat çektiler ve yine aynı sonuca vardılar: 2005’te yapılmış bir konuşma 2002’de oluşturulduğu söylenen bir belgede yer alamayacağına göre, belge 2005’ten sonraki bir tarihte oluşturulmuştur, yani bir “sahtekarlar çetesi”nin işidir.

İddia ciddiydi, BGHP belgesini inceleyen askeri bilirkişi, iki metin arasında tam 25 paragraflık bir benzerlik saptayınca daha da ciddi bir hal almıştı. Gerçekten de neredeyse birebir aynıydı paragraflar...

Ben ne yaptım? Oturdum, bu 25 paragrafı karşılaştırdım ve şu iki noktayı saptadım:

Birincisi: Benzerlik taşıyan 25 paragrafın tümü 2002 sonrasına referansı olmayan paragraflardı. Oysa 2005’teki konuşmanın (ki 100 paragraf civarındaydı) öbür bölümlerinde 2002 sonrasına referans veren paragraflar vardı.

İkincisi: 2005 tarihli konuşmadaki bazı rakamlar, BGHP içindeki karşılıklarının güncelleştirilmiş halinden ibaretti. Şunlar gibi:

2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekat Planı: “Ülkemizin iç ve dış borçları 250 milyar doları bulmuş, yeraltı ve yerüstü kaynakları yabancılara satılmış, ülke yönetimi IMF, Dünya Bankası ve AB’ye teslim edilmiş, üretim neredeyse sıfırlanarak...”

2005 tarihli konuşma: “Ülkemiz, iç ve dış borçları 400 milyar dolara baliğ olmuş, ekonomi yönetimi IMF’ye teslim edilmiş, üretimini nerdeyse sıfırlamış...”

2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekat Planı: “Günümüzde kapitalist sömürü yönteminin adı ve adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin yüzde 60’ı 500 büyük şirketin elindedir.”

2005 tarihli konuşma: “Yeni dünya düzeninde sömürü yönteminin adı ve adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin yüzde 65’ini 500 büyük şirket denetlemektedir.”

Bir “çete” bu kadar salak olabilir mi?

Şimdi: İddia edildiği gibi, bir “çete” 2009’da oturup 2002-2003’e dair bir “darbe senaryosu” yazdıysa ve yine iddia edildiği gibi hazırladıkları temel belgede 2005’te yapılmış bir konuşmayı kullandılarsa, rakamlardaki bu “düzeltme”yi nasıl açıklayacağız?

“Çete” şöyle mi akıl yürütmüştür: “Biz 2005’teki bu konuşma metnini kullanıyoruz ama, ona sanki 2002’de yazılmış süsü verebilmemiz için a) 2005’e dair rakamları 2002’ye göre ‘düncellemeliyiz...’ Ayrıca, 2002 sonrasına referans veren bütün rakamlardan da arındırmalıyız.”

Niye ki? Sözünü ettiğimiz şey altı üstü iki sayfalık klişe bir ulusalcı ekonomi deklarasyonu değil mi ki “çete” oturup kendi metnini yazmamış da, ona harcayacağı zamanı, metni “düncellemeye” ayırıp, tuzak kurmaya çalıştıklarının eline bu kadar büyük bir koz vermiş?

Bu saçmalığı siz de zekanıza hakaret sayıyorsanız, size iki alternatifli bir izah getireceğim, artık hangisini isterseniz:

a) Haydar Baş 2005’teki konuşma metnini, 2002’den önce yazdığı bir metni genişletip güncelleyerek oluşturmuştur. Balyoz darbecileri de 2002’de onun ilk versiyonundan yararlanmışlardır.

b) Balyoz darbecilerinden biri, oluşturdukları “ekonomi programı”nı 2002-2003’ten sonraki bir tarihte Haydar Baş’a iletmiştir. O da metindeki eski rakamları güncelleyerek ve birtakım ilaveler yaparak 2005’te konuşma metni haline getirmiştir. (Nasıl olsa gizli belge, kim bilecek?)

Haydar Baş’ın askerlerle muhabbetini düşündüğümüzde insanın aklına başka ihtimaller de geliyor ama, bunlara şimdilik girmeyelim." (Alper Görmüş / Taraf)




Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var
Taraf'tan Alper Görmüş, Balyoz davasındaki delillerin sahte olduğunu iddia edenlerin iddialarını çürütmeye devam ediyor. Görmüş, yazı dizisinin son bölümünde, zamanlama çelişkileri, çete, sonradan üretilmiş deliller gibi iddiaları inceliyor.

20.04.2012 12:03 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (4).. Başta meşhur 11 No’lu CD olmak üzere Balyoz belgelerindeki “zamanlama çelişkileri” üzerine kaleme aldığım dizinin sonuna geldik. Geçen yazıda, 11 No’lu CD’deki “zamanlama çelişkileri”nin zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret ettiğine dair iddianın taşıdığı zayıflıklar üzerinde durmaya başlamış, bugün devam edeceğimi söylemiştim.

Öncelikle, bütünüyle geçmişe dair bir senaryo yazmak üzere bilgisayarlarının karşısına geçen“çete”nin en dikkatli olması gereken noktada nasıl bu kadar çok “zamanlama hatası” yapabildiğinin üzerinde durmak isterim. Meşhur “listeler” üzerinden gidelim ve yapılan hatanın niteliksel olarak nasıl bir şey olduğunu daha net olarak görebilmek için konu dışı bir örnek üzerinde duralım...

Diyelim “A” futbol takımından beş kişilik tribün liderleri grubu, gıcık kaptıkları “B” futbol takımının tribün liderlerinden birine bir tuzak hazırlasınlar... Kurguladıkları senaryo, “B”li tribün liderinin “A” takımının oyuncularından birine beş yıl önce bir suikast hazırladığı temel iddiasına dayansın. Bu amaçla, guya suçlayacakları kişinin bilgisayarından çıkmış bir “A” takımı oyuncuları listesi hazırlasınlar...

Şimdi: Böyle bir planı hazırlayan grubun en fazla dikkat edeceği husus, listenin beş yıl önce “A” takımında oynayan futbolculardan oluşturulmasıdır, öyle değil mi? Fakat ne oluyor? Bizim beş kafadarlar, 11 kişilik listeye iki tane de “A” takımına iki ya da üç yıl sonra transfer edilecek olan futbolcu ekliyorlar.

O kadarla da kalmıyorlar, mesela saldırıdan sonra suikastçının kaçıp sığınacağı “B” takımının tesislerinin sözde “suikastçının elinden çıkmış krokisi” de, takımın daha bir yıl önce açılışı yapılmış tesislerini işaret ediyor.

Şimdi konuya biraz daha yaklaşalım ve 2010’da kaleme aldığım “zamanlama çelişkileri” yazılarımdan birinde başvurduğum daha konuya yakın bir örneği hatırlayalım... Biliyorsunuz, planlarda yasaklanacak gazeteler, gözaltına alınacak gazeteciler falan da var.

Diyelim Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kuran “sahtekarlar çetesi” bir de “Hapse atılacak Hürriyet yazarları” (!) listesi oluşturmuş olsunlar. Unutmayın, 2009’dayız ve 2002-2003’e dair bir senaryo yazılıyor... “Çete” elemanları açıyorlar önlerine 2009’da Hürriyet’te yazmakta olan yazarlar listesini, aralarından 15-20’sini işaretliyorlar... Ve akıllarına bunların 2002-2003’te de Hürriyet’te yazıp yazmadıklarını kontrol etmek gelmiyor... Ve iş mahkemeye düşünce de “darbe sulandırma uzmanları”na gün doğuyor: “Salaklara bak lan, Ahmet Hakan bile var listede!”

-Üstelik ellerinde eski tarihli listeler var!-

“Çete”nin bu kadar basiretsiz olmasına inanmamızı daha da zorlaştıran bir nokta da şu: Yukarıdaki muhayyel örneklerde, bugünden geriye bakıp beş yıl, 10 yıl önceki dönemlere ait yepyeni listeler hazırlanıyordu...

2009’da oturup 2002-2003’e dair bir senaryo yazan “çete”nin elinde ise zaten 2002-2003 tarihli eski listeler var... Fakat nasıl oluyorsa oluyor, “çete” üyeleri bu listelere sonraki tarihlerde ortaya çıkan, kurulan, ismi değiştirilen birtakım yeni gazeteler, firmalar vb. ekliyor ve daha sonra polise ihbar etmek üzere (yoksa “çete” bizzat polis miydi!) bunları bir yerlere zulalıyorlar.

Hadi, bugünden düne dair yepyeni listeler hazırlanacaksa, yani işe sıfırdan başlanacaksa hata yapılabileceğini kabul edelim... İyi de, elinizde zaten eski tarihli listeler varsa ve siz o tarihlere dair bir senaryo hazırlıyorsanız, niye yenileyesiniz bu listeleri? Bu işte bir parçacık olsun mantık var mı?

İşte beni bu türden mantıksızlıklar mahvetti ve sonunda zamanlama çelişkilerinin muhayyel bir“çete”nin salaklıklarının değil, Balyoz’cuların bilinçli müdahalesinin ürünü olma ihtimaline dayanan kendi “model”imi geliştirdim. Takdir sizin." (Alper Görmüş / Taraf)




Sütten çıkmış ak kaşık değiller
Ergenekon ve Balyoz davalarında sona yaklaşılıyor. Hakim ve savcılar konuşamadığı için, avukatlar ve sanık yakınları kamuoyu vicdanında kendilerini aklamaya çalışıyor, delillerin sahte olduğunu, suçsuz yere yargılandıklarını ileri sürüyorlar. Geçtiğimiz günlerde sonuçlanan fuhuş ve casusluk davası buna ilginç bir örnek. Fuhuş ve casusluk suçlarının ispatlanamadığı davada, TSK'nın gizli bilgilerini çalan bir örgüt tespit edildi. Sanıklar bu suçtan ceza aldı. Ama bazı medya işin bu kısmını görmeyerek sanıkların suçsuz yere yargılandığını açıkça iddia edebildi. Sanık ve onları savunan medyanın bu şaşkınlığına Sabah yazarı Nazlı Ilıcak tepki gösteriyor.

08.08.2012 10:34 Nazlı Ilıcak (Sabah): Sütten çıkan ak kaşık değil herkes.. Davalarda sona yaklaşılırken, askeri müdahale iddialarını yalanlama kampanyası da şiddetlendi. Hakim ve savcılar konuşamadığı için, avukatlar ve sanık yakınları kamuoyu vicdanında kendilerini aklamaya çalışıyor. Peşinen söyleyeyim, yargıya intikal etmiş davalarda haksızlığa uğrayanlar mutlaka mevcuttur. Çok büyük çoğunluğun Ergenekon paketi içinde toptancı bir zihniyetle yargılanması da doğru değil. Ama sanki askerler hiçbir şey yapmamış, birileri onlara komplo kurarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ni zaafa düşürmek istemiş gibi hikayeler inandırıcı olmuyor. Bu ordu 2 darbe yaptı; 2 defa da hükümeti devirdi; 12 Mart'ta muhtıra yoluyla; 28 Şubat'ta perde arkasından yürüttüğü baskılarla.

* Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın birtakım işler karıştırdığı, o tarihte zaten MİT tarafından tespit edilmişti. Mustafa Balbay'ın 30 Mayıs 2003 tarihli notunda MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'dan naklen şu bilgi var: "Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul'dan, Birinci Ordu'dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu'da her şey hazır. İhtilale hazırlanıyorlar."

Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, 5-7 Mart 2003 tarihli Plan Semineri'nin kurallara uygun olarak oynanmadığını açıkladı. Zaten gerçek isimlerin kullanıldığı o Harp Oyunu'nda, bir "Milli Mutabakat Hükümeti" kurulmasından da söz ediliyor. Çetin Doğan, "jenerik senaryo" kılıfı altında "Genelkurmay Başkanı'na, ültimatom ver; bu işin sonu b... ktur, deriz" bile diyor. Sırf ismi çeşitli listelerde yer aldı diye bazı askerlerin Balyoz'dan yargılanması doğru olmayabilir. Ama kimilerini de "sütten çıkan ak kaşık" gibi göstermek yanlış.

* Aynı şeyi İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı hazırlayan Dursun Çiçek için de söyleyebiliriz. Bir süredir meseleye temas etmiyordum. Fakat kamuoyunu yönlendirme çabaları karşısında bazı gerçekleri anlatma lüzumunu hissettim. Bir kere İrtica ile Mücadele Eylem Planı'ndaki o imzanın Dursun Çiçek'e ait olduğu, TÜBİTAK, Emniyet ile Jandarma Kriminal ve Adli Tıp tarafından belirlendi. Ayrıca, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda, parke altında ele geçen bilgisayar hard diskinde (5 nolu), -polis raporuna göre oluşturma tarihi 2 Mart 2008, son erişim tarihi 21 Mart 2009 olan- "Proje" isimli bir belge var. "Proje" bir taslak metin; İnternet Andıcı ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı, makamdan Proje'ye onay alındıktan sonra hazırlanmış. "İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın 2009 tarihini taşıdığını nereden biliyorsunuz?" diye sordu İrem Çiçek Haber Türk'te. Proje'nin tarihi belli: Son kayıt 21 Mart 2009. Elde başka hiçbir delil bulunmasa bile, bu yeterli değil mi?

Askerlere ait internet sitelerinde, kara propaganda haberleri yapılmadı mı? Zaten İrtica ile Mücadele Eylem Planı da, internet siteleri gibi, çeşitli yöntemlerle hem hükümeti, hem de Gülen Cemaati'ni yıpratmayı hedefliyor. Daha önce de, sözde Şemdin Sakık'ın ifadelerine dayanılarak hazırlanan bir başka andıç yok muydu piyasada? Kısacası, "Biz böyle şeyler yapmayız. Sütten çıkmış ak kaşığız" söylemi hiç, ama hiç inandırıcı değil.

-Fuhuş ve casusluk-

Kimi köşe yazılarında yargılanan askerlerin fuhuş ve casusluktan ceza almaması, suçsuz yere haklarında dava açılmış gibi sunuluyor. Oysa fuhuş ve şantajdan dolayı ceza almamaları, şikayetçi bulunmamasından kaynaklanıyor. Yoksa elde çok sayıda kişinin özel hayatını gösteren görüntüler ve belgeler var. Ayrıca, devletin güvenliğine ilişkin belgeler de gene bu kişilerde ele geçti. Bunların askeri casusluk amacıyla kullanıldığına dair delil bulunamadı. Belgelerin mevcudiyetinden dolayı mahkümiyet aldılar ama o belgelerle, tehdit, şantaj yaptıklarına ya da bu bilgilerden casusluk amacıyla yararlandıklarına ilişkin kanıt ele geçirilemedi. Muhtemelen mağdurlar, daha büyük bir rezalet çıkmasın diye şikayette de bulunmayınca, o iddialar düştü. Beni üzen nokta, bazı meslektaşlarımızın tavrı. "Bak bir şey yokmuş; suçsuz yere yargılanmışlar" havasını basmak bence çok ayıp. (Sabah)




Balyoz'a şok tanık: 66. Zırhlı Tugay hazırdı
2005 yılında TSK'dan ihraç edilen ve Balyoz davasına müdahil olarak katılması kabul edilen Astsubay Mesut Göğebakan, Balyoz darbe planıyla ilgili bildiklerini anlattı. '1. Ordu'da görev yapan herkesin plandan haberi vardı.' diyen Göğebakan, 66'ncı Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söyledi ve ekledi: 'Eğer Çetin Doğan 2003 yılında kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak gerçekleşmiş olacaktı.'

26.12.2010 13:14 Camilerin bombalanması ve Ege'de Türk jetinin düşürülmesi gibi kanlı eylemler içeren Balyoz darbe planıyla ilgili eski Astsubay Mesut Göğebakan önemli açıklamalarda bulundu. Planın hazırlandığı dönemde Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde 1'inci Ordu Bölge Muharebe Birliği'nde görevli olan Göğebakan "Eğer Çetin Doğan 2003 yılında kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak gerçekleşmiş olacaktı." dedi.

-Çetin Doğan'ın darbe planını 1. Ordu'da herkes biliyordu-

1. Ordu'da Balyoz darbe seminerine benzer birçok toplantının yapıldığını anlatan eski astsubay, bu toplantılara bütün askeri personelin katılımının zorunlu olduğunu söyledi. Ayrıca, 52'nci Zırhlı Tümen'e bağlı 66'ncı Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu ifade etti. "Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu. Karargahta görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek, darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyede bulunduklarını anlatmıştı." diyen Göğebakan, emekliye ayrılan Doğan'ın yerine geçen Hurşit Tolon'un da aynı hevesle çalışmalar yaptığını vurguladı.

-Balyoz davasında içeriden tanıklık yapacak-

Ağustos ayında mahkemenin Balyoz iddianamesini kabul etmesinden hemen sonra müdahillik dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderen Göğebakan, bunu öğrenen bazı askeri yetkililerin "Neden müdahil oldun?" ikazında bulunduğunu ifade ediyor. Göğebakan, Balyoz sanıklarının dış uzantılarının müdahilliklerini engellemeye çalışmalarının delilleri karartma niteliği taşıdığını savunuyor. Gaziantep'te avukatlık yaparak hayatını devam ettiren Göğebakan, cübbesiyle katılacağı davada atılacaklar listesinde adı geçen arkadaşları adına da hukuk mücadelesi vereceğini söylüyor.

-66'ıncı Zırhlı Tugay'ın başka görevi yoktu darbe içindi-

Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu Karargahı'ndaki herkesin bildiğini aktaran Göğebakan, "Karargahta görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek, darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyeler verdiğini anlatmıştı." diyor. İstanbul'da konuşlu bulunan Sarıgazi ve Hadımköy EMASYA alay komutanlıklarının 66'ıncı Zırhlı Tugay'a bağlı olduğunu belirten Göğebakan, tugaya bağlı birliklerin ne taarruz ne de savunmaya yönelik hiçbir görevi olmadığını ve darbe girişiminde kullanılmak üzere hazır tutulduğunu iddia ediyor. Göğebakan, "TSK içerisinde pazartesi toplantıları çok önemlidir. Bu toplantılarda genel olarak birliklerin eksikleri üzerine konuşmalar yapılırdı. Fakat 2002 yılından itibaren artık bu konuşmaların yerini siyasi ve ideolojik söylemler aldı." diyor. (Zaman)




Balyoz tanıkları: Hazırlıkları biliyorduk
'Balyoz' darbe hazırlığına şahit olan tanıklar iddiaları doğruluyor. İddianameye göre, cuntacılar, 823 subay ve astsubayın isimlerinin bulunduğu bir liste hazırlamıştı. Söz konusu listede ismi bulunan askerler Zaman'a konuştu. Eski Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, '2003 yıllarında siyasete bir müdahale olacağını ve tasfiye edilecekleri biliyorduk' derken, aynı tugayda görevli olan ve Balyoz harekat planında sakıncalı olarak işaretlenen eski Üsteğmen Bülent Tekin de, 'Subaylar arasında siyasi iradeye müdahale edileceği konuşuluyordu' diyor.

30.12.2010 10:17 'Balyoz' planı, gerçekleştirilmesi istenen darbenin ardından bazı subayların da TSK'dan tasfiye edilmesini öngörüyordu. İddianameye göre, cuntacılar, 823 subay ve astsubayın isimlerinin bulunduğu bir liste hazırlamıştı. Söz konusu listede ismi bulunan askerler Zaman'a konuştu. Eski Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, "2003 yıllarında siyasete bir müdahale olacağını ve tasfiye edilecekleri biliyorduk." dedi.

-Komutan, hükümetin 6 ay ömrünün kaldığını söylüyordu-

2000-2003 yılları arasında 65'inci Mekanize Piyade Tugayı 4'üncü Bölük komutanı olarak görev yapan Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, Balyoz sanığı Tugay Komutanı Tuğgeneral Selim Erkal Bektaş'ın AK Parti'nin tek başına iktidar olmasını hazmedemediğini birçok toplantıda dile getirdiğini söylüyor. Bektaş'ın eğitim seminerlerinin sonunda siyasi iradeyi şiddetle eleştirdiğine şahit olduğunu aktaran Apaydın, "AK Parti hükümetinin 6 ay ömrü kaldığını söylerdi." diyor. Tugay Komutanı Bektaş'ın darbeci söylemlerine karşı olumlu görüş beyan etmediği ve muhafazakar bir kişiliğe sahip olduğu için hedef seçildiğini ifade eden Apaydın, Bektaş'ın kendisine, "Ben buradan ayrılmadan seni kapı dışarı edeceğim." dediğini belirtiyor. 2003 yılı başlarında Tuğgeneral Bektaş'ın sık sık İstanbul'da seminer toplantılarına katıldığını anlatıyor. Dönüşünde siyasi iradenin ülkeyi kaosa sürükleyeceğine yönelik konuşmalar yaptığını vurguluyor. O dönemde yeni bir 28 Şubat süreci yaşanacağı kanısının subaylar arasında yüksek olduğuna dikkat çeken Apaydın, Tugay komutanının kendisine itaat edecek subaylar seçerek yeni görevlendirmeler yaptığını söylüyor.

-Subaylar arasında darbe yapılacağı konuşuluyordu-

Yine aynı tugayda görevli olan ve Balyoz harekat planında sakıncalı olarak işaretlenen eski Üsteğmen Bülent Tekin, Balyoz seminerlerinin yapıldığı tarihlerde davet edilmediği özel toplantılar yapıldığını belirtiyor. O toplantıların içeriğinin eğitim seminerlerine yansıdığını kaydeden Tekin, "Subaylar arasında siyasi iradeye müdahale edileceği konuşuluyordu." diyor. Askerin psikolojik olarak darbeye hazır hale getirilmeye çalışıldığını ifade eden Tekin, Tugay Komutanı Bektaş'ın ülkenin bu şekilde yönetilmeyeceğini söyleyerek askeri etkilediğini vurguluyor.

-Vural Savaş 66. Tugay'a sık sık gelir konuşma yapardı-

1. Ordu Komutanlığı'na bağlı 66'ncı Zırhlı Tugay'da 2001-2007 yılları arasında astsubay olarak görev yapan Mehmet Ali Coşar, Balyoz seminerleri gibi birçok seminerin yapıldığını, bu çalışmaların askeri personel arasında normal karşılandığını savunuyor. Coşar, darbe planlarının hazırlanmasında derin devletin aktif rol aldığını iddia ediyor. Tugayın ihtiyaç halinde kullanılacak birliklerden oluştuğunu söyleyen Coşar, EMASYA birliklerinin 66'ncı Zırhlı Tugay'a bağlı olarak faaliyet yürüttüğünü ifade ediyor. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın sık sık tugaya geldiğini ve iktidar karşıtı konuşmalar yaptığını belirtiyor. (Zaman)




Örnek'ten Yalman'a suçlama
Balyoz davasında esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmasını yapan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'a suçlamalarda bulundu. Davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un mahkemede yapılan sorgulaması sırasında 'seminer ses kasetlerinin Başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verildiğini bizzat Aytaç Yalman'dan öğrendiğini söylediğini' belirten Örnek, ne mahkeme heyetinden bir kişinin, ne de iddia makamının bu konuda bir tek soru bile sormadığını dile getirdi.

31.08.2012 12:22 'Balyoz Planı' davasının 104. duruşmasında tutuklu sanık eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmasını yaptı. Kasım 2002-Ağustos 2003 döneminde TSK içerisinde hiyerarşi dışı bir darbeye teşebbüs hareketi olmadığını ifade eden Örnek, iddia makamı tarafından bu amaca yönelik olduğu kabul edilen sayısal dosyaların sahte olduğunu savundu.

İddia makamına göre sadece sanıkların bilmediği konular için bilirkişiye gereksinim olduğunu belirten Örnek, dosyada 30 bilirkişi raporu ve uzman görüşü bulunduğunu anlattı. Örnek, Gölcük belgeleriyle ilgili bilirkişi raporunun mahkemeye gelişinin bir trajikomedi olduğunu ifade ederek, 14 Ocak 2011'de tamamlanan raporun mahkemeye 24 Mart 2011'de ulaştığını söyledi. Raporun CMK 250. maddeyle ilgili yetkili savcılık tarafından, tutuklamaların yaşandığı 11 Şubat 2011 tarihine kadar mahkemeye gönderilmediğini dile getiren Örnek, "Soruşturma savcıları kendi lehlerine gördükleri Ahmet Erdoğan'ın raporunu bir veya iki gün içinde 1. Ordu Komutanlığı'ndan aldırmışlardır. Ama iş sanıkların lehine olan bir raporu aldırtmaya gelince kaplumbağa kurye olarak seçilmiştir. Eğer rapor 11 Şubat 2011 öncesi gelseydi tasarlanan tutuklama gerçekleşemezdi" diye konuştu.

Bilirkişi raporlarına ayrıntılı bir şekilde değinen Örnek, TÜBİTAK çalışanlarının bilirkişi olmasının CMK'ya aykırı olduğunu, TÜBİTAK bilirkişilerinin yasal olmayan şekilde seçildiğini anlattı. Mütalaadaki "Belgelerin tamamı 2003 yılı ve öncesine ait" sözüyle ilgili bilirkişi raporlarında bir tespit olmadığını ifade eden Örnek, "İddia makamının bahse konu olan iddiası kanıtsız ve dayanaksızdır. Bilirkişi raporları kasten çarpıtılmıştır. Çarpıtmayı kim yapmıştır? Bu ifade, Yurt Atayün (eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü) tarafından kullanılmıştır. Tamamen asılsız ve uydurma bir ifadedir. Ama bizim muhatabımız iddianamenin altında imzası olanlardır. Kendini özel yetkili savcı sanan polisler değil" dedi.

-TÜBİTAK raporları-

Örnek, dosyadaki iki TÜBİTAK raporuna değinerek, TÜBİTAK ile ilgili de şu eleştirilerde bulundu: "Bu kurumun içine siyaset bulaşmıştır. Kendi dergilerinin kapağına evrim teorisi mizansenini koyamamışlardır. Evrim teorisine inanmıyorlarsa bilimsel bir kurum değildir, inanıyorlarsa konmaması için siyasi baskı vardır. TÜBİTAK'ın bilimsel kalitesi ise alanına göre tartışılır. Bir kurumun bilimsel kalitesini söyleyebilmek için onunla iş yapmak gerekir. Bu kuruluşa 30'u aşkın proje verdim ve bir kısmının sonuçlarını aldım. Acaba iddia makamı kaç adet proje verdi? Eğer cevap hiç ise söylenti üzerine iddia inşa edilir mi? Size bildik bir lisandan söyleyeyim, kasaptan iyi fırıncı olmaz."

TÜBİTAK raporlarında açık bir şekilde eksiklik ve yanlışlıkların, hatta aldatmacaların olduğunu ileri süren Örnek, TÜBİTAK raporlarına itiraz ederek, mahkemeden bunların kabul edilmemesini istedi. (Cihan, DHA, Cnnturk)

Örnek, mahkemenin 31 tanık dinlediğini, bunlardan Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen belgelerle ilgili beyanda bulunan 7'sinin, sanıkların aleyhine tek bir kelime dahi etmediklerini söyledi.

Tanık Melek Üçtepe'nin 11, 16, 17 No'lu CD'ler için ''Bizim arşivimize ait değildir. Üzerine arşiv no verilmemiş CD arşive giremez'' dediğini hatırlatan Örnek, 11, 16, 17 No'lu CD'lerin üzerinde arşiv numarası olmadığını, tanığın beyanları dikkate alındığında bu CD'lerin kesinlikle 1. Ordu Komutanlığı'nın arşivine ait olmadığını vurguladı.

Eski Genelkurmay başkanları emekli orgeneraller Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ'un duruşmada tanık olarak dinlenildiğine atıfta bulunan Örnek, ''Her iki orgeneralin ifadeleri Aytaç Yalman'ın alınamayan ifadesi kadar önemlidir. 2003 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı (Yalman) ve Genelkurmay Başkanının (Hilmi Özkök) haberi olduğu bir darbe teşebbüsü olsaydı bu iki orgeneralin kesinlikle haberi olurdu. Ama her ikisi de böyle bir konudan haberleri olmadığını defalarca tekrarlamışlardır'' dedi.

Örnek, mahkemenin, sanıkların tezinin ortaya çıkmasına yardımcı olacak tanıklar Mehmet Baransu, TÜBİTAK bilirkişileri, bilirkişiler Ahmet Erdoğan ile Hakan Erdoğan ve Aytaç Yalman'ı çağırmadığını ifade ederek, ''Hem iddianamede, hem de esas hakkında mütalaada Kasım 2002-Ağustos 2003 döneminde bir darbeye teşebbüs hareketinin Aytaç Yalman tarafından engellendiği yazılıdır. Bu konuda hiçbir yerde bir delil yoktur. Yalman'ın soruşturma aşamasında ifadesi de alınmamıştır. Bu iddia Aytaç Yalman tarafından gerçeklenmediği sürece havada boşlukta duran bir iddiadır.''

-'Yalman kasetleri kimden aldı?'-

Özden Örnek, davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un mahkemede yapılan sorgulaması sırasında ''seminer ses kasetlerinin Başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verildiğini bizzat Aytaç Yalman'dan öğrendiğini söylediğini'' belirterek, ne mahkeme heyetinden bir kişinin, ne de iddia makamının bu konuda bir tek soru bile sormadığını dile getirdi.

Örnek, iddianameye göre, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın soruşturmayı yürüten savcılara, ''Balyoz'' davasıyla ilgili kendilerinde basında çıkan bilgilerden başka bir belge veya bilgi olmadığını resmi olarak bildiklerini ifade ederek, şöyle devam etti:

''Bu dört kurum, devletin istihbarat toplayan yegane yasal kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, 'bizde belge yok' diyorsa Başbakana, bu kasetleri bunların dışında birileri, yani bir çete, yasa dışı bir örgütün vermiş olması lazımdır. Bu kasetlerin yasal yollardan ele geçirildiğine dair bir tek bilgi, bir tek belge yok. Bavullu adam da yok. Kasetleri Aytaç Yalman kimden almıştır? Eğer kaset içindekiler suç ise neden bu suçlular hakkında bir işlem yapılmamıştır? Seminer o zamanlar suç değildi de 7 sene sonra mı suç oldu? Biz doğru olduğundan eminiz ama hukuki yönden Ergin Saygun'un söyledikleri neden mahkemece teyit edilmiyor?

Mahkemede ses kasetleri dinlenilirken sayın başkan her sesin sahibini sordu ama kaset kaydında geçmiş olan 'ezan' sesi hakkında 'bunu kim okuyor?' diye sormadı. Eğer bu sesler orijinal kayıtsa size haberim var. Kaydın yapıldığı yer ses geçirmezdir. Şimdi bu kayıtlarda ezan sesinin olması nasıl izah edilecek? Acaba Başbakanın verdiği kasetlerden mikrofon kullanarak kayıt yapılırken mi geçti? Yoksa kasetlerin üzerinde oynanırken mi oldu? Seminer üç gün sürdüğüne göre neden başka ezan sesi veya trafik sesi yok? Bu arada Başbakanın eline geçen kasetlerden bir kopya muhakkak Başbakanlık'ta kaldığına göre bu kasetler nerededir? Aytaç Yalman'a verilen kasetler nerededir? Bu kasetler bulunup buraya getirilmeli ve mahkemenin elindekilerle mukayese edilmelidir. Bavullu adam olmadığına göre Baransu'ya bu kasetleri kim vermiştir? Polis mi?''

-'Mahkeme ısrarla çağırmadı'-

Örnek, Genelkurmay Başkanının emriyle ve onun başkanlığında 15 Temmuz 2003 günü Harp Akademileri Komutanlığı'nda ''Genç Subaylar Rahatsız (Cumhuriyet Gazetesi'nden çıkan haber)'' olayı ve 4 Temmuz 2003 çuval krizinden sonraki çıkan durumu görüşmek için bir toplantı yaptıklarını hatırlattı. Toplantıya kendisi, Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına, Genelkurmay Başkanı, Aytaç Yalman ve Şener Eruygur'un katıldığını ifade eden Örnek, bu konuyla ilgili 5 Aralık 2009'da ifade verdiğini, ''Ergenekon'' sanıkları Muzaffer Tekin ve Fikret Emek'te birtakım belgeler ele geçirildiğini ve bu toplantıyla ilişkilendirildiğini kaydetti. ''Şimdi biz bu belgeler ile suçlanıyoruz. Suçlayanlar, toplantıya Genelkurmay Başkanının başkanlık ettiğini, soruları onun sorduğunu, bu belgelerin üzerinde benim ismimin yazmasının benimle illiyet bağı kurulmasına yetmeyeceğini görmezlikten geliyor'' diyen Örnek, bu konuları açıklığa kavuşturacak tek kişinin Yalman olduğunu, ancak ısrarlı taleplerine rağmen mahkemenin tanık olarak davet etmediğini söyledi. (AA)




Yalman: Örnek, terbiye dışı!
Balyoz davasında savunmasını yapan ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman'a suçlamalarda bulunan tutuklu sanık dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Özden Örnek'e Yalman'dan tepki geldi. Yalman, Örnek'in kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını belirtti.

03.09.2012 11:35 Balyoz davasında sona yaklaşıldıkça süreci etkileyecek açıklamalar geliyor. Özden Örnek, son duruşmada sanıklardan emekli Org. Ergin Saygun'un ifadesine atıfta bulunarak, "Balyoz kasetleri başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verilmiş." dedi. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, bu sözlere Hürriyet Gazetesi aracılığıyla cevap verdi. Örnek'in kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını belirten Yalman, kasetlerin içeriğinden haberdar olmadığını, aksi takdirde işlem yapacağını söyledi. Yalman, "Emrime aykırı yapılan bu seminer kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı kadar, kasetlerin içinde konu ile ilgisi olmayan bigünah silah arkadaşlarımın isimlerinin kimler tarafından yazdırıldığının ortaya çıkarılması önemlidir." diye konuştu.

Emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın dün Hürriyet gazetesinde yer alan açıklamaları, Hilmi Özkök'ün Ergenekon ifadesiyle birlikte değerlendirildiğinde Balyoz davasını doğrudan etkiliyor. Yalman, Balyoz davasında sanıklar ve avukatları tarafından hep gündemde tutulan bir isim. Sanık avukatları, özellikle son 5-6 aydır eski Genelkurmay Başkanı Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman'ın Balyoz davasında tanık olarak dinlenmesini istiyor ama mahkeme talebi reddediyordu. Özkök, Ergenekon davasında, 5-7 Mart 2003 tarihli seminerde (Balyoz) amacın aşıldığını ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı'na (Yalman) bunu incelemesini söylediğini anlatmıştı. Şimdi de Yalman, Balyoz sanıklarının elini zayıflatacak açıklamaları devam ettiriyor. Her ne kadar mahkemede verilmiş ifade olmasa da, iki emekli orgeneralin sözleri Balyoz iddianamesini destekler nitelikte. Çünkü Yalman, ilk olarak "Balyoz" ismiyle bilinen 2003 tarihli seminerin emrine aykırı şekilde gerçekleştirildiğini vurguluyor. Sanıklar, davanın başından beri bu seminerin sıradan bir "harp oyunu" olduğunu savunmuştu. Bu savunma, Yalman'ın açıklamasıyla bir kez daha geçerliliğini kaybetti ve seminerde "örtülü darbe" konuşulduğu iddiası güçlendi. Bunun yanında, o dönem Balyoz kasetlerinin Başbakan'a (Tayyip Erdoğan) gittiği komuta kademesince doğrulanmış oldu. Yani Balyoz semineri, 2003'ten beri devlet idarecileri tarafından biliniyordu.

Karacı subay Yalman'ın, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'ten, "Bir deniz subayı" diye bahsetmesi de manidar ve mesaj içeriyor. Halbuki, Örnek'in 2003-2004 yıllarına ait günlüklerinde (darbe günlükleri), dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına'nın bir an önce darbe yapmak için hevesli oldukları, onları Örnek ve Yalman'ın işbirliğinin durdurduğu anlatılıyor. Günlüklere göre Örnek, sık sık Yalman'la dertleşiyor, fikir paylaşımında bulunuyor. Özkök'e karşı birlikte hareket planı geliştiriyorlar. Geçmişteki bu samimiyete karşı bugünkü sert üslup, Balyoz sanıklarının psikolojik sıkıntıya düştüğünü gösteriyor. Kendilerinin karşısına geçtiğini düşündükleri Yalman'a yükleniyorlar. İddianamede, Balyoz darbesinin Yalman'ın çabalarıyla engellendiği yönünde savcılık tespiti var. Bu da, sanıkların Yalman'a yaklaşımının sebebini ortaya koyuyor.

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, son açıklaması ile bazı sanıkları "günahsız" diye ayırsa da, başta generaller olmak üzere Balyoz sanıklarına 'ayar' verdi. Bir taraftan kendini koruma kaygısı taşıyan Yalman'ın, mahkemeye gidip ifade verirse, sözlerinin onların lehine olmayacağı mesajını da aktarmış oldu. Bu açıklamadan sonra, Balyoz sanıklarının hala Özkök ve Yalman'ı tanık olarak çağırmaya devam edip etmeyecekleri ise merak konusu. (Zaman)

YALMAN'DAN ÖRNEK'E SERT TEPKİ

Balyoz davasının tutuklu sanıklarından eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, davanın 31 Ağustos 2012 günü görülen 104. duruşmasında son savunmasını yaptı ve davanın diğer tutuklu sanığı emekli Orgeneral Ergin Saygun'un bir ifadesini gündeme getirdi. Örnek, "Ergin Saygun, plan semineri kasetlerini Aytaç Yalman'a Başbakan'ın verdiği söyledi ama mahkeme bunun üstünde bile durmadı. Bu kasetler Başbakan’a kimler tarafından sızdırıldı? Aytaç Yalman'a verilen kasetler nerede?" diye sordu.

İşte bu sözlere Aytaç Yalman sert tepki gösterdi. Hürriyet gazetesine dün konuşan Aytaç Yalman, Örnek'in sözleri için "Terbiye hudutlarını aşan bir iftiradır" dedi. Yalman şöyle konuştu: "Özden Örnek tarafından yapılan esas hakkındaki savunma maksadını ve haddini aşan bir ifadedir. Ergin Saygun'un iftirası üzerine kurgulanan ve bunu doğru kabul ederek verilen ifade, şahsımı hedef alan bir iftira belgesidir. İşin doğrusu şudur; söz konusu kasetlerin seminerin hemen sonrasında sızdırıldığını öğrendim. Bu kasetlerin hangi kaynaktan sızdırıldığını bilmiyorum."

Kasetlerin dönemin başbakanına verildiğini belirten Yalman, Başbakan'ın da durumu Hilmi Özkök'e aktardığını söyledi. Kasetlerin varlığını Hilmi Özkök'ten öğrendiğini ifade eden Yalman, "Hilmi Paşa kasetlerin içeriği konusunda bilgi vermedi. Verilmiş olsaydı gerekli işlemi yapardım. Emrime aykırı olarak yapılan bu seminer kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı kadar, kasetlerin içinde konu ile ilgisi olmayan günahsız silah arkadaşlarımın isimlerinin kimler tarafından yazdırıldığının ortaya çıkarılması önemlidir" dedi. (Hürriyet)




Balyoz'da kritik müdahillik
Balyoz davasında mahkeme, eski Astsubay Mesut Göğebakan'ın müdahillik talebini kabul etti. Göğebakan, daha önce basında yayınlanan röportajlarında, 1. Ordu'da görev yapan herkesin 66. Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söylemişti. 'Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu. Eğer Çetin Doğan 2003'te kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak gerçekleşmiş olacaktı.' diyen Göğebakan'ın ifadesinin Balyoz davasını önemli oranda etkilemesi bekleniyor.

06.09.2012 10:00 Balyoz darbe planı davasında ara kararını açıklayan İstanbul 10. Ağır Mahkemesi, biri sivil diğeri Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ihraç edilen iki askerin müdahillik talebini kabul etti. Gerekçe olarak da 'şahısların iddia edilen suçtan zarar görme ihtimallerini' gösterdi. Müdahillik talebi kabul edilen eski Astsubay Mesut Göğebakan, 2005'te ordudan atılmıştı. Göğebakan daha önce verdiği röportajlarda 1. Ordu'da görev yapan herkesin 66. Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söylemişti. "Eğer Çetin Doğan 2003'te kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak gerçekleşmiş olacaktı." diyen astsubay, şu ifadeleri kullanmıştı: "Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu. Karargahta görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek, darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyede bulunduklarını anlatmıştı." Balyoz iddianamesinin kabulünden hemen sonra müdahillik dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderen Göğebakan, bazı askeri yetkililerin kendisini engellemek istediğini de kaydetmişti.

Balyoz'da 'operasyon yapılacaklar' listesinde adı geçen Alaaddin Kaya da müdahilliği kabul edilen bir başka isim oldu. Kaya'nın avukatı Ümit Kardaş, kararın Balyoz davasında 'gerçek kişilerin mağduriyetinin ve delillerinin güçlü olduğunu' gösterdiğini kaydetti. Kardaş, "Aramalarda 'fişleme', 'takip' gibi belgeler ve bunlarda çok sayıda isim vardı. Mahkemenin vereceği kararı bilmiyoruz ama taleplerinin kabul edilmesi önemli bir gelişme." şeklinde konuştu. (Zaman)




Çetin Doğan, arkadaşlarını yaktı
Balyoz darbe planının ortaya çıkmasına, darbe lideri Org. Çetin Doğan'ın kendine aşırı güveni ve çenesini tutamaması neden oldu. Hilmi Özkök, Aytaç Yalman, Hurşit Tolon, Erdal Şenel, Çevik Bir ve Erol Özkasnak gibi generallerin konuşmalarında bu konu dile getiriliyor, Doğan'a tepki gösteriliyordu. Bu konuşmalar darbenin mahkemece kanıtlanmasında önemli rol oynadı. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, yazısında bu konuşmaları ve darbe girişimini kanıtlayan diğer bazı önemli delilleri işliyor.

24.09.2012 10:27 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz'da dijital olmayan bilgiler.. Balyoz darbe teşebbüsü sadece dijital belgelerle değerlendirilemez. Ormanın tümüne bakmak gerekiyor. Özden Örnek ve Mustafa Balbay günlükleri, bazı dinleme kayıtları, komutanların ifadeleri, MİT'teki bilgiler birbiriyle örtüşüyor ve Kasım 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesiyle TSK'da müdahaleye yönelik bir hareketlenmenin olduğunu ortaya koyuyor.

Özden Örnek'in günlüklerinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'le arasında geçen bir konuşma yer alıyor: Özkök, Yalman'a, "Cuma akşamı sizleri aradığımda (bütün kuvvet komutanlarını kastediyor) benden habersiz toplanmış durumda buldum, üzüldüm" diye sitem edince, Yalman Özkök'e soruyor: "Geçen yıl en fazla desteği size kim verdi." Özkök "Tabii ki sen verdin ve sana müteşekkirim" diyor. Yalman "O halde nasıl olur da bizim hakkımızda böyle düşünebilirsiniz" cümlesiyle tartışmayı sonlandırıyor. Daha sonra, Aytaç Yalman, Hilmi Özkök'le aralarında geçen bu konuşmaya bir açıklık getiriyor ve Özden Örnek'e diyor ki: "Geçen yıl ben ona karşı Çetin Doğan'la birlikte olsaydım, onu paramparça edeceklerdi." Bu satırlardan, Aytaç Yalman'ın, Birinci Ordu'da hazırlıklar yapan Çetin Doğan'a katılmadığı ve Hilmi Özkök'ün yanında durduğu anlaşılıyor.

İkinci Balyoz iddianamesinde bir belge mevcut. Zirve Yayınevi katliamı soruşturulurken, misyonerlere karşı ısrarlı yayınlarıyla öne çıkan bazı öğretim üyelerinin, bu kapsamda Malatya İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü profesörlerinden Salim Çöğce'nin odası aranmıştı. Orada "Sayın Tolon" isimli bir metin bulundu. Bu yazı, Hurşit Tolon ile emekli Genelkurmay Adli Müşaviri Mehmet Erdal Şenel'in konuşmasına dairdi. Tolon, Şenel'e şöyle diyordu: "Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa Kara Kuvvetleri Komutanı olacaktı. Fakat Çetin Paşa bu planı herkese anlattı. Genç subaylar arasında bu durum büyük memnuniyet yarattı. Çetin Paşa duyulur mu duyulmaz mı dikkat etmeden hükümetin aleyhinde konuştu. 1. Ordu Plan Tatbikatı'nda onlarca subay içinde neredeyse yapacağımız hareketi açıkladı. Milli Mutabakat Hükümeti kurulmasından bile söz etti. Çetin Paşa kendisine çok güvendi."

Çetin Paşa'nın diline hakim olmadığı hususu, 2009'da teknik takibe takılan emekli Org. Çevik Bir ve emekli Tümgeneral Erol Özkasnak'ın telefon konuşmasında da geçiyor. O konuşmada Özkasnak "Hani o Çetin Doğan, onun şeyinden çıktı bunlar biliyorsunuz. Onun adamlarından... gevşek olduğu için kendisi" diyordu.

Balbay'ın günlüklerine bakalım. Onun Çetin Doğan'a ilişkin tuttuğu notlar ise şöyle: "O hazır... Ameliyattan hemen önce İzmir'de ordu komutanlarıyla konuşmak, toplanmak üzere hazırlık yaptı; konuşmasını hazırladı. Bunu bilgi olsun diye Genelkurmay'a gönderdi. Yaşar Paşa (Büyükanıt) bir üste iletmedi. Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi götüremiyor türündeydi. Kesin konuşmayı yapacaktı. Aytaç Paşa (Yalman) yap demişti." Çetin Doğan, 31 Mart 2003'te by-pass ameliyatı geçirdi, Balbay o günü günlüğünde şöyle anlatıyor: "Mehmet Beyle görüştüm. Çetin'in ameliyat olmasının nedeni hazırlık; o güne hazırlanıyor. Röportajda (Aktüel'deki) sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, bazı dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek. Ama fazla emekli olacağım dedi."

Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın birtakım işler karıştırdığı, o tarihte zaten MİT tarafından tespit edilmişti. Mustafa Balbay'ın 30 Mayıs 2003 tarihli notunda MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'dan naklen şu bilgi var: "Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul'dan, Birinci Ordu'dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu'da her şey hazır. İhtilale hazırlanıyorlar."

Çetin Doğan, Birinci Ordu ile Jandarma'nın birlikte hareket ederek darbeyi yapabileceğine inanıyordu. Ama Özkök ile birlikte hareket eden Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, önünü kesti. Çetin Doğan, Ağustos 2003'te emekli oldu. Bu tarihten sonra, onunla birlikte yola çıkanlardan emekli olmayıp geride kalanlar darbe faaliyetini sürdürdü. (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Sanıklara bir darbe de AİHM'den
Balyoz davası sahte delillerle yürütüldü diyen sanıklara Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararı hatırlatıldı. Gazeteci Taha Akyol, CNN Türk canlı yayınında AİHM'in Balyoz delilleriyle ilgili kararını hatırlattı: 2229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları... AİHM bu belgeleri somut ve meşru deliller olarak kabul etti.

24.09.2012 12:57 Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamından tutuklanan ve darbeye eksik teşebbüs suçu nedeniyle 20 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan, Balyoz Davası devam ederken, mahkemenin yakalama ve tutuklama kararı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmuştu. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği Balyoz kararları sonrası bugün hala bazı kesimler delillerin sahte olduğunu iddia ediyor ama Çetin Doğan'ın bizzat başvurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Balyoz delillerinin somut ve meşru olduğu kararını vermişti. İşte Taha Akyol'un Çetin Doğan'la ilgili AİHM kararını hatırlattığı yazısından ilgili bölüm ve CNN Türk'teki bu konudaki sözleri;

AİHM’nin ilgili kararı “Çetin Doğan vs. Turkey” adını taşıyor, başvuru numarası 28484/0 ve tam 19 sayfa. Karar, yüklenen suçu 6 sayfada özetlemiş: Atılı suç, Plan Semineri toplantısında, “Beş aşamada icra edilecek olan bir strateji uygulayarak siyasi iktidarı devirmeyi tasarlamış” olmasıdır. İlk aşama darbe için “Gerekli tüm bilgilerin toplanması...” Bu amaçla “çok sayıda kişi, dernek, sendika, üniversite vb. çeşitli kurumlar hakkında” bilgi toplanmış ve tasnif edilmiştir.

İzleyen aşamalar; uçak düşürülmesi, “irticai tehdit bahanesiyle sokak denetimlerinin askeri güçler tarafından ele geçirilmesini” amaçlayan bombalama dahil provokatif eylemler yapılması, azınlık ve dini cemaatlerin şiddet eylemleriyle tahrik edilmesi... Bu karışıklıkta sıkıyönetim ilanı, hükümeti devirerek “milli mutabakat hükümeti” kurdurulması, isimleri belirlenen kamu görevlerine askerlerin atanması... Gazeteci, politikacı, işadamı, sivil toplum mensubu binlerce kişinin tutuklanarak stadyum ve spor salonlarında toplanması!... Bunlar tamamlandıktan sonra seçimlere gidilmesi.

Şu çok önemlidir: Tutuklanacak, atılacak, atanacak kişiler sembolik isimler değil, gerçek kişilerdi!

AİHM kararında bu iddiaların dayandığı delilleri sayıyor: Birçoğu Çetin Doğan tarafından imzalanmış 2.229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları... Ayrıca bir casusluk soruşturmasıyla ilgili arama sırasında Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen “çok sayıda ek belge”. AİHM’ye göre bu deliller, sanıklar hakkında soruşturma açmak ve tutuklamak için “ciddi neden ve emare”lerdir! Soruşturma, yakalama ve tutuklama kararı “ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut delil unsurlarına dayanarak” verilmiştir...

AİHM sonuçta Çetin Doğan’ın itiraz başvurusu hakkında şu kararı veriyor: “Başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksundur.”

Demek ki, evrensel hukuk açısından da bu davaya uydurma denilemez. (Cnnturk)




Aytaç YalmanVe Yalman darbeyi itiraf etti!
Aytaç Yalman NTV televizyonuna bağlanarak şok bir itirafta bulundu. Hilmi Özkök'ten 'darbeyi önleyen komutan' olarak söz eden gazeteciye tepki gösteren Yalman, programı aradı ve şunları söyledi: 'Darbeyi ben önledim. Hilmi Paşa'nın kaç tankı tüfeği var? Türk Ordusu demek, Kara Kuvvetleri demektir.'

28.09.2012 17:12 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Balyoz seminerinin resmen bir darbe planlaması olduğunu resmen kabul etti. NTV televizyonunda Balyoz kararlarını değerlendiren İsmail Küçükkaya'nın "darbeyi Hilmi Özkök Paşa önledi" sözlerine hayli içerleyen ve hemen telefona sarılan Yalman, "Özkök'ün kaç tane tankı var. Darbeyi ben önledim" sözleri darbenin tarihi itirafı olarak kayıtlara geçti. Bugünkü yazısında Aytaç Yalman'ın darbe itirafını kaleme alan Gülay Göktürk, Balyoz Darbe Planı için bunca delilele rağmen hala "seminerdi, oyun planıydı" diyenlere sordu: Peki Aytaç Yalman'ın bu sözlerini nereye koyacağız?

İşte Gülay Göktürk'ün o yazısı:

"Susmak için artık çok geç.. Şükürler olsun ki bugünleri de gördük... Kim derdi ki 27 Mayıs'tan beri şahinlikleriyle övünen komutanlar bir gün gelecek güvercinlik yarışına girecek?.. Şimdiye kadar 3,5 darbe gerçekleştirmiş, hükümete ve topluma defalarca balans ayarları yapmış bir kurumun, her bir ferdi yüreği her daim iktidara el koyma ateşiyle çarpan komutanları artık birbirleriyle anti-darbecilik yarışına girişiyor. Hilmi Özkök'ün darbeyi önleyen Genelkurmay Başkanı olarak oynadığı rol ve demokrasiye bağlılığı nedeniyle halkın gönlünde taht kurması bazı komutanları kıskançlıktan çatlatıyor. Kara Kuvvetleri eski Komutanı Aytaç Yalman'ın Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'ya yönelttiği sitem, yaşanan iklim değişikliğini ne de güzel ortaya koyuyor!

-'Hilmi Paşa'nın kaç tankı var?'-

Olayı duymayanlar için özetleyelim: İsmail Küçükkaya NTV televizyonunda yaptığı bir konuşmada Hilmi Özkök'ten "Darbeyi önleyen komutan" olarak söz edince, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman kendisini telefonla arıyor ve hakkını teslim etmediği için sitem ediyor: "Darbeyi Hilmi Özkök önledi diyorsun, aç iddianameyi oku, darbeyi asıl önleyen benim" diyor. Burada da durmayıp devam ediyor: "Hilmi Paşa'nın kaç tankı tüfeği var? Türk Ordusu demek, Kara Kuvvetleri demektir."

Gerçekten de Balyoz İddianamesi'nde Aytaç Yalman'ın "namus kurtarmak" için kullanabileceği, hatta ileride torunlarına okuyabileceği satırlar var. Ama biz Yalman'ın darbe karşıtlığının derecesini de niteliğini de (Özden Örnek günlüklerinden) gayet iyi biliyoruz. Aralık 2003'teki bir toplantıda "Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra vermeliyiz" diye konuşan Yalman, 3 Şubat 2004'teki bir başka toplantıda "Hemen 10 Mart'ta ihtilal yapalım" diye bastıran İbrahim Fırtına ve Şener Eruygur'a karşı çıkıyor, onları frenliyor.

Peki neden? Darbelere karşı olduğu için mi? Ne gezer... Sadece zamanın uygun olmadığını düşünüyor ve beklenmesini tavsiye ediyor. Şimdi de inanılmaz bir pişkinlikle bu davranışından dolayı kalkmış bizden demokrasi madalyası talep ediyor.

-Hani komploydu?-

Ama yine de bu durumdan şikayetçi olmamız için bir sebep yok. Zira Yalman'ın tarihe düşmeye çalıştığı bu notun, bütün genç subaylar tarafından ibretle izlendiğine kuşku yok. Artık harp okullarına kaydını yaptıran her subay adayı bu ülkede darbeciliğin değil darbe karşıtlığının prim yaptığını; siyasi iradeye kafa tutan komutanların önünün açık olduğu günlerin geride kaldığını bu vesileyle bir kez daha görmüş oluyor.

Ayrıca Yalman'ın bu çıkışının bir faydası daha var: Bu tutum aynı zamanda bir ikrar ve iddianamenin doğrulanması anlamını taşıyor. Zira bizzat zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı "Darbeyi ben önledim" diye çırpınırken, "Ne darbesi, o sadece bir oyundu" diyenler fena halde zor duruma düşüyorlar. Öyle ya, eğer bu dava, dava sanıklarının iddia ettikleri gibi iktidarın hem muhaliflerini ezmek hem de Amerika'ya karşı direnen subayları tasfiye için giriştiği bir komplo, Balyoz Planı da hayal ürünü ise Aytaç Yalman'ın "Darbeyi Özkök değil ben önledim, demokrasi kahramanı o değil, benim" sözlerini nereye koyacağız?

Zaten Çetin Doğan'ın eşi o yüzden panik içinde çağrılar yapıyor: "Artık ikiniz de susun!" Ama susmak için artık çok geç." (Gülay Göktürk / Bugün)




Aytaç YalmanBalyoz davası davalık olabilir mi?
Balyoz davasının müdahillerinden olan gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak, köşe yazısında Balyoz davası delillerinin sahte ve düzmece olduğu iddialarını işliyor. 'Balyoz davası davalık olabilir mi? Bana göre hiçbir sakınca yok. Gerekiyorsa olmalı..' diyen Dilipak, 'Eğer gerçekten düzmece belgelerle suçsuz insanlar cezalandırılıyorsa, bu iddianın üzerine gidilmeli ve savcılar bu iddiayı soruşturmalı.' diyor.

10.10.2012 17:15 Abdurrahman Dilipak (Yeni Akit): Balyoz davası davalık olabilir mi? Bana göre hiçbir sakınca yok. Gerekiyorsa olmalı.. Eğer gerçekten düzmece belgelerle suçsuz insanlar cezalandırılıyorsa, bu iddianın üzerine gidilmeli ve savcılar bu iddiayı soruşturmalı.. Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Eğer yargı bir infaz timine, bir intikam timine dönüşmüşse bu dehşetli bir iddiadır ve belki de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ve HSYKnın resen bu iddiayı soruşturması gerekir..

Birileri bu tarihi darbe davasını sulandırmak, işin ciddiyetine gölge düşürmek için böyle bir şey yapıyor olabilir mi?

Ben bütün ömrü darbeler içinde geçmiş, 40 yılı aşkın bir süredir kesintisiz sanık olarak yaşamış biri olarak söylüyorum, iddianameye gore Balyoz çetesinin hedefindeki bir kişi olarak söylüyorum, düzmece belgelerle kişilerin yargılandığı ve mahkum edildiği iddiasının soruşturulması gerek.. Bir topluluğa olan öfkemizin bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi gerek.

İddiaların doğru olduğuna ihtimal vermek istemiyorum. Ama ben ihtimal vermek istemiyorum diye, iddialar görmezden gelinemez. Darbeyi planlayanlar, arkalarında bu tür, işlerine yarayacak sahte ve eksik, tahrif edilmiş belgeler bırakabilir. Bu çok da ihtimal dışı değil.

Bu ülkede hiç darbe olmadı değil. Bu adamların ne yaptıkları belli. 28 Şubat hala gözlerimizin önünde canlı. Ben hala dışarıda kimi hala görevinin başında, yargılanması gereken bir sürü insan olduğunu dü­şünüyorum..

Bütün bunlar, bu davada hiç hukuk hatası yapılmadı demek için yeterli değil. Olayın ciddi bir şekilde soruşturulması gerek.. İddia sahipleri, iddialarını efradına cami, ağyarına mani bir şekilde belgelendirmeleri gerek..

Bir kere sanıklar kötü bir şekilde Baronun oyununa geldiler.. Çetin Doğan nasıl iddianameye konu süre­ci çok kötü bir şekilde yönetip işleri yüzüne gözüne bulaştırdı ise, dava sürecini de yüzüne gözüne bu­laştırdı.. Amerikalı damadının çabaları da fayda vermedi.. Ulusalcılığın böylesi de yeni çağ ulusalcılığı olsa gerek..

ABD ile İsrailin ilişkileri de eskisi kadar iyi değil. Yani umut bağladıkları dağlara kar yağdı ve olan oldu..

Tek iddia Balyozcuların iddiası değil. Daha dehşet verici iddialar da var. Yurt dışından gelen adamlar, askeri cezaevinde muvazzaflarla görüşüp pazarlık yapmışlar. Doğru ya da değil bilemem ama bu da bir iddia. O zaman bu iddialar da soruşturulsun..

Ben bu işin içinde oldukları halde neden birilerinin bu işin dışında tutulduklarını soruyorum? Bunun da soruşturulması gerek.. Yoksa sistem, söz dinlemeyen, yaramaz çocuklarını da sanık sandalyesine oturttu sadece? Eğer birileri haksız şekilde cezalandırılıyorsa, kimler cezalandırıyor ve niçin cezalandırılıyorlar? Bu belgeleri hazırlayanlar, servis edenler kimler? Bu iddianın sahipleri, görevleri gereği bunu bilmeleri gerek. Biliyorlarsa neden bu iddia sahiplerini deşifre etmiyorlar?

Düşüncem o ki, birileri bu işlerin çok fazla genişlemesini istemiyor. Darbe Ankarada yapılır. Bu işin An­kara ayağı bir türlü deşifre edilmiyor. Bu işin Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi ve STK ayağındaki isimleri birileri koruyor..

Ben yargılananlarla ilgili değil, yargılanması gerekirken yargılanmayan konusunu önceliyorum daha çok. Devlet, MİTi, Emniyeti, Jandarması, MGKsı ile geçmişte yaşanan bir çok olağan dışı-hukuk dışı işlemi, onun faillerini biliyor ve susuyor.. Özal suikasti de bunlardan biri. Bana göre Muhsin Yazıcıoğlu suikasti de o çevrelerde herkesin bildiği bir sır.. Ama birileri susuyor. Belgeleri gizleyen, gerçekleri karartanlar da yargılanmalı bana göre..

Beni ilgilendiren bir diğer nokta da, yeniden oluşturulmaya çalışılan derin yapı.. Biri bitmeden biri oluşturulmaya çalışılıyor..

Bu davada teknik anlamda hatalar olabilir. Şu suçlu-bu değil, bu ayrı bir konu. Ama darbe iddiası bir gerçek ve bu dava bu anlamda doğru açılmış bir dava. Türkiye geleceğe güvenle bakacaksa bu darbe tehdidinden kurtulmamış gerekti ve bu dava ile bu süreç başladı.. Kimsenin de bu davayı başka amaçlarına alet etmeye ve sulandırmaya hakkı yok..

Yargılamada bazı hatalar olmuş olabilir. Ama sanıklar ve savunma da çok büyük hatalar yaptı. Darbeci bir mantıkla yargıyı hedef alarak, meydan okuyarak bir yerlere varmaya çalıştılar..

Bir kere cin şişeden çıktı.. Bu iş bu gün ya da yarın yine gündeme gelecek ve tartışma devam edecek. Ya sonuna kadar gidilir ya da bu süreç bitmez.. Türkiyenin bir an evvel bu kamburdan kurtulması gerek. Selam ve dua ile..  (Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit)




Aytaç YalmanTolon: Yalman hepimizi sattı
'Darbeyi Hilmi Özkök değil ben önledim' diyen Aytaç Yalman'ın aslında darbenin bir parçası olduğu ve sonradan 'oyunbozanlık' ettiği iddiaları, çeşitli belgelerle kanıtlandı. Taraf'tan Alper Görmüş, Aytaç Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteren belgeyi açıkladı.

23.10.2012 12:31 Taraf gazetesinden Alper Görmüş, “Darbeyi Hilmi Özkök değil ben önledim” diyen Aytaç Yalman'ın aslında darbenin bir parçası olduğu ve sonradan “oyunbozanlık” ettiği iddialarını sorguladı. Görmüş, Aytaç Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteren belgeyi açıkladı.

Emekli tümgeneral Levent Ersöz’ün internete düşen ses kaydında da "Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı." dediğini hatırlatan Görmüş, Aytaç Yalman ve Çetin Doğan uzlaşmasını doğrular nitelikteki bulguları paylaştı. İşte Taraf yazarının o analizi:

"Balyoz’a işaret eden başka bilgiler.. Geçen yazıda, Darbe Günlükleri’nin 2003 ve 2004 tarihli bölümlerinde, 2003 başında hükümete karşı Birinci Ordu merkezli bir darbe planlandığına delalet edebilecek “notlar”ı gözden geçirmiştik.

Günlükler’deki, Çetin Doğan-Hurşit Tolon ikilisinin planlarını dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın bozduğu ve “darbeyi önlediği” yönündeki satırları aktardıktan sonra, bütün bu bilgilerin Aytaç Yalman’ın geçtiğimiz ay Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya verdiği “darbeyi Hilmi Özkök değil ben önledim” mealindeki demeciyle doğrulandığını belirtmiştim.

Fakat bir nokta açık kalmıştı: Günlükler’de, Yalman’ın başlangıçta Doğan-Tolon ikilisiyle birlikte olduğu, sonradan “oyunbozanlık” ettiği belirtiliyordu... Peki, buna delalet edebilecek bir bilgi var mıydı elimizde?

Geçen yazının sonunda bu soruya “var” cevabını vermiş, davanın delil klasörlerinde yer alan bir belgeden söz etmiştim...

“Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı olacaktı”

Geçen yazıda sözünü ettiğim belge, 28 Haziran 2011’de kabul edilen ikinci Balyoz iddianamesinde yer alıyordu... Belge gerçekten de çok önemliydi ve bu nedenle iddianamenin kabul edildiğini duyuran bütün gazeteler haberlerini bu belgeyi öne çıkartarak vermişlerdi.

Sözkonusu belge, 2007’deki Zirve Yayınevi cinayetleri soruşturması kapsamında Prof. Dr. Salim Cöhce’nin evinde ve işyerinde yapılan aramalarda bulunmuştu. “Sn. Tolon” adlı bu word doküman, mahkeme kararıyla 4 Ocak 2005’te kapatılan cunta.org adlı internet sitesinde yer alan, 2 Nisan 2004 tarihinde oluşturulup yine o tarihte son kez kaydedilen bir yazıydı. Yazı, Hurşit Tolon’un, o yılın ağustos ayında emekliye sevk edilecek olan Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel’e söylediklerine dairdi. Konuşmaya göre, Yalman Şenel’e şöyle demişti:

“Kuvvet komutanı Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı olacaktı. Fakat, Çetin Paşa bu planı herkese anlattı. Genç subaylar arasında bile Yalman Paşa’nın istifa edeceği konuşuldu. Bu da büyük memnuniyet yarattı. Çünkü, Çetin Paşa’nın ne yapıp ne edip Özkök Paşa’yı istifa ettireceği ve onun yerine genelkurmay başkanı olacağı biliniyordu. Fakat, Çetin Paşa’nın boşboğazlığı istifa konusunun herkes tarafından duyulmasına neden oldu. Konu olduğu için Çetin Paşa ismi yıprandı. Yalman Paşa da göz göre göre istifa edemedi.”

“Yalman Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı”

Bu konuşmanın yer aldığı word dosyasının, 2004’te açık olduğu sabit bir sitede yer alması, “Balyoz”un 2009’dan sonra faaliyete geçmiş bir “sahtekarlar çetesi” tarafından üretilmiş bir “tertip” olduğu görüşünü savunanların cevaplaması gereken şu soruyu davet ediyor:

Bu belge (de) sahteyse, o durumda “sahtekarlar çetesi”nin Ergenekon soruşturmasının başladığı tarihten üç yıl önce faaliyete geçtiğini söylemeniz gerekecek... Söylüyor musunuz?

Gelelim, bu belgenin anlamına ve önemine...

Belge, her şeyden önce, Aytaç Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteriyor... İkinci olarak da, Darbe Günlükleri’ndeki notlarla birlikte ele aldığımızda, Yalman’ın sonradan başlangıçtaki pozisyonunu değiştirip darbecilerle arasına mesafe koyduğunu bir kez daha doğruluyor.

Metinde geçen “genç subay memnuniyeti” sizi şaşırtmamıştır herhalde... Benim, önceki yazılarımdan birinde açıkça “methiye” düzdüğüm “Aytaç Yalman’ın kararsızlığı”nın TSK’da öfkeye yol açmasından daha doğal ne olabilir ki? Yalman’ın yaptığı tabii ki “ihanet”tir. Tıpkı, emekli tümgeneral Levent Ersöz’ün internete düşen ses kaydında dediği gibi:

“Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı. (...) Komutanları satan bir adamdır. Genelkurmay Başkanı’na satan kişidir yani. Çok kirli bir adamdır. 19 Mart 2003, bu tarih çok kritik bir tarihtir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin. Gidip Hilmi Özkök’e komutanların hepsini gammazladı.”

Balbay günlüklerinde ne var ne yok?

Mustafa Balbay’ın günlüklerinde de hem “Balyoz”u hem de başlangıçtaki Aytaç Yalman-Çetin Doğan uzlaşmasını doğrular nitelikte bölümler var... Mesela Balbay, Çetin Doğan’ın 31 Mart 2003’te geçirdiği by-pass ameliyatının “o gün”e hazırlığın bir parçası olduğunu, aynı gün görüştüğü “Mehmet Bey”in ağzından günlüğüne şöyle kaydediyor:

“Çetin’in ameliyat olmasının nedeni hazırlık. O güne hazırlanıyor. (Aktüel’deki) röportajda sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, bazı dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek.”

Yine Balbay günlüklerinde, Çetin Doğan’ın ameliyattan önce İzmir’e gidip ordu komutanlarıyla görüştüğü, bu arada Genelkurmay Başkanı’na karşı yapacağı “kesin konuşmayı” da hazırladığı kaydedildikten sonra, bütün bunların Aytaç Yalman’ın onayıyla yapıldığı belirtiliyor:

“(Konuşma) Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi götüremiyor türündeydi. Kesin konuşmayı yapacaktı. Aytaç Paşa yap demişti.”

Balbay’ın 30 Mayıs 2003 tarihli, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Şenkal Atasagun’dan naklen aktardığı şu notunu da bilgilerinize sunayım:

“Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul’dan, Birinci Ordu’dan geliyor. Oraya baksan, Birinci Ordu’da her şey hazır. İhtilale hazırlanıyorlar.”

Bu fasıldan son olarak, yine ikinci Balyoz iddianamesinde yer alan bir telefon görüşmesini dikkatinize sunacağım... Konuşma, 28 Şubat’ın iki kudretli generali, Çevik Bir ile Erol Özkasnak arasında geçiyor... Konuşmanın bir yerinde Özkasnak, Bir’e şöyle diyor:

“Bir de bu şey var ya komutanım, hani o Çetin Doğan, onun şeyinden çıktı bunlar biliyorsunuz, onun adamlarından... gevşek olduğu için kendisi...”

Görüldüğü gibi, 2003 başında Birinci Ordu’da “bir şeyler” olduğunu gösteren ve “sahtekarlar çetesi” tarafından üretilmediği kesin olan bol miktarda bilgiye sahibiz... Yani kimse, “ülkenin en seçkin subayları”nı sırf “darbeciliğin Cumhuriyet geleneklerinden sayıldığı ve bunun Balyoz gibi bir planın gerçek olduğuna inanmak için yeter delil sayılabileceği” düz mantığıyla töhmet altında tutuyor değil." (Alper Görmüş / Taraf)




Aytaç YalmanYargıtay: Dijital veriler delildir
Yargıtay'dan balyoz davasına emsal olacak karar: Dijital veri delildir.. Balyoz davasına da bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, DHKP/C davasında sanık Hüseyin Edemir’de ele geçirilen disketlerdeki bilgilerle verdiği 6 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Bu durum, Balyoz sanıklarının dijital verilerin delil olamayacağına ilişkin itirazını da çökertmiş oldu. Karar, benzer davalara emsal olacak.

02.11.2012 09:46 Balyoz ve Ergenekon davalarını yakından ilgilendiren bir gelişme yaşandı.. Balyoz davasına da bakmış olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin DHKP/C davasında dijital verilerden yola çıkarak verdiği mahkümiyet kararı, Yargıtay tarafından onandı.

-Mahkeme: Artık bilgisayarla ilişkisi olmayan çok az suç kaldı-

Sanık Hüseyin Edemir, ofisinde ele geçirilen disketlerde yer alan bilgilere dayanılarak 6 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme kararında, “Günümüzde bilgisayar verileriyle ilişkisi olmayan çok az suç kalmıştır. Suç işleyen kişilerin ya da suç örgütlerinin bu teknolojiden faydalanmayacağını düşünmek imkansızdır.” ifadelerine yer vermişti.

Balyoz davasına da bakan mahkeme, dijital delillerin örgütsel suçların aydınlatılmasında kullanılabileceğine dikkat çekti. Balyoz davası sanıkları ve avukatları ise dijital verilerin delil olamayacağı yönünde itirazda bulunmuştu.

2001 yılında bir ihbar üzerine terör örgütü DHKP/C ile ilişkili ‘Ülkemizde Gençlik’ isimli derginin ofisinde arama yapıldı. Aramada 10 disket, 2 hard disk ve 2 bilgisayara el konuldu. Söz konusu deliller üzerinde yapılan incelemede 7 numaralı diskette sanık Hüseyin Edemir’le ilgili suç konusu dosya tespit edildi. Emniyet Müdürlüğü’nden gelen bir yazıda da sanık Edemir’in bu aramada ele geçirilen doküman dışında bir eylemden aranmadığı belirtildi.

Edemir’in suçlanmasında delil olarak kabul edilen ikinci belge ise 2006 yılında Hollanda ve Belçika makamlarından gönderilen DHKP/C örgüt arşivlerinde tespit edildi. Örgütün arşivinde sanık Edemir’in ismi 7 adet dijital belgede yer alıyordu.

1 Şubat 2010 tarihinde tutuklanan Edemir, görülen dava sonucu 23 Haziran 2011’de 6 yıl hapse mahkum oldu. Sanık ve duruşma savcısının kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10 Eylül 2012 tarihinde itirazları reddederek kararı onadı.

BALYOZ DAVASINA DA DAYANAK OLMUŞTU

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dijital delillere dayanarak verdiği ve Yargıtay’ın da onadığı bu mahkumiyet kararı birçok önemli davaya da emsal olacak. Dijital veri tartışmasının yürütüldüğü Balyoz darbe planı davası bu davaların en önemlilerinden biri. Balyoz sanıkları ve avukatları da dijital verilerin karara dayanak olamayacağı üzerinden savunma yapmıştı. Aynı mahkeme Balyoz sanıkları hakkında da mahkumiyet kararı vermişti. Benzer şekilde Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk ve fuhuş davalarında da dijital veriler üzerinden tartışmalar yürütülmüştü. Yargıtay’ın onama kararı, bu davalara da emsal teşkil edecek.

-Can Dündar'dan adalet ayıbı: Dijital veriler delil olamaz!-

Milliyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar, 9 Mart 2011 tarihli yazısını sanık Hüseyin Edemir’e ayırmıştı. Dündar yazısında, “Hukuksuzluğun yeni bir kanıtından söz edeceğim bugün.” diyerek sanık Hüseyin Edemir’in kendisine gönderdiği mektubu yayımlamıştı. Edemir’in bir bilgisayar disketinde adı çıktığı için tutuklandığını belirten Dündar, avukatların dijital verilerin delil olamayacağı iddialarına yer vermişti. Kararı veren mahkemeyi de hedef alan Dündar, “Hakim kim? Balyoz davasının hakimi.” ifadelerine yer vermiş ve davayı ‘bir adalet ayıbı’ olarak nitelendirmişti. (Zaman)




Aytaç YalmanYargıtay Balyoz'u hafifletebilir
Balyoz davası Yargıtay'da görüşülmeyi bekliyor. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, bazı ayrıntılara dikkat çekerek Balyoz davasında verilen hapis cezası hükümlerinin ağır olduğunu, Yargıtay'ın cezaları hafifletebileceğini iddia ediyor.

20.11.2012 12:19 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz ve Yargıtay.. Balyoz davası tamamlandı; Yargıtay aşamasına gelindi. 2003 yılında, "emirkomuta" zinciri içinde hareket edenler dahi çok ağır cezalar aldılar. Yargıtay'ın o tarihteki rütbeleri göz önüne alacağını, suçlular arasında bir derecelendirme yapacağını umuyorum. Ayrıca "Davalar uzuyor" eleştirisine karşı, bu defa da, Balyoz'da iş çok aceleye getirildi.11 nolu CD ve içeriğinin sahte olduğuna dair çeşitli iddialar tekrar mahkeme tarafından değerlendirilmedi; bazı tanıklar da dinlenmedi.
 
Adını vermek istemediğim bir sanıktan gelen itirazları sütunuma alıyorum. Çoğuna ben de katılıyorum.

1) Hilmi Özkök'ün, Çetin Doğan'a, "1. Ordu'da bazı emekli orgeneraller ile sivillerin bir darbe hazırlığı içinde olduğunu" söylediğini biliyoruz. Oysa Balyoz davasında yargılananlar arasında, 2003'te emekli olmuş asker ya da sivil kişiler yok. Hepsi o dönem muvazzaf. O takdirde Hilmi Özkök dinlenmeli ve kimleri kastettiği öğrenilmeliydi.

2) Balyoz Darbe Harekat Planı'nın 11 nolu CD'den çıktığı belirtiliyor. Bu CD, hangi bilgisayarda hazırlandı? Çünkü, 1. Ordu'daki ya da başka bir askeri mekanın bilgisayarıyla 11 nolu CD arasında bildiğim kadarıyla bir irtibat kurulamadı.

3) Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, "Elimdeki bilgileri şimdi yazarsam, incinebilecek kişiler var" diyor. Halbuki, mahkeme 324 kişiyi mahküm etti. Daha kim incinebilir ki? Hiç değilse bildiklerini söylerse bu kişilerden bazıları temize çıkabilir.

Belki Yargıtay, yukarıda bahsi geçen konulara eğilebilir. Zihinlerin berraklaşması böylece kolaylaşır. Ayrıca, tarih ve mekanlarda ortaya çıkan uyumsuzluklar, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından güncellenme olarak kabul edildiğine göre, kimileri "Devam eden bir suçtan söz ediliyor. O takdirde, mevcut Ceza Kanunu'nda Balyozcuların mahküm olduğu darbeye eksik teşebbüs suçu yok" diyor. Yeni Ceza Kanunu'nda "suç için anlaşma" cezalandırılıyor. Ayrıca, "amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez" hükmü yer alıyor. Yargıtay olayı bu şekilde ele alırsa, cezalar çok hafifleyebilir. Yargıtay'dan çıkacak kararı merakla bekliyorum. (Nazlı Ilıcak / Sabah)  




ŞOK!!! İşte G.kurmay'ın 2006'daki Ergenekon şeması
Ergenekon Davasına bakan mahkemenin ısrarı, Genelkurmay'daki Ergenekon Şemasını ortaya çıkardı. Buna göre, Genelkurmay şemayı, 17 Mayıs 2006'daki Danıştay saldırısından bir ay sonra, yani Ergenekon soruşturmasını başlatacak Ümraniye bombalarının bulunmasından tam bir yıl önce çizmiş. Hilmi Özkök'ün G.kurmay Başkanlığı döneminde G.Kurmay Karargahında hazırlanan şemada Ergenekon davasının tanıdık isimleri var

29.12.2012 15:27 Ergenekon ve Balyoz davalarında delil tartışmaları yaparak davalara gölge düşürmeye çalışan çevreleri şok edecek bir gelişme daha yaşandı. Habertürk'ten Zülfikar Ali Aydın'ın haberine göre; Genelkurmay Başkanlığı ile Ergenekon Davası'nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi arasında yapılan yazışmalar, Genelkurmay Başkanlığı'nın Danıştay Saldırısı'ndan bir ay sonra, daha sonra Ergenekon sanığı olacak sanıkların isimlerinin yer aldığı bir şema hazırladığını ortaya çıkardı.

Genelkurmay'ın 2006'da çizdiği Ergenekon şemasının büyük halini görmek için tıklayın

ŞEMA NASIL ORTAYA ÇIKTI

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 14 Ocak 2012'de sanık Ümit Sayın'ın Genelkurmay Başkanlığı ve bağlı komutanlıklara istihbarat ile fişleme kayıtlarını içeren belgeler sunduğu iddiasına ulaştı. Sayın'ın, Adli Tıp Kurumu ile İstanbul Üniversitesi'ndeki öğretim üyelerini fişlediği, istihbarat teknikleri ve haber alma konusunda raporlar hazırlayıp, Yaşar Büyükanıt ve Ergenekon sanığı eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon'a verdiği iddiası üzerine Mahkeme Genelkurmay'a "Ümit Sayın Genelkurmay'a istihbari veya diğer hususlarda herhangi bir rapor sundu mu? Hangi sıfatla sundu. Sunduğu raporlarla ilgili nasıl bir işlem yapıldı" diye sordu. Bunun üzerine Genelkurmay mahkemeye, Sayın'ın askerlere Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde verdiği 3 belgeyi gönderdi. Belgelerden biri Sayın'ın 10 Mart 2006'da Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'a verdiği, "İstanbul Üniversitesi, Avrupa Birliği, Kürt milliyetçiliği, Rumlar ile ilgili tehlikeler ve bunlara karşı istihbaratın herhangi bir şey yapmadığı yönünde ifadeler olan 6 sayfalık rapor diğerleri ise "Acilen Görüşme talebi" başlıklı raporlar ve "İstihbarat Okul Komutanlığı Kütüphanesi'nde Gizli Örgütler 11. Eylül ve Ortadoğu" başlıklı belge idi.

MAHKEME İSTEDİ

Mahkemeye gönderilen belgenin ekinde ise Sayın'la ilgili hazırlanan "Bilgi Notu" ve "Ümit Sayın" başlıklı iki ayrı çalışma yer aldı. "Bilgi Notu" başlıklı belgede Ümit Sayın'ın Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden çoğu hassas görevde olan 2 general ve üç albayın da aralarında olduğu 20 askerle ilişkili olduğunu gösteren şematik bilgi vardı. "Ümit Sayın" başlıklı belgenin sonunda ise Danıştay Saldırısı'ndan hemen sonra bir şema hazırlandığı Sayın'ın da bu şemada yer aldığı şu ifadelerle anlatılıyordu: "Sonuçta Doç. Dr. Ümit Sayın'ın; ülke ve silahlı kuvvetler için iyi niyet sahibi olsa bile, diğer bağlantıları, içinde yer aldığı gruplar (Danıştay olayı ile ilgili oluşturulan şemada yer almaktadır) ve kuruluşlar nedeniyle TSK personelinden uzak tutulması gereken, özellikle bu dönemde temas edilmemesi gereken bir kişi olarak değerlendirilmektedir."

BİR İSMİN ÜZERİ KAPATILDI

Bu ifade ile Genelkurmay'ın şemasından haberdar olan Mahkeme Genelkurmay'a hemen yeni bir yazı yazarak "Danıştay olayıyla ilgili oluşturulan şema"yı da istedi. Genelkurmay'ın mahkemeye gönderdiği 15 Haziran 2006 tarihli "DOÇ. DR. Ümit Sayın" başlıklı şemanın ayrıntıları ilginç. Danıştay saldırısıyla bağlantılı isimlerle ilgili olarak olaydan bir ay sonra hazırlanan şemada, 1 yıl sonra başlayacak Ergenekon Soruşturması'nda gözaltına alınarak tutuklanacak olan emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Türk Ortadoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol, Ümit Sayın ve Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz, eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile bu isimlerle birlikte hareket ettiği iddia edilen Levent Temiz'in isimleri de yer alıyor. Şemada Veli Küçük ve Doğu Perinçek ile aynı hizada gösterilen 2 isim ile hemen altında yer alan bir ismin ise üzerinin kapatıldığı dikkat çekiyor.

İŞTE ŞEMADAKİ O İSİMLER

Şemada adı geçen Küçük, Perinçek, Erenerol, Kerinçsiz, 12 Haziran 2007'de Danıştay saldırısından 13 ay sonra 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de bulunan el bombalarıyla başlayan Ergenekon soruşturmasında, 25 Ocak 2008'de tutuklandı. Sonradan Ergenekon sanığı olan Muzaffer Tekin ve Hüseyin Görüm ise Danıştay saldırısından sonra yakalandı ancak serbest bırakıldı. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Danıştay saldırısıyla bağlantılı sanıklar hakkında yaptığı yargılamada Alparslan Arslan'ın da aralarında olduğu sanıklar hakkında müebbet hapis cezası verdi. 2009 yılında dosyayı inceleyen Yargıtay, 2009'da İstanbul'da süren Ergenekon Davası'nda sanık olan isimlerle Danıştay Saldırısı'nı gerçekleştiren sanıklar arasında fiili ve hukuki irtibat olduğu gerekçesiyle iki dosyanın aynı mahkemede görülmesi kararı verdi. Danıştay Davası'nın sanıklarından Osman Yıldırım Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan el bombalarını Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in verdiğini iddia etmişti. (Zülfikar Ali Aydın / Habertürk)

NAZLI ILICAK: 'ERGENEKON DA NEYMİŞ' DİYENLER DÜŞÜNMELİ!

01.01.2013 11:29 Genelkurmay'ın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu Ergenekon şeması, 29 Aralık 2012 tarihli Habertürk'te yer aldı. Bu şema, 17 Mayıs 2006 Danıştay saldırısından hemen sonra 15 Haziran 2006'da çizilmiş. Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Aslan'ın ilişkili olduğu kişiler şemada yer alıyor. Bunların arasında ilk sırada Doğu Perinçek ve Veli Küçük'ün ismine rastlıyoruz. Aynı sıradaki 2 ismin üzeri kapatılmış. Hemen altta, Muzaffer Tekin'in adı var; altında "Milliyetçi çevreleri yönlendiriyor" yazıyor. Alparslan Aslan (tetikçi) "yakalandı" ibaresiyle Muzaffer Tekin'e bağlanıyor. Alparslan Aslan'ın altında, Osman Yıldırım ve İsmail Sağır gibi tetikçiler sıralanıyor. Aynı şemada, Kemal Kerinçsiz, onunla bağlantılı Levent Temiz, Ümit Sayın ve Sevgi Erenerol'un adlarını da görüyoruz.
Danıştay saldırısını takip eden günlerde herkes olayı dincilerin üzerine yıkıp, protesto gösterileri yaparken, demek Genelkurmay, perde arkasında Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz, Doğu Perinçek gibi kişilerin olduğunu biliyormuş. Saldırıdan 1 ay sonra şemasını bile çizmiş.
 
Ümraniye'de, 12 Haziran 2007'de bombalar ele geçirilmeseydi, gerçek failler yakalanamayacaktı. Nitekim, Emniyet, Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Aslan ile Muzaffer Tekin'in irtibatından şüphelenerek, bu emekli yüzbaşıyı gözaltına almış, fakat tam delillendirmediği için serbest bırakmak zorunda kalmıştı. O tarihte, Alparslan Aslan'ın 70 yaşında bir din adamı Hacı Salih Kunter'le ilişkisi olduğu ileri sürülüyor ve Danıştay'ın "türban kararı" sebebiyle Aslan'ın suikasta kalkıştığı belirtiliyordu. Hatta Aslan'ın arabasındaki Vakit gazetesi kupürü, cinayet teşebbüsünün dini duyguları rencide olan bir kişi tarafından gerçekleştirildiğinin kanıtı olarak kullanılmıştı. Kupürde, türban kararını veren Danıştay üyelerinin fotoğrafları mevcuttu.

Daha sonra, bir tertiple ayağı kaydırılan İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in ısrarlı takibi olmasaydı, Muzaffer Tekin'e, Veli Küçük'e, Doğu Perinçek'e ulaşılamayacaktı. Veli Küçük, Sevgi Erenerol ve Kemal Kerinçsiz'in gözaltına alındığı ve operasyonun adının "Ergenekon" olarak konulduğu gün (22 Ocak 2008), Aydınlık gazetesinde "İşte Fethullahçı polisler" diye Yılmazer'in de isminin bulunduğu listenin yayınlanması bir tesadüf müydü?

Acaba ilk andan itibaren ilişkileri çözen Genelkurmay Başkanlığı Emniyet'e niçin yardımcı olmak istemedi? Tabii şunu da sormak hakkımız: Gerçeği kimler gizledi? Bu gizleyenler, örgütle ilişkili daha üst rütbeli komutanlar olamaz mı?

-Sayın, sakıncalı!-

Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne Ergenekon sanığı Ümit Sayın'la ilgili belgeler gönderdi. Bu belgelerin ekinde, "Bilgi Notu" ve "Ümit Sayın" başlıklı 2 çalışma bulunuyor. "Bilgi Notu"nda, Ümit Sayın'ın TSK personelinden çoğu hassas görevde olan 2 general ve 3 albayın da aralarında olduğu 20 askerle ilişkisini gösteren bir şema mevcut. "Ümit Sayın" başlıklı belgede ise, "Ülke ve TSK için iyi niyet sahibi olsa bile, diğer bağlantıları, içinde yer aldığı gruplar ve kuruluşlar nedeniyle TSK personelinden uzak tutulması, özellikle bu dönemde temas edilmemesi gereken bir kişi olduğu" yazıyor. Hala "Ergenekon da neymiş" diye burun kıvıranların mahkemeye ulaşan bu bilgiler çerçevesinde biraz daha düşünmesi gerekmez mi? Genelkurmay Başkanlığı, Ümit Sayın hakkında mahkemeye gönderdiği notlarda, Sayın'ın "Danıştay olayıyla ilgili oluşturulan şemadaki gruplarla bağlantısından" söz etmişti. Mahkeme, bunun üzerine Genelkurmay'dan o şemayı istedi. Şema, 15 Haziran 2006 tarihini taşıyordu. Danıştay saldırısından 1 ay sonra hazırlanmıştı. (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Flaş!!! Balyoz gerekçesi tamam
Balyoz davasının 1435 sayfalık gerekçeli kararı tamamlandı. Bazı ayrıntılar şu şekilde: 'Tüm dijital deliller gerçek.. Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez.. Hiçbir bilirkişi raporu yargıcı kesin olarak bağlayamaz.. Kesin kanaate vardığımızdan bilirkişi heyeti oluşturulmadı..'

07.01.2013 10:26 Balyoz davasının gerekçeli kararı tamamlandı. Gerekçeli kararda darbe, darbeye teşebbüs ve darbeye eksik teşebbüs anlatılıyor. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Diken'in, basın mensuplarına bir açıklama yaparak tamamlandığını bildirdiği gerekçeli karar 1435 sayfadan oluşuyor. Kararın 100 sayfalık bölümü dijital delillere ayrıldı. Kararda haklarında mahkumiyet kararı olan ancak teslim olmayan 14 sanık için yakalama, bir sanık hakkında ise kırmızı bülten çıkartıldı. Edinilen bilgilere göre kararın dijital olarak dağıtılmayacağı ileri sürülüyor. Ancak diğer bir bilgiye göre ise mahkeme, 1500 sayfaya yakın gerekçeli karara 15 gün içinde son şeklini vererek, taraf avukatlarına CD içerisinde tebliğ edecek. Basına bugün yansıyan bilgilerin, gerekçeli kararın taslak metnine ait olduğu öğrenildi. Dosyası ayrılan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün de aralarında bulunduğu 3 sanığın yargılanmasına ise 5 Şubat 2013’te başlanacak. Kararda 100 sayfalık tüm dijital delillerin gerçek olduğu belirtiliyor. Dava dosyasının 1 ay içerisinde Yargıtay’a gönderileceği öğrenildi. Savcılığın konuyla ilgili açıklama yapması bekleniyor.

KARARDAN BAŞLIKLAR

- Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez.

- Hiçbir bilirkişi raporu yargıcı kesin olarak bağlayamaz.

- Kesin kanaate vardığımızdan bilirkişi heyeti oluşturulmadı.

- Davadaki belgelerin Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asıllarının bulunduğunun belirtilmesiyle, sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek, mahkemede tam bir kanaat oluşmuştur.

- Kendi mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen kendi hareketleriyle neden olan sanıklar, bu durumdan kendi lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler.

- 2003 yılında yazılmış bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında 2003 yazılan belgenin sanki 2007 yılında hazılrlanmış gibi görüneceği uzmanlarca doğrulanmıştır.

- Kanunların suç olarak kabul ettiği konularda amirin emrinin yerine getirilmesinin astı sorumluluktan kurtaramayacağı açıktır. Bu nedenle sanıkların emir gereği seminere katıldıkları yönündeki savunmalarına itibar edilemez.

- Sanıkların herbirinin darbe harekatında çeşitli görev aldığı, bu harekatın boyutlarından haberdar oldukları belirlenmiştir.

- 2003 yılı Mayıs ayında Çetin Doğan'ın kalp ameliyatı olması ve Ağustos 2003'te emekli edilmesi nedeniyle sanık Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanması darbe harekatını ellerinde olmayan nedenlerle tamamlayamadı.

- Harekat planının, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca öğrenildiği, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın bu plan seminerinin oynanmaması talimatları Genelkurmay'ın Çetin Doğan'ı uyarmasıyla ortaya çıktı.

- "Milli Mütabakat Hükümeti" ismiyle harekat sonrası iş başına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildiği ancak icra hareketlerinin tamamlanamadığı tespit edilmiştir.

DİĞER AYRINTILAR

Davaya ilişkin kararını 21 Eylül 2012'de açıklayan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, gerekçeli kararının yazımını da bitirdi. Mahkemenin 1435 sayfadan oluşan gerekçeli kararı, sanık avukatlarına da dağıtılmaya başlandı. Fotokopi olarak dağıtılan gerekçeli kararın birinci sayfasından 232'inci sayfasına kadar olan bölümde, sanık bilgileri ve iddianamelerin özetine yer verildi. Gerekçeli kararın ilk 148 sayfasında sanıkların isimleri ile kimlik bilgileri ve adresleri yer alırken, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 148 ile 232 sayfalar arasında ise birlikte görülen 3 ayrı iddianamenin özetleri yapıldı.

Mahkeme şu değerlendirmelere yer verdi:

GEREKÇELİ KARARDAN

''Balyoz Planı'' davasının gerekçeli kararında, ''Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde, yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olması, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez'' ifadelerine yer verildi.

'HUKUK DIŞI YAPILANMA'

''Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde, yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olması, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez. Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının, Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin, dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek, mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur.

Mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen hareketleri ile neden olan sanıklar, bu durumdan lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler.''

ÇETİN DOĞAN

Gerekçeli kararda, emekli Orgeneral Çetin Doğan liderliğindeki yapılanmanın, darbe harekatını ''ellerinde olmayan nedenlerle'' tamamlayamadığı bildirildi ve 'Mayıs 2003'te Çetin Doğan'ın kalp ameliyatı olması ve Ağustos 2003'te emekli edilmesi gibi nedenlerle Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanması, darbe harekatını, ellerinde olmayan nedenlerle tamamlayamadı' denildi.

GENELKURMAY'IN YOLLADIĞI BELGELER

Mahkeme heyeti, ayrıca sanıkların öne sürdükleri 'belgeler sonradan oluşturuldu' iddiasına cevap verdi.

Gerekçeli kararda, "Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur." ifadesine yer verildi.

Sanıklar ile avukatları tarafından, delillerin askeri yazım kuralları içerisinde hazırlanmadığı, dolayısıyla da hukuksuz delil olduğu iddialarına ise gerekçede şu cevap verildi: "Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde yazışmaların, bir düzen ve intizam içerisinde olmasının, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olmasının beklenemeyeceği..."

Kararda sanıklar için, "Kendi mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen kendi hareketleriyle neden olan sanıklar, bu durumdan kendi lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler." denildi.

'DARBE PLANLARINDA GÖREV ALDILAR'

Delillerin değerlendirilmesi bölümünde, suçları sübuta erdiği kabul edilen sanıkların her birinin darbe harekatıyla ilgili çeşitli görev aldıkları, harekattan ve boyutundan haberdar oldukları vurgulandı. Kararda, bu nedenlerle sanıklar hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlatıldı.

''Milli Mutabakat Hükümeti ismiyle harekat sonrasında iş başına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildi ancak icra hareketleri tamamlanamadı'' ifadelerine yer verilen gerekçeli kararda, ''Balyoz Harekat Planı''nın Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca da öğrenildiği kaydedildi.

Kararda, bunun eski Genelkurmay Başkanlarından emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın seminer sonuç raporunu hukukçulara inceletmesi, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın ''Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo''nun oynanmaması talimatı ve Genelkurmay Başkanı'nın sanık Çetin Doğan'ı bu konuda uyarmasıyla anlaşıldığı vurgulandı. (AA)

'EMİR ASTI KURTARMAZ'

Mahkeme emirleri yerine getirdikleri savunması yapan sanıklarla ilgili şu ifadeye yer verdi: "Kanunların suç olarak kabul ettiği konularda amirin emrinin yerine getirilmesinin astı sorumluluktan kurtaramayacağı açıktır. Bu nedenle sanıkların emir gereği seminere katıldıkları yönündeki savunmalarına itibar edilemez."

WORD BELGELERİ

Büyük tartışmalara konu olan word belgeleri için mahkeme şunları söyledi: " 2003 yılında yazılmış bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında 2003 yazılakn belgenin sanki 2007 yılında hazılrlanmış gibi görüneceği uzmanlarca doğrulanmıştır."

36 SANIK NİYE BERAAT ETTİ

Gerekçeli kararda, davada haklarında beraat kararı verilen 36 asker için de bilgiler yer aldı. 36 sanığın da, bazı görevlendirme listelerinde isimlerinin yer aldığının belirtildiği kararda, "Sanıkların bu görevlendirmeden haberdar oldukları yada bilgileri dahilinde görevlendirildikleri, Balyoz Harekat Planından haberdar oldukları, bu plan dahilinde jandarmanın eylem planları kapsamında görev kabul ettikleri sabit görülmemiştir." ifadeleri yer aldı.

BALYOZCULAR ORG. ÖZEL'İN ÜSTÜNÜ ÇİZMİŞ

Balyoz davasının gerekçeli kararında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in ismi de geçti. Özel'in darbe harekatına destek vermediği için isminin yanına eksi konmuş. Dönemin, Kara Harp Akademisi Komutanı olan Özel'i ikna için ise sanıklardan dönemin Harp Akademileri Komutan Yardımcısı olan Doğan Temel görevlendirilmiş.

'Genelkurmay'ın raporlarını kabul edip TÜBİTAK'ın raporlarını reddetmek çelişki'

Balyoz davası gerekçeli kararında, sanıklar ve avukatların TÜBİTAK'ın Başbakanlığa bağlı olması nedeniyle buradan bilirkişi görevlendirilemeyeceği yönündeki iddialarına yönelik mahkeme açıklama yaptı. Bu düşüncenin yerinde olmadığını belirten mahkeme, aksi durumda birçok davada bilirkişi bulmanın imkansız hale geleceğini kaydetti. Mahkeme, kanun gereği kamu görevlilerinin silsile yoluyla bağlı oldukları değil, bağlı oldukları kurumun bizzat kendisi hakkında bilirkişilik yapamayacaklarını hatırlattı.

Sanıklar ve avukatlarının askeri bilirkişi raporlarını kabul etmelerinin ise iddiaları konusunda tutarsız olduklarını gösterdiğini belirten mahkeme, "Çünkü askeri bilirkişiler muvazzaf olup Genelkurmay Başkanlığı'na bağlıdır. Genelkurmay Başkanlığı ise Anayasa'nın 117. maddesi gereğince Başbakanlık'a bağlıdır" dedi.

Bu tespitler doğrultusunda mahkemenin, dosyada mevcut Cumhuriyet Başsavcılığı ve askeri savcılık tarafından yaptırılan bir kısım bilirkişi incelemelerini delillerin değerlendirilmesi açısından yeterli gördüğü ifade edildi.

ÇETİN DOĞAN'IN DARBE SÖZCÜĞÜNÜ AĞZINDAN KAÇIRMASI VE BUNA İLGİNÇ İTİRAZI

Davanın bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile ilgili bölümde ilginç detaylara yer verildi. Kararda sanık Çetin Doğan'ın huzurdaki savunmaları sırasında seminerde 'Darbe planı görüşüldü' şeklinde beyanda bulunduğu, ancak sanık Doğan'ın bunun zabıtlara yanlış geçtiğini belirterek itiraz ettiğini 17 Mart 2011 tarih ve 24 nolu celsenin saat 09.50'de görüntü ve sözlerinin huzurda kendisine gösterildiğinde sanığın bu sözlerinin aynen ağzından çıktığını ve çözümlemenin doğru yapıldığının anlaşıldığını belirtildi.

Balyoz Davası'nın 17 Mart 2011 tarihli 24. Celse (16. duruşma) Tutanağını indir/oku (Pdf)

ÖNCE SÖYLEMEDİM DEDİ, SONRA DİLİM SÜRÇTÜ DEDİ

Sanık Doğan'ın da bu kez dil sürçmesi olduğunu, amacının bu olmadığının, yanlış söylediği beyan ettiğinin anlatıldığı kararda, "Sanığın bu sözlerinin gerçek amaç ve kastını gösterdiği, sanığın ve seminere katılan ve mahkum olan diğer sanıkların yargılama boyunca seminerde darbe planının görüşüldüğünün saklamaya çalıştıkları bu yönde yoğun gayret gösterdikleri ancak sanık Çetin Doğan'ın savunma sırasındaki bir anlık dalgınlıkla seminerde asıl görüştükleri konun darbe planı olduğunu ağzından kaçırdığı, diğer deliller de gözetildiğinde bunun bir dil sürçmesi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığının altı çizildi.

“SİYASETİ KONTROL EDERMİŞCESİNE"

Kararda Sanık Doğan'ın savunmasında meslek hayatı boyunca hiçbir zaman siyasete bulaşmadığını, siyasetle işinin olmayacağını ancak asker olarak cumhuriyete karşı olacak davranışlara da sessiz kalamayacağını dile getirdiği belirtildi. Çetin Doğan'ın bu savunmasına ilişkin mahkeme ise kararında şu değerlendirmede bulundu: "Sanığın kişiliği itibariyle seçim yolu ile gelmiş bulunan hükümetlere karşı sanki hükümeti, siyaseti kontrol edermişcesine bir tavır takındığının göstergesi olduğu, sanığın bu sözleriyle ordunun hükümetin üstünde bir konumu olduğu veya ordunun hükümeti denetleme, faaliyetlerini kontrol etme gibi bir görevinin olduğu anlamına geldiği, ancak Cumhuriyeti korumanın her Türk vatandaşının görevi olduğu, hukuk devleti ilkesinde demokrasinin oturmuş olduğu bir ülkede de ordunun görevinin hükümetin emrinde özellikle de dış tehdite karşı ülkeyi korumak olduğu, bu hususun gözden kaçırılmaması gerektiği, eğer halkın kendisini yöneten siyasilerden bir memnuniyetsizliği varsa memnuniyetsizliği giderme yolunun da yine seçim yolu olması gerektiği' belirtildi.

SANIK AVUKATI ÜLGEN'DEN TEPKİ

Balyoz Davası'nın gerekçeli kararındaki ''emekli Orgeneral Çetin Doğan 2003 yılında kalp ameliyatı oldu, darbe bu yüzden gerçekleşmedi'' açıklamasına avukat Celal Ülgen'den itiraz geldi. Ülgen, Cnntürk'e telefonla bağlanarak "Ne savcının mütalaasında ne de mahkemede böyle bir şeyden hiç bahsedilmedi. Gerekçeli kararda nasıl yer alır'' dedi. Ülgen gerekçeli kararı avukatlara verilmediğini önce medyaya dağıtıldığını söyledi.

SANIK AVUKATI ERSÖZ'DEN TEPKİ

Balyoz Davası'nın bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın avukatı Hüseyin Ersöz, mahkemenin gerekçeli kararını eleştirdi. Avukat Hüseyin Ersöz bir sayfalık yazılı açıklamasında şunları dile getirdi: "Gerekçeli kararda, darbenin Çetin Doğan'ın sağlık durumu ve emekli olması nedeniyle hayata geçirilmediği tespiti yapılmıştır. Bu değerlendirme ‘çaresizlikle’ kaleme alınmış görünmektedir. Zira iddianamede darbeyi Aytaç Yalman'ın önlediği iddia olunmuştur. Oysaki mahkeme bu kişiyi tanık olarak dinlemediğinden bu hususa gerekçesinde yer vermemiştir. Bunun yerine konuyu Çetin Doğan merkezli olarak ele almıştır. Ancak Çetin Doğan'ın emekli olacağı 2002 senesinden bellidir. Çünkü Çetin Doğan'ın önünde kendisinden daha kıdemli generaller bulunmaktadır. Diğer bir konu ise Çetin Doğan'ın sağlık sorunudur. Ancak mahkeme bu konuyla ilgili olarak da hiçbir araştırma yapmamış, o dönemdeki sağlık problemlerinin ciddiyetini araştırmaksızın gerekçeli kararına yazmıştır. Bu durum, Mahkemenin darbenin neden teşebbüs aşamasında kaldığını açıklamak noktasında Çetin Doğan'ın sağlık sorunlarına atıf yapmak durumunda kaldığını göstermektedir."

-'Yazım hataları sanıkların lehine yorumlanmalıdır'-

Ersöz, "Yasadışı bir oluşumda ‘Askeri yazım kurallarına uyulması beklenemez’ şeklindeki yaklaşım tamamıyla hatalı. Eğer iddia bir darbe planının hazırlanması ise o takdirde diğer örneklerine de bakmak gerekecektir. 12 Eylül 1980 Darbesi’ne dayanak kabul edilen Bayrak Harekat Planı askeri yazım kurallarına göre kaleme alınmıştır. Bu noktada Balyoz Harekat Planı'nda askeri yazım kurallarına uyulmaması şüphe doğurucu bir etken olarak kabul edilmeli ve sanıklar lehine yorumlanmalıdır. Zira tarih çelişkileri ve diğer teknik çelişkiler birlikte ele alındığında iddialara dayanak dijital dokümanların asker kişiler tarafından hazırlanmadığı sonucuna ulaşılmaktadır ki bu savunma makamının tezlerini güçlendiren bir husustur" dedi.

-'Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması sağlanmalıdır'-

Avukat Ersöz, "Mahkemenin görevi ‘maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını’ sağlamaktır. Bu çerçevede dijital dokümanların sahteliği iddiaları karşısında, eğer dosyada çelişkili bilirkişi raporları bulunmakta ise yeni bir bilirkişi incelemesinin yapılması Yargıtay Kararları çerçevesinde zorunludur. ‘İmzasız’ dijital dokümanlara dayanarak gerekçeli karar kaleme almak hakimlerin tarafsızlığına gölge düşüren bir durumdur" ifadelerine yer verdi.

-'Diğer hususlar iddianameden alıntılanmıştır'-

Hüseyin Ersöz, "Gerekçeli Kararda, Genelkurmay Başkanlığı'nın dokümanların gerçekliğini teyit ettiği şeklinde bir bilgi yer almaktadır. Bu tespitin hangi belgeye dayandığını anlaşılmamıştır. Zira Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı Bilirkişi Raporunda, Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı Bilirkişi Raporunda, Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı Bilirkişi Raporu'nda ve Birinci Ordu Komutanlığı Bilirkişi Raporunda iddialara dayanak plan ve eklerinin TSK 'ya ait bilgisayarlarda oluşturulmadığı ve ‘gerçekdışı’ olduğu şeklinde değerlendirmeler bulunmaktadır. Son olarak Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın bir soru önergesine verdiği yanıtta da bu dokümanların TSK bilgisayarlarında oluşturulmadığına ilişkin bilgiler verilmiştir" diye konuştu. Avukat Ersöz açıklamasını şöyle tamamladı: "İsnatlara dayanak 11, 16 ve 17 Nolu CD'ler içinde yer alan bilgilerin ‘güncellendiği’ hususunda gerekçeli kararda yazan husus ise hiçbir ‘bilimsel gerçeğe’ dayanmamaktadır. Zira dosya içerisinde yer alan TÜBİTAK ve Emniyet Bilirkişi Raporları’nda son kayıt tarihi 2003 yılı olarak tespit edilmiştir. CD'ler içinde kayıtlı dokümanların güncellenmesi ise teknik olarak mümkün değildir. Bunun yanında bazı dokümanlar içerisindeki bilgiler güncellenirken kişilerin rütbeleri ile görev yerlerinin 2003 yılı olarak bırakılması da mantıklı değildir. Mahkemenin bu hususu görmezden gelmesi hakimlerin teknik hususlardaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Dava devam ederken bilirkişi incelemesi yaptırılmamış olması bu hatalı değerlendirmeye gerekçeli kararda yer vermelerine neden olmuştur. Mahkeme tarafından gerekçeli karara yazılan diğer hususların tamamı iddianameden yapılmış olan alıntılardan ibarettir. Bu gerekçelerin delillerin sahteliği iddiası karşısında yeterli ve doyurucu olmadığı açıktır. Mahkemenin açıkladığı gerekçeli karar, kamu vicdanını tatmin etmekten çok uzaktır."

DİJİTAL DELİLLERE TEK TEK CEVAP VERİLİYOR

08.01.2013 10:44 Sanık ve sanık avukatlarının, dijital verilerin sahte olduğu iddialarına da tek tek cevap verildi. Delil niteliğindeki verilerin orjinal nüshalarının Genelkurmay tarafından mahkemeye gönderildiği ifade edildi. Mahkeme heyeti, Genelkurmay’dan gelen bu delillerin, gerçek olduğuna dair kesin kanaat oluşturduğunun altını çizdi. Gerekçeli kararın sonuç kısmında ise sanıkların 2002’de AK Parti’nin iktidara geleceğinin anlaşılması üzerine seçimlerden önce çalışmalara başladığı kaydediliyor. 1. Ordu merkezli bir cunta yapılanması içinde Hava Kuvvetleri ve Jandarma unsurlarının da yer aldığı vurgulanıyor.

Balyoz davasında verilen mahkumiyet kararlarıyla ilgili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yazılan gerekçeli kararda, sanık ve avukatlarının yargılama boyunca gündeme getirdiği iddialara tek tek cevap veriliyor. Özellikle sanıkların ‘dijital deliller sahte’ iddiası üzerinde uzun uzun duran mahkeme, elektronik ortamdaki belgelerin gerçekliğini 24. maddede özetliyor. İlk maddede ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Oraj Hava Harekat Planı, Suga Harekat Planı, Çarşaf ve Sakal Eylem planları, 11, 16, 17 No’lu CD’lerdeki Dijital Belgeler ile Seminer Ses Kayıtları ile Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’ arasındaki benzerlikler vurgulanıyor. Mahkeme, Balyoz davasına konu olan 1. Ordu’da düzenlenen seminere ilişkin ses kayıtları ile dijital verilerin birbiriyle örtüştüğünün altını çiziliyor.

3. maddede gazeteci Mehmet Baransu’nun teslim ettiği deliller ile Gölcük Donanma Komutanlığı ve emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen belgelerin bazı bölümlerinin bire bir aynı olduğu vurgulanıyor. Gölcük Donanma Komutanlığı ve Hakan Büyük’ten ele geçirilen taranmış belgelerin asıllarının Genelkurmay tarafından mahkemeye gönderildiği belirtilen kararda, “Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur.” ifadelerine yer verildi.

HAKAN BÜYÜK'TEN ELE GEÇEN BELGELER EN BÜYÜK DELİL

Mahkemenin dijital verilerin doğruluğu için kullandığı şu ifade ise çok çarpıcı: Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’te ele geçen flash bellekte yer alan taranmış belgelerin bir kısmı Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen dijitaller içerisinde de, ‘Hakan Büyük’ten’ aldıklarım isimli klasörlerde yer almaktadır. Bu husus bile tek başına bu belgelerin doğruluğunun en büyük delili durumundadır.” 8. maddede Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın Olasılığı En Yüksek Senaryo’nun oynanmaması için talimatı bulunmasına rağmen Doğan’ın plan seminerinde ısrar etmesinin Balyoz darbe çalışmasıyla uyuştuğu vurgulanıyor.

Büyükanıt, sakıncalı bulduğu için hukukçulara inceletti

1. Ordu’da düzenlenen seminerin darbe planı olduğuna dair bir başka delile 15. maddede yer veriliyor. Seminerin düzenlendiği dönem Genelkurmay 2. başkanı olan Yaşar Büyükanıt’ın, Balyoz davasındaki tanıklığında seminer sonuç raporuyla ilgili sarf ettiği “Raporu Genelkurmay Başkanı’na arz etmeden önce hukukçulara incelettik. Ayrıca Genelkurmay karargahının temelini teşkil eden J Başkanlığı dediğimiz hepsine gönderdik. Onlardan da görüş aldık. Bundan sonra da komutana arz ettik.” ifadeleri de delil olarak gösteriliyor. Kararda Büyükanıt’ın seminer raporunu sakıncalı bulduğu için hukukçulara incelettiği dile getiriliyor.

Hukuk dışı yapılanmada, askeri yazışmalara uygunluk beklenemez

Gerekçeli kararda sanık ve avukatlarının Balyoz planını içerir belgelerin askeri yazım kurallarına uygun olmadığı ve oluşturma tarihleri arasında uyumsuzluk bulunduğu yönündeki iddialara ilişkin de açıklama yapıldı. Kararda, hukuk dışı bir yapılanma içerisindeki yazışmalarda, askeri yazışma ilkelerine uyulmasının ve bunların düzen ve intizam içerisinde olmasının beklenmeyeceği kaydedildi. Sanık ve müdafilerinin, davanın askeri mahkemede görülmesi gerektiği yönündeki iddialarına da değinilen gerekçeli kararda, “Yapılan darbe planları kapsamında, istihbarat faaliyetleri ve keşif çalışmaları sivil alanlarda gerçekleştirilmiş, darbe planlarına göre tutuklanacak kişiler, el konulacak araçlar, görevden uzaklaştırılacaklar gibi faaliyetlerin askeri mahal dışında gerçekleşecek olması söz konusu suçun ‘askeri mahalde’ işlendiğinin kabulü mümkün değildir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar herhalde adliye mahkemelerinde görülür.” denildi.

Kararda, mahkeme süresince sanık ve müdafilerin TÜBİTAK’tan alınan raporlara ‘Başbakanlık’a, yani yürütmeye bağlı olması nedeniyle bu davada bilirkişi olarak görevlendirilemez’ şeklinde itirazlar da dile getirildi. Kararda, “Sanık ve müdafilerin askeri bilirkişi raporlarını kabul edip TÜBİTAK raporlarını kabul etmemeleri tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır.” şeklinde ibareler kullanıldı. Elde edilen dijital verilerin, 5-7 Mart 2003 tarihindeki 1. Ordu Plan Semineri’nden önce oluşturulduğunun anlaşıldığı aktarılan kararda, “Söz konusu belgelerin tarihleri üzerinde güncellemeler yapıldığı, bir kısmının da oluşturma tarihleri değiştirilerek bu şekilde belgelerin ele geçirilme ihtimaline karşı savunma imkanı hazırlamaya çalıştıkları anlaşılmıştır.” sözleri kullanıldı.

AK Parti’nin iktidar olacağını anladıklarında hazırlığa başlamışlar

Gerekçeli kararın sonuç ve değerlendirme kısmında, Balyoz darbe planın hazırlanış süreciyle amaç ve nedenleri ayrıntıları şekilde anlatılıyor. 2002 yılında AK Parti’nin iktidara geleceğinin anlaşılması üzerine sanıkların seçimler öncesinde hazırlıklara başladığı belirtilen kararda, “Sanıkların demokratik yollarla iş başına gelen yürütme organını anti demokratik yollarla idareden uzaklaştırmak amacıyla Çetin Doğan liderliğinde 1. Ordu merkezli bir cunta yapılanması oluşturduğu, Harp Akademileri Komutanlığı ve Donanma Komutanlığı komutasındaki Hava Kuvvetleri unsurlarının ise İstanbul ve Bursa Bölge başta olmak üzere Jandarma unsurlarının bu cunta içinde yer aldıkları anlaşılmıştır. Hava Kuvvetleri unsurlarının başında sanık İbrahim Fırtına’nın olduğu, deniz unsurlarının başında sanık Özden Örnek’in olduğu, Jandarma unsurlarının başında ise dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Halil Helvacıoğlu’nun olduğu kararına varılmıştır.” denildi. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Gerekçe, delil taktiklerini çürüttü
Balyoz davasının 1435 sayfalık gerekçeli kararı, sanıklara niçin ceza verildiği, cezaların hangi delillere dayandığı gibi davayla ilgili bütün tartışmalara tek tek cevap veriyor. Bunun yanı sıra mahkemede gündeme getirilen 'hukuki ya da değil' tartışmaların tamamına açıklık getiriyor.

09.01.2013 11:28 Camilerin bombalanması, Türk jetlerinin düşürülmesi gibi eylemlerin yer aldığı Balyoz darbe planı davasında gerekçeli kararın açıklanmasıyla ilk yargı aşaması tamamlandı. Bundan sonra temyiz süreci var.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 1435 sayfalık gerekçeli kararıyla birlikte 325 sanığın cezalandırıldığı Balyoz dava dosyasını Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne gönderecek. Yargıtay'ın incelemesine ışık tutacak en önemli belge gerekçeli karar. Çünkü, gerekçeli kararda sanıklara niçin ceza verildiği, cezaların hangi delillere dayandığı gibi davayla ilgili bütün tartışmalara tek tek cevap veriliyor. Bunun yanı sıra mahkemede gündeme getirilen “hukuki ya da değil” tartışmaların tamamına açıklık getiriliyor. Bunlar arasında; “Delillerin sahteliği iddiaları, savunma hakkının kısıtlanması, ceza verirken ast-üst ilişkisine dikkat edilmediği eleştirileri…” gibi onlarca konu başlığı var. Karara dayanak olan ana deliller ise şunlar: “19 adet CD, bunları doğrulayan seminer ses kayıtları, Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir'de ele geçirilen belgeler, tanık-sanık ifadeleri ve sanıkların savunma çelişkileri…”

20 Ocak 2010’da başlayan yargı sürecinde ilk aşama bitti. Mahkeme 21 ayda hükmünü, 3,5 ayda da gerekçesini tamamladı. 365 sanıklı bir dava için oldukça kısa bir sürede tamamlanan ilk derece yargılamasının gerekçeli kararı tartışmalara da nokta koyar nitelikte. Mahkeme, dosyaya ve kendisine yönelik bütün eleştirileri, iddiaları tek tek cevapladı. Bunlar özetle şöyle:

Davanın ana delilleri 19 adet CD. Balyoz, Oraj, Suga harekat planları ile Sakal ve Çarşaf eylem planları ve bunların ekleri olan listeler 11, 16 ve 17 No’lu CD’de yer alıyor. Sanıklar, bu 3 CD’nin sahte olduğunu iddia ederken, diğer 16 CD’yi kabul ediyor. Karara göre 16 CD’deki belgeler, reddedilenleri doğruluyor ve onların devamı niteliğinde. Bunlar darbe planlarının en önemli teyidi.

Çetin Doğan’ın emriyle hazırlanan, imzalı yazışmalar bulunan planın ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo (OEYST)’ isimli jenerik plan dahilinde oynanacağı, seminere kadar ‘irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek’ deniyor. Balyoz planının içeriğini oluşturan bilgiler de bu emirle birebir uyuşuyor.

Seminere katılan herkesin plandan haberi yok. Sadece bilmesi gerekenler biliyor. Ergin Saygun da konuşmasında ‘gizlilik’e dikkat çekiyor. Seminere katılanlardan sadece 48’i, planı bildiği, cuntada yer aldığı için sanık.

1. Ordu askeri bilirkişisi Binbaşı Hakan Erdoğan, “Balyoz belgeleri doğruysa bu bir darbe planıdır.” demiş ve belgelerin bir bütünlük arz ettiğini ve peyderpey askeriyeden çıkarılmış olabileceğini belirtmişti. Mahkeme de, “Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen belgeler Balyoz CD’lerinde çıkan belgelerin devamı.” diyor. Aynı şekilde Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilenler de öyle. Gölcük’te Suga’nın devamı var, Eskişehir’de ise Balyoz darbesi olduktan sonra sanıkları korumak için hazırlanan ‘ihtimalat’ planı.

Gölcük’ten çıkan 1 No’lu CD, Balyoz planının olduğu 11 No’lu CD ile aynı. Hard diskteki şifreler de, sanıklardan Kemalettin Yakar ve Erdinç Yıldız’ın şifreleri ile aynı. Yani dışarından birilerinin koyma imkanı yok.

Genelkurmay, Gölcük ile Eskişehir’de ele geçirilen dijitallerde bulunan taranmış belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğunu bildirdi. Bunlar, Balyoz’un ekleri olan fişleme belgeleri ve yazışmalardan oluşuyor.

‘Sahtecilik’ iddialarıyla ilgili; Çetin Doğan emekli olsa da, cunta çalışmaya devam ediyor. Sanıkların seminerdeki beyanlarında sık sık ‘planları güncelledik, güncelleyeceğiz’ ifadeleri de güncelleme yapıldığının göstergesi.

Mahkeme, listelerde ismi geçen herkesi mahkum etmediğinin altını çiziyor. Sanıkları, ‘bu onurlu görevi kabul edenler’ diye özellikle belirtilip bundan haberdar oldukları için mahkum edildiğini anlatıyor.

Sanıklara yeterince savunma hakkı verildiği, Çetin Doğan’ın 118 duruşmanın neredeyse yarısında konuştuğu belirtiliyor.

Tutuklama konusu: Darbe teşebbüsünün gerçekleşmesi halinde ciddi sonuçlar doğuracağı, sanıkların serbest kalmaları halinde ellerindeki imkanlarla delilleri yok edeceği, kaçabileceği, nitekim firari sanıkların olduğu kaydediliyor. (Büşra Erdal / Zaman)




Askeri bilmezkişilere gerekçe şoku
Balyoz davasının gerekçeli kararında, 'askeri bilirkişilerin tüm çabalarının delilleri çürütmek' olduğu şeklinde şok bir tespit de yer aldı.

09.01.2013 12:19 Balyoz davasının gerekçeli kararında, askeri bilirkişilere ağır eleştiriler yöneltildi. Askeri bilirkişilerin darbe faaliyeti kapsamındaki bir darbe planının askeri kurallar dahilinde tahlil etmeye çalışmaları sert bir dille eleştirilirken, “askeri bilirkişilerin tüm çabalarının delilleri çürütmek” olduğu belirtildi. Bilirkişilerin hakimin yerine geçerek yargıya varmasının mümkün olmadığının altı çizilen gerekçeli kararda, askeri bilirkişilerin “tarafsız olmadıkları” vurgulandı.

Önce ‘gerçek isim yok’ dedi, belgeyi görünce ‘var’ dedi

Gerekçeli kararda ayrıca, Balyoz darbe Planı belgelerinin gerçekliğinin kabulünde sanıkların birbiriyle çelişkili beyanların da etkili olduğu anlatıldı. Soruşturma aşamasında sanıklar Çetin Doğan, Yurdaer Olcan ve Memiş Yüksel Yalçın gibi, diğer bazı sanıkların, “1. Ordu Plan Semineri’nde gerçek kişi ve kurum isimlerinin kullanılmadığı, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanı gibi hususların görüşülmediği’’ yönünde beyanda bulundukları belirtildi. Soruşturmanın kovuşturmaya dönüşmesinin ardından aynı sanıkların dava aşamasında beyanların aksine delilleri görmeleriyle önceki beyanlarından döndükleri ve ‘görüşülmedi’ dedikleri konuların görüşüldüğünü söyledikleri aktarıldı.

Kararda, şöyle denildi:

“Beyanlar arasında birçok tutarsızlığın bulunduğu, belirtilen tutarsızlıkların örnekleme suretiyle verildiği, bu örneklerin arttırılabileceği, sanıkların aynı konularda yeri geldiğinde farklı beyanlarda bulundukları, aynı sanığın aynı konudaki beyanları arasında dahi çelişkilerin olduğu, mahkum olan sanıkların kendilerini suçtan kurtarabilmek için bu şekilde çelişkili beyanlarda bulundukları anlaşılmakla, dosyadaki mahkememizin dayandığı delillerin doğruluğunun ispatlandığı anlaşılmıştır.’’ (Helin Şahin / Star)




Aytaç YalmanAvukatlar, gazeteciler, Balyoz'u aklama çabaları
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Balyoz davasının gerekçeli kararına bazı çevrelerce yapılan kasıtlı itirazlara örneklerle tepki gösteriyor.

09.01.2013 13:22 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz muhipleri, -darbe sevdalıları da diyebiliriz- sanık avukatlarıyla el ele, mahkemenin gerekçeli kararını çürütmeye çalışıyor. Mahkeme, "Oraj ve Suga gibi eylem planlarının asılları Genelkurmay Başkanlığı'nda mevcut" demiş gibi, gerçekle bağdaşmayan bir tartışma zemini oluşturma çabasındalar.

10. Ağır Ceza Mahkemesi, 11, 16 ve 17 nolu CD'ler içindeki Balyoz Harekat Planı ve eklerinin, Genelkurmay Başkanlığı'nda asıllarının bulunduğunu söylemedi. Gerekçeli karar dikkatli okununca, mahkemenin meramı anlaşılıyor. Dijital verilerde yer alan bazı dosyaların askeri birimlerde asıllarının mevcut olmasının, tartışılan CD'ler üzerindeki şüpheleri bertaraf edecek bir kanaatin oluşmasına katkı sağladığı ifade ediliyor. Nitekim Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklaması da aynen bu istikamette. Açıklamaya göre, Mahkeme'nin gerekçeli kararında, sadece, "Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir'de sanık Hakan Büyük'te ele geçirilen dijitallerdeki taranmış belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğu, Genelkurmay Başkanlığınca bildirilmiştir" şeklinde bir ibare var. Bilgi kirliliği yaratılıyor. Mahkeme, Eskişehir ve Gölcük'te ele geçirilen CD'lerdeki taranmış belgelerin asıllarının askeri birliklerde bulunduğunu söylüyor. Avukatlar bunu genelleştiriyor ve mahkemeyi yalancılıkla itham ediyor.

10. Ağır Ceza Mahkemesi, dijital verilerin doğru olduğu kanaatine varmasında başka unsurların da rol oynadığını belirtiyor ve onları sıralıyor:

- Sözgelimi, 20 Aralık 2002 tarihli Çetin Doğan'ın 1. Ordu Komutanlığı koordinasyon toplantısındaki konuşması: "Silahlı Kuvvetler siyasetin dışındadır. Dışında olmak, cumhuriyetin temel ilkelerinin örselenmesine göz yumarız anlamına gelmez. TSK'nın tarihi misyonu, Kemalist çizgiyi her zaman muhafaza etmektir. Şimdiye kadar içimizde barınamayanlar Meclis'e taşınmıştır. Bu meydan okuma karşısında kategorili personel (İrtica yüzünden takibe alınmış personel. NI) "

- 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Plan Semineri'nde özel isimlerin kullanılmasını (Tuzla ve Sultanbeyli Belediye Başkanlarının görevden alınması gibi), seminere katılanların "İstanbul'un üzerine çökelim", "Fırınlarından pastanelerine kadar bütün listelerimiz hazır", "Köklerini kazıyalım", "Acıma yok, tepeleme var", "İsrail'in yaptığı gibi yapalım" şeklindeki ses kayıtlarını da, Balyoz Harekat Planı'nın varlığına dair deliller olarak görüyor.

- KKK'nin izin vermemesine rağmen iç tehdide yönelik plan semineri için ısrar edilmesi de, jenerik senaryo kamuflajlı bir darbe planı hazırlandığına dair mahkemenin kanaatini güçlendirmiş.

- Ayrıca Gölcük'te ele geçirilen hard diskteki bilgilere göre, Poyrazköy'de kazı yapıldı, bin 200 adet tabanca fişeği, 900 uzun namlulu tabanca fişeği, patlayıcı madde, infilak ve saniyeli fitil ele geçirildi.

- Balyoz Darbe Planı'nın yer aldığı 11 nolu CD'nin aynısı, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda, hem CD olarak bulundu, hem de muhtevası hard diskin içinden çıktı. Benzer belgelere Eskişehir'de Hakan Büyük'ün evindeki flash bellekte de rastlandı. 3 ayrı yerde bu planların çıkması, mahkemede CD'lerin doğru olduğu kanaatini pekiştirdi.

- Balyozcuların bir başka iddiası, Çetin Doğan'ın zaten emeklilik yaşının geldiği hususu. Oysa, Aytaç Yalman istifa ettirilip, yerine Çetin Doğan'ın Kara Kuvvetleri Komutanı olması planlanıyordu. Böylece emeklilik yaşı 2 yıl uzayacaktı. Avukatlar burada da bilgi kirliliği yaratıyor.

Para alan avukatların, sanıkları canla başla savunmasını anlıyorum da, gazetecilerin Balyoz darbesini aklama çabalarının hangi gerekçeye dayandığını çözmüş değilim. (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Sanıkları Gölcük diski yaktı
Balyoz’da 'dijital deliller sahte' tezini, binbaşının harddisk incelemesi bitirdi.

16.01.2013 09:52 Balyoz davası gerekçeli kararında Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan çıkan hard disklerin sanıklara ait olduğunu ortaya koyan ve dijital delillerin zamanlama çelişkisini gideren tespitler yer aldı.

Gerek Balyoz davası sanıkları gerekse avukatların temel dayanak noktası, Balyoz davası delil CD’lerinin 2003 yılında oluşturulmasına karşın, içindeki bazı bilgilerin 2007’ye ait olduğu iddiasıydı. Sanıklar ve avukatları, CD’lerin bu sebepten sahte olduğu tezini aylarca dile getirdi. Balyoz darbe planlarının yer aldığı 11 numaralı CD’nin içeriğinin aynısının yer aldığı hard diskin Gölcük’te Donanma Komutanlığı’ndan çıkmasından sonra bu kez de delillerin güncellenmiş olabileceği iddiaları dillendirildi.

Ancak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin gerekçeli kararı, Gölcük’te ele geçirilen yeni delillerin hard disklerinin, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şubesi Kısım Amiri Kemal Yakar ile irtibatını ortaya koydu. Gerekçeli karardaki tespitlere göre, Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan elde edilen ve ilk Balyoz CD’leriyle aynı içeriğe sahip hard disklerin şifreleri, Yakar’ın kullandığı başka bilgisayar hard disklerinin şifreleriyle aynı çıktı. Karar metninin ‘Delillerin Doğruluğunun İrdelenmesi’ başlığıyla 954. sayfasından sonra yer alan değerlendirmelerde Balyoz CD’leriyle aynı içerikli zulada bulunan hard disklerin, Yakar’ın kullandığı 5 ayrı hard diskle hem içerik hem de şifreleme açısından aynı olduğunun tespit edildiği bilgisi yer aldı. Böylece, Yakar’ın kendisine ait olduğunu kabul ettiği hard disklerin şifreleri ile kendisine ait olduğunu kabul etmediği (Balyoz delilleriyle aynı içeriğin yer aldığı) hard diskin şifrelerinin bir olduğu ortaya çıkmış oldu. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde 10 Aralık 2010 tarihinde baskın yapmıştı. Bu aramada istihbarat şubenin zemini altına zulalanmış 10 çuval belge ele geçirilmişti. Yakalanan evraklar arasında Balyoz davasının delillerini teyit eden çok sayıda doküman bulundu. Arama sırasında Yakar’a ait 5 hard diske de el konuldu. Yakar, mahkemede Balyoz CD’leriyle uyumlu bilgilerin yer aldığı hard diskleri inkar etmiş, döşemenin altına çuvalları kendisinin koyduğunu fakat içlerindeki belgeleri ilk kez gördüğünü iddia etmişti. (Zaman)




11 kapı da virüsten koruyamadı!
DHKP-C terör örgütüne düzenlenen ve çok sayıda kişinin gözaltına alındığı operasyonlarla ilgili bazı medya organlarında Odatv ve Balyoz davasında benzerini gördüğümüz deliller üzerinde şüphe uyandırma ve kafa karıştırma gayretleri ortaya çıkmaya başladı. Bu çevrelerin iki önemli ayrıntıyı görmezden gelmelerinin nedeni anlaşılamıyor.

21.01.2013 14:27 Geçtiğimiz günlerde 7 ilde yapılan ve çok sayıda gözaltının yaşandığı DHKP-C operasyonlarında çok çarpıcı bir gelişme yaşanmıştı. Baskın yapılan yerlerden biri olan Şişli’deki Ozan Yayıncılık’ta peşpeşe 11 çelik kapıdan girilebilen bir bilgi işlem odası ortaya çıkarıldı. 11 kapıyı 6 saatte açabilen polis 3’üncü kat penceresinden itfaiye yardımıyla içeri girdi. Bu süreyi değerlendiren örgüt üyeleri kozmik odadaki 9 bilgisayarı yaktı, 1 dizüstü bilgisayarı da parçaladı. Bir başka ildeki operasyonda ise örgüt evindeki evrakların operasyon esnasında sobada yakılmaya çalışıldığı tespit edildi.

Baskınla ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden bir açıklama geldi: "Legal görünüm altındaki dernek/kültür merkezi/dergi bürolarında çelik kapılarla (11 çelik kapıdan geçilerek) korunaklı hale getirdikleri yerlerde, yurt dışında bulunan örgüt elebaşlarına ülkemizin kozmik bilgilerini şifreli metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine ajan faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri oluşturdukları tespit edilmiştir. Bazı basın yayın organlarında, 'avukatların, mesleki faaliyetleri ve baktıkları davalar nedeniyle gözaltına alındıkları' iddia edilmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatları ve Cumhuriyet Savcılarının nezaretinde titizlikle yürütülen soruşturmada, şahıslar 'terör örgütü yöneticiliği ve üyeliği' şüphesiyle gözaltına alınmıştır."

Operasyon sırasında yurt içi ve dışı gizli haberleşmelere ait kriptolu doküman ve dijital delillerin yakılmak ve kırılmak suretiyle yok edilmeye çalışıldığının görüldüğü aktarılan açıklamada, çok miktarda yakılmaya çalışılmış harddisk, flashdisk ve yazılı dokümanlar ile örgütsel dijital malzemeler ele geçirildiği de kaydedildi. Polis operasyonlarının tamamının videoya kaydedildiği bildirildi.

2010 YILINDA 7 KAPILI SİSTEM ORTAYA ÇIKARILMIŞTI

İddianamelerde Ergenekon örgütüne taşeron eylem yapmakla itham edilen, çok ilginç bazı bulgular (1) nedeniyle Derin-Sol da olarak nitelendirilen yasadışı sol terör örgütü DHKP-C'yle ilgili daha önce de benzer bir gelişme yaşanmıştı. Örgütün yayın organı Yürüyüş Dergisi’ne ihbar üzerine 2010 yılında baskın yapan polis, beklemediği bir sürprizle karşılaşmıştı. (2) Dergi'nin bulunduğu dairede karşısına çıkan 7 ayrı çelik kapıyı kırmak zorunda kalan polis, sadece 3 kişinin girebildiği yalıtımlı özel odaya bu şekilde ancak ulaşabilmişti. DHKP-C’nin tüm yazışmalarını özel tasarlanan ve yalıtım sağlanan bu odadaki bilgisayarlarla yaptığı ortaya çıkarılmıştı. Burada bulunan bilgisayarlar ile içlerindeki dosyaların çok özel bir yöntemle şifrelendiği, yazışma anahtarı olmadan açılamadığı da belirlenmişti. Ayrıca yazışmaların da şifreli olduğu, bu şifrelerin anahtarsız okunamayacağı anlaşılmıştı.

KARARTMA VE KAFA KARIŞTIRMACILAR, O 11 KAPIYI NİÇİN İNŞA ETTİNİZ?

Örgütün bu kez kapı sayısını 11'e çıkardığı görüldü. Bu sayının artmasının gerekçesi olarak, polisin bu kapıları açmak için harcayacağı süre içinde örgüt üyelerince kozmik odadaki bilgisayar ve diğer delillerin yok edilmesinin hedeflendiği düşünülüyor. Nitekim son operasyonda bu durum çok net şekilde görüldü. Operasyonlarda gözaltına alınan ve savcılık sorgusunun ardından tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilen şüphelilerden 9'u avukat olmak üzere 21'i tutuklandı. 7 ildeki operasyonun İzmir ayağında, zanlıların polis çelik kapıyı kırmadan önce suç delillerini sobada yakmak istedikleri ortaya çıktı. Operasyona katılan Özel Harekat Ekipleri, girdikleri evde yakılmak üzere sobaya atılan dokümanları buldu.

Bu arada bazı medya organlarında, Odatv ve Balyoz davasında benzerini gördüğümüz deliller üzerinde şüphe uyandırma ve kafa karıştırma gayretleri ortaya çıkmaya başladı. Bir örnek olarak Radikal yazarı Pınar Öğünç'ün yazısını gösterebiliriz. (3) Pınar Hanım, yazısında Ergenekon ve benzer davalar sürecinde sık karşılaştığımız bir çok gerekçeyi sıralayarak gözaltı ve tutuklamaların haksız olduğunu savunuyor. Sanıkların davet edilmesi varken niçin baskınla gözaltına alındığını soruyor. Odatv olayından hatırlayacağımız gibi virüsle bilgisayarlara dosya yüklendiği iddiasını dile getiriyor.

Ancak göremediği(!) çok basit iki ayrıntı, yazısında yer almıyor:

- Özel Harp Dairesi'nde bile bulunmayan 11 çelik kapılı kozmik oda niçin inşa edilmiştir?..
- Polisin girmek için harcadığı 6 saat boyunca niçin bilgisayarlar ve dijital malzemeler imha edilmeye çalışılmıştır?..
- Onları da uzaktan yüklenen virüsler yapmış olabilir mi?..

ERZİNCAN DAVASINA RADİKAL MÜDAHALE

Pınar Hanımın gazetesinin radikal tavırları aslında şaşırtıcı değil. Hatırlanacağı gibi, Erzincan Ergenekon davasını karalamak için Radikal gazetesinin öncülüğünde yürütülen karalama kampanyasında eski İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt hedef alınmış, savcı hakkında aşağılayıcı haberler yapılmıştı. Savcı Bozkurt hakkında Radikal gazetesi tarafından 'Keneyle suikast, çaycıyla darbe' başlığı altında 'Çaycıya 86 TL'lik borcunu ödemedi, kuyumcudan aldığı borcun bir kısmını geç ödedi' şeklinde alaycı bir dil kullanılarak ve tuhaf suçlar isnat edilerek karalama kampanyası yürütüldü. Radikal'in merkezinde yer aldığı bu karalama kampanyası sadece eski İliç savcısını değil Erzincan'daki Ergenekon soruşturmasını da hedefliyordu. (4)

Radikal müdahale bunlarla sınırlı kalmadı. Fiilen Ergenekon örgütüne yardım edildiği şüphesini doğuracak şekilde Erzincan Ergenekon davasında tanıkların ifadesini değiştirmek için bu gazetenin fiilen devreye girdiği de iddia edildi. Bu şok iddia, 6 Mart 2010 tarihinde "sonsayfa.com" sitesinde gündeme geldi. Radikal muhabirinin gizli tanık Munzur ile kuytu köşelerde yaptığı görüşmenin fotoğrafları yayınlandı. Gazetenin gizli tanığı CHP'li milletvekilleri ile görüştürmeye çalıştığı iddia edildi. (5)

Tanığa baskı operasyonuna katılan CHP eski milletvekilleri Erol Tınastepe ile Ahmet Ersin hakkında geçtiğimiz haftalarda "Ergenekon Terör Örgütü'ne yardım ve yataklık" suçlamasıyla Erzincan'da dava açıldı. (6) (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Damadın karizmasını kim çizdi?
Gazeteci Etyen Mahçupyan Zaman'daki yazısında Balyoz delillerinin sahte olduğunu ilk olarak ortaya atan Çetin Doğan'ın damadı Dani Rodrik'in nasıl yanıldığını, akademik karizmasının nasıl çizildiğini örneklerle açıklıyor.

25.01.2013 10:47 Etyen Mahçupyan (Zaman): Dani Rodrik’e kim komplo kurdu?. 2002 yılının Kasım ayının başında yapılan seçimlerde AKP iktidar olduğunda, askerde de yeni bir canlanma yaşanmıştı. Seçimlerden henüz üç hafta sonra o zamanki 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan emri altındaki birliklere gönderdiği yazıda hükümeti hedef alan fişlemelere devam edilmesi talimatını vermekteydi. Sonraki aylar içinde Doğan AKP’nin seçim kazanması ile Nazilerin iktidara gelişi arasında paralellikler kuran fakslar yazdı ve bunları kendi özel kaleminden yolladı. Bu kendine güven halinin tepe noktası ise Balyoz planının tartışıldığı seminerin yapılmasıydı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın aksi yöndeki emrine rağmen söz konusu seminerin içeriği değiştirildi ve Doğan üst makamlara yalan beyanda bulundu. Seminer gerçek kişi, yer ve zaman planları üzerinden darbeye zemin hazırlamak üzere kargaşa çıkartmayı hedefliyor ve darbeden sonra kimlerin hangi görevlere getirileceğini de yine isim isim belirliyordu.

Balyoz planı deşifre olup mahkemeye taşındığında, ortaya bir anda sürpriz bir figür çıktı: Çetin Doğan’ın damadı olan meşhur iktisatçı Dani Rodrik, delillerin sahte olduğunu öne sürmekle kalmayıp bu konuda bir kitap da yazdı ve argümanının o güne kadar iktisat alanında yazdıklarından çok daha ‘sağlam’ olduğunu ileri sürdü. Ulusalcıların ve dünyanın her yerinde AKP’den hazzetmeyenlerin de desteklediği bu argümana göre, suçlama esas olarak 3 CD’ye dayanmaktaydı ve oradaki bilgilerin üzerinde oynanmıştı. Nitekim 2004 tarihli CD’lerde daha sonra kurulan organizasyonların veya mekanların adları geçmekteydi. Rodrik tahrifatın varlığını yeterli sayıyor ve bu CD’lerin delil olamayacağını ve karşımızda Doğan’ı suçlamaya yönelik bir komplo bulunduğunu öne sürüyordu. Kendisiyle yapılan görüşmelerde askerin vesayetçi rolünü onaylamadığını, ama hukukun üstünlüğüne inanan bir kişi olarak gerçeklerin ortaya çıkmasını istediğini vurguluyordu.

Bugün artık Dani Rodrik’i tatmin edebilecek bir bilgi birikimine sahibiz. Birincisi, o 3 CD’nin içindeki bilgilerin diğer CD’lerde de tekrarlandığını ve tahrifatsız olarak bulunduğunu öğrendik. İkincisi, tahrifatlı CD’lerin kopyaları Gölcük’te yer altındaki kozmik bölmede saklanan evraklar arasında da çıktı ve bunların oraya birtakım kötü niyetli komplocular tarafından konulması pek gerçekçi gözükmüyordu. Bu noktada sanık avukatları Gölcük’te bulunan 5 no’lu hard diski ABD’deki bir yeminli büroya incelettiler ve büro çok sayıda dokümanın 2004 yılında yazılmış gibi gösterilmesine karşın aslında 2009 yılında oraya konduğunu saptadı. Bu tespit bir komplonun varlığını gösteriyor ama asıl soruyu yani komplonun failinin kim olduğunu sormuyordu. Derken öldürücü darbe geldi: Gölcük’teki bölmenin sorumlusu olan Binbaşı Yakar’ın kendine ait disklerindeki şifreler 5 no’lu hard diskin şifreleri ile aynıydı… Yani gerçekten de kasıtlı bir tahrifat vardı ama bunu Doğan’ı zor durumda bırakmak isteyen komplocular değil, bizzat Doğan’ın çalışma arkadaşları yapmıştı.

Belgelerde belirli çelişkiler yaratmak üzere yapılan bir bilinçli müdahalenin ise tek bir açıklaması mümkündü: Darbeciler belgeleri güncellemeye devam etmiş ve darbe olanağını kollamayı sürdürmüşler, ama deşifre olma ihtimaline karşı kendilerini garantiye almak için söz konusu belgelerde ufak tutarsızlıklar yaratmışlardı. Dava açıldığında zanlılar dışında saygın birilerinin söz konusu çelişkileri keşfetmesi ve kamuoyuna sunması gerekiyordu. Çünkü ancak bu şekilde askerlerin bir komplo karşısında kaldıklarını öne sürmek ve davayı itibarsızlaştırmak mümkün olabilecekti. Herhalde Çetin Doğan’ın aklına ilk gelen kişilerden biri damadıydı. Böylesine saygın bir uluslararası akademisyenin bilimsel araştırması sonucunda komplonun kanıtlanması, Doğan ve arkadaşlarına büyük bir psikolojik destek sağlayacak ve mahkemenin baskı altına alınması mümkün olacaktı. Ne var ki işler öngörüldüğü gibi yürümedi… Gölcük’te bulunan belgeler, tahrifatın bizzat belgelerden sorumlu olan kişinin bilgisi dahilinde yapılmış olması ve nihayet son günlerde Genelkurmay’ın bu belgelerin bir bölümünün kendi ellerinde de olduğunu kabul etmesi hayal dönemini sona erdirdi.

Herhalde Dani Rodrik de kendisini yeniden demokrasi ile ekonomi arasındaki ilişkileri incelemeye vermiştir. Gerçeklerin aydınlanmasından başka bir isteği olamayacak olan bir bilim insanı için son gelişmeler yeterince tatmin edici olmalı. İnsan eşini seçerken maalesef onun babasını bir kenara koyamıyor… Etrafta komplo ararken bakıyorsunuz en yakınınızdaki birileri size komplo yapmış oluyor. (Etyen Mahçupyan / Zaman)




Yargıtay: İşçi Partisi araması yasal
Ergenekon soruşturması kapsamında İşçi Partisi'nde arama yapan Ankara Emniyeti'nde görevli 10 polis için verilen beraat kararı, Yargıtay tarafından değişik gerekçeyle onandı. Yerel mahkemenin, aramanın usülsüz olduğu ancak görevli polislerin suç kastı taşımadığı şeklindeki gerekçesini değiştiren Yargıtay, aramada hiçbir usülsüzlük olmadığını belirtti. Yargıtay'ın verdiği bu onama kararı önemli.

19.02.2013 15:22 Yargıtay 4.Ceza Dairesi, Ergenekon soruşturması kapsamında İşçi Partisi'nde arama yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevli 10 polis için verilen beraat kararını değişik gerekçeyle onadı. Yargıtay, yerel mahkemenin "sanıkların eylemlerinin yasaya aykırı olduğu ancak görevi kötüye kullanma kastıyla hareket etmedikleri" yönündeki gerekçisini değiştirdi. Yargıtay, İP'de yapılan arama ve el koymanın İstanbul 11.Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla olduğunu, kararda aramanın 24 saat içinde yapılmasının istendiği hatırlatıldı. Kararda, "Yapılan işin kapsamı gözetildiğinde görevin gereğine ve CMK'nın 119, 120, 127 ve 134.maddelerine uygun bulunduğu, bu haliyle sanıkların üzerine atılı görevi kötüye kullanma suçunun 'görevin gereklerine aykırı davranma' gerekçesi gerçekleşmemiştir" denildi. (Lütfi Kaplan / Star)

ÇOK ÖNEMLİ DELİLLER ERGENEKON DOSYASINA GİRDİ

Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatı üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli 10 polis memuru, 21 Mart 2008'de, İşçi Partisi Genel Merkezinde, aynı binadaki Ulusal Kanal Ankara Bürosunda ve İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Nusret Senem'in evine 04.00 gibi sabah erken bir saatte baskın yaparak akşam 19.00'a kadar arama işlemi yapmıştı. Aramalarda, bir CD içinde Yargıtay binasına giriş ve güvenli kaçış yollarını belirten ayrıntılı bir suikast krokisi ile çok önemli diğer bazı deliller ele geçirildi. Bu deliller halen görülmekte olan Ergenekon dava dosyasında bulunuyor.

Ancak aramalardan rahatsız olan İşçi Partisi, polisin usülsüz arama yaptığını ve sahte deliller topladığını iddia ederek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusu yaptı. Delillerin Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda belirtilen maddelere aykırı elde edildiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunan İP'liler, bilgisayarlara şifreli oldukları gerekçesiyle yedekleme yapılmadan el konulduğu, bilgisayarlardaki verilerin yedeklerinin çıkarılmadığı, kendilerine verilmediği ve bilgisayarlara kendilerine ait olmayan bilgilerin yüklenmesinin mümkün olduğu iddiasını suç duyurusunda dile getirdi. İşçi Partisi'nin şikayetiyle Savcı Abbas Özden derhal harekete geçerek soruşturma başlattı. Bu gelişme kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Soruşturmayla Ergenekon soruşturmasının baltalanmak istendiği ileri sürüldü. Çünkü Savcı Abbas Özden'in, aynı yıl içinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün Ergenekon kapsamında usülsüz dinlendiği şikayeti üzerine İstanbul'da yaptırdığı bir baskın Türkiye'yi sarsmıştı.

Özden'in talimatı üzerine Fatih Cumhuriyet savcısı beraberinde bir kaç bilişim uzmanı olduğu halde Aksaray'daki İstanbul Emniyeti'ne bir baskın düzenlemiş, bilgisayarlardaki Ergenekon soruşturma dosyasındaki belgeleri kopyalamaya girişmişlerdi. Baskını yapan ekip sadece kendileriyle ilgili kayıtları değil Ergenekon soruşturmasına ait tüm bilgisayar kayıtlarını da kopyalamayı sürdürürken son anda Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz devreye girmiş, bir mahkemeden aldığı karar ile kopyalama işleminin durdurulmasını ve ele geçen kayıtlardan Paksüt'le ilgili olmayanların geri alınmasını sağlamıştı.

İşte bu skandalın yaşanmasına verdiği talimatla neden olan Savcı Abbas Özden, Özel Yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin İşçi Partisi'nin aranmasına dair yazılı emrini yerine getiren polislerin görevlerini kötüye kullandıklarını iddia etti. Özden, “İstanbul mahkemeleri, Ankara’da arama kararı veremez, gece arama yapılması için karar verilmez, arama kararında bilgisayarlara el konulması yok” gibi tezleri de öne sürdü. Oysa bu tezlerin doğru olmadığı ilerleyen süreçte ortaya çıktı. Yargıtay'ın bu habere konu olan kararı da zaten bunu ispatlıyor.

Zaten CMK 134. madde, şifrelenen bilgisayarlara girilememesi halinde el konulacağını, şifrenin çözülmesi ve gerekli kopyanın alınması durumunda el konulan cihazların iade edileceğini belirtiyordu. O günlerde görüşlerini belirten hukukçular, soruşturmalarda el konulan bilgisayarların yedeklemelerinin, şüpheli ve vekiline verilmesi gibi bir zorunluluğun bulunmadığını, ancak ilgili kişilerin talebi olursa bu yedeklemelerin verileceğini ifade ediyorlardı.

İşçi Partisi'ndeki aramalarda çok önemli delillerin elde edildiğini belirtmiştik. Görevli polisler hakkında yerel mahkemenin mahkumiyet kararı vermesi olasılığı, Ergenekon davasında bir çok delilin sakatlanmasına da yol açabileceği için kritik bir öneme sahipti. Mahkeme, Savcı Özden'in iddialarını yerinde bulsaydı, örneğin Ergenekon davasının sanıkları avukat Serdar Öztürk ve emekli Albay Levent Göktaş'tan elde edilen deliller üzerinde de tartışmalar yaşanabilecekti. Çünkü bu sanıklar da aramaların usülsüz olduğunu iddia etmekteydiler. Serdar Öztürk’ün ofisinde yapılan aramada Kurmay Albay Dursun Çiçek imzalı İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın fotokopisi, Levent Göktaş’ın ofisinde de kamuoyunda ‘51 nolu DVD’ olarak bilinen şantaj görüntüleri gibi bazıları çok önemli olan çok sayıda delil bulundu. Bu delillerin bu sanıklara ait olduğu, aramalara katılan sanık avukatlarınca tutanaklarda belirtildi. Aramalar baştan sona videoya da kaydedildi.

Savcı Abbas Özden'in hazırladığı, 10 polis memurunun, ''mevzuata aykırı arama yaptıkları'' ileri sürülerek, ''görevi kötüye kullandıkları'' gerekçesiyle, 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarının talep edildiği iddianame, Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesinde kabul edilerek dava açıldı. Dava sanıkların beraatiyle sonuçlanırken yerel mahkeme kararın gerekçesinde ilginç bir ifadeye yer verdi. Sanık polislerin aramada hukuksuzluklar yaptığını ancak suç işleme kasıtlarının bulunmadığını belirten Mahkeme, kararın gerekçesinde şu ifadeye yer verdi: "Sanıkların bu eylemleri görevi kötüye kullanma kastı ile işledikleri hususunda dosyada somut bir kanıt olmadığı, sanıkların görevlerini yaptıkları düşüncesi ile bu eylemleri yaptıkları kanaatine varıldığından, manevi unsur yokluğundan, sanıkların müsnet suçlardan beraatlarına karar verildi.'' Ancak son kararı veren Yargıtay 4. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin bu gerekçesini değiştirerek arama işleminin usülsüz olmadığını belgeledi. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Yargıtay'dan Çetin Doğan'a ret
Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral Çetin Doğan'a Yargıtay'dan şok bir ret kararı geldi. Davanın en önemli delilleri arasında yer alan darbe planlarının kayıtlı olduğu 3 CD'yi inceleyen ve orjinal oldukları görüşünü belirten 3 TÜBİTAK bilirkişisi hakkında açtığı tazminat davasının reddi Yargıtay'ca onandı. Yerel mahkeme gibi Yargıtay da bilirkişilerin incelemesini hukuka uygun buldu. Çetin Doğan, CD'lerdeki belgelerin gerçek olduğu sonucuna varılmasının asla mümkün olunamayacağı ve CD'lerin sahte olma ihtimalinin mevcut olduğu ve bunun raporlarda hiçbir şekilde belirtilmediği'ni iddia ederek, TÜBİTAK bilirkişileri hakkında görevi kötüye kullanmaktan tazminat davası açmıştı.

06.03.2013 13:36 Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın, darbe planlarının kayıtlı olduğu CD'leri inceleyen bilirkişiler hakkında açtığı tazminat davasının reddi Yargıtay’ca onandı.

Doğan, TÜBİTAK tarafından görevlendirilen bilirkişiler Erdem Alparslan, Hayrettin Bahşi ve Tahsin Türköz hakkında 60 bin TL'lik tazminat davası açmıştı. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, iddiaların asılsız olduğuna kanaat getirerek tazminat davasının reddine karar vermişti. Doğan'ın temyize götürdüğü dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de mahkemenin deliller üzerinde yaptığı incelemeyi ve verdiği hükmü yerinde buldu.

Balyoz darbe davasının temelini oluşturan ve içerisinde ana eylem planlarının yer aldığı 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerin incelemesi, TÜBİTAK bilirkişileri Erdem Alparslan, Tahsin Türköz ve Dr. Hayretdin Bahşi tarafından yapılmıştı. Bilirkişiler, incelemelerinde CD’lerin orijinal olduğunu belirtmişti. Üç bilirkişinin hazırladığı 19 Şubat 2010 tarihli raporda 19 CD’nin içerisinde kayıtlı dosyaların oluşturulma ve son kaydetme tarihlerinin 2003 ve öncesine ait olduğu tespit edildi. Ayrıca CD’lerin içerisinde oluşturulan dosyaların aynı tarihte yazdırıldığı ve CD’lere sonradan ekleme yapılmadığı belirtildi.

Emniyet ve TÜBİTAK raporlarından sonra savcılık soruşturmayı derinleştirmişti. TÜBİTAK’ın hazırladığı bu rapor Çetin Doğan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in tutuklanmasına gerekçe gösterilmişti. Çetin Doğan’ın avukatı Celal Ülgen, TÜBİTAK’ın hazırladığı söz konusu raporu Amerikalı Arsenal Consulting Adli Bilişim şirketine inceleterek, davaya gerekçe gösterilen CD’lerin sahte olabileceği yönünde rapor almıştı. Arsenal Consulting hazırladığı rapor üzerine avukat Ülgen, ‘CD’lerdeki belgelerin gerçek olduğu sonucuna varılmasının asla mümkün olunamayacağı ve CD’lerin sahte olma ihtimalinin mevcut olduğu ve bunun raporlarda hiçbir şekilde belirtilmediği’ni iddia ederek, TÜBİTAK bilirkişileri hakkında görevi kötüye kullanmaktan tazminat davası açmıştı.

60 bin TL’lik tazminat davasına bakan İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, iddiaların asılsız olduğuna kanaat getirerek davayı reddetmişti. Ancak Doğan, temyize başvurdu. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, avukat Ülgen’in temyize götürdüğü dosya üzerindeki incelemesini tamamladı. Mahkemenin deliller üzerinde yaptığı incelemeyi ve verdiği hükmü yerinde bularak tazminat davasının reddini onadı.

Bilirkişilerin avukatı Rufayi Taştan, Yargıtay’ın kararını yerinde bularak “Bu karar müvekkillerimin iade-i itibarı niteliğinde.” dedi. Balyoz davasının en önemli delillerinden olan 3 CD’yi inceleyen müvekkillerinin Çetin Doğan’ın avukatları tarafından medya kanalıyla yıpratıldığını vurgulayan Taştan, şöyle konuştu: “TÜBİTAK’ın CD’lerle ilgili hazırladığı rapor, Amerikalı adli bilişim firmasına inceletildi. Daha sonra medya karşısına, uzmanların açık isimleri kullanılarak görevi kötüye kullandıkları ve sahte CD’ler hakkında orijinal raporu verdikleri iddiasıyla tazminat davası açtılar. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin kararlarıyla Doğan’ın ve avukatlarının iddialarında tutarsız olduğu ortaya çıkmıştır.” (Mustafa Gürlek / Zaman)




AİHM: Tutuklama ve deliller geçerli
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Balyoz sanıklarından emekli Tuğgeneral Cem Aziz Çakmak'ın müracaatını değerlendirdi ve 'kabul edilemez' buldu. Davadaki delillerin 'hükümete karşı darbe girişimi' suçu için ikna edici olduğuna karar veren AİHM, tutuklama sürelerini normal bulurken, tutuklamaların da keyfi olmadığını belirtti. AİHM daha önce Çetin Doğan'ın başvurusunu da benzer gerekçelerle reddetmişti.

20.03.2013 13:42 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden (AİHM), henüz temyiz incelemesi için Yargıtay'da bekleyen Balyoz davası için "balyoz" gibi bir karar çıktı. Sabah Gazetesi'nin haberine göre, AİHM'nin bu değerlendirmeleri, Balyoz davasında 18 yıl hapis cezasına mahkûm olan emekli Tuğgeneral Cem Aziz Çakmak'ın, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılama sırasında yaptığı başvuru sonucunda yaptı. Çakmak, 3 Eylül 2010'da AİHM'ye başvurarak "adil yargılanmadığını", "uzun süredir tutuklu bulunduğunu" ve "savunma hakkının kısıtlandığını" ileri sürdü. AİHM, Çakmak'ın başvurusunu 19 Şubat'ta, Türk Yargıç Işıl Karakaş'ın da bulunduğu toplantısında inceledi ve "kabul edilemez" buldu.

Balyoz iddianamesinden alıntıların yapıldığı kararda emekli Tuğgeneral Çakmak'ın, "uzun tutukluluk" ve "adil yargılanmadığı" iddialarına şu yanıtlar verildi:

DELİLER İKNA EDİCİ

Şüphelerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle ilgili olarak Sözleşme'nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate alındığında, AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği kanaatindedir.

TUTUKLAMA NEDENİ İNANDIRICI

Başvuranın, bir suç işlemiş olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak 'inandırıcı nedenlere' dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek gerekmiştir.

CİDDİ KANITLAR VAR

Mahkeme (AİHM), ulusal adli makamların başvuranı, hakkındaki suçlamayla ilgili ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut delil unsurlarına dayanarak Ceza Kanununca yaptırıma bağlanan suçları işlediği iddiasıyla yakaladıklarını gözlemlemektedir.

NE KEYFİ NE MANTIKSIZ

Mahkeme, somut olayda başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi veya mantıksız olduğu sonucunun ortaya çıkmadığı kanısındadır.

TUTUKLULUK SÜRESİ NORMAL

Mahkeme öncelikle, hakkında kovuşturma yapılan başvurana atılı suçların ağırlığı dolayısıyla ortaya çıkan kaçma riskinin varlığına ve ceza davasının karmaşıklığına dikkat çekmektedir. Mahkeme, bu koşullar altında, başvuranın tutukluluk süresinin ivedilik gerekliliğine uygun olduğu kanaatindedir.

YARGILAMA SÜRESİ MAKUL

(Başvuru tarihi dikkate alınarak) Yargılama, yaklaşık üç yıldan bu yana sürüyor. AİHM, konuyla ilgili yerleşik içtihadının ışığında ihtilaf konusu yargılamanın süresinin uzun olmadığı ve hali hazırda, "makul süre" gereğini karşıladığı kanaatindedir. (Sabah)

ÇETİN DOĞAN'IN BAŞVURUSU DA REDDEDİLMİŞTİ

Aynı konuda Balyoz davasının 1 nolu sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan da AİHM'e başvuruda bulunmuştu. Balyoz Davası devam ederken, mahkemenin yakalama ve tutuklama kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvuruyu inceleyen mahkeme, Doğan'ın başvurusunu reddetmiş, Balyoz delillerinin somut ve meşru olduğuna karar vermişti. “Çetin Doğan vs. Turkey” adını taşıyan 19 sayfalık AİHM kararında, delilleri tek tek sayan mahkeme, geçerli bu belgelere göre verilen tutuklama kararlarının da geçerli olduğuna hükmetmişti. "Şu çok önemlidir: Tutuklanacak, atılacak, atanacak kişiler sembolik isimler değil, gerçek kişilerdi!" denilmiş, birçoğu Çetin Doğan tarafından imzalanmış 2.229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları bu hükme gerekçe teşkil etmişti. Ayrıca bir casusluk soruşturmasıyla ilgili arama sırasında Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen “çok sayıda ek belge” de gerekçeler arasında sayılmıştı. AİHM’e göre bu deliller, sanıklar hakkında soruşturma açmak ve tutuklamak için “ciddi neden ve emare”lerdir! Soruşturma, yakalama ve tutuklama kararı “ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut delil unsurlarına dayanarak” verilmiştir. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Alt yazı ve dublaj sanıklardan!
Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan Ümraniye’deki bomba görüntülerinin sanıklar tarafından tahrif edildiği ortaya çıktı. Orjinalde bulunmayan ses ve alt yazıları ekledikleri cd'yi mahkemeye sunan sanıklar savcı ve polisin tertip yaptığını ileri sürdüler. Ancak Tübitak, Emniyet ve Jandarma kriminalin tespitleri asıl tertibi sanıkların yaptığını ortaya çıkardı.

01.04.2013 10:42 Ergenekon davasında mütalaalarını açıklayan savcılar, sanıkların yargılama sırasında mahkemeyi yanıltmak için kurguladıkları oyunu deşifre etti. Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan 12 Haziran 2007 tarihinde Ümraniye’de ele geçirilen bombalarla ilgili görüntülerin sanıklar tarafından tahrif edildiği ortaya çıktı.

Yakalanan bombaların sahibi Oktay Yıldırım, polisin aramalarla ilgili tutanak tanziminde “Soruşturma Ergenekon olduktan sonra sinkaf ederim hakimini de savcısını da.” ifadelerini kullandığını ileri sürmüştü. Aramanın yapıldığı tarihte Ergenekon isminin kamuoyu tarafından bilinmediğini belirten Oktay Yıldırım, buradan hareketle operasyonların bir tertip olduğunu ileri sürmüştü. Ancak bombaların bulunma görüntülerinin yer aldığı orijinal CD’nin bilirkişiler tarafından incelenmesinde “Ergenekon” ifadesinin kullanılmadığı kesinleşti.

TÜBİTAK ile Emniyet ve Jandarma kriminal de CD’de Oktay Yıldırım’ın bahsettiği Ergenekon kelimesini bulamadıklarını bildirdi. Savcıların davayla ilgili mütalaasında CD’nin orijinalinde alt yazı bulunmadığına dikkat çekildi. Sanığın dışarıdan alt yazı ekleyerek mahkemeye yeni bir CD getirdiği vurgulandı.

Ergenekon soruşturması, 12 Haziran 2007'de Ümraniye Çakmak mahallesindeki bir gecekonduda bulunan 27 adet el bombasının yakalanması sonrası başladı. Ümraniye'de bulunan el bombalarının sahibi emekli Astsubay Oktay Yıldırım, Ergenekon yargılamalarını tertip diye niteleyenler arasında. Yıldırım bu iddiasına delil olarak polisin el bombalarını bulduktan sonra tutanak hazırladığı sırada sarf ettiği sözleri gösterdi. Mütalaada, Yıldırım'ın kurgusu özetle şöyle anlatıldı: Yıldırım, mahkeme dosyasından aldığı görüntü CD'sini avukatları aracılığı ile tape ettirip duruşma salonunda dinlettirdi. CD'de Ümraniye'de bulunan bombalarla ilgili tutanak tanzim eden polislerin kendi aralarındaki konuşmada “Soruşturma Ergenekon olduğu zaman sinkaf ederim hakimi savcıyı” ifadelerinin geçtiğini ileri sürdü. Bunu gerekçe gösteren Yıldırım, davanın 85. celsesinde mahkemeye getirdiği CD'deki beyanları esas alarak, bilgisayarında arama yapılmadan polislerin “Soruşturmanın Ergenekon olmasından” bahsettiğini ileri sürdü. Söz konusu CD ile Ergenekon operasyonlarının bir tertip olduğunun ortaya çıktığını iddia etti.

Yıldırım'ın iddialarına 89. celsede cevap veren iddia makamı, söz konusu CD'nin orijinalinde alt yazı bulunmadığını, sanığın dışarıda alt yazı ekleyip yeni bir CD ile mahkemeye getirdiğini kaydetti. Savcılar ayrıca orijinal CD'nin incelenip, Yıldırım'ın iddia ettiği ifadelerin geçip geçmediğini bulunmasını talep etti. 91. celsede karar alan mahkeme, CD'yi TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü'ne gönderdi. TÜBİTAK'ın mahkemeye gönderdiği rapor, Yıldırım'ın iddialarını net bir şekilde yalanlayarak, CD'de Ergenekon kelimesinin geçmediğini bildirdi. Ancak bu rapora inanmayan Yıldırım, CD'nin farklı kuruluşlara inceletilmesini istedi. Bunun üzerine mahkeme CD'yi Emniyet ve Jandarma kriminale gönderdi. İki kuruluş da Yıldırım'ın bahsettiği Ergenekon kelimesini CD'de bulamadı. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, TÜBİTAK, Emniyet ve Jandarma Kriminal'den gelen belgeleri göz önünde bulundurarak Yıldırım'ın iddialarının asılsız olduğunu duruşmada ifade etti. Buna rağmen bazı sanıklar yargılama sürecinde bu iddiaya dayanarak savunma yapmaya devam etti. (Göksel Genç / Zaman)




Aytaç YalmanBalyoz'da Yargıtay aşaması
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Yargıtay'da dün temyiz duruşmaları başlayan Balyoz davasındaki delillere sanıkların itirazlarını ve mahkemenin görüşünü bir kez daha gündeme getiriyor.

16.07.2013 12:32 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz'da Yargıtay aşaması.. Balyoz davası Yargıtay'da... "Adil yargılanma" konusunda çeşitli itirazlar mevcut. Sanıklar, Oraj, Suga, Sakal, Çarşaf gibi darbe planlarını içeren 11 Nolu CD'nin sahte olduğunu iddia ediyor. 10. Ağır Ceza Mahkemesi, CD'nin sahte olmadığı, sadece içindeki bilgilerin güncellendiği kararını verdi.

"Sahte" denilmesinin sebebi şu: 11 Nolu CD'nin oluşturulma tarihi TÜBİTAK ve Emniyet kayıtlarına göre 5 Mart 2003. CD tek oturumda oluşturulmuş. CD'nin içindeki bilgilerin üst verisi, bu tarihten önceki tarihleri taşıyor. Balyoz belgelerinin ıslak ya da matbu çıktıları yok; sadece dijital kayıt. Sanık yakınları soruyor: "Balyoz CD'si gerçekten 2003'te oluşturulmuşsa, içinden daha sonraki tarihlere ait bilgiler nasıl çıkıyor?"

Sözgelimi, "İlaç depoları" isimli 4 Şubat 2003 tarihli belgede, "Recordati İlaç AŞ" unvanlı bir firma var. Oysa bu firma, evvelce "Yeni İlaç AŞ" idi. Recordati olarak unvanı 2009'da değiştirildi. "Özel hastaneler" isimli belgede yer alan "Medical Park Sultan Gazi Hastanesi"nin unvanı 2003'te "Sultan Hastanesi"ydi; adı 2008'de değişti. Basın yayın organları listesinde bulunan "İlk Adım" gazetesi 15 Ağustos 2005'te kuruldu. "Savunma Sanayi" isimli belgede Havelsan'da çalıştığı iddia edilen 357 kişiden 115'i, 2002-2003 tarihlerinde Havelsan'da çalışmıyordu; sonraki tarihlerde işe başlamışlardı. (Bu örnekleri çoğaltmak mümkün)

Bütün bu bilgilerden bana göre şöyle bir sonuç çıkabilir: 11 Nolu CD'nin son kaydı, TÜBİTAK ve Emniyet raporunda iddia edildiği gibi, 5 Mart 2003'te yapılmadı. Zaten sanık yakınları, tarih hatalarından yola çıkarak "CD sahte" diyor ama, 10. Ağır Ceza Mahkemesi, belgeler güncelleştirilirken, bilgisayarın gerçek tarih yerine, tanımlanan tarihi (yani 2003'ü) göstermesinin sağlandığı kanaatinde. 11 Nolu CD'nin içeriği, hem Gölcük Donanma Komutanlığı'nda İstihbarata Karşı Koyma biriminin parkelerinin altında bulunan 5 Nolu hard diskte, hem de Eskişehir'de Hakan Büyük'ün evindeki flaş bellekte çıktı. Farklı yerlerde aynı muhtevaya rastlanmasının, mahkemenin belgelerin gerçek olduğuna dair kanaatinin oluşmasında önemli bir rolü oldu. Ayrıca, hem hard diskteki, hem flaş bellekteki taranmış belgelerin asıllarının ilgili askeri birliklerde mevcut olması da, "sahtelik" iddialarına hakimlerin inanmamasına yol açtı.

10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin dijital verilere inanmasına başka unsurlar da etki yaptı. Çetin Doğan'ın konuşmaları, Plan Semineri'nde özel isimlerin kullanılması, Kara Kuvvetleri izin vermemesine rağmen iç tehdide yönelik plan semineri yapılması, Gölcük'te ele geçirilen hard diskteki bilgilere göre Poyrazköy'de gerçekleştirilen kazıda 1200 tabanca fişeği ile, 900 uzun namlulu tabanca fişeğinin ortaya çıkması.

Yargıtay, sanık avukatlarını dinleyecek. Sonuçta bir karara varacak. Belki "Suç eksik teşebbüs değil; henüz teşebbüse geçilmemiştir" diyebilir. Türk Ceza Kanunu'nun 316'ncı maddesinde yer aldığı gibi, "Soruşturma başlamadan vazgeçtiler" diye çok düşük cezalar verebilir. Ama, "Çetin Doğan ve arkadaşları bir darbe hazırlığı içinde değillerdi" iddiası akla ziyan bir iddia. Böyle bir hazırlık içindeydiler; selefleri gibi "irtica" algısı karşısında laik cumhuriyeti koruma ve kollama görevini üstlendiklerini sanıyorlardı. Aslında keşke Çetin Doğan itiraf etseydi. Belki o zaman, kurunun yanında yanan yaşlar da Balyoz alevinden kurtulurdu. (Nazlı Ilıcak / Sabah)




Aytaç YalmanBM'nin balyoz raporu çöktü
BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu'nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı 'Balyoz davasındaki tutukluluklar haksız' içerikli rapora BM'den tepki geldi. Birleşmiş Milletler genel sekreter sözcüsü, Grubun BM adına açıklama yapma yetkisine sahip olmadığını, söz konusu haberi yapan medya organlarının bu gerçeği çarpıttığını söyledi. Balyoz çevrelerinde; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü dahi ileri sürülmüş, sanıkların derhal tahliye edilmesinin gerektiği savunulmuştu. Sanık avukatı Murat Ergün'ün Yargıtay'daki temyiz duruşmasında dün dile getirdiği bir cümle, ulusalcıların çarpıklığını çarpıcı şekilde ortaya koyuyor: 'Atatürk'ün büstü olan mahkeme değil, kıtalar ötesi karar verdi.'

24.07.2013 10:01 ‘BM’den Balyoz Gibi Karar’ başlıklı haberin gerçekleri yansıtmadığı açıklandı. TRT Haber’e özel açıklamalar yapan Birleşmiş Milletler genel sekreter sözcüsü, BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun BM adına açıklama yapma yetkisine sahip olmadığını, söz konusu haberi yapan medya organlarının bu gerçeği çarpıttığını söyledi. BM İnsan Hakları Konseyi bünyesinde 48 değişik konuda görevli ‘Özel Usuller’ bulunduğunu açıklayan BM Sözcülüğü, Konsey ile birlikte çalışan ve üye ülkelerin iştirakiyle oluşturulan 4 grup yer aldığını kaydetti. Söz konusu grupların üye ülkelerden oluştuğunu ve BM’nin görüşlerini yansıtmadığını vurgulayan sözcü ofisi, bu grupların ancak İnsan Hakları Konseyi’ne tavsiye niteliğinde raporlar sunabildiğini ve bu raporların da BM’nin görüşlerini yansıtmadığını duyurdu. Balyoz davası için İnsan Hakları Konseyi’ne sunulan rapor hakkında BM’nin yorum yapmayacağını dile getiren sözcü ofisi, çalışmanın ancak grup üyelerince değerlendirilebileceğini bildirdi. Grubun, Balyoz davası konusunda yaptığı söylenen açıklamayı henüz görmediklerini belirten BM sözcüsü, “Raporun BM raporu olarak lanse edilmesi kabul edilemez. BM’yi veya BM İnsan Hakları Konseyi’ni hiçbir şekilde bağlamaz. Böyle bir rapor BM belgesi de değildir. Çünkü bu grup BM’den bağımsızdır.” değerlendirmesini yaptı.

BM KEYFİ TUTUKLAMALAR GRUBU RAPORU

Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu (UNGWAD), geçtiğimiz günlerde Balyoz sanıklarının başvurusu üzerine hazırladığı raporu açıklamıştı. Grup, Balyoz davasındaki tutuklulukların keyfi olduğuna hükmederek Türkiye Hükümeti’nden hakkında başvuru yapılan 250 tutuklunun durumunun düzeltilmesini talep etmişti.

250 sanık hakkında Balyoz sanıklarının yakınlarından oluşan "Vardiya Bizde" adına yapılan başvuru Grup tarafından incelemeye alınmıştı. Bu girişim üzerine harekete geçen hükümetin, halen AİHM'de incelenmekte olan derdest dosyaların olduğuna ve davanın halen Yargıtay'da temyiz aşamasında olduğuna vurgu yaptığı itirazı ise Grup tarafından reddedilmişti. AİHM'e başvuru ile farklı standartlara sahip olduğunu ifade eden Grup, Temyiz aşamasının devam etmekte olmasının kendi incelemesine bir engel oluşturmadığını belirtiyordu.

Grup kararını önceki gün taraflara tebliğ etti. 16 sayfalık kararda, Türkiye’nin Balyoz yargılamasında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin keyfi tutuklama, adil yargılama ve savunma hakkına dair üç maddesini ihlal ettiğine hükmediliyordu. Raporda, Türkiye’den sanıkların durumlarının telafi edilmesi de isteniyordu.

Raporda Grubun (UNWGAD) görüşü şöyle açıklanıyordu:

"Yukarıda aktarılanların ışığında, Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu aşağıdaki görüşü oluşturmuştur:

Balyoz ya da Sledgehammer davalarında özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın tutuklulukları keyfidir, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin 9 ve 14ncu maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 9,10, ve 11nci maddelerinin ihlalidir; Keyfi tutuklamalar kategorisinde, Çalışma Grubu ‘nun başvuru incelemelerinde referans verdigi III kategorisine düşmektedir.

Oluşturulan görüş akabinde, Çalışma Grubu Türkiye Hukumeti’nden 250 kişinin durumunun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesinin hükümlerine uygun olarak duzeltilmesini talep eder. Davanın tüm koşulları dikkate alındığında, Çalışma Grubu bir uygun çözümün, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9ncu madde, 5nci paragrafındaki yaptırılabilir bir tazminat hakkı olduğunu takdir etmektedir."

BALYOZ DAVASI DEĞİL KEYFİ RAPOR ÇÖKTÜ

Bu rapor, Balyoz sanık ve avukatları ile o kesime mensup çevrelerde büyük etki yaptı. 'BM'den Balyoz gibi karar!' başlığıyla verilen haberler ve yapılan yorumlarda; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü, sanıkların derhal tahliye edilmesinin gerektiği savunuldu. Bu görüş Yargıtay'da devam eden temyiz duruşmalarında sanık avukatlarınca sık sık dile getirildi.

Balyoz sanık yakınları, avukatları ve diğer kesimlerce dile getirilen görüşler şu şekildeydi:

Balyoz sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un kızı Ece Saygun: “Bana göre bu ailelerin zaferi ve kadınların zaferi. Bana göre bu dava çok uzun soluklu bir dava. Biz hayatlarımızı adadık bu davaya. Adım adım, emek emek haklılığımızı herkese anlatacağız.”

Kara Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'un oğlu ve avukatı Selim Yavuz: “Artık mızrak çuvala sığmamaktadır. BM bile böyle bir karar alabildiğine göre konu uluslararası kamuoyunda da ciddi anlamda tartışmalı haldedir. Yargıtay'ın artık bu ayıbı temizlemesi gerekir.”

Balyoz davasındaki 6 sanığın avukatı Hüseyin Ersöz: “Her ne kadar Çalışma Grubunun verdiği kararların, tıpkı AİHM Kararları gibi bir bağlayıcılığı olmasa da ülkelerin demokratik gelişmişlik göstergelerinde önemli bir kriter olduklarını da göz önüne almak gerekiyor. Bu kararın uygulanması da, Türkiye'nin insan haklarına ne kadar saygılı bir ülke olduğunun göstergesi olacak. Hükümet yetkililerinin kamuoyuna yönelik açıklamalarının yönü demokrasimiz ve uluslararası saygınlığımızın, Yargıtay'ın vereceği karar ise ne kadar Hukuk Devleti olduğumuzun ölçütünü ortaya koyacak.”

Balyoz davasındaki 5 sanığın avukatı Murat Ergün: “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak neden Birleşmiş Milletler'den gelen bir karara seviniyoruz? Atatürk'ün büstü olan bir mahkemeden gelen bir karara neden sevinemiyoruz da kıtalar ötesi, bizden tamamen yabancı insanların verdiği kararlara seviniyoruz? Neden bu topraklarda güller hep kırmızı açıyor?”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran: “Balyoz davası bu kararla iflas etmiştir. Bu utancın büyümemesi ve hukuk devletini güçlendirmek için, hükümetin acilen atması gereken adımlar bulunmaktadır. Davada hukuk ihlallerini neden olan personel soruşturulmalıdır, bu hataların neden yapıldığı ortaya çıkartılmalıdır. Tutuklu sanıklar bir an önce serbest bırakılmalıdır ve bu zamana kadar uğradıkları zararlar mutlaka tazmin edilmelidir.”

ÇÖKEN BALYOZ DAVASI DEĞİL KEYFİ RAPOR

Görüldüğü gibi Balyoz çevrelerinde; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü ileri sürülebilmekte, sanıkların derhal tahliye edilmesinin gerektiği savunulmakta. Balyoz sanıklarının defalarca yaptığı başvurular Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden ve Yargıtay'dan dönmüşken, bu kurumlar, tutuklamaların yerinde, delillerin hukuka uygun olduğunu belirtmişken ve bu kurumların bağlayıcılığı da bulunmakta iken, keyfi bir raporla Balyoz davasının çöktüğü ileri sürülebilmekte.

VALLA BİLLA BEN YAPMADIM!

Aslında Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinde kafa karışıklığı oluşturma gayretleri yeni değil. Bunları sık sık haberleştirdik. Ergenekon sanığı Hurşit Tolon'un cezaevinden sahte raporla kaçırılmaya kalkışılması.. Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın sahte raporlarla hastanede hasta gösterilmeye ve cezaevine girmekten korunmaya çalışılması.. Haberal'ın, kurduğu telsizli haberalma sistemi ile hastaneye yapılabilecek savcı ve polis baskınlarını önceden haber almaya çalışması.. Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez'in, evinde ve arazisinde çok sayıdaki silahları arama yapan polislerin koyduğu iddiası.. Bu iddianın aramalara katılan askeri görevlilerce yalanlanması.. Dönmez'in duruşmalarda sık sık Atatürkçülükten bahsetmesi, polislerin Atatürk'e suikast düzenlediğini, bu nedenle de TSK düşmanı olduklarını iddia edecek kadar seviye kaybetmesi. Yine Dönmez'in eşini başka bir kadınla aldattığının askeri mahkemedeki o tartışmalarda ortaya çıkması, eşinin şok geçirmesi.. Ergenekon sanığı Serdar Öztürk'ün, yoldan geçen bir kişinin belgeleri ofisine koymuş olabileceği iddiası.. Sanık Levent Bektaş'ın, aramaya gelen polislere çay söylemek için dışarı çıktığında polislerin cd'leri bürosuna yerleştirdiği iddiası.. Duruşmalara sanık avukatlarınca getirilen ıslak imza makinesi ile imzanın sahteliğini kanıtlama fiyaskosu.. Duruşmaya buzdolabı getirerek polis aramalarının usulsüzlüğünü ispatlama planları.. Sanık avukatlarının, delillerin sahteliğini ispatlama adına mahkeme heyetinin evrakları arasına duruşma arasında cd yerleştirip buldurma tiyatrosu. Bu nedenle de haklarında dava açılması.. Odatv davasında delillerin virüsle dışarıdan yüklendiği tartışmaları.. Tüm bunları sık sık haberleştirdik, özenle takip ettik. Hepsini toplasak ilginç bir albüm olurdu. Bir de 'ıslak imza' tartışmaları var ki, başlı başına bir alem. TÜBİTAK'ın bilirkişiliği bu çevrelerce makbul görülmedi. Defalarca yapılan ve hepsi aynı sonucu veren Adli Tıp, Jandarma ve Emniyet Kriminal'inkiler de. Bu çevreler o kadar ileri gittiler ki, imza incelemelerinin yurtdışında yapılması gerektiğini, çünkü TÜBİTAK'ın Başbakanlığa bağlı olduğunu dahi ileri sürebildiler. Bir tek 'valla billa ben yapmadım' demedikleri kaldı.

HARİKA AVUKATLAR!

Dünkü temyiz duruşmasında sanık avukatlarından Murat Ergün, 2010 yılı sonunda ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nün zemin karolarının altında ele geçirilen çuvallarca belgeye dahi bir kulp buldu. 'Yok artık!' dedirtti. Ancak 3 yıl sonra ileri sürülen bu kulp sanıklara fayda değil zarar getirecek.

Ergün şöyle diyor: "Gölcük'te Donanma binasındaki İstihbarata Karşı Koruma biriminin zeminindeki kablo kanallarında bulunan işleri bitmiş ama devlet malı olduğu için atılamayan, kullanılmayan, boş duran hardiski kim girip alır yükleme yapıp geri koyabilir?"

Deillerin sahteliğini savunma adına bir avukatın bu sözleri hukuk adına içler acısı. O çuvallarca belge acaba orada ne arıyordu? İşleri bittiği ve atılamadığı için oraya konulmuş diyor avukat Ergün. Ya, böyle bir saçmalık olabilir mi?.. Ergün, TSK'yı savunayım derken ona nasıl bir hakarette bulunduğunun farkında değil. Halı altına süpürme işlemini hatırlatır şekilde, TSK da işe yaramayan atılacak evrakları zemin karolarının altına mı saklıyor yani? O çuvalların içinden suç içeren belgeler çıktı. 'Devlet malı olduğu için atılamayan' diye bir avukat o belgelerin orada bulunmasını nasıl açıklayabilir. O belgelerin vehametini nasıl gözlerden kaçırmaya çalışabilir. Bu nasıl bir savunma stratejisi böyle?.. En azından sus, o konuya girme..

Balyoz davasında duruşmaları boykot eden avukatlar, sanıkların daha fazla ceza almasına neden olmuşlardı. Aslında şimdi de aynı hata sürüyor. Aklı başında avukatların söylememesi gereken saçma gerekçeler dile getiriliyor, müvekkillerini savunduklarını zanneden bu kişiler aslında yine onlara zarar veriyor.

'KITALAR ÖTESİ KARAR VERDİ!'

Aynı sanık avukatı Murat Ergün'ün, BM Keyfi kararı üzerine Yargıtay'daki temyiz duruşmasında dün dile getirdiği tepkisindeki bir cümle, ulusalcıların içine düştüğü çarpıklığı çarpıcı şekilde ortaya seren bir niteliğe sahip: “Atatürk'ün büstü olan mahkeme değil, kıtalar ötesi karar verdi.” (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Aytaç YalmanYargıtay'dan Balyoz gibi gerekçe
Yargıtay Balyoz davasında temyiz kararını açıkladı. 361 kişiden 237'sinin cezası onandı. 36 sanık hakkında verilen beraat kararı onandı. 25 sanık hakkında verilen mahkumiyet kararları yeterli delil bulunmadığından, 63 sanık hakkındaki mahkumiyet kararları ise 'sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu' kapsamında kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesi gerekçesiyle bozuldu. Bu 88 sanıktan tutuklu olanların tahliyelerine, haklarındaki yakalama kararlarının geri alınmasına karar verildi. Kararlar oy birliği ile alındı. Böylece, büyük oranda Yargıtay Başsavcılığın tebliğnamesindeki talep doğrultusunda karar verilmiş oldu. Sanık yakınları karar karşısında gözyaşlarını tutamadılar. Lanet olsun diye ağlayarak karara tepki gösterdiler.. Yargıtay, Balyoz davasında temyiz kararının gerekçesini de günün ilerleyen saatlerinde açıkladı. Dijital delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu ve hukuka uygun deliller olarak hükme alınmalarının isabetli olduğu belirtildi. Dijital delillerin, ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığının açıkça anlaşıldığı belirtildi. Çetin Doğan'ın, iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç için TSK'da ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararı aldığının anlaşıldığı ifade edildi.

09.10.2013 16:30 Yargıtay, Balyoz Davası'da kararını açıkladı. 361 kişiden 237'sinin cezası onandı. Hakkında mahkumiyet kararı verilen 63 sanığın eylemlerinin "suç için anlaşma suçu" kapsamında kalması nedeniyle bu kişiler hakkındaki karar bozuldu. 24 sanık hakkındaki bozma kararı delil yetersizliğinden verildi. Tutuklu sanıkların tahliyesine karar verildi. Kararlar oy birliği ile alındı.

“Balyoz Planı” davasının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, aralarında emekli orgeneraller Halil İbrahim Fırtına ve Çetin Doğan ile emekli Oramiral Özden Örnek’in de bulunduğu 361 sanıkla ilgili kararını bugün açıkladı.

KARARLAR OYBİRLİĞİ İLE ALINDI

Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nde kararlar oybirliği ile alındı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi Heyeti saat 10.12.'de salona girdi ve 2 sayfalık kararı okuması 16 dakika sürdü. Dairenin oy birliğiyle aldığı kararı, Daire Başkanı Ekrem Ertuğrul okudu.

Başkan Ertuğrul, aralarında Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına, Ahmet Feyyaz Öğütçü, Dursun Çiçek, Ahmet Zeki Üçok, Bilgin Balanlı, Engin Alan, Ergin Saygun, Nejat Bek, Süha Tanyeri, Şükrü Sarıışık, Mehmet Otuzbiroğlu, Özden Örnek'in de aralarında bulunduğu 237 sanık hakkında verilen mahkumiyet kararlarını, "sanıklara vekalet ücreti yükletilmesi" ve sanık Berna Dönmez hakkında Türk Ceza Kanununun, "babalık hakkında men edilme" hükmünün uygulanmasındaki hata nedeniyle düzelterek onanmasına karar verildiğini bildirdi.

Ertuğrul'un okuduğu karara göre, 36 sanık hakkında verilen beraat kararı onandı.

Yargıtay 9. Dairesi, 25 sanık hakkında verilen mahkumiyet kararlarını yeterli delil bulunmadığından, 63 sanık hakkındaki mahkumiyet kararlarını ise "sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu" kapsamında kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesi gerekçesiyle bozdu.

Daire, bu 88 sanığın tutuklu olanların tahliyelerine, haklarındaki yakalama kararlarının geri alınmasına karar verdi.

Yargıtay böylece, büyük oranda Yargıtay Başsavcılığın tebliğnamesindeki talep doğrultusunda karar vermiş oldu.

DELİLLER GEÇERLİ

Yargıtay, kararının gerekçesini de günün ilerleyen saatlerinde açıkladı. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Balyoz Planı davasıyla ilgili kararının 60 sayfalık gerekçesinde çarpıcı tespitler yapıldı. Buna göre;

Dijital deliller ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat aracıdır.

Dijital delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu ve hukuka uygun deliller olarak hükme alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı belirtildi.

Dijital delillerin, ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığının açıkça anlaşıldığı belirtildi.

Çetin Doğan'ın, iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç için TSK'da ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararı aldığının anlaşıldığı ifade edildi. Gerekçede, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayma gerekçesi yaşandığı gerekçesiyle iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak hareket ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan eylem planlarını gerçekleştirebilmek için TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarjik yapılanma gitme kararı aldıkları kaydedildi.

Askerin son aşamaya kadar gelmesi de cebir ve şiddettir.

Balyoz, Suga, Oraj planlarındaki yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003'e ait bilgilerin kurgulanmış, asılsız, sahte olduğu savunmalarının, hayatın olağan akışına uygun olmadığı belirtildi.

Genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri eski komutanı Org. Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenilmesi sonuca etkili değildir.

Sanıkların yerel mahkemedeki sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri tartışarak savunma yaptıkları, birçok uzman mütalaasını alıp dosyaya sundukları dikkate alınarak itirazın yerinde olmadığı anlaşılmıştır.

Sanıklar hükümeti vazifeden men etmeye çalışmıştır.

--------------------------------------------------------------------------------

65 SAYFALIK GEREKÇE

Yargıtayın Balyoz Planı davasındaki gerekçeli kararı açıklandı. 65 sayfalık gerekçede, usul ve uygulamaya ilişkin iddialar 8 başlık altında ele alındı.

Gerekçede, yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve doğal hakim ilkesine uygun olduğu, bu nedenle sanık ve müdafilerin Anayasa'ya aykırılık iddialarının ciddiye alınmadığı belirtildi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubunun dava görülürken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan kararının daire bakımından bağlayıcı olmadığı vurgulandı.

Gerekçede, yargılamanın usule uygun oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı ifade edildi.

Engin Alan'a yüklenen suçun yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kaldığı belirtilen gerekçede, bu nedenle kovuşturma yapılmasına engel durum bulunmadığı kaydedildi.

Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeleri içeren bölümünde, deliller irdelendi. Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğunun bilindiği vurgulanan gerekçede, dijital delillerin de sonuçta deliller hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza muhakemesi sisteminde bir ispat aracı olduğu belirtildi.

-Dijital delillerin hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır

Tüm deliller gibi dijital delillerin de sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişli olduğu ifade edilen gerekçede şunlar kaydedildi:

"Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Ancak dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki dijital deliller Türk Ceza Muhakemesi sisteminde ilk kez bu davayla gündeme gelmiş olmayıp geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır."

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2003'te verdiği Hizbullah terör örgütüyle ilgili karara atıfta bulunulan gerekçede, bu davadaki dijital delillerin mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alındığı belirtildi.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin aynı yönde farklı kararlarının bulunduğu da kaydedildi.

Gerekçede, "Dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir" ifadesi kullanıldı.

Sanık Cem Aziz Çakmak ve Çetin Doğan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdukları hatırlatılan gerekçede, "AİHM'in kabul edilebilirlik kararında ulaştığı sonuca dava dosyasındaki aleyhte delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları ve savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara alınmalıdır" ifadesine yer verildi.

Gerekçede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iç hukukun ve ulusal yargının yetki alanına giren delillerin kabul edilebilirlikleri veya bunların değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymadığına işaret edildi.

Hükme esas alınan dijital delillerin hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu, böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı ifade edilen gerekçede, bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazlarının yerinde bulunmadığı kaydedildi.

-TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanma

Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeler içerisinde "özel değerlendirme" bölümüne yer verildi. Bu bölümde şunlar kaydedildi:

"TSK'daki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası'nda Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planlan hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları,

Bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın eki olan 'görevlendirmede yetkili personeli' belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır."

-"Hayatın olağan akışına uygun değil"

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin gerekçesinde, yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz, Suga, Oraj planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş coğrafi alana yayılan yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003'e ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığının anlaşıldığı belirtildi.

Gerekçede, şu ifadelere yer verildi:

"Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntılarıyla sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır."

Gerekçede, hazırlanan planların, yapılan organizasyon ve görevlendirmelerin, bunların gereklerine ilişkin çalışmaların TSK'nın meşru hiyerarşik yapısı, görev ve yetkileri, mutat imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan yapıldığı ifade edildi.

Bunların her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler olmadığı belirtilen gerekçede, "Ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga, Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak TSK'nın görev ve yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna varılmaktadır" denildi.

Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahallerinin, planlar dahilinde görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumlu olduğu anlatılan gerekçede, "Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru olan 1. Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular nitelikte görülmüştür" değerlendirmesinde bulunuldu.

Gerekçede, 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde 4-6 Mart 2003'te icra edilecek plan seminerinde örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın görüşüleceğinin kararlaştırıldığı belirtilerek, dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın 5 mart 2003'te plan semineri açılışında, "Bazı endişe verici gelişmeler var. Bu bakımdan içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak, planları gözden geçirmek ve yeni planlar üretmek durumundayız" şeklindeki ifadelerinin bu durumu teyit eder nitelikte olduğunun anlaşıldığı kaydedildi.

Çetin Doğan'ın ve bazı komutanların konuya ilişkin yaptığı konuşmalardan bölümlere yer verilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:

"Dosya kapsamına göre, birçok belgeden de anlaşılacağı üzere, 'bilmesi gereken' ve 'bilinmesi gereken' prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, TSK'nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır."

-Hukuki nitelendirme-

Anayasanın 6. maddesine göre egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu anımsatılan gerekçede, egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görevin yasama, yürütme ve yargı erklerine verildiği, hiç kimse veya hiçbir organın kaynağını anayasadan almadığı bir devlet yetkisini kullanamayacağı vurgulandı.

Anayasal bir erk olan yürütmenin ceza hukuku bağlamında korunmasının tabii olduğu ifade edilen gerekçede, tek tek yürütme organına mensup kimseler veya bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme organının bütününün korunduğu anlatıldı.

Gerekçede, şöyle denildi:

"Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bundan ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, 'yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek' suçunu 765 sayılı TCK'nın 147. maddesi ile cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada 'bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini' 765 sayılı TCK'nın 171/2. maddesinde, 'halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek' suçunu ise 765 sayılı TCK'nın 149. maddesinde düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidan anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır."

Anayasa Mahkemesinin AK Parti'ye yönelik kapatma davasında ve AİHM'in Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararındaki siyasi partilerle ilgili tespitlere yer verilen gerekçede, bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmalarının doğal olduğunun altı çizildi.

Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun, meşru yol ve yöntemlerin de Anayasa ve yasalarda gösterildiğine işaret edilen gerekçede, "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasa'dan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasa'dan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır" değerlendirmesine yer verildi.

Yasa koyucunun suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlediği belirtilen gerekçede, bu bağlamda kalan düzenlemelerde gizli ittifak suçunun, "hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme" suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacağı anlatıldı. Gerekçede, ittifakın vasıtaları tespit etmiş olmasının, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gerektiği, suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olmasına gerek bulunmadığı ifade edildi.

Gerekçede, şu ifadelere yer verildi;

"Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı'nın hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmalan ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir."

Sanıkların, TSK'nın hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdikleri ifade edilen gerekçede, "TSK'nın meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasa dışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır" ifadesi kullanıldı.

Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün olmadığı belirtilen gerekçede, "Yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasa dışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır" görüşü aktarıldı.

Gerekçede, cebrin, şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebeplerin de dikkate alınması gerektiği belirtildi.

Yasal düzenlemede bu suçun, failler bakımından bir özellik göstermediği anlatılan gerekçede, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasa dışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamadığının önem taşıdığı ifade edildi.

Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş olduklarının dosya kapsamından anlaşıldığı belirtilen gerekçenin devamında şunları kaydedildi:

"Bu ittifakın sağlanmasından sonra, Balyoz Güvenlik Harekat Planı'ndaki ifadesiyle 'harekat ortamının şekillendirilmesi', maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı 'sokağa çıkma' diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır.

Dosya kapsamından, sanıkların TSK'da mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırlan içerisinde kaldıklan sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir.

Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldınlara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır." (Kaynak)




Aytaç YalmanSehven davası beraatle bitti
Ergenekon davasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin soruşturma sırasında emniyette cep telefonuna sehven (hata ile) bir başka kişinin telefonundaki numaraların yüklenmesi davası sonuçlandı. Suçsuz bulunan sanık polis memuru beraat etti. Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle Ergenekon çevrelerinde davanın çöktüğü iddia edilmişti. Polis olayın sehven gerçekleştiğini savunsa da bu çevreler buna hiç ihtimal vermedi. Hatta Odatv'nin bile sehveni kabul ettiği görmezden gelindi. Bir bardak suda fırtına koparılmaya çalışıldı. Ve ilerleyen günlerde o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı ortaya çıktı. Ayrıca Teğmen Çelebi, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını Ergenekon duruşmasında itiraf etti. Bu kadar açık delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan Ergenekon davasında 16 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

28.11.2013 11:36 Ergenekon davasında 16,5 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan sonra yeniden tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin soruşturma kapsamında gözaltındayken cep telefonuna sehven yükleme yaptığı gerekçesiyle yargılanan polis memuru H.Ö., 'Görevi kötüye kullanma' suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraat etti. Çelebi'nin avukatları karara tepki gösterip itiraz edeceklerini söyledi.

İstanbul 18’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Çelebi’nin telefonuna ‘sehven’ yükleme yaptığı iddiasıyla 2 yıla kadar hapis istemiyle tutuksuz yargılanan polis memuru H.Ö. katılmadı. H.Ö.’den şikayetçi olan Teğmen Mehmet Ali Çelebi Ergenekon davası nedeniyle tutuklu bulunduğu Hasdal Askeri Cezaevi’nden Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’na getirildi.

-Eşi ve ailesi yalnız bırakmadı-

Duruşmaya Çelebi’nin Hasdal Cezaevi’nde evlendiği eşi Kezban Çelebi ile babası Muharrem Çelebi, ağabeyi Volkan Çelebi, CHP milletvekilleri Bülent Tezcan, Tufan Köse ve Emre Köprülü ile CHP İstanbul il yönetim kurulu üyeleri izleyici olarak katıldı.

-Çelebi: Sanık cezalandırılsın-

Müşteki olarak hakim karşısına çıkan Mehmet Ali Çelebi, “Bugün Ergenekon ve Balyoz davalarında Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik yürütülen dijital komploların açığa çıkacağı bir duruşmadayız. Suç sabittir. Sanığın cezalandırılmasını istiyoruz” dedi.

-Çelebi'nin avukatı: Karar vererek çetenin üstünü kara toprakla örteceksiniz-

Çelebi’nin avukatı Serkan Günel ise şunları söyledi: “Ergenekon, Balyoz gibi dijital komplo davalarının bir Susurluk kazası olarak nitelendirdiğimiz kamuoyunda ‘sehven yükleme’ davası olarak bilinen davanın maalesef son duruşmasındayız. Maalesef diyorum çünkü emniyet içerisinde komplo oluşturan çetenin bir ucu yakalanabilecekken, siz sayın yargıcımız 3’üncü duruşmada karar çıkartarak bu çetenin üstünü kara toprakla örteceksiniz. Sanığın yargılanmasından çok maddi gerçeğin ortaya çıkarmayı amaçlarken, siz yargılamanın genişletilmesi yönündeki taleplerimizi reddettiniz. Bu olay, masum bir teğmenin telefonuna emniyetteyken yani güvende olması gereken yerde, bir kişinin tek başına 139 numarayı yükleyebileceği bir şey değil”

-Çelebi'nin avuaktı: Maddi gerçeğin ortaya çıkartılmayacağı kanaatindeyiz-

Çelebi’nin diğer avukatı Celal Ülgen de “Ortada polis içerisine sızmış bir çete var. Bu çeteye ‘aşağılık çete’ ismini koydum. Bu çete suçsuz insanların telefonlarına bilgisayarlarına deliller yükledi. Elinizdeki dava bir suç nasıl saklanır onun örneğidir. Bu olayları yapanlar gerçekten kamuoyu önünde mahkum olmuştur. Yargılama sonunda maddi gerçeğin ortaya çıkartılmayacağı kanaatindeyiz” diye konuştu.

-Sanık avukatı: Telefonun kimde olduğunu bilmiyoruz-

Sehven yükleme yaparak görevini kötüye kullandığı iddia edilen polis memuru H.Ö.’nin avukatı Ali Çelik ise “Müvekkilimin iddia edildiği gibi ekleme ya da çıkarma yapamaz. Program buna müsaade etmez. Sadece önüne gelen cep telefonunu bilgisayara takıyor ve çıkış alıyor. Telefonun 1 dakika 23 saniye açık kaldığı ve yüklemenin de bu sırada yapıldığı iddia ediliyor. Oysa müvekkilim telefonun açık olduğu belirtilen bu süreden 4 saat sonra printerdan çıkış almıştır. Telefonun açık olduğu iddia edilen o zaman süresi içerisinde kimde olduğunu biz bilmiyoruz. Beraatini talep ediyorum” dedi.

MAHKEME: SUÇUN UNSURLARI OLUŞMADI

Sanık ve müştekinin sözlerinin ardından hakim kararını açıkladı. Hakim, sanığın üzerine atılı 'görevi kötüye kullanma' suçunun unsurlarının oluşmadığını belirterek beraat kararı verdi.

-CHP: Meçhul olmayan bir sonuçla karşılaştık-

Duruşmadan sonra Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde basın açıklaması yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, “Bizce bilinen ve meçhul olamayan bir sonuçla karşılaştık. Sanığın beraati ile sonuçlandı. Yani dijital verilerin yüklenmesi sahte delil üretme ile ilgili bir dava beraatle sonuçlandı. Mahkemenin beraat kararı vermiş olması bu suçun işlenmediği anlamına gelmiyor. Beraat kararı ortada bir çetenin olmadığı anlamına gelmiyor. Bugün bu davada bir çetenin üzeri nasıl örtülürün örneğini izledik. Soruşturma dosyası iddianame düzenlenirken daha mahkemenin önüne gönderilirken sanıklar nasıl beraat ettirilebilir gerçek sanıklar nasıl gizlenebilirin üzerine kurgulanmıştır” dedi.

-Çelebi'nin babası: Peşini bırakmayacağız-

Çelebi’nin babası Muharrem Çelebi de, “Bu davanın adı sehven değil kasten davasıdır. Bu dava sürecinde bildiğiniz gibi 6 savcı değişikliği yapıldı. Bu dosya neden 6 savcı değiştirdi sormak gerek. Savcılar değişe değişe bu duruma gelindi. Teğmenin telefonun yükleme yapanların aklanması çeyete ulaşılmaması için yapılıyor. Bir çete bir örgüt ver örgütü ayağı bir türlü yakalanamıyor. Yakalama aşamasında beraat kararı verildi. Teğmenin telefonunda 18 Eylül 2008’e dönüş yapılırsa 19 Eylül sabahı bazı gazeteler ‘teğmen Hizbullahçı’ diye manşet yaptılar. Acaba niye yaptılar tutuklanmasını sağlamak için yaptılar. Savcının hazırladığı iddianameye göre verilen karar normal. Peşini bırakmayacağız. ” diye konuştu.

-Çelebi: Beklenen sonuç-

Çelebi’nin Hasdal Cezaevi’nde evlendiği eşi Kezban Çelebi ise kararın ardından yargıcın izni ile 5 dakika görüştüğü eşinin kararı normal karşıladığını belirterek, “Beklenen bir şeydi. Yargılanan kişi aslında o kişiler arasında en masum olanıydı” dedi.

2 YIL HAPSİ İSTENMİŞTİ

Mehmet Ali Çelebi'nin gözaltına alındığı zaman telefonuna 'sehven' yükleme yapıldığı iddiaları üzerine avukatı 26 Ocak 2011'de Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. İki seneden fazla süren soruşturma sonunda Savcı Seyfettin Atıcı tarafından hazırlanan iddianamede, başka suçtan gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı'ya ait sim kartındaki 139 adet telefon numarasının Çelebi'nin telefon hafızasındaki sehven kopyalama ve fiziki ortamdaki dökmelerinin içerisine 20.09.2008 tarihinde eklendiği belirtildi. İddianamede bu eklemeyle Mehmet Ali Çelebi'nin mağduriyetine sebebiyet verdiği kaydedildi. İddianamede şüpheli polis memuru H. Ö.'nin görevi ihmal suçunu işlediği kaydediliyor ve 2 yıla kadar hapis istemiyle cezalandırılması isteniyordu.

------------------------------------------------------------------------------

-Teğmenin itiraflarını gözlerden saklayanlar hata olasılığını da görmezden geliyor-

Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle Ergenekon çevrelerinde davanın çöktüğü iddia edilmişti. Polis olayın sehven gerçekleştiğini savunsa da bu çevreler buna hiç ihtimal vermedi. Hatta Odatv'nin bile sehveni kabul ettiği görmezden gelindi. Ve ilerleyen günlerde o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı ortaya çıktı. Ayrıca Teğmen Çelebi, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını Ergenekon duruşmasında itiraf etti. Bu kadar açık delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan Ergenekon davasında 16 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

OLAYIN GEÇMİŞİ

18 Eylül 2008 tarihinde Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin el konulan cep telefonu mahkeme kararı ile bir gün sonra imajı alınmak üzere birkaç dakikalığına açıldı. Bu işlem Mehmet Ali Çelebi ile birlikte gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı ve diğer şüphelilerin cep telefonlarına da uygulandı. Telefonlardaki kayıtlar Telefon Ve Sim Kart Çözüm Tutanağı’na imza karşılığı geçirildi. 2. Ergenekon Davası başladığında 13. Ağır Ceza’nın 2 Aralık 2010 tarihli talimatıyla sanıklar Mehmet AliÇelebi ve Mahmut Oğuz Kazancı’nın telefonlarındaki numaraların birbirleriyle karşılaştırılarak, aralarındaki ortak irtibatın kim olduğunun araştırılmasını istedi. İnceleme yapılırken, Mehmet Ali Çelebi adına hazırlanması gereken tutanağın altında Kazancı’nın imzasının bulunduğu belirlendi. Bu ‘sehven’ yapılmış olan yanlışlık İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden mahkemeye bildirilen cevap yazısında belirtildi. Telefon HTS kayıtlarına göre, Teğmen Mehmet Ali Çelebi yakalanmadan önce Hizbuttahrir üyesi Kurtça Bektaş ile 25, Süleyman Solmaz ile de 90 kez görüşmüş. Öte yandan İstanbul Emniyeti, 2. Ergenekon iddianamesinde Ergenekon yöneticilerinin talimatıyla Hizbuttahrir terör örgütüne sızma girişiminde bulunmakla suçlanan Çelebi’nin, tutuklanmasına rehber bilgisinin değil, elde edilen delillerin neden olduğunu açıkladı.

Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle Ergenekon davasının çöktüğü iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve soruşturmaların içinde olan polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu olasılığa hiç değinmediler. Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı da ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya çıktı. Teğmen, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını zaten kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf etti. Yalnız bunun için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt hakkında bilgi toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı bilgilendirecektim. Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit etmek istedim." Yeni rejimin selameti için yaptığını savundu. Bu kadar açık delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan davada 16 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

-Odatv bile sehveni kabul etti-

Konuyu haberleştiren Odatv'nin de sehven yükleme yapıldığını gördüğü, ancak "Yanlış Yorumluyorsunuz" uyarılarına rağmen "Olsun abi Tartışılsın tamam" diyerek bile bile yalan haberler yaptığı da ortaya çıkmıştı. Odatv soruşturması kapsamında dinlemeye takılan bir telefon görüşmesinde, Odatv haber müdürü Barış Terkoğlu'na kimliği belirlenemeyen bir kişi “Oğlum Yalan Söylüyorsunuz Yazıyorsunuz heryere rezil olacaksınız bak sonra” “ Yanlış Yorumlamışsınız ben dün Hüseyin'e de söyledim abi tamam ya söyledik bir kere dedi” “Emniyet in orada kabul ettiği şey Mehmet Ali'nin telefon rehberi diye yolladığımız rehberin devamına Mahmut ne diğer ismi öbür ismi” “Onun telefon rehberini ekleyip yollamışız diyor” “Daha burada telefonu da açtık onun içine yükledik diye bir ikrar yok…” “…bu salaklar bunlar yanlış anlamışlar diye haber yaparlar” dediği, Terkoğlu'nun da gülerek "Olsun abi Tartışılsın tamam" cevabını verdiği tespit edildi. Polis sorgusunda zanlılara "Bu durum yaptığınız haberlerin doğruluğuyla ilgilenilmediğinin, soruşturmayı yürüten görevlilerin yıpratılmasına ve soruşturmanın yönlendirilmesine yönelik yayın yapıldığının bir göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. Sitenizde bu tarz haberler yapılmasının nedeni nedir?" sorusu yöneltildi. Halen görülmekte olan Odatv davasının kapsamında bu iddia da yer alıyor. (Kaynak)




Aytaç YalmanHanefi Avcı haklı çıktı
Eski emniyet müdürü Hanefi Avcı 3 yıl önce yazdığı bir kitapla gündemi sarsmıştı. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürmüştü. 28 Şubat döneminde darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın bir isim olarak bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden olmuş, inanılmaz abartılı ve uçuk bulunmuştu. Üstüne bir de Devrimci Karargah terör örgütüyle bağlantıları da ortaya çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve karanlık bir kişi olduğu, kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 'önalma' amacıyla yazdığı, kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini uyandırmaya çalıştığı kanaati hakim olmuştu. Kitabında hükümete de uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Son haftalarda cemaat eksenli yaşanan yolsuzluk operasyonları ve paralel devlet tartışmaları, Avcı'nın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Ancak tartışılması gereken bazı ayrıntılar da var..

13.01.2014 15:43 Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla getirdi. Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok mağduru var. Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda cemaatin 'hedef'i yapmıştı. Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan edildi. Kitabı delil oldu.

Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksiratını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' diyordu.

HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR, DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT

3 yıl önce 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabında şok iddialar ileri sürdü. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürdü. 28 Şubat döneminde darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın bir isim olarak bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden oldu. İnanılmaz abartılı ve uçuk bulundu. Hemen ardından bir de onun sol görüşlü Devrimci Karargah terör örgütü (DKÖ) ile bağlantıları da ortaya çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve karanlık bir kişi olduğu, kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 'önalma' amacıyla yazdığı, kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini uyandırarak kendisini masum göstermeye çalıştığı kanaati hakim oldu. Avcı, kitabında hükümete de uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Kitabın 586'ncı sayfasında hükümet yetkililerine uyarı mahiyetinde olarak Avcı'nın şu sözleri, yaşananlarla adeta birebir örtüşmektedir:

"Bugün bu olaylara mani olma makamında olmasına rağmen yeterince müdahil olmayanlar şunu bilmelidirler ki kendileri hakkında da şu an cemaat tarafından arşivlenen bilgiler bir gün aynı şekilde basına servis edilecektir."

Ancak önce 7 Şubat 2012'deki MİT gözaltıları krizi ile, ardından özellikle de 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları ile doğan tartışmalar, Avcı'nın haklı olabileceğini gösterdi. Paralel devlet tartışmalarında ortaya çıkan somut bulgular onun iddialarıyla örtüşüyor. Artık kamuoyunda, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda sıkça yaşanan ve 'artık sıktı dedirten' sahte delil tartışmalarında haklılık payı olabileceği, delillerin tamamı olmasa bile çok ufak bir kısmında sahteliğin söz konusu olabileceği, ya da sahte olmasa bile kurgulanmış olabileceği, en azından bir kısmının üzerinde şüphe oluştuğu gözleniyor. Bir bardak temiz süte düşen bir damla pislik nasıl süte karşı şüphe doğurursa malesef bahsi geçen davalara da bu şüphe karışmış bulunuyor. Bu nedenle bu davaların yeniden görülmesinde kamuoyu vicdanında oluşan şüpheyi gidermek adına büyük bir gereklilik ortaya çıkmış bulunuyor.

"Kontrgerilla.com" olarak sık sık yaptığımız bir açıklama var. Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme adresinden de görülebileceği gibi, hiç kimsenin haksız yere suçlanmasını istemeyiz. Suçlular cezalarını çeksinler. Acıma olmasın. Af olmasın. Yapan yaptığının karşılığını bulsun. Kim ama kim olursa olsun. Ama bir kişinin tipi, düşüncesi hoşumuza gitmedi diye, ya da başka başka kişisel nedenlerle hiç ama hiç kimseye de leke sürülmemelidir. Birileri bize sürse bile biz onlara süremeyiz. Bir kişi haksız yere bir an dahi gözaltında ya da tutuklu kalmamalıdır. Hatta bir suç isnat dahi edilmemelidir. Bilerek bu yapılırsa çok büyük bir zulüm ve günah işlenmiş olur. 'Ama o çok kötü biriydi' falan gibi mazeretler olamaz. Kul hakkına Allah dahi karışmaz. Allah Kur'an'da "aleyhimize bile olsa adaleti sağlamayı" emreder. Birileri bize zulmedebilir ama biz başkasına yapamayız. Yaparsak hesabı öbür tarafta sorulur. Zulmün hiç bir haklılık gerekçesi yoktur. Öyle ki, Allah zulmü kendisine dahi haram kılmıştır. Bir kişinin suçluluğuna dair deliller yeterli değilse ya da ibre orta tarafta yer alıyorsa kanatimizce onun masumiyetine karar verilmelidir. 'Ama darbeciler cezasız mı kalacak' gibi ya da benzeri 'ama'lı itirazlar leke sürmeyi haklı çıkarmaz. Kim olursa olsun kişilerin şeref ve haysiyeti herşeyin üstündedir.

Daha önce de belirttik; "kontrgerilla.com" olarak bize birilerine olduğu gibi bavul içinde belgeler gelmiyor. Biz açıktaki bulgulara bakarak, bu bulguların somut olup olmadığına bakarak ve de bu somut bulguların birbiriyle örtüşüp örtüşmediğine bakarak bir kanaate varmaya ve onu yansıtmaya çalışıyoruz. Bu şekilde ortaya çıkan somut delillerden hareketle analiz ve değerlendirmelerde bulunuyoruz. Bu bakış açısıyla da Hanefi Avcı olayı hakkında yorumlarımızı defalarca belirttik. Onun suçlu olduğuna kanaat getirdik. Ancak anlaşılıyor ki, ilk günlerde sık sık duyduğumuz "Ergenekon içindeki ABD karşıtları tasfiye ediliyor diğerlerine dokunulmuyor" ya da "kısmi tasfiye yapılıyor" itirazlarında doğruluk payı bulunmakta.

Yine anlaşılıyor ki, deliller sahte olmasa dahi en azından kurgulanmış oldukları şüphesi söz konusudur. Bu bile çok önemlidir. Kurgulanma derken şunu kastediyoruz. Örneğin bir kişi hakkında takip dinleme falan yapılıyor diyelim. O kişi hakkında ele geçen delillerden lehtekiler gözardı edilirken aleyhtekiler dosyaya konuluyorsa, hedeflenen amaca uygun kısımlar konuşmalardan alınıp dosyaya konuluyor kalanlar dışarıda bırakılıyorsa, veya benzer uygulamalar yapılıyorsa bize göre bu kurgulamadır. Hedef kişiyi suçlu gösterme çalışmasıdır. Yanlıştır. Kurgulama yoluyla ya da sahte deliller ile herkes suçlu gösterilebilir. Bir kişiyi sürekli takip ederseniz illa ki kullanmaya müsait bir şeyler bulursunuz. Örneğin bir kişiyi öyle bir yerde beklerken, örneğin durakta otobüs beklerken bir kişinin yanında ya da önünden geçerken fotoğraflarsınız ki bu fotoğraf o kişiyi diğer kişiyle bağlantılı göstermek için kullanılabilir. Bir kişinin evine işyerine delil bırakırsanız o kişi suçlu gösterilebilir. O kişi kendisini savunsa da ağzıyla kuş tutsa da hakkında bir şüphe algısı ortaya çıkar. En yakınlarının bile içinde bir şüphe kırıntısı ortaya çıkar. İnsanın doğası buna müsaittir çünkü. O kişinin kendisini aklaması için geçecek yargılama süresi ise ayları yılları bulabilmektedir. Ve bu sonuç ortaya çıktığında da olan olmuş olur.

Buna dair yakın zamanda yaşanan çok somut bir örneği gösterebiliriz. 2010 yılında İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'ın da gözaltına alınıp tutuklandığı bir rüşvet operasyonu yaşandı. Menfaat sağlamak adına yüksek yargıda bazı kişilere rüşvet verildiği şüphesiyle bir çok kişi gözaltına alınıp tutuklandı. Buradaki rüşvet olayı da AK Parti ile ilişkili gibi gösterilmek istendi. Sonuçta şüpheliler arasında yüksek yargı görevlileri de bulunduğundan Anayasa Mahkemesi'ndeki Yüce Divan'da yargılama yapıldı. Anayasa Mahkemesi, esasa girmeden, toplanan delillerin hukuka uygun olmadığına karar vererek, davayı sonuçlandırdı. Sanıklar beraat etti. Ama aradan 2 yıl geçmiş oldu.

Şimdi ise tam yerel seçimler öncesinde 17 ve 25 Aralık ve İzmir rüşvet operasyonları ile seçim sonuçlarının etkilenmek istendiği görülüyor. Bu operasyonların başlamasından kısa süre önce CHP Mustafa Sarıgül'ü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterdi. Ancak bu şahıs hakkında yine CHP tarafından daha önce bir yolsuzluk klasörünün hazırlanmış olduğu ve CHP raflarında yer aldığı da herkes tarafından bilinen bir husustu. Bu nedenle Mustafa Sarıgül CHP'ye katıldığı gün, Kemal Kılıçdaroğlu'na bu yönde bir soru soruldu. Soru şöyleydi: "Mustafa Sarıgül hakkında bizzat partinizin açıkladığı bazı yolsuzluk iddiaları var. Bu dönemde bu iddialar hakkında yargı harekete geçerse tepkiniz ne olur?" Kılıçdaroğlu'nun cevabı şu şekildeydi: "Bu aşamadan sonra açılacak her dava siyasi olur ve bu kararı tanımayız!.." Ancak bunu diyen Kılıçdaroğlu, kısa süre sonra gerçekleşen 17 Aralık operasyonları ertesinde AK Parti hakkında demediğini bırakmadı. Hatta "Yolsuz, hırsız! Hemen istifa edin!" diyecek kadar ileri gidebildi.

Tekrar son tartışmalara dönecek olursak, hiç bir hakim samimi olarak ve vicdani kanaatine dayanarak verdiği karardan dolayı sorumlu tutulamaz. Bir kişiyi suçlu gösteren somut deliller varsa ona göre işlem yapılması normaldir. Ama o delillere şüphe karışmışsa o zaman o yargılamanın yeniden yapılmasında ya da o delillerin yeniden değerlendirilmesinde bir mecburiyet ortaya çıkmış olur. Aksi halde kamuoyu vicdanı rahatsız olacaktır. Adalet duygusu zedelenecektir. Şu da önemlidir ki, şüpheli şahıs ya da sanık kim ama kim olursa olsun ilk anda masumdur. Yargılama sonucu beklenmelidir.

MESELENİN DİĞER YÖNÜ

Ancak bir de meselenin öbür boyutu vardır... Bir şüphe ortaya çıktı diye aksi yönde bir gayret göstermek, bu tartışmaları bahane edip kafa karıştırmaya çalışmak, suç delillerini delil saymamak, hiç bir suç yokmuş gibi göstermek de mazur görülemez. Buna izin verilemez. Bu şüpheyi bahane edip son günlerde tekrar tartışılmaya başlanan "dijital deliller delil olmaktan çıksın, dijital deliller sahteliğe ya da kurgulanmaya müsaittir ya da uzaktan virüslerle yüklenmesi mümkündür" gibi ya da "imzalar ıslak imza makinesiyle atılmış olabilir, teknolojik olarak bu mümkündür" gibi en uç ihtimalleri gündeme getirmek ve ıslak imza ile dijital delilleri delil olmaktan çıkarmak da kabul edilemez. Aksi durum mahkemelerdeki tüm davaların çökmesi anlamına gelecektir. Çünkü bu delillerin söz konusu olmadığı bir dava hemen hiç yoktur herhalde. Eğer bu kapı açılırsa uçuk gerekçelerin önü alınamayacaktır. Buna izin verilmemelidir. Hiç bir suçlu suç üzerinde yakalanmadığı sürece suçlular yakalanamayacak mıdır şu halde? Buna benzer durumlar da adaletin tümden kaybolmasına neden olmayacak mıdır?

Hanefi Avcı'nın dediklerinin doğru olabileceği ortaya çıkmıştır. Bu açıdan kendisi hakkındaki suçlamalarda da şüpheler ortaya çıkmıştır. Sadece onun yargılamasının değil diğer davaların da yeniden görülmesi, delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Bu tartışılabilir. Ancak Avcı'nın dediklerinin bazıları doğru çıktı diye ya da paralel devletin varlığı şüphesi ortaya çıktı diye o yöndeki tüm iddiaların da doğru olduğunu varsaymak aynı derecede yanıltıcı olabilir. Sadece bir delilden söz edilseydi hükme varmak kolay olurdu. Ancak bahsi geçen davalarda çok ama çok fazla delil söz konusudur. Örneğin Balyoz davasında darbe seminerine ait saatlerce süren ses kayıtları vardır. Bunu destekleyen diğer deliller vardır. Bu örnekte olduğu gibi delillerin tümünün sahte ya da kurgulanmış olduğunu varsaymak mümkün değildir. Aksi, insan aklıyla alay etmek demektir. Bir davanın yeniden görülmesine karar verirken hangi gerekçeler etkili olacaktır? Eğer örneğin Ergenekon ve Balyoz gibi davalar yeniden görülecekse bu istisna niye diğer tüm davalardan esirgenecektir? Basit bir adli davada bile aynı şüphe söz konusu olmayacak mıdır? Bu şüphelerin sonu nereye varacaktır?

Hiç bir şüphenin olmadığı bir yargılama bize göre mümkün değildir. Unutmayalım ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) dahi Allah'ın bildirmediği hususlarda bizler gibi hareket etmiştir. Önüne gelen davalarda kişiler arasında hüküm verirken hata yapmış olabileceğini, hükmünü ortaya çıkan bulgulara göre verdiğini belirtmiş ve davalı ile davacı tarafı uyararak "bilerek haksızlık yapan varsa sorumluluğun onda olduğunu" hatırlatmıştır.

Sonuç olarak, bilerek haksızlık yapan, davaları ve delilleri kurgulayan bir paralel yapılanma şüphesi ortaya çıkmıştır ve bu acilen soruşturulmalıdır. Varsa ilgili kişiler tespit edilip en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Bu yapılanmanın tüm hükümetler için ortak bir tehdit olduğu görülmeli, siyasi kazanımlar sağlama fırsatçılığı bir yana bırakılarak bu tehlikeye karşı ortak bir tavır gösterilmelidir. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Aytaç YalmanBaşbuğ: Evet, bize kumpas kurdular
Eski Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nde sessizliğini bozdu: 'Gizli tanıklarla, ayarlanmış hakimlerle kumpas kuruldu. Amaç orduyu tasfiye etmekti. Bizi bu noktaya TSK'ya karşı nefret ve intikam duyguları içinde olanlar getirdi..' Başbuğ, açıklamalarında çeşitli davalar hakkında somut iddialarda bulundu. İddialarına, açıklamalarına katılmasak da, kişisel kanaatimiz bu yönde olsa da, karşı görüşleri yansıtmak da sorumlu yayıncılık gereğidir. Belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir diye Başbuğ'un itirazlarını da aynen aktarmak istiyoruz. Cemaatin kumpas kurduğu konusunda doğrusu bizim de çok ciddi şüphelerimiz ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu nedenle Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi, ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Tipini, fikrini beğenmediğimiz insanlar olabilir, ama bu onlara haksızlık yapılmasını gerektirmez. Haksızlık ve iftira bir zulümdür. Herşeyin sahibi olan ve gücü herşeye yeten Allah bile kendisine zulmü haram kılmıştır. Kumpas konusunda ortaya çıkan somut bulgular nedeniyle kamuoyunda bu davalarla ilgili doğan şüpheleri gidermek, kamuoyu vicdanını rahatlatmak için; dediğimiz gibi, ya davaların tamamen yeniden görülmesi ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu konuda 'Hanefi Avcı haklı çıktı' başlıklı yazımızda (http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5791) daha geniş açıklamalar yapmış olduğumuzu da hatırlatmak istiyoruz.

06.03.2014 09:59 Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nde Sabah'tan Mehmet Barlas ve Şaban Arslan'a son günlerdeki tartışma konularıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. Başbakan Erdoğan ile danışmanı Yalçın Akdoğan'ın "Orduya kumpas kuruldu" iddialarını değerlendiren Başbuğ, "Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hakim ve savcılarla bize kumpas kuruldu" dedi.

'DIŞARIDA' TEKRAR GÖRÜŞMEK ÜZERE

Hükümeti devirmeye tam teşebbüs suçundan müebbet hapisle cezalandırılan emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 26 aydır Silivri Cezaevi'nde yatıyor. İlker Başbuğ'u, Adalet Bakanlığı'nın izniyle ziyaret ettik. Sabah Başyazarı Mehmet Barlas'la birlikte, dün sabah saat 10.00'da cezaevine gittik. Görevli infaz memurları, ısrarla üzerimizdeki metal eşyaları bırakmamızı, aksi halde son arama noktasında üzerimizden metal eşya çıkarsa suç unsuru kabul edileceğini söyledi. Dijital göz tarama noktasından geçtikten sonra, İlker Başbuğ'un cezasını çektiği 5 No'lu L Tipi İnfaz Kurumu koğuşlarının bulunduğu bölümde, son kontrol noktasından da sorunsuz geçtik.

Başbuğ, lokal gibi geniş bir salonda gerçekleşen görüşmemize gecikmesiz olarak geldi. Biraz kilo verdiği ancak kafasının son derece dingin olduğu belli olan Başbuğ'un, sorularımızı, akademik bir üslupla, sözlerini tane tane seçerek cevaplaması dikkat çekiciydi. Bugüne kadar, Başbuğ'un cezaevinde çekilen hiçbir fotoğrafı yayımlanmamış. Hatta cezaevinde yazdığı kitap için yayıncının talep ettiği fotoğrafı bile vermemiş. Biz de Başbuğ'un fotoğraf çektirmeme konusundaki hassasiyetine saygı gösterdik.
Açık görüşler en fazla bir saat sürüyor. Ancak infaz koruma memurlarının hoşgörüsüyle, görüşmemiz yaklaşık iki saat sürdü. Ayrılırken de kendisine, "En kısa sürede dışarıda tekrar görüşmek üzere" dileklerimizi ilettik.

Hükümeti devirmeye kalkışmak suçundan müebbet hapse çarptırılan İlker Başbuğ, askeri müdahalelere karşı olduğunu belirterek, "Çünkü askeri müdahaleler Türkiye'ye zarar vermiş, hiç bir şey kazandırmamıştır" diye konuştu. Çeşitli isimlerle anılan darbe davalarında yargılanan ya da hüküm giyen Silahlı Kuvvetler mensuplarına iftira atıldığını ifade eden Başbuğ, "Amaç, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde geniş çaplı bir tasfiye yapmaktı ama başaramadılar" dedi. İşte emekli Orgeneral Başbuğ'un Mehmet Barlas ve Şaban Arslan'a yaptığı o çarpıcı açıklamalar:

DOĞRULARI SÖYLEDİĞİM KANITLANDI

* 14 Nisan 2009'daki konuşmamda, "Cemaatler, sosyal gruplaşmaya, ekonomik olarak güç kazanıp sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye çalışıyorlar" dedim. Din çok yüksek bir değer. Din siyaset ekonomi konusu yeni değil. Önlemek çok zor. Bu sorunları, güçlü bir burjuvazi ve orta sınıfımız olmadığı için kolay aşamıyoruz. 2009 bizim için çok kritik bir yıldı. Genelkurmay başkanıyım, Silahlı Kuvvetler'le ilgili çok önemli projelerim var. Ancak çoğunu yapamadım. Yaptığım konuşmalarda doğruları söylediğim, bugün gelinen noktada daha iyi anlaşılıyor.

İMZA TAKLİT EDİLMİŞ

* Kumpası soruyorsunuz. Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hakim ve savcılarla kumpas kuruldu bize… Bana niye bunu açıklamadınız diye soruyorsunuz. Hala kimse tam olarak açıklayamıyor ki bugün bile. Kesinlikle kumpas kuruldu. Aksini söylemek, eşyanın tabiatına aykırı.
Somut olaylarla gidelim… Erzincan olayı örneğin... Savcı kim; İlhan Cihaner. 2007'de bir soruşturma açıyor. Odakta İsmailağa cemaati var. 2 Şubat'ta 26 kişi gözaltına alınıyor, 9'u tutuklanıyor. Sonra soruşturmanın çerçevesi genişletiliyor. Gülen cemaati işin içine katılıyor. Sonra Kayseri'deki olayla birleştiriliyor soruşturma. Kayseri'de, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda sahte bir emrin yazılması var. İmza taklit edilmiş. İşin içinde 3 astsubay, 5 sivil var. Dijital veriler hazırlamışlar, karargahın bilgisayarlarına yerleştirmişler. Astsubaylardan biri, "Ben Işık Evlerindenim" demiş. Konu cemaate doğru yönelince, Erzurum'daki savcılığa intikal etti. Ancak bütün araştırmalara, soruşturmalara rağmen olayda adı geçen bu 5 sivil bir türlü bulunamadı. Bahsi geçen askeri personelin tamamı ise tutuklandı.

PARMAK İZİ OLAN 14 KİŞİ KİM?

* 25-26 Haziran… Meclis'ten gece yarısı, 20 dakikada yasa çıkıyor. Kayseri'deki 5 sivili kurtarmak için. Bu yasayla, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçiliyor. Genelkurmay'dan görüş alınmadan... Milli Savunma Bakanı'nın haberi yok. Askerler kendi alanlarında bile suç işleseler sivil mahkemelerde yargılanacaklar.

* 8 Nisan 2009'da, İrtica Eylem Planı diye, fotokopi bir belge sundular mahkemeye biliyorsunuz. Türkiye'nin gündemine oturdu. Ben "Kağıt parçası" diyorum, aman Allahım, kıyametler kopuyor. Fotokopi çünkü, kağıt parçası değil mi? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, "Bu belge kim tarafından hazırlandı" diye soruyor, yetkisizlik kararı alıyor, Ankara Başsavcılığı'na yazı yazıyor. Bakırköy Başsavcılığı "Belgeyi kim basına sızdırdı" diye soruşturma açıyor.

* İhbar mektupları ortaya çıkıyor. Mektubu yazan bir subay... Zekeriya Öz (Savcı) belgeyi Adli Tıp'a veriyor. 3.5 ay sonra rapor geliyor. "Islak imza" diyor. Islak imza madem, kağıdın üzerinde 14 kişinin parmak izi var, bir tek ıslak imzanın sahibi Dursun Çiçek'in parmak izi yok. O kadar ısrar edildi ama o 14 kişinin kimler olduğu araştırılmadı.

ASIL AMAÇ TSK'YI TASFİYE ETMEKTİ

* Asıl niyetleri, Erzincan'da startı verilen, Kayseri'yle birleştirilen bu planı çok geniş bir alana yayarak, TSK'nın bütün birimlerinde komple bir tasfiye yapmaktı. Bunu iki nedenden yapamadılar. Biri dosyayı Yargıtay'ın devralması, diğeri de Saldıray Berk'in ifade vermeye gitmemesidir. Geç kaldıkları için geri adım atmak zorunda kaldılar.

* Bundan bir şey çıkaramayınca bu sefer, internet andıcı diye bir şey çıkardılar. 'irtica.org' sitesini kapatan benim. 4 aydır güncelleme yapılmamış. O siteden, AK Parti'nin kapatılma davasına belge sağlandığı iddiası var. Halbuki o davaya bu siteden sadece bir tane haber girmiş. Yurtdışındayım… Kara Kuvvetleri Komutanım Işık Koşaner beni arıyor. İrtica ile Mücadele Mücadele Yasası kapsamında soruşturma açılması konusunu bana haber veriyor. Ahlaksız herifler... Bu görüşmemizi, terör örgütü faaliyeti olarak lanse ediyorlar.

* Neymiş, müzedeki denizaltı gemisine bomba yerleştirilmiş. Patlatılacakmış, çocuklar öldürülecekmiş. Hangi subay, kim böyle vahşice bir şey yapabilir ki?..

"ARINÇ'A SUİKASTLA SUÇLANACAKTIM"

* Kozmik Oda'ya girmelerine izin vermek, hayatımda verdiğim en doğru karardır. 19 Aralık 2009'da bir ihbar geliyor. İhbar Amerika'dan, Ankara Terörle Mücadele Şubesi'nin özel telefon numarasına yapılıyor. İhbarı yapan, 06 BE 9712 ve 06 LJY 48 plakalı araçların içindeki kişilerin Arınç'a suikast düzenleyebileceğini belirtiyor. Kozmik Oda'da, Bülent Arınç'a suikast delilleri arayacaklar. Başbakan'la görüştüm, "Bırakın arasınlar" dedi. 31 Aralık günü arama yapıldı. Kozmik Oda'da çok önemli şeyler çıktığını da sanmayın.

* Kozmik Oda'ya giriş izni vermeseydim, beni Arınç'a suikast azmettiricisi bile yapabilirlerdi. Türk Silahlı Kuvvetleri töhmet altında kalacaktı.

* Hurşit Tolon Malatya'ya konferans için gittiği gün, orada Zirve Yayınevi'nde vahşice cinayetler işleniyor. Burada da bir gizli tanık var. Silahlı Kuvvetler'den atılmış, ahlaksız bir uzman çavuş. Onun suçlamaları... Bunlar ne kadar ağır iftiralar. Bizi buraya, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne nefret ve intikam duyguları içinde olanlar getirdi.

* Meclis İnsan Hakları Komisyonu'ndan geldiler, onlara da söyledim. 7 Şubat 2012 (MİT'e baskın) ve 17 Aralık 2013… Bu konuda iki önemli kırılma noktası var. Bu iki olay olmasaydı, bu konu buralara kadar gelmezdi (Paralel yapı bu kadar deşifre olmazdı demek istiyor) (Sabah)

BAŞBUĞ'UN GÖRÜŞLERİNE KATILMIYORUZ

Başbuğ'un yukarıda aktardığımız iddialarına, açıklamalarına katılmasak da, kişisel kanaatimiz bu yönde olsa da, karşı görüşleri yansıtmak da sorumlu yayıncılık gereğidir. Belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir diye Başbuğ'un itirazlarını da aynen aktarmak istiyoruz. Cemaatin kumpas kurduğu konusunda doğrusu bizim de çok ciddi şüphelerimiz ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu nedenle Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi, ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Tipini, fikrini beğenmediğimiz insanlar olabilir, ama bu onlara haksızlık yapılmasını gerektirmez. Haksızlık ve iftira bir zulümdür. Herşeyin sahibi olan ve gücü herşeye yeten Allah bile kendisine zulmü haram kılmıştır. Kumpas konusunda ortaya çıkan somut bulgular nedeniyle kamuoyunda bu davalarla ilgili doğan şüpheleri gidermek, kamuoyu vicdanını rahatlatmak için; dediğimiz gibi, ya davaların tamamen yeniden görülmesi ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu konuda 'Hanefi Avcı haklı çıktı' başlıklı yazımızda (http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5791) daha geniş açıklamalar yapmış olduğumuzu da hatırlatmak istiyoruz. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)




Aytaç YalmanYargıtay'dan 5 nolu Disk reddi
Yargıtay Başsavcılığı, en önemli delillerden 5 No’lu harddiskin sahte olduğu iddiası ile Başbakan Erdoğan’ın paralel yapı ile ilgili iddialarının dava sonucunu etkilemeyeceğine karar verdi.

17.05.2014 21:14 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin Balyoz Planı davasıyla ilgili onama kararına itiraz edilmesi istemini reddetti. Balyoz Planı Davası'nda sanık avukatları, davanın delillerinden 5 No'lu harddiskin sahte olduğu yönünde TÜBİTAK tarafından yeni rapor hazırlandığı iddiası üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmuştu. Avukatlar başvuruda, bu yeni iddialar nedeniyle Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na itiraz edilmesini istemişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, avukatların istemini reddetti. Başsavcılığın ret kararında, "sahte olduğu ileri sürülen harddiskin diğer delillerin geçerliliğini etkilemeyeceği" belirtildi.

DETAYLAR

Balyoz sanıklarını, mahkumiyet kararının onanmasına ilişkin Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na itiraz edilmesi yönündeki başvurusu Yargıtay Başsavcılığı tarafından reddedildi. Balyoz davası sanıkları, Poyrazköy davasında TÜBİTAK tarafından verilen raporda davanın en önemli delillerinden biri olan 5 No’lu harddiskin sahte olduğu ve cemaatin yargıdaki faaliyetlerine ilişkin hükümetin açıklamalarını gerekçe göstererek Yargıtay Başsavcılığı’na başvurmuşlardı.

Balyoz davası hükümlüleri Çetin Doğan ve Hakan Büyük’ün avukatı Hüseyin Ersöz’ün 31 Ocak 2014’de yaptığı başvuruya ilişkin Yargıtay Savcısı Hüseyin İnce tarafından verilen kararda, 5 No’lu harddisk ile ilgili olarak Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca aldırılan 14 Ocak 2011 tarihli bilirkişi raporunda da benzer şekilde ayrıntılı değerlendirme ve tartışmaların bulunduğu savunuldu. Kararda bilirkişi raporu ile ilgili ileri sürülen hususların yerel mahkemece tartışıldığı ve Daire tarafından yapılan incelemede değerlendirildiği ileri sürüldü.

Dosyadaki delillerin bütününün suçun işlendiğine yönelik olduğu savunulan kararda “özellikle hükümete karşı işlenecek suç için yapılacak hazırlıkların güncelleneceğine ilişkin talimatları içeren belgelerin” olduğuna işaret edildi. Kararda manipüle edildiği iddia edilen dijital veriler ve diğer belgelerin suç tarihinden ele geçirildikleri tarihe kadar mahkum olan bazı sanıkların elinde tutulduğu anlatılarak, “Bazı belgeler aynı amaçla kısmen veya tamamen güncellenmiş olsa bile, nicelik olarak az olan bu belgelerdeki çelişki iddialarının, mahkemece kabul edilen diğer delillerin sıhhatini etkilemeyeceği, delillerin bütünü karşısında, bu iddianın hükümlünün mahkum olduğu suçun sübutuna ve vasfına bir etkisinin olmayacağı” ifade edildi. Ayrıca, harddisk ile ilgili iddiaların dosyadaki delillerin sıhhatini ve sübuta ilişkin kabulü etkilemeyeceği değerlendirmesine yer verildi.

Etkisi yok!

Kararda, “Bir köşe yazarının (Yalçın Akdoğan) iddiaları, Başbakan’ın ortaya attığı hususlar, Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in yargının içerisinde bir yapılanmanın olduğuna ilişkin beyanlarının, atılı suçun sübutuna ve vasfına bir etkisi yoktur” denildi.

Sanık avukatı: AYM hukuku yüceltsin

Karara ilişkin bir açıklama yapan avukat Hüseyin Ersöz, “Yargıtay Başsavcılığı’nın ret kararı, hukukun ne ölçüde insan hak ve özgürlüklerine saygı ilkesinden uzaklaştığının açık bir kanıtı olmuştur. Yaşanan hukuka aykırılıklar sonucu oluşan mağduriyetlerin telafisini Anayasa Mahkemesi’ne yapmış olduğumuz bireysel başvurular neticesinde verilecek karardan beklemekten başka yol kalmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararla hukuku bir kez daha yüceltmesini beklemekteyiz” diye konuştu. (Vatan)




AYM: Balyoz'da hak ihlali var
Anayasa Mahkemesi Balyoz davasında hak ihlali yaşandığına hükmetti. Dün 17 üyenin oy birliğiyle alınan kararın gerekçesi 5 No'lu hard diskle ilgili iddiaların yeterince incelenmemesi ve eski komutanlar Yalman ile Özkök'ün dinlenmemesi oldu. Bu kararla Balyoz davasında yeniden yargılamanın yapılabileceği değerlendiriliyor. Yeniden yargılama talepleri daha önce reddedilmişti. Karar üzerine sanık avukatları müvekkilleri için peşpeşe tahliye başvurusunda bulundu.

19.06.2014 13:20 Anayasa Mahkemesi, Balyoz davasında, aralarında Çetin Doğan ve MHP'li vekil Engin Alan'ın da bulunduğu sanıkların haklarınının ihlal edildiğine ve yeniden yargılanmalarına karar verdi. Konuyu dün görüşen mahkeme, dijital verilerle ilgili iddiaların yeterince araştırılmamasını, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenmemesini ortak gerekçe olarak gösterdi. Karar, davada tahliyelerin de yolunu açtı. Anayasa Mahkemesi, Balyoz Davası sanıklarının haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları 230 bireysel başvuruyu birleştirerek görüştü. Bireysel başvurular Birinci ve İkinci Bölüm'lerde ayrı ayrı görüşülürken AYM, kararın niteliği ve kapsamını da dikkate alarak başvuruları tüm üyelerin katıldığı Genel Kurul'da ele aldı. Başkan Haşim Kılıç ve 16 üyenin katıldığı toplantıdan, sanıkların haklarının ihlal edildiği sonucu çıktı.

OYBİRLİĞİYLE KARAR
 
AYM, oybirliğiyle aldığı kararda; İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılamada sanıkların ortaya attığı "sonradan dijital veriler üretildiği" iddiasının yeterince araştırılmadığını kabul etti. Yüksek Mahkeme, bu nedenle sanıkların adil yargılanma hakkı kapsamında olan "çekişmeli yargılama ilkesi"nin ihlal edildiğini saptadı. Mahkeme, kararını alırken, TÜBİTAK'ın davanın en önemli delillerinden olan "5 No'lu hard diske sonradan veriler yüklendiği" yolundaki raporunu da referans aldı. AYM, sanıkların, verilerin dijital ortamdaki delillere sonradan eklendiği ve verilerin değiştirildiği iddialarının yeterince araştırılmadığını bunun açıkça hak ihlali olduğuna karar verdi. Balyoz davası sırasında sanıkların en önemli taleplerinden biri de eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın, mahkeme huzurunda, tanık olarak dinlenmesi idi. Sanıklar bu taleplerini, "Özkök'ün Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde Balyoz darbe planını araştırması için Yalman'a talimat verdiği ve böyle bir planın olmadığı yanıtını aldığı" iddiasına dayandırdı. Anayasa Mahkemesi, bu iddia ve sanıkların taleplerinin yargılamasının sonucunu değiştirebilecek ciddiyette olduğunu kabul etti. AYM, bu talebin yerine getirilmemiş olmasının da adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu kararlaştırdı.

TAHLİYE UMUDU DOĞDU

Yüksek Mahkeme, hak ihlallerinin ancak yeniden yargılama yoluyla giderilebileceğine karar verirken, sanıkların tahliye taleplerini değerlendirmeyi ise yeniden yargılama yapacak ağır ceza mahkemesine bıraktı. AYM'nin kararı özellikle haklarındaki mahkumiyet kararları bozulan 88 sanık açısından tahliye umudu oldu. Cezaları onanan 237 sanık için de tahliye umudu tamamen ortadan kalkmış değil. Yargılama yenilendiğinde kişiler hükümlü değil, sanık statüsünde olacak. Balyoz davası sanıklarının avukatlarından Celal Ülgen, Anayasa Mahkemesi'nin 'hak ihlali' yönündeki kararını değerlendirdi. Avukat Ülgen, AYM'nin sadece hak ihlalini tespit ettiğini, tahliye kararı vermediğini belirterek, bu nedenle sanık avukatlarının bugünden itibaren tahliye kararı ve yargılamanın yenilenmesini içeren dilekçeleri yerel mahkemeye vermeleri gerektiğini söyledi. Ülgen, "Sonuç olarak 230 Balyoz hükümlüsü komutan çok kısa zamanda tahliye olacak. Türkiye yeni döneme giriyor" diye konuştu.

GECİKMİŞ OLUMLU KARAR

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Balyoz kararını NTV'ye değerlendirdi. Yüksek Mahkeme'nin, Balyoz sanıklarının yeniden yargılanmasının önünü açan kararını "Son derece olumlu" bulduğunu belirten Kılıçdaroğlu şunları söyledi: "Geç gelen adalet adalet değildir. Çok gecikerek geldi adalet, ama geldi. Gecikmiş olumlu bir karar. Umuyorum insanlar bir an önce serbest bırakılır, yargılama yeniden başlar ve adalet sağlanmış olur. En büyük arzumuz o."

AYM, AVCI İÇİN DE İHLAL KARARI VERDİ

Anayasa Mahkemesi, Devrimci Karargah Örgütü'ne yardım suçundan 15 yıl 4 ay 5 gün hapis cezası alan, Odatv Davası'nda yargılaması devam eden eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın bireysel başvurusunu da sonuçlandırdı. Yüksek Mahkeme, 4 yıldır tutuklu bulunan Hanefi Avcı'nın 'Uzun tutukluluk' ve 'Tutukluluk gerekçeleri yetersiz olduğu için' haklarının ihlal edildiğine karar verdi.

BALYOZ KARARLARI ONANMIŞ, YENİDEN YARGILAMA REDDEDİLMİŞTİ

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararla Balyoz davasında yeniden yargılamanın yapılabileceği değerlendiriliyor. İstanbul 10. Ağır Ceza mahkemesi tarafından görülen dava daha sonra Yargıtay tarafından da büyük oranda onanmıştı. Paralel yapılanma tartışmalarının başlaması ve bu yapıya mensup polis ve yargı üyelerince Balyoz sanıklarına kumpas kurulmuş olabileceğine dair iddiaların ortaya çıkması üzerine Balyoz davasında hüküm giyen bazı sanıklar "yeniden yargılanma" talebinde bulunmuştu. Talebi değerlendiren ve üst mahkeme olan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla oluşturulan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yeni heyeti talebi oy birliği ile reddetmişti. Mahkemenin ret gerekçesinde şu ifadeler yer alıyordu:

"Yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal bir neden gösterilmedi. Hükümlüler ve avukatlarınca ileri sürülen hususlar mahkemece yeni delil niteliğinde görülmedi. Sadece bazı dijital belgelere yöneltilen çelişki iddialarının doğru olsa bile suçun sübutuna etki etmeyeceği kabul edilmiştir..." (1)

BALYOZ DAVASI, PARALELİN DEŞİFRESİNE HİZMET EDEBİLİR

AYM kararının nasıl bir sonuç getirebileceğine dair çeşitli görüşler ileri sürülüyor. Yeni Akit gazetesinin aynı zamanda avukatı da olan yazarı Ali İhsan Karahasanoğlu, bugünkü yazısında konuya dair şu değerlendirmeyi yaptı:

"Gündeme yetişemiyoruz dedik. Akşama doğru da.. Balyoz davası ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin kararı çıktı. Yeniden yargılanmanın yolu açıldı.. Yeniden yargılanmada, tanıklar ve bilirkişi esaslı rol oynayacak.

Balyoz davasının tepe sanıklarının yeniden mahkum olacaklarına inanıyorum.. Çünkü, 2003’teki o darbe sürecini, biz canlı olarak yaşadık.. Balyoz’da yer almasa bile; Hurşit Tolon’u ve Tuncer Kılınç’ı ile.. Balyoz’un bir numarası Çetin Doğan’ı ile.. Bu generallerin Cuma dergisine neler yaptıklarını.. Akit hakkında nasıl illegal eylemler sergilediklerini, bire bir gördük, yaşadık.

Ama bizden ziyade.. Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın şahitlikleri gündeme gelecek.. İşte o noktada.. Bence Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın, paralelin hangi baskılarına maruz kaldıkları da, gün yüzüne çıkacak..

Evet, Balyoz davasının üst yönetimi, darbeci idi.. Ama bunların en tepesinde de Aytaç Yalman vardı. Kendisini bu davadan nasıl sıyırdı, belki de onu öğreneceğiz.. Balyoz sanıkları, ısrarla şahitliğini istediler. O da, ısrarla şahitlik yapmaktan kaçındı.. Niye ki acaba? Paralelciler, Aytaç Yalman ile, bir anlaşma mı yapmışlardı? İzleyip göreceğiz.."

AYM KISA KARARI AÇIKLADI

Bu arada ilerleyen saatlerde Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 230 Balyoz sanığının “adil yargılanma haklarının” ihlal edildiğine ilişkin kısa kararı internet sitesinden yayınlandı. Anayasa Mahkemesi'nin açıklamasında "Dijital delilere ilişkin şikayetler giderilmeli." denildi. Kısa kararda ayrıca Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman'a da yer veriliyor.

Karar üzerine Meclis’in tek tutuklu vekili Engin Alan ve Balyoz Davası’nın bir numaralı sanığı Çetin Doğan da infaz durdurma ve yeniden yargılama talep edeceklerini açıkladı. Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz ve Alan’ın avukatı Ayhan Nacak dilekçelerinin hazır olduğunu ve Kartal’daki Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne infaz durdurma ve tahliye talep edeceklerini söylediler.

ZAMANDAN RET

AYM’nin kısa kararında aralarında Doğan ve Alan’ın da bulunduğu başvurucuların “Özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerinin”, “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilmediği belirtildi. Kararda, adil yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin ise dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin reddi nedeniyle tanık dinletme hakkına ilişkin şikâyetlerinin ve dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair iddialarının kabul edilebilir olduğu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kaydedildi.

Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz ve Alan’ın avukatı Ayhan Nacak, Kartal’daki Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne infaz durdurma ve tahliye talep edeceklerini söylediler.

İŞTE O KISA KARAR



(Kaynak)




Kumpas'la doğan kahramanlar
Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi darbe sanıklarını kahraman haline getirdi. Nasıl olsa günah keçisi var: Paralelciler.. Gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamız bekleniyor. Hatta daha da ileri gidilerek Meclis'in yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. Devirmeyi başaramadıkları Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye oldular. İadei itibar kararı aldırarak Meclis'i bir başka açıdan devirmek istiyorlar.

23.06.2014 17:33 Son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz ve Ergenekon çevreleri tarafından kendilerinin masum olduğu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı olduğu savunuluyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor. Ancak bu durum Ergenekon ve darbe gerçeğini değiştiremez.

AYM'nin yol açtığı yeniden yargılama kararının doğru olduğunu düşünmüyoruz. Ergenekon çevrelerinde bunun adeta beraat kararı olarak yorumlandığı da gözleniyor. Meclisin iadei itibar kararı almasından ve tazminat vb. davalar açılarak onları yargılayanların yargılanmasından bahsediliyor. Toptan yeniden yargılama yerine sadece tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi  ile yargılamada eksik bırakılmış, örneğin komutanların tanık ifadelerinin alınması gibi hususların tekrar değerlendirilmesinin yargılamanın daha adil yapılmasını sağlayacağını düşünüyoruz.

Ancak bunlar sağlansa bile savunma taleplerinin bitmeyeceği, sürekli yeni bahanelerin hazır olduğu geçmişte görüldü. Haklı çıkıncaya kadar yeni bilirkişi ve tanık talepleri gelecektir. Ergenekon davasının son döneminde yeni tanık dinletme talepleri 800 küsüre ulaşmıştı. Mahkeme ise bu durumun davayı çıkmaza sokacağını matematiksel olarak ortaya koymuş, ret kararı vermişti. Benzer bir durum Balyoz davasında da söz konusu oldu.

AYM'nin "Balyoz davasında mahkeme hak ihlali yaptı" gerekçesine tanıklardan sadece ikisi sokuldu. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman. Oysa tanıklığına başvurulması istenen kişilerin sayısı çok daha fazla idi. Şu halde sadece iki üst komutanın daha tanık ifadesi vermesi ile Balyoz yargılamasında tartışma bitecek midir? Sanmıyoruz. Göreceğiz.

Kaldı ki, bir mahkeme o komutanların tanıklığına ihtiyaç duymayabilir. Eldeki delillerin yeterli olduğuna kanaat getirmişse duymayabilir. Bu hukukun değişmez gereğidir. Bize göre Balyoz mahkemesi o tanıkları dinlememekle yanlış bir şey yapmış değildir. Ama "efendim ne olmuş yani dinleseydi kötü mü olurdu" diyenler, bahanelerin bunlarla bitmeyeceğini Ergenekon ve Balyoz sanıklarının savunma sürecinde yaşananları hatırlayarak görmeli. (1)

Eğer Balyoz davasında mahkemenin yaptığı yargılama yanlışsa, AYM herşeyin doğrusunu biliyorsa buyursun yargılamaları AYM yapsın o zaman. Sadece Balyoz'da değil tüm davalarda da.. Ayrıca benzer durumların söz konusu olduğu o kadar çok dava vardır ki, onların da yeniden görülmesi gerekir adalet gereği. 28 Şubat sürecinde hapse giren Salih Mirzabeyoğlu gibi bazı sanıklar adil olmadığı açık olan yargılamalarla yargılandılar ve halen içeride tutuluyorlar. Kendilerini adeta yırtıyorlar seslerini duyurabilmek için. Ama onları duyan yok. Yoksa onlar insan değil mi? Onların hakları yok mu?.. Ama işin bu kısmı hiç tartışılmıyor. Neymiş, AYM 17 üyenin oybirliği ile o kararı vermiş, dolayısıyla AYM yanlış yapmış olamazmış. Nasıl da sakat bir düşünce bu. AYM nasıl da yüceltiliyor böyle. Oysa AYM'nin hukuki değil de siyasi davrandığı, daha geçtiğimiz haftalarda tartışma konusu olmuştu twitter kararı ile.

Bir başka örnek daha hatırlatalım. Ergenekon davasında AYM üyesi Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt de sanık olarak yargılandı ve 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı. AK Parti'nin kapatma davasına bakan Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün davadan önce dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'la görüştüğü ortaya çıktı. Ne var bunda denilebilir ama var bir şey.. Şöyle ki, Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt Hanım, dava dosyasına giren görüşmelerinde partinin kapatılacağını CHP'li bir milletvekiline daha karar kamuoyuna açıklanmadan önce söylüyordu. (2) Muhtemelen kocasından aldığı bu haberi CHP'li milletvekiline duyuruyordu.

Bu şüphe, ihtimal değil kesindi. AYM üyesi Osman Paksüt Ergenekon soruşturmasında dinlemeye takılmıştı. Osman Paksüt´ün, Ergenekon sanığı eşi Ferda Paksüt bazı Ergenekon sanıkları ile gazetecilere bilgi sızdırırken telefonu alarak konuşmaya devam ettiği belirlenmiş ve bu dinleme kayıtları AYM´ye gönderilmişti. Ancak ilginçtir AYM, yaptığı soruşturma sonunda Mahkemede görüşülmekte olan bir davayla ilgili bilgi sızdırdığı belirlense de Paksüt hakkında mahkemeden alınmış dinleme kararı olmadığı için takipsizlik kararı verdi.

DİĞER AYM ÜYESİ BİLE TEPKİ GÖSTERDİ

Ancak AYM´nin Osman Paksüt hakkında verdiği ´takipsizlik´ kararına diğer bir AYM üyesi Serruh Kaleli muhalefet şerhi koydu ve Paksüt hakkında cezai işlem uygulanmasını talep etti. Ergenekon mahkemesine ulaşan Paksüt´le ilgili karardaki şerhinde Kaleli, dinlemelerdeki iddialarla işlem yapılması gerektiğini, ancak yasal mevzuat boşluğu nedeniyle eldeki delillerin hukuka aykırı olarak tanımlanmasını eleştirdi. Kaleli, "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı´nın elde ettiği Osman Paksüt´e ait olduğu iddia edilen bulgu, görevin kötüye kötüye kullanıldığı suçunun işlendiği konusunda şüpheye mucip bir bilgidir. Osman Paksüt´ün yaptığı telefon görüşmelerinde doğrudan görülmekte olan bir davayla ilgili bilgileri aktarıp meslek etiği ve yasal sorumluluk dışında görevini kötüye kullandığı şüphesi uyandıran eylem ifa ettiği açıktır" dedi.

Şimdi suça karışan kendi üyesi için diğer bir üyesinin dahi tepki gösterdiği şekilde böyle bir takipsizlik kararı veren Anayasa mahkemesinin adil bir yargılama yaptığı söylenebilir mi?.. Ergenekon davası sanıklarına bilgi sızdırdığı bu şekilde kesinleşen Osman Paksüt'ün hala AYM üyeliğini sürdürmesi kabul edilebilir mi?.. Muhtemelen yakın gelecekte tıpkı Balyoz davası gibi hak ihlali açısından önüne gelecek Ergenekon davasında ne yönde karar vereceğinin, bunun da kitabına uydurulacağının tahmin edilmemesi mümkün mü?

AYM'nin hukuki olmayan ama siyasi olan kararlarıyla adaletin sağlanacağına inanmıyoruz. En basitinden Osman Paksüt örneğinden hareketle bu mahkeme üzerinde şaibe söz konusudur. Bu şaibe ortadan kalkmadığı sürece alınan kararlarda illaki bir şüphe söz konusu olacaktır.

'AYM'ye itibarlı mahkeme, kararları doğru ve saygın', diğerlerine ise 'değil' gözüyle bakılacaksa o halde AYM baksın tüm davalara. İsteyen kendisini kandırmaya devam etsin ama bize göre AYM siyasi kararlar veren bir mahkemedir. 17 üyenin oybirliği de bu durumu değiştirmeyecektir.

Ayrıca AYM kararlarından daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Balyoz ve Ergenekon sanıklarının muhtelif başvurularında verdiği ve yargılamaları hukuka uygun bulduğu kararlarını da hatırlayalım. Bu kararları nereye koymalı şu halde?..

Belki bir çözüm, son karar merciinin AYM olmaktan çıkarılması ve AYM'den çıkan kararların halk oylamasına götürülmesi olabilir. İşte bu ya da benzer alternatifler tartışılmaya değerdir bize göre ve kamuoyunu yakından ilgilendiren bu kadar büyük davalara dair tartışmaları bir çözüme götürebilir bize göre.

Bir çok haber ve yazılarımızda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını çeşitli açılardan savunan satırlar kaleme aldık. Hiç kimseye haksızlık yapılmaması gerektiğini belirttik. Hem paralel yapılanmaya hem de Ergenekon ve diğer darbeci yapılanmalara karşı olduğumuzu belirttik. (3)

Paralel yapıya dair ortaya çıkan şüphelerin son derece somut bulgulara ve delillere dayandığını görüyoruz. Peşpeşe açılmaya başlanan davalar bunun kanıtı. Ayrıca paralel yapının bazı açılardan Ergenekon ve diğer darbecilerden daha tehlikeli olduğuna da inanıyoruz.

Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi ortaya çıkan ya da başka olası şekillerde hiç bir davada hiç bir sanığın haksızlığa uğramasına kesinlikle karşıyız. Ancak paralel yapı şüphesi ortaya çıktı diye de darbecilerin aklanmasına, bu tehlikenin zaten olmadığına ya da vardıysa  bile artık geçtiğine inanılmasına da karşıyız.

Ortada somut deliller olmadan ve bunları göstermeden yargılamayı yapan mahkeme heyetlerini bir çırpıda itibarsızlaştırmak, verdiği kararları da yok saymak bize göre büyük bir yanlış ve o heyetlere saygısızlıktır. Mahkeme heyetlerinin verdiği kararlarla konuşur denilmektedir. Bize göre konuşmuştur da. Verilen kararlar ayrıntılı bir gerekçeyle açıklanmıştır. Danıştay saldırısına bakan Ankara'daki ilk mahkemenin görmediği çok basit ayrıntıların peşine düştü diye ya da atmadığı temel yargılama adımlarını attı diye Ergenekon davasına bakan mahkeme yanlış mı yapmış olmaktadır? Alparslan Arslan'ın dinci bir tetikçi olduğuna inanmamız isteniyordu. Bunun aksini gösteren kanıtlar Ergenekon davası sürecinde ortaya çıktı. Bunu Ergenekon çevreleri de kabul ediyor. Danıştay saldırısının planlamasından örtülmesine kadar birbiriyle uyumlu gerçekleşen gelişmeler, “Biri emretmiş, biri planlamış, biri vurmuş, biri karartmış, biri de örtmüş..” deyişine neden oldu. Mahkeme de haklı olarak bunu gördü ve hükmünü verdi. Ne yani kameraları mahkeme heyeti mi kararttı?.. Önceki mahkeme saldırıya uğrayan diğer hakimlerin ifadesini almak gibi en temel yargılama şartını yerine getirmemişken sonraki getirmişse yanlış mı yaptı?.. Önceki mahkeme dinci kalkışma deyip davayı kısa sürede sonuçlandırmışken sonraki, tetikçi Arslan'ın dincilikle alakasının olmadığını ortaya çıkardıysa yanlış mı yaptı?.. Önceki mahkeme Arslan'ın diğer Ergenekon sanıklarıyla bağlantısı kendisine daha yargılama bitmemişken Ergenekon savcısı tarafından bir mektupla bildirilmesine rağmen hiç dikkate almadıysa, sonraki mahkeme ise bunu ortaya çıkardıysa yanlış mı yaptı?.. Yargıtay Ceza Kurulu somut gerekçelerle Danıştay davasını bozup davayı Ergenekon davasıyla birleştirdiyse yanlış mı yaptı?..

Kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yaptı. Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da, yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o şüpheler esasa taalluk etmeyen şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf bir yargılama yapılmıştır.

Bize göre; ne o iki komutanın tanıklığı durumu değiştirecektir ne de tartışma konusu olan dijital delillerin tekrar değerlendirilmesi.. Çünkü diğer deliller o kadar çok sayıda ve netliktedir ki, diğerlerinin durumu değiştirmesi mümkün değildir.

Bugün Sabah gazetesinde "Paralel yargı Balyoz'da gerçeklerin üstünü örttü" başlığıyla bir röpörtaj yayınlandı. AYM kararıyla tahliye edilen Balyoz sanıklarından Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, "Paralel yapı orduya kumpas kurdu. 160 kişiyle darbe toplantısı mı olur? Oldu diyelim bunun yazılı belgesi tutulur mu, ses kaydı alınır mı?" diyerek Balyoz sanıklarının masum olduğunu iddia etti. (4)

Röpörtaj incelendiğinde Yavuz paşanın ne kadar abuk subuk konuştuğu daha iyi görülecektir. Şöyle diyor: "Ben 1960 darbesini, 1971 muhtırasını inceledim. Hiçbirinde belge tutulmamış. 160 kişinin birlikte yaptığı bir darbe planı olabilir mi? Darbeciler o kadar insanın önünde yapılan planın mutlaka dışarı sızacağını düşünmezler mi? Böyle bir plan yapıldı diyelim. Bunlar yazılı kayıt altına alınır mı? Ses kayıtları alınır mı?"

27 Mayıs ve 12 Mart muhtırasını incelemiş de orada böyle bir belgelere dayanan bir darbe toplantısının  yapıldığına tanık olmamışmış. İyi de 12 Eylül'ü nereye koyuyor acaba ya da 28 Şubat'ı?.. Kamuoyunu aptal yerine mi koymaya çalışıyor bu paşa?

12 Eylül'ün hazırlık planı olan 'Bayrak Planı'na ne demeli? Demek ki darbenin belgesi oluyormuş.. Ayrıca bu planın Balyoz darbesine de hazırlık kaynağı olduğu Balyoz davası sürecinde ortaya çıkmadı mı?..

Paşa, Balyoz darbesini kanıtlayan ses kayıtlarının üzerinde de şüphe uyandırmaya çalışıyor. Montaj olmadığı ortaya çıkan saatlerce uzunluktaki ses kayıtları dinlendiğinde gözaltına alınacak siviller vesaire vesaire detaylar açıkça görülüyor. Bu ses kayıtlarını masum gösteren Yavuz paşa o kayıtları neresiyle dinlemiştir acaba?.. Bir darbe hiç bu şekilde toplantıda görüşülür mü diye soruyor. Onu size sormak lazım be paşa. Biz de çok safız ya, inanalım bari size..

İşte bu ve benzer delil tartışmaları defalarca yapıldı. (5) Bir kez daha yapılsın önemli değil. Ama dürüst olunsun, laf kalabalığı yaparak doğrular örtülmeye çalışılmasın.

Bize göre; hem Balyoz hem de Ergenekon davalarında mahkeme heyetleri adil bir yargılama yapmıştır. Her ne kadar bazı eksikliklerden ve hatalardan söz edilse bile bunun esası etkilemeyeceği çok açıktır. Bu tür hatalardan uzak bir yargılama olabileceğini de sanmıyoruz. Dünyadaki ve Türkiye'deki tüm yargılamalarda ufak büyük illaki eksikler hatalar olur. Hatasız kul olamayacağı gibi mahkeme de olamaz. Eğer o mahkemeler hata yaptıysa, Paksüt ve twitter örneklerinde olduğu gibi AYM de yapmıştır. Nasıl yerel mahkemelerin kararları AYM'de inceleniyorsa AYM'ninkileri de bir başkası incelesin. Bir başka mahkeme ya da AİHM örneğin.. Bakalım hatasız mı çıkacak AYM'nin kararları acaba?.. AYM'de hukukçu olmayan üyeler ile Ergenekon'a yakınlığı tescillenmiş üyelerin var olduğunu da hatırlayalım bu arada..

SEVSİNLER KAHRAMANLIĞINIZI!

Sonuç olarak; paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi darbe sanıklarını ve AYM'yi kahraman haline getirdi! Nasıl olsa günah keçisi var: Paralelciler.. Gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamız bekleniyor. Daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. Olur neden olmasın. Emriniz olur.. Beyfendiler devirmeyi başaramadıkları Meclis'in çıkardığı kanunla şimdi dışarıdalar. İadei itibar kararı aldırarak Meclis'i bir başka açıdan devirmek itibarını yerle bir etmek istiyorlar. Hallerine şükredeceklerine ve özgürlüğün tadını çıkarıp darbeciliğe tevbe edeceklerine kaldıkları yerden hemen faaliyete geçip ortalığı karıştırmaya başladılar. İntikam çığlıkları falan.. Gören de beraat ettiler zanneder. Referandumda hayır diyenler evetçilerin getirdiği imkanla şimdi dışarıda bol keseden ucuz kahramanlık yapıyorlar. Ama bu da normal olsa gerek.. Bunlara pahalısı değil herhalde ucuzu yakışır olsa gerek.. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)

(1) Kontrgerilla.com/yazilar/ergedavaengelleme.asp
(2) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=3755
(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5887
(4) Sabah.com.tr/Gundem/2014/06/23/paralel-yargi-balyozda-gerceklerin-ustunu-orttu
(5) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp




TÜBİTAK: Deliller sahte değil
İzmir 'askeri casusluk ve fuhuş' davasında flaş gelişme.. 5'i muvazzaf, 10'u tutuklu 357 sanıklı davada TÜBİTAK'tan istenen bilirkişi raporu geldi. TÜBİTAK, delillerde sahtecilik bulgusuna rastlanmadığını belirtti. Sanıklar raporu kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Paralel yapılanmanın etkin hale geldiği iddiası sonrası TÜBİTAK'ta geniş çaplı görevden almalar yaşanmıştı. Ancak kurumdan yine de böyle bir rapor çıkması, delillerde sahtecilik ve kumpas olduğu iddialarını zayıflatmış oluyor. Sanıkların istedikleri yönde bir rapor çıkıncaya kadar yeni bilirkişi talebinde bulunmaya devam edecekleri, mahkemenin bunu kabul etmemesi ve davayı sonuçlandırması halinde ise tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi AYM'ye başvurarak hak ihlali gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini hedefledikleri ileri sürülüyor.. Diğer taraftan, son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek her taşın altında kumpas aranır hale geldi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Balyoz ve Ergenekon çevreleri, kendilerinin masum melekler olduğunu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı olduğunu savunuyor. Bu durum ise bir atasözünü akıllara getiriyor.

24.06.2014 12:31 İzmir 'askeri casusluk ve fuhuş' davasında flaş gelişme.. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen, 5'i muvazzaf, 10'u tutuklu 357 sanıklı, 'fuhuş, casusluk tehdit ve şantajla askerî bilgi ve belge ele geçirme' davasıyla ilgili TÜBİTAK'tan istenen bilirkişi raporu geldi. Mahkemeye ulaşan ve sanıklardan ele geçirilen 19 adet harddisk ve flaş bellekler üzerinde yapılan inceleme sonucu hazırlanan Dijital Adli Analiz Raporu'nda, sanıklarda ele geçirilen dijital materyaller üzerinde sahtecilik yapılıp yapılmadığı iddiasına cevap verildi.

"SAHTECİLİK YAPILDIĞINA DAİR BİR BULGUDAN BAHSETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR"

Raporda, "Yapılan analizler bütüncül olarak değerlendirildiğinde, delillerde sahtecilik olarak değerlendirilebilecek herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Sahtecilik yapıldığına dair bir bulgu olmadığından, bunun tarihinden bahsetmek mümkün değildir." denildi.

Uzmanlar Burak Akoğuz, Yalçın Çakmak ve Süheyl Mustafa Keskin tarafından hazırlanan raporun sonuç bölümünde ise, "Yukarıda kapsamı belirtilen adli analiz incelemeleri bütüncül olarak değerlendirildiğinde, normal kullanıcı davranışlarıyla açıklanamayacak bir uyumsuzluğa rastlanmamıştır." değerlendirmesi yapıldı.

69 SAYFA VE 17 EK KLASÖRDEN OLUŞAN RAPOR

İzmir'de görülen ve kamuoyunda "askerî casusluk" olarak bilinen davayla ilgili TÜBİTAK tarafından hazırlanan ve mahkemeye ulaşan Dijital Adli Analiz Raporu, sanık avukatlarına verildi. 9 Haziran 2014 tarihli, 69 sayfa ve 17 ek klasörden oluşan raporda uzmanlar tarafından mahkeme, sanık ve avukatları tarafından yöneltilen sorulara cevaplar verildi. Sanıklar Bilgin Özkaynak, Narin Kormaz, Saygın Özdemir, Onur Süer, Hakan Oğuzhan, Safiye Köten, Sunay Akkaya, Filiz Albayrak, Songül Akdin ve Meryem Bağcı'dan ele geçirildiği iddia edilen 19 adet harddisk ve flaş bellek gibi dijital materyallerin incelenmesi sonucu hazırlanan raporda, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yöneltilen, “Suça konu dijital veri ve materyallere teknik anlamda usulüne uygun el konularak imajlarının alınıp alınmadığı”, “İmajların teknik anlamda asılları ile örtüşüp örtüşmediği”, “El koymadan sonra herhangi bir tahrifat ve manipülasyona maruz kalıp kalmadıkları, imaj alındıktan sonra herhangi bir ekleme çıkarma yapılmış olup olmadığı” şeklindeki sorulara cevap verildi. TÜBİTAK uzmanları, “İmajların, adli bilişim standartlarınca kabul edilen yazılımlar vasıtasıyla alındığı görülmüştür. 19 delilin bir tanesi hariç diğerlerinde, özetleme fonksiyonu değerlerinin tutanaktaki değerlerle aynı olduğu tespit edilmiştir. İmaj alma tutanaklarındaki özetleme fonksiyonu değerleri ile tarafımızdan hesaplanan özetleme fonksiyonu değerlerinin aynı olduğu tespit edilmiştir. İmaj alma tutanakları dijital delillere el konulduğunda oluşturulduğundan, bu delillerin şu an aynı özetleme fonksiyonu değerlerine sahip olmaları, bu delillere el konulduktan sonra herhangi bir müdahale edilmediğini göstermektedir.” cevabını verdi.

BİLİRKİŞİ SANIK VE SANIK AVUKATLARININ SORULARINA DA RAPORDA CEVAP VERİLDİ

Ayrıca bilirkişi sanık ve sanık avukatlarının sorularına da raporda cevap verildi. “Dijital materyallerin tamamen sahte olarak üretilip üretilmediği”, “Üst veri yollarında oynama olup olmadığı”, “Bilgilerde değişiklik yapılıp yapılmadığı”, “Varsa bu değişikliğin hangi tarihte yapılmış olabileceği” sorularına, "Delillerde sahtecilik olarak değerlendirilebilecek herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Sahtecilik yapıldığına dair bir bulgu olmadığından, bunun tarihinden bahsetmek mümkün değildir. Dosya sistemi üst verilerinde dosyanın zaman bilgileri içerenleri ile dosya iç üst verilerinde bulunabilen zaman bilgileri farklı olabilmektedir. Birçok dosyanın, birden fazla delilde ve Pandora veri tabanında aynı hash değerlerine sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda, aynı hash değerine sahip dosyaların bir veri depolama biriminden diğerine aktarılmış olabileceği değerlendirilmektedir.” şeklinde cevaplar verildi.

Sanık avukatları, TÜBİTAK raporunu kabul etmediklerini söyledi.

PARALEL'İN KUMPASINDAN AYM'NİNKİNE: NASIL OLSA AYM VAR!

Hatırlanacağı gibi, paralel yapılanmanın etkin hale geldiği iddiaları ve buna dair somut delillere ulaşılması sonrası TÜBİTAK'ta geniş çaplı görevden almalar yaşanmıştı. Ancak buna rağmen kurumdan yine de böyle bir rapor çıkması, delillerde sahtecilik ve kumpas olduğu iddialarını zayıflatmış oluyor.

Ancak sanıkların istedikleri yönde bir rapor çıkıncaya kadar yeni bilirkişi talebinde bulunmaya devam edecekleri, mahkemenin bunu kabul etmemesi ve davayı sonuçlandırması halinde ise tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi AYM'ye başvurarak hak ihlali gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini hedefledikleri ileri sürülüyor.

Görüldüğü gibi işin suyu çıkmış bulunuyor. Bilgisayar programcıları 'for-next' ve benzeri döngüleri iyi bilir. İstenen sonuç sağlanıncaya kadar bilgisayarın işlem yapmaya devam etmesi talimatı anlamına gelir. Burada da benzer bir durumla karşı karşıyayız. İstenen bilirkişi raporu verilinceye kadar itirazların sürdürüleceği, mahkemenin dikkate almaması durumunda ise paralelcilikle suçlanabileceği ve davanın da AYM'ye götürüleceği anlaşılıyor.

Sanıklara -en azından bazılarına- atfedilen ahlaksızlıklar casusluk davasında açıkça ortaya konulmuş. Komutanların kızlarının uygunsuz resimleri sanıkların bilgisayarlarından çıkmış. Buna benzer o kadar çok örnek sayılabilir ki bu davada, bunların tümünü kumpas kurulmuş deyip geçiştirmek inandırıcı olamaz. "Hırsızın hiç mi suçu yok?" deyişini hatırlatıyor bu durum.

O kadar çok sayıda somut bulgu var ki bu davada saymak zor. Dava iddianamesinde bunları görmek mümkün. Ancak.. Kamu adına açılmış dava iddianamelerini yayınlarken sansürlememize rağmen bu davanınkini kısa sürede yayından kaldırmak zorunda kaldık. Çünkü müşteki ve mağdurlardan gelen uyarılar üzerine gözden kaçan o kadar çok bölüm olduğunu farkettik ki, sansürlemekle başa çıkılmayacağını, en uygun çözümün iddianameyi tamamen yayından kaldırmak olduğuna karar verdik. İddianamenin yayınlanmaya devam edilmesini ısrarla isteyenlerden de anlayış rica ettik.

Son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz ve Ergenekon çevreleri tarafından kendilerinin masum olduğu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı olduğu savunuluyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor. Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de değiştiremez.

Dikkat edilirse her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la doğan kahramanlar' başlıklı dünkü yazımızda (1) bu durumu geniş olarak ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine şimdi tam tersi bir muamele yapılmaya başlanmış bulunuyor. Kahraman olarak görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve tefrit durumu söz konusu yani.

Bir çok haber ve yazılarımızda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını çeşitli açılardan savunan satırlar kaleme aldık. Açıklamalarını gündeme getirdik. Gönderilen tekzipler olursa hemen yayınlıyoruz. (2) Hiç kimseye haksızlık yapılmaması gerektiğini savunduk. Hem paralel yapılanmaya hem de Ergenekon ve diğer darbeci yapılanmalara karşı olduğumuzu belirttik. (3)

Paralel yapıya dair ortaya çıkan şüphelerin son derece somut bulgulara ve delillere dayandığını görüyoruz. Peşpeşe açılmaya başlanan davalar da bunun kanıtı.

Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi ortaya çıkan ya da başka olası şekillerde hiç bir davada hiç bir sanığın haksızlığa uğramasına kesinlikle karşıyız.

Ancak paralel yapı şüphesi ortaya çıktı diye de her suçun yok sayılmaya çalışılmasına, tüm suçların paralelcilerin işi olduğuna inanılmasına, darbecilerin aklanmasına, bu tehlikenin zaten olmadığına ya da vardıysa  bile artık geçtiğine inanılmasına, kısacası kamuoyunun keriz yerine konulmasına da karşıyız.

Balyoz, Ergenekon, Odatv ve benzeri davalarda delillerin sahte olduğu tartışmaları yeni değil. Defalarca yapıldı bu tartışmalar. Buna dair ayrıntılı bir sayfa dahi açtık. (4) Bir kez daha yapılsın önemli değil. Ama dürüst olunsun, laf kalabalığı yaparak doğrular örtülmeye çalışılmasın. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)

(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049
(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-tekzip
(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme
(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5887
(4) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp




'Kumpasa bak' cambazlığı zirvede
Malatya'da Zirve Yayınevi katliamının son duruşmasında sanıkların sergilediği rahat tavırlar, vahşice öldürülen maktullerin yakınlarında şok etkisi yaptı. Bu kişiler ayrıca duruşmanın başlamasını, sanıklarla aynı yerde beklemek zorunda bırakıldılar. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı.

26.06.2014 15:08 Malatya’da Zirve Yayınevi katliamının son duruşmasında sanıkların sergilediği tavır, vicdanlarda büyük bir yara açtı. Katledilenlerin yakınları, 23 Haziran’daki celse öncesinde duruşmanın başlamasını, sanıklarla aynı yerde beklemek zorunda bırakıldılar. Agos gazetesinden Uygar Gültekin’in haberine göre son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar, mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergilediler. Adliye önünde, tutuksuz sanık Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un destekçileri, bayraklar ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganlarıyla gövde gösterisi yaptı. Davayı yakından izleyenler, sanıkların, AK Parti-Cemaat kavgasının yarattığı, Balyoz ve Ergenekon sanıklarının salıverildiği ortam sayesinde cesaretlendiğini söylüyor.

Zirve Katliamı davasının son duruşmasına, Mart ayında denetimli serbestlik yasasıyla tahliye edilen sanıklar ile Ergenekon davasında yargılanan ve geçtiğimiz günlerde tahliye edilen Emekli Orgeneral Hurşit Tolon da katıldı.

-Sırtları sıvazlanıyor-

Duruşmayı izleyenlerden Protestan Kiliseler Derneği Genel Sekreteri Umut Şahin, sanıkların son dönemdeki siyasi gelgitler sayesinde cesaretlendiklerine ve mahkemeyi tehdit eden tavırlar içinde olduklarına dikkat çekti: “Hükümet-Cemaat kavgası, mahkemeyi de etkiliyor. Sanıklar ‘Başbakanımız’, ‘17 Aralık darbesi’ demeye başladılar. ‘Bize bunu Cemaat yapıyor’, ‘bu bir kumpas’, ‘komplo’, ‘Başbakan’a da düzenlemek istediler’ lafları ağızlarından eksik olmuyor. O rüzgârı arkalarına alarak mahkemeye saldırdılar. Cesaret almış durumdalar. Mahkeme üzerinde büyük baskı var. Sanıklar açıkça, ‘Bizi serbest bırakırsanız başbakanın yolundasınız; bırakmazsanız Gülen’in yolundasınız. Tercih sizin’ dediler. Politik atmosferden yararlanmaya çalışıyorlar.”

Davayı başından bu yana takip eden avukat Erdal Doğan da, AK Parti ile Gülen Cemaati arasında yaşanan çatışmanın etkisinin, Zirve Katliamı davasında yoğun bir şekilde hissedildiğini söyledi. “Hükümet Gülen cemaatine karşı Ergenekon’u kendine yedekledi” diyen Doğan, Zirve davasının içinin boşaltılmaya çalışıldığından ve her şeye “kumpas” gözüyle bakıldığından şikâyet etti: “Ergenekon ve diğer davalar için kumpas demeye başladılar. Medya katliamın merkezini dağıtmaya çalışıyor. Bütün sorumlulukları Cemaat’e kaydırmak gibi bir çaba var. Bu, davaların altını boşaltmaktır. Her şey kumpasmış gibi bir algı yaratmak çok sakıncalı.”

Katliamda öldürülen Uğur Yüksel’in annesi Hatice Yüksel, duruşmanın başlamasını katillerle aynı salonda beklemek zorunda kaldı. “Karşıma geçip oturdular. Paşalar gibi kuruldular, ben çok kötü oldum. Onları görünce sinirlerim boşalıyor” diyen Yüksel, isyanını, “Bunlar üç kişiyi vahşice katletmişler, beş senede çıkmak olur mu!” sözleriyle dile getirdi.

Umut Şahin de, sanıkların cinayeti işlediklerini itiraf ettikleri halde tutuksuz olmalarının kamu vicdanını yaraladığına dikkat çekti: “Dışarıda olmaları anlaşılmaz bir şey. Katil sanıklar dışardayken azmettiricilerin içeride olması da trajikomik bir durum.”

Şahin, yargılama sonucunda sanıkların ceza alacaklarına inandıklarına, ancak bu arada kaçabileceklerine dikkat çekti: “Biz sanıkların beraat etmelerini beklemiyoruz ama kaçmalarından endişeliyiz. Yeni suç işleme olasılıkları var. Sonuçta üç kere müebbetle yargılanıyorlar. 10 kişiyi de öldürseler aynı cezayı alacaklar şu anda. Onlar için değişen bir şey yok. Ayrıca kaçma imkânları var.”

KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE

Dikkat edilirse son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz, Ergenekon, Zirve ve diğer bağlantılı davaların sanık ve çevreleri, kendilerinin masum melekler olduğunu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı olduğunu savunuyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor. Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de değiştiremez.

Dikkat edilirse her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1) ve 'TÜBİTAK: Deliller sahte değil' (2) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine şimdi tam tersi bir muamele yapılmaya başlanmış bulunuyor. Kahraman olarak görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve tefrit durumu söz konusu yani.

Bu durum son olarak Zirve davasında da gözlendi. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)

(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049
(2) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6053




Balyoz savcısından haklı tepki
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'Balyoz Darbe Planı' davasında duruşma savcısı olarak görev yapan Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen 'kumpas' iddialarına tepki gösterdi. Delillerin net, yargılamanın açık olduğunu dile getiren Kaplan, mahkemeye karşı büyük bir haksızlık ve saygısızlık yapıldığını savundu.. Savcı Kaplan'ın haklılığını gösteren çok fazla somut bulgu mevcut. Ancak bugünlerde her taşın altında kumpas arayanlar, varlığı açık olan darbe girişimlerinin yok sayılmasını bekliyor.

01.07.2014 13:40 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "Balyoz Planı" davasına giren Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen "kumpas" iddialarına cevap veren bir açıklama yaptı. Kaplan'ın hukukçuların kullandığı adalet.org üzerinden yapılan açıklamada "AYM kararına saygı duyduğunun" altını çizerken, davaların görüldüğü dönemde sanık avukatlarının deliller karşısında savunma yapamayacak hale gelerek salonu terk ettikleri anlatıldı.

Açıklamada, "Keşke AYM'nin sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi" denildi.

Kaplan, AYM kararıyla birlikte basında yer alan ve sanıklar tarafından dile getirilen iddialarla ilgili ise, "bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır" dedi.

'Sanıklar tehdit içerikli sözler sarf etti'

Kaplan ayrıca sanıkların yargılama aşamasında ve sonrasındaki tehdit içerikli sözler sarf ettiğini belirterek, haklarında koruma kararının da alındığını hatırlattı ve şunu dile getirdi: "Duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum."

Kaplan'ın açıklamasının tam metni şu şekilde:

"AYM.nin Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen kararı sonrası herkes bir şey söylüyor. Hakaretler, tehditler havada uçuşuyor. Kısa yazıda tüm söylenenlere cevap vermek mümkün olmadığı gibi, gerek olduğunu da düşünmüyorum. Fakat çok söylenen bir iki noktada kısa izahat vermek gerektiğini de düşünüyorum.

Öncelikli olarak Türk Hukuk Sistemi içerisinde bulunan bir kişi olarak aşamalı verilen yargı kararlarının “doğru-yanlış” kavramı içerisinde sınırlandırılma yapılamayacağını, her aşamadaki karara saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim.

Şöyle ki, bir dosya ile ilgili olarak tutuklamaya sevk edilen bir şüphelinin ilgili Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanması ve bir aşamada Asliye Ceza Mahkemesince tahliye kararı verilmesinin hukukumuzun içerisindeki kontrol mekanizmalarının çalışması olarak görüp, her iki karara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için aşağıda yazacağım itirazlara rağmen AYM'nin kararına da saygı duymaktayım.

Fakat bu karar sonrası dava sanıklarının kamuoyunu etkileme gücü ile siyasi konjöktürün birleştiği ve sanki söz konusu dosyanın Cumhuriyet Savcılığına sunulmadan önceki hazırlık, Cumhuriyet Savcılığı aşaması, dava açılması ve yargılama ile Yargıtay Başsavcılığının incelemesi ve nihayetinde ilgili Yargıtay Dairesince temyiz incelemesinin yapılması sırasında emeği geçen Emniyet görevlisi, Hakim ve Savcıların birlikte kötü niyetle hareket ederek, medyatik tabiri ile “kumpas” kurulduğu algısı oluşturulmak istenmektedir.

Dava öncesi ve sonrasında çok güçlü bir medya desteği ile olayın tamamen sahte delillerle başlatıldığı, haksız bir soruşturma yürütüldüğü algısı zihinlere yerleştirilmiş, bir kısım insanların da muhtevası oldukça fazla olan ve zaten incelemenin belli bir uzmanlık gerektirdiği dosyadan hakikatleri öğrenmesi mümkün olmamıştır. Bu sebeple herkes kendi siyasi, fikri, kişisel düşüncelerine göre tartışarak sonuç çıkarmıştır. Halbuki özünde siyasi bir yapıya yönelik eylem olsa da, soruşturma başladığı andan itibaren hukuki zeminde kalmak gerektiği açıktır.

Söz konusu davada kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesinde değişik tarihlerde açılan üç ayrı iddianame ile toplam 365 sanığın yargılanmıştır. Duruşmalar Silivri'de bu nitelikte davalar için hazırlanmış özel salonda yapılmıştır. Duruşma esnasında tutanak yazdırılmamış, tüm konuşmalar görüntülü ve sesli olarak kayda alınmış, daha sonra ilgili katiplerce daktilo edilmiş, bundan sonra da görüntü ile metinler Mahkeme Hakimlerince kontrol edilerek tutanak haline getirilmiştir. Yani duruşmalar TBMM'de yapılan görüşmeler gibi her isteyen sanık ve müdafiinin istediği kadar zaman sınırına bağlı olmadan kendini ifade edebilmelerine imkan tanımıştır. CMK.da belirtilen hakların tamamını sanıkların tamamı sonuna kadar kullanmıştır. Duruşmaların her anı sesli ve görüntülü kayıt altındadır. Taraflar o kadar çok konuşma yapmıştır ki belli bir süre sonra tekrara düşmeye başlamışlar, deliller karşısında savunacakları bir husus kalmayınca müdafiiler duruşmaları terketmişlerdir. Bu safhada sanıkları ve müdafiileri bir çok defa Mahkeme heyeti ve Savcılığı, soruşturma yapan polis müdürlerini ismen belirterek tehdit ve hakaret etmekten çekinmemişlerdir. Nitekim bir çok sanık hakkında suç duyurusu yapılmıştır. Türkiye'de ve dünyada emsali olmayacak şekilde taraflar kendilerini ifade etmişler, bilgisayar slaytları eşliğinde savunmalarını özgür bir ortamda yapmışlardır.

Nitekim yargılama devam ederken AİHM'ne değişik sebeplerle müracaat edilmiş fakat adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği karara bağlanmıştır.

AYM.nin kararına gelince taraf olarak yanlış olabileceği düşüncesine sahip olmakla birlikte, belirtilen iki husustaki görüşlerimi kısaca belirteceğim.

Birinci olarak tanıklar Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman'ın dinlenilmemesi

Duruşmalar esnasında bir çok tanık yanında dönemin Genel Kurmay 2.Başkanı Yaşar Büyükanıt ve K.K.K.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ tanık olarak dinlenmiştir. Her ikisi döneminde birinci ordu ile ilgili yapılan tüm yazışmaları ve sözlü mülakatları ilgili komutan adına gerçekleştiren kişilerdir. Sanıkların savunmalarında belirttikleri tüm hususları duruşma salonunda açıklığa kavuşturmuşlardır. Ayrıca sanıkların talep ettiği veya duruşma salonunda hazır ettiği bir çok tanık da dinlenildikten sonra tarafların yargılamayı uzatmak amacıyla yüzlerce kişiyi içeren ilgisiz tanık talepleri CMK.206/2-c,d maddeleri gereği reddedilmiştir. Buna rağmen “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman da dinlenemez miydi?” diye düşündüğümüzde, kişilerin haklı olabileceği fakat verilen karar açısından hiç bir değişiklik olmayacağı açıktır.

İkinci olarak, dijital veriler ile ilgili olarak yargılama safhasında tarafların itirazlarını karşılayacak bir çok bilirkişi raporu alınmış, itiraz konusu tüm hususlar bilirkişilere teferruatlı olarak sorulmuştur. Nitekim AYM Başkanı Sayın Haşim Kılıç'ın Taha Akyol'a vermiş olduğu mülakatta dosyada Mahkemenin dört ayrı bilirkişi raporu aldığı, ilaveten sanıkların bir çok özel mütalaayı dosyaya ibraz ettiği belirtilmektedir. Bu bile Mahkemeye kanaat getirecek kadar bilirkişi raporu alındığının göstergesidir. Tarafların aleyhe olan raporları kabul etmemesi karşısında yüzlerce bilirkişi raporu alınsa da, aynı itirazları sürdürecekleri kesindir. Duruşma sırasında açıklığa kavuşan en basit konularda bile gazete ve televizyonlarda gerçeğe aykırı beyanlar verilmesi bunun delilidir. Gerekçeli kararın dijital verilerle ilgili kısımları okunabilse delillerin kamuoyunda ne kadar çarpıtıldığı anlaşılabilecektir. Fakat insanların buna imkanı olmadığından ve hakikatleri bilenlerin medya ile bilgilendirme yapması mümkün olmadığından yukarıda belirtildiği şekilde algı operasyonu devam etmektedir.

Dosyanın iddianameleri, diğer belgeleri ve sadece gerekçeli kararı dikkate alındığında kısa bir sürede değerlendirme yapılması mümkün değildir. Keşke AYM.nin Sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi.

Sonuç olarak:

1-Ülkemizde güçlü olanlar suç işlediklerinde hesap vermeyeceklerini düşündüklerinden, haklarında delil bulmak zor olmamaktadır. Bu dosyada olduğu gibi kişiler pervasızca ihtilal planlarını bir seminerde görüşüp kayda almışlardır. Yakalandıklarında da adet olduğu üzere “yavuz hırsız” olarak kendilerini yakalayanları sorgulamakta, deliller uyduruldu diye bahaneler üretmektedirler.

2-Bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır”.

3-Suça ait bir delilin değerlendirilmesi kişilere göre değişmektedir. Dönemin K.K.K.Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet gazetesine vermiş olduğu mülakatta seminere ilişkin yapılan eylemin “disiplin suçu” olduğunu beyan etmiştir. Bir dönem askeri darbelerin “görev” olarak yapıldığını düşünürsek disiplin suçu olarak değerlendirmek bile darbeye teşebbüsün itirafı gibidir. Çünkü hukukçular onların disiplin suçu gördüğü eylemi diğer delillerle birleştirince farklı değerlendirebilir.

4-Hukukçu olarak bu davanın her safhasında çok titiz bir çalışma yapıldığına şahit oldum. Dosya incelense “müzahir” listelerde üç bine yakın ismin olduğu görülecektir. Bu kişiler titizlikle incelenmiş, haklarında başka delil olmayanlara ek takipsizlik kararı verilmiştir. Dijital belgeler üzerinde, taraflar kabul etmese bile, defalarca bilirkişi raporu alınmış fakat yeniden yargılanma safhasında iddianame, duruşma tutanakları veya en azından Mahkemenin gerekçeli kararı gereğince okunmadan raportör ve Mahkeme kararı verilmiştir.

5-Şunun farkındayım ki, ben ne yazarsam belli bir kısım kişiler buna inanmayacaktır. Hatta tüm duruşma safhalarında ve verilen AYM kararı sonrasında olduğu gibi hakaretlere ve tehditlere maruz kalacağım. Televizyon programları ve internet vasıtasıyla bir çok tehdit ve hakaret içeren sözler işiteceğim. Ben ve arkadaşlarım adına işimizi doğru yaptığımdan emin olduğum için içim çok rahat. Tehditler mi, tehdit edenlerin bize yönelik çok bir şey yapamayacaklarını düşünmüyorum. Zira bir hafta önce İçişleri Bakanlığınca ben ve heyette bulunan Hakim Savcılar hakkında, İstanbul Valiliğinin vermiş olduğu korumalar kaldırıldı. Tehlike olsaydı kaldırılmazdı. Buna rağmen duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum.

Hüseyin KAPLAN, İstanbul Cumhuriyet Savcısı, İstanbul Avrupa Adliyesi"

KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE

Balyoz savcısı Kaplan'ın açıklaması bu şekilde. Sözlerine ve tepkisine katılıyoruz. 23 Haziran 2014 tarihinde  'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1) başlığıyla kaleme aldığımız haberimizde görüşlerimizi geniş ve açık şekilde aktarmıştık. Yine tekrar etmek istiyoruz ki, kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yapmıştır. Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da, yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız, hatta delillerle ilgili tartışmalara dair ayrı bir sayfa ayırdığımız (2) için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: O şüpheler esasa taalluk etmeyen şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf yargılama bu davalarda yapılmıştır.

Sanıklar tarafından yargılama süreçlerinde adeta kabul edilinceye kadar yeni bilirkişi raporları istendi sürekli. Dijital delillerin delil olmaktan çıkarılması gibi tüm dünya hukuk çevrelerinin güleceği, uygulanması halinde davaların çökeceği saçma öneriler ciddi ciddi duruşmalarda dile getirildi. Sanıklar yüzlerce tanık dinletme talebinde bulundu. Bu taleplerin kabul edilmesi halinde davanın kaç yıl daha uzayacağı duruşmalarda matematiksel olarak ortaya kondu. Bir taraftan mahkeme davayı çabucak sonuçlandırmaya çalışıyor, delilleri tam değerlendirmeden davayı örtbas etmeye çalışıyor gibi ya da benzeri itirazlar yapıldı, mahkeme suçlandı. Diğer taraftan yüzlerce tanık dinletme ve yeni bilirkişi raporu alma,, reddi hakim ve benzeri taleplerle dava uzatılmaya çalışıldı. Davaya katkı değil engel olma çabaları o dereceye vardı ki, sanık avukatları duruşmaları boykot ederek davayı kilitlemeye çalıştı. Hatta mahkeme salonunu basma ve sanıkları kaçırma girişimleri dahi yaşandı.

Evet tüm bunlar yaşandı. İtalya'da yıllarca süren Gladio davasında daha sert bir yargılama yaşandığı halde bu görmezden gelinmeye çalışıldı. Balyoz ve Ergenekon sanıklarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) defalarca yaptığı; hak ihlalleri olduğu, delillerin sahte olduğu gibi konu taşıyan başvurular hep reddedildi. Mahkeme, tutuklama gerekçeleri ve süre uzunluğunun makul olduğuna, delillerin sahte olmadığına dair karar verdi. AİHM sanıklara ret kararları verdi. Defalarca. Ama bu görmezden gelindi bu çevrelerde.

-Darbe ile devrilemeyen Meclis'i bir başka devirme yolu-

Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesini kullanan çevreler darbe sanıklarını adeta bir kahraman haline getirmeye çalışıyor. Zannedersiniz ki, karşımızda masum melekler var!.. Nasıl olsa günah keçisi de var: Paralelciler.. Birileri gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamızı bekliyor. Hatta daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in bu davalarda yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. Çok acayip, tuhaf ve alaycı bir girişim.. Devrilmesi başarılamayan Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye olunmuşken, iadei itibar kararı aldırılarak Meclis bir başka açıdan devrilmek isteniyor.

Evet, paralel yapının varlığı çok sayıda somut delille ortaya çıkmış bulunuyor. Bu yapının kumpas merakı ve yeteneği de.. Cemaat tabanlı bu yapının kumpaslardan ne kadar iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıktı. Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de değiştiremez. Her zaman şunu savunduk. AK Parti bugün var, ama belki yarın belki başka bir gelecekte olmayacak. Türkiye ise her zaman var olacak. İnsanların tipini, görüşünü vesair özelliklerini sevmeyebilirsiniz. Ancak bu onlara haksızlık yapmanızı, kumpas kurmanızı gerektirmez. Bu zulümdür, günahtır, kul hakkıdır. Dinen asla kabul edilemez. Biz her zaman bu görüşteyiz. Bu nedenle darbeye karşı olduğumuz kadar kumpasa da karşıyız. Masum insanları kumpasla cezaevlerine atmak, hatta adlarını bile lekelemek alçaklıktır. Asla kabul edilemez. Sanıkların sadece aleyhlerine değil lehlerine olan deliller de dikkate alınsın. Hep bunu savunduk. Ancak kumpasa bu şekilde karşıyız diye darbecileri gözden kaçıracak ve onları masum melekler ilan edecek de değiliz. Kim darbe girişimine kalkıştıysa erkek gibi ardında dursun. Paşa paşa cezaevinde yatması gerekiyorsa yatsın. Ağlayıp durmasın... İşte bunlar bizim görüşlerimiz.

Dikkat edilirse son dönemde her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Örneğin Hanefi Avcı'nın bazı dedikleri doğru çıktı diye her dediği doğru kabul ediliyor. Sözü kimin söylediğine değil ne dediğine bakılmalı. Somut bulgular var mı diye bakılmalı. Geçmişte de bugün de bunun tersi yapılıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1), 'TÜBİTAK: Deliller sahte değil' (3) ve ''Kumpasa bak' cambazlığı zirvede' (4) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine şimdi tam tersi bir muamele yapılıyor. Kahraman olarak görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve tefrit durumu söz konusu yani.

Bu durum Ergenekon ve Balyoz'dan sonra son olarak Zirve davasında da gözlendi. Vahşice öldürülen 3 kişiye olan oldu ve de yakınlarına. Maktullerden birisinin annesi duruşmada 'katilleri nasıl serbest bırakırsınız' diye feryat etti. Duyan yok. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar duruşmada 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. Bu itibarla, Balyoz savcısı Hüseyin Kaplan'ın açıklamalarının doğru olduğuna inandığımızı belirtmek istiyoruz. Yanlışlıklar varsa bunlar ilerleyen süreçlerde ortaya çıkacaktır. Ancak somut bulgular göstermeden, genel kabuller yaparak savcı ve hakimlerin karalanmasına karşı olduğumuzu da dile getirmek istiyoruz. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)

(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049
(2) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp
(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6053
(4) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6060




Savcı: Deliller zehirli meyve gibi
Malatya'da 9 kamu görevlisinin DHKP-C adına faaliyet gösterdiği iddiasıyla yargılandığı dava özel yetkili mahkemeler kapanınca Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Savcı Kurtuluş Çalışır, daha önce özel yetkili mahkeme sürecinde toplanmış deliller için 'zehirli meyve' benzetmesi yaptı. Savcının görüşüne uyan mahkeme de 'hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için' dosyayı Savcı Çalışır'a havale etti. Savcı Çalışır'ın adı 21 Nisan'da da gündeme gelmişti. Telekulak olaylarını eleştiren yazıları ve yargı üzerine kitapları nedeniyle yasa dışı olarak dinlenen Malatya Cumhuriyet Savcısı Kurtuluş Tayanç Çalışır, paralel yapıyı 'mandacılıkla' suçlamıştı. Kendisini dinleyen ve emri verenler için suç duyurusunda bulunan Çalışır, gelişmelere rağmen sessiz kalan YARSAV üyeliğinden istifa ettiğini açıklamıştı. Çalışır, yasadışı elde edilen deliller için zehirli meyve benzetmesini o gün de yapmıştı.

09.07.2014 12:28 Malatya’da dokuz kamu görevlisinin bir terör örgütü adına faaliyet gösterdiği iddiasıyla yargılandığı davada ilginç bir karar alındı. Savcı, dosyadaki delillerin, kaldırılmış olan özel yetkili savcılık tarafından toplandığını, bu delillerin hukuka ve yasal düzenlemelere aykırı olabileceğini, yargılamanın önyargılar dahilinde sürmemesi için delillerin hak ve özgürlükler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Mahkeme de “hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için” dosyayı Savcı Çalışır’a havale etti.

‘ZEHİRLİ AĞACIN MEYVESİ DE ZEHİRLİ OLUR’

Radikal'in haberine göre; DHKP-C adına faaliyette bulundukları suçlamasıyla Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde haklarında dava açılan dokuz kamu görevlisi ile ilgili yargılama, özel yetkili mahkemelerin kaldırıldığı 6526 sayılı yasadan sonra Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne düştü. Davanın, geçen 25 Haziran’da görülen ilk duruşmasında söz alan Savcı Kurtuluş Tayanç Çalışır, özel yetkili savcılık ve mahkemelerin kaldırılması ile birlikte davanın açılmasına yol açan delillerin de tartışmalı hale geldiğini savunarak, “Zehirli ağacın meyveleri de zehirli olur” benzetmesini yaptı. Dava dosyasında hukuka aykırı deliller bulunabileceğini savunan Savcı Çalışır, şunları kaydetti:

“Hukuka ve mevcut yasal düzenlemelere aykırı olma olasılığı, bu aykırılığın tespiti halinde 6526 sayılı yasa ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerindeki kovuşturma aşamasının da hukuka aykırı olarak toplanmış kanıtlar üzerinden oluşması, muhtemel önyargılar dahilinde devam etmesi hususları göz önünde bulundurulduğunda, mevcut dosyanın, toplanmış olan kanıtların, mevcut hukuki düzenlemeler, hak ve özgürlükler ışığında mahkemece değerlendirilerek, hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesi halinde kovuşturmanın hukuka aykırı kanıtların göz önünde bulundurulmaksızın devam etmesi gerektiği mütalaa olunur.”

Mahkeme heyeti, savcının bu değerlendirmesini dikkate alarak, “hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için” dosyayı savcıya verdi. Duruşma, 6 Kasım 2014’e bırakıldı.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan avukat Engin Gökoğlu, Malatya ve diğer illerde açılan KESK davalarının tamamının, Yürüyüş dergisi bürosunda bulunduğu savunulan 1055 numaralı bir CD’ye dayandırıldığını ve bu CD’nin kaybolduğunun söylendiğini belirtiyor. Aynı şekilde, bu davaların tamamında soruşturma aşamasında usulsüz dinleme, teknik takip ve arama kararları verildiğini ileri süren Gökoğlu, “Özel yetkili mahkemeler usulsüz mahkemelerdi ve bunların yaptığı bütün işlemler de hukuka aykırıydı. O mahkemeleri kaldırıp bunların yaptığı işlemlerle yargılamaya devam etmek demek, temeli sakat bir işlem yapmak demektir. Bu usulsüz işlemlerin tamamının dosyadan çıkarılması gerekiyordu. Başka türlü de dava sürmezdi” diyor.

SAVCI: PARALEL KULAKLAR MANDACI

Savcı Çalışır'ın adı 21 Nisan 2014 tarihinde de gündeme gelmişti. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir dilekçe veren Çalışır, "İllegal olarak dinlenen 148 bin kişi içinde, kullandığım telefon numaram 2011 yılı içinde 3 ay süreyle dinlendiğimi öğrendim.. Söz konusu tertip malzemelerin kale gibi korunan yerlerden elde edilmesidir. Bu da yapılanların belli bir merkezden yönetildiğini, gizli amacın da devlet ve ulus meselesi olacak kadar büyük sahip olduğunu göstermektedir. Bu amaç için çok büyük teknolojik olanaklar seferber edilmektedir." diyordu. Biyolojik, kimyasal ya da nükleer savaştan sonra sıranın bilişim teknolojisinin kirli savaşına gelindiğini belirten Çalışır, "Bu savaş pilot bölge seçilip ülkemizde uygulamaya konuldu. Acaba 'manda yönetimi'nin bir örneği bu yollarla ülkemizde mi denenmeye çalışılıyor" sorusunu yöneltiyordu.

Çalışır, yasadışı elde edilen deliller için zehirli meyve benzetmesini o gün de yapmıştı. Bu tip usulsüz yöntemlerle elde edilmiş çeşitli bilgilere zaman zaman kanıt değeri tanımasının kahredici olduğunu belirten Kurtuluş Çalışır, "Zehirli ağaç usulsüzlüklerse, zeh