Balyoz ve Ergenekon'da delil tartışmaları
Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerin
sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Bu
haberimizde bu tartışmalara dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı
amaçlıyoruz. Tartışma konusu olan deliller ile bu delillere karşı ileri
sürülen itirazları gücümüz yettiğince burada bir araya toplamayı
istiyoruz.
Odatv davasında yaşanan
delil tartışmaları sayfasına ulaşmak için tıklayın
27.03.2012 15:33 Abdullah Harun - Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın
getirdiği delillerden bazılarının sahte olduğunu, polis tarafından
üretildiğini iddia ediyorlar. Kritik delillerin hiçbirisini kabul
etmiyorlar. Örneğin bir sanıktan elde edilen cd'lerden bazılarını kabul
ederken içerisinde kritik bilgiler olduğunu iddia ettikleri bazılarını
ise kabul etmiyorlar. Bu konuda oldukça komik gerekçeler de ileri
sürebiliyorlar.
Örneğin Ergenekon sanığı Levent Bektaş'ın, "Aramaya gelen
polislere çay söylemek için bürodan çıktığımda onlar tarafından
yerleştirilmiş" demesi gibi. Diğer bir Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez,
evinden çıkan silahları arama esnasında polislerin yerleştirdiğini iddia
etti. Aramaya katılan askeri yetkililer ise böyle bir şey olmadığını
belirttiler. Ergenekon sanığı Dursun Çiçek'in hazırladığı ıslak imzalı
belgenin fotokopisi için "Kağıt parçası bu, hukuki değeri yok. Aslını
bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız" denildi. Aslı çıkınca da bu kez
"ıslak imza sahte" denildi. "Üzerinde parmak izi var mı bakılsın. Kağıt
o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı bakılsın. Mürekkep de
aynı şekilde kontrol edilsin. Herşey uygun olsa bile, imza ıslak imza
makinesi ile atılmış olmalı. Ayrıca yazışma formatı resmi bir belgeye
uymuyor.." gibi sürekli yeni bahaneler ileri sürüldü.
Ergenekon
davalarında olduğu gibi Balyoz davasında da sanıklar delillerin sahte
olduğunu iddia ediyorlar. Sanıklar ve avukatları, "Balyoz'da delil cd'leri sahte. 2003'teki balyoz planına ait olduğu ileri sürülen
cd'lerinde sonraki yıllara ait bilgiler var. Bu da o cd'lerin
sahteliğini ispatlıyor" diyorlar.
Aslında bu sayfanın hazırlanmasına bir ziyaretçimizin siteye gönderdiği
aşağıdaki mesaj yol açtı:
"Merhaba, Balyoz davası ile ilgili olarak yayınladığınız
www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=4331 linkindeki yazıya
istinaden tamamen sahte CDler ve delillerden oluşan ve 365 masum insanın
aylardır hatta yıllardır hapishane cürütülmesine neden olan davada neden
tutukluların lehine olan ve iddianamenin sahte olduğu gösteren
delillerden bahsetmediğinizi merak ederek bu mesajı göndermek istedim.
Davaya konu olan ve suç içeriği olduğu iddia edilen CDleri sahteliği hem
bilirkişi hem de cdlerin içindeki bilgilerle (örn. plakası 2006 yılında
değişen bir araç nasıl 2003te hazırlanan bir cd'de yeni plakası ile
bulunabilir. Dosyalar nasıl window 2007 sürümü ile yazılmış olabilir. vb
vb) Yapmış olduğunuz haberlerin ve yazıların insanları doğruları
aktarmak için yazılması gerekli, masum insanların şu an ileri demokrasi
ile övünen günümüz Türkiye Cumhuriyetinde hapishanelerde olmasını
desteklemek hangi etiğe ve vicdana sığmaktadır. Doğru ve adaletli bir
haber okumak dileğiyle. İyi çalışmalar dilerim. cremole80@yahoo.com.tr,
15 Mart 2012, Perşembe 04:30"
Biz de kendisine şöyle bir cevap vermiştik:
"Hiç kimsenin haksız yere zan altında kalmasını ya da suçlanmasını asla
istemeyiz. Biz iddiaları aktarıyoruz. Ancak cevap gelirse onu da
memnuniyetle yayınlarız. Bu işimize gelir şu gelmez diye bir düşüncemiz
asla olmamıştır. Fikrini beğenmediğimiz bir kişi bile olsa onun haksız
yere suçlanmasını asla istemeyiz. Bu sitede yayınlanan haberlerin bir
çoğu aslında alıntıdır ve iddiaları içermektedir. Lehte ve aleyhte,
ciddi içeriği olan, hakaret içermeyen, site konumuzla ilgili ve gücümüz
yettiğince tüm iddiaları aktarmaya çalışıyoruz. Sitede yayınlanması o
iddiaların doğru olduğunu göstermez. Sadece bir tartışma ortamının
oluşmasını, site konumuzla ilgili lehte ve aleyhte dile getirilen
iddialar arasında o iddiaları içeren haberin de dikkate alınmasını
amaçlıyoruz.
Bir kişi mahkemece suçlu bulunmadığı sürece suçsuzdur, masumdur. O kişi
hakkında dile getirilenler sadece bir iddiadır. İddialara farkında
olmayarak cevap verememesi, ya da farkında olsa bile muhtelif sebeplerle
cevap vermemesi, ya da vermek istememesi 'bize göre' o kişinin suçlu
olduğunu göstermez.
Hiçkimse farkına varmasa bile Allah her şeyin farkındadır. Kimsenin kul
hakkını almak istemiyoruz. Biz bu inançtayız. Umarız sizler haklı
çıkarsınız, içerideki yakınlarınız da biran önce çıkarlar, beraat
ederler. Maduriyetiniz uzamaz. Lütfen bu konudaki samimiyetimize inanın.
Ancak olay kamu davası olduğu yani kamuyu, yani bizleri de
ilgilendirdiği için ilgilenmemezlik de edemeyiz. Suçlamalar çok ciddi.
Bunları belirttikten sonra mesajınızdaki görüşlerinize gelelim.
Bahsetmiş olduğunuz haberimizdeki aktardığımız ya da kendi ileri
sürdüğümüz görüşler arkasında duracağımız, savunduğumuz görüşlerdir. Bu
konuları sürekli takip etmekteyiz. Gelişmeleri dikkatle gözlemekteyiz.
1) Neden tutukluların lehine olan ve iddianamenin sahte olduğu gösteren
delillerden bahsetmediğimizi merak etmişsiniz.
Eğer karşı görüşleriniz varsa, uzun bir yazı şeklinde de olabilir,
gönderebilirsiniz. Onu sansürlemeden olduğu gibi yayınlarız. Cevap
hakkınıza saygı duyarız.
2) CD’lerin sahteliği görüşünüz bizce doğru değildir. Yani bunu
söylerken eldeki bulgulara bakarak tabi ki bunu söylüyoruz. Bizimki de
elbet bir iddiadır. Yanılabiliriz . Ama nasıl siz eldeki bulgulara
bakarak sahte diyorsanız biz de yine bulgulara bakarak sahte olmadığı
görüşündeyiz. Umarız yanılırız.
2003’tek darbe hazırlıklarına dair hazırlanmış CD’lerin içerisinde
sonraki yıllara ait bilgilerin olması normal. Çünkü bilgiler
güncellenmiş. Darbe girişimleri sonraki yıllarda da devam etmiş.
Ergenekon kapsamında açılan çok sayıdaki davalarda ele geçen silah belge
ve benzeri deliller bunu gösteriyor. Bu konuda Gölcük Donanma
Komutanlığı’nda zemin altında bulunan bilgiler de önemli delil oldu.
Başta da dediğimiz gibi biz bu konuları dikkatle takip etmekteyiz.
Savunma yapan sanıkların ve avukatlarının kolaycılığa kaçtığı
kanaatindeyiz. Bir çok davada aynı savunma sözkonusu. CD ve DVD’ler,
bilgisayarlardaki mailler, dosyalar, hatta ıslak imza belge olayında
olduğu gibi ıslak imza dahi sahte deniliyor. Polisin tertibi deniliyor.
Virüs yoluyla dışarıdan yüklendi deniliyor. Bilirkişi incelemeleri dahi
inandırıcı olmuyor. Bu yönlerden baktığımızda Ergenekon Balyoz ve benzer
davalardaki yargılama şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde şeffaf ve adil.
Tüm iddialar dikkate alınıyor araştırılıyor. Davaların uzamasına da
sebep olsa gerçeklerin açığa çıkması için bu hassasiyet önemli.
Sanıklarca ileri sürülen delillere karşı olan delilleri, bulguları ve
gelişmeleri çok sayıdaki haberimizde dile getirdik. Onları derleyip
toplayıp düzenli şekilde tek bir habere toplamayı planlıyoruz sizin
mesajınız üzerine. Eğer sizin de aksi yöndeki delilleriniz bulgularınız
görüşleriniz varsa aynı haber içinde aynen yansıtırız. Belki böylesi
daha adil olur.
Mesajınıza kısaca cevap yazmaya çalıştık. Ancak bahsetmiş olduğumuz
delilleri bir haberde toplama çalışmasına ise hemen başlıyoruz. Biter
bitmez siteye ekleyeceğiz. Sonra da güncelleyeceğiz yeni bilgilerle.
Eğer sizin de görüşleriniz gelirse yayınlarız. Görüşlerinizi
güncelleştirirseniz onu da ilgili satırlarınıza yansıtırız.
Site ziyaretiniz için tekrar teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz. 16
Mart 2012, Cuma 06:22"
İşte bu haberimizde, yukarıda da belirttiğimiz gibi delil tartışmalarına
dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı amaçlıyoruz. Bu sayfadaki
bilgiler sürekli güncellenmeye çalışılacaktır.
Sayfanın en altında bu haberle ilgili olabilecek linkler verilmiştir.
Örneğin ses kayıtlarında sıklıkla görüldüğü gibi, geçerliliğini
kaybetmiş yani ölü hale gelmiş linkler varsa bildirmeniz halinde
güncellenmeye, geçerli yenileri bulunmaya çalışılacaktır.
Abdullah Harun / kontrgerilla.com
İşte Balyoz 'darbe' diyen deliller
Balyoz davasında sona yaklaşıldı. İddiaların aksine Balyoz'un rutin bir
seminer olmadığı anlaşıldı. Yaşar Büyükanıt'ın ifadeleri de bunu teyit etti.
Askerlik hayatı boyunca 2003'teki Balyoz gibi bir seminer görmediğini
belirten Büyükanıt, plan seminerlerinin 1999'da yasaklandığının da altını
çizdi. Büyükanıt'ın semineri hukukçulara inceletme gereği duyması, iç tehdit
konuşulmadı denilmesine karşın konuşulduğunun kesinleşmesi, Balyoz planında
yer alan Milli Mutabakat Hükümeti kurma planının bir seminerde
olamayacağının askeri yetkililerce de kabul edilmesi ve diğer bazı kritik
deliller de darbeyi ispatlayan ayrıntılar.
09.03.2012 10:59 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 15 ay önce başlayan
365 sanıklı Balyoz davasında 83 duruşma geride kaldı.Savunmalar ve tanık
ifadeleri alınırken, delil değerlendirme kısmına geçildi. Savcının esas
hakkındaki mütalaasının ardından dava sonuçlandırılacak. Bugüne kadar gelen
süreçte şu net olarak anlaşıldı ki, Balyoz planı, masum ve rutin bir harp
oyunu değil. Dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan başta
olmak üzere sanıklar, savunmalarında seminerin Egemen Planı olduğunu iddia
etti. Onlara göre harp oyunu oynanmıştı. Bazı sanıklar da, 'iç tehdidin'
konuşulmadığını ileri sürdü. Ancak hem seminer ses kayıtlarında, hem de
gözlemci raporunda hemen her aşamada 'iç tehdit' başlığı altında konuların
konuşulduğu ortaya çıktı. Bu da söz konusu seminerde, örtülü olarak darbe
planı görüşüldüğü iddiasını doğruluyor.
Büyükanıt niçin hukukçulara inceletme gereği duydu
2002-2003 yılının Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt, dönemin Daire
Başkanı Orgeneral Bekir Kalyoncu ve yine dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay
Başkanı İlker Başbuğ'un 'tanık olarak verdikleri ifadeler de önemli. Bu
tanıkların 'plan seminerinde gerçek isimler konuşulmaz', 'gözlemci raporunu
imzaladım ama bu içeriğini onayladım anlamına gelmez' açıklamaları
savcıların iddialarını destekliyor. Büyükanıt'ın, yasada olmamasına rağmen
gözlemci raporunu hukukçulara incelettirdiğini söylemesi de dikkat çekici.
Akıllara, 'Eğer normal bir plan semineri ise neden hukukçulara inceletme
gereği duyuldu?' sorusunu getirdi. Çetin Doğan'ın, Büyükanıt'a yönelttiği,
"Dış tehditle mücadele ederken bir taraftan da iç tehdidi kontrol etmek
gerekmez mi?" sorusu da, seminerde 'iç tehdit'in konuşulduğunun kanıtı gibi.
Ayrıca, seminerde imam hatip lisesi müdürleri, belediye başkanları gibi
gerçek isimlerin neden kullanıldığı hiçbir sanık tarafından açıklanamadı.
Madem herşey rutin niçin Balyoz'un benzeri yok
Sanıklar, dört bir yandan bilirkişi bulma, dosyadaki delilleri tek tek
irdeleme, en ufak yazışma hatasını kullanarak kamuoyu oluşturma yoluna
gitti. Balyoz seminerinin benzeri olan başka bir semineri örnek gösterip,
kendilerine çok iyi bir savunma sağlayabilirlerdi. Madem her şey rutindi,
TSK bünyesinde benzer bir seminer kayıt ve harp oyunu yok muydu? Bunun neden
yapılmadığını Büyükanıt'ın açıklamalarından anlıyoruz. Gözlemci raporunda
imzası olan Büyükanıt, bir sanık avukatının, "Olasılığı En Yüksek Tehlikeli
Senaryo' gibi bir planın seminer icrasını gördünüz mü?" şeklindeki sorusuna,
"Hayır." karşılığını verdi. Askerlik hayatı boyunca birçok sıkıyönetim ve
harp oyunu seminerlerine katıldığını belirten Büyükanıt'ın, Balyoz semineri
gibi bir seminer görmediğini söylemesi de oldukça önemli. Bu da, sanıkların
neden Balyoz seminerinin bir benzerini savunma olarak sunamadıklarını
gösteriyor.
Milli Mutabakat Hükümeti kurma planı Balyoz'u ele veriyor
İddianame ilk açıklandığında, başta Çetin Doğan olmak üzere Balyoz sanık ve
avukatları, 'Milli Mutabakat Hükümeti'nin ekonomi programının Haydar Baş'ın
2005 yılındaki açıklamalarından alındığını iddia etti. Ama ilerleyen
günlerde görüldü ki, aslında 'Milli Mutabakat Hükümeti' tanımı hem Balyoz
seminerinde hem de 1. Ordu gözlemci raporunda yer alıyor. Ayrıntılı
çalışmalar yapan sanıkların, Milli Mutabakat Hükümeti programı oluşturması
da çok zor olmasa gerek. Bu konuda duruşma savcısı Savaş Kırbaş'ın
Büyükanıt'a sorduğu soruya aldığı cevap önemli. Savcının, "Milli Mutabakat
Hükümeti'ni kurmak 1. Ordu Komutanlığı'nın görevi midir?" sorusuna Büyükanıt,
"Meclis'in görevini 1. Ordu yüklenemez. Böyle bir görev değişimi eşyanın
tabiatına aykırı." karşılığını vererek, Milli Mutabakat Hükümeti
kurulmasının plan seminerinde olmaması gerektiğine işaret ediyor.
Yazışma hataları var öyleyse askerler hazırlamamıştır denildi, ama..
Sanıklar, Balyoz CD'lerindeki yazışma hataları sık sık savunmalarda eleştiri
konusu yaptı. Ama son olarak eski Genelkurmay başkanlarının imzası olan ve
doğruluğu yönünde hiçbir şüphe bulunmayan 'gözlemci raporu'nda ilginç
anlatım bozuklukları ve harf hataları var. Hakim, bu yanlışlıkları duruşmada
dile getirdi. Hem Büyükanıt hem de gözlemci raporunda parafı bulunan dönemin
Daire Başkanı Korgeneral Köksal Karabay, imla hataları ve anlatım
bozuklukları olduğunu doğruladı. Dolayısıyla, askerlerin darbe planının
parçası ya da rutin günlük işleyişinde hazırlanan tüm belgeler hatasız,
yanlışsız değil.
Cunta faaliyetleri 2003'te bitmiyor, planlar zaman içinde güncellenmiş
Balyoz davası ciddi bir seyirde devam ediyor. Çetin Doğan'ın, Balyoz
seminerinin tarihinin Genelkurmay Başkanlığı'nın katılmayacağı anlaşılınca 4-6
Mart iken, birden 5-7 Mart 2003 olarak değiştirmesi, emekli Korgeneral Süha
Tanyeri'nin ajandasındaki el yazısı seminer notları, seminer gözlemcilerinin
duruşmada sessiz kalması ve sorulara genel olarak "Hatırlamıyoruz." şeklinde
cevap vermesi sanıklar açısından hiç de iç açıcı değil. CD'lerdeki bazı el
konulacak hastane ve ilaç şirketlerinin 2003 yılından sonra yapılan isim
değişikliği ile yer aldığını söyleyerek bütün davayı da bu açıdan temelsiz
bırakmaya gayret ediyorlar. Sanıklar aleyhine deliller o kadar fazla ki, bu
aşamada bu teknik durum tek başına davayı temelsiz bırakması mümkün değil.
Mahkeme, delilleri değerlendirirken bu durumu da tekrar gözden geçirecektir.
Ayrıca ortaya çıkan deliller, iddia edilen Balyoz cuntasının 2003 yılında sona
ermediğini, sonraki yıllarda da devam ettiğini gösteriyor. Gölcük Donanma
Komutanlığı'nda ele geçirilen 5 No'lu hard diskteki dokümanlar, Balyoz
belgelerinin zaman içinde güncellendiğini işaret ediyor. Bunu tespit etmek de bu
aşamada mahkemenin işi. (Büşra
Erdal / Zaman)
ASKERİ SAVCIDAN ŞOK İTİRAF
'Savcılar literatürü bilmediği için daha
anlayamadılar ama yazışmalar darbe delili!'
Balyoz'un darbe planı olduğunu gösteren çok sayıda başka bulgu daha
sayılabilir aslında. Ama en çarpıcı iki tanesi herhalde eski Genelkurmay
Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı ile bir grup askeri savcının
konuşmalarının yer aldığı ses kaydı olmalı. Hem Koşaner'in hem de askeri
savcıların bu ses kayıtları Balyoz davasının önemli delilleri arasına girdi.
Askeri Savcı Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu
ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile ilgili
itiraflar yer alıyor, Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' deniliyor.
Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer toplantıları için
'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen görevinden
alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor
hazırlatıldığı iddiası medyaya da yansımıştı. Ses kaydında bu iddia da
doğrulanıyor.
Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
O ses kaydı, Balyoz dosyasında
İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu
Balyoz soruşturması sürerken internete düşen bir ses kaydında, aralarında 1.
Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'in de bulunduğu askeri hukukçular,
hararetli bir şekilde Balyoz planı ve CD'leri tartışıyordu. Albay Bülent
Münger, Balyoz CD'lerini incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının
imkansız olduğunu anlatıyordu. Münger şu şok ifadeleri kullanıyordu:
"1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının
delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. (...)
Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül
darbe planının bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...)
Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan
arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi?
Daha bu, buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor,
biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim.
Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve
bütünlüğü bozan bir şey yok."
Albay Münger, ayrıca Balyoz CD ve belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında
rapor hazırlayan ilk askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın nasıl sürgün
edildiğini de kayıtta anlatıyordu. Münger'in bahsettiği Binbaşı Erdoğan, söz
konusu raporunda Balyoz'un, plan seminerinin çok ötesinde bir darbe
hazırlığı olduğunu aktarmıştı. Hazırladığı bu rapor üzerine de sürgün
edildi. Ses kaydı 2011 Mart ayında internete düştü. Harekete geçen savcılar,
Ekim ayında Albay Bülent Münger'i 'tanık' sıfatıyla sorguladı. Münger, bazı
belge ve CD'ler ortaya çıkınca askeri hukukçu arkadaşlarıyla konuştuklarını
doğruladı. Ancak ses kaydının içeriğinin çarpıtıldığını savundu. Bülent
Münger'e, ilk askeri bilirkişi raporunu hazırlayan Ahmet Erdoğan da soruldu.
Münger, Balyoz'un bir darbe planı olduğunu doğrulayan Erdoğan'ın raporu
hazırlamasının hemen ardından tayin edildiğini doğruladı. Münger, "Benim
yürüttüğüm bir soruşturmada tayin edilmiş genç bir bilirkişi olan Ahmet
Erdoğan'ın vermiş olduğu rapor nedeniyle tayin görmüş olmasına üzülmüştüm."
ifadelerini kullandı.
'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişiye sürgün
Askeri savcı Münger'in ses kaydında bahsettiği bilirkişi raporu da Balyoz
davasının delilleri arasına girdi. İnternet ortamına düşen ses kaydında
"Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var"
ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve
'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri
bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü
iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz
planının benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010
tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim
esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip
devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi
yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir
kişi" demişti.
KOŞANER: Namerde malzeme verdik
Dava dosyasına son olarak eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı
da girdi. Ses kaydında 'herşeyimizi çaldırmışız, maalesef namerdin eline
malzeme verdik' diyen Koşaner, meçhul biri tarafından Taraf gazetesine
oradan da savcılara ulaşmış olan ve Balyoz davasının açılmasına neden olan 1
valiz dolusu belge ve ses kaydının 1. Ordudan çıktığını itiraf ediyordu. En
üst kademeden gelen bu itiraf şüphesiz davanın en önemli delilleri arasında
ve askeri yetkililerin yargıdan suç ve delillerini gizlediklerine dair güçlü
bir delil olarak yer alıyor. Ses kayıtları iddianamede, 'Açık kaynaklardan
temin edilen ses kayıtları' başlığı altında sıralanıyor.
Koşaner ve askeri savcıların ses kayıtları dışında başka ses kayıtları da
dava dosyası delilleri arasında yer alıyor. Balyoz semineri toplantılarında
katılımcı subayların konuşmalarını içeren saatlerce uzunluktaki orjinal ses
kayıtları Balyoz davasındaki en önemli deliller arasında yer alıyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
Ses Kaydı: Askerlerden Balyoz doğrulaması
Balyoz darbe planıyla ilgili dailymotion.com sitesinde şok bir ses kaydı
yayınlandı. 2002-2003 yıllarında 1. Ordu Adli Müşavirliğinde çalıştığı iddia
edilen kişiler Balyoz darbe planıyla ilgili önemli itiraflarda bulunuyorlar.
Hukukçu olduğu iddia edilen bu kişiler, hem kamuoyunun tüm şüphelerini
giderecek, sivillere mantıksız gibi gelen ayrıntılar hakkında çözümlemeler
yapıyorlar hem de Balyoz darbe planlarının gerçekliğini kendi aralarında
kabul ediyorlar.
15.03.2011 11:45
Balyoz darbe planlarının yer aldığı CD'lerle ilgili internete yeni bir ses
kaydı düştü. 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay Bülent Münger'le birlikte 5
askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtta, planların gerçek olduğu
aktarılıyor. Konuşmanın bir yerinde Münger olduğu iddia edilen kişi, "Bunlar
buzdağının görünen yüzü." diyor. Gölcük'te 6 Aralık'ta yapılan aramadan
sonra kayda alındığı anlaşılan konuşmalar, sanıkların 'planlar sahte'
savunmasını çökertiyor. Kayıtta, sivil savcıların görevlendirdiği askeri
bilirkişinin raporuyla ilgili konuşmalar da dikkat çekiyor. Raporun, çok iyi
hazırlandığı belirtilirken şu ifadeler kullanılıyor: "Bilirkişi olan binbaşı
gibi yeteneklisini hayatımda görmedim ama adamı raporu nedeniyle
kaydırdılar. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse,
ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar. Balyoz
CD'lerinde var bunlar. Sen onları fark ettin. Yarın adamlar bir daha askeri
bilirkişiyi dinleseler senin fark ettiğin şeyleri fark edecekler."
Çetin Doğan ve diğer sanıklar Balyoz planlarının sahte olduğunu
söyleyedursun, internete düşen ses kayıtları bütün savunmalarını çökertiyor.
Daha önce iki astsubaya ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, Gölcük'te ele
geçirilen belgelerin gerçek olduğu söyleniyordu. Dün, dailymotion.com adlı
internet sitesine yeni bir kayıt daha düştü. İddiaya göre, kayıttaki sesler
5 askeri hukukçuya ait. Konuşmalardan kaydın Gölcük Donanma'da 6 Aralık'ta
yapılan aramadan sonra alındığı anlaşılıyor. Seslerden birinin 1. Ordu
Askeri Başsavcısı Bülent Münger'e ait olduğu iddia ediliyor. Hukukçular,
Balyoz'u tartışıyor. CD'lerin gerçek olduğu anlatılıyor. Münger'in ses
kayıtlarında "Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri
taralı vaziyette. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse,
ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar"
şeklindeki sözleri dikkat çekti.
'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişi sürüldü
İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen
semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri
Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır"
değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin
değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12
Eylül darbe planları ile Balyoz planının benzerliklerinden de bahsediliyor.
Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat
Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri
içeren ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan
olduğu değerlendirmesi yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise
"Bilirkişi değil bir kişi" demişti.
Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
O ses kaydı, Balyoz dosyasında
İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu
İşte o konuşmaların dökümü:
1. ORDU ASKERİ SAVCILIĞINDAN BALYOZ DEĞERLENDİRMELERİ
TOPLANTI KATILIMCILARI:
Alb.Bülent MÜNGER (1. Ordu ASKERİ BAŞSAVCISI):
Asker Hukukçu 2:
Asker Hukukçu 3:
Asker Hukukçu 4:
Asker Hukukçu 5:
ASTSUBAYLAR, ASKERİ MAHKEMELERİN OLAYLARI NASIL KAPATTIĞINI ÇÖZMÜŞLER
Alb. Bülent Münger (1. Ordu askeri başsavcısı): Astsubaylar bak ne diyorlar
biliyormusun konuşmalarında? Aralarında bu iş keşke, keşke askeri savcılığa
intikal etseydi bak, bu iş keşke askeri savcılığa intikal etseydi diyorlar.
Ne olurdu diyorlar askeri savcılık, genellikle askeri mahkemeler diyorlar
tamam mı? Araştırıyorlar, bir tane günah keçisi, onun üzerine diyorlar olay
bitiyor diyorlar. Adamlar o kadar güzel kurmuşlar ki, tahlil etmişler ki
askeri mahkemelerin yapılarını tamam mı? Bir tane günah keçisi, şey
komutanlarının da şeyiyle, desteği ile bir adam üzerine yoğunlaşıp, onun
üzerine mahkumiyet kararı çıkarırdı diyorlar. Ama şimdi olaylar sakat
diyorlar. Olay sivil savcısının gelip bunları bulması kötü oldu diyorlar (Gölcük belgelerini kast ediyor). Keşke askeri savcılığa gitseydi diyorlar.
Asker Hukukçu 2: Bak ben sana söyleyim mi? Bakk bakk,
X: Mesela şeyin cd’leri… Nazlı Ilıcak 7-8 senedir birşeyler çıkacak deyip
duruyordu zaten
Asker Hukukçu 2: Nazlı Ilıcak varya abicim, bak, beş, 7-8 senedir
yazıyordu bunları. Daha çok şeyler çıkacak, biliyor. Bunlar, ellerinde
adamların şeylerin. Nazlı Ilıcak devamlı yazıyordu. Bunların hepsinin elinde
belge vardı. Ama ortam bekliyorlardı. Çok daha kuvvetli oldukları zamanı
bekliyorlardı.
Asker Hukukçu 4: o zaman bu belgeler ellerinde varsa gerçek bu
belgeler. Gerçek.
1. Ordu Başsavcısı: Çetin Doğan konuşmaları zaten normal değildi
1. Ordu Başsavcısı: hııı hıı tabii, ben söyleyim bak, Çetin Doğan’ın
konuşmaları normal değildi abicim. O emekli olmadan önceki konuşmaları, çok
abuk subuk konuşmalardı. Bir bu konuştu bir hurşit konuştu.
Asker Hukukçu 2: bende 15.kolordudaydım. Adamlar acayip acayip
herkesi şey yapıyorlardı. Yanii
Asker Hukukçu 4: abi Hurşit Tolon gelmişti bizim oraya. Acayip
konuşuyordu adam yaa.
Asker Hukukçu 2: her gittiği yerde abuk subuk konuşmalar yapıyordu.
Asker Hukukçu 4: şey, Metin Yavuz Yalçın, geldi o…
Asker Hukukçu 2: Çetin Doğan’da Hurşit Tolon ikisi sene üst üste
geldiler bizim oraya, iki sene üst üste, yani onlarla başladı abuk subuk
konuşmalar.
1. Ordu Başsavcısı: bunlar acayip şeyler tabii, yanii.
Asker Hukukçu 2: hayır hayır. Şöyle;
Asker Hukukçu 3: Türk Silahlı Kuvvetleri 2 defa fiilen darbe yapmış,
Adli müşavir: alışılmadık konuşmalardı onlar
Asker Hukukçu 3: birkaç kez hükümete muhtıra vermiş bir silahlı
kuvvetler, yani bunlar çok acayip karşılanacak şeyler değil.
Asker Hukukçu 2: hayır cami bombalama planlarını, bizim cahil bir
astsubay veya teğmenin hazırladığı bir şey gibi duruyor
Asker Hukukçu 3: burda acayip olan sadece, o camiye bomba atma gibi
saçma sapan böyle planlar varya, onlar acayip.
1. Ordu Başsavcısı: hazırlayan adamların cahilliğinden
kaynaklanmıştır. Hani. Şey vardır, il jandarma komutanı birisine demiştir
bir plan yap işte, ismini koy birde olay yaz demiştir tamam mı? Belki bu
olayı okumamıştır bile üst rütbeler. Yanii, belki üst rütbedeki adamlar
okusa kendi uçağımız düşürme planı mantıklımı diyorlar; geçmişte gemimizi
batıran, deniz kuvvetleri komutanı, gemimizi jetlerle vuran hava kuvvetleri
komutanı oldu.
Asker Hukukçu 3: kendi uçağını düşürme, böyle şeyler…
Asker Hukukçu 2: kendi gemisini batıran adam, deniz kuvvetleri
komutanı oldu. Onu batıran adamda hava kuvvetleri komutanı olmuştu.
Orgeneraller Türkiye’yi toparlamak için camide öleceklere fire verilebilir
gibi bir mantıkla bakıyorlardır. Onların ruh hali normal değil. Böyle plan
yapabilirler
1. Ordu Başsavcısı: komutanların, orgeneral seviyesinde ki
komutanların var ya insanları görüş açısı şu kadar. Bit gibi görüyor tamam
mı? Seni, beni, şu kadarcık bit gibi görüyor. Yani adam, beni hakim olarak
görmüyor. Kimse hakim olarak görmüyor yaa. Ben işe yarayan bir adamım, bir
şeyim tamam mı?
Asker Hukukçu 3: o bakış açısı ayrı, ben ona katılıyorum.
Asker Hukukçu 2: yani diyorki Türkiye’yi toparlamak için düzeltmek
için birazcık fire verilebilir diyor tamam mı? Konuşmalarında. Adamın şeyi
bu. Mantık olarak bunu düşünebilir. Çünkü, ben Hurşit Tolon’la bir kaç defa
karşılaştım. Şeyde konuşmalar falan yapıyordu. Adamların ruh hali normal
değil. Ben olmuştur olmamıştır demiyorum ama. Yani yapılabilir. Öyle
planlarda yapılabilir. Eğer, çünkü… plan seminerindeki 160 kişi daha var.
Planlara karşı çıkarlardı deniyor ama askerlikte herkes bilmesi gereken
kadar bilir jandarmanın planlarını diğerleri bilemezdi ki.
Asker Hukukçu 3: sonra gelelim , hadi tamam öyle plan o adam yapıyor.
Yaa orda 160 küsür tane adam var. Hiç mi bir tane akıllı adam yok. Öyle
şeymi olur mu diyecek?
Asker Hukukçu 5: o planların ayrıntısına herkes erişememiş olabilir.
Asker Hukukçu 4: tabii tabii
1. Ordu Başsavcısı: herkes herşeyi bilmiyor ki
Asker Hukukçu 2: herkes kendine verilen görevi biliyor yaa.
1. Ordu Başsavcısı: herkesin kendi sorusunu yanıtlıyor. Her birliğe
soru yönetiliyor, sen bilirsin işte plan seminerlerini
Asker Hukukçu 4: biliyorum canım
1. Ordu Başsavcısı: her birliğin sorusu var, o soruları cevaplarlar.
Ama şunu söyleyim. Her birliğe sorular soruluyor ya; o soruların gerçek
cevapları…
Asker Hukukçu 5: planın oynanması sırasında
1. Ordu Başsavcısı: hayır, burası (1. Ordu) hazırlıyor cevapları,
kendi kendine ama onlar gizli tutuluyor. Birliklere verilmiyor o cevaplar. O
cevaplar komutanın önünde
Asker Hukukçu 3: yani orda
1. Ordu Başsavcısı: bak bir dakika, o cevaplar, o cevaplar….
Asker Hukukçu 5: 2002-2003 Çetin Doğan; plan seminerinde kafasına
uygun personel seçti. Darbe ortamında rütbeye bakılmaz iş yaparlığına
bakılır
1. Ordu Başsavcısı: şimdi o soruyu cevaplandıracak alay komutanı,
ayağa kalkıyor tamam mı? Alay komutanı, kendisine sorulan soruyu cevaplıyor
seminer sırasında fakat, burdaki merkezin hazırladığı cevapta, yani olması
gereken cevapta komutanın önünde komutan burdaki cevaptan, adamın
konuşmalarını takip ediyor. Acaba kendi kafa yapısına uygun mu değil mi ?
Tamam mı? Ve özellikle terfi sırasındaki adamları kaldırıp soruyorlar,
bunların. Adam hem aynı zamanda not veriyor alay komutanına, hem de aldığı
cevabı kendi cevabı ile değerlendiriyor. Buranın hazırladığı cevaplar,
burdaki harekat şube başkanlığı ve komutanın katıldığı özel şeylerle
hazırlanıyor. El notları falan filan. Tamam mı? Olay çok önemli yani. Adam
aynı zaman da kendi kafasına uygun personel seçiyor orada tabii.
Asker Hukukçu 4: yani onun için adamın rütbesine bakmıyor. İş
yaparlığına bakıyor. Benim emirlerimi tereddütsüz …yerine getirir mi
1. Ordu Başsavcısı: tabii
Asker Hukukçu 4: …yerine getirir mi ona bakıyor adam.
Asker Hukukçu 2: ondan sonra o olay, o tarihten sonra general çıkmadı
23’ ten
Asker Hukukçu 4: demiii
Asker Hukukçu 2: Bekir Memiş’ten sonra çıkmadı. Şey, tuğgeneral. Ki
burası hiç sektirmeyen bir yerdi.
Asker Hukukçu: tabii
Asker Hukukçu 5: evet 23 öyleydi, doğru Çetin Doğan’ın planlarını 1.
Ordu hazırlamıştı zaten, kolorduların tepkilerini ölçüyordu
1. Ordu Başsavcısı: Çetin Doğan, kendi önündeki cevaplar hazır ya,
dosya hazırlamış ya. Şak diye sorular soruyor onlarla ilgili. Adam mesela
kendi cevaplarına eksik şey yapmış, eksik şey yapmış, cevap hazırlamış.
Asker Hukukçu 2: bilemedin birrrr otur. :-)))))
1. Ordu Başsavcısı: adamın tepkisini ölçüyor. Olay öyle.
1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının
delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar
Asker Hukukçu 4: demi, normal plan semineri yapıyorsan bu zaten
eğitim planı içerisindedir. Gizli saklı olmaz.
1. Ordu Başsavcısı: 1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler
darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha
anlayamadılar. Herşey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini
bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar
1. Ordu Başsavcısı: bak, normal bütün o emirleri, emirlerin götürülüş
tarzını, hangi nelerin gizli olduğunu hepsini ben çok iyi biliyorum. Bunlar
daha ortaya çıkmadı. İlerde bunlarda ortaya çıkınca…
Asker Hukukçu 4: peki o dediğin…
1. Ordu Başsavcısı: olayın normal (plan semineri) olmadığı ortaya
çıkacak.
Asker Hukukçu 4: ama sen o bildiğin şeyleri nerde gördün?
1. Ordu Başsavcısı: hepsi emirlerde taranmış vaziyette cd’nin içinde
Asker Hukukçu 4: şey de değil mi bunlar? O balyoz cd’leri savcıların
elinde değil mi
Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj
emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar
1. Ordu Başsavcısı: ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya, mesaj
emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcıların tarafsız askeri
bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını
hemen ispatlarlar
Asker Hukukçu 4: tamam. Balyoz cd’lerinde var bunlar. Sen onları
farkettin. Ama onlar farkedemedi. Çünkü onlar askerlikten anlamıyorlar.
Asker Hukukçu 5: gene askeri bilirkişi…
Asker Hukukçu 4: yarın adamlar bir daha gene askeri bilirkişi
teferruatlı bir şekilde anlayan askeri bilirkişi dinleseler o senin
farkettiğin şeyleri onlar da farkedecekler.
Asker Hukukçu 4: o dosyalara o savcılar yapamazlar ben hep onu
diyorum. Bak baştan beri ben burdayım. O dosyayı anlamak zor, bilmek zor.
1. Ordu Başsavcısı: tarafsız olması lazım.benim ilk denediğim
bilirkişi..
1. Ordu Başsavcısı: bilirkişi olan binbaşı gibi yeteneklisini meslek
hayatımda görmedim ama adamı raporu nedeniyle kaydırdılar
Asker Hukukçu 4: o binbaşı taraflı bir çocuk muydu?
1. Ordu Başsavcısı: hayır
Asker Hukukçu 4: tamamen tarafsız değil mi?
1. Ordu Başsavcısı: tamamen tarafsız bir çocuktu. Ben hayatımda öyle
bir adam görmedim. Bak sana ne diyorum. Hazırladığı bilirkişi raporunda adam
öyle bir rapor hazırlamış ki mesela …o tarihte bir yönerge geçiyor, üzerine
tıklıyon yönerge şak diye önüne geliyor, bulamazsın yönergeyi. Yok
ortalıkta. Herif buldu. Bak yaz genelkurmay’a o yönergeyi getirin. “yok imha
edildi” derler. Adam 2003 yılındaki yönergeyi bulmuş. Kaydetmiş. Mümkün
değil. O tecrübeli bilirkişi falan diyorlar ya subay. Yemin ediyorum
tecrübeli subaylar getirsinler..
Asker Hukukçu 5: iş rütbeye bakmaz.
1. Ordu Başsavcısı: ne bilgisayar hakimiyeti vardır. Ne yönergeleri
bulabilirdi. Olay tamam. Ben şimdi yazdım. İstedim, adam av. …..ama. Hoşuma
gitti benim.
Asker Hukukçu 5: sen isim belirtmedin ki.
1. Ordu Başsavcısı: ben isim belirtmedim ki. Adam dört dörtlük
çalıştı. Raporunu hazırladı. Baksanız cd’lere nasıl biliyor musunuz? Yedi
bin-sekiz bin tane belge var ya. Onları bulacaksın tek tek. Sıraya
koyacaksın. Emir, kronolojik sıraya koyacaksın. Genç bir beyin lazım tamam
mı? Ama…
Asker Hukukçu 4: aslında ideal bir bilirkişiydi o çocuk.
1. Ordu Başsavcısı: ideal ya.. Dört dörtlük. Bana deseler ki şurdan
tekrar adam … tekrar … o arkadaşı. Çünkü ben
Asker Hukukçu 2: iyi mi konuşuyor?
1. Ordu Başsavcısı: yok adamdan şunu istedim ben. Bütün o karışıklığı
düzelt. Sıraya koy. Hangileri yayınlanmış. Sıraya koy. Çıkar ortaya, sıraya
koy. Ve çocuk hakikaten bütün o soruşturmanın yönünü tayin eden , hem onlar
açısından hem bizim açımızdan şey çıkardı, yol çıkardı.
Asker Hukukçu 5: sonra hayatı kaydı.
1. Ordu Başsavcısı: sonra hayatı kaydı. Ama göreceksin yani normal …
Asker Hukukçu 3: şimdi nerde abi?
1. Ordu Başsavcısı: şimdi Kocaeli’nde.
1. Ordu Başsavcısı: bak yemin ediyorum, 25 senelik meslek hayatımda
yani bu sistemde bir bilirkişi raporu görmedim abi. Bilgisayara tıklıyorsun
yönerge karşına çıkıyor ya. Nasıl yaptı ki herif onu bilmiyorum. Programı
falan var herhalde.
Çetin Doğan savunmasını CD'lerin sahte olduğu iddiasına dayandırıyor, ama
onlar emir
Asker Hukukçu 4: böyle bir çocuğa yazık etmişler o zaman. Çetin Doğan
kkk’lığı emrine rağmen semineri oynamış cd’lerde herşey var. Net
Asker Hukukçu 3: ben halen anlamadım, Çetin Doğan savunmasını neye
koyuyor. “Böyle bir şey olmadıya” mı koyuyor. “oldu ama bu darbe değile” mi
koyuyor. Ben anlamış değilim.
Asker Hukukçu 5: şöyle diyor
Asker Hukukçu 2: sahte diyor
1. Ordu Başsavcısı: emir, resmen emir. Hiçbir şeylik yok yani . Cd’ye
taranmış emir. Diyor ki kardeşim bu…
Asker Hukukçu 5: iç tehditle oynamayın diyor.
1. Ordu Başsavcısı: boş verin diyor, başka zaman, altında Aytaç
Yalman’ın imzası. Herif taramış onu. Tamam mı cd’ye taramışlar aynı adam.
Asker Hukukçu 5: gözlemci raporları sende var mı?
1. Ordu Başsavcısı: var tabii. Hepsi taranmış. Bütün seminer
sonuçların raporları var cd’lerde
12 Eylül darbe planı üzerinden çalışmışlar
1. Ordu Başsavcısı: Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden
çalışmışlar
Asker Hukukçu 2: sonuç raporlarında böyle bir olay yok.
1. Ordu Başsavcısı: ya adamlar söylemiyor ki (Genelkurmayı kast
ediyor). Şeye sordum niye böyle diye. Falan filan dedi öyle geçiştirdi. Ben
size bir şey söyleyeyim mi Bayrak Harekat Planının bütün emirleri,
daktiloyla yazılan bütün dokümanlar, binlerce doküman.
Asker Hukukçu 4: Bayrak dediğin 12 Eylül darbe planı değil mi?
1. Ordu Başsavcısı: 12 Eylül darbe planının bütün şeyleri cd’ye
taranmış vaziyette.
Asker Hukukçu 4: yani aslında 12 Eylül darbe planının üzerinden
çalışmışlar.
1. Ordu Başsavcısı: tabii tabii aynen. Hepsi uyuşuyor.
Asker Hukukçu 2: 12 Eylül’ün şeylerinin üzerinden gitmişler. Bütün
dinci basın yazıyor bunları.
Asker Hukukçu 5: ama o sonradan çıktı.
1. Ordu Başsavcısı: ama bi dakka.
Asker Hukukçu 4: bak bak savcı bey başka bir şey söylüyor abi.
1. Ordu Başsavcısı: Süha Tanyeri 12 Eylül planlarını, diğer plan
subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben
size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu aysbergin görünen yüzü
1. Ordu Başsavcısı: Süha Tanyeri’ye sorduk onu. Adam diyor biz
çıkarttık gittik arşivden.
Asker Hukukçu 2: tamam arşivden çıkartabilir canımm. Çıkarmadılar
demiyorum. Dışarısı tarafından Bayrak planı biliniyor.
Asker Hukukçu 4: abinin söylediği o değil. Diyor ki biz diyor
seminerden önce arşivden Bayrak planını çıkarttık, onun üzerinden yaptık
diyor. Süha Tanyeri söylüyor bunu.
Asker Hukukçu 2: ona ben bir şey demiyorum ki
1. Ordu Başsavcısı: plan subayı da bilmiyor. Süha Tanyeri biliyor.
1. Ordu Başsavcısı: bak,ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu
aysbergin görünen yüzü. Bir gün lazım olur diye, güncelleyip kullanabilmek
için evrakları sürekli saklıyorlar
Asker Hukukçu 3: neyse, bir şekilde yapılmadı, geçti. Tamam bitti
bunun hükmü. Bunlar niye, hala o belgeler saklanıyor.
Asker Hukukçu 4: lazım olur.
Asker Hukukçu 3: ya lazım olur diye..
Asker Hukukçu 2: hayır burda en büyük sıkıntı ne biliyor musun?
Asker Hukukçu 3: tamam da 12 Eylül olmuş bitmiş.
1. Ordu Başsavcısı: Ekrem, Bayrak Harekat Planı ne işe …..
1. Ordu Başsavcısı: burda adamlar giderken, her komutan giderken,
neler yapılmış.
Asker Hukukçu 2: bilgisayar MEBSS sorumlusunu, evinde bütün burdaki
bilgileri evine aktarıyor.
Asker Hukukçu 4 : yapma ya!
Asker Hukukçu 2: tabii canım. Tabii tabii
Asker Hukukçu 4 : emekli olurken veya burdaki bilgileri götürmüş.
Asker Hukukçu 2: tabii tabii. Birol anlattı işte. 1. Ordunun bütün
gizli planları Ergin Saygun’un evindeki şahsi bilgisayarında da vardı
Asker Hukukçu 5: Ergin Saygun unutmuş ya! Hizmete özel bilgisayarını
burdan almış, evine götürmüş, bütün planlar bilgisayarda yüklü , internete
takmış, ona da virüs girmiş mi? Tutuştu diyor Birol Yarbay.
Asker Hukukçu 4: düşün, birinci ordunun tüm gizli planları şeyde,
adamın bilgisayarında. Adam evinden internete giriyor, internetten virüs
giriyor..
1. Ordu Başsavcısı: tutuşuyor
Asker Hukukçu 4: bütün 1. Ordunun gizli planları bir anda internet
ortamında. Apar topar gecenin bir yarası bizim birol gidiyor burdan. Birol
müdahale ediyor. Panik
Asker Hukukçu 5: sabaha kadar uğraştım diyor.
Asker Hukukçu 2: hayır niye arkadaş, bu adam bunları evine götürür
anlamadım ki. Burda bittiği zaman bunun orgeneralliği bitmiyor mu?
Darbe planları yeniden yapılmıyor, saklanan eski planlar, üzerlerinde
değişiklik yapılarak günümüze uygulanıyor
Asker Hukukçu 4: yaa abicim, bak şimdi denizcilerin o belgelerin
bulunması diyor ya bunlar geçmiş şeyimiz, hafızamız. Hafızamızı silemeyiz.
Sen diyorsun ya; çıkarıp çıkarıp ısıtıyor, aynı şeyleri, planları
kullanıyorlar. Ufak tefek rütuşlar yapıyorlar. Yeniden yapmıyor adam. Olanın
üzerinden değiştiriyor. Günümüze uyguluyor.
Balyoz cd'lerini siviller yapamaz, mümkün değil, bütünlüğü bozan bir şey
yok
1. Ordu Başsavcısı: ben size Balyoz o cd’lerini vereyim. Hiçbirisine
yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve bütünlüğü bozan bir
şey yok
1. Ordu Başsavcısı: bak, ben size vereyim o cd’leri. Hiçbirisine
yalan diyemiyorsunuz. Hepsi, mesaj emirleri,kkk emirleri
İşin salaklığı ses kaydının tutulması zaten. İstanbul’un üstüne çökmek ne
demek?
Asker Hukukçu 5 : olabilir ama bu camiye şey insanın kafası donuyor.
1. Ordu Başsavcısı: yok bir belgelere bakın. Yan planların bir
yansıları yapılmış. O cami bombalamaların, yansıları tamam mı? Yaaa, olamaz
böyle bir şey diyorsun. Yapamaz siviller. Şimdi bütününe baktığınız zaman
bütününü bozan bir şey de yok.
Asker Hukukçu 5 : abi her şey her yerde ya.
1. Ordu Başsavcısı: Bursa il jandarma komutanı veya buranın il
jandarma komutanlığı vermiştir bir astsubaya görevi veya üsteğmene. Üsteğmen
böyle saçma-sapan birşey yapmış. Bunların da gözünden kaçmış olabilir.
Asker Hukukçu 5 : göze girecek ya.
1. Ordu Başsavcısı: bu cd’ler gelmiş toplanmıştır. Tamam mı? Burda da
açılmıştır. Bunları incelememiştirler bile. Belki görmemişlerdir bile. Bizim
çalışmamız budur demişlerdir. İşin salaklığı ses kaydının tutulması zaten.
İstanbul’un üstüne çökmek ne demek? Nedir senin İstanbul’la alıp
veremediğin?
İşin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendi almış ya
Asker Hukukçu 2: işin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendi almış
ya
Asker Hukukçu 4: “Çökeriz diyor İstanbul’un üzerine” diyor. Ne demek
İstanbul’un üzerine çökmek? Çökeriz diyor
Normal plan seminerinde niye çöküyon İstanbul'un üzerine, al Yunanistan’ı
incele. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Esas soru bu.
Savcıların bunu sorgulaması lazım. Niye alış veriş merkezlerini
belirliyorsun?
Asker Hukukçu 3: tabii canım darbe yapar bunlar
1. Ordu Başsavcısı: nasıl?
Asker Hukukçu 4: hani diyor ya. İstanbul'un üzerine çökeriz diyor ya.
Normal plan seminer planında niye çöküyon İstanbul’un üstüne kardeşim. İşte
statlara bilmem kaç yüz bin kişi niye topluyorsun. Bu normal seminerde
Asker Hukukçu 5: genelkurmay başkanı dahil şeyler,
Asker Hukukçu 4: bütün generaller fb li mi diye
1. Ordu Başsavcısı: onlara soruver, öyle cevap versinler önce. Bak en
temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul’la alıp veremediğin. Al Yunanistan’ı
incele. Tamam yani. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Esas soru
bu. Savcıların bunu sorgulaması lazım. Niye alış veriş merkezlerini
belirliyorsun?
Asker Hukukçu 4: niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun.
Asker Hukukçu 2: ha bende İstanbul’un
İstanbul ayağı tamamsa jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü
bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden
1. Ordu Başsavcısı: alış veriş merkezlerini niye tek tek
belirliyorlar abi. İstanbul ayağı tamamsa jandarma da tamam derse darbe
yapılabilir. Çünkü bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden.
1. Ordu Başsavcısı: genelkurmay başkanı kim: Hilmi Özkök istemiyor.
Aytaç Yalman istemiyor.
Asker Hukukçu 2: Hilmi istiyor.
Asker Hukukçu 4: ama vazgeçti istemiyor diyelim. Şimdi burası plan
hazırlıyor, İstanbul ayağı tamam diyelim. Ankara’da kim var iki tane bu işi
istemeyen. Aytaç Yalman, Özkök. Jandarma genel komutanı o. Şey kim, 4.
Kolordu komutanı kim? O tarihte. Bakın onları bir değerlendirin tamam mı?
Hilmi Özkök’le Aytaç Yalman’ı ben şey yapabilir miyim? Atamaz mıyım?
1. Ordu Başsavcısı: şimdi jandarma genel komutanın çıkmadı mı abicim.
Yargıtay krokisini bile gördüm ben.
Asker Hukukçu 5: sivil yargıtay’ın değil mi?
1. Ordu Başsavcısı: sivil yargıtay. Yargıtay’ın planları çıktı.
Oğlum jandarma genel komutanlığı işin içine girerse olay bitmiştir ya.
Türkiye’de bütün teşkilatlanma jandarma üzerinden değil mi?
Asker Hukukçu 4: oğlum jandarma genel komutanlığı işin içine girerse
olay bitmiştir ya. Türkiye’de bütün teşkilatlanma jandarma üzerinden değil
mi?
1. Ordu Başsavcısı: taşlar oturuyor yerine. Planların ayrıntısını
katılımcıların herbiri bilmez
Asker Hukukçu 3: yani bu kadar general, bu kadar kurmay subay, ne
bileyim bu kadar albay gelip de böyle bir plan..
Asker Hukukçu 4: ya caminin bombalanacağını, uçağın düşürüleceğini
kaç kişi biliyor orda.
Asker Hukukçu 3: ordu bu
Asker Hukukçu 4: ama ordu dediğin kişilerden oluşuyor. İçinden birkaç
tane sapık düşünceli insan olabilir. Bunu ordunun tamamına teşmil edemezsin.
Hiçbir kuruma teşmil edemezsin. O binbaşıyı mahkeme bilirkişi olarak
çağırması lazım
1. Ordu Başsavcısı: ama normalde keşke adamlar bir bilirkişi böyle,
ama belirlemesi yapsalar yani.
Asker Hukukçu 5: ama bilirkişi yazsında, bilirkişiyi kimden
isteyecek. Nasıl isteyecek.
Asker Hukukçu 4: şimdi o senin binbaşıyı tekrar bilirkişi olarak
çağırması gerekmiyor mu mahkemenin.
1. Ordu Başsavcısı: gerekiyor. Normalde çağırmaları lazım o çocuğu. O
binbaşı yerine kıllı mıllı tecrübeli bir kurmay olsaydı sanki bunlar normal
bir plan semineri diyebilecek miydi?
Asker Hukukçu 4: bilirkişiyi kim tayin etti?.
1. Ordu Başsavcısı: ordu komutanı. Farzedelim çok kıllı. Bu işe
yıllarını vermiş, kurmaylığa. Artık, her şeyi su gibi bilen bir kişi
getirdik bilirkişi olarak atadık. Ne diyecekti o belgelere. Normal plan
semineri mi?
Asker Hukukçu 4:ne diyecekti!? “bir dakika, bir dakika ben komutana
sorayım geleyim.” Diyecek ti
Asker Hukukçu 5: aynen öyle.
Asker Hukukçu 4: de mi..
Asker Hukukçu 2: kesinlikle evet. bilirkişi komutana ne yapayım diye
sorsa komutan ne diyebilir ki? “gerçekte olabilir olmayabilirde deyip suya
sabuna dokunma” diyebilir
1. Ordu Başsavcısı: komutan ne diyecekti abi.
Asker Hukukçu 2: silahlı kuvvetlerimize..suya sabuna dokunmadan.
Aslanlar gibi bir ifade ver.
1. Ordu Başsavcısı: ne diyecekti?......
Asker Hukukçu 2: diyecek çok şey var.. Ooo..
1. Ordu Başsavcısı: mesela ne diyecekti?
Asker Hukukçu 2: “olabilir de olmayabilir de.”
Asker Hukukçu 5: bu belgeler gerçek değil mi? Diyecekti.
Asker Hukukçu 2: “gerçek olabilir de olmayabilir de.” Bu kadar işte.
Al çık işte işin içinden. Ne var yani.
Asker Hukukçu 4: öyle de olur, böyle de olur tabii.
1. Ordu Başsavcısı: ne diyecek ti, sıraya koy desen, koyamıyorum.
Komutana sorayım.
Asker Hukukçu 2: beş bin sayfayı nasıl sıraya nasıl koyayım ben bunu
sıraya diyecek.
1. Ordu Başsavcısı: işim vardı komutan koysun. Kolay değil… o binbaşı
başına gelecekleri bilseydi belki o da raporu böyle yazmazdı. Hayatı kaydı
çocuğun
Asker Hukukçu 2: o binbaşı bilseydi bunlar geleceğini yapar mıydı
onu?
Asker Hukukçu 4: yapmaz mı ya . Ne yapsın ya. Çocuk o kadar çalışmış,
akademiyi kazanmış, kurmay subay olmuş, istikbal vaad eden..
1. Ordu Başsavcısı: ve adam dört dörtlük..
Asker Hukukçu 4:baksana abimin anlattığı. Dört dörtlük, hayatı kaydı
çocuğun ya! Paşaların kaldığı cezaevinde yönetmeliği uyguladığı için cezaevi
müdürünü Diyarbakır’a sürdüler
1. Ordu Başsavcısı: ordu evi şey cezaevi müdürü yerinde olmak
istemezdim yani arkadaşlar.
Asker Hukukçu 5: kim ister abi.şey öbür cezaevi müdürünü sürmüşler
ordan.
Asker Hukukçu 4: bu yönetmeliği uyguluyordu, değil mi?
1. Ordu Başsavcısı: yönetmeliği uygulamıyordu. Yönetmeliği Yusuf
uyguluyordu.
Asker Hukukçu 4: Diyarbakır’a sürdüler adamı. (Bugün)
Askeri savcıların ses kaydı Balyoz
delili
Koşaner'den sonra askeri savcıların ses kaydı da Balyoz'un önemli
delilleri arasına girdi. Balyoz darbe planı soruşturması kapsamında
kabul edilen üçüncü iddianamede, askerler tarafından hazırlanan
bilirkişi raporları arasındaki çelişkiye dikkat çekiliyor. 'Balyoz'un
bir darbe planı olduğu aktarılan ilk raporu yazan Binbaşı Ahmet
Erdoğan'ın sürgün edildiği aktarılıyor. 1'nci Ordu Başsavcısı Albay
Bülent Münger de Erdoğan'ın raporun ardından 'tayin' edildiğini itiraf
ediyor. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı da üçüncü
iddianamenin delilleri arasına girmişti.
25.11.2011 10:07 Balyoz soruşturması sürerken internete düşen ses
kayıtlarından biri de aralarında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent
Münger'in de bulunduğu askeri hukukçulara ait olduğu ileri sürülen
kayıttı. Askeri hukukçular, hararetli bir şekilde Balyoz planı ve
CD'leri tartışıyordu. Albay Bülent Münger, Balyoz CD'lerini incelediğini
ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu anlatıyordu.
Münger şu ifadeleri kullanıyordu: "1. Ordu ve kolordular arası
yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar
literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. (...) Balyoz ile 12 Eylül
planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının bütün
şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha Tanyeri, 12
Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden
kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha
bu, buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor, biz
çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim.
Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve
bütünlüğü bozan bir şey yok."
Albay Münger, kayıtta ayrıca Balyoz CD ve belgeleriyle ilgili soruşturma
kapsamında rapor hazırlayan ilk askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın nasıl
sürüldüğünü de kayıtta anlatıyordu. Binbaşı Erdoğan, söz konusu
raporunda Balyoz'un, plan seminerinin çok ötesinde bir darbe hazırlığı
olduğunu aktarmıştı. Bunun üzerine de sürgün edilmişti. Ses kaydı mart
ayında internete düştü. Harekete geçen savcılar, ekim ayında Albay
Bülent Münger'i 'tanık' sıfatıyla sorguladı. Münger, bazı belge ve
CD'ler ortaya çıkınca askeri hukukçu arkadaşlarıyla konuştuklarını
doğruluyor. Ancak ses kaydının içeriğinin çarpıtıldığını savunuyor.
Bülent Münger'e, ilk askeri bilirkişi raporunu hazırlayan Ahmet Erdoğan
da soruluyor. Münger, Balyoz'un bir darbe planı olduğunu doğrulayan
Erdoğan'ın raporu hazırlamasının hemen ardından tayin edildiğini
doğruluyor. Münger, "Benim yürüttüğüm bir soruşturmada tayin edilmiş
genç bir bilirkişi olan Ahmet Erdoğan'ın vermiş olduğu rapor nedeniyle
tayin görmüş olmasına üzülmüştüm." ifadelerini kullanıyor.
SONRAKİ BİLİRKİŞİLERE GÖZDAĞI VERİLDİ
Savcılık, askeri bilirkişi raporlarındaki 'çelişkiye' dikkat çekiyor.
İlk raporu hazırlayan Erdoğan'ın sürgün edilmesinin daha sonra rapor
hazırlayacak isimler için bir 'gözdağı' olduğunu aktarıyor. Kurmay Binbaşı
Ahmet Erdoğan tarafından hazırlanan bilirkişi raporunun askeri makamlar
tarafından hazırlanan ilk bilirkişi raporu olma özelliği taşıdığına dikkat
çekiliyor. İddianamede, "Ne derece objektif davranabilecekleri ve önceki
bilirkişinin tayininin tesiri altında kalıp tarafsız rapor verebilecekleri
hususu tartışma konusudur." ifadeleri kullanılıyor. Daha sonra hazırlanan
bilirkişi raporlarının da sanıklar lehine çıkması, savcılığın tezini
doğrular nitelikte. Bu raporların birçoğunun soruşturma geçiren askeri
personelin görev yaptıkları kurum tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu
sebeple tarafsızlığı konusunda tereddüt meydana geldiği ifade ediliyor. (Zaman)
Askeri savcıların ses kaydının tam
dökümünü görmek için tıklayın
SES KAYDINDA 5 ASKERİ HUKUKÇU KONUŞUYOR
İddiaya göre, kayıttaki sesler 5 askeri hukukçuya ait. Konuşmalardan
kaydın Gölcük Donanma'da 6 Aralık'ta yapılan aramadan sonra alındığı
anlaşılıyor. Seslerden birinin 1. Ordu Askeri Başsavcısı Bülent Münger'e
ait olduğu iddia ediliyor. Hukukçular, Balyoz'u tartışıyor. CD'lerin
gerçek olduğu anlatılıyor. Münger'in ses kayıtlarında "Bütün o emirler
var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcılar
tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj
emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar" şeklindeki sözleri
dikkat çekti.
'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişi sürüldü
İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine
rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1.
Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz
darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın,
görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses
kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz planının
benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli
raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının
ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip devlet
idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi yapmıştı.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir kişi"
demişti.
KOŞANER'İN SES KAYDI DA DELİL
Askeri savcıların ses kaydı internete düştükten sonra aslında Balyoz ana
davasında dikkate alınmıştı. Balyoz davasının 26 Nisan 2011 tarihinde
görülen 22. duruşmasında önemli bir gelişme yaşanmıştı. 15 Mart 2011
tarihinde internete düşen askeri yargıçların ses kaydının da dava dosyasına
eklendiği ortaya çıkmıştı. Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri
hukukçuya ait olduğu ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe
planları ile ilgili itiraflar yer alıyor, Balyoz için 'buzdağının görünen
yüzü' deniliyordu. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer
toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen
görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor
hazırlatıldığı iddiası medyaya da yansımıştı. Askeri savcıların ses kaydı
dışında başka ses kayıtları da dava dosyası delilleri arasında yer alıyor.
Balyoz semineri toplantılarında katılımcı subayların konuşmalarını içeren
saatlerce uzunluktaki orjinal ses kayıtları Balyoz davasındaki en önemli
deliller arasında. Dava dosyasına son olarak eski Genelkurmay Başkanı Işık
Koşaner'in ses kaydı da girdi. Ses kaydından 'herşeyimizi çaldırmışız' diyen
Koşaner, meçhul biri tarafından Taraf gazetesine oradan da savcılara ulaşmış
olan ve Balyoz davasının açılmasına neden olan 1 valiz dolusu belge ve ses
kaydının 1. Ordudan çıktığını itiraf ediyordu. En üst kademeden gelen bu
itiraf şüphesiz davanın en önemli delilleri arasında yerini aldı. Ses
kayıtları iddianamede, 'Açık kaynaklardan temin edilen ses kayıtları'
başlığı altında sıralanıyor. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
Askeri yargıçların ses kaydı, Balyoz
dosyasında
Balyoz davasının 25 Nisan 2011 tarihinde görülen 22. duruşmasında
önemli bir gelişme yaşandı. 15 Mart 2011 tarihinde internete düşen
askeri yargıçların ses kaydının da dava dosyasına eklendiği ortaya
çıktı. Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu
ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile
ilgili itiraflar yer alıyordu. Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü'
deniliyordu. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer
toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine
hemen görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı
bir rapor hazırlatıldığı da iddia ediliyordu. Mahkeme, bu gelişmeler
üzerine farklı bilirkişi raporlarının peşine düşmüş, çeşitli ara
kararlar almıştı.
26.04.2011 12:05 Balyoz davası bir aylık aradan sonra tekrar başladı.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın dünkü duruşmasına 155'i
tutuklu 177 sanık katıldı. TSK açıklamasından sonraki ilk duruşma
çeşitli protestolara sahne oldu. Soruşturmayla ilişkisi olabileceği
gerekçesiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden istenen internetteki ses
kayıtları mahkemeye ulaştı. Kayıtların çözümünün yapıldığı 30 sayfalık
doküman ve CD'ler dosyaya konuldu. Albay Bülent M. ile birlikte 5 askeri
hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, darbe planları ile ilgili
itiraflar yer alıyordu. Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü'
deniliyordu.
-Bunlar buzdağının görünen kısmı-
Üye hakim Ali Efendi Peksak, mahkeme tarafından yapılan yazışmalarla
ilgili dosyaya gelen yazı ve evrakları okudu. Peksak, Kara Kuvvetleri
Komutanlığı'ndan istenen 1. Ordu Seminer Planı'na ilişkin sonuç raporu ile
seminere konu olan kroki ve haritaların dosyaya ulaştığını kaydetti.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden dosya ve yürütülen soruşturmayla ilişkisi
olabileceği gerekçesiyle bir süre önce internete düşen ses kayıtlarının
çözümünün yapılarak 30 sayfalık dökümün ve CD'lerin mahkemeye gönderildiğini
belirtti. Balyoz darbe planlarının yer aldığı CD'lerle ilgili 15 Mart'ta
internete yeni bir ses kaydı düşmüştü. Aralarında 1. Ordu Askeri Başsavcısı
Albay Bülent Münger'in de bulunduğu 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri
sürülen kayıtta, Balyoz darbe planlarının gerçek olduğu aktarılıyordu.
Münger olduğu ileri sürülen kişi konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu:
"Bunlar buzdağının görünen yüzü. Ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya,
mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette." (Zaman)
-Ses kaydında yargıçların dikkat çektiği bilirkişi raporu-
'Balyoz'un bir darbe planı, ele geçirilen CD'lerin de gerçek olduğuna
dair konuşmaların yer aldığı ses kaydında askeri yargıçlar ayrıca, bir
askeri bilirkişi raporundan da bahsediyordu. Ses kaydında, bir
binbaşının, hazırladığı bilirkişi raporunda Balyoz'u tam anlamıyla bir
darbe planı olarak tanımladığı aktarılıyordu. Darbe hazırlığını tespit
eden bu rapor üzerine askerler bilirkişiyi değiştirerek yeni bir rapor
hazırlatmış, bu kez balyoz darbe olarak görülmemişti. Ses kaydında beş
askeri hukukçunun Balyoz'u darbe olarak görmesi ve bilirkişi Erdoğan'ın
raporuna dikkat çekmesini çok önemli bulan diğer hukukçular da, Balyoz
davasına bakan mahkemenin bu bilirkişi Erdoğan'ı tanık olarak mahkemeye
çağırması gerektiği belirtiyorlardı. Balyoz davasına bakan mahkeme de bu
bilirkişi raporlarının peşine düşmüştü. Ses kaydında konuşan askeri
yargıçlar mahkemenin tarafsız bilirkişilerle çalışmasının
gerekliliğinden de bahsediyordu: " Savcılar tarafsız askeri
bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe
hazırlığını hemen ispatlarlar."
-Askeri bilirkişi raporu: 'Balyoz planı, bir darbe hazırlığı'-
Bilirkişi Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'a ait inceleme raporu
ortaya çıktı. Rapor, 'seminer' tartışmalarına son noktayı koyacak bilgiler
içeriyor. Askeri bilirkişi, sonuç bölümünde Balyoz Güvenlik Harekat
Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbir ve faaliyetleri
içerdiğini belirtiyor. Planın hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı
öngördüğüne dikkat çekiyor: 'Nitekim seminer uygulama emri ile seminer sonuç
raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir.'
(Cihan)
Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
O ses kaydı, Balyoz dosyasında |
İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu
İNTERNETE DÜŞEN SES KAYITLARI DAVA KLASÖRLERİNE GİRDİ
05.07.2011 12:10 Geçtiğimiz aylarda internete düşen Balyoz darbe planına
ilişkin ses kayıtları, dava klasörlerine girdi. 1. Ordu Başsavcısı Albay
Bülent Münger'e ait olduğu ileri sürülen ses kayıtları da dosya
kapsamına alındı. Münger olduğu ileri sürülen kişi söz konusu kayıtta,
"1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının
delili. Daha bu buzdağının görünen yüzü." diyordu.Geçtiğimiz aylarda
internete düşen Balyoz darbe planına ilişkin ses kayıtlarının çözümleri
tamamlandı. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi görevlileri, söz konusu
dosyaları davaya bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi.
Dava dosyasına giren kayıtlar arasında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent
Münger'in Balyoz planını doğrulayan ifadeleri, Gölcük'te Balyoz
belgelerinin çıktığı şubede görevli iki astsubayın konuşmaları ve bir
albayın tutuklu yakınlarının protesto eylemlerini yönlendirmesi gibi
konuşmalar yer alıyor. Emniyet'in, mahkemeye gönderdiği yazıda,
"Yürütülen soruşturmalar ile ilgisi olduğu değerlendirilen ve internet
sitelerine düşen ve çeşitli haberlere konu ses kayıtlarının olduğu
tespit edilmiştir. Ses kayıtlarının muhteviyatının hem mahkemenizde
devam eden kovuşturmayı hem de bu kapsamda devam eden 2010/1439 sayılı
soruşturmayı ilgilendirdiğinin anlaşılması üzerine çözüm haline
getirilmiş, anılan dosyalara eklenmek üzere yazımız ekinde
gönderilmiştir." denildi.
1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'e ait olduğu ileri sürülen ses
kaydı mart ayında internete düşmüştü. Kayıttaki ses, Balyoz CD'lerini
incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu
anlatıyordu. Münger, şu ifadeleri kullanıyordu: "1. Ordu ve kolordular
arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar
literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. Her şey ellerinin altında
ama askeri yazışma usullerini bilmedikleri için anormalliği fark
edemiyorlar. Bak, normal bütün o emirleri, emirlerin götürülüş tarzını,
hangi nelerin gizli olduğunu hepsini ben çok iyi biliyorum. Bunlar daha
ortaya çıkmadı. İlerde bunlar da ortaya çıkınca olayın normal (plan
semineri) olmadığı ortaya çıkacak. (...) Ya şimdi şöyle. Bütün o emirler
var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette.(...) Emir,
resmen emir. Hiçbir şeylik yok yani. CD'ye taranmış emir. Balyoz ile 12
Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının
bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha
Tanyeri 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan
arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim
mi? Daha bu buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam
diyor biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini
vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün
değil ve bütünlüğü bozan bir şey yok. Hepsi, mesaj emirleri, KKK
emirleri. (...) Bak en temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul'la alıp
veremediğin. Al Yunanistan'ı incele. Tamam yani."
O BELGELER 2008'DEN BERİ GÖLCÜK'TE
Kayıtlara giren bir diğer konuşma ise Donanma Komutanlığı'nda görevli
Deniz Astsubay Başçavuş Erdinç Yıldız ile Deniz Astsubay Ertunç Yıldız
arasında geçiyor. Gölcük'teki Balyoz belgelerinin bulunduğu İstihbarat
Şube'de görevli astsubaylara ait kayıtta, belgelerin 2008 yılından bu
yana Donanma'da olduğu aktarılıyor. Deniz Astsubay Başçavuş Erdinç
Yıldız olduğu iddia edilen kişi, çuvalların defalarca yer değiştirdiğini
anlatıyor. Ertunç Yıldız ise belgelerin bulunmasıyla, "Asıl bomba şimdi
patlayacak." diyor.
Mahkeme dosyasına giren bir başka ses kaydı ise tutuklu yakınlarının
protestolarının arka planına ışık tutuyor. 11 Mart 2011'de internete düşen
ses kaydında Albay Murat Özenalp, komutan eşlerini kürklü, güneş gözlüklü
şekilde kokonalar gibi gelinmemesi konusunda uyarıyor. Özenalp, komutan
eşlerine halktan uzak görünmemek için etek, pantolon veya ceket pantolon
giyilmesi gerektiğini anlatıyor. (Zaman)
İşte
'Balyoz, darbe planıdır' diyen o rapor
1. Ordu Başsavcısı'nın talebi üzerine Balyoz planı ile ilgili
inceleme yapan askeri Bilirkişi Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'a ait
inceleme raporu ortaya çıktı. Rapor, 'seminer' tartışmalarına son
noktayı koyacak bilgiler içeriyor. Askeri bilirkişi, sonuç bölümünde
Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının
ötesinde tedbir ve faaliyetleri içerdiğini belirtiyor. Planın hükümeti
devirip devlet idaresine el koymayı öngördüğüne dikkat çekiyor: 'Nitekim
seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların
bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir.'
'Balyoz'un bir darbe planı, ele geçirilen CD'lerin de gerçek olduğuna
dair önceki gün internete düşen ses kaydında askeri bir bilirkişi
raporundan bahsediliyordu. Askeri 5 hukukçuya ait olduğu iddia edilen
ses kaydında, bir binbaşının, hazırladığı bilirkişi raporunda Balyoz'u
tam anlamıyla bir darbe planı olarak tanımladığı aktarılıyordu. Darbe
hazırlığını tespit eden bu rapor üzerine askerler bilirkişiyi
değiştirerek yeni bir rapor hazırlatmış, bu kez balyoz darbe olarak
görülmemişti. Ses kaydında beş askeri hukukçunun Balyoz'u darbe olarak
görmesi ve bilirkişi Erdoğan'ın raporuna dikkat çekmesini çok üzerine
hukukçular, Balyoz davasına bakan mahkemenin bu bilirkişi Erdoğan'ı
tanık olarak mahkemeye çağırması gerektiği belirtilmişti.
Askeri savcılığın talebi üzerine Balyoz belgeleriyle ilgili inceleme
yapan bilirkişinin Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan olduğu öğrenildi.
Erdoğan'a ait inceleme raporunda çarpıcı tespitler yer alıyor. Raporda,
bir takdimde bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanıldığı ve silahlı
kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanıldığı
hatırlatılıyor. Şu ifadelere yer veriliyor: "Ast birliklerin alternatif
harekat planlarına ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri
nedeniyle kolordu plan tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin
başlangıçta konulan maksatlardan uzaklaştığı, nitekim seminer uygulama
emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı
olduğu tespit edilmiştir."
Askeri bilirkişinin hazırladığı inceleme raporu 22 Şubat 2010 tarihini
taşıyor. Raporda, Balyoz planı doğrultusunda hazırlanan çeşitli
planların gizlilik derecesi yüksek şekilde yürütüldüğü anlatılıyor.
Binbaşı seviyesindeki bilirkişi, 1'inci Ordu Komutanlığı'nın plan
seminerinden önce sınırlı sayıda birlik ve personelin bilgisi dahilinde
'Balyoz Güvenlik Harekat Planı' adında ayrı bir plan hazırlandığı
tespitinde bulunuyor. Bu plan Balyoz Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından
2002 yılının Aralık ayında hazırlanmış. Raporda, bu planın kaynağı
olarak, kirli planda yer alan, "Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nda 28
Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002
seçimlerinde AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesi nedeniyle Balyoz
Komutanlığı'nın İç Hizmet Kanunu'nun kendisine verdiği Türkiye
Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevinin gereği olarak bu planın
hazırlandığı ifade edilmektedir." ifadeleri gösteriliyor.
Askeri bilirkişinin tespitlerine göre; 1. Ordu Komutanlığı'ndan Kara
Kuvvetleri Komutanlığı'na (KKK) gönderilen 12 Aralık 2002 tarihli yazıda
'irticai unsurlara ilişkin' çalışmaların Plan Semineri'nde kullanılacağı
belirtiliyor. KKK'nın 3 Ocak 2003 tarihli cevabi yazısında ise "OEYTS"
olarak anılan irticai unsurlara ilişkin plan seminerinin ileride
belirlenecek başka bir tarihte kullanılması isteniyor. Buna rağmen söz
konusu plan, 17 Mart 2003'teki plan seminerinde kullanılmış. Bu durum
komutanlıktan da gizlenmiş. Raporda, Balyoz Komutanlığı'nın amacı
'demokrasinin tamamı ile askıya alınması da dahil olmak üzere nihai amaç
olan irticai yapılanmanın tek bir ferdi kalmayacak ve bir daha
hortlayamayacak şekilde ortadan kaldırılması' şeklinde anlatılıyor.
Bilirkişi Balyoz ekibinin almayı düşündüğü tedbirleri de şu şekilde
sıralıyor: "TSK bünyesinde dost ve müzahir unsurlar dışında kalan
özellikle yüksek rütbeli personel kontrol altında tutulacak, TSK'nın
müzahir eleman temini konusunda ÇYDD, ADD, TGB'den devam edilecek. TSK
haricindeki dost unsurlar tarafından yapılacak ekonomik operasyonlar
basın yayın faaliyetleri ve sosyal sorumluluk projeleri yakından takip
edilecek. Aleyhte yapılan her türlü propaganda ve yasal düzenleme
girişimlerinde muhalefet partileri ile koordineli fikir ve eylem birliği
içerisinde hareket edilecek."
Rapora göre darbe planının 4 aşamada uygulamaya geçirilmesi öngörülmüş.
Bu aşamalar, "Hazırlık, harekat ortamının şekillendirilmesi, icra ve
yeniden yapılandırma safhası" olarak sıralanıyor. Raporda bu safhalar
şöyle açıklanıyor:
Hazırlık safhası: 'Gizli' gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş
sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde
denenmesi, müzakere edilmesi.
Harekat ortamının şekillendirilmesi: Hassasiyet arz eden
şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik
eylemler yapılması, ekonomik operasyonlar ile ülkenin darboğaza
sokulması, AKP hükümetine yönelik büyük çapta gösteriler organize
edilmesi
İcra safhası: PKK ve El Kaide'nin İstanbul'da gerçekleştireceği
eşzamanlı büyük eylemlerin ardından toplumsal gösterilerle olağanüstü
hal ilan edilmesi ve sonrasında da sıkıyönetim ilan edilecek. İrticai
faaliyetlerde yer aldığı tespit edilenlerin Özel Görevli Toplama Timleri
tarafından gözaltına alınarak sorgulama timlerine teslim edilmesi
Yeniden yapılandırma: TSK'nın kategorilendirilmiş personelden
tamamen arındırılması, AKP hükümetinin yerine planlanan hükümet ve
bürokratik kadroların görevi devralması, Türkçe ezan dahil tüm ulusal
değerimiz hayata geçirilerek Arap ve Kürt unsurların Türk kültürüne
verdikleri zararların telafi edilmesi planlanmıştır.
-Kuvvet komutanları katılmayınca seminer tarihi değiştirilmiş-
'Balyoz' darbe planı davasının bir numaralı sanığı eski 1. Ordu Komutanı
emekli Orgeneral Çetin Doğan, savunmasına dünkü duruşmada üçüncü gün de
devam etti. 5-7 Mart 2003'te yapılan seminere 162 askerin katıldığını ancak
sadece 48'inin sanık olduğunu söyledi. 12 Aralık 2002 tarihli plan semineri
yazısını Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na sunduklarını hatırlatan Doğan, eğer
burada tehlikeli bir durum olsa kendilerine bildirileceğini söyledi. Kuvvet
komutanları ve Genelkurmay Başkanı'nın seminere katılamayacağının 21 Şubat
2003'te belli olduğunu söyleyen Doğan, bu tarihe kadar '4-6 Mart 2003'
olarak belirlenen seminerin tarihinin bundan sonra '5-7 Mart 2003' olarak
değiştirildiğini kaydetti. Şehir dışından gelen askerlerin hafta sonlarını
İstanbul'da geçirmelerini sağlamak için tarih değişikliğine gittiklerini
söyledi. 3 günlük seminerin toplam 12 saat ses kaydı bulunduğunu ve bunlar
dışında farklı konuşmalar geçmediğini savundu. Davaya konu olan seminerde
yaptığı konuşmanın montajlandığını savundu. 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay
Bülent Münger'in de duruşmaya çağrılmasını talep eden Doğan, internette
bulunan ses kaydını hatırlatarak, "Bu, birileri hakkında dedikodu
yapıldığını gösteriyor. Kendisinin sorguya çekilmesini istiyorum.'' dedi.
Seminerde belirli sınırlar içinde, belirli konularda siyasi partilerle
ilgili de konuştuğunu belirtti. Mahkeme Başkanı, yorulduğunu belirten
Doğan'ın savunmasının sonuç kısmına bugün devam etmesine karar vererek
duruşmayı erteledi. (Zaman)
İmza
makinesi, buzdolap, CD ve bellek
Balyoz davasının 52. duruşmasında Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellekle ilgili tartışma yaşandı. Hazırlattıkları bilirkişi
raporunu mahkemeye sunan Büyük’ün avukatları Hüseyin Ersöz ve Celal
Ülgen, dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna
ulaşıldığını vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti. Bu
avukatlar Ergenekon davalarında 'ıslak imza makinesi' ve 'buzdolap'
şovlarıyla tanınıyor. Son icraatları hakimin evrakları arasına gizlice
CD yerleştirmeleri olmuştu. Sanıkların sahte delillerle
yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi ise
davalık olmalarına yol açtı.
29.11.2011 13:06
Balyoz davasının 28 Kasım 2011 tarihinde görülen 52. duruşmasında sanık
Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellek tartışması yaşandı.
Sanık Büyük’ün avukatları flash bellek ile ilgili hazırlattıkları
bilirkişi raporunu mahkemeye sundu. Avukat Hüseyin Ersöz teknik raporda,
dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna ulaşıldığını
vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti.
Şubat ve Haziran
2011 tarihlerinde Hakan Büyük’ten ele geçtiği iddia olunan flash
bellekle ilgili kolluk tarafından hazırlanmış 2 adet rapor bulunduğunu
söyleyen Avukat Ersöz, şöyle konuştu:
"Ancak bu raporlarda yer alan
yazar ve oluşturma tarihleri gibi bilgiler arasında çelişkiler
mevcuttur. Bu çelişkiler, delil bütünlüğünü etkileyecek oranda büyüktür.
Bu hususlar, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ufuk Çağlayan
tarafından hazırlanmış bilirkişi raporu ile tesbit edilmiştir. Çağlayan,
raporunda özellikle oluşturulma tarihi ile doküman içeriğinde yer alan
bilgiler arasında yer alan önemli zaman farklılıkları olduğunu ifade
ederek sözkonusu dijitallerin delil bütünlüğü ve sağlığını kaybettiği
yönünde tesbitte bulunmuştur. Şubat ve Haziran aylarındaki raporlar
arasında oluşturulma tarihi ve dosya yolları ile ilgili önemli
farklılıklar mevcuttur. Bu farklılıklar bu bilgilere elle müdahale
edilmiş olduğunu göstermektedir. Öyle ki bazı karakterler ve harfler,
dosya içerisinde düzgün bir şekilde yer alırken Türkçe karakterler gibi
bazı harflerin de başka bir karakter ile ifade edilmesi, bilgisayar
tekniğine ve çalışma prensibine uygun değildir. Bu durum, elle
müdahalenin göstergesidir."
BİLİRKİŞİ RAPORU
Avukatlar tarafından mahkemeye sunulan bilirkişi raporu Prof. Dr. Ufuk
Çağlayan tarafından hazırlanmış. Emekli Albay Hakan Büyük’ün
Eskişehir’deki evinde 21 Şubat 2011 tarihinde ele geçirildiği flash
bellek üzerinde yapılan inceleme sonucu hazırlan raporda şu
değerlendirmeler yer alıyor:
"Dijital doküman, hard disk, flash ve benzeri yazılabilen bir
ortamda depolanmışsa, meta data bilgilerinin dijital dokümanın neresinde
yer aldığını ve formatını bilen uzman bir kişi, editör olarak
adlandırabilecek özel bir yazılım kullanarak "meta data" bilgilerinden
istediğini, istediği bir şekilde değiştirebilir. Üzerinde bilinçli
olarak veri çıkarma, değiştirme gibi işlemler yapılmadığı sürece, bu
bilgilerin kendiliklerinden anlamlı bir şekilde değişmeleri mümkün
değildir. Ancak çevre şartları, medya materyalinde bozulmalar olması
gibi sebeple bu bilgiler bozulabilir ve okunmaz hale gelebilir.
Aynı dijital medya için farklı tarihlerde yapılan incelemeler
neticesinde oluşturulan raporlardaki hash değeri, oluşturma tarihi, son
kaydetme tarihi, yazar gibi bilgilerin herhangi birinde farklılıklar varsa,
bu durum dijital medya içerisinde değişiklik olduğu anlamına geleceğinden,
dijital medyanın delil bütünlüğü ve sağlığı artık kaybolmuştur. 12 Mayıs
2009 tarihine ait bir gazetenin taranmış görüntüsü olan dijital bir verinin
oluşturma tarihi hiçbir şekilde önceki tarih 19 Nisan 2007 olamaz.
İçeriğinde 12 Şubat 2008 tarihli yazı olan dijital verinin oluşturma tarihi
hiçbir şekilde önceki tarih 19 Nisan 2007 olamaz." (Kontrgerilla.com)
BALYOZ'DA BİLİRKİŞİNİN FLASH BELLEK RAPORUNA TEPKİ
Balyoz davasında yukarıda bahsi geçen flash bellek tartışmasına Akit
yazarı Avukat Ali İhsan Karahasanoğlu yazısıyla katıldı. Balyoz
avukatlarının mahkemeye sunduğu bilirkişi raporunu eleştiren
Karahasanoğlu, ele geçen tüm çarpıcı delilleri, balyoz toplantılarının
ve balyozu itiraf eden askeri savcıların ses kayıtlarını, hatta
Gölcük'te Donanma zeminine gizlenmiş bulunan çuvallarca belgeyi dahi
görmemezlikten gelen çevrelerin, tartışmalı bir bilirkişi raporunu ve
bir flash belleği öne çıkararak kafa karışıklığı oluşturmaya çalışmasına
tepki gösteriyor. Karahasanoğlu'nun yazısı şu şekilde:
"Bugünden itibaren, yeni tartışma konumuz, “Balyoz Davası kapsamında
Emekli Albay Hakan Büyük’ten elde edilen delillerin, aslında uydurma
olduğunun, Boğaziçi Üniversitesi’nden alınan Teknik Bilirkişi Raporu ile
tescillendiği” palavrasının pompalanması ekseninde olacak. “Ben
Ergenekon yok demiyorum. Ergenekon var. Ama şu gözaltılar biraz ipin
ucunun kaçtığını gösteriyor” diye söze başlayanların, nasıl büyük bir
cevvaliyet içerisinde, bu pompalamaya sarılacaklarını göreceğiz.. Biri
bırakacak, diğeri alacak sazı eline: “Bak Boğaziçi Üniversitesi’nden
Bilirkişi Raporu’nda neler deniliyor.. Deliller uydurma imiş. Zaten
Balyoz Davası’nın tamamı için, kahraman komutanımız Çetin Doğan, çok
önceden söylemişti ya, ‘uydurma’ diye..” Dünkü internet siteleri,
“Bilirkişi: ‘Flash bellek’e müdahale var” başlığı ile çoktan başlattılar
zaten bombardımanı! Bugün de gazete ve TV’lerin, aynı başlıkla konuya
müdahil olacaklarını göreceğiz..
Bu propaganda bombardımanı yapılacak da. Acaba gerçekten böyle bir
Bilirkişi Raporu var mı? Varsa neler içeriyor? Önce bilirkişimizi
tanıyalım.. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir Prof.. Mesleği ne? Biz lisans
eğitimine bakıp söyleriz kişinin mesleğini.. Bu arkadaşın mesleği de,
elektrik mühendisliği imiş. Elektrik mühendisi profesörümüz, tutmuş
“Flash bellek üzerine rapor” yazıp, bir de mahkemeye adeta akıl vermiş:
“Dijital medyanın delil bütünlüğü ve sağlığı artık kaybolmuştur.” İşte
orada dur muhterem bilirkişi!.. Neyin “delil bütünlüğü”nü kaybedip,
neyin kaybetmediğini, bırak da hukukçular tespit etsin. Sen; teknik
raporunu yaz, sonrasını hukukçulara bırak.. Değil mi ama?.. Yazmışsın
zaten teknik raporunu.. Ne demişsin? Rapordan aynen alıntılıyorum:
“İçeriğinde 12 Mayıs 2009 tarihine ait bir gazetenin taranmış görüntüsü
olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi hiç bir şekilde 12 Mayıs
2009'dan önce, yani 19 Nisan 2007 olamaz. Yine içeriğinde 12 Şubat 2008
tarihli bir yazı olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi hiç bir
şekilde bundan önceki 19 Nisan 2007 olamaz.”
Çok güzel.. Bunu söylemek için, ODTÜ’yü bitirmeye gerek yoktu sanırım.
Sıradan bir mantık muhakemesi, zaten bir maddenin, meydana gelme
tarihinden önceki bir tarihte oluştuğunun iddia edilmesinin
geçersizliğini ortaya koyar. Önemli olan, böyle bir bilgi notu varsa,
bunun gerçekdışılığını tespit edip, nasıl yapılmış olabileceğini bulup
çıkartmakta.. Niçin böyle yapıldığı hakkında makul izahlar
yapabilmekte.. Bilirkişimizin anlattığı olayda, onun yapmadığı
muhakemeyi biz yapalım. Deniyor ya, “Flash belleke müdahale var. 12
Mayıs 2009 tarihli gazetenin resmi, sanki 19 Nisan 2007’de taranmış gibi
bir not var.. Bu teknik olarak mümkün değil.” Evet mümkün değil.. Ama
bunun anlamı, o delilin sonradan müdahale ile oluştuğu (kastedilmek
istendiği gibi polisin oluşturduğu) anlamına mı gelir? Yooo. Polis de
yapsa, sanık da yapsa, bilirkişi de yapsa, bir gazetenin üzerindeki
tarihten önce, onun teknik kaydı yapılamaz.. Gazeteyi çıkaranlar bile,
10 gün sonrasının gazetesini şimdiden tahmin edemezler ki, bir de
görüntüsü teknik kayda bugünden alabilsinler... O zaman, böyle bir tarih
farklılığı varsa, nedir bunun izahı? Bilirkişimiz, genel bilgiler
altında, bunu izah etmiş zaten: “Kullanıcıların göremediği, özel
yazılımlarda bulunan, dijital dosya üzerindeki oluşturma, değiştirme,
yazar bilgisi gibi üst veriler anlamına gelen meta data bilgilerinin
dijital doküman CD-ROM, DVD-ROM gibi sadece okunabilen bir ortamda
depolanmadığı sürece, dijital doküman için değiştirilemez bilgiler
içermez.”
Eeee? Dijital dokümanlar, değişmez bilgiler içermiyorsa, teknik kaydı
yapan kimse, ya bilmeden, ya da kasten (ileride bir iş başımıza gelirse,
böyle uyduruk iddialarla dikkatleri dağıtırız niyeti ile) teknik kaydı eski
tarihli yapmış olamaz mı? Tabii ki olabilir. Ama bence, işin en mantıksız
yanı; bir gazetenin eski tarihte teknik kaydı yapıldığı notunun, delil
olarak hiçbir avantajı olmadığı halde, polisin yaptığının iddia edilmesi..
Sanık kafa karıştırmak için böyle bir tahrifat yapabilir de.. Bu tahrifatı
polis niye yapsın? Ne faydası var ki, yapsın? Hiçbir önemi yok, o gazetenin
teknik kaydının ne zaman yapıldığının. Ama şimdi, bir bardak suda fırtına
koparacaklar.. Emekli albayın, duruşmada hakimin sorularına verdiği itiraf
mahiyetindeki cevaplar gizlenecek.. Yerine “Flash bellekte sahtecilik”
mavalları manşet yapılacak.. Tabii kamuoyu bu hikayelere kanarsa!" (Yeni
Akit)
AVUKATLARDAN İLGİNÇ ŞOVLAR
Flash bellek olayında dikkati çeken bir ayrıntı, bilirkişi raporunu
hazırlatan iki avukattan Hüseyin Ersöz'ün, Balyoz davasında hakimin
evrakları arasına CD gizlemekten yargılanıyor olması. Sanıkların sahte
delillerle yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme
girişimi Ersöz'ün davalık olmasına yol
açmıştı.
Yine aynı avukat, yani bu habere de konu olan Balyoz davasında flash
belleğe polis tarafından müdahale edildiğini ima eden avukat Ersöz, bu
flash belleğin ve diğer belgelerin Eskişehir'deki Balyoz operasyonunda
hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğini iddia etmiş, sanıkların polis
tarafından suçlu gösterilmeye ve mahkemenin polis tarafından
yönlendirilmeye çalışıldığını
savunmuştu.
Sanık Büyük'ün diğer avukatı Celal
Ülgen ise, Poyrazköy davasında duruşmaya buzdolabı getirteceğini
ve polisin arama işlemini nasıl yaptığını uygulamalı olarak göstermesini
isteyeceğini, böylece de delilleri polisin yerleştirdiğini ve sanıkların
suçsuzluğunu ispatlayacağını
iddia etmişti.
Yine aynı avukat Ülgen, Poyrazköy davasında mahkemeye ıslak imza
makinesi getirerek sanıkların ve ıslak imza davasında Dursun Çiçek'in
imzasını taşıyan belgelerin sahte olduğunu ve imzaların aslında
makineyle atıldığını ispatlamaya çalışmıştı. Deneme sonucunda imzanın
makineyle birebir atılamayacağı ortaya çıkmış, hakimler Ülgen'e itiraz
etmişlerdi. Konuyla ilgili uzmanların da gerçek imzayla makine imzasının
laboratuvarda kesin olarak birbirinden ayrılabileceğini belirtmeleri
üzerine avukat Ersöz'ün şovu fiyaskoyla
sonuçlanmıştı. Dursun
Çiçek'e ve avukatlara büyük bir darbe de askerlerden gelmişti. Askeri
savcının hazırladığı iddianamede imzanın Çiçek'e ait olduğu kabul
edilmişti.
Yine bu iki avukat Balyoz davasının açılmasına neden olan deliller
arasında yer alan cd'lerin orjinal olduğunu tespit eden ve mahkemece
tayin edilen TÜBİTAK bilirkişileri aleyhine dava açmışlardı. İki
avukatın asliye hukuk mahkemesince reddedilen bu dava girişimi
kamuoyunda, Balyoz davasına bakan savcı ve hakimlerden sonra
bilirkişiler üzerinde de baskı uygulanmaya çalışıldığı, bu dava ile yeni
katılacak bilirkişilere gözdağı verme amacı taşındığı şeklinde
yorumlanmıştı.
ARTIK BIKTIRDI BU BEYHUDE ÇABALAR
Kafa karışıklığı oluşturma çabalarını Ergenekon sürecinde dönem dönem
gördük. O kadar çok örneği var ki bu saptırma gayretlerinin.. Önce
fotokopi denilerek inkar edilen, aslını bulun yoksa dünyayı başınıza
yıkarız denen meşhur 'irtica' belgesinin aslı ortaya çıkınca bu kez o
imza başkasına ait denildi. Sivil ve askeri laboratuvarlarda doğruluğu
tespit edilince imza makineyle de atılmış olabilir denildi. Ayrıca
üzerine parmak izi var mı, ne malum başka belgeden taşınmadığı, mürekkep
yaşına da bakılsın, o da yetmez ayrıca kağıt ve mürekkep o dönem
genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı mürekkepten mi bakılsın, ayrıca
belge yazışma kurallarına aykırı. Gerçekten biz hazırlasaydık işte şu
şekilde nizami yazışma formatında hazırlardık gibi insan zekasıyla alay
eden gerekçeler gösterildi. Hele neydi o Gölcük'te zemine gizlenen
çuvallarca belge için getirilen yer darlığından oraya gömülmüştür
açıklaması..
Hizbuttahrir terör örgütüyle bağlantısı gündeme gelen teğmen Çelebi'nin
cep telefonundaki adres defterine poliste sehven bazı numaraların
eklendiği ortaya çıktı. Buradan hareketle Ergenekon davasının çöktüğü
iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve soruşturmaların içinde olan
polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu olasılığa hiç değinmediler.
Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı da
ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya çıktı. Teğmen, diğer delillerle
de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını zaten
kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf etti. Yalnız bunun
için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt hakkında bilgi
toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı bilgilendirecektim.
Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit etmek istedim."
Yani teğmen rejimin selameti için örgüte sızdığını savundu. İşte belki
de olması gereken bu. Yani Ergenekoncular delillerle ortaya konulan
ilişkilerini tartışmalarla saptırmak yerine dürüstçe kabul etseler ve
şunları deseler daha inandırıcı olmaz mı: 'Evet biz yaptık ama niyetimiz
rejimin kötü gidişini durdurmaktı, bunu görev kabul ettik ve bu işlere
kalkıştık.. Profesörlerin bir görevi de öncü olmaktır biz de rejimi
koruma adına öncü olduk bu eylemlere destek verdik.. PKK'lılar evet
tehlikeli ama düşmanımın düşmanı dostumdur, rejimi koruma adına onlarla
işbirliği yaptık. Kurtuluş savaşında da çetecilerle işbirliği yapılmadı
mı?.. vs. vs."
OYNAMAYA NİYETİ OLMAYAN GELİN 'YERİM DAR' DERMİŞ
Ergenekon ve benzer kritik davalara karşı olan çevreler, böyle dürüstçe
davranmak yerine en ufak fırsatlarda bile davanın çöktüğünü iddia
edebiliyorlar. En üst komutan Başbuğ ve malum çevreler, çıkan belgelere,
fotokopi bunlar, ıslak imza yok diye 'kağıt parçası' yakıştırması
yapıyor, aslını bulun yoksa kıyameti koparırım diyorlar. Hemen ardından
tüm personeli çağırarak hafta sonu bahar temizliğine girişiyor, çuvallar
dolusu belgeleri evrak öğütme makinelerinde kırpıyor, 35 bilgisayarın
harddisklerini özel programlarla defalarca silerek tertemiz yapıyorlar.
Tam 'Yorulduk biraz da dinlenelim, kurtulduk oh be!' diyecekken, gelen
bir haberle aksiyon fırtınası devam ediyor. Bunların çığırtkanlığından
bıkan subaylar, ıslak imzalı asıllarını gönderiyor. Bu kez imzanın
başkasına ait olduğunu iddia ediyor, imza polis asker adli tıp gibi tüm
laboratuvarlarda doğrulanınca da ıslak imza makinesi ile atıldığını
iddia ediyorlar. Makinenin imza atılırken oluşan baskıyı taklit
edemeyeceği ortaya çıkınca bu kez bilinemeyen bir yöntemle taklit
edilmiş olabilir demeye getiriyor ve belgede parmak izinin de
araştırılmasını istiyorlar. Ayrıca o da yetmez, kağıt o belgenin
hazırlandığı tarihteki kağıtlarla aynı mı incelensin, belki de en iyisi
incelemeler yurtdışındaki bir laboratuvarda yapılsın, çünkü Adli Tıp'a
güvenmiyoruz, çünkü hükümetin atadığı adamlardır diyorlar.
ESPRİ Mİ TEHDİT Mİ?.. 'KORKUNÇ BİR FİLM - SCARY MOVİE'
Bir kağıt parçasının çıkardığı fırtına dinmeden bu kez 'boru parçası'
muhabbeti başlıyor. En üst komutan Başbuğ, çıkan lav silahlarına 'boru
parçası', bunları polis de koymuş olabilir
diyor. Ordu malı çıkınca
Trabzon'da savaş gemisine biniyor ve güvertesinden seslenerek, 'Buradan
seslenmemin anlamı büyük, herkes anlıyor' gibi espri mi tehdit mi olduğu
anlaşılmayan, 'Korkunç Bir Film - Scary Movie' serisinin son versiyonuna
konu olabilecek içerikte bir anlatım
kullanıyor.
Ergenekoncuların film yetenekleri ilk olarak, tutuklu general Hurşit
Tolon'un sahte raporla cezaevinden hastaneye sevki girişiminde ortaya
çıkmıştı. Sahte rapor düzenlenerek Hurşit Tolon cezaevinden Gata'ya sevk
edilmek istenmiş, rapor son anda cezaevi yönetimine takılınca Tolon
cezaevi kapısında
durdurulmuştu. Görevimiz
Tehlike filmlerini anımsatan kurtarma operasyonu, gatakulli teriminin
literatürümüze geçmesine de neden olmuştu. Türkiye'yi sallayan ıslak
imzalı belgenin ilk olarak fotokopi olarak ofisinde ortaya çıktığı
Ergenekon tutuklusu Avukat Serdar Öztürk'ün delilleri inkar etmek için
gösterdiği
gayretler ayrı bir alem.
Burada bahsedilebilecek başka o kadar çok şaşırtıcı olay yaşadık ki dört
buçuk yıllık Ergenekon sürecinde..
BAŞBUĞ'DAN İNANILMAZ GAFLAR: 'BÖYLE REZİLLİK OLUR MU YETER YAHU'
En üst komutan Başbuğ, Trabzon'da savaş gemisinde yaptığı 'korkunç bir
espri'den kimse bir şey anlamayınca içini bu kez Habertürk’e dökmüş ve
inanılmaz gaflar yaparak, mahkemelere intikal eden konularda açıklamalar
yapmayı
sürdürmüştü: 'Aylarca
Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yazıldı. İşte 5. iddianame çıktı.
Tek satır var mı? Eee, ne oldu? Hani kendi komutanlarına suikast
yapacaklardı? Nerede? Aylarca suikast, suikast. Ne oldu? Hesabını kim
verecek? Böyle rezillik olur mu? Yeter yahu! Sabrımız taştı diyoruz.
İşte bunlar sabrı taşırıyor.' 400 gram patlayıcı denizaltıyı batırır mı?
'Batırmaz tabii. Bunlar kalmış olan, gözden kaçmış olan miktar
olabilir.' Gemiyi gezen çocukları öldürmek için konmuş olduğu iddia
ediliyor. 'Saçmalık. Bakın burası Türk Silahlı Kuvvetleri. Muz
cumhuriyeti ordusu değil. Burada disiplin yüzde bin tamdır. Genç
subaylar sorunu yoktur. Olmaz da. Ama bu arkadaşları çok da sıkmasınlar
(eliyle sıkma işareti yaparak). Balyoz iddiası için biraz sabırlı olun.
Bunlar askerimin moralini bozuyor. Askerimin moralini bozan herkesle
savaşırım. Yarın Gölcük’e gidiyorum. Moral bozukluğuyla mücadele için.'
MORAL BOZUKLUĞUNU ZEMİNE GÖMMEK İÇİN GÖLCÜK'E GİTTİ, GÖMÜLÜ BELGELER
ÇIKTI
Son olarak Başbuğ'un moral bozukluğunu tamir etmek için gittiği
Gölcük'te zemine ustaca gizlenen ve hepsi kritik davalara ait çuvallar
dolusu belgeler ortaya çıktı. 'Bu kez kesin pes edecekler' denilirken,
'yer darlığından oraya gömülmüştür' şeklinde 'yok artık!' dedirten bir
açıklama
yapıldı ve zemine
gizlemenin arkasında başka maksatlar aranmaması istendi. Aslında belki
de, bahanelerin son versiyonu olan 'yer darlığı', şu atasözünde olduğu
gibi, çıkan ve bundan sonra çıkacak olan delillere nasıl direnildiğini
ve direnilmeye de devam edileceğini tam olarak açıklıyor: 'Oynamaya
niyeti olmayan gelin 'yerim dar' dermiş.'
GELİN-DAMAT ÇÜRÜK, DELİLLER BALYOZ GİBİ
Balyoz ve Ergenekon karşıtları en ufak fırsatlarda bile davanın
çöktüğünü iddia edebiliyorlar. Balyoz Darbe Planı davasının bir numaralı
sanığı eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı Pınar
Doğan Rodrik ve damadı Dani Rodrik, açtıkları web sitesinde ve
yayınladıkları kitapta Balyoz belgelerinin sonradan üretilmiş sahte
belgeler olduğuna dair iddialarını ispatlamak için yoğun bir çalışma
yürütüyor. Hedeflerinde sadece Balyoz davası değil Ergenekon davası da
var. Her davada, özellikle Balyoz ve Ergenekon gibi çok yoğun trafiğin
yaşandığı davalarda illa ki bazı hatalar meydana gelmiş olabilir.
Örneğin Teğmen Çelebi'nin cep telefonuna başka sanığın telefon
numaralarının yüklendiği ortaya çıktı. Polis bunun sehven olduğunu
belirtse de bu çevreler inanmadı. Ergenekon davasının çöktüğünü iddia
ettiler. Ancak birşey daha ortaya çıktı. Zaten o numaralar teğmenin
suçlanmasında yer almamış. Ayrıca teğmen dava duruşmasında yaptığı
savunma ve çapraz sorgusunda Hizbuttahrir örgütüne sızdığını da itiraf
etti. Bu konu tartışıldıkça teğmen hakkında diğer deliller de bir bir
gündeme geldi.
KAMUOYU HERŞEYİN FARKINDA
Bu çarpıcı bir örnek. Bunun gibi tek tük insan kusuru olabilecek
hataları ön plana çıkarıp asıl delilleri gizleme kurnazlığı çok şükür ki
işe yaramıyor. Kamuoyu herşeyin farkında. Ergenekon çevrelerinin,
davaların komplo olduğuna dair gayretlerine o kadar çok örnek
sayılabilir ki. Hepsi asılsız çıktı, bir teki bile doğru çıkmadı. Askeri
mahkemede yargılanan Ergenekon tutuklusu Yarbay Mustafa Dönmez'in Zir
Vadisi'nde ve evinde ele geçen çok miktarda cephane ile el yazılı
ajandası gibi diğer delilleri inkar etme gayretleri. Hep polisi
suçlaması, askeri övmesi. Ama hiçbirisi işe yaramadı. Aramalara katılan
çok sayıdaki askeri gözlemciler Dönmez'in iddialarını yalanladılar.
Askeri laboratuvarda incelenen el yazısı Dönmez'e ait çıktı. Bir gerçek
daha çıktı o davada. Dönmez'in eşini başkasıyla aldattığı. Eşi dahi şok
oldu. Yani iş nereden nereye geldi. Türkiye'yi sallayan ıslak imzalı
belgenin ilk olarak fotokopi olarak ofisinde ortaya çıktığı Ergenekon
tutuklusu Avukat Serdar Öztürk'ün delilleri inkar etmek için gösterdiği
gayretler ayrı bir alem. Tüm delillere direndiler, hepsine bir kulp
bulmaya gayret ettiler.
HERON İHANETİ VE TSK'DAN SIZDIRILAN BELGELER
Bir valiz dolusu belge ve ses kaydından başka Gölcük Donanma'nın
zemininden çıkan çuvallar dolusu belge. Yine de direniyorlar.. Onlar
direndikçe TSK'daki şerefli subaylar yeni belgeler gönderiyor.
Gönderiyorlar, çünkü cuntacıların ihanetinden rahatsızlar. 'Çok PKK'lı
vuruluyor durdurun ya da düşürün şu heronları!' diyen subaylar TSK
içindeki PKK işbirlikçisi hainleri bütün çıplaklığıyla ortaya serdi.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Jandarma Komutanı Eşref Bitlis, Bingöl'de 33
er katliamı gibi çok sayıda subay ve sivile yönelik suikastler ihanetin
nasıl geniş boyutlu olduğunu gösterdi. İşte bundan rahatsız olan şerefli
subaylar cuntanın sırlarını bir bir ortaya döküyor. Cunta direndikçe
yeni belgeler geliyor.. Fotokopi diye küçümsüyorlar ıslak imzalı aslı
gönderiliyor, o ıslak imzalı belgeyi ortadan kaldırmak için
Genelkurmay'da nasıl haftasonu mesaisi yaptıklarına dair ihbarlar,
savcılardan hangi delilleri gizleyeceklerine dair ses kayıtları geliyor.
Direniyorlar. Bir valiz dolusu balyoz belgesi ve ses kaydı geliyor.
Direniyorlar. Zemine gizlenmiş çuvallar dolusu belge geliyor. Yine
direniyorlar.
MAHKEME AYRINTILARA İNDİKÇE YENİ DELİLLER ÇIKIYOR
Delilleri inkar etmek için sanıkların neredeyse yapmadığı numara,
atmadığı takla kalmıyor. Böyle olunca mahkeme uzuyor. Aslında uzaması bir
açıdan da iyi oluyor, çünkü ayrıntılara inildikçe Danıştay davasında kamera
görüntülerinin örtüldüğünün ortaya çıkması gibi yeni çarpıcı gerçeklerle
karşılaşıyoruz. Soruşturma genişledikçe genişliyor, örgütün diğer
uzantılarına yöneliyor. Haberal için yapmadıkları numara kalmayınca mahkeme
olayın üzerine gidiyor ve orada da örgüt uzantıları tespit ediliyor. Onun,
doktorların dediği gibi kıpırdarsa ölecek durumda olmadığı, gayet sağlıklı
olduğu, düzenlenen düzmece raporlarla hasta gibi gösterilerek cezaevinden
uzak tutulmaya çalışıldığı ortaya çıkıyor. Bu gelişme bir başka korkunç
şüpheyi daha teyit ediyor. Ecevit'in Haberal'ın hastanesinde nasıl
iyileşemediğini, 'Kasten iyi edilmiyor, çünkü başbakanlıktan düşürüp
başkasını yerine geçirecekler' ihbarı üzerine adeta kaçırılırcasına
hastaneden çıkarılan Ecevit'in evinde nasıl hızla iyileştiğini.
Soruşturmalar sürdükçe ve genişledikçe çok çarpıcı başka gerçeklerle
karşılaşacağımız anlaşılıyor. (Abdullah Harun
/ kontrgerilla.com)
Yalman'ın
ifadesi Balyoz delili
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın
Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği 31 sayfalık ifadesi, Balyoz
davasının önemli delilleri arasında yer alıyor. Yalman'ın ifadesinde şu
sözler yer alıyor: 'Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi
tarafından bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını
söyledim. Bunun üzerine kendisi de ‘ben de öyle tahmin etmiştim’ dedi.
Esasen bir slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne
olduğunu. Planı okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali
oldum.'
27.03.2012 13:04 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç
Yalman’ın Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği 31 sayfalık ifadesi,
Balyoz darbe planı iddialarına yönelik davaya delil oldu. Yalman’ın
“Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını, 2004 baharında Hilmi Özkök
odasında bana gösterdi” sözleri dikkat çekti.
-Soruların tamamı günlüklerden-
Balyoz Darbe planı davasına bakan İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza
Mahkemesi, delillerin toplandığını son duruşmada sanıklara söyledi.
Balyoz davasının delilleri arasına giren en önemli ifade ise dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’a ait. Yalman’a
yöneltilen soruların tamamının, Özden Örnek’in olduğu öne sürülen
günlüklerdeki iddialar ve Ergenekon yapılanmasıyla ilgili olduğu
görüldü.
-Planı gördüm dışlandığımı anladım-
Savcının “Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz adlı darbe planlarından haberiniz
var mı? Planların hazırlanmasında rolünüz ne oldu? Kimler hazırladı? Ne
gerçekleştirmeyi planlıyordunuz?” sorusuna Yalman şu cevabı veriyor:
“Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay Başkanı Hilmi
Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi tarafından
bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını söyledim.
Bunun üzerine kendisi de ‘ben de öyle tahmin etmiştim’ dedi. Esasen bir
slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne olduğunu. Planı
okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali oldum.”
-Bazı komutanlar aşırıya gidiyordu-
Örnek’in günlüklerindeki “16 Mart 2004’te Genelkurmay Başkanını görmeye
gittim. Şener’in yaptıklarının yetkisini aştığını ve birçok şeyden
haberi olduğunu söyledi. Ben de KKK’ya gittim bunu anlattım ve Hava
Kuvvetleri Komutanıyla ikisini durdurma karar aldık” ifadesi sorulan
Yalman, “Özellikle MGK’daki görüşmelerde bazı komutanların
aşırlılıklarından rahatsız olduğumu ve Hilmi Özkök’ün de aynı fikirde
olduğunu zannediyorum. Darbeyle ilgili hiçbir düşünceye katılmam mümkün
değil.” Yalman, Kıbrıs sorunuyla ilgili Hilmi Özkök’e sunulan ve altında
4 kuvvet komutanının imzasının yer aldığı bildiriyi, Özkök’ün ‘muhtıra’
olarak niteleyip altındaki 3 imzayı çıkarttırdığını anlattı.
-O mektuplardan bana da gönderildi-
Savcının Özden Örnek’in günlüklerinde yer alan “Genelkurmay Başkanına
tam bir tavır oluşmuş. Mustafa Balbay Jandarma Genel Komutanına gelerek
‘bildiklerimi yazarsam kaçacak yer bulamaz’ demiş. Yine bugün ayrıca
Cumhuriyet’te ‘Genç subaylar rahatsız’ diye bir haber çıkmış”
ifadelerini hatırlatarak “Genelkurmay Başkanına tavır almanızın nedeni
neydi” sorusuna Yalman “Genelkurmay Başkanına karşı tavır geliştirmek
söz konusu olmadı ve olamaz. Cumhuriyet’teki haber beni şok etmişti. Ben
de bu haberden rahatsız oldum” cevabı verdi.
-Kim organize etti bilmiyorum-
Yalman’a, Şener Eruygur’dan ele geçen ve Hilmi Özkök’ü istifaya zorlamak
amacıyla sanki alt düzey subaylar yazmış gibi gönderilen istifa içerikli
mektuplar da soruldu. Yalman, “Ben de komuta heyetini zan altında
bırakacak içerikte imzasız mektuplar aldım. Aynı mektupların Özkök’e
gönderildiğini tahmin ediyorum. Ancak bu mektupların kimler tarafından
organize edilip gönderildiğini bilmiyorum” cevabını verdi.
-Jandarma beni de yasadışı dinlemiş-
Savcının, MHP Milletvekili Ümit Özdağ ile kendisi arasında geçen ve
Şener Eruygur’da ele geçen telefon konuşma dökümlerini sorması üzerine
Aytaç Yalman, “Özdağ ile görüşme yaptığımı hatırlamıyorum. Bu görüşmenin
doğru olduğu varsayılıyorsa Jandarma Genel Komutanlığı tarafından
telefonlarımın mahkeme kararı olmadan dinlenmiş olabileceğini
değerlendiriyorum” cevabı veriyor.
Aytaç Yalman’a, Şener Eruygur’da ele geçen belgelerdeki eski Genelkurmay
Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın zehirleme planları soruldu. Yalman, bu konuyu
basından duyduğunu bir bilgisi olmadığını dile getirdi. Yalman’a,
Ergenekon sanığı emekli Orgeneral Hurşit Tolon’da ele geçen “opera-son”
adlı belgedeki, “Özkök istifa ettirilip yerine Yalman getirilecek”
iddiası soruldu.
Bu stratejiden bilgisi olup olmadığı sorulan Yalman, şunları dile
getirdi: “Özkök’ün ifadelerinden bu bilgiye muttali oldum. Bundan haberim
yok. Bu bilgi benim göreve başladığım günlerdeki bazı bilgilerle
örtüşmesinden calib-i dikkattir. KKK görevine başladığım ilk haftalarda Ali
Er adlı Kurmay Albay bana ‘Siz 1. yılın sonuna kalmadan istifa
edecekmişsiniz, bu konu her tarafta konuşuluyor’ dedi. Tabi benim için çok
ciddi bir şok oldu. Buna takiben bir hafta sonra bir gazetede ‘Aytaç Paşa
sağlık nedeniyle istifa edecek’ diye bir yazı çıktı. Opera-son isimli
dosyadaki istifa etmem konusuyla veya ettirilmem konusuyla bu yaşadığım olay
arasında anlamlı bir ilişki var.” (Star - http://www.stargazete.com/politika/emekli-orgeneralden-dikkat-ceken-sozler-haber-437805.htm)
-Balyoz sanıkları ısrarla Yalman'ın tanıklığını istiyordu-
28.03.2012 10:34 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç
Yalman'ın, Ergenekon soruşturması çerçevesinde savcılığa verdiği ifadede
darbe planlarını doğrulayan açıklamalar yapması, Balyoz sanıklarını önemli
derecede etkileyecek. Darbe planlarını kabul etmeyen Balyoz sanıkları, son
duruşmalarda ısrarla Aytaç Yalman'ın ifadesine başvurulmasını istiyordu. Dün
görülen 87. duruşmada da çok sayıda sanık bu taleplerini tekrar dile
getirmişti. Sanıklar, mahkemenin Yalman'ın tanıklığına başvurmaması halinde
eksik bir yargılama yapmış olacağını iddia etmişti. Yalman'ın Balyoz
davasının en önemli delilleri arasına giren ifadeleri, sanıkların
savunmalarını çökertmiş oldu. (Zaman)
-Atilla Kıyat: Özkök ve Yalman’a yalvarıyorum, lütfen tanık olsunlar-
28.03.2012 13:27 Emekli Koramiral Atilla Kıyat, darbe planı davalarında
eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı
Aytaç Yalman’ın tanık olmasını istedi. Kıyat, “Özkök ve Yalman’a
yalvarıyorum. Gönüllü tanıklık yapma hakları var. Lütfen mahkemeye
gelsinler” dedi.
A Haber’de yayınlanan Selin Ongun’un sunduğu “Bi Sormak Lazım”
programına katılan Emekli Koramiral Atilla Kıyat darbe planı davalarıyla
ilgili Genelkurmay Başkanlığı’na, eski komutanlara ve hükümete seslendi.
Kıyat, “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman. Ben kendilerine yalvarıyorum.
Sanıkların bütün taleplerine rağmen yargı kendilerini tanık olarak
çağırmıyor. O yargının bileceği iş. Gerek görmüyordur. Mahkeme heyetinin
kararına karışamayız. Ama yanlış bilmiyorsam kendilerinin gönüllü tanık
yapma hakları var. Lütfen bu mahkemelere gelsinler. Bir asker olarak
yemin edecekler. Hakikaten böyle bir darbe var mıydı? Onlar mı
önlediler? Yoksa bu bir plan tatbikatı mıydı?” dedi.
-“Genelkurmay davaya hukuken müdahil olmalı”-
Genelkurmay Başkanlığı’nın hukuken dava süreçlerine müdahil olması
gerektiğini söyleyen Atilla Kıyat, en büyük zarar gören TSK olduğunu
ifade etti. 12 Eylül dava süreçlerinde müdahil olan kesimleri örnek
gösteren Kıyat, “Genelkurmay’ın da bu davaya müdahil olması gerekir.
Bundan sonra iki şık var. Bir iddia makamının iddiası var. Bunlar darbe
yapacaklar. İki, kendini savunanların iddiası var. Biz darbe
yapmayacaktık, önümüze konulanlar sahtedir. Mahkeme sonucunda darbe
yapacakları ortaya çıkarsa Silahlı Kuvvetlerin itibarını zayıflatan
darbe yapmaya kalkanlardır. Ama eğer bu sonuç çıkmazsa TSK’yı
itibarsızlaştıran öbür taraftır” diye konuştu.
-“TSK savaşamaz hale getirilmemeli”-
Atilla Kıyat, hükümetin de bu süreçte dikkatli olması gerektiğini
belirtti. Emekli Koramiral Kıyat, “Son sözüm hükümete. TSK’yı darbe
yapamaz hale getirelim derken TSK’yı savaşamaz hale getirirsek bunun
hesabını hiç kimseye veremeyiz” uyarısında bulundu.
-“Deniz Kuvvetlerinin komuta kademesinin yüzde 60’ı tutuklu”-
156 kurmay subayın hapiste olduğunu kaydeden Kıyat, “Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı komuta kademesinin yüzde 60’ı bugün tutuklu olarak hapiste. Bu
durum böyleyken Ben Libya’da aslanlar gibi görev yaparım, Doğu Akdeniz’i
Rumlara ve İsrail’e bırakmam, yok hayır bırakırız” dedi. (Star - http://www.stargazete.com/guncel/atilla-kiyat-ozkok-ve-yalman-a-yalvariyorum-haber-438335.htm)
ABD'li
firmaya göre Balyoz cd'leri sahte
Amerikalı Adli Bilişim uzmanları, Balyoz CD'lerinde 76 adet
sahtecilik tespit etti. Hazırlanan raporda, 2002-2003 yıllarında
oluşturulduğu iddia edilen dokümanların 2007’deki bilgisayar
teknolojisinden yararlanarak hazırlandığı vurgulandı. Amerikalı
uzmanların raporu, esas hakkındaki mütalaanın verilmesine kısa bir süre
kala dava dosyasına girdi.
22.03.2012 18:41 Balyoz davasında delil olarak gösterilen CD'lerle
ilgili önemli bir rapor hazırlandı. Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın
avukatlarının başvurusu üzerine Balyoz belgelerini inceleyen Amerikalı
adli bilişim uzmanları, CD'ler üzerinde sahtecilik yapıldığını tespit
etti. Balyoz Davasında CD'lerin 2002 ile 2003 yıllarında hazırlandığı
ileri sürülüyordu. Arsenal Consulting şirketinde görevli uzmanlar,
CD'lerin ilk kez 2006 yılında kullanılmaya başlanan, Office 2007
yazılımıyla oluşturulduğunu saptadı.
Arsenal Adli Bilişim Raporuna göre Ocak 2007’de sunulan Microsoft Office
2007, Calibri yazı karakterini taşıyan ilk Office versiyonudur. 11 ve 17
numaralı CDlerin oluşturulma tarihi, en erken 2006 ortası olabilir.
Amerikalı adli bilişim uzmanları, Balyoz belgeleri içinde 2007’de
oluşturulmuş "Calibri" yazı karakterinin bulunduğu tam 67 doküman tespit
etti. Raporda, “Bu 67 dokümanının son kayıt tarihlerinin 2002 ve 2003
olması mümkün değildir; zira o tarihlerde "Calibri" mevcut değildir”
denildi.
Arsenal, 11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve
zamanlarında sahtecilik yapıldığı sonucuna varmıştır. Arsenal, aynı
zamanda, 11 ve 17 numaralı CD’lerin oluşturma tarih ve zamanlarında
sahtecilik olduğu sonucuna da varmıştır. İncelemeyle ilgili rapor
hazırlayan Arsenal Consulting Genel Müdürü Mark Spencer, şu saptamayı
yaptı: “Son kayıt tarihlerindeki 9 grup sahteciliğin mevcudiyeti
nedeniyle Arsenal, 11 ve 17 numaralı CD’deki tüm Office ve dosya sistem
üst verilerini güvenilmez addetmektedir.”
Balyoz CD'lerinde sahtecilik tespit eden rapor, davada esas hakkındaki
mütalaanın verilmesine çok az bir süre kala dava dosyasına girdi. (Ulusalkanal.com.tr)
Balyoz
ve gerçekler (1)
Balyoz davasını savcılığa teslim ettiği 1 valiz dolusu
belge, cd ve ses kaydıyla başlatan Taraf muhabiri Mehmet Baransu, yazı
dizisinde Balyoz delillerinin sahte olduğu iddialarına tek tek cevap
veriyor. Geçtiğimiz günlerde ABD'de bir firmaya teknik inceleme yaptıran
Balyoz sanıklarının yakınları delillerin sahte olduğunu, 2003 tarihli
Balyoz darbe planına ait bilgilerin yer aldığı cd'lerde 2003 sonrasına
ait bilgilerin de bulunduğunu, bunun da cd'lerde oynama yapıldığına,
yani sahte olduğuna dair delil olduğunu ileri sürmüşlerdi.
26.03.2012 16:35 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (1)..
Balyoz Darbe Planı’yla ilgili son günlerde avukatların Amerika’dan
aldığı bir rapor tartışılmaya başlandı. Rapora göre, Balyoz belgeleriyle
ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003
sonrasıydı ve “belgelerin sahte olduğu kanıtlanmıştı”. İddia buydu ve
Balyoz belgelerinin içeriğini hiç görmeyen, görmek istemeyen medyadaki
bazı kalemler, bu rapor üzerine yazı yazıp, yorum yapmaya başladılar.
Öncelikle şu notu düşerek yazıma başlayayım. Balyoz Darbe Planı’nı
ortaya çıkaran gazeteci olarak, yargılamanın devam ettiği bu süreçte
sessiz kalmayı tercih ettim. Çünkü olayı ortaya çıkaran gazeteciydim ve
davanın bir tarafı gibi görünmek istemiyordum. Yaptığım, 2003 yılında
yapılan bir darbe planını, tüm belgeleriyle haberleştirmek ve kamuoyuna
yansıtmaktan ibaretti. Davanın bir tarafı değildim.
Haberim üzerine herkesin bildiği gibi savcılık bir soruşturma açmış,
belgeleri gazeteden istemiş ve ardından da konuyla ilgili bir iddianame
hazırlamıştı. Hazırlanan iddianame de mahkeme tarafından kabul
edilmişti. Bir süre sonra da Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat
Şubesi’nde yapılan bir aramada, savcılar karoların altına saklanan
çuvallar dolusu belgeyi yakalamış ve bu çuvallar içerisinde Balyoz Darbe
Planı’yla ilgili yeni ve eski belgeler ortaya çıkarılmıştı.
Olayın ilk gününden itibaren, davanın bir tarafı olmadığım hassasiyetini
göstermeme rağmen ortaya çıkan raporlar ve bazı gazetecilerin Balyoz
Darbe Planı’nı okumadan yaptıkları yorumlar, yargılama sürerken konuyla
ilgili yazı yazmama neden oldu. Yazdıklarım ve yazacaklarımla “Adil
yargılamayı etkileme” kastımın olmadığını öncelikle belirteyim. Bu notu
düşerek “Balyoz ve gerçekler” başlıklı yazılarıma başlayayım.
Bugün konuya kısa bir giriş yapacağım. Yarından itibaren de her gün bu
köşede konuyla ilgili iddialara, yapılan çarpıtmalara cevap vereceğim.
Balyoz belgeleriyle ilgili en kritik nokta, fişleme belgeleri ve ek
planlarındaki bazı bölümlerin nasıl olup da 2003 sonrası bir tarihe ait
olduğu sorusu. Bu konuyla ilgili daha önce bir yazı kaleme almıştım. Bu
belgelerin bir bölümünün “güncellendiğini” belirtmiştim.
Balyoz Darbe Planı çok sayıda belgeden oluşuyor. Sadece fişleme
belgelerinin sayısı binlerce. Ses kayıtları, el yazıları, fişleme
notları, power point’ler ve daha fazlası yüz binlerce belgeden ibaret.
Tartışmaya açılan notların sayısı ise asıl planların eklerinde yer alan
yaklaşık yüz ayrı konu. Hastane, sokak vb. gibi isimlerin güncellenmesi
gibi.
Öncelikle “güncellemeden” kastımın ne olduğunu açıklayayım. “Güncelleme”
tabiri bana ait değil. Tamamen Balyoz Darbe Planı içerisinde yer alan
bazı askerlerin itirafları. Balyoz ses kayıtlarında ve alınan bazı
ifadelerde belgelerin zamanla “güncellendiği” itiraf ediliyor. Planlar
ve fişleme belgeleri zaman içerisinde “güncellenerek”, Kozmik Oda’da
tutulmuş. Ya da eski listeler güncellenerek “merkeze” gönderilmiş.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için yarın güncellemeyle ilgili
“itiraflardan” bir bölümüne yer vereceğim.
Balyoz Darbe Planı’nın yapıldığı toplantıda üç isme daha önce dikkat
çekmiştim. Bu isimlerden biri 2003 yılında 3. Kolordu Komutanı olarak
darbe toplantısına katılan ve burada bir de sunum yapan Korgeneral Ergin
Saygun. Saygun, 2005 yılında Orgeneralliğe terfi etti. 2006-2008 yılları
arasında da Genelkurmay 2. Başkanlığı görevinde bulundu. Bir yıl sonra
da 1. Ordu Komutanlığı’na atanarak, 2009 yılı ağustos ayında emekliye
sevk edildi. Dikkat çektiğim bir diğer isim ise Süha Tanyeri’ydi. Balyoz
Darbe Planı’nın yapıldığı dönemde Kurmay Albay rütbesiyle 1. Ordu
Komutanlığı Harekat Başkanı olarak görev yapıyordu. Balyoz’un “beyni”
olarak, tüm planları organize etmişti. 1980 darbesindeki Bayrak Harekat
Planı’nı arşivlerden indirip, el yazısıyla güncelleyen de kendisiydi.
Bir diğer isim ise Bertan Nogaylaroğlu’ydu.
Her üç ismin de 2007 yılında yolları Amerika’da kesişti. 2007 haziran
ayında Hudson Enstitüsü’nde yapılan bir toplantı, bu üç ismi kamuoyunun
gündemine taşıdı. Toplantıya katılan isimler Tuğgeneral rütbesiyle Süha
Tanyeri ve Bertan Nogaylaroğlu’ydu. Burada dönemin Anayasa Mahkemesi
Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, Taksim’de bomba patlatılması gibi
korkunç planlar konuşulmuştu. Bu toplantı da tıpkı Balyoz gibi o
günlerde “jenerik” diyerek geçiştirilmeye çalışılmıştı. Ergin Saygun da
367 krizi öncesi özellikle Amerika’da “darbe yapılması halinde”, okyanus
ötesinde nabız yokluyordu.
Bu toplantıdan önce de Hudson Enstitüsü uzmanlarından Zeyno Baran,
Newsweek dergisine yazdığı bir makalede “2007 yılında Türkiye’de darbe
olma ihtimalinin yüzde 50” olduğunu yazdı. Kilit cümle “darbe olma
ihtimali” ve “ordu içerisinde bir grubun 2006 yılı sonrası bir darbe
girişiminde bulunabileceğinin” kamuoyuna açıklanmasıydı. Bu bir anlamda
itiraf da demekti. Zeyno Baran isim vermeden haber kaynağının bir subay
olduğunu belirtse de, bugün herkes haber kaynağının Ergin Saygun
olduğunu biliyor.
2003 yılında Balyoz Darbe Planı içerisinde bulunan bu üç kilit isimden
Ergin Saygun, 2006 yılı ağustos ayında Genelkurmay 2. Başkanlığı
görevine getirildi. Yaşar Büyükanıt’ın yardımcısı olarak bu görevde iki
yıl kaldı. 367 krizi, Cumhurbaşkanlığı tartışması, Taraf’ın ortaya
çıkardığı Lahika Darbe Planı’nda, Karargah’ın göbeğindeki isimdi. Balyoz
Darbe Planı’nda Harekat Başkanı olarak Albay rütbesiyle görev yapan Süha
Tanyeri de daha sonra Tuğgeneralliğe terfi ederek, 2005-2008 yılları
arasında Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM)
Başkanlığı görevinde bulundu.
İşte bugün çok tartışılan bazı listeler, o günlerde bu üç isim
tarafından arşivlerden tıpkı Bayrak Planı’nda olduğu gibi 2003 yılında
indirilmiş, 2006 sonrası “ihtimal” olarak değerlendirilen darbe planları
için “güncellenmişti”.
Bu listelerin nasıl güncellendiği, bu güncellemelerin ortaya çıkmasıyla
Saygun’un bilgisayarlarını neden yaktığı, Lahika’nın darbe planı olarak
değerlendirilip, 2007 yılında bu ve benzeri belgelerin kim tarafından nasıl
imha edildiğiyle ilgili yazışmalar, güncelleme itirafları ve diğer iddialara
ilişkin yazıma yarın devam edeceğim. Başta da belirttiğim gibi konunun
anlaşılabilmesi için, bugün iddialarla ilgili küçük bir giriş yaptım.
Detaylı açıklamaları ve Balyoz ve gerçekleri anlamak için 2007-2008 yılında
yaşanan bazı olayları yarın sizlerle paylaşacağım." (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (2)
Taraf'tan Mehmet Baransu,"Balyoz belgeleriyle ilgili
bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve
belgeler sahte..." iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Dün başlattığı
yazı dizisinde belgelerdeki 'güncelleme'ye dikkat çeken Baransu, bugün
de köşesinde ilgili ses kayıtlarına yer verdi. İşte Baransu'nun
tespitleri:
27.03.2012 15:19 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (2)..
Balyoz ve gerçekler yazımıza kaldığımız yerden devam edelim... Dün,
CD’lerin içeriğindeki bazı dosyaların zaman çelişkilerini yazmış,
çelişkinin nedeninin “güncelleme”, bu iddianın da askerlere ait olduğunu
belirtmiştim. Balyoz darbe planına 2003 yılında katılan ve ardından da
orduda yükselen üç isme de dikkat çekmiştim; Ergin Saygun, Süha Tanyeri
ve Bertan Nogaylaroğlu. Bu üç ismin ortak noktası, 2007 ve sonrası
Türkiye’de darbe iddialarının konuşulduğu günlerde, tartışmanın odağında
bulunmalarıydı.
Zeyno Baran’ın da dediği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir grup,
eski alışkanlıklarını bırakmamış ve hükümeti zor durumda bırakmak için
bazı girişimlerde bulunmuştu. Yine birtakım planlar yapılmaya, arşivler
güncellenmeye başlanmıştı.
Balyoz Darbe Planı’nın hazırlandığı dönemde 3. Kolordu Komutanı olan
Orgeneral Ergin Saygun da bu dönemde önce Genelkurmay 2. Başkanlığı
ardından 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Adı, 367 krizinde,
Lahika Darbe Planı’nda geçti. Müdahale olması durumunda Amerika’da bazı
temaslarda bulunduğu da hep konuşuldu.
Tıpkı Balyoz Planı’nda, 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’nın arşivlerden
indirilip, güncellenmesi gibi, 2003 yılında katıldığı seminer
kayıtlarının da güncellendiği iddia edildi. İddianın sahibi ise hem
İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul
subay hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askeri Savcı
Bülent Münger’di. Bugün sizlerle güncellemeyle ilgili hem seminer
kayıtlarını hem de 2007 yılında imha edilen bazı belgelerle ilgili
bilgileri paylaşacaktım. Ancak, yerim olmadığı ve paylaşacağım ses kaydı
uzun olduğu için, tek bir örnek vererek, diğer konuları yarın ve
sonrasına bırakacağım. Balyoz belgelerinin tümünü gören ve soruşturma
yapan Askeri Savcı’nın anlatımlarıyla, güncelleme konusuna girelim.
Bülent Münger, Balyoz Darbe Planı’nı gazetede yazdığımız dönemde 1. Ordu
Komutanlığı’nda Başsavcı olarak görev yapıyordu. Tıpkı sivil savcılar
gibi Münger de Askeri Savcılığın başlatmış olduğu soruşturma kapsamında
Taraf’tan Balyoz Darbe Planları’yla ilgili CD ve DVD’leri istedi. Ahmet
Altan ve benim de ifademe başvurdu. Münger’e CD ve DVD’leri teslim ettik
ve soruşturma genişletildi.
Soruşturma kapsamında belgeleri incelemek üzere bir bilirkişi
görevlendirildi. Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan yazdığı raporda seminer
adı altında yapılan toplantıda, sınırın aşıldığıyla ilgili
değerlendirmelerde bulundu. Seminerde gerçek isimlerin, yerlerin,
siyasetçilerin adlarının kullanılmasının teamüllere aykırı olduğunu
belirtti. Bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan Münger,
ilginç bir şekilde dosyayı kapattı.
Ancak daha sonra Savcı Bülent Münger ve üç askeri hukukçunun internete
ses kaydı düştü. Balyoz belgelerinin konuşulduğu toplantıda Münger ve
arkadaşları “güncelleme” başta olmak üzere, çarpıcı itiraflarda
bulunuyorlardı. Ses kaydının internete düştüğü gün, Münger’le telefonda
görüşmüştüm. O gün kaydı yalanlamıştı. Ancak 3. Balyoz iddianamesinde,
sivil savcıların Münger’in ifadesini aldıkları ortaya çıktı. Askeri
savcı ses kaydını doğruladığı gibi kayıt mahkemeye de sunulmuştu.
Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
O ses kaydı, Balyoz dosyasında |
İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu
Yazışmalar-emirler darbenin delili
Sonradan kabul edilen ses kaydında özetle şunlar konuşulmuştu: “Normal
plan semineri yapıyorsan, bu zaten eğitim planı içerisindedir. Gizli
saklı olmaz. 1. Ordu ve Kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe
planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha
anlayamadılar. Her şey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini
bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar. ...Emirler taranmış
vaziyette. CD’nin içinde. Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri.
Komutanlık emirleri. Taranmış vaziyette. Savcılar tarafsız askeri
bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe
hazırlığını hemen ispatlarlar. Balyoz CD’lerinde var bunlar. Onlar fark
edemedi. Askerlikten anlamıyorlar.”
Planları güncelleyip saklıyorlar
“Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını diğer plan subaylarının haberi
olmadan arşivden kendisinin çıkarttığını itiraf etti. Plan subayı
bilmiyor. Süha Tanyeri söylüyor bunu. Ben size bir şey söyleyeyim mi.
Daha bu Iceberg’in görünen yüzü. Bir gün lazım olur diye, güncelleyip
kullanabilmek için evrakları sürekli saklıyorlar. Hala o belgeler
saklanıyor. Lazım olur diye. Bilgisayar MEBSS sorumlusu, evinde, bütün
buradaki bilgileri evine aktarıyor. Emekli olurken veya buradaki
bilgileri götürmüş.
Birol anlatmıştı. Ergin Saygun (2008-2009 yılı kastediliyor. Saygun 1.
Ordu Komutanı) unutmuş ya. Hizmete özel bilgisayarını buradan almış.
Evine götürmüş. Bütün planlar bilgisayarda yüklü. İnternete takmış. Ona
da virüs girmiş mi. Tutuştu diyor Birol Yarbay. Düşün 1. Ordu’nun tüm
gizli planları şeyde, adamın bilgisayarında. Adam evinden internete
giriyor. İnternete virüs giriyor. Tutuşuyor. Bütün 1. Ordu’nun gizli
planları biranda internet ortamında. Apar topar gecenin bir yarısı Birol
gidiyor buradan. Müdahale ediyor. Panik. Sabaha kadar uğraştım diyor.
Hayır, niye arkadaş bu adam bunları evine götürür.
Denizcilerin (Gölcükte, karolar altında bulunan belgeler kastediliyor.)
o belgelerinin bulunması diyor ya bunlar geçmiş şeyimiz. Hafızamız.
Hafızamızı silemeyiz. Sen diyorsun ya çıkarıp çıkarıp ısıtıyor aynı
şeyleri. Planları kullanıyorlar. Ufak tefek rütuşlar yapıyorlar. Yeniden
yapmıyor adam. Olanın üzerinden değiştiriyor. Günümüze uyguluyor.
Ben size Balyoz CD’lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz.
Yapamaz siviller, mümkün değil. Bütünlüğü bozan bir şey yok. Hepsi mesaj
emirleri, KKK emirleri. Belgelere bakın, planların bir yansıları
yapılmış. O cami bombalamaların yansıları tamam mı. Olamaz böyle bir şey
diyorsun. Yapamaz siviller. Şimdi bütününe baktığınız zaman bütününü
bozan bir şey de yok.
İşin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendisi almış. Çökeriz diyor
İstanbul’un üzerine. Ne demek İstanbul’un üzerine çökmek. Çökeriz diyor.
Tabii canım, darbe yapar bunlar. Normal plan seminerinde niye
İstanbul’un üzerine çöküyorsun. Bak en temel soru o. Nedir yani böyle
İstanbul’la alıp veremediğin. Niye İstanbul’u mahalle mahalle
inceliyorsun. Alışveriş merkezlerini belirliyorsun. İstanbul ayağı
tamamsa, Jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü bütün
teşkilatlanmamız jandarma üzerinden.”
Balyoz soruşturmasını kapatan Askeri Savcı’nın söyledikleri özetle
böyleydi. Yarın, diğer güncelleme itirafları ve raporları ele alacağım. (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (3)
Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili
bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve
belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Yazı dizisinin 3. bölümde
Balyoz seminer toplantılarında yapılan konuşmalara ait ses kayıtlarını ele alan Baransu,
güncellemelerin yapılacağının, o toplantıda bir çok kişi tarafından dile getirildiğini
örneklerle açıklıyor. Yani 2003 yılındaki toplantıda bizzat
katılımcıların ifadeleriyle, planlarda güncellemeler yapılacağının
belirtildiğini gösteriyor.
28.03.2012 14:44 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (3)..
Bugün güncellemeyle ilgili bölüme devam edeceğim. Balyoz Darbe Planı’nın
görüşüldüğü ve Çetin Doğan tarafından kayıt altına alınan ses kaydında
yüzlerce yerde güncelleme ve çalışmaların devam ettiğiyle ilgili
bölümler var. Şimdi bu konuşmalardan bazı bölümleri vererek, aslında
listelerin bir bölümünün 2003 ve seminer sonrası nasıl güncellendiğini,
bazı planların hangi birliklerden alınıp, güncellenerek İstanbul’a
uyarlandığını anlatalım.
“Birlikler seferberliğin ilan edilmesiyle birlikte teşkil edilecek,
sıkıyönetim planları gözden geçirilecek ve GÜNCELLEŞTİRİLECEKTİR.
Planın istihbarat ekinde yer alan görevde kalması sakıncalı olan kamu
kurum ve kuruluşları yöneticileri, bunların yerine atanacak sivil ve
asker şahıslar ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkan ve kabiliyetlerini
içeren bilgiler GÜNCELLEŞTİRİLECEKTİR. Sıkıyönetim bildirileri
güncelleştirilerek yayınlanmaya hazır hale getirilecek, basın ve halkla
ilişkiler merkezinde çalışacak personel ile basın sözcülerine gerekli
eğitim verilecektir.
Plan istihbarat ekinde yer alan kuruluş amaçları dışında çalışan veya
faaliyetlere devam etmesinde sakınca görülen dernek, sendika ve meslek
kuruluşlarıyla bunların yan örgütlerinin faaliyetleri üst komutanlık
emirleri doğrultusunda durdurulacaktır.
Valilik, belediye başkanlığı, televizyon stüdyosu, radyo evleri gibi
binaların emniyeti sağlanacak, giriş ve çıkışlar kontrol altına
alınacaktır. Planın istihbarat ekinde belirtilen irticai, yıkıcı ve
bölücü örgütleri desteklediği bilinen yayın organlarının yayımı ve
dağıtımı durdurulacaktır. Sıkıyönetim tali komutanlıkları sorumluluk
bölgelerine ait bilgileri karşılıklı olarak koordine etmek suretiyle
GÜNCEL halde bulunduracaktır.
Polisi hiçbir zaman ne jandarmanın ne silahlı kuvvetlerin dışında
müstakil olarak bir göreve göndermemeyi planlıyor ve düşünüyoruz. Çünkü
yapacağımız operasyon başarısız olabilir.
Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel
görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve
sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca GÜNCELLENMİŞ
ve önceden sıkıyönetim komutanlığına gönderilmiş olacaktır. Askeri
personel bütün kilit görevleri alacaktır. Bu personel harp akademileri,
sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve
subaylardan, yetmediği takdirde emekli general ve subaylardan tefrik
edilecektir.”
Ses kaydına burada ara verip, yukarıdaki bu bölümle ilgili şu notu
düşeyim. Hatırlanacağı gibi, Balyoz Darbe Planı’nın Taraf’ta
yayımlanmasının ardından Çetin Doğan, avukatları ve ailesi listelerdeki
bazı isimlerle ilgili itirazlarda bulunmuş ve eklerin sahte olduğunu
iddia etmişlerdi. Gerekçeleri ise şuydu; Mart 2003’te yapılan toplantıda
bazı isimler 1. Ordu Komutanlığı’nda görev yapmıyorlardı ve ya daha
sonra 1. Ordu Komutanlığı bünyesine atandılar. O dönem görev yapmayan
isimler, nasıl oluyor da bu listelere girdiler sorusunu yöneltmişler ve
listelerin sahte olduğunu belirtmişlerdi. Ancak yukarıdaki ses kaydından
da anlaşılacağı gibi, toplantının bu bölümünde sunum yapan Kurmay Albay
Ömer Küçükkılıç, atanacak asker ve sivil şahısların listesinin daha
sonra güncelleneceğini belirtmiş ve bu listelerin aslında nasıl ve ne
zaman hazırlandığını itiraf etmişti. Kaldı ki ses kaydının tamamı
okunduğunda buna benzer onlarca bölümün olduğu görülüyor.
Çetin Doğan ve avukatlarının bir itirazı da emekli olan veya o tarihte
görevde bulunmayan isimlerin listelere girdiği ve listelerin bu yüzden
sahte olduğu iddiasıydı. Ses kaydında darbe yapılması sonrası kilit
görevleri atacak kişilerin yetmemesi durumunda emekli general ve
subayların görevlendirileceği belirtiliyor. Ayrıca “diğer askeri
birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylar” denerek de 1. Ordu
Komutanlığı bünyesinde bulunmayan, askerlerin de listelerde olacağı ses
kaydında itiraf ediliyor.
Çetin Doğan: “Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel
hatamız, ben 1960’lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak
söylüyorum. Temel hatamız şu olmuştur. Sıkıyönetim görevleri hap-darp
olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır. Planlarımızın boyutları
böylece detaylandırılması lazım. Aksi halde her şey yarım kalır. Kim
nereye nasıl gelecektir, kim nerde görev yapacaktır, şartları ve bu
konudaki istihbarat dosyalarımız olması lazım. Aksi halde her şey yarım
yamalak olur. Ki olmuştur da. Mesela 80 ihtilalini yaşamış biri olarak
söyleyeyim. Şimdi bakanlıklara personel gönderdik, ama hiçbir talimat
vermedik...
Gerekli koordine ve sevk ve idare tedbirleri tamamlanacaktır. Bu safhada
ayrıca kadro tatbikatları ve keşifler yapılacak, asayiş harekat
merkezleri ile müşterek istihbarat merkezleri oluşturma hazırlıkları
tamamlanacaktır. Ancak en önemli faaliyet olan istihbarat toplama
gayretleri kesintisiz sürdürülecektir.”
Ses kaydının bu bölümünden de anlaşılacağı gibi 12 Eylül Bayrak Planı
güncellenerek hazırlanan bazı planlardaki eksiklikler Çetin Doğan’ın
dikkatinden kaçmamış ve listelerin, tedbirlerin, istihbarat dosyalarının
güncel hale getirilmesi emredilmiştir. Hazır bulunan ve hazırlanacak
listelerin de kesintisiz sürdürüleceği açıklanmıştır.
Balyoz ses kayıtlarında İstanbul’a el konulması ve belirlenen liderlerin
özel bir operasyonla bir gecede derhal toplanmasının anlatıldığı bölümde
ise ilginç bir itiraf var. Önce bu bölümü okuyup ardından planların
nasıl yapıldığını, nereden alındığını açıklayalım.
“Biz tabii 2. Ve 5. Kolordu Komutanlığı Bölgesinden aldık bu planları.
İstanbul’un içerisinde daha değişik bir tertiplenmeyle bütün tugaylara
düşündüğümüz tarzda görevlendirme yaptık.”
Kayıttan da anlaşılacağı gibi, darbe planlamaları ve ayrıntıları başka
birliklerde hazırlanan planların güncellenip, değiştirilmesiyle
oluşturulmuş, 12 Eylül Bayrak Planı’nda olduğu gibi arşivlerde hazır
bulunan dosyalardan yararlanılmıştır. Aslında 2007 yılı ve sonrasında
yapılan planlamalarda da Ergin Saygun ve ekibi benzer yöntem
uygulamıştı.
Çetin Doğan: Doğrudan doğruya bu belediye yönetimlerine el koyma gibi
görevlendirmelerimiz yok mu? Mesela diyelim, Pendik Belediye başkanı,
Ümraniye Belediye Başkanı....
Asker: Komutanım şimdi onunla ilgili olarak bizim çalışmalarımız devam
ediyor. Bazı bilgiler arz ettiğim gibi ulaşamadığımız şeyler var.”
Ses kaydının bu bölümünde de seminer sonrası çalışmaların devam ettiği
itiraf ediliyor. Bu bilgi de Çetin Doğan ve arkadaşlarının, seminerden
sonra belgeler arasında listeler var, bunlar sahte iddialarının
kaynağını açıklıyor.
NOT: Dünkü yazımla ilgili Albay Bülent Münger bir açıklama göndermiş.
Açıklama ve cevabım yarın bu köşede olacak. (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (4)
Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili
bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve
belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Baransu, yazı dizisinin
4. bölümünde, davada çok önemli bir delil olan askeri savcı Albay Bülent
Münger'in ses kaydına dair Münger'den gelen tekzip yazısını ve bu
tekzibe cevabını aktarıyor.
29.03.2012 13:58 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (4)..
Balyoz ve gerçekler yazı dizime bugün kısa bir ara verip, önceki gün ses
kaydını yayımladığım 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcısı Albay Bülent
Münger’in göndermiş olduğu açıklamaya yer vereceğim. Sayın Savcı’nın
cevap hakkına saygı olarak açıklamayı yayımladıktan sonra konuyla ilgili
cevabımı okuyacaksınız.
“Gazetenizin 27.3.2012 tarihli nüshasında ‘Kozmik Köşe Mehmet Baransu-
Balyoz ve Gerçekler 2’ başlıklı yazıda ‘İddianın sahibi ise hem İrtica
ile Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul subay
hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askeri Savcı Bülent
Münger’di. Balyoz soruşturmasını yürüten Askeri Savcı’nın söyledikleri
özetle böyleydi, bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan
Münger, ilginç bir şekilde dosyayı kapattı,’ şeklindeki ibarelerin yer
aldığı, yine kanuna aykırı olarak elde edilmiş ve internete düşmüş ses
kayıtlarının tarafıma aitmiş gibi gösterilip, bunu da 3. Balyoz
İddianamesi’nde sivil savcıların bu konuda almış olduğu ifadelerimi
mahkemeye sunması şeklindeki gerekçeye dayandırdığı görülmüştür.
Yayınlanan yazının kişilik haklarımı ihlal edici nitelikte olduğu,
hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bulunan bilgilere dayandığı, hukuka
aykırı elde edilmiş bilgilerin daha da saptırılarak ve eklenen şahsi
yorumlarla kasıtlı olarak hakaret ve iftira suçunu teşkil edecek tarzda
yayınlandığı, meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda ismimin
gösterilmeye çalışıldığı, bunun basın özgürlüğünün kullanılması ile izah
edilemeyeceği, söz konusu internet kayıtlarının hiçbir hukuki
geçerliliği olmaması yanında yapılan teknik araştırma, inceleme ve diğer
soruşturmalarla tarafıma ait olmadığının belirlendiği, keza sivil ve
adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda ya da ifadede
bulunulmadığı, bu bağlamda ismim zikredilerek tarafıma aitmiş gibi
gösterilen konuşmalara dair söz konusu yayınlarla diğer yorumların kamu
görevlisine görevinden dolayı hakaret ve iftira suçunu oluşturabileceği
aşikardır. Bülent Münger. Hakim Albay Askeri Savcı.”
Askeri Savcı’nın açıklaması böyle. Savcı Münger, ses kaydının kendisine
ait olmadığını, sivil adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda
bulunmadığını açıklamasına rağmen,
3. Balyoz İddianamesi’nin 138.
sayfasında 05.10.2011 tarihinde konuyla ilgili ifade verdiği,
ses kaydının bir bölümünü kabul ettiği görülüyor:
“Donanma komutanlığı Gölcük’te yapılan arama sonrasında orada geçen
belgelerle ilgili biz de herkes gibi askeri savcılıktan arkadaşlarla
hayretler içerisinde kaldık. Bazı konuşmalarımız oldu. Bunlar sabah
toplantılarında çay muhabbeti şeklinde gerçekleşen günlük konuşmalardı.
Bu konuşmalarımızın kanuna aykırı olarak dinlendiğini ve internet
ortamında yayınlandığını gördük. Bazı konuşmaların çarpıtıldığını,
eklemeler yapıldığını, bazı konuşmaların kesilip arkasına eklemeler
yapıldığını, bazı konuşmaların tarafıma ait olmadığı halde ismimin
zikredilerek bana aitmiş gibi gösterildiğini gördük.”
Askeri Savcı Münger, bana gönderdiği açıklamada ses kaydını
yalanlamasına rağmen, 05.10.2011 tarihinde sivil savcılara vermiş olduğu
ifadede görüldüğü gibi kaydı “kısmen” doğruluyor. Kaldı ki yazımda ses
kaydında tamamen Münger’e ait olmadığını, üç ayrı hukukçunun daha bu
toplantıda bulunduğunu, konuşmaların bir bölümünün de bu hukukçulara ait
olduğunu belirtmiştim. Askeri Savcı verdiği ifadede konuşmanın sabah
toplantısındaki bir çay muhabbetinde, Askeri Savcılık’tan arkadaşlarıyla
geçtiğini de doğruluyor zaten. Ses kaydının Balyoz mahkemesi tarafından
dikkate alınıp, dosya kapsamına konduğunu da hatırlatayım.
Sayın Münger, kendisini meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda
göstermeye çalıştığımı iddia etse de, yazıya bakıldığında iki konunun ayrı
olduğu net bir şekilde görülecektir. Yazımda, Münger’in kişilik haklarını
ihlal etmediğim gibi hakaret ve iftira da atmadım. Yazımda kamuya açıklanan
iddianamede yer alan ifadesini ve ses kaydını yazıp, Balyoz davasını
soruşturan bir savcının tesbitlerini aktardım." (Mehmet
Baransu / Taraf)
Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
O ses kaydı, Balyoz dosyasında |
İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu
Balyoz ve gerçekler (5)
Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili
bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve
belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Baransu, yazı dizisinin
5. bölümünde, balyoz planlarında güncelleme yapıldığına dair ses
kayıtlarında yer alan konuşmaları örneklerle aktarmaya devam ediyor.
30.03.2012 12:11 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (5)..
Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bir günlük aranın ardından kaldığımız
yerden devam edelim. Bundan önceki dört yazımda Balyoz darbe planlarının
2003 sonrası güncellendiğini anlatmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının
gerçek dedikleri ses kayıtlarından güncellemeyle ilgili örnekler
vermiştim. Planların sürekliliğinden bahsetmiş, güncelleme bilgisinin de
yine sanıklardan bazılarına ait olduğunu belirtmiştim. Bugün
güncellemeyle ilgili dosyadaki sayısız örneklerden ikisini daha verip,
yarın teknik ve içerik konularıyla ilgili çelişkileri anlatmaya
çalışacağım. Güncellemelerin ardından 2003’teki bir dosyanın, 2007’de
hazırlanmış gibi, üstelik yazı karakterinin de otomatik olarak nasıl
değişebileceğini, Microsoft’tan aldığımız bilgiler ışığında anlatacağım.
Güncellemeyle ilgili ses kayıtlarının yer aldığı Balyoz İddianamesi’nde,
çarpıcı bir kayıt var. Konuşan kişi perdede Çetin Doğan’a slaytlar
eşliğinde yapılacak hazırlıklardan bahsediyor. Ancak bazı bölümleri
atlıyor. Önce kaydı dinleyip, ardından bu çarpıcı bölümün altını
çizelim:
“Komutanım, genel olarak aynıyız yaklaşımda. Ufak tefek rakamlarda
oynamalar var. 15’e geçin. (15 no’lu slayta geçiyorlar.) Komutanım
bununla ilgili olarak da sabah da arz edildi. Bu bilgiler Kara
Kuvvetleri Komutanlığı’nın bu konuda yayınlanmış emrine istinaden ve
oradaki hususlar GÜNCELLEŞTİRİLEREK yerine getirilmektedir. Konunun
hassasiyeti ve bilgilerin yüksek gizlilik derecede kişiye özel gizlilik
derecesinde olması nedeniyle takdime dahil edilmemiştir. Ancak bunlar
dosyada, bu bilgilerimiz mevcuttur. GÜNCELLEŞTİRME faaliyetleri devam
etmektedir. 22 lütfen.”
Burada 15. slayttan direk 22’ye geçiliyor.
Çetin Doğan ve arkadaşları Mart 2003’te yapılan toplantıda, yapılanın
bir seminer olduğunu ve savaş senaryosu oynandığını açıklamasına rağmen,
ses kayıtlarından anlaşıldığı gibi bazı dosyalar, gizli- gizlilik
dereceli- kişiye özel denerek seminerde anlatılmıyor. Bu anlatılmayan
planların dosyaların içerisinde olduğu da açıkça belirtiliyor.
Eğer bir seminer yapılıyorsa ve bu seminer savaşla ilgiliyse, harp
oyunuysa, bu bilgilerin harp oyununa katılacak kişilerden neden
saklandığı sorusu akıllara takılıyor. Akla ikinci gelen soru ise şu;
Seminerde konuşulmayan ancak dosyada bulunan gizli- gizlilik dereceli
bilgi, nasıl bir bilgidir ki GÜNCELLEŞTİRME faaliyetlerinin devam
ettiğine vurgu yapılıyor? Gizli- gizlilik dereceli bilgi nasıl bir
bilgidir ki güncellemeye ihtiyaç duyuluyor? Ve akla gelen üçüncü soru;
Slaytlar neden atlanarak ve “seminerde” bulunan kişilere gösterilmek
istenmiyor. Bu toplantı normal bir “seminerse” ve burada “harp oyunu
oynanıyorsa” bazı planların saklanması, katılımcılara gösterilmemesinin
gerekçesi nedir?
Bu soruları sorduktan sonra ikinci ses kaydındaki güncelleme bölümüne
geçelim.
“2 Şubat 2003 tarihinde Kısmi Seferberlik ilan edildi. Bu kanun da
yürürlüğe girdi. Şimdi gelelim bu Marmara Nakliyat Planı’yla ilgili
olarak elimizdeki planlara. Bu elimizdeki planlarda hala Debedeniz
Nakliyat diye ibareler var. Şu anda Debedeniz Nakliyat diye herhangi bir
şey kalmadı. Bunun kesinlikle ve kesinlikle GÜNCELLEŞTİRİLMESİ lazım.”
Görüldüğü gibi yalanlanmayan ve kabul edilen seminer ses kayıtlarında,
toplantıya getirilen bazı planların içeriğinde, o gün olmayan bazı
Nakliyat ibarelerinin olduğu ve bunların kesinlikle ve kesinlikle
güncelleştirilmesi gerektiği emri veriliyor. Buradan da anlaşılıyor ki,
bazı planlar arşivlerden çıkarılıp, üzerinde kısmi değişiklik
yapılmasına rağmen, hatalı olarak seminere getirilmiş. Bu planın daha
sonra güncellendiği de kayıtlardan anlaşılıyor. Debedeniz Nakliyat
ibaresinin planlarda olması durumunda, biz bugün böyle bir ibarenin 2003
yılında olmadığını ve bu planın da sahte olduğunu tartışacaktık.
Yazımı yazarken Balyoz davasının görüldüğü mahkemede savcının mütalaa
verdiği haberi ajanslara düştü. Konuyu burada noktalayıp, savcının
mütalaasıyla ilgili bazı hatırlatmalar yaparak, yazı dizimin detaylarına
yarın devam edeyim.
Balyoz davasının görüldüğü mahkeme savcısı, mütalaasında darbenin
icraata geçtiğiyle ilgili sayısız noktaya işaret etti. Kamuoyunda tartışmaya
açılan ve bu yazı dizisinin de konuları arasında yer alan CD’lerden 11 no’lu
CD’nin de orijinal olduğunu ileri sürerek, CD’nin Süha Tanyeri’nin el
notlarıyla örtüştüğünü, TÜBİTAK raporunun da gerçek olduğunu belirtti.
Raporları, CD içeriğini merak edenler, iddianamenin 74-100. sayfaları
arasındaki bölümü internetten okuyabilir." (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (6)
Balyoz sanığı Çetin Doğan ve avukatları, Karadeniz ve Ereğli
planlarıyla ilgili kamuoyunu nasıl yanılttı? Taraf yazarı Mehmet Baransu
yazı dizisinin
bugünkü bölümünde, Balyoz sanığı Çetin Doğan'ın ve avukatlarının
Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili kamuoyunu nasıl yanılttığını
açıkladı. Doğan ve avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora
göre, 16 no’lu CD içerisinde bulunan Karadeniz ve Ereğli’yle ilgili
planlar, aslında 2006 yılından sonra 'üretilmişti ve sahtelerdi'. Peki,
gerçekler kendilerinin dediği gibi miydi? Baransu, belgelerin 2003
yılında bir dergide nasıl aynen yayınlandığını ispatlıyor.
31.03.2012 11:22 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (6)..
Dünkü yazımda bu “sahte” denen belgelerin perde arkasını yazacağımı
açıklamıştım. Ayrıca, “sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nı, gerçek
denen belgeler ve ses kayıtlarıyla karşılaştıracaktım. 2003 yılında
hazırlanan bir belgenin güncellenmesi halinde nasıl 2007
görünebileceğini, Microsoft’un notlarını paylaşarak açıklayacağımı da
belirtmiştim. Bugün yerim olmadığı için Balyoz Harekat Planı ve
Microsoft’un notlarını, yazı dizime de bir gün ara vererek, pazartesi
gününe bırakıyorum.
Bugün Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili Çetin Doğan’ın
avukatlarının kamuoyunu nasıl yanılttığını açıklayayım. Şimdi sıkı
duralım... 2006 yılında üretildi denen belgeler, aslında Mehveş Evin’in
yayın yönetmenliği yaptığı Aktüel dergisinde, Eylül 2003’te üç haftalık
yazı dizisi olarak yayımlanmıştı. Üstelik belgeler ıslak imzalıydı ve
üstünde de sayı numaraları vardı. Arşivlere giren, kayıtlı belgelerdi.
2003’te Aktüel’de yayımlanan ve Balyoz CD’lerinden 16 no’lu CD’de yer
alan belgeler, “Türkiye’nin irticai taktik resmi”nin çıkartılması için
Zonguldak’ın ilçesi Karadeniz Ereğli’nin fişlenmesiyle oluşturulmuştu.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karadeniz Bölge Komutanı Tümamiral Deniz
Kutluk’un imzasını taşıyordu. Belgelerde irticacı mahalleler, tüm cami
ve okullar, Ereğli Demir-Çelik fabrikaları başta olmak üzere her yer ve
her şey “gözetim altına” alınmıştı.
Tümamiral Kutluk’un imzasını taşıyan belgelerde Recep Tayyip Erdoğan,
Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener’in ismi de geçiyordu. Ama belgelerde
yer alan sürpriz isim, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in damadı Mahmut
Süleyman Göksu’ydu. Erdemir Yönetim Kurulu üyesi olduğu için istihbarat
raporlarında adı geçmişti Göksu’nun. 30 Ağustos 2003’te tuğamirallikten
tümamiralliğe terfi eden Kutluk, elbette durduk yerde koca bir ilçeyi
mercek altına almamıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın emri üzerine
harekete geçmiş, emirde, Batı Çalışma Grubu rapor sisteminin tekrar
hayata geçirilmesi; 1 Mayıs 1997’de Batı Çalışma Grubu’nca uygulanmaya
başlanan rapor sistemi gereği, 13 Mart 2003’te revize edilmesi
istenmişti. Yani Balyoz Darbe Planı’ndan bir hafta sonra, raporların
güncelleştirilmesi ve fişleme yapılması emredilmişti. Tıpkı Balyoz ses
kayıtlarındaki listeleri güncelleştirin, fişlemelere devam edin
itirafları gibi.
İşte bu emir gereği, tüm ilçe büyüteç altına alındı. İlçede asıl önemli
olan Ereğli Demir-Çelik fabrikalarıydı. Böylelikle araştırmanın önemli
bir kısmı Erdemir üzerinde yoğunlaştı. AK Parti, iktidara gelmesinin
hemen ardından Erdemir dahil, Türkiye’de bulunan tüm demir-çelik
fabrikalarının yönetim kurulu üyelerini değiştirmişti. 14 Ocak 2003’te
Ereğli’de göreve gelen yeni kurul, dokuz kişiden oluşuyordu. Kdz.
Ereğli’de bulunan “Karadeniz Bölge Komutanlığı İstihbarat ve İstihbarata
Karşı Koyma ve Güvenlik Şube Müdürü” Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in
hazırladığı dört sayfalık rapora göre bu yönetim kurulunun yedi üyesi
AKP ile irtibatlıydı.
Tümer’in hazırladığı istihbarat raporu, AKP yöneticilerinin yönetim
kurulu üyeliklerini kendi aralarında paylaştıklarını söylüyordu. Bu
paylaşıma göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan üç, Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’in payına iki üyelik
düşmüştü. Erdemir’in eski Genel Müdürü Maksut Süleyman Göksu da yönetim
kurulunda yer aldı. Göksu, yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in
damadıydı.
Tümer’e göre Erdemir’e Nakşibendiler hakim olmaya çalışıyordu. Bu
çerçevede 50 ve 55 yaşını dolduran 400 kişi emekli edilerek şirkete yeni
isimler alınmaya çalışıldı. Tümer bu işlemi “şirketi ele geçirmek”
olarak yorumluyor ve AKP’yi sorumlu tutuyordu: “Erdemir içindeki
personel tasfiyelerinin genel müdürün (Abdülkerim Dervişoğlu)
inisiyatifinde olmayıp Nakşibendi tarikatının bölgesel planı izlenerek,
yeni yönetim kurulu ve AKP mahalli yönetimi tasarruflarıyla yürütülmekte
olduğu sanılmaktadır.”
Dnz. Bnb. İsmail Tümer, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem
gören Erdemir hisselerinin değer kaybetmesini şöyle yorumluyordu:
“Değeri ucuzlayacak şirket Yeşil Sermaye’nin eline geçecek. Diğer bir
öngörü ise Erdemir’in bilinçli olarak piyasa değerinin ucuzlatılmakta
olduğudur. Bilahare Erdemir stratejik yatırımının ve stratejik
nitelikteki limanının özel sermaye gruplarının eline geçirilmesi
sağlanacaktır. Üç yıl içinde kar patlaması yapması düşünülen Erdemir’in
‘Yeşil Sermaye’ eline geçmesi halinde Koç ve Sabancı grupları ile baş
edebilecek mali portföye kısa sürede ulaşabileceği uzmanlarca
değerlendirilmektedir.”
Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in dikkat çektiği bir başka nokta ise Erdemir’de
çalışanların maaşlarını aldıkları bankalardı. Rapora göre bu isimlerin
çoğunluğu iki milyar lira ve üzerinde maaş alıyordu, maaşları ise
Pamukbank ile Yapı Kredi Bankası ödüyordu. Ancak bu durum yakında
değişecek, iki bankanın yerini faizsiz finans kurumu Asya Finans
alacaktı. Bu durumda Asya Finans yaptığı bankacılık işlemlerinden yılda
500-600 milyar lira para kazanacaktı!
Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in üzerinde durduğu bir başka isim de Fazlı
Erdoğan’dı. Erdoğan, Kdz. Ereğlisi’nin bağlı olduğu Zonguldak’ın
milletvekiliydi. 3 Kasım 2003 seçimlerinde AKP’den milletvekili olmuştu.
Bnb. Tümer’e göre Erdoğan, Ereğli Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu’nu görevden
aldırmak için uğraşıyordu. Sönmezoğlu’nun laik ve Atatürkçü kimliği ile
tanındığının altını çiziyordu Dnz. Bnb. Tümer.
Aslında o, bu kanıya kendi kendine varmamıştı; Sönmezoğlu da kendi
kimliği hakkında onu aydınlatmış, yardımcısı Halil İbrahim Demirbaş’ın
irticai kesimlerle bağlantısı olduğunu söylemişti. Raporda bu konu
ayrıntılarıyla ele alınmıştı. Tüm bu raporlar anında Deniz Kuvvetleri
Karargahı’na bildiriliyordu Tümamiral Deniz Kutluk tarafından. Hatta Kdz.
Ereğli İmam-Hatip Lisesi müdürünün değiştirilmesi bile rahatsız etmişti
Kutluk’u ve bu durum da 30 Nisan 2003’te Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na
bildirilmişti: “Türban ile mücadelede başarısı ile temayüz etmiş ve dört
yıldır görevinde bulunan İmam-Hatip Lisesi Müdürü İslam Güner’in Kdz.
Ereğli yeni Milli Eğitim Müdürü Nuri Yılmaz’ca görevinden alınma
çabasının İlçe Kaymakamı’nca önlendiği ilgi (d) yazısı ile bildirilmiş
idi. Müdür İslam Güner, Zonguldak Valiliği’nin Ek-B’de sunulan ilgi (e)
yazısı ile 30 Nisan 2003 tarihinden itibaren görevinden alınmıştır. Bu
arada Zonguldak Valisi’nin –Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin parti
politikaları kapsamında– AKP Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan’ın
yoğun taleplerine maruz kaldığı istihbar edilmiştir.”
Kdz. Ereğli’de sadece tayin ve terfileri izlemekle sınırlı kalınmadı.
Kurban Bayramı namazları ile Cuma namazları takibe alındı. Bu defa
laiklik karşıtı vaaz ve hutbe verilip verilmediği araştırılmaktaydı.
Bölgedeki 300’ü aşkın camide, imam ve vaizler incelemeye alındı.
Haklarında rapor tutulup, Karargah’a gönderildi.
Mahalle mahalle fişlediler
İlçedeki özel eğitim kurumları da fişlemelerden nasibini almıştı. O
kadar ki Özel Yıldırım İlköğretim Okulu’nun düzenlediği “18 Mart-
Çanakkale Şehitleri Haftası” çalışmaları bile ilgililerin dikkatinden
kaçmadı. Konuşmacı, muhafazakar camianın yakından tanıdığı
eğitimci-yazar Vehbi Vakkasoğlu’ydu. Konuşma, konuşmacı, dinleyiciler,
konuşmaya verilen tepkiler ayrıntılarıyla bir bir tesbit edildi ve aynen
Karargah’a iletildi. Konuşmayı izleyen, yine aynı okulda Milli Güvenlik
Dersleri’ne giren Dnz. Bnb. İsmail Tümer’di ve özel izinle, görevli
olarak gitmişti bu toplantıya.
Camiler ve okullardan sonra sıra mahallelere gelmişti. Tüma. Deniz
Kutluk’un hazırladığı rapora göre ilçede altı mahallede “Kılık ve
Kıyafet Kanununa Aykırı Giyinenler” mevcuttu: “Bölgede Kılık ve Kıyafet
Kanunu’na aykırı giyime az rastlanılmakla birlikte, söz konusu kanuna
aykırı giyinenlerin nispeten daha fazla görüldüğü mahaller aşağıda
belirtilmiş olup, konu ile ilgili istihbari çalışmalara devam
edilmektedir; Yeşiltepe ve Belen mahalleleri, Bağlık Mahallesi 1 no’lu
ve 2 no’lu Sakindere sokakları, Atatürk İlköğretim Okulu civarı, Karga
Mahallesi, Güldere Mahallesi ve Gülüç Erdem Yuva Evleri arkası Sazlık
Sokak...”
İlçedeki otomotiv şirketleri, döviz büroları, finans ve factoring
kuruluşları ile dinlenme tesisleri de tek tek fişlendi. Her kuruluşun
hangi dini cemaat veya tarikata bağlı olduğu tesbit edildi. Böylece bu
tesislere giden kişiler hakkında da kanaat oluşturuldu. Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı, Karadeniz Bölge Komutanlığı’nın 3590-81-03 numaralı, 23
Mart 2003 tarihli, “Kdz. Ereğli’deki İrticai Kadrolaşma Çalışmaları
Hakkında” raporu ve aynı kurumun 30 Nisan 2003 tarihli bir başka
raporunda yazılanların bir kısmı böyleydi.
Yani Çetin Doğan’ın avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora göre
sahte dedikleri belgelerin sayı numaraları bunlardı. Şimdi sahte denen
belgeyle ilgili biraz daha ayrıntılı bilgi verelim.
İlk rapor, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1 Mayıs 1997 tarihli
yazısıyla (Bu emri de Çetin Doğan 1997 yılında aldırmıştı) “tesis
edilen” aynı kurumun “241034B Ocak 2003” numaralı mesajıyla yeniden
aktive edileceği bildirilen “Batı Çalışma Grubu” rapor sistemi
kapsamında hazırlanmış ve “Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin Kdz.
Ereğli’de yürüttüğü kadrolaşma çalışmalarına ilişkin elde edilen
bilgiler” sunulmuştu. Bu rapor, 2004 yılında yayımlanan bir kitapta da
yer aldı. Ayrıca, sahte denen bu belgelerin ayrıntılarına, Tuncay
Opçin’le birlikte hazırladığımız PİRUS adlı kitapta yer verdik.
Çetin Doğan ve avukatlarının, 16 no’lu CD sahte, içindekiler sahte
dedikleri bir belge de yine yıllar önce, 2003 yılında Aktüel dergisinde
yayımlanan bir fakstı. Faksı tüm birliklere çeken isim Çetin Doğan’dı.
Bu faksın ayrıntıları da PİRUS kitabımızın 296-299’uncu sayfalarında.
İlgilenenler, “sahte” denen ancak aslında gerçek olan bu belgenin
ayrıntılarına oradan ulaşabilir. Üstelik “sahte-üretildi!” denen bu
belgenin üzerinde faks numarası var ve faksın çekildiği saat de belli.
Faks, 15 Ocak 2003’te, saat 14:43’te Donanma Komutanlığı İstihbarat
Başkanlığı’na çekilmiş. Faks numarası 1. Ordu Komutanlığı Özel
Müdürlüğü’ne ait. Altında da Çetin Doğan’ın emriyle çekildiği net bir
şekilde görünüyor. Çetin Doğan, Balyoz Darbe Planı’nı ortaya çıkardığım
gün, “yeni iktidara gelmiş bir parti için neden çalışma yapayım”
minvalinde açıklamalar yapmıştı. Bu faksı okuyanlar, Çetin Doğan’ın
darbe çalışmalarına aslında ne zaman başladığın net bir şekilde
görebilir.
2006 yılında üretildi denen belgelerin bir bölümünün hikayesi bu. Şimdi
şu soruyu sormak gerekiyor. Bu belgeler 2006 yılında üretildiyse, 2003
yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta nasıl yer aldı? Bu
belgelerin altında imzalar, sayı numaraları var. “Belgeler üretildi, sahte”
diyenler, bu durumu nasıl açıklıyorlar?" (Mehmet Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (7)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin
bugünkü bölümünde, Balyoz sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair
iddialarının asılsız olduğunu örneklerle açıklamaya devam ediyor. Balyoz
sanıkları delillere itiraz ettikçe o deliller tartışılıyor,
araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam oldukları, aslında iddiaların
kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik olduğu görülüyor. Kamuoyu bu
tartışmalar sayesinde davaya müdahil oluyor.
02.04.2012, 10:23 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (7)..
Balyoz ve gerçekler dizimizin cumartesi günkü bölümünde yazdığım yazıda,
Çetin Doğan'ın avukatlarının 2006'da, 2007'de üretildi dedikleri iki
belgenin, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta
yayımlandığını belirtmiştim. Ve şu soruyu sormuştum: Bu belgeler 2006
yılında üretildiyse, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir
kitapta nasıl yer aldı? Bu belgelerin altında imzalar, sayı numaraları
var. "Belgeler üretildi, sahte" diyenler, bu durumu nasıl açıklıyorlar?
Beklediğim gibi bu soruma Çetin Doğan'ın yakınları cevap vermekte
zorlandılar. Verdikleri cevap özetle şuydu; "O dediğiniz belgeler sahte
değil, biz onları kastetmedik."
Ancak Çetin Doğan'ın avukatı Celal Ülgen'in 11, 16, 17 no'lu CD'lerle
ilgili yaptığı açıklamalara baktığımızda, 2006'da üretildi denen bu
belgeleri kastettiği net bir şekilde görülüyor. Ülgen, çıktığı
televizyon programlarının hemen hemen hepsinde "CD içerisindeki tüm
belgeler sahte, sonradan üretildi" demiş ve cumartesi günü perde
arkasını yazdığım belgelerin de sonradan üretildiğini iddia etmişti.
Kaldı ki Ülgen'le katıldığım bir programda, Karadeniz Ereğli planlarını
gündeme getirmiştim ve Ülgen bunlara da sahte demiş, sonradan 2006 yılı
sonrası üretildiğini iddia etmişti. Ancak sonradan üretildi denen bu
belgelerin, 2003 yılında Aktüel dergisinde yayımlandığını ortaya koymam
üzerine, başta Ülgen olmak üzere, davanın tarafları sessizliği tercih
ettiler.
Bugün sizlerle sahte denen Balyoz Harekat Planı'nı ve Microsoft'un
konuyla ilgili bilgisini paylaşacağımı ifade etmiştim. Sizlerden bugün
de izin isteyerek ve özür dileyerek bu konuyu ilerleyen güne
bırakacağım. Çünkü konuyla ilgili yüz sayfalık bir not aldım ve bu
notlar bu köşeye sığamayacak kadar fazla. Tıpkı cumartesi günü
yaptığımız gibi konuyla ilgili geniş bir yazı kaleme alıp,
değerlendirmeyi sizlere bırakacağım. Bugün Çetin Doğan ve avukatlarının
kamuoyunu yanılttığı bazı noktalara parmak basacağım.
Çetin Doğan'ın avukatlarından Celal Ülgen 5 Mart 2012'de katıldığımız
bir televizyon programında iddianamede ses kayıtlarının delil olmadığını
söylemiş ve delil olmadığıyla ilgili e-mail adresimi isteyerek,
belgesini bana göndereceğini, kamuoyundan özür dileyip dilemeyeceğimi
sormuştu. Kendisine, iddianameyi beş kez okuduğumu ve ses kayıtlarının
delil olduğunu söylemiştim. Şimdi iddianamenin delil kısmını sizlerle
paylaşacağım. Ses kayıtlarının deliller arasında bulunup bulunmadığı
yorumunu sizlere bırakacağım: "İddia, ayrıntıları iddianamenin genel
değerlendirme bölümünde detaylı olarak izah olunan doküman ve belge
inceleme tutanakları, bilirkişi raporları, şüpheli beyanları, tesbit
tutanakları, dijital inceleme raporları, SES KAYIT ÇÖZÜMLERİ ve TÜM
DOSYA kapsamı."
Sanırım benim değil, Celal Ülgen'in kamuoyuna bir özür borcu var. Ses
kayıtları deliller arasında. "Tüm dosya" kapsamını büyük harfle yazmamın
da bir nedeni var. Şimdi bunun nedenini de açıklayayım. Çetin Doğan'ın
avukatları ilk günden itibaren delillerin yalnızca 11, 16 ve 17 no'lu
CD'ler olduğunu iddia ettiler. Ancak tüm dosya kapsamından da
anlaşılacağı gibi, diğer CD'ler de deliller arasında. Bu ifadeyi
savcının "genel" bir ifade olarak deliller arasına koyduğu şeklinde bir
itiraz da gelebilir. Bu itirazı çürüten belgeler ve gerekçeler de
iddianamede var. İddianamede diğer CD'lerin de delil olduğuyla ilgili
sayısız bölüm mevcut. Onlardan küçük bir kısmını sizlerle paylaşayım.
"Balyoz Harekat Planı ve ekleri Başsavcılığımıza teslim edilen CD'lerden
11, 16 ve 17. CD'lerde bulunmaktadır. Diğer CD'lerin tamamına yakını ise
1. Ordu Komutanlığına ait plan seminerine konu yapılan Egemen harekat
planını da içeren ve gizli nitelikteki bir kısım askeri durum ve
değerlendirmeleri ve planları içeren CD'lerdir. Bu nedenle söz konusu 50
klasörün tamamı EMANET KLASÖRÜ (EM 1-50) olarak adlandırılarak tamamı
adli emanete alınmıştır. Bu klasörlerden dava ve suçla ilgili bir kısım
çıktı ve belgeler ise yeniden fotokopi veya çıktısı alılarak klasörler
halinde soruşturma dosyasına konmuştur."
Görüldüğü gibi 11, 16 ve 17 no'lu CD'lerde, Balyoz Harekat Planı'yla
ilgili planların ekleri olduğu belirtilip, "diğer CD'lerde suçla ilgili
bir kısım çıktıların alındığı ve belgelerin dosyaya konduğu"
belirtiliyor. Yani, deliller üç CD'den oluşmuyor. Bu CD'lerin hepsine,
başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, ifadesi alınan o dönemin 1.
Ordu Komutanlığı'nda çalışanlarının tümü gerçek dediler. Askeri
bilirkişiler dahil tüm bilirkişiler bu CD'lerin 1. Ordu Komutanlığı'nda
hazırlandığını raporlarıyla belirttiler. Kaldı ki Çetin Doğan'ın
yakınları ve avukatları da bu CD'lerin gerçek olduğunu kabul ediyorlar.
Diğer CD'lerin de delil olduğuyla ilgili iddianamedeki diğer bölümlerden
de biraz örnek verelim. 52. Tümen Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral Metin
Yavuz Yalçın'ın, Yuldaer Olcan'ın, Albay Suat Aytin'in, İhsan
Balabanlı'nın ve bazı isimlerin konuşması ve darbe toplantısında yaptığı
sunumlar, 2 no'lu CD'de. Bu kişiler ses kayıtlarında ve powerpoint
sunumlarında, İstanbul'un üzerine nasıl çökeceklerini, tankları nereye
koyacaklarını, kimleri gözaltına alacaklarını, tüm listelerin ellerinde
olduğunu ve dosyada bulunduğunu, milli mutabakat hükümetini, gözaltına
alacakları kişileri ve daha fazlasını işte bu CD'lere koymuşlar. Bu
deliller de 2 no'lu CD'de. İddianame de bu bölüm 200- 350. sayfalarda
ayrıntılı olarak anlatılıyor.
"Albay Aytin'in, "Tüm basın yayın organları kontrol altına alınacak,
rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak" bölümü de 14 no'lu CD'de. 14
no'lu CD'de diğer darbe sunumları da var. Yani, Çetin Doğan ve
avukatlarının sahte demedikleri CD'lerde darbenin ses kayıtları,
powerpoint'ler var. Ve bu belgeler de deliller arasında. İddianamenin
100. sayfasında da bu CD'lerin deliller arasında olduğu açıkça
vurgulanıyor.
Yerim kalmadığı ve konuyla ilgili sayısız belge olduğu için,
çarpıtmalara cevabım Çetin Doğan ve avukatlarının gerçek dediği,
yalanlayamadıkları belgelerle devam edecek.
Balyoz savcısına itirazım!
Balyoz davasının görüldüğü mahkemede, savcı esas hakkındaki mütalaasını
verdi. Savcının mütalaasını okudum. Savcı tüm sanıklar hakkında darbeye
eksik teşebbüsten 15 ila 20 yıl hapis cezası verilmesini talep etti. 920
sayfalık mütalaada dikkatimi bir bölüm çekti: "Balyoz Darbe Planı eyleme
geçmiştir. Listede adı olan sanıkların ‘bana böyle bir görev verilmedi'
savunması geçersizdir." İşte bu noktada sayın savcıya itirazım var.
Sanıkların bir bölümü isimlerinin bulunduğu listelerden haberdar
olmadıklarını söylemiş ve kendilerine böyle bir görev verilmediğini,
kimlerin bu listelere isimlerini koyduklarını da bilmediklerini
açıklamışlardı.
Savcı, esas hakkındaki mütalaasında da belirttiği gibi, bu savunmayı
geçersiz saymış. Ancak, listelere baktığımızda bazı sanıklarla ilgili
listelerin dışında dosyada herhangi bir delil olmadığını görüyoruz.
Burada da hukukun en temel prensiplerinden birinin devreye girmesi
gerekiyor. Velev ki bu sanıklar, listelerden haberdar.. Haklarında eğer
başka bir delil bulunmamışsa, savunmalarının dikkate alınıp, "delil
yetersizliğinden" bu kişilerle ilgili karar verilmesi gerekiyor.
Beklentim, mahkeme heyetinin bu durumu dikkate alması ve kararını bu
gerçekliğe göre vermesi. Çünkü iddianameler okunduğunda sanıkların büyük
bir bölümüyle ilgili savcılığın elinde çok fazla sayıda delil(ler)
olduğu görünüyor. Ancak bazı sanıklarla ilgili, sadece listelerde
isimlerinin olması, bu kişilere de aynı cezanın verilmesi vicdanları
yaralayacaktır. (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (8)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz
sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız
olduğunu örneklerle açıklamaya devam ediyor. Sanıkların sahte olduğunu
iddia ettikleri delillerden biri de 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı.
Ancak 'sahte' denilen bu planın daha fazlası, ses kayıtları ortaya çıkan darbe
semineri toplantılarında gündeme getirilmiş.
03.04.2012 12:04 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (8)..
“Balyoz ve gerçekler” yazı dizimize bugün Çetin Doğan ve avukatlarının
“sahte” dedikleri Balyoz Harekat Planı’nı, ses kayıtları, powerpoint’ler,
Süha Tanyeri’nin el yazıları ve 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’yla
karşılaştırarak devam edeceğim. Burada küçük bir not düşeyim. Balyoz
Harekat Planı, 11 sayfadan oluşuyor. Ancak iddianamenin ilk 600
sayfasında yaptığım incelemede, 11 sayfayla ilgili toplam 100 sayfalık
benzerlik, birebir aynılık tesbit ettim. “Sahte” denen Balyoz Harekat
Planı’nın daha fazlası seminer adı altında yapılan darbe toplantısında
gündeme getirilmiş. Bugün bu konunun çok küçük bir bölümünü aktaracağım.
Aldığım notlar, yüz sayfa ve karşılaştırmalı yapacağım değerlendirmeyi
tek yazıya sığdırmam imkansız.
Dizimizin bu bölümünde iki ara başlık kullanacağım. Birinci ara başlık
Çetin Doğan ve avukatlarının “sahte” dedikleri Balyoz Harekat Planı
olacak. İkinci ara başlık ise Doğan ve avukatlarının, Genelkurmay’ın,
askeri ve sivil bilirkişi raporlarının gerçekliğini kabul ettikleri,
üzerinde tartışma açamadıkları belgelerdeki, konunun nasıl geçtiği
olacak.
İlk olarak dönemin Harekat Başkanı olarak görev yapan Kurmay Albay Süha
Tanyeri’nin arşivlerden indirip, el yazısıyla notlar alarak Balyoz’a
güncellediği 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’yla, “sahte” iddiası ortaya
atılan Balyoz Harekat Planı’ndaki benzerlikleri karşılaştıralım.
• Bayrak Harekat Direktifi Durum Başlığı: “Ülkenin içinde bulunduğu son
derece önemli ekonomik siyasi ve sosyal sorunların yanında, her geçen
gün hızını biraz daha arttıran anarşi, terör ve bölücülüğün devletin
bekasını tehdit eder boyutlar kazandığı...”
• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Büyük Atatürk’ün emanet ettiği ülkesi ve
milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda,
izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine
ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde
olduğu...”
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nda Durum Başlığı: “28 Şubat
sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002
seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber,
ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, ülkesi ve milletiyle bir bütün
olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laiklik karşıtı ve irticai
unsurların etkisine girmeye başladığı, son zamanlarda varlığına,
rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar
içinde olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme
gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikar ve had safhaya ulaştığı...”
Sahte denen belgeyle, gerçekliği kabul edilen belgeler arasındaki
benzerlik veya birebir aynılık dikkat çekici.
• Bayrak Harekat Direktifi Durum Başlığı: “Ülkenin mevcut sorunlarından
başka yakın çevresinde her an silahlı bir çatışmaya dönüşebilecek ciddi
gelişmeler cereyan etmesine rağmen bugüne kadar başta parlamento olmak
üzere tüm siyasi partiler ve bazı anayasal kuruluşların verimli ve
uyumlu çalışma düzenine ısrarla girmeyerek ülkenin acil sorunlarına
köklü önlemler alamadığı, yasaların uygulanmasında komünizm, faşizm ve
şeriat düzeni gibi ideolojik tercihlere ağırlık vererek ülkeyi uçurumun
kenarına getirdikleri...”
-Balyoz’a sahte, birebir aynısına gerçek diyorlar!-
• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Devletin, başlıca organlarıyla işlemez duruma
getirildiği, anayasal kuruluşların tezat veya suskunluğa bürünmüş
olduğu, siyasi partilerin kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla
devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamadıkları ve lüzumlu
tedbirleri almadıkları, böylece yıkıcı ve bölücü mihrakların
faaliyetlerini alabildiğine arttırdıkları ve vatandaşların can ve mal
güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü...”
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı Durum Başlığı: “Devletin, başlıca
organlarıyla işleyemez duruma getirildiği, anayasal kuruluşların tezat
veya suskunluğa bürünmüş olduğu, muhalefet partilerinin kısır çekişmeler
ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği
sağlayamadıkları ve lüzumlu tedbirleri almadıkları, böylece irticai,
yıkıcı ve bölücü mihrakların faaliyetlerini alabildiğine arttırdıkları
ve vatandaşların can ve mal güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü...”
Çetin Doğan’ın avukatlarının gerçekliğini kabul ettiği, Süha Tanyeri’nin
üzerinde el yazısıyla notlar alıp, güncelleyerek Balyoz’a uyarladığını
itiraf ettiği bu belgeler, yani MGK’nın 1 no’lu Bildirisi’nde yer alan
ibarelerden sadece iki kelime farklı.
• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık
ideolojik fikirlerin üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince,
ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi,
yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi
partiler ve nihayet yurdun en masum köşelerindeki yurttaşların dahi
saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine
getirildiği, kısaca devletin güçsüz bırakıldığı ve acze düşürüldüğü...”
• Balyoz Harekat Planı: “Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık
ideolojik fikirlerin üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince,
ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi,
yargı organları, Milli İstihbarat Teşkilatı, Polis ve iç güvenlik
teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en
masum köşelerindeki yurttaşlarımızın dahi saldırı ve baskı altında
tutularak yozlaşma, bölünme ve iç harbin eşiğine getirildiği, kısaca
devletin güçsüz bırakıldığı ve acze düşürüldüğü...”
Gerçek denen belgeyle, sahte olduğu iddia edilen belge arasında yine iki
kelime farklı. Buna benzer çok sayıda örnek olduğunu da vurgulayayım.
-Başlıklar birebir aynı, biri gerçek, biri “sahte”-
Şimdi başka bir çarpıcı ayrıntıyı gözler önüne serelim. Balyoz Harekat
Planı kapsamında incelenen belgelerde, iddianamede 517 ile
numaralandırılmış doküman mevcut. Bu dokümana da Çetin Doğan’ın
avukatları sahte iddiasında bulunuyorlar. Önce dokümanı yazıp, ardından
çarpıcı ayrıntıyı verelim. Bu belge içinde l’den 10 a kadar
numaralandırılmış başlıklar mevcut. İşte onlar: “l: Yeni kadro
uygulamaları, 2: Bayrak harekat direktifi, 3: Üst makamlara arz edilen
yazılar ve ilgili makamlara verilen düzeltici emirler, 4: 1’inci Ordu ve
İst. Sıkıyönetim Devamlı Talimatı, 5: Sıkıyönetim bilgi dosyası, 6:
Sıkıyönetim karargah brifingi, 7: Sıkıyönetim bildirileri, 8:
uygulamalarındaki aksaklıklar ve alınacak önlemler, 9: Aşırı solcu ve
komünist terörist örgütler arasındaki birlik çalışmaları, 10: Komutanlık
bildiri ve prensip kararları.”
İşte bu 10 başlık, Bayrak Harekat Planı’nda, 12 Eylül 1980 askeri
darbesinin uygulamalarının yer aldığı dokümanların ana başlıklarıyla
birebir aynı. Yani, arşivlerden indirilen ve 2003’e birebir aynı
başlıklarla aktarılan bu belgeye de avukatlar sahte diyorlar. Bu belgeye
sahte diyen Çetin Doğan ve avukatları, belgeye kaynaklık teşkil eden ve
Süha Tanyeri’nin el yazısıyla da bu notların gerçek olduğu belirtilen,
aynı zamanda da birebir aynı başlıklar olan diğer belgenin gerçekliğini
kabul ediyorlar. Eğer bu gerçekse, Balyoz Harekat Planı’ndaki bu
başlıkların “sahte” olduğunu avukatlar nasıl iddia ediyorlar?
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “...Özellikle,
gözaltına almalar ve yağma talan, gasp ve milli serveti tahrip gibi
eylemler sırasında ikazlara uymayanlara karşı, Silahlı Kuvvetlerin
gücünü çok kısa sürede hissettirecek sert uygulamalara başvurulacak...”
• Gerçekliği tartışılmayan Balyoz’un ses kayıtlarından: 66’ncı Zırhlı
Tugay Komutanı Tuğgeneral İhsan Balabanlı: “Kolordu planımızda da
belirtildiği gibi nokta operasyonlarda müdahale etmek üzere (3) tane
bölüğüm hazırdır. Bu bölükte (4) mekanize unsur, (4) zırhlı personel
taşıyıcı, (3) panzer ve Jandarma’nın unsurları bulunmaktadır. Bunlar
Gaziosmanpaşa, Bağcılar ve Fatih Bölgesi’ne süratle intikal edebilecek
şekilde kışlamda hazır beklemektedir...”
Seminerde X Şahıs: “Özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki
olaylara İsrail örneğinde olduğu gibi kesin, süratli, sert tedbirler
alınmadığı takdirde bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma
ihtimali mevcuttur.”
Şükrü Sarıışık: “Kuvvetleri sağa sola göndermenin bana göre yapılacak en
kolay harekat tarzı 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize
edilmek suretiyle biranda söndürülmesine imkan sağlar.”
X Şahıs: “Ayaklanma var. Şiddetle bastırılması gerekiyor. Şiddetin
karşısında şiddet kelimesinin karşısında ateş açmak var komutanım. Sağa
sola tankla gireceğiz komutanım. Şimdi mesela Fatih bölgesinde bu
olayların elebaşları kimler belli komutanım. Tehdide yönelik tahsis
edilmiş kuvvetlerimiz var komutanım. Komutanım. 3. Bölge için aynı olay
meydana geldiğinde olaya şiddetle müdahale edeceğim. Bütün planlarımın
temelinde olaya şiddetle müdahale edilme esası var.”
Ses kayıtlarından küçük bir örnek verdim. “Sahte” denen belgedeki bu
bölümden daha fazlası ses kayıtlarında mevcut.
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “Hiçbir hak ve özgürlük
mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber
verme ve basın özgürlüğü de sınırsız ve mutlak değildir. Harekatın
icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın-yayın
kuruluşları kontrol altında tutulacak...”
• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: İhsan Balabanlı:
“Komutanım böyle bir harekatta basının kontrol altında tutulması
gerektiğine inanıyorum... Biraz sonra arz edeceğim teşkilatlanmamda da
sivil işler bölümünde irtibat kısmı var. Bu basını bu şekilde kontrol
etmek suretiyle bölgeme özellikle basın unsurlarının girmemesi için
gerekli tedbirleri aldım komutanım.”
Çetin Doğan: “Basın da senin bölgende zaten. Basın-yayın şeyi
kuruluşlarının çoğunluğu değil mi?”
İhsan Balabanlı: “Keza Radyo Televizyon Üst Kurumu da var İstanbul’da
görev yapan, bunlar Gayrettepe’de komutanım, İstanbul radyolarını ve
televizyonun da bazı bir bölümünü izliyorlar... Ayrıca Basın Savcılığı
konusu var. Bu konuda Basın Savcılığı bize müşavir olarak çalışacaklar.”
• Ses kaydından başka bir bölüm: “Bölgedeki bütün basın-yayın
kuruluşları kontrol altına alınacak. Halkın kışkırtılmasına ve
tansiyonun yükseltilmesine yönelik yayınlar engellenecek. Rejim
aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak.”
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Tüm sorumluluk bölgesini
kapsayacak şekilde kontrol noktaları tesis edilecek ve anılan bu
noktalarda gerekli görüldüğü takdirde tanklar da kullanılarak, kitlesel,
kalabalık grupların yer değiştirmelerine, toplanmalarına ve gösteri
yapmaları engellenecek. Plan, planlama ve hazırlık maksadıyla derhal,
icra safhası ise emirle yürürlüğe girecektir.” “...Planı ve hazırlıkları
ifşa etmeyecek şekilde ilgili personelle kadro tatbikatları icra
edilecek...”
• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: Tümgeneral Metin Yavuz
Yalçın: “Birlikleri buraya getirir İstanbul’un üzerine çökerim
komutanım. Belediye başkanıymış, savcıymış, hakimmiş, kaymakammış yani
bu konuya olumsuz bakan tabloda yer alan (Perdede gözaltına alınacak
kişilerin listesi var) insanları gerekirse belediye başkanını komutanım,
komutanları o görevde rütbesi olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve
ağır bir baskı biraz evvel ifade ettiğim gibi... böyle halka da
acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir.”
X Şahıs: “Ayaklanma var. Şiddetle bastırılması gerekiyor. Şiddetin
karşısında, şiddet kelimesinin karşısında ateş açmak var komutanım. Sağa
sola tankla gireceğiz komutanım.”
Tuğgeneral İhsan Balabanlı: “Komutanım, bölgemde bulunan bütün ilçelere
ait şimdiye kadar meydana gelen olaylar ve müteakip safhalarda meydana
gelecek gelebilecek olaylar nerelerde olduğu tesbit edilmiştir. Emir
verildiğinde süratle belirtilen intikal yollarından ilgili geri toplama
bölgelerine birliklerim intikal edeceklerdir. Bu yerleri en son olarak
geçen ay sivil giyinmiş unsurlarım tarafından tekrar keşfini yaptırdım.
Şu anda komutanım bölgelere intikal için gerek zırhlı unsurlarım gerekse
tekerlekli unsurlarımın intikali için herhangi bir mani yok. Yine
bölgemde önemli kavşak ve meydanlar var. Altı tane önemli meydan ve
kavşak tesbit ettim. Bu bölgeler kontrol altına alınacak. Emirle sokağa
çıkma yasağı ilan edilecek. Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesiyle
birlikte birliklerimin kullanılması ve sevk ve idaresinde daha da
kolaylık olacağını değerlendiriyorum.” ... “Komutanım, yine kolordu
planında emredildiği üzere bazı bölgelere süratle darbe harekatı
yapabilmem, yapmam emredilmişti. Özellikle zırhlı unsurları kullanarak
gözdağı vermek veya cezalandırma şeklinde yapacağım bu harekat sonunda
daha önce hassas bölgeler olarak değerlendirdiğimiz metro meydanı var
Fatih’te komutanım. Cemevi, Gazi Mahallesi Mezarlığı, Gazi Kültür Evi
bir önceki yansıda da vardı. Bu bölgelere süratle zırhlı unsurlarım
gösteri harekatı şeklinde intikal edecekler...”
Tuğgeneral Yuldaer Olcan: “Kritik yol, kavşak ve ulaşım merkezlerinde
kontrol noktaları ve bu kontrol noktalarıyla irtibatlı olarak gece
gündüz ana güzergahlarda motorlu devriyeler oluşturulacak.”
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “...Teşkil edilecek
olan... kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel. Teşkil
edilecek birimlerle, başta tüm kara deniz ve hava yolu terminalleri
olmak üzere, Kamu kurum ve kuruluşları, Özel hastaneler ve ilaç
depoları, Gümrükler, depolar, ambarlar ve büyük alışveriş merkezlerinin
tamamı kontrol altına alınacak ve özellikle ülkeye yurtdışından giriş
çıkışlara ikinci bir emre kadar müsaade edilmeyecek,...”
• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: Çetin Doğan: “Kamu kurum
ve kuruluşları silahlı kuvvetlerin denetimine girmeli.”
İhsan Balabanlı: “Önemli olan halkın günlük yaşantısının gereği olan
bazı hizmetlerin aksamadan yürütülmesidir. Bu konuya özellikle
hassasiyet göstermekteyiz. Bunun için kamu kurum ve kuruluşlarını etkin
bir şekilde kullanmak esas olmakla beraber buraya görevlendireceğim
personel özellikle üst subay ve bu konuda uzman personel olarak
görevlendirilecektir. Yine bölgemde önemli terminal ve istasyonlar var.
Üniversitelerin kontrolünü de komutanım, kendi özel güvenlik teşkilatı,
ayrıca emniyet ve jandarmayla yapmayı düşünüyorum.”
Ses kaydında bir diğer asker: “Bölgedeki bütün fırınlar, marketler ve
gıda maddeleri satan yerler kontrol altında bulundurulacak. Halkın temel
gıda maddeleri açısından sıkıntı çekmesi önlenecek. Hastane, eczane ve
sağlık ocaklarında görev yapacak personelin durumu tesbit edilecek. Özel
sağlık kuruluşları dahil halka kesintisiz hizmet vermeleri sağlanacak.”
Kurmay Albay Ömer Küçükkılıç: “Kamu görevlerinin devralınması için
önceden belirlenmiş olan personel görevlendirmeleri icra edilecektir. Bu
maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan
yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlıklarına
gönderilecektir.”
Korgeneral Ergin Saygun: “Migros, Carfur, Capitol bunların başta el
konulması halinde daha düzenli bir dağıtım yapmak mümkündür.”
“Sahte” denen belgedeki bu ifadelere rağmen, görüldüğü gibi ses
kayıtlarında belgeden daha fazlasının olduğu görülüyor. Bugün, 100 sayfalık
notumdan sadece sekiz sayfasını yazabildiğim notunu da düşerek, konuya yarın
kaldığımız yerden devam edelim. (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz ve gerçekler (9)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz
toplantılarına ait ses kayıtlarında yakalamış olduğu çok çarpıcı bir ayrıntıyı
gösteriyor. Baransu yazısında, seminerlerin aslında bir darbe toplantısı olduğunun
itirafı olan Çetin Doğan'ın cümlelerindeki çok hassas kelimeleri büyük
harflerle gösteriyor.
04.04.2012 12:00 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (9)..
Balyoz ve gerçekler dizimize, “sahte” denen belgelerle, gerçek olduğu
Çetin Doğan ve avukatları tarafından kabul edilen belgeler arasındaki
incelemeyle devam edelim.
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu
günden bu yana en sıkıntılı ve en tehlikeli dönemini yaşamaktadır. Henüz
tam olarak dünya devletlerince tanınmadığı ve iç isyanlar ile boğuştuğu
bir dönemde dahi bu kadar büyük bir tehlike içerisinde olmamışken,
bugün, hortlatılmak istenen Sevr, başta irticai faaliyetler olmak üzere
iç ve dış tehditler kötü yönetimle birleşmiş ve bugünkü tehlikeli
safhaya gelinmiştir. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tümüyle
ortadan kaldırmaya yönelik çabalar, yerli işbirlikçilerin gönüllü
katkılarıyla, ülke içinde yıkıcı güç odaklarının aynı noktada
buluşmasına neden olmuş ve zirve noktasına ulaşmıştır.”
• Gerçekliği tartışılmayan ses kaydı: Çetin Doğan: “... Aslında
günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele
almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz... İçinde
yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz yaşadığımız durumları ve
gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o kötü
senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan bir
kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek
bilmiyorum. Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var...
Ama bizim başımıza gelebilecekler olası planlarımız içerisinde yer
alması gereken konular daha geniş kapsamlı hatta yönetimin bir bölümünü
de içine alan Silahlı Kuvvetler’e Türkiye’nin Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin laik demokratik yapısını bozma girişiminde daha ciddi
kalkışmalar olabileceği olayları da gözardı etmememiz lazım. Bunu
gözardı etmemek için de evvela her EMASYA komutanı kendi bölgesinde
kendi sorumluluğu olduğu alanlardaki gelişmeleri yakından takip etmesi
potansiyel olarak böyle bir olayları yaratacak insanları bölge
içerisinde istihbari çalışmayla bulması gerekmektedir.
Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını KASITLI OLARAK belli bir
çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjoktürel
gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini
ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz ANLAMIŞSINIZDIR. Yani
buradaki Yunanistan meselesi TALİ bir meseledir; Yunanistan MESELESİ
BÖYLE BİR ORTAM İÇERİSİNDE ZATEN OLASILIĞI EN UZAK BİR SENARYODUR.
Aslında içinde yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler
götüreceği konusu önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç
güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan
çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği
konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha
fazla yaklaştırmayayım herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor.
Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız
tarafından endişeyle takip ediliyor.”
“Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’ndaki bu bölümle konuşmaların birebir
örtüştüğü, hatta konuşmalarda daha fazlasının olduğu görülüyor. Tabii
akla da ister istemez şu soru takılıyor. Belge sahteyse, fazlasının
konuşulduğu bu konuşmalar ne?
-Kim kandırıyorsun Çetin Doğan!-
Çetin Doğan’ın konuşmasında büyük harflerle yazdığım bölümler ise
önemli. Hatırlayacağınız gibi Balyoz haberini ilk yazdığım günden
itibaren, Çetin Doğan, avukatları, ailesi, bazı Balyoz sanıkları ve
Doğan’ın medyadaki gazetecileri, seminerde dış tehdidin yani
Yunanistan’ın ele alınıp görüşüldüğünü, iç tehdidin tali unsur olduğunu
iddia etmişlerdi. Ancak ses kaydında açıkça görüldüğü gibi plan semineri
“KASITLI” olarak, bir çerçeveye oturtulmuş, günün şartlarına göre yani
AK Parti’nin iktidara gelmesine göre, önce sıkıyönetim sonra darbe
yapılacağı ele alınmış bunun anlaşılması için de Doğan ANLAMIŞSINIZDIR
demek zorunda kalmıştı. Senaryoda Yunanistan’ın tali mesele olduğu, en
uzak bir senaryo olduğu da açık açık itiraf ediliyor.
Konuyla ilgili kamuoyuna yansımayan başka çarpıcı nokta da şu:
Hatırlanacağı gibi, Çetin Doğan, AK Parti’nin 3 Kasım 2003 seçimlerinde
tek başına, Anayasa’yı değiştirecek çoğunlukla iktidara gelmesinden
hemen sonra darbe çalışmalarına başlamıştı. Çetin Doğan, dokuz ay sonra
emekliye ayrılacağı için, kısa dönemde darbe hazırlıkları, harekat ve
sıkıyönetim planları yapmak yerine, o dönem 1. Ordu Komutanlığı’nda
Kurmay Başkanı olan Albay Süha Tanyeri’ne emir vererek, 12 Eylül darbe
planı olan Bayrak Harekat Planı’nın arşivlerden indirilip, hazırlıkların
ona göre yapılması emrini vermişti. Tanyeri de arşivlerden bu planı
indirerek, üzerinde el yazılarıyla notlar alarak, 12 Eylül planlarını
2003’e uyarlamış, güncellemişti.
-12 Eylül’de de darbe dış tehdidin içine sokulan iç tehditle yapıldı!-
İşte 12 Eylül Bayrak Harekat Planı da dış tehdidin içerisine, iç tehdit
yerleştirilerek hazırlanana bir plandı. Bayrak Harekat Planı da tıpkı
Balyoz Planı gibi dönemin Kurmay Başkanı tarafından hazırlanmıştı.
İddianamede konuyla ilgili bölümler şu şekilde anlatılıyor:
“Diğer yandan 12 Eylül Bayrak Harekat Planı da incelendiğinde, iç tehdit
yanında dış tehdit değerlendirmesinin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu
şekildeki bir çalışma; deşifre olunması halinde yasal bir çalışma
yapıldığına ilişkin zemin hazırlamaya, bu yönde savunma yapmaya
yöneliktir. Yani plan içerisinde dış tehdit irdelemesi tamamen kamufle
yapma maksadıyla konulmuştur. Bu bağlamda 1. Ordu’da yapılan sıkıyönetim
planları tam anlamıyla askeri müdahaleye yönelik çalışmalardır...
12 Eylül 1980 öncesinde askeri müdahaleye ilişkin Bayrak Harekat Planı
1. Ordu Komutanı tarafından imzalanmıştır. Planın ekinde muhafaza altına
alınacak hassas tesisler, yakalanacak ve tutuklanacak kişiler, siyasi
parti temsilcileri, dernek temsilcileri.. gibi kişilerin isimlerinin yer
aldığı listeler bulunmaktadır. Bu listeler de o dönemin 1. Ordu Kurmay
Başkanı tarafından imzalanmıştır. Listelerde gözaltına alınacak
milletvekillerinin isimleri, sendikacıların isimleri, bankacıların
isimleri, ülkücü derneklerin isimleri de tek tek belirtilmiştir. Akla
gelebilecek her kurum ve dernek hakkında detaylı çalışmalar yapılmıştır.
Harekatın başlamasıyla birlikte gözaltılar yapılmıştır. Bu dönemi
yaşayanlar, gelişmeleri daha iyi bilmektedirler. 1. Ordu’nun 2003
yılında yaptığı bu Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nda da ekler kısmında
kişiler, dernekler, basın kuruluşları, yönetici ve kamu görevlileri de
tek tek fişlenmiştir. Bunların yapılmasıyla Hükümeti ortadan kaldırmaya
teşebbüs suçunun hazırlık hareketlerinden çıkılıp icrai hareketlerine
geçilmiştir.”
Ses kaydındaki bu çarpıcı bölümü ve 12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat
Planı’nın da dış tehdidin içerisine yerleştirilmiş, iç tehditle
yapıldığı notunu düştükten sonra Balyoz Harekat Planı ve ses kayıtların
karşılaştırmaya devam edelim;
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’ndan: “Laiklik etrafındaki gerici
kuşatma kontrolden çıkmış, bilinçli, sistemli ve kontrollü bir şekilde
Cumhuriyet’in kazanımlarına yönelmiştir. Bu hedef önünde en sağlam ve
sarsılmaz kale olarak görülen TSK hedef haline getirilmiş, yıpratılması
ve komuta zafiyeti oluşturulması için yoğun çaba sarf
edilmiş/edilmektedir. İrticai grupların, hedefe giden yolda engel olarak
gördükleri TSK’ya karşı bir taraftan sızma gayretleri artarak devam
ederken diğer taraftan yıpratma, komuta zafiyeti içerisinde ve dinsiz
gösterme çabaları da artan bir ivme ile devam etmektedir.”
Burada araya girerek şu hatırlatmayı yapayım. Balyoz belgeleri arasında
seminer ses kayıtlarının yanı sıra, Çetin Doğan’ın darbe toplantısından
önce Kolordularının hazırlıklarını denetlemek üzere yaptığı iki
toplantının ve 1. Ordu Komutanlığı’nda gerçekleştirilen aylık karargah
koordinasyon toplantısının da ses kayıtları var. Bu kayıtlar
incelendiğinde de yukarıdaki “sahte” denen belgeyle, içeriğinin birebir
örtüştüğü hatta daha fazlasının konuşulduğu görülecektir. Bu ses kaydı,
“Ordu Komutanı’nın Direktifleri” başlığıyla bir metin haline de
getirilip, CD’lere de konmuş.
• 20 Aralık 2002 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı Karargah koordinasyon
toplantısında Çetin Doğan’ın darbe hazırlığı için yaptığı konuşma:
“Özellikle belli gazetelerde çok pervasızca silahlı kuvvetler
personeline saldırdıkları görülmektedir. Arkadaşlar; silahlı kuvvetler
olarak biz siyasetin dışındayız. Siyasetin dışında olmak Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerin örselenmesine, gözardı
edilmesine göz yumarız anlamına gelmez. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
tarihi misyonu, kendisine verilen tarihi görevi bu devletin kurucusu
olma, tarih”i Kemalist çizgisini her zaman muhafaza etmek zorundadır.”
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Buna rağmen, şimdiye kadar
içimizde barınmayanlar Meclis’e taşınmıştır. Bu meydan okuma karşısında
kategorili personel pervasızca biraz daha cesaretlenmiş ve kadrolaşma
faaliyetlerine hız vermişlerdir. Bu nedenle anılan personelin, sadece
Silahlı Kuvvetler içerisinden değil, bütün kamu kurum ve kuruluşlarından
derhal uzaklaştırılmaları bir zorunluluk haline gelmiştir. Her türlü
olumsuz şartlara rağmen Cumhuriyet’i koruma ve kollamaya yönelik eylem
ve planlamalarımız devam etmektedir. Bu kapsamda; TSK bünyesindeki dost
ve müzahir unsurlar dışında kalan, özellikle yüksek rütbeli personelin
kontrol altında tutulmasına...”
• Ordu Komutanı’nın Direktifleri: Çetin Doğan: “Öncelikle kategorili
personel ile ilgili düşüncelerimi söyleyeyim: Dışarıda içimizde şimdiye
kadar barınmayanlar Meclis’e taşınmıştır. Maalesef bu çok üzücüdür. Bu
bir meydan okumadır. Bu meydan okumaya karşı biz geri adım atmayız ve
bundan sonra da yine içimizde olabilecekler, varolanlar, takip ettiğimiz
insanlar vardır. Hiç kimsenin öncelikle cesaretinin kırılmasını
istemiyorum. Böyle kategorili personelin pervasızca biraz daha
cesaretlenmiş olmaları Silahlı Kuvvetler içerisinde bunlara daha fazla
hiçbir suretle yer vermeme ihtiyacının ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle
aralık ayı değerlendirmelerinin çok ciddi olarak yapılmasını, bilgili,
belgeli ve önümüzdeki şura dönemine bunların götürülmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki hafta şura toplantısında konu ele alınacaktır. Ancak ağustos
ayı değerlendirmelerimize göre işlem yapıldığı için ağustos ayında tek
bir kimse bölücü, yıkıcı faaliyetlere katılan bir kimsenin kesin işlem
için teklif geldi. Başka gelmediği için bu döneme koyamadık. Keşke
yüzüne çarpa çarpa bize daha fazla konuşma imkanı olacak şekilde
elimizde kanıtlarıyla adamların olsaydı da bunların gözlerine
sokabilseydik. Bunu böyle hayıflanarak söylüyorum...
• Çetin Doğan 5-7 Mart 2003 Konuşması: “Biz okullarımızda askeri
okullarımızda da mesela zaman zaman ne oluyor, ordudan atılmalar oluyor.
Zaman zaman ordudan atılıyor çünkü irtica bulaşmış oluyor. Nasıl oluyor
da modern çağdaş kurum kuruluş içerisinde bulunan insanlar bunların
fetvalarına kanarak, bunların efsanelerine kanarak aydınlık çağdaş
yoldan çıkıyorlar; ama bir gerçek bu. Şu halde evvela Silahlı Kuvvetler
içindeki bünyesel sağlamlığını korumak durumundadır. Buna bulaşmış, irticaya bulaşmış insanların uslanması ve fikir değiştirmesi olanağının
olmadığı birçok örnekleriyle sabittir ve o yüzden de bunların defterleri
mutlaka evvela ilk adım olarak dürülmeli ordu bünyesi sağlam bir hale
getirilmelidir. Bunun ötesinde böyle bir olay olduğu zaman çünkü
içimizden çıkacak çatlaklıkların tereddütlerin maliyeti çok çok daha
büyük olacaktır. Kendi içimizde kendimizle savaşmak zorunda kalacağız.
Bunun önlenilmesi için evvela ordu bünyesinin sağlamlaştırılması
lazım...”
• Süha Tanyeri’ne ait el notlarında da benzer bilgiler yer alıyor:
“İrticai faaliyetlerde bulunan personel değiştirilebilir. Bunun yerine
yeni bir personel atandırılabilir. Bu durumda tercihen bizim gibi
düşünen, yetenekli, bilgili kişiler görevlendirilebilir.”
• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Milliyetçi- Muhafazakar Sağ
iktidarların Türk Silahlı Kuvvetleri’nin karşısına alternatif silahlı
güç olarak tasarlayıp güçlendirdiği polis teşkilatının askere bakışı
dikkate alındığında; polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak
jandarma kullanılacak, bu nedenle İl J.K.lıkları karargahlarından
istifade ile ivedilikle ağır silahlardan arındırıldıktan sonra polisin
mutlaka kontrol altına alınması sağlanacak.”
El yazısı ve kapanış konuşmasında
Plandaki bu bölüme Çetin Doğan ve avukatları sahte deyip, sonradan
üretildiğini iddia etseler de Süha Tanyeri’nin el yazısıyla tuttuğu
notlarda bu bölümün aynen yer aldığı görülüyor.
Tanyeri’nin yanı sıra bu bölüm, Çetin Doğan ve avukatlarının,
Genelkurmay Başkanlığı’nın, 1. Ordu Komutanlığı çalışanlarının ve
asker-sivil bilirkişi uzmanlarının “1. Ordu’da hazırlandığını” kabul
ettikleri 3 no’lu CD’de de var. 3 no’lu CD’de, “Plan Semineri Kapanış
Konuşması” başlığıyla bulunan bölüm, belge şöyle:
“Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl kullanabiliriz, polisin sevk
ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı kullanabiliriz. Bu nedenle İl
J.K.lıklarının karargahlarından istifade edebiliriz. Polisle birlikte
özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis mutlaka kontrol altında
olmalıdır.”
Burada küçük bir dip not düşeyim. Hatırlanacağı gibi Çetin Doğan, ailesi
ve avukatları iddianamenin açıklandığı ilk günden itibaren kamuoyunu yanlış
bilgilendirmiş ve belgelerin yalnızca 11, 16 ve 17 no’lu CD’ler olduğunu
iddia etmişlerdi. Önceki günkü yazımda bu bilginin kasıtlı olarak psikolojik
harp amaçlı kullanıldığını belgeleriyle yazmıştım. Diğer CD’lerin de delil
olduğunu iddianameden alıntılarla açıklamıştım. Yukarıda verdiğim bu
bölümden de anlaşılacağı gibi 3 no’lu CD’de deliller arasında ve iddianamede
yer almış durumda. (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz
ve gerçekler (10)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz
toplantılarının, olası bir senaryoya göre oynanacak yasal bir harp oyunu
görüşmeleri olduğuna dair iddiaların geçersizliğini işliyor.
05.04.2012 10:42 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (10)..
Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin bundan önceki son üç bölümünde,
“sahte” olduğu iddia edilen belgelerle, gerçek olduğu belirtilen
belgeleri karşılaştırmıştım. Ortaya ilginç bir sonuç çıkmış ve gerçek
olduğu Çetin Doğan ve avukatları tarafından belirtilen belgelerin
içeriğinin “sahte” olduğu iddia edilenlerle aynı ve benzer olduğu,
içerik olarak da daha fazla suç unsuru taşıdığı ortaya çıkmıştı.
Karşılaştırmaya bir gün ara vererek, bugün ve yarın Balyozla ilgili
farklı iki konuya değineceğim.
Davanın ilk açıldığı günden itibaren, Çetin Doğan ve avukatları
katıldıkları televizyon programlarında, ardından yargılandıkları
mahkemede, 2003 yılı mart ayında yapılan toplantının “olası bir
senaryoyu konuştukları bir seminer” olduğunu vurgulamış, diğer
belgelerin de “sahte” olduklarını iddia etmişlerdi. Muhtemelen, herkesin
olası senaryonun ne anlama geldiğini bilmediklerini düşünüyorlardı. Ya
da bu terimi sadece askerlerin bildiğini zannediyorlardı.
Gelin, hep beraber “olası senaryo”nun ne anlama geldiğini irdeleyelim.
Eğer olası senaryoyu kurgulayan reel yani gerçek bir kişilikse, üretilen
senaryo kendisinin gerçek kişi olduğu durumunu etkilemez. Mesela,
diyelim ki siz tüzel bir kişiliğin, 1. Ordu’nun olası bir senaryo
hazırladığından bahsediyorsunuz. Bu durumda, 1. Ordu’nun kendisi,
ürettiği senaryonun aksine kendi gerçek yapısını muhafaza eder. Zaten
amaçlanan da budur. Olası bir senaryo karşısında gerçek bir kişilik
olarak kendisinin nasıl davranabileceğini anlamak. Oysa, Balyoz
Planı’nda bu söz konusu değil. Bu bizzat iddianamede belirtiliyor. 173.
sayfada. Buna göre aralarında organik bir bağ olmamasına rağmen bazı
Jandarma birlikleri, Birinci Ordu’ya bağlı Kolordu’nun emrine veriliyor.
Ve bu görevlendirme seminerde konuşuluyor.Ayrıca, 1. Ordu Komutanlığı,
gerçek yapısının aksine, Ankara ve Türkiye’nin diğer bölgeleriyle ilgili
de planlama yapıyor.
Bu nokta önemli. Eğer siz gerçek bir kişilikseniz, senaryoyu uygulama
adına bu gerçek kişiliğinizi kendi başınıza buyruk bir şekilde
değiştiremezsiniz. Senaryo olasıdır, siz değil. Sadece bu bile Balyoz
davasının Çetin Doğan ve ailesinin savunduğu şekilde sadece senaryoya
dayanmadığını ispatlamaya yeter.
Ama madem bu konuya girdik, devam edelim. Yine, diyelim ki siz tüzel ve
gerçek bir kişiliksiniz ve olası bir senaryo hazırlıyorsunuz. Bunun iki
yöntemi vardır. Birinci yöntem şudur; senaryoyu soyut kavramlar
üzerinden yaparsınız. Örneğin “olası bir irticai grup”, “aşırı sol grup”
gibi. Bu durumda hem bahsettiğiniz grup olasıdır, hem de yapacakları
şeyler. İkinci durumda, kanun dışılığı kanıtlanmışsa, olasılığınızı
somut bir gruba dayandırabilirsiniz. Bu durumda örgüt veya yapılanma
gerçek kişilik, yapacakları ise olasıdır. “Hizbullah Terör Örgütü şunu
yaparsa” gibi... Ama şunu yapamazsınız; gerçek kişilerin ismini kanun
dışılıkları ispatlanmadığı müddetçe olası bir senaryo içerisinde sanki
suç örgütüymüş gibi kullanamazsınız. Örneğin; “AK Parti varsayalım ki
şunu şunu yaparsa” gibi. Bu olası bir senaryo değil, düpedüz bir fişleme
ve suçtur. Çünkü olası bir suçu işleyeceğini öngördüğünüz kişi gerçek
bir kişiliktir ve böyle bir kişinin olası bir suçundan hele de bir darbe
planı dahilinde bahsedemezsiniz. Halbuki Balyoz davası kapsamında olan
belgeler, bu tür gerçek isimlerle dolu.
Şimdi gelelim Çetin Doğan’ın iddialarına; diyor ki, “Biz seminerde
sadece senaryo çalıştık o da olası bir senaryoydu”. Halbuki yasa
dışılığı kanıtlanmamış olan AK Parti’yi, yani gerçek tüzel bir kişiliği,
olası bir suç senaryosunda olası bir suçla ilişkilendirerek seminerde
ele almışsınız. Bazı okul müdürlerinin tutuklanması isim verilerek
görüşülmüş. Binlerce kişinin tutuklanacağı, listelerin dosyalarda
olduğunu “seminerde” konuşmuşsunuz. Toplantıda buna benzer örneklerin
sayısı binlerce.
Şimdi isterseniz o örneklerden sadece birini ele alalım. Çetin Doğan’ın
seminer konuşmasından:“Milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela
inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur, dini
öne çıkartan ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli
birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz. ...Genelkurmay Başkanına, Kuvvet
komutanına diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur
deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın bu işin sonu b..ktur
işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın.
Evvela ulusal birliğimizin evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya
öyle yazmışım. Milli Mutabakat Hükümeti kurulması sureti ile halkın
tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek. Edeceği bu kadar gaile içinde
ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir
hükümetin kurulması en önemli birinci... Bu tabi, bu öngördüğümüz
senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı...”
Evet, Çetin Doğan seminerde aynen bunları söylüyor. Şimdi yukarıdaki
olasılık tesbitlerimize göre bu konuşmayı analiz edelim. Konuşmadaki
Genelkurmay Başkanı çok belli ki halihazırdaki genelkurmay başkanı. Yine
konuşmadaki kuvvet komutanı da belli ki halihazırdaki kuvvet komutanı.
Yani her iki isim de olası bir komutan değil. Gerçek kişiler. Peki, ne
teklif ediliyor bu gerçek kişiliklere. Hükümete ültimatom verin. Diğer
kişiler gerçek olduğuna göre ültimatom verilecek hükümet de haliyle
halihazırdaki hükümet olmalı. Yani AK Parti. Sonra ne deniyor?
“Gerekirse çağırın bu işin sonu b..tur” deniliyor. “Milli Mutabakat
Hükümeti” denerek de darbeyle tehdit ediliyor.
Eğer olası tehlikeleri konuştuğunuz bir seminer yapsaydınız, bu durumu
belirtmek isteseydiniz hükümetin adını koymazdınız. Çünkü daha önce ne
demiştik, olası suç senaryolarında eğer suçu ispatlanmamışsa siz sadece
soyut kavramlarla isimlendirme yapabilirsiniz. “Olası bir hükümet ülkede
rejimi değiştirirse” gibi. Halbuki siz düpedüz görevdeki hükümetten
bahsediyorsunuz. Sadece bu durum bile seminerde konuşulanın olası bir
senaryo olmadığını ispatlamaya yeter de artar bile.
Yukarıda yazdığımız diğer olayı da detaylandıralım. Yine iddianamenin
173. sayfasına göre Jandarmaya bağlı bazı birliklerin, 1. Ordu’ya bağlı
olan 15. Kolordu’nun emrinde görev yapması öngörülmüş. Bu durum da
seminerde senaryo kapsamda görüşülmüş. Halbuki, normalde Jandarma ve 1.
Ordu arasında organik bir bağ bulunmamakta. İddianameyi hazırlayan
savcılar bu durumun altını özellikle çizmiş. Ama biz yine olasılık
hesaplarına dönelim. 1. Ordu gibi ciddi askeri bir kurum, olası bir
senaryo hazırlarken kendi gerçek yapılanmasında bir değişikliğin
olamayacağını bilmiyor mu? Gerçek bir kişilik olası bir senaryo
hazırlıyorsa olası olan senaryodur, kendisi değil. Yani siz gerçek
askeri tüzel bir kişilik olarak olası bir senaryoda kendi gerçek
imkanlarınızın nasıl etkin olacağını görmek istediğiniz için bu
senaryoyu hazırlıyorsunuz. İşte bu da yine bu seminerde konuşulanın bir
senaryo olmadığını kanıtlıyor.
Kaldı ki 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca hazırlatılan bilirkişi
raporunda şu bilgi veriliyor: “Harp oyunu ve plan tatbikatı, gerçek veya
gerçek olması muhtemel bir senaryo veya jenerik senaryoya dayanarak
oynanır. Plan seminerinde ise senaryo kullanılmaz.”
Askeri bilirkişi, net bir şekilde, askeri kurallara, emirlere göre plan
seminerinde, senaryo oynanamayacağını belirtiyor. Çetin Doğan ve
ekibinin, plan semineri yaptığı belgelerle, yazışmalarla net ve
kendileri de bunu itiraf ediyorlar. Şimdi şu soru akıllara takılıyor.
Siz plan seminerinde senaryo kullanılmaması emrine ve kuralına rağmen
nasıl senaryo görüştünüz?
Ayrıca aynı askeri bilirkişi raporunda, Doğan ve ekibinin seminer adı
altında yaptıkları darbe toplantısında siyasetçilerin resimlerini,
isimlerini kullandıklarını belirtiyor. Rapordaki bölüm şöyle: “Görüşülen
alternatif harekat planlarının EGEMEN harekat planı ile ilgili
olabileceği gibi seminerde yapılan bir takdimde bazı siyasetçilerin
fotoğraflarının kullanılması ve silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına
çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle seminerde ‘BALYOZ Güvenlik
Harekat Planı’nın ifşa olmayacak bir seviyede görüşülmüş olabileceği’
değerlendirilmektedir.”
Görüldüğü gibi yapılan olasılığın ele alındığı bir seminer değil,
darbenin görüşüldüğü bir toplantı.
Askeri bilirkişinin bile seminer adı altında, darbe çalışması
yapıldığını itiraf ettiği bu raporun geniş bir bölümünü ve Microsoft’un
zaman çelişkisiyle ilgili bilgisini yarın sizlerle paylaşacağım." (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz
ve gerçekler (11)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Askeri
Bilirkişinin hazırlamış olduğu rapora göre Balyoz seminer
toplantılarının açıkça bir askeri darbe hazırlığı olduğunun
değerlendirildiğini işliyor. Baransu yazısında ayrıca Microsoft'tan
gelen yazıya istinaden office sürümleriyle ilgili açıklamalar da
yapıyor.
06.04.2012 12:35 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (11)..
Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bugün, Askeri Bilirkişi’nin
hazırladığı çarpıcı raporla ve zaman çelişkisiyle devam edelim. Balyoz
iddianamesinde dikkatleri çeken bir rapor vardı. Taraf gazetesinde,
Balyoz belgelerini yayımlamamızın ardından, 1. Ordu Komutanlığı Askeri
Savcılığı soruşturma açmış ve gazeteden de belgeleri istemişti. Sivil
savcılara teslim ettiğimiz gibi, Askeri Savcılığa da aynı belgeleri
tutanakla teslim ettik. İşte bu soruşturma kapsamında, Kurmay Binbaşı
Ahmet Erdoğan çarpıcı bir rapor hazırladı. Rapor 2 Şubat 2010’da Askeri
Savcılığa ardından da sivil savcılarda teslim edildi. Bilirkişi,
raporunda, kendisine teslim edilen evrakın “doğru olduğu faraziyesine”
göre incelemesini yaptı. Soruşturma sırasında doğruluğunu kendisinin de
tesbit ettiği evrakları ise bu faraziyenin dışında tuttu.
Binbaşı Erdoğan, ilk önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1. Ordu’ya
yazılı bir emir gönderdiğini, emre göre 1. Ordu’nun plan semineri
yapacağını, harp oyunu icra edemeyeceğine dikkat çekti. Çetin Doğan bu
emre uymamıştı. Kendisine bağlı birliklere “olasılığı en yüksek
tehlikeli senaryoyu” elden teslim ettirmişti. Normal seminerde elden
teslim etme de yoktu. Bu da gizli bir organizasyon yapıldığını
gösteriyordu.
Raporda dikkat çekici bir ayrıntı da gözlerden kaçmamıştı. 1. Ordu
kendine bağlı birliklerden, “muhakkak” kaydıyla “somut verilere
dayanarak” çalışmaları yapmasını istemişti. Halbuki Kara Kuvvetleri
Komutanlığı seminerde “iç tehdidin” yer almayacağını kesin olarak
belirtmişti. Bu emre rağmen, Çetin Doğan birliklerden, “1. Ordu
Komutanı’nın, ast birliklerin OEYTS’ya (olasılığı en yüksek tehlikeli
senaryo) dayanarak hazırladıkları alternatif harekat plan çalışmalarında
muhakkak, somut verileri kullanmasını” emretmişti. Yani sıkıyönetim
planları ve fişlemelerin, darbe harekatının somut veriler, gerçek
isimler üzerinden yapılması emrini vermişti. Doğan bununla da
yetinmemiş, “hazırlıkların, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat
Başkanlığı tarafından hazırlanan iç tehdit değerlendirmelerinin yer
aldığı KKK’lığı Durum Değerlendirmesi dokümanından faydalanmalarını”
emretmişti.
Askeri Bilirkişi Raporu daha sonra mart ayı semineri öncesi ve sonrasını
anlatıyordu. Bazı konularda, bazı sorunlar yaşandığını da itiraf
ediyordu. Ancak raporda, bu “bazı sorunların” ne olduğu açık açık
yazılmıyordu. Bilirkişi açıkça belirtmese de bu sorunların, Çetin
Doğan’ın emre uymaması, seminer adı altında gerçek isimlerin
kullanılması, fişleme belgelerinin hazırlanması, gözaltına alınacak,
tutuklanacak isimlerin belirlenmesi gibi onlarca konudan oluşuyordu.
Raporun satır aralarında bunları anlatmıştı.
Rapordaki en dikkat çekici bölüm şöyleydi: 1. Ordu Komutanlığı kendisine
bağlı ast birliklerle darbe planı olan “‘olasılığı en yüksek tehlikeli
senaryo’ya yönelik alternatif harekat planları hazırlamaları” emri
vermemesine rağmen, üstlerinden bu durumu saklamıştı. Yani darbe
hazırlıkları, ast birliklere emredilmesine rağmen, üstlerden saklandı.
Askeri Bilirkişi Raporu’na göre aynı gizlilik seminer sonuçları için de
gözetilmişti. Bu durum yayımlanıp yayımlanmadığı tesbit edilemeyen 31
Ocak 2003 tarihli emir yazısında ortaya çıkmıştı. Hem de emrin Kara
Kuvvetleri Komutanlığı’ndan saklanan bir nüshasında. Bu emir yazısında
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na olasılığı en yüksek tehlikeli senaryonun
uygulanacağı bildirilmişti. Ama bu kez de seminerde yapılacak
çalışmaların sonuçları gizlenmek isteniyordu. Askeri Bilirkişi
Raporu’nda bu durum şu sözlerle belirtilmişti: “31 Ocak 2003 tarihinde
yayınlanan Seminer Uygulama Emrinin KKK’lığı hariç olmak üzere diğer
ilgili birliklere gönderilen nüshasında.” Kilit cümle, “KKK’lığı
hariç”ti. Çetin Doğan, hazırlıklarını bağlı olduğu komutanlıktan
gizlemişti.
Acaba neden? İşte bu soru önemliydi. Eğer normal bir “seminer” icra
ettiyseniz, bunu neden saklama ihtiyacı hissediyordunuz?
Raporun devamı da çarpıcıydı. Seminer sonuçlarının sadece ordu
komutanlıklarına gönderilmesi emrini vermişti Çetin Doğan. Genelkurmay
Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve diğer kuvvet komutanlıkları
ayrı tutulmuştu. Planların saklanması ise 1. Ordu Komutanlığı’nın
alacağı tedbirlere göre muhafaza edilecekti. Tıpkı 12 Eylül darbesi,
Bayrak Harekat Planı’nda olduğu gibi.
Askeri Bilirkişi Raporu seminerin icra aşamasıyla devam ediyordu. Bu
kısımda da birtakım sıradışılıklar sözkonusuydu. Rapora göre seminer
planında senaryo icra edilemezdi. Sadece hazırlanmış bir harekat
planının tamamı veya bir kısmı incelenebilirdi. Yani, mart ayı semineri
için düşünecek olursak, Kara Kuvvetleri’nin isteği doğrultusunda Egemen
Harekat Planı’nın tartışılması gerekiyordu. Fakat seminerde senaryo
ircaa edilmişti. Fakat bu durumda ortaya bir çelişki çıkıyordu. Eğer
harekat planları senaryo gereği yapılıyorsa Egemen Harekat Planı’nın
senaryosu niye çalışılmamıştı? Öncelikle ana planın bağlı olduğu
senaryonun çalışılması gerekmiyor muydu? Dahası plan seminerinde zaten
senaryo çalışılmaması gerekiyordu. Bu da bir emirdi.
Burada küçük bir parantez açalım. Askeri Bilirkişi Raporu’ndan çıkan
neticeye göre, zaten daha baştan Birinci Ordu Komutanlığı’nın talebi
kural dışıydı. Yani bir plan seminerinde olası bir senaryo
uygulanamazdı. Halbuki Birinci Ordu Komutanlığı Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’na gönderdiği bir yazıyla bunu talep etmişti. Kara
Kuvvetleri Komutanlığı bu talebi her ne kadar reddetse de talebin
gerekçesini öğrenmek için herhangi bir soruşturmada bulunmamıştı.
Bilirkişi raporuna göre “seminerde” Silahlı Kuvvetler’in yetki alanı
dışına çıkan konuşmalara rastlanmıştı. Askeri Bilirkişi Raporu bu durumu
mart ayında Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın dolaylı olarak denenmesine
yormuştu. Raporda bu durum da şu sözlerle ifade edilmişti: “Alternatif
harekat planlarının görüşülmesi esnasında yapılan bir takdimde düşman
durumunun arzı esnasında bazı siyasetçilerin fotoğraflarının
kullanılması ve seminer ses kayıtlarında da silahlı kuvvetlerin yetki
alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle alternatif
harekat planlarının ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın sınırlı detayı
içerecek şekilde dolaylı olarak denenmesi için kullanılmış olabileceği’”
değerlendirilmekteydi.
Bir diğer husus diğeriyle çok alakalıydı. Askeri Bilirkişi Raporu’nda
Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın bir darbe planı olduğu kabul
ediliyordu. Raporun belki de en önemli cümleleri şu şekildeydi: “BALYOZ
Sıkıyönetim K.lığı tarafından hazırlandığı anlaşılan ‘BALYOZ Güvenlik
Harekat Planı’nın ise sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde
tedbirleri ve faaliyetleri içeren bir plan olduğu ve hükümeti devirip
devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu...”
Dikkat çekici son husus mart ayı seminerinin yapılması gerektiği gibi
yapılmadığını belirten tesbitlerdi. Buna göre ast birlikler ana plan
yani Egemen Harekat Planı yerine alternatif planlara yani Balyoz
Güvenlik Harekat Planı’na daha çok önem vermişlerdi. Bu durumda şu
cümlelerle aktarılıyor: “Ast birliklerin alternatif harekat planlarına
ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle kolordu plan
tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin başlangıçta konulan
maksatlardan uzaklaştığı, nitekim seminer uygulama emri ile seminer
sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu..”
Sanırım, Balyoz bir darbe planı mıydı, yoksa seminer miydi
tartışmalarına, Askeri Bilirkişi’nin raporunda belirttiği bu hususlar
nokta koyuyor. Evet, Balyoz dört dörtlük bir darbe planıydı ve Çetin
Doğan bunu seminer adı altında, olasılığı ön yüksek tehlikeli senaryonun
içine sokmuştu. Tıpkı 12 Eylül’de yapılan darbe gibi.
ZAMAN ÇELİŞKİSİ
Balyoz davasında Çetin Doğan ve avukatları, Amerika’dan aldıkları rapora
göre, 11, 16 ve 17 no’lu CD’ler içerisindeki bazı dosyalarda zaman
çelişkisi olduğunu vurgulamış ve belgelerin sahte olduğunu iddia
etmişlerdi. Gerekçelerinden biri şuydu: “Seminer 2003 yılında
görüşülmüştü. Ancak CD’lerin içerisindeki bazı dosyalar, 2006 yılında
piyasaya çıkan bir sürüm ve yazı karakterinde hazırlanmış.”
Konu teknik olduğu için, başta Microsoft olmak üzere, bazı
bilişimcilerden konuyla ilgili bilgiler aldık. Ellerinde CD’ler olmadığı
için teknik bir karar veremeyeceklerini söyleyen yetkililer, zaman
çelişkisiyle ilgili şu noktaya vurgu yaptılar. Bilişimcilerin vurgu
yaptığı nokta da Microsoft’un internet sitesinde var.
“Microsoft Office 2003, Microsoft Office Excel 2003, Microsoft Office
PowerPoint 2003, Microsoft Office Word 2003, Microsoft Office XP,
Microsoft Excel 2002, Microsoft PowerPoint 2002, Microsoft Word 2002,
Microsoft Office 2000, Microsoft Excel 2000, Microsoft PowerPoint 2000,
Microsoft Word 2000 sürümlerinde hazırlanmış bir dosyayı açmak
isterseniz, 2007 Office sistemi için Uyumluluk Paketi’ni yüklemeniz
halinde, bu dosya açılır ve ilk kez kaydedilmiş gibi otomatik olarak
kayıtlara geçer.”
Teknik olan bu konuyu açmalarını istediğimizde de şu karşılığı aldık:
“2006 öncesi hazırlanmış bir dosyayı, açmak istediğinizde veya üzerinde
işlem yapmak istediğinizde, Bir dosya programı, 2007 yılı uygulamasının
önceki bir beta sürümünde oluşturulmuşsa, ‘Program adı’ dosyayı
kaydettiğinizde, program adı 2007 dosya biçiminde en son sürüme
dönüştürülür. Bu da otomatik olarak dönüşür ve dosya 2007’de kaydedilmiş
gibi görünür. Bu uygulama hem Excel, hem Word için geçerlidir. Bu
yöntemlerin, Word 2007’nin Beta-2 sürümünde kaydedilmiş bir Açık XML
dosyasını açmaya olanak tanımadığı gibi, tek geçici çözüm, dosyayı Word
2007’nin özgün yayın sürümünde açmak ve yeniden kaydetmek. Bu
yapıldığında, dosya en yeni dosya biçimiyle kaydediliyor. Böylece,
belgenin alıcısı uyumluluk paketi ile birlikte Word’ün önceki bir
sürümünü kullanarak dosyayı açabiliyor.”
Microsoft’un internet sitesinden de bu bilgileri görmek mümkün. Konu
teknik bir konu olduğu için, görüştüğüm kişilere Microsoft’un internet
sitesinde de bulunan ve anlattıkları bu konunun ne anlama geldiğini sordum.
Özetle, anlayabileceğim şekilde söyledikleri şu oldu. “Bir dosya, 2007
sürümü öncesi hazırlanmışsa, bu dosyayı 2007 sürümünde açtığınızda yazı
karakteri otomatik olarak değişebilir ve dosya ilk kez kaydedilmiş gibi
görünebilir.” Yani, bu yazı dizisine başladığım ilk gün de belirttiğim gibi
Balyoz sanıkları arasında bulunan, Ergin Saygun, Süha Tanyeri gibi kişiler
2007 sonrası listelerin güncellenmesinde hazır listeleri kullanmış ve
dosyaları güncellemişler. Kaldı ki bu güncelleme itirafı da bana ait değil.
Balyoz ses kayıtlarında listelerin güncellendiğiyle ilgili sanıkların
ağzından yalanlayamadıkları sayısız örnek verdim. (Mehmet Baransu / Taraf)
Balyoz
ve gerçekler (12)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde,
delillere sahte diyen çevrelerin iddianameyi okumadıklarının net şekilde
ortaya çıktığını, çünkü iddia makamının defalarca bilirkişi incelemesi
yaptırdığını ve tüm şüpheleri aydınlattığını belirtiyor. Baransu
ardından da iddianameden bu konudaki örnekleri aktarıyor.
07.04.2012 13:25 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (12)..
Yazı dizimizin dünkü bölümünde, Balyoz iddianamesindeki, CD’leri
inceleyen Teknik Bilirkişilerin raporlarını yazacağımı, hem TÜBİTAK’ın
hem de Çetin Doğan ve avukatlarının kabul ettikleri ve “iyi rapor”
dedikleri Askeri Bilirkişilerin raporlarındaki çarpıcı detayları
aktaracağımı duyurmuştum. Bu raporlar şu açıdan önemli. Doğan ve
avukatlarının üç CD’yle ilgili çelişki olarak bahsettikleri iddiaların
büyük bir bölümü aslında yeni değil. Balyoz iddianamesinde bilirkişi
raporlarında konular ayrıntılı olarak ele alınmış. İddianameyi
hazırlayan savcılar, kendilerine gönderilen her raporun ardından da
raporlar arasındaki çelişkileri ortaya koymak için, yeni bilirkişiler
tayin etmiş. “Sahte, üretildi” denen, teknik olarak farklılıklar arz
eden raporlardaki maddelerin tek tek açıklanmasını istemiş. Bu açıdan
iddianameye bakıldığında, savcıların her iddiayı, raporu çok ciddi
olarak ele aldıkları, çelişkilerin açıklanması için bilirkişiler
arasında sürekli yazışmalar yaptıkları görülüyor. İddianamedeki bu
gerçek, konuyla ilgili yazı yazan, gazete ve televizyonlarda yorum,
haber yapan gazetecilerin, aslında iddianameyi okumadıklarını, raporları
incelemediklerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu da gazeteciliğin
hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından önemli bir ayrıntı.
-İddianameyi okumaktan aciz gazeteciler!-
Bu ayrıntıyı verdikten sonra raporlardaki çarpıcı detaylara gireyim.
Hatırlanacağı gibi, Doğan ve avukatları ilk günden itibaren kamuoyunu
yanıltmak için, doğru olmayan bilgileri dolaşıma sokmuş ve bu dolaşımı
da iddianameyi bile okumaktan aciz durumda olan gazetecileri kullanarak
yapmışlardı. Ancak iddianamede, sözkonusu üç CD’yle ilgili, iddianamenin
açıklanmasından çok önce, savcıların geniş bir araştırma yaptıkları, her
iddiayı yetkili birimlere sordukları görülüyor. CD’lerle ilgili
bilirkişi raporları, iddianamenin 50-89’uncu sayfalarında genişçe yer
almış.
Bugün sizlerle bu bölümde özetlediğim, önemli, çarpıcı detayları
paylaşacağım. En önemli detay, hem TÜBİTAK’ın hem de Çetin Doğan ve
avukatlarının “iyi rapor” dedikleri Askeri Bilirkişilerin hazırladıkları
raporda görünüyor. Savcılar her iki bilirkişi heyetine de CD’ler
üzerinde yapılan incelemelerden kesin sonuç alınıp, alınamayacağını,
CD’lerde değişiklik yapılıp, yapılmayacağını sormuş. Savcılara verilen
cevap ise oldukça çarpıcı. Önce TÜBİTAK’ın raporundan başlayıp, ardından
Askeri Bilirkişi’nin verdiği cevapları okuyalım.
-Tek başına CD’ler yeterli değil!-
TÜBİTAK raporundan: “İncelenen CD’lerde bu tür değişikliklerin yapılması
mümkün olmakla beraber yapılıp yapılmadığının tespit edilebilmesi için,
gerçekliği destekleyici unsurlardan, (CD veya DVD’nin ve içeriklerindeki
dokümanların hazırlandığı kaynak sistem, iddia edilen tarihlerde ilgili
kişilerin kullandığı her türlü bilgi depolama medyası, CD-DVD medyasının
fiziksel özellikleri yani üzerindeki el yazısı parmak izi, seri
numarası, üretici bilgisi, yazma hızı gibi... yine iddia edilen
tarihlerde ilgili kişilerin iletişim kayıtları, yani e-postalar,
iletişim tespit tutanakları vb., kamera kayıtları, bina giriş-çıkış
kayıtları gibi) elde edilebilenler bir BÜTÜN HALİNDE incelenmelidir.”
TÜBİTAK’ın ikinci raporundaki bu açıklamayı, raporu hazırlayan
bilirkişiler ayrıntılı bir şekilde açıklamışlar. Ayrıntılarda özetle
söylenen şu: “Bir CD’nin gerçekliğini inceleye bilmek için, CD tek
başına yeterli değil, elimizde hard disk gibi, yukarıda belirtilen
bilgilere ihtiyaç var.”
-Askeri Bilirkişi’den çarpıcı rapor-
TÜBİTAK’ın bu raporu bazıları için “taraflı” gelebilir. O açıdan gelin
bir de Çetin Doğan ve avukatlarının sıkça çok iyi rapor olarak
değerlendirdikleri, Askeri Bilirkişi Albay Yavuz Fildiş’in hazırladığı
rapordaki çarpıcı bölüme bakalım. Askeri Savcılık da tıpkı TÜBİTAK gibi
savcılığın bu sorusuna benzer bir cevap vermiş. Gelin hep birlikte
okuyalım: “Elektronik belgelerin hiç birinin dijital imza ile
imzalanmamış olması ve 1. Ordu Komutanlığı bilgisayar ve sistemlerinde
yapılan incelemede karşılıklarının bulunmamış olması nedeni ile bu
belgelerin bilimsel olarak gerçekliğinin kanıtlanması MÜMKÜN DEĞİLDİR.”
Görüldüğü gibi, Askeri Savcılık da tıpkı TÜBİTAK gibi, sadece CD’lere
bakarak, incelemenin yapılmasının mümkün olmadığını, CD’lerin yazıldığı
hard disk başta olmak üzere, diğer materyallere ihtiyaç duyulduğunu
belirtiyor. Askeri Savcılığın vurguladığı dijital imzadan kasıt ise şu.
Aynı bilgiyi TÜBİTAK’ın raporunda da görmek mümkün:
“E-imza veya dijital imzanın geçerli olması için, ilgili dijital imzada
kullanılan elektronik sertifika, kanunla yetkilendirilmiş makamlardan
alınmış olmalıdır. 15.01.2004 tarihli 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu
23.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir.”
Bilirkişiler bu tarihten sonra Türkiye’de dört kuruma elektronik imza
sertifikası verildiğini, ilgili kanun ve diğer düzenlemeler gereği 2005
yılından itibaren Türkiye’de nitelikli elektronik sertifikanın kayıtlara
girdiğini belirtiyorlar. 2005 yılından önceki olaylarla ilgili
incelemelerde nitelikli elektronik imzanın dayanak olarak
kullanılmasının mümkün olmadığını da değerlendiriyorlar.
-Orijinal olduğunu nasıl anladınız?-
Savcılar, “tek başına CD’lerin incelenmesiyle gerçeklerin anlaşılmasının
MÜMKÜN OLMADIĞININ BELİRTİLMESİNDEN” sonra bilirkişilere, bu
gerçeklikten hareketle, CD’lerle ilgili nasıl orijinal raporu
verdiklerini de soruyorlar. Savcılığa gelen raporlara göre,
bilirkişiler, CD’leri, diğer tüm belgelerle karşılaştırıp, (yazılım, ses
kayıtları, el yazıları, powerpoint sunumlar, eldeki diğer tüm dokümanlar
ve teknik özellikler, ifadeler vb.) orijinal olduğuna karar verdiklerini
açıklıyorlar.
Askeri Savcılık da benzer ifadeler veriyor. CD’lerle tek başına CD’lerin
bilimselliğinin kanıtlanmasının mümkün olmadığını belirten Askeri
Savcılık Raporu’nda ilginç bir iddiada daha bulunuyor. Bilgisayar
dosyası için tek olarak üretilen hash kodunun karşılaştırılmasını
yaptıklarını, hash değerleriyle CD’nin orijinal olup olmayacağının
anlaşılabileceğini belirtiyorlar.Hatırlanacağı gibi, bu iddiayı Çetin
Doğan ve avukatları da dile getirmiş, hash değerleriyle CD’lerin sahte
olduklarını iddia etmişlerdi.
Bu bilgi üzerine savcılık, TÜBİTAK’a hash değerleriyle bir CD’nin
bilimselliğinin kanıtlanıp, kanıtlanmayacağını soruyor. TÜBİTAK’ın
verdiği cevap çarpıcı:
-Hash değeriyle gerçeklik anlaşılmaz-
“Özet (hash) iki dosyanın birbirinin aynısı olup olmadığını tespit etmek
amacıyla kullanılabilecek uygun bir yöntemdir. Diğer taraftan,
CD/DVD’lerin yazıldığı sistemlerdeki kaynak dosyalara erişim mümkün
değilse bu yöntem uygulanabilir değildir. Örneğin, adli incelemelerde
bir CD’nin veya dosyanın imajının alınmasından sonra değiştirilmediğini
ispat edebilmek için imajın alındığı mekanda CD’nin veya dosyanın özet (hash)
değerinin tarafların huzurunda kayıt altına alınması, sonradan
değişiklik yapılıp yapılmadığının kontrol edilebilmesine imkan sağlar.
Konusu geçen 19 adet CD’de bulunan dosyaların bilgisayarlarda CD’ye
yazılmadan önceki hallerine ait özet (hash) değerleri bulunmadıkça söz
konusu incelemede özet (hash) değerinin teknik bir dayanak olarak
kullanılması mümkün olmaz.”
TÜBİTAK’ın bu cevabına Askeri Bilirkişilerin itiraz etmedikleri
görünüyor. Kaldı ki Askeri Bilirkişiler, savcılığa sundukları raporda
tek başına CD’lerle bilimselliğin kanıtlanmayacağını da belirtmişler.
Şimdi akıllara tekrar şu soru takılabilir. Tek başına CD’ler yeterli
değilse, TÜBİTAK “orijinal”, bazı Askeri Bilirkişiler “CD’ler üzerinde
oynama yapılmış olabilir” tesbitinde nasıl bulundular?
Savcılığın sorduğu bu soruya Askeri Savcılar cevap veremezken, TÜBİTAK
yukarıda aktardığım cevabı veriyor. TÜBİTAK’ın özetle verdiği cevap
şöyle: “Belgeleri, CD’lerin teknik özelliklerini, seminerin ses
kayıtlarını, el yazılarını, powerpoint’leri, CD’leri hazırlayan
kişilerin ifadesini, dosya adlarının kendilerine ait olduğunu söyleyen
kişilerin ifadelerini ve tüm delilleri bütün olarak incelediğimizde
belgelerin orijinal olduğu görünüyor.”
Hem Askeri Bilirkişi’nin hem TÜBİTAK’ın bu raporlarından sonra akıllara
şu soru takılıyor. Madem CD’ler tek başına bilimsel inceleme için
yeterli değil, Çetin Doğan ve avukatları aldıkları raporu neye
dayandırıyorlar? Balyoz belgeleri arasında bulunan, ses kayıtlarını,
imzaları, powerpoint’leri, itirafları, ifadeleri, el yazılarını nasıl
açıklıyorlar?
Balyoz ve gerçekler yazı dizime, bir günlüğüne ara verip, pazartesi
günü, bilirkişilerin raporlarındaki diğer teknik ayrıntıları ve çarpıcı
bölümleri sizlerle paylaşacağım. İyi hafta sonları..." (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz
ve gerçekler (13)
Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Çetin
Doğan'ın damat ve kızının Balyoz davası delillerini şüpheli göstermek
için kamuoyunu nasıl yanılttıklarını örneklerle açıklıyor.
10.04.2012 12:34 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (13)..
Balyoz ve gerçekler yazı dizimizde ortaya çıkardığımız yeni belge ve
bilgilerin ardından, Çetin Doğan, avukatları ve ailesine, “Bu gerçekleri
nasıl açıklayacaksınız” diye sormuştum. Beklediğim gibi ortaya
çıkardığım bilgi ve belgelere cevap verilemedi. Doğan’ın damadı
tarafından hazırlanan blogda, konu tek satırla geçiştirildi:
“Baransu’nun yazılarına cevap vermeye değer bir şey görmüyoruz.”
Doğan’ın avukatları ve yakınları başta ıslak imzalı belgeler olmak
üzere, ses kayıtlarına belgelere cevap veremeseler de bugün kamuoyunu
hem blogunda hem de twitter’da nasıl yanılttıklarını, yalan bilgiler
aktardıklarını, iddianamedeki belgeleri nasıl sakladıklarını sizlerle
paylaşacağım.
İlk olarak Dani Rodrik’in twitter’da yazdığı bir mesajla başlayayım.
Hatırlanacağı gibi yazı dizimin üç bölümünde, “sahte” olduğu iddia
edilen 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı’yla, 12 Eylül Darbe Planı olan
ve Balyozcuların üzerinde çalışma yaptıkları Bayrak Harekat Planı’nı,
ses kayıtlarını karşılaştırmıştım. İşte bu yazılarıma Rodrik şu
açıklamayı yapmış: “Baransu, sahtekarların seminer kayıtlarından alıp
Balyoz belgelerine serpiştirdiği kimi ifadeleri listelemiş.”
Rodrik, soruşturmanın açıldığı andan itibaren, bu belgenin sahte
olduğunu iddia etmesine rağmen, ilk kez yazdığım bölümlerin gerçek
olduğunu kabul etti.
Peki, serpiştirdi denen belgeler nelerdi?
Gözaltına alınacak kişiler, Milli Mutabakat Hükümeti, tutuklanacak
kişiler, el konulacak fırınlar, pastaneler, alışveriş merkezleri,
tankların hangi sokağa konuşlanacağı, AK Parti’yi devirme planlı gibi
binlerce belge, bilgi. Suç olan bu belge ve bilgilerin 11 sayfalık
Balyoz Harekat Planı içeriğinden kat be kat fazla olduğu notunu da
düşeyim.
Yani; ortada bu “sahte” denen planın içeriğinden daha fazla suç unsuru
taşıyan ve sanıkların gerçek olduklarını itiraf ettikleri belgeler,
bilgiler var. Bu bilgiler de iki yüz sayfadan fazla. Ortada bu gerçek
duruyorken, birileri bu suç unsuru belgeler yerine 11 sayfalık bir
“sahte” planı neden üretsin? Kaldı ki “sahte” denen planın içeriğinin
yüzde 99’u da, iki yüz sayfalık suç unsuru ses kayıtlarıyla, el
yazılarıyla, bildirilerle, konuşmalarla, powerpoint’lerle aynı.
Bu gerçeğin ardından başka bir çarpıtmaya geçelim.
Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin son bölümlerinde, askeri raporlardan
bazı alıntılar yapmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının kamuoyunu
yanılttığı başka bir gerçeğe parmak basmıştım. Doğan ve avukatları ilk
günden itibaren ısrarla 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerin tek delil
olduklarını iddia etmişlerdi. Bunun doğru olmadığını iddianameden örnek
vererek açıkladım. Ancak, önceki gün Dani Rodrik sitesinden “yalan”
yazdığımı iddia etti. Ve iddianameden, 50. sayfadan bir kupür koyarak,
delillerin sadece 11, 16 ve 17 No’lu CD olduğunu açıkladı.
Şimdi sizlere Dani Rodrik’in kamuoyunu yanıltmak için iddianamenin 50.
sayfasındaki bu bölümde nasıl bir oyun oynayıp, kamuoyunu yanıltmaya
çalıştığını açıklayayım.
Önce, diğer CD’lerin de delil oldukları bölümü yazalım. Bu bölüm
iddianamenin 49. sayfasında. Ki bu bölümü daha önce dizimizin 7.
bölümünde yazmıştık: “Balyoz Harekat Planı ve ekleri Başsavcılığımıza
teslim edilen CD’lerden 11, 16 ve 17. CD lerde bulunmaktadır. Diğer CD
lerin tamamına yakını ise 1. Ordu Komutanlığına ait plan seminerine konu
yapılan Egemen harekat planını da içeren ve gizli nitelikteki bir kısım
askeri durum ve değerlendirmeleri ve planları içeren CD lerdir. Bu
nedenle söz konusu 50 klasörün tamamı EMANET KLASÖRÜ (EM 1-50) olarak
adlandırılarak tamamı adli emanete alınmıştır. Bu klasörlerden dava ve
suçla ilgili bir kısım çıktı ve belgeler ise yeniden fotokopi veya
çıktısı alılarak klasörler halinde soruşturma dosyasına konmuştur.”
Görüldüğü gibi 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerde, Balyoz Harekat Planı’yla
ilgili planların ekleri olduğu, diğer CD’lerin de delil olduğu
belirtiliyor.
Şimdi gelelim Dani Rodrik’in kamuoyunu nasıl yanılttığı, belgedeki
sakladığı bölüme. Rodrik, iddianamenin 50. sayfasındaki yalnızca üç
CD’nin delil olduğunu iddia edip, açtığı blogunda bir de kupür veriyor.
Önce, Rodrik’in okurlarıyla paylaştığı bölümü okuyalım, sonra, okurdan
profesyonel bir şekilde neyin saklandığını açıklayalım.
Dani Rodrik’in blogundan verdiği kupür şöyle: “Yukarıda da belirtildiği
gibi dava konusu suç ile ilgili kayıtlar Mehmet Baransu tarafından
başsavcılığımıza teslim edilen 19 adet CD’den, 11, 16 ve 17 nolu CD’ler
içerisinde yer almaktadır. Geri kalan CD’ler ise plan semineri, Egemen
Harekat Planı ile bir kısım birliklerin durum ve değerlendirmelerine
ilişkin bir kısım gizli nitelikte askeri soruşturma dosyasına konmuş ve
soruşturma dosyasına konma şekli yukarıda izah edilmiştir.”
Rodrik blogunda iddianamedeki bu bölümü vererek, suç unsuru CD’ler
sadece, bunlardır iddiasında bulunuyor. Yalnız, savcıların belgelerle
ilgili “soruşturma dosyasına konma şekli yukarıda anlatılmıştır”
bölümünü vermeyerek, aslında bunların üç CD’yle ilgili bilgiler olduğu
algısı yaratmaya çalışıyor.
İddianamenin 49. sayfasındaki bölümü yukarıda verdim. Diğer CD’lerin
delil olduğunu savcılar açık açık yazmışlar. Kaldı ki iddianamenin diğer
bölümlerinde de 2, 4, 5, 6, 14, 15 No’lu CD’lerin deliler arasında
bulunduğu ayrıntılı olarak anlatılıyor. Balyoz ve gerçekler yazı
dizimizin 7. bölümünde bu konuyla ilgili bilgiler vermiştim.
Şimdi gelelim Rodrik’in, iddianamenin 50. sayfasında yaptığı
manipülasyona. Yukarıdaki kupürü veren Rodrik, ilginç bir şekilde
kupürün “yukarıda izah edilmiştir” satırından sonrasını kesiyor.
Devamını okurdan saklıyor.
Neden mi?
Çünkü bu satırın devamında, savcılık diğer CD’lerin de delil olduğunu
açıkça yazıyor: “Bunun dışında kalan diğer CD’lerin davanın diğer
taraflarına verilip verilmeyeceği (Üç CD’nin avukatlara verileceğine
karar veriyor savcılık. –MB) hangi aşamada verileceği verilmeden önce bu
CD içeriklerinin mahkemenizce incelenip bazı evrakların mı yoksa
tamamının mı verileceği yine YUKARIDA belirtildiği gibi DAVA KONUSU
SUÇLA İLGİLİ OLMAYAN (Savcılık diğer CD’lerde davaya konu suç belgelerin
olduğunu bu ifadeyle belirtiyor. –MB) belgelerin ilgili komutanlığa iade
edilip edilmeyeceği veya hangi aşamada iade edilip edilmeyeceği veya
hangi aşamada edileceği hususları mahkemenizin takdirine bırakılmıştı.
Askeri müdahaleye yönelik soruşturma konusu planlar dışındaki
birliklerin planlarına gizliliği ihlal etmemek açısından yer verilmemiş,
yalnız soruşturma konusu suça ilişkin planların yası dışılığını ortaya
koymak açısından zaman zaman bunlara değinilmiş, karşılaştırma
yapılmıştır. Devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgi niteliğindeki
dokümanlar, suç teşkil eden dokümanlardan ayrılarak 2010/144 sırasına
kayden adli emanette muhafaza altına alınmıştır.”
Dani Rodrik’in belgenin devamını vermediği işte bu bölümde diğer CD
içerisindeki suça konu belgelerin dosyaya konduğu ve CD’lerin delil
olduğu net bir şekilde görünüyor.
Dani Rodrik, blogunda yazdığı yazısında “Baransu, 1. Ordu Komutanlığı
bilgisayarlar ve sitemlerinde yapılan incelemede Balyoz belgelerinin
karşılığının bulunmadığını saptayan rapordan hiç bahsetmiyor” diyerek,
benim bazı gerçekleri sakladığımı da iddia ediyor.
Öncelikle bahse konu rapor şu; CD’leri teslim ettiğimiz Askeri Savcı, 1.
Ordu’nun bilgisayarlarında inceleme yaptığını söylemiş, ancak
bilgisayarların harddiskleri zaman içerisinde değiştiği için 2003 yılına ait
bilgilere ulaşamadığını belirtmişti. Karşılık bulunmadığından kasıt bu.
Kaldı ki aynı savcının internete ses kaydı düştü ve Askeri Savcı, Balyoz’un
darbe planı olduğunu, sivil savcıların bunu anlamayacağını itiraf etti. Dani
Rodrik bilir mi bilmem ama aynı savcı Kozmik Oda’da da inceleme yapmak,
belgeleri ve bilgisayarları kontrol etmek istemişti de dönemin 1. Ordu
Komutanı Hasan Iğsız buna izin vermemişti. Yani, ortada aslında incelenen
bir durum da yoktu. (Mehmet
Baransu / Taraf)
Balyoz,
'sahte' belgeler ve ses kaydı
Arsenal Danışmanlık, 11 ve 17 nolu CD'lerin içindeki bazı raporlarda
Office 2007 yazılımının kullanıldığını belirtmiş. Bence, bu durum,
sahtekarlığın değil, güncellemenin işareti sayılmalı. Çünkü bir sahtekarlık
söz konusu olsa, belgelerin tümünün Office 2007 programıyla yazılması
gerekirdi.
28.03.2012 12:37 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz, "sahte" belgeler ve ses
kaydı.. Arsenal Danışmanlık, 11 ve 17 nolu CD'lerin içindeki bazı raporlarda
Office 2007 yazılımının kullanıldığını belirtmiş. Bence, bu durum,
sahtekarlığın değil, güncellemenin işareti sayılmalı. Çünkü bir sahtekarlık
söz konusu olsa, belgelerin tümünün Office 2007 programıyla yazılması
gerekirdi.
(...) Yukarıda yayınladığım konuşmalardan, sabah kahvaltısında, askeri
hakimler, sadece Balyoz belgeleri değil, Plan Semineri üzerinde de
tartıştığı anlaşılıyor. Hatırlatalım: Plan Semineri'nde 1. Ordu Komutanı
Çetin Doğan'a tekmil veren komutanlardan bazıları şöyle diyordu:
"İstanbul'un üzerine çökeriz...", "Gözaltına alınan ve tutuklananlar,
başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek tesislerinde, Ümraniye'de Netaş
misafirhanesinde, Kadıköy'de Fenerbahçe stadyumunda toplanacak ve bilahare
sorgulanmak üzere Ümraniye Kapalı Cezaevi'ne götürülecek. Jandarma ve polis
sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır."
Askeri hakimler, böyle bir Plan Semineri'nin olamayacağını aralarında
konuşuyorlar.
Tekrar edeyim: Bütün delillere hakim olan mahkeme kararı verecek ama
Arsenal'den alınan rapora dayanarak, yoğunlaşan sahtecilik iddiaları
karşısında, bu ufak hatırlatmayı yapmak zorunda kaldım. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Mahkemenin
delilleri tartışması gerekir
Delillerle ilgili şüpheleri savcılık dikkate almadıysa bile, mahkeme
heyetinin bu delilleri tartışacağını ve hükmü, iddiaları bir sonuca
bağlayarak vereceğini umut ediyorum. Ancak, o tarihte gazetecilik yapan
herkes, 1. Ordu'daki sıra dışı gelişmelerin farkındaydı.
31.03.2012 10:25 Nazlı Ilıcak (Sabah): "Balyoz'da sona doğru.. Balyoz
davasında savcılar, bütün sanıklar hakkında "darbeye eksik teşebbüsten"
15 ila 20 yıl arasında hapis cezası istedi. Sanık avukatları itiraz
ediyor. Darbeye ilişkin dijital belgelerin sahte olduğuna dair
raporların dikkate alınmadığından yakınıyor. Sanıklar, 2003'te
hazırlandığı söylenen bazı belgelerde, daha sonraki tarihlere ait
firmaların isimlerinin bulunduğu, ya da bir kısım dosyanın 2007'de icat
olan Office programıyla yazıldığını belirtiyorlar. Savcılık dikkate
almadıysa bile, mahkeme heyetinin bu delilleri tartışacağını ve hükmü,
iddiaları bir sonuca bağlayarak vereceğini umut ediyorum.
Ben her zaman, Balyoz iddianamesinin de delilleri arasında yer alan Plan
Semineri'nin ses kayıtlarının ve gerçek olayların üzerinde durdum. Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın itirazına rağmen, emir dinlenmeyerek
yapılan iç tehdide yönelik bir seminer söz konusu. Şüphe bu noktadan
başlıyor. Daha sonra seminerde konuşulanlar: "Ümmet anlayışını ve dini
öne çıkaran bir hükümet yerine milli birliği sağlayacak Milli Mutabakat
hükümetinin kurulması, Genelkurmay Başkanı'nın hükümete gerekirse
ültimatom vermesi için uyarılması." (Bunlar Çetin Doğan'ın sözleri)
Korgeneral Şükrü Sarıışık, Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın, Korgeneral
Ergin Saygun'un konuşmaları. (Bütün metinler internet sitelerinde
bulunabileceği gibi, Mehmet Baransu'nun Karargah kitabında da
teferruatıyla okuyabilirsiniz.)
Mesela Şükrü Sarıışık, 12 Eylül'ü hatırlatıyor, ülkenin o dönem sütliman
haline geldiğini söylüyor ve diyor ki: "Harekatın, 12 Eylül gibi, baştan
itibaren organize edilmesi, (tehdidin) bir anda söndürülmesi imkanını
sağlar."
Zaten Plan Semineri öncesinde, 12 Eylül Bayrak Harekatı Planı üzerinde
Süha Tanyeri'nin notlar tutmak suretiyle çalışma yaptığını ve bu
belgelerin taranarak CD'lere yüklendiğini biliyoruz.
Son bir tespit: Mehmet Baransu'yla konuştum. Microsoft yetkilileriyle
irtibata geçmiş ve eski yazı karakteriyle yazılan dosyaların, 2007 Word
veya Exell ile açıldığında, 2007 sürümüne dönüşüp yeniden kaydedildiğini
öğrenmiş. Bir başka ifadeyle, güncelleme yapmak amacıyla dosya
açıldığında, eskisi, yeni yazılım biçiminde kopyalanıyor. Ama dedim ya,
konu çok teknik. Tabii ki mahkemede bütün bu delillerin tartışılması
gerekir. Sanıkların talep ettiği gibi, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı
Aytaç Yalman ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de tanık olarak
dinlenmeli. Lakin Plan Semineri'nin ses kayıtları, o dönem 1. Ordu'da
gayritabii bir faaliyet olduğunun tanığı. Ayrıca, o tarihte gazetecilik
yapan herkes, 1. Ordu'daki sıra dışı gelişmelerin farkındaydı." (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Balyoz sanıklarından basına
mektup
Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf sanıklarından
46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına gönderdi.
Mektupta, 14 aydır tutuklu bulunduklarına dikkat çeken sanıklar, bu
durumun 'hukuksuzluk'tan kaynaklandığını iddia etti.
05.04.2012 12:31 Hasdal Cezaevi'nde tutuklu bulunan, aralarında
Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu ve Koramiral Kadir Sağdıç'ın da bulunduğu
46 Balyoz sanığı, ortak bir mektup hazırladı. Mektuba isimlerini yazıp
imzalarını atan sanıklar, bu mektubu basın mensuplarına gönderdi.
Seslerini basın mensupları aracılığı ile duyurmak isteyen sanıklar,
mektupta, 14 aydır Hasdal Cezaevi'nde tutuklu bulunduklarını belirtti.
Bu durumu 'hukuksuzluk' ile açıklayan sanıklar, "Haksız olarak
özgürlüğümüzden mahrum bırakıldık." dedi. Tutukluluklarına gerekçe
gösterilen dijital verilerin maddi delil kabul edilemeyeceğini ileri
süren sanıklar, savunma haklarının ellerinden alındığını öne sürdü.
Mektup aynen şu şekilde:
"Kamuoyunun ve sizlerin çok iyi bildiğiniz gibi “Balyoz Davası”, 2003
yılında dönemin 1’inci Ordu Komutanı’nın Harp Akademileri Komutanı,
Donanma Komutanı ve Jandarma Bölge Komutanı ile birlikte bazı subaylara
“Balyoz, Suga, Oraj, Sakal, Çarşaf” adı verilen darbe planları
hazırlatması ile bu planların 5–7 Mart 2003 tarihinde Ordu
Komutanlığında yapılan bir seminerde örtülü olarak denenmesi iddiası ile
açılmış bir davadır. Bu davada 250’si tutuklu 365 Türk Silahlı
Kuvvetleri mensubu yargılanmaktayız. Bunlardan yarısından fazlası halen
görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve
amiraldir. Bizler, bir “hukuk garabeti” iddianame ile kendi ülkemizde
aylardır özgürlüğümüzden yoksun, esir olarak tutuluyor ve dünya hukuk
tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak
yargılanıyoruz. Bu davanın başından beri bir kısım yazılı ve görsel
basının masumiyet karinesini ve yasaları ayaklar altına alarak,
aleyhimize yapılan ve hakarete varan iftira ve yorumlarda bulunmalarına,
Türk subayını ve generalini yine yasalara aykırı olarak yargılanmadan
çete üyesi olarak ilan etmelerine rağmen, suçsuzluğumuz ve kendimize
olan güvenimiz nedeniyle bugüne kadar vakur duruşumuzu bozmadık, bundan
sonra da bozmayacağız. Zira bizler devlet terbiyesi içinde yetiştik.
Devletin ve milletin kendi ordusuna karşı bu kadar büyük bir haksızlık
ve hukuksuzluğa izin vermeyeceğini, devletine ve milletine yıllardır,
büyük bir özveri ile ölümüne hizmet eden TSK mensuplarına karşı yapılan
bu ihaneti göreceğini düşünerek adaletin tecelli edeceğinden endişe
etmedik ve asker metaneti içinde sabırla bekledik. Ancak mahkemenin
savunmanın taleplerini görmezden gelen haksız ve hukuksuz uygulamaları,
bizim bu düşünce ve söylemlerin doğruluğundan şüpheye düşmemize neden
oldu. Acaba, güvendiğimiz Türk adaleti, güvenimizi boşa mı çıkarıyordu?
Gelinen bu aşamada kamuoyunu ve sizleri doğru olarak bilgilendirmenin
gerektiğine inanarak bu mektubu yazma ihtiyacını hissediyoruz. Aslında
yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki, ciltler dolduracak kitap
olur. Zamanınızı da fazla almadan sadece ana konulara değinerek dava
hakkında bazı önemli hususlara açıklık getireceğiz.
Balyoz davasının anlaşılabilmesi için şu nokta çok önemlidir: Balyoz
davasının dayandırıldığı plan semineri ile seminerde provasının
yapıldığı iddia edilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat
Planları”nı mutlak suretle birbirinden ayırmak gerekmektedir. Çünkü
Balyoz davasının iddianamesi incelenirse savcı tarafından seminer
yapılması nedeniyle değil, fakat seminerde sözde Balyoz adlı bir planın
örtülü olarak denendiği iddiası ile atılı suçlamanın yapıldığı
görülecektir.
Plan seminerinde, 1’inci Ordunun hasım ülkeye yönelik harekat planı,
olabilecek en kötü duruma göre tartışılmıştır. Yani, hasım ülkeyle
cephede savaş varken ve Ordunun bazı birliklerinin de İç Güvenlik
Harekatı nedeniyle diğer cepheyi takviye ettiği koşullarda, yine 1’inci
Ordu Komutanlığının geri bölgesinde olabilecek karışıklıklara karşı,
sıkıyönetim ilanını takiben alınabilecek tedbirler de görüşülmüştür. İki
buçuk gün süren seminer süresince katılımcılar tarafından yapılan tüm
sunumlar ve konuşmalar Ordu Komutanının emriyle kayıt altına alınmış, CD
ve kaset olarak Ordu Karargahında saklanmıştır. Bu kayıtlar, yıllar
sonra bazı işbirlikçiler tarafından karargah dışına sızdırılmıştır.
Bugün seminere katılan toplam 162 kişiden sadece 51’i sanık olarak
yargılanmaktadır. Eğer seminer iddia edildiği gibi bir darbe planının
denendiği seminer olsaydı diğer katılımcıların da iddianamede yer alması
gerekirdi. Davada yargılanan toplam 365 sanıktan 314’ü ise seminere
kesinlikle katılmamıştır.
Diğer taraftan sanıkların suçlanmasına neden olarak gösterilen sözde
“Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat Planları”, 5–7 Mart 2003
tarihlerinde icra edilen seminerden yıllar sonra, 1’ inci Ordu
Komutanlığı Karargahından sızdırıldığı anlaşılan seminerdeki gerçek
konuşma ve sunumlarla ilişkilendirilmek suretiyle, art niyetli kişiler
veya gruplarca bilgisayar ortamında kurgulanıp üretilmiş, sahteliği
duruşmalarda defalarca kanıtlanmış, yazıcı çıktılarının dahi alınmadığı
savcı tarafından belirtilen, tamamı imzasız sanal/dijital planlar ve
bunlarla bağlantılı olduğu izlenimi verilen yazışmalardır. Seminerde
yapılan sunum ve tartışmalarda, hiçbir şekilde “Balyoz” adı, bu planın
alt planları olduğu iddia edilen Hava Kuvvetlerinin “Oraj”, Deniz
Kuvvetlerinin “Suga”, Jandarmanın “Sakal” ve “Çarşaf” Planlarının adları
asla geçmemiş ve tartışma konusu olmamıştır. Bunu tanıklar da teyit
etmiştir. İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve
üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman
mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan
sahtekarlık işte budur. Birileri, 2008 yılı sonrasında, bir bilgisayarda
1’inci Ordu Plan semineri kayıtlarından istifade ederek sahte planlar
düzenlemiş, üst veri bilgilerini tasfiye etmek istediği subayların adına
tanzim etmiş, oluşturma ve son kayıt zamanlarına 2003 yılını yazmak
suretiyle, suçlamaya ve tutuklamaya dayanak teşkil eden dijital verileri
üretmiştir. Üst veri bilgilerindeki sahtekarlıklar, sorgulamalarında,
sanıklar ve avukatları tarafından hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde
açık ve net olarak ortaya konmuş, ayrıca bunların 2007 yılında
piyasaya sürülen bilgisayar programı ile oluşturulduğu tarafsız
bilirkişi raporları ile de teyit edilmiştir.
Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif
raporlarında adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında
verildiğini gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından
bilginiz var mı?
Aksaz’da gizli toplantıda olduğu iddia edilen amirallerin o zaman
diliminde yabancı bir limanda olması, sözde “gözaltına alınacak
personel” isimlerinden oluşan listedeki üniversite öğrencilerinden bir
kısmının o tarihte henüz ortaöğretim çağında bulunması, bazı kurumlarda
gösterilen personelin ise o kurumlara 2006 yılından sonra girmiş
olduklarının resmen tespit edilmesi ya da sözde darbe hazırlığı için
görev yapan gemilerin esasen o tarihte tersanede bakımda olması gibi
daha nice sahtekarlıkları resmi duruşma kayıtlarında, davayla ilgili
internet sitelerinde bulabilirsiniz. 2008 yılından sonraki bir tarihte
2003’e aitmiş gibi bir plan hazırlamak birçok yalanı bir araya getirmeyi
gerektirdiğinden sahtekarlar tarafından yaratılan sözde planlarda ve
yazışmalarda 1500’ün üzerinde hata yapılmıştır. Tüm bunlara gözlerinizi
ve kulaklarınızı kapamak bir kısım subayları suçlu durumuna düşürmek
isteyen komplocu insanların hain oyununa gelmek olacaktır. Türkiye’de
aydınlar, bilim insanları, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve
adaleti sağlamakla görevli kurumlar başlarını kuma gömme hakkına sahip
değildir.
Eğer bu konuda yukarıdaki ifadelere katılmayanlar varsa, içine şüphe
düşmeli ve gerçeği araştırmalıdır. Eğer yukarıdakilerin gerçeğin ifadesi
olduğu biliniyor, susuluyor veya göz yumuluyorsa kamuoyunu doğru
aydınlatma sorumluluğu yerine getirilmiyor demektir. Diğer taraftan
yukarıdaki gerçekler biliniyor fakat bunun aksi söylenerek,“Silahlı
Kuvvetlerin içindeki bir cuntanın temizlendiği ve bu yolla Türk
demokrasisinin ilerlediği” iddia ediliyorsa, ülkemize onarılması zor
zararlar da verilmektedir. Haksız ve hukuksuz olarak masum insanların
bile bile rehin alınmalarını, “demokrasi adına yapılması gereken bir
hareket” olarak görmek veya “başka çaresi yoktu, masum insanlar suçlansa
da bu yapılmalıydı” diye düşünmek, gerçek ve ahlaki olmadığı gibi hukuka
uygun bir düşünce de değildir. Bizim de her zaman en büyük arzumuz,
Türkiye’de gelişmiş bir demokrasinin yerleşmiş olmasıdır. Ancak düzmece
olayların ve yalanların yanında saf tutmak vicdanları kanatan, yanlış ve
insanlığa yakışmayan bir davranıştır. Demokrasimizin gelişmesine de bir
katkı yapması beklenmemelidir. Bazı insanlar Balyoz Davasında neler
olduğunu tam olarak bilemeyebilir, yanlış bilgilendirilebilir veya
çeşitli nedenlerle bilmiyor gibi görünmek de isteyebilir ve hatta bile
bile yanlış da yazabilir, söyleyebilir. Ancak yaşadığımız bilgi çağında
dünya kamuoyu her şeyi açık seçik bilecek ve tüm dünyada “Türk Ordusu,
basit bir komplo ile general, amiral ve subayları saf dışı edilebilir
bir Ordudur” şeklinde algı yaratılmış olacaktır. İşte bu tarihe ve
çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kötü mirastır ve Türk tarihine
ihanettir. Ülkemizin geleceğini de ipotek altına alabilecek bu durumdan
bir an önce kurtulmamız gerekmektedir. Türk milletinin, her zaman
gerçeğin ve doğrunun yanında olan, aydın duruşunuza ihtiyacı vardır.
Gelecekte, Türkiye’nin şu anda yaşadığı olaylar ve gerçekler bütün
açıklığıyla ortaya çıktığında, gerçeğin yanında yer almanın onuru ile
yaşamanın hepimize daha çok yakışacağını düşünmekteyiz. Mektubumuzu
haksız yere tutuklanmış bir düşünürün şu sözleri ile bitirmek istiyoruz
“Tutuklu iken beni en çok üzen düşmanlarımın hakkımdaki kötü sözleri
değil, dostlarımın sessizliği olmuştur!” İlginize teşekkür eder,
saygılarımızı sunarız. Bilgin Balanlı Hv. Orgeneral
25 Mart 2012 tarihli “İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda
üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her
zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan
sahtekarlık budur” konulu yazının imza sirküleridir.
Yurdaer Olcan, Korgeneral, A. Can Erenoğlu, Koramiral, Rıdvan Ulugüler,
Korgeneral, Deniz Cora, Koramiral, Ziya Güler, Hv. Korgeneral, Nedim
Güngör Kurubaş, Hv. Plt. Tümgeneral, M. Erhan Pamuk, Hv. Plt.
Tuğgeneral, H. Nejat Akgüner, Dz. Kur. Alb., Şafak Yürekli, Tuğamiral,
Beyazıt Karataş, Hv. Plt. Tümgeneral, Gökhan Gökay, Tuğgeneral, Yalçın
Ergül, Hv. Plt. Tümgeneral, Levent Görgeç, Tuğamiral, Turgay Erdağ,
Tuğamiral, A. Sadi Ünal, Tuğamiral, Cengiz Köylü, Hava Albay, Hanifi
Yıldırım, J. Kur. Alb., Ahmet Yavuz, Tümgeneral, Turgut Atman, Hv.
Korgeneral, Murat Saka, Dz. Kur. Alb., İsmail Taş, Hv. Plt. Tümgeneral,
Ümit Metin, Dz. Kur. Alb., Nedim Ulusan, P. Kur. Yb., Kubilay Baloğlu,
Hv. Plt. Tuğgeneral, Erhan Kubat, J. Kur. Alb., Osman Kayalar,
Tuğamiral, Fikret Güneş, Tümamiral, Gürbüz Kaya, Tümgeneral, Sinan
Ertuğrul, Tümamiral, Bülent Kocababuç, Hv. Plt. Tümgeneral, Bülent
Günçal, Hv. Hak. Alb., Murat Özçelik, J. Kur. Alb., Ahmet Erdem, Hv.
Hak. Alb., Ender Güngör, Dz. Kur. Alb., Mücahit Şişlioğlu, Tümamiral,
Kadri Sonay Akpolat, Dz. Kur. Alb., Ahmet Tuncer, Kur. Alb., Mehmet
Eldem, Tuğgeneral, Hasan Fehmi Canan, Tümgeneral, Murat Ataç, Kur. Alb.,
Aziz Yılmaz, J. Kur. Alb., Fatih Altun, Kur. Alb., Nihat Altunbulak, Dz.
Kur. Alb., M. Koray Eryaşa, Dz. Kur. Alb., Ahmet Hacıoğlu, J. Kur. Alb.,
Mehmet Erkorkmaz, Kur. Alb., Taylan Çakır, Dz. Kur. Alb., V. Murat Tulga,
Kur. Alb., Dora Sungunay, Dz. Kur. Alb."
Balyoz sanıkları böyle
yanıltıyor
Balyoz sanık ve avukatları kamuoyunu yanıltma çabasından vazgeçmiyor.
Delillerin sahteliğine dair iddialar günlerdir medyada çeşitli şekillerde
çürütülüyor. Ayrıca savcı esas hakkındaki mütalaasında bunları zaten tek tek
açıklamış. Ama 920 sayfalık mütalaa okuma zahmetine girilmeden, iddialar
tekrar edilmeye devam ediliyor. Maksat herhalde kafa karıştırmak, verilecek
hükmü şimdiden karalamak..
05.04.2012 13:21 Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf
sanıklarından 46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına
gönderdi. Mektupta, 14 aydır tutuklu bulunduklarına dikkat çeken sanıklar,
bu durumun 'hukuksuzluk'tan kaynaklandığını iddia etti. Yukarıda aynen
aktardığımız mektubun tamamı incelenip tek tek cevaplanması gereken
iddialarla dolu. Zaten bu sayfadaki çalışma da bu amaçla hazırlandı. Yani
delillerin sahteliğine dair iddiaları ve cevaplarını içeriyor. Ancak
mektupta yer alan bir iddianın hemen cevaplanması mümkün. Çünkü defalarca
dile getirildi, cevabı da defalarca verildi. Ancak sanıklar aynı iddiaları
tekrar dile getirmekten nedense çekinmiyor.
Mektupta şu paragraf aynen yer alıyor:
"Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif raporlarında
adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında verildiğini gösteren
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından bilginiz var mı?"
Bu iddiayı ilk dile getiren 5 Eylül 2011 tarihinde Aydınlık gazetesi oldu
(Erişim tarihi 19 Eylül 2011):
http://www.aydinlikgazete.com/index.php?option=com_content&view=article&id=3252:sokak-isimlerinde-tarih-celikisi&catid=35:joomla&Itemid=95
Aydınlık, Gölcük'ten çıkan Balyoz belgelerinde sokak isim çelişkisi var diye
iddia etmiş ve Fatih semtindeki "Manyasizade" ile "Darüşşafaka" caddelerinin
isimlerini dile getirmiş.
O sokak isimleri 2006 yılında belediye kararıyla verilmiş olabilir ama bu
resmi düzeyde. Halk arasında o isimler zaten yıllardır vardı. Bu isimler
halk arasında kullanılan eski tarihi isimler. Bunun ispatı da çok kolay.
Kütüphanelere giderek 2003 ve eski tarihlerde de bu sokak ve cadde
isimlerinin resmi yazışmalarda bile kullanıldığı kolaylıkla görülebilir.
Aşağıda 5 adet örnek ile bunu ispatlıyoruz.
Cumhuriyet gazetesinden, Manyasizade sokak/cadde kelimelerinin geçtiği 5
adet haberi belirtiyoruz. Tarih ve sayfa nolarını verdiğimiz bu nüshalar
kütüphanelerden bulunarak doğruluğu kontrol edilebilir. Bu haberler de
gösteriyor ki o isimler sadece halk arasında değil resmi evraklarda da
yıllardır kullanılmakta bilinmekte. Belediyenin 2006 yılında bu isimleri
resmen vermesi durumu değiştirmiyor.
Cumhuriyet, 16 Mayıs 1997, Sayfa 1
..savcüığa sevk edildi. 3 günlük operasyonlarda 88 kişinin gözaltına ahndığı
bildirildi. Alman ZDF televizyonu için Manyasızade Sokak'ta çekim yapmak
isterken tartaklanan kameraman. olayı eğlenceli bulduğunu söyledi..
Cumhuriyet, 27 Ocak 1985, Sayfa 2
..ISTANBUL ASLİYE 6. HUKUK HAKİMLİCİNDEN 1984/286 Davacı Selahattın Akbayrak
tarafından davalı Ismaıl Hakkı Se nm aleyhıne açılan hukmen tescıl davasında
Manyasızade Cad No 43 Çarşamba Fatıh Istanbul adresınde bulunduğu bıldınlen
davalı Ismaıl Hakkı Serım yapılan tebhgatla gel medığınden gıyabında
duruşmanın vurutulmesıne karar venldığınden, duruşma gunu olan 13 3 1985
gunu saat 10'da duruşmaya..
Cumhuriyet, 14 Mayıs 1979, Sayfa 8
.. O. PAŞA Şükran (Cumhuriyet Meydanı, 17}, Şifa (Kücükköy. G. O. Paşa Cad.
14/C) FATİH Yeni Işık (Carşamba. Manyasizade Cad. 65), Bal (Mıhcılor Cad.
33/60) Dinçer fMillet Cad. 155/ 2), Esin (Haseki, Müiet Cad. 219/1). Duygu
(K. M. Paşa, Kocamustafapaşa Cad. 202), Cınar (Kücükmustafapaşa Cad. 82)
KADIKÖY Sevgi (3ahariye Cad. 37), Saray (Acıbadem, Sarayiı Şemsıbey Sok.
11/2), Fatoş (Kızıltoprak..
Cumhuriyet, 18 Ocak 1979, Sayfa 8
..Sirkeci (Sırkecl. Muradıye Cad 30). Kanoat (Beyczıt, Kctckol Sok 4) Semo (Lalelı,
Gencturk Ccıd 17/3). EYUP. Uc Şehıtler (Istanbul Cad. 42/7) Tuna (B Pasa, Muratpa«o Mah Tuna Cad 78), İncı
(Ramı, Reşadıye Cad. 3J, 1). Guzeitepe (Alıbeykoy.
Mehmet Akıf Ersoy Caa 15). FATIH Yeni Işık (Carşamba. Manyasızade Cad 65).
Bal (M.hcılar Cad 5?'5O], Dıncer (Mıllet Cad 155/2), Esln (Hasekı Mıllet
Cad. 219/F..
Cumhuriyet, 03 Nisan 1978, Sayfa 9
..: Bahcekapı Vakıf Han Ş. 5). Eczone Gürkök (Cemberlitaş, Vezirhan C. 4/6).
Şarım (Aksaray, M.K. Paşa C. 58), EYÜP: Petek (Yusuf Muh lis Paşa C. 8),
Meydan (Bayrampaşa, Tuna C. 86/ C), Ümit (Romi. Mahmudiye C. 26), Levent
(Silahtar, Mareşal Fevzi Cokmak C. 11/A). FATİH: Yeni Işık (Carşam ba,
Manyasizade C 65), Bal (Mıhcılar, C. 58/60), Kanoat (Şehremini, Saray
Meydanı, 14/1), Zofer (Fındıkzade, Molla Gurani..
İlginç bir ayrıntı da, Aydınlık'ın dile getirdiği bu iddianın geçersizliği,
1 nolu sanık Çetin Doğan'ın kızı ve damadı tarafından web sitelerinde, alt
taraflarda bir paragrafta itiraf edilmiş olması. (Erişim tarihi 19 Eylül
2011):
http://cdogangercekler.wordpress.com/2011/09/06/cami-bombalama-planlarinin-sahte-oldugunu-nereden-biliyoruz/
Şöyle denilmiş:
"NOT: Bazı internet haber sitelerinde bu planlara ait keşif raporlarında
geçen sokak isimlerinden kimilerinin 2003’de mevcut olmadığı, bu isimlerin
2006-2007 tarihlerinde verildiği yazıldı. Bizim internet üzerinden
yapabildiğimiz araştırmaya göre Manyasizade ve Darüşşafaka caddeleri 2003
tarihinde mevcut (2001 basım Ingilizce bir Turizm rehberinde her iki
caddenin de adı geçiyor)."
Evet, Aydınlık'ın ortaya attığı ve 46 Balyoz sanığının hala ileri
sürebildiği bu iddia, Çetin Doğan'ın kendi kızı ve damadı tarafından dahi
farkına varılarak kullanılmamış. Ama maksat kafa karıştırmak olunca Aydınlık'ın ortaya attığı bu karanlık iddia ile birileri hala kamuoyunun
kafasını karıştırmak istiyor. Çetin Doğan'ın kızı dahi farkına varmış, bu
yola tevessül etmemiş. Ama 46 sanık hala bunu ileri sürebiliyor, kafa
karıştırmaktan başka ne anlamı olabilir ki bunun. (Abdullah Harun /
kontrgerilla.com)
Sanıklar kendi bilirkişi raporlarını
sunuyor
Balyoz davasının 29 Mart 2012 tarihinde görülen 88. duruşmasında bazı
sanıklar, delil cd'lerinin sahte olduğuna dair bilirkişilere
hazırlattıkları raporları mahkemeye sundular. Sanıklar mahkemeden,
Emniyetin hazırladığı raporları değil bu bilirkişi raporlarını esas
almasını talep ettiler.
29.03.2012 12:20 Balyoz davasında sona çok yaklaşıldı. Savcının her an
esas hakkındaki görüşünü sunması beklenirken, sanıklar bazı delil
cd'lerinin polis tarafından üretildiği iddiasında ısrarlı. Bugün görülen
88. duruşmada söz alan tutuklu sanık Albay Aydın Sezenoğlu ve bazı
sanıkların avukatı Ali Sezenoğlu, dosya kapsamında çok sayıda rapor
bulunduğunu ve iddia makamının sadece emniyetin raporlarını referans
aldığını belirterek, savcılığın, birçok bilirkişi ve kurul tarafından
hazırlanmış raporları, manipülatif olduğu gerekçesiyle yargılama için
referans almadığını söyledi.
-Avukat Sezenoğlu, 'cd'ler sahte' raporunu sundu-
Bilirkişilerin yaptıkları iş gereği
tarafsız olduklarını ifade eden Sezenoğlu, dava konusu 5 numaralı hard
disk ile 11, 16 ve 17 numaralı CD'lerin imajlarını, incelemesi için
Adalet Bakanlığı'nın resmi internet sitesindeki bilirkişi listesinde yer
alan bilirkişilerden Tevfik Koray Peksever'e verdiklerini, Peksever'in
de bu konuda bir rapor hazırladığını kaydetti. Sezenoğlu, söz konusu
raporda, ''CD ve hard disk imajlarının, CMK ve Elektronik İmza
Kanunu'nun delil usullerine uyularak alınmadığı, CD imajlarının
bilimsellikten uzak oluşturulduğu için delil sayılamayacağı ve 5
numaralı hard diskte virüs bulunduğu ve CD'lerin de 2003 yılında var
olmayan teknolojileri taşıdığı'' tespitinin yer aldığını belirtti. Bu
rapora itibar edilmesini isteyen Sezenoğlu, Peksever'in tanık olarak
dinlenilmesini talep etti.
-Çetin Doğan, Arsenal şirketinin 'cd'ler sahte' raporunu sundu-
Tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan da söz alarak, 5
numaraları hard diskin analizini içeren yeni bir belge sunacağını
belirterek, ''Bu belgenin tek cümlesini dikkatinize sunacağım, '8 Nisan
2003'den önce yazıldığı iddia edilen 120 dosya ve klasör, kesin tarih
olarak 15 Temmuz 2009'da oluşturulmuş' Bilirkişi getirip inceletin''
dedi. Doğan'ın bahsettiği raporun ABD'nin ''Arsenal Adli Bilişim ve
Danışmanlık Kurulu''ndan bu sabah saatlerinde alınan ve dava konusu 5
numaralı hard diskle ilgili 2. bilirkişi raporu olduğu öğrenildi. (AA)
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen duruşmada, tutuklu sanıklardan
Jandarma Albay Abdurahman Başbuğ, 21 sayfalık sunum gerçekleştirdi. Sunumunun
ardından, bilirkişi raporu hazırlayan TÜBİTAK uzmanlarının mahkemeye
çağrılarak beyanlarının alınmasını talep eden Başbuğ, Gölcük'te ele
geçirilen belgelere ilişkin imajların kopyalarının tarafına verilmesi ve
belgelerin incelenmesiyle ilgili mahkemenin tespit edeceği bilim adamı olan
bir bilirkişinin tayin edilmesini talep etti. (AA)
Sanıkların
bilmezkişi raporları
Taraf'tan Emre Uslu, Balyoz davasının bazı sanıklar tarafından
uzatılmaya çalışıldığına dikkat çektiği yazısında, 'Bir yandan uzun
tutukluluk hallerinden şikayetçi olan bu kişilerin Balyoz davasını uzatmak
için ellerinden geleni yapması acaba yasal değişikliklerle Balyozcuların da
kurtarılacağı bir siyasi güvence mi aldılar sorusunu akıllara getiriyor.'
dedi. Davada savunma tarafının, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Amerika’lı
Arsenal Consulting adlı bir özel şirketin raporlarını sunduğu bilgisine yer
veren Uslu, bu raporların 'Sorunlu' olduğunu belirtti ve önemli tespitlerde
bulundu.
08.04.2012 11:08 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasında karar aşamasına
gelindi. Son duruşmadan önce savunma tarafı biri Amerika’dan diğeri bir Türk
üniversitesinden alınan iki sorunlu raporla son bir kamuoyu oluşturma
hamlesi yaptı. Benim görebildiğim kadarıyla savunma avukatları hem kamuoyu
yaratmak hem de davayı uzatmak için bu tip taktiklere başvuruyor. Zaten
sanıklardan bazıları açıkça davayı uzatın talebini dillendirdi bile. Bir
yandan uzun tutukluluk hallerinden şikayetçi olan bu kişilerin Balyoz
davasını uzatmak için ellerinden geleni yapması acaba yasal değişikliklerle
Balyozcuların da kurtarılacağı bir siyasi güvence mi aldılar sorusunu
akıllara getiriyor.
Merkez medya ise her zamanki alışkanlığıyla alınan raporların ciddi olup
olmadığına bakmadan gerçekmiş gibi haberler yapmayı tercih etti. Oysa
raporlarda çok temel bazı sorunlar var. Örneğin Yıldız Teknik
Üniversitesi’nin raporu diye sunulan rapor aslında Amerika’dan alınan
Arsenal Consulting adlı bir özel şirketten alınan raporun Türkçe tercümesine
çok benzer. (Bir akademik çalışma olarak iki rapor karşılaştırılırsa görülür
ki intihal işlemi görecek kadar yakın bu iki rapor birbirine.) Oysa bizim
medya bu iki rapora birbirinden bağımsız iki farklı rapor muamelesi yaparak
iki farklı günde manşet yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin raporunda
belgelerin kendilerine ne zaman teslim edildiğine ilişkin bir tarih
verilmemiş. Bu da Arsenal Consulting’in raporu ile Yıldız Teknik
Üniversitesi’nin raporu arasında kronolojik bir ilişki var izlenimi veriyor.
Bu arada nasıl saygın bir kuruluş ise Arsenal Counsulting’e tüm çabalarıma
rağmen ulaşamadım. Oysa Amerika’da rapor yazan bir kurum çıkıp çatır çatır
raporunu savunur. Arsenal Counsulting nedense sorularıma cevap vermekten
ısrarla kaçtı.
Her iki raporda da, “teknik” bir açıklama ile Microsoft Office programının
2003 sürümünde mevcut olmayan “calibri” ve “cambria” adlı yazı fontlarının
11 ve 17 numaralı CD’lerde kullandığı belirtilerek bu CD’lerin 2003 yılında
üretilmiş olamayacağı iddia ediliyor. Bu aslında tipik bir Avukat
uyanıklığı. Bu raporları ciddiye alabilmemiz için savunma tarafının da
gerçek olduğunu kabul ettiği diğer CD’ler ile kıyaslamalı bir raporun
yazılması gerekiyor. Örneğin 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 gibi her iki tarafın gerçek
olduğunu kabul ettiği diğer 17 CD’de de “calibri” veya “cambrio” fontları
kullanılmış mı, araştırılması gerekiyor. Oysa her iki raporda da bu
yapılmamış. Eğer gerçek olduğu kabul edilen CD’lerde “calibri” fontu yoksa
ve bu sadece 11 ve 17 numaralı CD’lerde kullanılmışsa o zaman savunma
tarafının iddiası ciddi bir iddiaya dönüşür. Ancak savunma tarafının sunduğu
raporlardan bunu anlayamıyoruz. Çünkü böyle bir inceleme yok ortada.
İKİSİNİ BİRDEN ÇÖKERTTİ
Ben kendi basit yöntemlerimle yaptığım kısa bir çalışma ile örneğin 7
numaralı CD’de de “calibri” fontlarına rastladım. Benim basit yöntemim
kuşkusuz dava açısından bir anlam ifade etmiyor. Ama gerçeğin ortaya çıkması
için önerdiğim yöntemin uygulanması gerekiyor. Ben diğer CD’lerde de aynı
fontların bulunacağını düşünüyorum. Bu durumda savunma tarafının gerçek
olduğunu kabul ettiği bir CD’de de aynı fontun bulunması o iki raporu birden
çökertiyor. Şu haliyle sadece iki CD alınıp hiçbir kıyaslamaya tabi
tutulmadan üretilmiş raporları ciddi hiçbir kurum ciddiye almaz. Bu bir tür
göz boyacılığıdır.
Şimdi size çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin
“2003’te düzenlenmiş olamaz” dediği bir dosyayı gündeminize getireceğim. 11
numaralı CD’nin içindeki Bursa bölgesinde yer alan kiliseler ve sinagogların
adreslerini gösteren dosyalar için her iki rapor da “içinde Microsoft Office
programlarının daha geç versiyonlarından izler taşıdığı için 2003 yılında
üretilmiş olamaz” diyor.
Oysa Balyoz sanığı Süha Tanyeri savcılıkta verdiği ifadede aynen şunu
söylüyor: “Seminer öncesi Ordu komutanımızın emri vardır. Yapılacak
planlarda gerçek veriler kullanılacak emri vardır. Çünkü sıkıyönetim
planları da bu seminerde tartışılacak konulardır. Dolayısıyla bu veriler
muhtemeldir ki bu veriler birlik komutanlıklarınca talep edilen verilerdir.
Örneğin kiliseler ve sinagoglar gibi isimler gerçektir çünkü Sıkıyönetim
Kanunu’nun 3. maddesine göre sıkıyönetim komutanı güvenlik, asayiş ve kamu
düzeninden sorumludur. Bu kiliseler ve sinagoglar belgesi bu maddeye göre
koruma amaçlı düzenlenen listeler olabilir...”
5-7 mart tarihindeki toplantının kayıtlarını tutan sivil memur Sevilay
Erkani Bulut da Askeri Savcı’ya verdiği ifadede kiliselerle ilgili listeleri
hatırladığını söylüyor: “K.ÖZEL klasörü içerisinde Balyoz Güvenlik Harekat
Planı adlı dosya içeriğindeki word belgelerini incelediğimde dosyanın
içeriğinde bulunan araç çizelgelerini, diğer kiliseler ve sinagoglar adlı
dosyayı hatırladım.”
Oysa başta Çetin Doğan’ın ailesi olmak üzere Balyoz sanıklarının avukatları
da kiliselerle ilgili dosyaların da sahte olduğunu iddia ediyorlardı. Hatta
ben Sevilay Erkani Bulut’un kiliselerle ilgili listeleri kendilerinin
tuttuğunu kabul ettiğini yazınca Çetin Doğan’ın kızı ve damadı şu cevabı
vermişti: “Bulut, görevi gereği bunlara benzer listeler kaydetmiș ve bunları
hatırlıyor olabilir. Bu da, 11 no’lu CD’nin gerçek olduğunu hiçbir şekilde
göstermez.”
Bir yanda Balyoz’dan yargılanan dönemin 1. Ordu Harekat Komutanı Süha
Tanyeri ve onun memuresi Sevilay Erkani Bulut, kilise ve sinagoglarla ilgili
listelerin gerçek olduğunu kabul edip hatırladıklarını söylüyor diğer yanda
dosyayı sulandırmak için elinden geleni yapan savunma tarafı hukuken
geçerliliği olmayan tartışmalı raporlarla zihinleri bulandırmaya çalışıyor.
Buna İngilizcede “monkey trick” (maymun hilesi) deniyor. Balyozcuları
kurtarır mı ondan emin değilim. Bu konuya devam edeceğim..." (Emre
Uslu / Taraf)
Balyoz'un
konuşulmayan delilleri
Taraf'tan Emre Uslu, Balyoz davası sanığı, dönemin 1. Ordu Harekat
Başkanı Süha Tanyeri'nin ifadelerindeki dikkat çeken konuları irdeledi
ve sanıkların iddialarında yer alan çelişkileri ortaya çıkardı.
09.04.2012 10:53 Emre Uslu (Taraf): "Geçen yazımda Balyoz davası sanıklarının sahte olduğunu
iddia ettikleri kiliseler ve sinagoglar listelerinin hem Süha Tanyeri
hem de Sevilay Erkani Bulut tarafından gerçek olduğunun kabul edildiğini
yazmış bunu nasıl açıklayacaksınız diye sormuştum. Şimdi dönemin 1. Ordu
Harekat Başkanı Süha Tanyeri’nin ifadelerindeki diğer ilginç
ayrıntılarla konuyu irdelemeye devam edelim.
Soruşturmacının Tanyeri’ne
sorduğu ıslak imzalı belgeler hakkında Tanyeri kendine göre ayrıntılı
cevaplar veriyor. Bu cevaplar ile Balyoz Harekat Planı hakkında sorulan
sorulara verilen cevaplar arasındaki çelişkiler davanın mantığını
anlamak için oldukça önemli.
Çok önemsediğim şu soruyla başlayalım:
“1. Ordu Komutanlığı’nın 28 Şubat 2003 tarihli 1. ORDUKOMUTANLIĞI PLAN
SEMİNERİ- 2003 İCRA ESASLARI konulu mesaj emrinde; Kor. K’lıklarınca
Plan Seminerine yönelik yapılan hazırlıkların 26 Şubat 2003 tarihinde
Ordu Komutanına arz edildiği, Arz esnasında Ordu Komutanının konuyla
ilgili verdiği emirlerin maddelerle belirtildiği, bu maddelerde;
Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoya göre Geri Bölge Emniyet Komutanı
ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olarak hazırlanacak durum
değerlendirmelerinde yapılacak çalışmalara Bölgede bulunan kolluk
kuvvetlerinin imkan kabiliyetleri (silah, araç, gereç, su sıkma aracı,
gaz bombaları, job, kalkan, panzer gibi özel malzeme), Bölgede yer alan
belediye, kamu ve özel kuruluşların bu tür faaliyetlere yönelik imkan
kabiliyetleri (itfaiye, iş makineleri, fırın, aşevi, fenni hizmetler
vb.) Alınacak tedbirler (toplama, sorgulama, tutuklama merkezleri,
kullanılacak cezaevleri ve varsa ihtiyaçlar) şeklindeki ayrıntıların da
dahil edileceği belirtilmiştir. Bahse konu plan semineri ile ilgili kara
Kuvvetleri Komutanlığına herhangi bir teklif yapılmış mıdır? 3ncü ve
15nci Kor.K.lıklarınca yukarıda verilen emirler doğrultusunda belirtilen
bilgiler toplanmış mıdır? Toplama, sorgulama, tutuklama merkezleri,
kullanılacak cezaevleri ile ilgili alınacak tedbirler nelerdir? Bunların
belirlenmesinin amacı nedir? Açıklayınız.”
Dikkat edin bu soruda referans verilen 28 Şubat 2003 tarihli 1. ORDU
KOMUTANLIĞI PLAN SEMİNERİ- 2003 İCRA ESASLARI konulu mesaj emir ISLAK
İMZALI bir emir. Balyoz sanıklarının sahte olduğunu iddia ettiği
listeler tam da yukarıda yer verdiğim ISLAK İMZALI mesaj emrinde
istendiği gibi hazırlanmış ve Balyozcuların kabul etmediği CD’lerin
içinde toplanmış. Başka CD’lerde veya belgelerde bu listeler yok.
Yukarıdaki soruya Süha Tanyeri şu cevabı veriyor:
“Bahsedilen konulanda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na herhangi bir teklif
yapılmamıştır. Çünkü Kara Kuvvetleri’nde yapılacağı bildirilen toplantı
gerçek bir toplantı değil, senaryo gereğidir. 3’üncü ve 15’inci Kor.
K’lıklarınca yukarıda verilen emirler doğrultusunda belirtilen
bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum. 1. Ordu Plan Semineri’nde
de bu hususların ayrıntılarına girilmemiştir. Sorunun devamındaki
hususlarla ilgili olarak da seminerde bahsedilmemiştir.”
Tanyeri burada doğru söylemiyor. Zira gelecek yazıda örneklerini de
göreceğiniz gibi seminer ses kayıtlarında rakam rakam bu hususuların
ayrıntılarına girilerek konuşulduğu görülüyor. Hatırlayın Fenerbahçe
Stadı’nın toplama yeri olarak kullanılacağı, gözaltına alınacak kişilere
varıncaya kadar seminer ses kayıtlarında birçok konuşma var. Bunlar da
Tanyeri’ni yalanlıyor. Tanyeri’nin iddiasının aksine o konular detaylı
bir şekilde konuşuluyor seminerde. Dahası o konuşmalar bizzat Çetin
Doğan’ın yukarıda yer verdiğim emri doğrultusunda hazırlanılarak yapılan
konuşmalar.
Ayrıca “bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum” diyen Tanyeri
aklımızla alay ediyor. Ordu komutanı emir verecek bilgilerin toplanmama
ihtimali olacak. Ordunun harekat başkanı da o bilgilerin toplanıp
toplanmadığını bilmeyecek, buna kargalar bile gülmez. Burada Tanyeri
sıkışıyor. Bilgiler TOPLANDI yanıtı verse hangi CD’de, nerede bu
bilgiler sorusu gelecek. Bu bilgiler 11. CD’den başka bir yerde
bulunmadığından dolayı bu CD’de yer alan bilgileri kabul etmek zorunda
kalacak. Eğer TOPLANMADI dese Ordu Komutanı’nın emrinin nasıl ve neden
yerine getirilmediğini de açıklaması gerekecek. Bu nedenle o bilgilerin
toplanıp toplanmadığını bilmiyorum diye konuyu geçiştiriyor.
Senaryoda yer alan bütün isimler, rakamlar, kurumlar ve kuruluşlar plan
semineri uygulamaları teamüllüleri ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı
emirlerine aykırı bir şekilde GERÇEK rakamlar ve isimler üzerinden
hazırlanıyor; ancak plan semineri mesajındakinin aksine Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’na herhangi bir teklif yapılmıyor. “Çünkü toplantı gerçek
değil senaryo gereğidir.” Oysa senaryo gereği toplantılarda rakamların
ve isimlerin de senaryo gereği olması gerekiyordu.
Bu durumda Balyoz davası sanıklarına şu soruyu sormak gerekiyor: Ordu
Komutanı Çetin Doğan’ın emri gereği toplanan GERÇEK veriler, örneğin
sıkıyönetimde gözaltına alınacak kişilerin listeleri, kolluk kuvvetleri
listeleri, kiliseler ve sinagogların listeleri, 4X4 araçların listeleri,
nerede? Hangi CD içinde bu listeler? Savunma tarafı seminerde konuşulan bu
gerçek verilerin listelerini gerçek seminer CD’si diye iddia ettikleri
CD’ler içinde bir yerde gösterebilir mi? Yarın bu konunun ayrıntılarını yine
Süha Tanyeri’nin çelişkileriyle birlikte anlatacağım..." (Emre Uslu / Taraf)
Balyoz'da 11. CD iddialarına yanıt
Taraf'tan Emre Uslu, Süha Tanyeri’nin ifadelerindeki çelişkiler
üzerinden, Balyoz davasının delillerinde sahtelik iddialarını irdelemeye
devam etti.
11.04.2012 11:15
Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasının konuşulmayan delilleri (3)..
Pazartesi günkü yazımda, Süha Tanyeri’nin ifadelerinden çıkardığım ıslak
imzalı belgelerden hareketle 1. Ordu’da yürütülen seminer için toplanan
gerçek verilerin listelerinin nerede olduğunu sormuştum. Bu gün yine
Tanyeri’nin ifadelerindeki çelişkilerden devam ederek yeni sorular
soracağım.
Soruşturmacılar Süha Tanyeri’ne soruyor: “1nci Ordu Komutanlığının 07
ŞUBAT 2003 tarihli 1. ORDU PLAN SEMİNERİ- 2003” konulu mesaj emrinde;
yine 1nci Ordu Komutanlığının 06 ŞUBAT 2003 tarihli N1. ORDU PLAN
SEMİNERİ-2003” konulu emrinde yer alan 2.b.(3) bendinde belirtilen
konuların arzı esnasında genel ifadeler kullanılmayacağı,
değerlendirmelerin mutlaka somut verilere dayandırılacağı emri yer
almaktadır. Bahse konu 06 ŞUBAT 2003 tarihli mesaj emrinde ilgili bölüme
bakıldığında iç tehdit unsurları ve kolluk güçleri ifadesinin yer aldığı
görülmüştür. İç tehdit ve kolluk güçleri ile ilgili değerlendirmelerin
mutlaka somut verilere dayandırılmasının nedeni nedir? Bu konu ile
ilgili hangi çalışmalar yapılmıştır? Açıklayınız.”
Bu belge de ISLAK İMZALI resmi yazılı belge. Seminer Planı yapanlara
teamüllerin aksine “seminer sunumlarının MUTLAKA somut verilere
dayandırılacağı” emri veriliyor.
Tanyeri’nin cevabı şu: “Tekrar etmek isterim ki 7 sene önce yazılmış bir
emri şu anda görmediğim için hatırladığım hususları ifade edeceğim:
Katıldığımız bir ast birlik seminerinde yapılan arzlarda genel ifadeler
kullanılmıştı. Bunun üzerine de 1. Ordu Komutanı çetin DOGAN tarafından
mevcut olan konularda somut verilerin kullanılması emredilmişti. Yani
‘Kolluk kuvvetlerini emrime alırım’ tarzında bir ifadeden ziyade
‘Bölgemdeki kolluk kuvvetlerinin mevcudu budur, bunları şurda şurda
şurda görevlendiririm’ mealinde bir emir vermiştir. Yukarıdaki hususun
da bu manayı ihtiva ettiğini düşünüyorum.”
Seminer sırasında kaydedilen ses kayıtlarında da Balyoz sanıklarının
kolluk kuvvetlerinin nasıl emirleri altına alınacağı anlatılıyor.
Örneğin Emin Küçükkılıç; “Olaylara müdahale esnasında emniyet müdürlüğü,
özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde kullanılacaktır. Genel bir
prensip olarak polis jandarma tarafından sevk idare edilecektir.
İstanbul Jandarma Bölge komutanı İstanbul Emniyet Müdürlüğü
faaliyetlerinin koordinasyonundan sorumlu olacak” diyor. Kaya Varol;
“Komutanım özel güvenlik birimleri personelinin son durumları
belirlenerek bu unsurlar öncelikle bölgedeki kendi hizmet verdikleri
kritik tesis ve noktaların emniyetinde kullanılacak” şeklinde beyanda
bulunuyor. Yüksel Yalçın ise; “İstanbul ilinde 30000 Polis, 5400
Jandarma, 12200 Özel Güvenlik elemanı olmak üzere toplam 47600 kolluk
kuvveti görev yapmaktadır..., Kocaeli ile Sakarya illerinde 3700 Polis,
3000 Jandarma ile 1800 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır...,
Bursa, Balıkesir ve Yalova İllerinde toplam 5300 Polis, 4800 Jandarma ve
3500 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır... Bilecik ilinde 570 Polis
860 Jandarma ve 240 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır. Bilecik
ilinde kamu düzeninin Emniyet ve asayişinin bu kuvvetlerle
sağlanabileceği değerlendirilmektedir” şeklinde rakamlar vererek
konuşuyor.
Yani seminer sırasında tam da Çetin Doğan’ın emrettiği gibi gerçek
verilerle rakamlar verilerek değerlendirmeler yapılıyor. Benzeri bütün
plan seminerlerinde GERÇEK verilerin kullanılmadığını ancak bu seminerde
ÖZELLİKLE GERÇEK verilerin kullanılmasının emredildiğini bir kez daha
hatırlatıp şimdi hayati soruyu soralım:
Genel uygulamanın aksine Çetin Doğan’ın emri ile hazırlanan sunumların
GERÇEK VERİLERİNİN listeleri nerede? Örneğin yukarıda örneklerini
verdiğim, ses kayıtlarında ve ISLAK İMZALI belgelerde geçen polis,
jandarma ve özel güvenlik personelinin listeleri nerede? Komutanın emri
ile hazırlanması emredilen gerçek verilerin listelerinin, Balyoz
sanıklarının da GERÇEK olduğunu kabul ettiği CD’lerde olmasını gerekmez
mi? Yani ıslak imzalı bir belgeyle verilmiş bir emir var ortada. O halde
Plan Semineri’ne katılanların bu emir gereği bölgelerindeki kolluk
kuvvetlerinin mevcudu budur, bunları şurda şurda şurda görevlendiririm
şeklinde listeler hazırlamış olmaları gerekir. Peki, bu listeler nerede?
Ordu Komutanı’nın hazırlayın diye ISLAK İMZALI belge ile verdiği emre
göre hazırlanması gereken listeler hangi CD içinde yer alıyor? Tabi ki
11. CD içinde. 11. CD içinde yer alan KOLLUK KUVVETLERI VE ÖZEL GÜVENLİK
TŞKİLATLAR PERSONEL DURUMU, BURSA İLİ KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK
TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU, YALOVA İLİ KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL
GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU gibi başlıklarla yer alan listeler
savunma tarafının gerçek olduğunu kabul ettiği diğer hiçbir CD’de yer
almıyor.
Eğer benim tezim doğru ve 11. CD’de yer alan bilgiler Balyoz seminerinde
kullanılan bilgilerse o halde Balyoz seminerinde yer alan ses
kayıtlarındaki rakamlarla 11. CD’de yer alan dosyalardaki rakamların
örtüşmesi gerekiyor. Bunun için de en sağlıklı veri yukarıda ses
kayıtlarını verdiğim kolluk kuvvetleri personeli sayılarını kıyaslamak.
Ben de bunu yaptım.
Örneğin; Yüksel Yalçın seminerde yaptığı konuşmada “Bursa, Balıkesir ve
Yalova İllerinde toplam 5300 Polis, 4800 Jandarma ve 3500 Özel Güvenlik
elemanı görev yapmaktadır” bilgisini veriyor. 11. CD içinde yer alan
“EK-B KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU
29.01.03” isimli belgede, Bursa ilinde toplam 2331 Polis, 1659 Jandarma,
3188 Özel Güvenlik Teşkilatı ve 100 sivil Savunma Müdürlüğü personeli,
Yalova ilinde toplam 751 Polis, 441 Jandarma, 101 Özel Güvenlik
Teşkilatı ve 4 sivil Savunma Müdürlüğü personeli olduğunun belirtildiği,
Balıkesir ilinde toplam 2191 Polis, 2742 Jandarma, 249 Özel Güvenlik
Teşkilatı ve 30 sivil Savunma Müdürlüğü personeli olduğunun
belirtildiği, bilgisi var. Bu bilgilere göre bu üç ilde görev yapan
toplam polis sayısı 5273, toplam jandarma sayısı 4842, ve toplam özel
güvenlik personeli 3538 kişi. Bingo! Yüksel Yalçın’ın ses kayıtlarında
verdiği rakamlarla 11. CD’de yer alan dosyalardaki rakamlar örtüşüyor.
Balyoz savunucularının sahte dediği bu dosyalar için de muhtemel
savunmaları da diğer savunmaları gibi olacaktır. “Ses kayıtlarını
dinleyen bir çete bu rakamları yazmış” diyeceklerdir. Bir dakikalığına
bu savunmayı gerçek kabul edelim. O halde 1. Ordu Komutanı’nın emri ile
hazırlanan il il kolluk kuvvetleri personel durumun anlatan listeler
nerede? 11. CD’de yer alan liste sahte bir listeyse ıslak imzalı
belgelerle hazırlanması emredilen ve seminer ses kayıtlarında konuşulan
Kolluk Kuvvetleri Personel Durumu’na ilişkin listeler neden ortada yok?
Nasıl kayboldu?
Bir seminer çalışmasının parçası olan bu listeler neden gerçek olduğunu
iddia ettiğiniz diğer CD’lerde yok? O halde şu iki ihtimalden birini
kabul edeceksiniz. 1) O seminerde konuşulan listeler 11. CD’de yer alan
listeler. Bu nedenle 11. CD’de yer alan dosyalar gerçek. 2) Ast düzey
subaylar komutanın açık emrine rağmen böyle listeler hazırlamadı, o
seminerde konuşulan rakamlar hayali rakamlardı, bu nedenle de seminer
CD’lerinde yer almıyor. Askeri disiplini az çok bilen bir kimse ikinci
şıkkın gerçek olmayacağını bilir sanırım. Biri bana bu çelişkiyi
mantıklı bir argümanla açıklayabilir mi?
Yarın, Balyozcular neden böyle listeler tutma ihtiyacı duyuyor. Yine ses
kayıtlarından delillerle önünüze koyacağım." (Emre
Uslu / Taraf)
Ses
kayıtları çıktı, sahtecilik bozuldu
Taraf'tan Emre Uslu, yazısında Balyoz davasındaki CD'lerin sahte
olduğuna dair sanıkların iddialarını ses kayıtlarından hareketle
çürütüyor. Örneğin sanıklar ses kayıtlarında, sinagoglar ve kiliselere
varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın
avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler
ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından
oluşturulduğunu iddia ediyor. Buna benzer örneklerle çelişkileri
sergileyen Uslu, 'ses kaydındaki itirafları davanızın neresine
koyacaksınız' diye soruyor.
13.04.2012 12:58 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasının konuşulmayan
delilleri (4).. Bugünkü yazıya Balyoz belgeleri arasında dikkatimi çeken bir notla
başlayayım. Balyoz Planı gereği Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo
adlı plana göre kargaşa nedeniyle bakanlar kurulu sıkıyönetim ilan
ediyordu. Yansıya dikkat ettim: Sıkıyönetimin ilan edildiğini duyuran
Resmi Gazete’nin tarihi 28 Şubat 2003 görünüyor. Üstelik gazetenin adı
küçük yazılmış tarih kocaman yazılmış. Günler torbaya mı doldu da
sıkıyönetim 28 şubatta ilan ediliyor? Bu noktada 28 Şubat medyasının
neden Balyoz sanıklarını canla başla savundukları da anlaşılıyor. Buna
28 Şubat özlemi deyip konumuza dönelim.
Geçen yazılarda Balyoz Davası’nın ses kayıtlarında yer listeleri
konusuna değinmiş ve “iddia ettiğiniz gibi 11 ve 17 No’lu CD’ler
içindeki listeler sahteyse; kiliseler, sinagoglar, vakıflar, pastanelere
kadar hazırlandığı ses kayıtlarıyla itiraf edilen listelerin gerçekleri
nerede ve hangi ‘gerçek’ CD’nin içinde” diye sormuştum. Bu konuda ne
sanıkların ne de avukatların ne de Çetin Doğan’ın kızı ve damadının
tutarlı bir cevabı var.
Balyoz Davası kayıtlarında bu listeleri neden hazırladıklarına ilişkin
çok çarpıcı ses kayıtları var. Örneğin seminerde konuşan Behzat Balta 12
Eylül darbesinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında asker olmasından
dolayı ihtiyaç duydukları listelerin ellerinde hazır bulunduğunu, şu an
ise bu listeleri bulma konusunda tereddütlerinin olduğunu, bu sebeple
MİT içerisinde belli bir yüzde ile asker olmasını öneriyor. Seminerde
konuşan X-l adlı subay ise fırınlardan pastanelere kadar, vakıflar,
kiliseler, sinagoglar listelerinin hazır olduğunu, ancak bazı noktalarda
tıkandıklarını ve bilgi toplamayı durdurduklarını anlatıyor. Çetin
Doğan’ın ise durmamalarını, devam etmelerini, (Eğer o listeler Süha
Tanyeri’nin ikrar ve iddia ettiği gibi, seminer için toplanıyorduysa,
Çetin Doğan neden seminer sonrasında da durmadan devam etmeleri
gerektiğini istiyor. İşte burada listeler güncellendi tezi daha bir önem
kazanıyor. –EU) bu konu ile ilgili olarak 1997 yılında Batı Çalışma
Grubu’nun başında iken yazdığı bir yazı ile örnek veriyor ve listeleri
oluşturmaya (tabii ki güncellemeye) teşvik ediyor. (Klasör 20, s. 140)
Yukarıda sözünü ettiğim ve hiç konuşulmayan Balyoz delilleri sanıkların
da kabul ettiği seminer konuşmalarındaki ses kayıtlarından alındı.
Görüldüğü gibi hem 12 Eylül darbesi ile kıyaslama yapılarak MİT’in asker
kontrolünde olmaması nedeniyle liste oluşturma konusunda zorlandıklarını
anlatıyorlar hem de hazırlanmış listeler içinde sinagoglar ve kiliselere
varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın
avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler
ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından
oluşturulduğunu iddia ediyor. Eğer bu listelerin bir ÇETE tarafından
oluşturulduğu iddia ediliyorsa pastaneden sinagoga kadar listelerin
hazır olduğunu söyleyen, Balyoz seminerine katılan o subay da ÇETE üyesi
mi bu durumda? Bu ses kaydındaki itirafı davanızın neresine
koyacaksınız?
-Polis kullanılması değil kontrol edilmesi planlanıyor-
Yine Balyoz sanıklarının kabul ettiği belgelerden gidelim. Velev ki o
toplantıda bir jenerik senaryo konuşuluyordu. O halde sıkıyönetim ilan
edildiğinde polisin nasıl kullanılacağı konuşulabilir. Oysa Balyoz ses
kayıtlarında polisin nasıl kullanılacağı değil nasıl kontrol atında
tutulacağı konuşuluyor. İşte size örnekler: 3 No’lu CD içerisindeki PLAN
SEMİNERİ_2003 isimli klasör içerisindeki PLAN SEMİNERİ KAPANIŞ
KONUŞMASI-A5 isimli belgede; “Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl
kullanabiliriz, polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı
kullanabiliriz. Bu nedenle İl J. K’lıklarının karargahlarından istifade
edebiliriz. Polisle birlikte özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis
mutlaka kontrol altında olmalıdır” şeklinde ibareler yer alıyor.
Seminer ses kayıtlarında Emin Küçükkılıç: “Olaylara müdahale esnasında
emniyet müdürlüğü, özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde
kullanılacaktır. Genel bir prensip olarak polis jandarma tarafından sevk
ve idare edilecektir” diyor.
Çetin Doğan’ın ses kaydında polisin nasıl kontrol edileceği meselesi ise
şöyle anlatılıyor: “Şimdi polisin önünde de toplumsal olaylarda polisin
kontrol edilmesi gerekiyor tabii bu durumda. Onun elinde silah, araç ve
gereçler var. Bunları kontrol etme yahut polisi, bu bölünmüş olan
polisi, yani, ya etkisiz bırakma bir bölümüyle ya da bir bölümünü
etkimiz altına almak için bir tertip ve tedbiriniz var mı?”
Abdülkadir Eryılmaz, “Komutanım biz de bunların jandarma nezaretinde
kullanılmasını ve çok sıkı kontrol altında tutulmasını düşünüyoruz.
Özellikle yapılacak operasyonları haber verme, önceden ilgili şeyleri
ikaz etme gibi, haber taşıma gibi birtakım sorunlar olur” şeklinde
konuşuyor.
Gafur Aksu, “İstanbul’da 4000 polisi böyle bir durumda kontrol altına
alma imkanımız var komutanım. Ama polisin özellikle istihbarat, narkotik
vb. şubelerinde faaliyette bulunanlarının ne yapacağı konusunda ben
şahsen tereddütteyim. Ve bunları kontrol etme imkanımız da yok. Bütün
şehirde sivil çalıştıkları için” diyor.
Ergin Saygun, “Bunların hepsi masa üzerlerinde namaz kılan, takunyayla
gezen apartman içinde kişilerdi ve bunları ziyarete gelen kişiler de
bunları değiştiren kişiler de aynı şeydeki kişilerdi. Bu ekip iktidardan
düşüp gidince onlar gidiyordu. Tekrar iktidara geldiklerinde gene aynı
ekip geliyordu” diyerek AKP iktidarında polislerin dindar olduğunu ve
mutlaka kontrol altında olmaları gerektiğini ima ediyor.
Böyle birçok konuşma var ses kayıtlarında. Dahası Süha Tanyeri’nin
seminer öncesi hazırlık aşamasında aldığı el yazılı notlarında da
“Jandarmayı ağırlıklı olarak polisin sevk ve idaresinde kullanmalı, bu
nedenle İl. J. A. Kh’larını kullanmalı...” şeklinde çalışmalar var.
Yani görüldüğü gibi Balyoz sanıklarının “senaryo gereği ilan ediyorduk”
dedikleri sıkıyönetim planlamalarında polisin nasıl kullanılacağı değil
nasıl kontrol edileceği konuşulmuş. Üstelik bu, seminer öncesinde verilen
talimatlarla yapılmış. Listeler çıkarılmış fişlemeler yapılmış. Şimdi bütün
bunlar senaryo gereği mi? Eğer darbe olmamış, gerçekten de senaryoda
anlatıldığı gibi anarşi çıkmış ve siyasi irade meşru bir sıkıyönetim ilan
etmişse sıkıyönetim komutanının polisi nasıl sevk ve idare edeceği mi
planlanır yoksa nasıl kontrol edeceği mi. Seminer senaryosuymuş! Hadi oradan
yalancılar.." (Emre
Uslu / Taraf)
Flaş!!!
Savcı mütalaasını sundu
Balyoz davasında bazı sanıklar, delil cd'lerinin sahte olduğuna dair
bilirkişilere yaptırdıkları inceleme raporlarını mahkemeye sundu.
Ardından mahkeme heyeti, duruşma savcılarına soruşturmanın
genişletilmesi taleplerinin olup olmadığını sordu. Böyle bir
taleplerinin olmadığını belirten savcılar, esas hakkında hazırlanan 920
sayfalık mütalaayı, 30 CD ile birlikte mahkeme heyetine sundu. Savcılar
daha sonra mütalaayı sözlü olarak okumaya başladı. Bu sırada tutuklu
sanık emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonunu terketti. Savcılar,
'Balyoz darbe planı eyleme geçmiştir. Listede adı olan sanıkların 'bana
böyle bir görev verilmedi' savunması geçersizdir. 1980 Bayrak Planı'nın
altında 1. Ordu Komutanı'nın ismi vardır. 1980 darbesinde hazırlanan
listeler ile Balyoz listeleri benzerdir' diye konuştu.
29.03.2012 14:26 ''Balyoz Planı'' davasında, İstanbul cumhuriyet savcıları Savaş
Kırbaş ve Hüseyin Kaplan tarafından hazırlanan 920 sayfalık mütalaa, mahkeme
heyetine yazılı olarak sunuldu. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri
Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda yapılan duruşmada,
mahkeme heyeti başkanı Ömer Diken, duruşma savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin
Kaplan'a, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin olup olmadığını sordu.
Cumhuriyet Savcısı Savaş Kırbaş da, soruşturmanın genişletilmesi talebinin
olmadığını ancak esas hakkında 920 sayfalık mütalaa hazırladıklarını ve bu
mütalaayı heyete sunmak istediğini söyledi. Savcı Savaş Kırbaş, esas hakkında
hazırlanan 920 sayfalık mütalaayı, 30 CD ile birlikte mahkeme heyetine sundu.
Daha sonra savcı Kırbaş'ın mütalaayı sözlü olarak okumaya başladığı sırada,
tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonundan çıktı.
SAVCI: SANIKLARIN SAVUNMALARI GEÇERSİZDİR
Balyoz davasında mahkemeye mütalaa sunan savcı, "Balyoz darbe planı eyleme
geçmiştir. Listede adı olan sanıkların 'bana böyle bir görev verilmedi'
savunması geçersizdir" dedi. Savcı, "1980 Bayrak Planı'nın altında 1. Ordu
Komutanı'nın ismi vardır. 1980 darbesinde hazırlanan listeler ile Balyoz
listeleri benzerdir" diye konuştu. (AA)
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 365 sanıklı Balyoz davasında Engin
Alan, Çetin Doğan, Özden Örnek, Halil İbrahim Fırtına ve Bilgin Balanlı'nın da
aralarında bulunduğu 250 sanığın hazır bulunduğu 88'inci duruşmada mütalaa
aşamasına geçildi. Sanık savunmalarının tamamlandığını ve delillerin
toplandığını belirten Savcı Savaş Kırbaş ile Hüseyin Kaplan, hazırladıkları 920
sayfalık mütalaa ile birlikte 30 CD'yi mahkemeye sundu.
Ömer Diken'in, mütalaanın kendilerine ulaştığını bildirmesinin ardından savcılar
Kırbaş ve Kaplan, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin bulunmadığını
söyledi. İki savcı, daha sonra da mahkemeye sundukları mütalaayı dönüşümlü
olarak okumaya başladı. Mütalaanın okunmaya başlanmasıyla birlikte tutuklu
sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonundan çıkmak için
yerinden kalkarak kapıya doğru ilerledi. Mahkeme Başkanı Ömer Diken, duruşma
salonundan çıkmamasını ve dinlemesini söyledi. Ancak Doğan rahatsız olduğunu
söyledi. Başkan Diken'in, "O halde doktor raporunu getir" demesine rağmen Doğan
duruşma salonunu terk etti.
Önce Savaş Kırbaş tarafından okunan mütalaanın, daha sonra da Kaplan tarafından
özetlenerek okunmaya devam edildiği gözlendi. Kaplan, AK Parti hükümetinin 3
Kasım 2002 tarihinde yapılan demokratik bir seçimle iktidara geldiğini
belirterek davanın bir numaralı tutuklu sanığı Çetin Doğan'ın, kendisine koruma
ve kollama görevi verilmiş olmasına rağmen demokratik yollardan iktidara gelen
mevcut hükümet ve kadrosundan duyduğu rahatsızlık nedeniyle bu hükümeti yıkmaya
yönelik bir yapılanma sağladıkları ve Doğan liderliğinde ayrıntılı bir plan
yapıldığı iddiasıyla dava açıldığını anlattı. Duruşma, mütalaada her sanık için
iddia edilen suçlamalara ilişkin bölümün okunması ile devam ediyor.
İddianameye göre 5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığında yapılan dava
konusu Balyoz Seminerinde bahsedilen darbe 5 aşamada gerçekleşecekti. Darbe
içerisinde ise Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj adlı eylem planları da bulunuyordu.
Tüm plan toplamda 5 bin sayfadan oluşuyordu. Bu belgelere göre Fatih-Beyazıt
camileri bombalanarak hükümet, sıkıyönetim ilan etmeye zorlanacaktı. Ayrıca
Yunanistan hava sahası üzerinde bir Türk jeti düşürülerek, halkın galeyana
gelmesi sağlanacaktı.
Darbenin son aşaması olarak da yürütme, tekrar sivil yönetime devredilecek,
demokrat görüşteki gazeteciler ise tutuklanacaktı. Soruşturma, 30 Ocak 2010
tarihindi Taraf gazetesinde çıkan bir haber ile başlatıldı. İddianame, 19
Temmuz 2010 tarihinde 10 Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İlk
duruşma 16 Aralık 2010 tarihinde yapıldı. Gölcük Donanma Komutanlığında ele
geçirilen 10 çuval belge içinden 43 klasörün Balyoz davası ile ilgili olduğu
belirtilerek bu klasörler, davayı yürüten mahkemeye gönderilmişti. (Cihan)
DARBEYE EKSİK TEŞEBBÜSTEN 20'ŞER YIL AĞIR HAPİS TALEBİ
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz davasında
hazırladıkları 920 sayfalık sayfalık mütalaayı savcılar Savaş Kırbaş ve Hüseyin
Kaplan okudu. Savcı Kırbaş, söz konusu suçun icra edilemediği yorumunun kabul
edilemeyeceğini belirterek, tankların, topların sokağa çıktıktan sonra
yargılamanın yapılamayacağını kaydetti. Balyoz darbe planının icra
edilmemesinden ötürü ceza verilemeyeceğine yönelik yorumların yanlışlığına dikkat
çeken Kırbaş, "Diğer silahlı çetelerle ilgili icra hareketi olmadan ceza
verilmemesi makul görülebilir. Ancak TSK için bu durum gündeme gelemez. Zira,
üst düzey bir komutanın bu şekilde planları ele alması suç için gerekli icra
teşebbüsünün gerçekleştiğini gösterir." diye konuştu. Balyoz planının icraya
geçtiğinin en büyük delilinin Balyoz planının kendisi olduğunu anlatan Kırbaş,
iddianamede yer alan darbe planının 5 aşamasının zaten icraya geçtiğinin delili
olduğunu söyledi.
Mütalaada, söz konusu Balyoz planlarından sıkıyönetimden istifade edilerek ülke
yönetiminin ele geçirilmeye çalışıldığının anlaşıldığı belirtildi.
Sıkıyönetimden daha önce uygulanabilecek olan olağanüstü hal tedbirinin
uygulanmayıp direk sıkıyönetime geçilmeye çalışılmasının, ülke yönetimine el
konulmaya çalışıldığını gösterdiği anlatıldı.
Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, sanıklar hakkında iddia edilen 'Türkiye
Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren
men etmeye teşebbüs etmek' suçunu işledikleri kanaatinin oluştuğunu söyledi.
Eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığını belirten Kaplan, bu suçun askeri
hiyerarşi içinde değil, 1. Ordu Komutanlığı'nca seçilmiş kişilerin
hiyerarşisi içerisinde işlendiğini söyledi. Savcı Kaplan, bu nedenle 365
sanık hakkında ayrı ayrı eylemlerine uyan TCK 147 ve 61/1 maddeleri
gereğince hapis cezası verilmesine karar verilmesini istedi. Savcı Kaplan'ın
okuduğu sonuç bölümüne göre tüm sanıklar hakkında, eylemin eksik teşebbüs
aşamasında kaldığı için 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istendi. (AA)
"BALYOZ" MÜTALAASINDAN: KOMUTANLAR DARBE GÖRÜŞMELERİ İÇİN SEMİNERE
GELMİŞLERDİR
- "Darbe sonrası ortadan kaldırılan hükümet yerine sanık Çetin Doğan
tarafından Mutabakat Meclisi kurulmak için plan yapıldı. Plan
çerçevesinde yeni mecliste görev alacak Başbakan ve Bakanların bile
belirlendi
- "Balyoz güvenlik harekat planı, 1980 darbesi gibi planlanmıştır. Her
ne kadar silahlı olarak harekete geçirilmesi gerektiğini iddia edilse de
anayasal düzeni bozma ya da tehdit etmek de icra niteliğindedir"
- "Diğer silahlı çeteler için icra hareketi olmadan ceza verilmemesi
makul görülebilir. Ancak TSK için bu gündeme gelemez"
- "Komutanlar darbe görüşmeleri için seminere gelmişlerdir. Hükümeti
devirip, yerine yeni bir idare getirmek istedikleri kanaatine
varılmıştır"
İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz Planı Davası'nın
bugün görülen 88'inci duruşmasının öğleden sonra yapılan oturumunda Özel
Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan
tarafından davanın esası hakkında hazırlanan 920 sayfadan oluşan mütaala
ile 30 CD mahkemeye sunuldu. Mütaalayı özetleyerek okuyan savcılardan
Savaş Kırbaş, Balyoz Harekat Planı'nda, darbe sonrası kurulacak hükümet
içinde görev alacak kişilerin belirlendiğini ayrıca harekatta görev
alacak personelin nerelerde konuşlanacağının da plana dahil edildiğini
söyledi. 1. Ordu'daki seminerin Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri
Komutanı'nın emrine aykırı olarak özel seçilmiş 162 kişi ile yapıldığını
ifade eden Kırbaş, "Seminerin bir nevi darbe tatbikatı olduğu, planı
görüşenler tarafından jenerik olarak hazırlandığı tespit edilmiştir"
dedi.
PLAN ÇERÇEVESİNDE BAŞBAKAN VE BAKANLAR BİLE BELİRLENDİ
Mütalaanın okunmasını Kırbaş'tan devralan Savcı Hüseyin Kaplan da, Ak
Parti Hükümeti'nin 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan demokratik bir seçimle
iktidara gelmesinin, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ı rahatsız
ettiğini söyleyerek, Doğan'ın anayasanın kendisine verdiği koruma ve
kollama görevine rağmen demokratik yollarla iktidara gelen mevcut
hükümeti yıkmaya yönelik bir yapılanma hazırladığının anlaşıldığını
belirtti. Doğan'ın bu nedenle hazırlanan plan çerçevesinde başta Halil
İbrahim Fırtına ve Özden Örnek olmak üzere birçok komutanla temasa
geçip, anlaştığının belirlendiğini kaydeden Kaplan, bu nedenle Çetin
Doğan liderliğinde ayrıntılı bir plan yapıldığı iddiasıyla sanıklar için
dava açıldığını anlattı.
KOMUTANLAR DARBE GÖRÜŞMELERİ İÇİN SEMİNERE GELMİŞLERDİR
Kaplan, "Demokratik yollara iktidara gelmiş hükümet, antidemokratik
yollarla ortadan kaldırmak istenmiştir. Bazı kurum çalışanlarının hukuka
aykırı olarak fişlendiği belirlenmiştir" dedi. Darbe sonrası ortadan
kaldırılan hükümet yerine sanık Çetin Doğan tarafından Mutabakat Meclisi
kurulmak için plan yapıldığını söyleyen Savcı Kaplan, plan çerçevesinde
yeni mecliste görev alacak Başbakan ve Bakanların bile belirlendiğini
anlattı. Kaplan, Kuvvet ve Kolordu komutanlarının planda üzerlerine
düşen kısım için 1. Ordu'daki seminere geldiğini belirterek, "Söz konusu
komutanlar darbe görüşmeleri için seminere gelmişlerdir. Hükümeti
devirip, yerine yeni bir idare getirmek istedikleri kanaatına
varılmıştır" ifadesini kullandı.
BALYOZ DARBE PLANI'NIN İCRA AŞAMASINA GEÇTİĞİNİN EN BÜYÜK DELİLİ BALYOZ
PLANI'NIN KENDİSİDİR
Savcı Kırbaş da, planda yer alan görevlendirme listelerinin, sıkıyönetim
halinde bile TSK'nın alanına girmediğini aktararak, söz konusu bulgular
ışığında planın uygulamaya konduğunu söyledi. Kırbaş, "Balyoz güvenlik
harekat planı, 1980 darbesi gibi planlanmıştır. Her ne kadar silahlı
olarak harekete geçirilmesi gerektiğini iddia edilse de anayasal düzeni
bozma ya da tehdit etmek de icra niteliğindedir" dedi. Plan kapsamında
137 kişilik basın destek listesi hazırlandığını ifade eden Kırbaş, söz
konusu dönemde bazı gazetelerde yer alan haberlere atıfta bulundu.
Kırbaş, darbe dönemlerinde basının etkisinin yadsınamaz olduğunu
söyleyerek, "O dönemde yazılan 'Genç subaylar tedirgin', 'Hepimiz
kaygılıyız', 'Silahlı Kuvvetler AKP'yi devirebilir', 'Ordu'dan AKP'ye
balyoz' gibi haberlerle plana destek sağlanmıştır" diye konuştu. Kırbaş,
'Çarşaf', 'Sakal', 'Suga' ve 'Oraj' adlı eylemlerin planın icrası için
son aşama olduğunu dile getirerek, Ak Parti'nin iktidarı öncesi yapılan
seminerlerin dış tehdide yönelik olduğunu, Ak Parti iktidarından sonra
seminer içeriklerinde iç tehdidin gündeme getirildiğini anlattı. Darbe
planının icraya geçmediğinden dolayı yargılama yapılamayacağı ve ceza
verilemeyeceği iddialarının yanlış olduğunu kaydeden Savcı Kırbaş,
"Diğer silahlı çeteler için icra hareketi olmadan ceza verilmemesi makul
görülebilir. Ancak TSK için bu gündeme gelemez. Zira üst düzey bir
komutanın bu şekilde planları ele alması, suç için gerekli icraya
teşebbüsünün gerçekleştiğini gösterir. Tanklar toplar sokağa çıktığında
iş işten geçmiş olurdu. Herhangi bir yargılama da söz konusu olmazdı.
Balyoz Darbe Planı'nın icra aşamasına geçtiğinin en büyük delili Balyoz
Planı'nın kendisidir" diye konuştu.
ÖZKÖK VE YALMAN'IN DİNLENMESİNE RET
Savcılık mütalaasının okunmasından sonra, sanık ve avukatları,
mütalaanın CD ortamından başka yazılı olarak kendilerine sunulmasını istedi.
Daha sonra duruşmaya bir süre ara verildi.
Aranın ardından Mahkeme Heyeti , sanık avukatlarının eski Genelkurmay
Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı
emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın da aralarında bulunduğu "tanık" dinleme
ve yeniden bilirkişi raporu alınması yönündeki taleplerinin dosyaya yeni
bir katkı sağlamayacağından reddine karar verdi.
Mahkeme Heyeti Başkanı Ömer Diken de cezaevinde kalan sanıklara, her koğuşa
bir yazılı mütalaa verilmesi konusunda karar verdiğini belirterek,
sanıkların böylece mütalaayı okuyabileceklerini söyledi. Esas hakkındaki
mütalaanın CD halinde sanık ve avukatlarına verilmesine karar veren Mahkeme
Heyeti, sanık ve sanık avukatlarına mütalaaya karşı diyeceklerini
hazırlamaları için duruşmayı 5 Nisan 2012 tarihine erteledi. (DHA,
AA,
AA)
Savcı:
Balyoz cd'leri güncellendi
Balyoz davasında esas hakkındaki görüşünü sunan Savcı, delil
CD'lerinde sanıklar tarafından güncellemeler yapıldığını örnekleriyle
belirtti. Balyoz sanıkları, darbe planlarının yer aldığı cd'lerin sahte
olduğunu, polis tarafından üretildiğini, 2003 yılındaki Balyoz planına
ait cd'lerde sonraki yıllara ait bilgilerin de bulunmasının bunu
ispatladığını iddia ediyorlardı.
30.03.2012 10:10 Balyoz davasının dün görülen 88. duruşmasında savcılık
makamı, davanın esası hakkındaki görüşünü sundu. Savcı Savaş Kırbaş, mütalaada, CD'lerde yapılan
güncellemelere de değindi. Balyoz sanıkları, darbe planlarının yer
aldığı CD'lerde yer alan bazı bilgilerin çeliştiğini savunmuştu.2003'te
yazdırıldığı belirtilen CD'lerde, 2005'te açılan hastanenin isminin
olmasını eleştirmişlerdi. Savcı bu konuda önemli tespitlerde bulundu. Kırbaş, CD'lerde yer alan özel hastaneler ve ilaç depolarıyla ilgili
bilgilerin zaman içinde güncellendiğini aktardı. Ayrıca emekli personele
de görev verildiğini belirterek, Balyoz davası sanıklarının tüm
savunmalarını çökertti. Balyoz sanıkları "2003 yılındaki planda emekli
personelin ne işi var?" ve "2003 yılındaki listede 2005'te açılan
hastanenin ismi ne geziyor?" gibi savunmalar yapıyordu.
Mütalaada, "Balyoz Harekat Planı içinde; 'Devlet otoritesi hakim
kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil şahıslar
atanacaktır. Bu maksatla; bütün kilit görevleri askeri personel
devralacaktır. Anılan kilit personel, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf
okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan,
yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilecek,
bu personele ait hazırlanmış olan isim listeleri güncellenerek hazır
tutulacak...' şeklinde ibareler yer almaktadır. Planda yer alan bu ibarelere
göre harekat ile birlikte kilit görevler için asker ve sivil personellerin
atanacağı belirtilmekte, bu şahıslara ait listelerin güncellenmesinin
isteniyor olmasından da halihazırda bu listelerin var olduğu sonucu ortaya
çıkmaktadır." denildi. Aralık 2002 tarihli belgede yer alan, "Daha önce
tespit edilen hassas tesisler listesi güncellenerek, bu tesislere
görevlendirilmesi düşünülen personel isimleri gönderilecektir." şeklindeki
ifadelere dikkat çeken Savcı Kırbaş, "Hassas tesislerin tespit işleminin
daha önceden yapıldığı, bu yazı ile ise hem bunların güncellenmesinin hem de
buralarda görevlendirilecek personelin belirlenmesinin istendiği, ayrıca bu
ibarelerin Balyoz planında yer alan güncelleme hususlarını da teyit ettiği
görülmektedir." ifadelerini kullandı. (Zaman)
Balyoz'da
tanıklara cebir mektubu
Balyoz Planı Davası avukatları tanıklarla doğrudan görüşerek
duruşmaya gelmeleri için ikna etmek yerine üçüncü kişiler üzerinden zorlamaya
çalışıyor. Avukatlar, siyasilere ve çeşitli barolara
gönderdikleri mektuplarda delillerin sahte olduğunu, dönemin Kara Kuvvetleri
Komutanı Aytaç Yalman ile dönemin Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün davada tanık olması gerektiğini
belirttiler.
03.04.2012 12:55
Balyoz Planı Davası avukatlarından Celal Ülgen ile Hüseyin Ersöz
tarafından, davaya ilişkin olarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e,
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerine, TBMM Başkanı Cemil
Çiçek’e, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a, CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’na, TBMM’deki diğer partilerin genel başkanlarına,
İstanbul, Ankara, İzmir Barosu Başkanları ile Türkiye Barolar Birliği
Başkanı’na bir mektup gönderildi.
-Avukatlar:
Bilimsel gerçeğin üstü örtülüyor-
Davanın gelişim sürecinin anlatıldığı mektupta, "Bu davada soruşturma
savcılarının mahkemeye sundukları üç temel kanıt vardı. Birincisi, Bütün
Balyoz planlarını içeren 11 nolu CD. İkincisi, Donanma Komutanlığı’nda
döşeme altındaki çöplükten elde edilen 5 numaralı harddisk, 11 nolu CD’nin
bir kopyası aynı çöplükten de çıkmıştı. Üçüncüsü de Hakan Büyük’ün evinde
elde edildiği iddia edilen flash bellek. Bu üç kanıt için de ayrı ayrı
bilirkişi incelemeleri, uzman görüşleri tarafımızdan yaptırıldı. 11 nolu CD
ile ilgili olarak ABD’de Arsenal Danışmanlık ve Adli Bilişim Şirketi ile
Yıldız Teknik Üniversitesi’ne, Hakan Büyük’ün evinden el konulduğu ileri
sürülen flash bellekle ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne, 5 numaralı
hard diskle ilgili olaraksa, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve yine Arsenal
Danışmanlık ve Adli Bilişim Şirketi’ne bilirkişi incelemeleri yaptırıldı.
Uzman raporları alındı. Bu incelemelerin tamamı mahkemeden teslim alınan
imajlar üzerinden yaptırılmıştır. Bu denli çok kişinin tutukluluğunun
sürdüğü bu yargılamada böylesine yaşamsal uzman raporlarına karşın,
soruşturma aşamasında alınmış yüzeysel raporlarla karşılaştırılmaması, uzman
raporlarındaki bilimsel görüşlerin üniversitelerde kürsü sahibi kişilerden
oluşturulacak bilirkişi kuruluna incelettirilmemesi bilimsel gerçeğin
üstünün örtülmesi çabasından başka bir şey değildir. İddianamede yer alan
savların başında eski Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Aytaç Yalman’ın darbeyi
önlediği savı gelmektedir. O halde Aytaç Yalman’ın ifadesi ’kamu tanığı’
önemine haizdir. Keza Dönemin Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün de
bu konularda bilgisi olduğu çokça basında yer almaktadır. Bu durumda hem
Sayın Yalman’ın ve hem de Sayın Özkök’ün ifadelerinden gerçek darbe
sanıkların ürkmesi gerekir. Buna karşın sanıklar ittifakla bu iki değerli
komutanın ifadesinin alınmasını istemektedirler. Mahkeme ise bilinmeyen bir
nedenle bundan özenle kaçınmaktadır. Bu gerçeklerin üstünün örtülmemesi
delil üreten bu çetenin ortaya çıkarılması Türk Yargısı için derin devleti
ortaya çıkarmakla eş değer taşımaktadır. Yukarıdaki konuların aydınlanması
ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması konusunda özgülü çabanızı bekliyor
saygılar sunuyoruz" denildi. (DHA)
-Davayı uzatma gayretleri-
Avukatlar dün mahkeme kalemine gerekli masrafı yatırarak mahkemeden bu
iki generalin duruşmalara tanık olmak için çağrılmalarını talep etmişti. Özkök daha
önce yaptığı açıklamada, sanıkların böyle bir talebine sıcak
bakmayacağını, sanıkların çağrısıyla tanıklık yapmayacağını açıklamıştı.
Bu iki tanığın sanıkları zor duruma sokacak ifadeler verdiği ortaya
çıkmıştı. Bunun kamuoyuna yansımasına rağmen tanıkların mahkemeye gelmek
istememelerinin, ifadelerini sahiplendikleri anlamına geldiği açık.
Mahkeme de bu şekilde düşündüğü için olsa gerek onları tanık olarak
duruşmalara çağırmadı. Buna rağmen sanıklar onların tanıklıklarında
ısrar ediyor.
-Deliller değil iddialar sahte-
Delillerin sahteliği iddialarına gelince bu günlerde bu konu zaten bir
kez daha ve yoğun şekilde tartışılmakta. Ve bu tartışmalar, delillerin
değil de aslında iddiaların sahte olduğunu, kafa karıştırma amacıyla
ileri sürüldüklerini çok net şekilde gösteriyor. Balyoz seminerlerine
ait saatlerce uzunluktaki ses kayıtları, ıslak imzalı belgeler, askeri
savcıların Balyoz planlarının gerçekliğine dair şok ses kayıtları,
Askeri bilirkişinin hazırladığı ancak sürgün edilmesine yol açan
Balyoz'un bir darbe planı olduğuna dair rapor. Bilgiler üzerinde
güncellemeler yapıldığına dair ortaya çıkan bilgiler.. Bunlar sanık ve
avukatlarınca gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Gölcük donanma komutanlığı
istihbarat şubenin zeminine gömülü olarak ele geçirilen belgelere dahi
itiraz ediyorlar. Pes dedirtecek bahanelerle bu delillerin sahte
olduğunu, oraya başkaları tarafından yerleştirildiğini ileri sürerek
kamuoyunun kafasını karıştırmaya gayret ediyorlar.
Tartışmalara ışık
tutacak ilginç ve benzer bir örnek Odatv davasında yaşandı. Belgelerin
virüs yoluyla dışarıdan yüklendiği iddia edildi. Pes ya da yuh
dedirtecek bu gerekçeler gerçekleri örtemiyor. Çünkü o belgeler sadece
bir bilgisayarda çıkmadı. Bir çok sanığın bilgisayarında da çıktı.
Ayrıca Odatv'nin yayınları incelendiğinde o belgelerdeki talimatların
nasıl uygulandığı, Odatv'nin Ergenekon savcı ve hakimlerini karalama
amaçlı 'iftarı yemeği' haberinde çok iyi görüldü. Hakimlerin bu
taktiklerle yanıltılması mümkün değil. Sadece kamuoyunun kafası
karıştırılmaya çalışılıyor. Ancak sanıklar delillere itiraz ettikçe o
deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam
oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik
olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil
oluyor.
Balyoz ve diğer davalarda deliller sadece sahte dedikleri delillerle
sınırlı olsaydı itirazların bir anlamı olabilirdi. Ama davada esas olan
ve yukarıda sayıldığı gibi çok sayıda başka deliller de var. Ayrıca
delillerin sahte olduğunu iddia eden sanıkların bunların sahteliğini
yani savcı ve polis tarafından nasıl üretildiğini de ispatlamaları
gerekir. Yani hangi savcı ve hangi polis nerede nasıl bu komployu yapmış
ispatlamaları gerekir. Öyle farzımuhal değil fikir yürüterek değil,
bilfiil ispatlamaları gerekir. İşte dijital verilerle şöyle oynanmış
böyle oynanmış diyerek değil. Bu mantıkla işin içinden çıkılmaz.
Donanma zemin döşemeleri altında deliller bulunuyor, savcı ve askeri
yetkililer nezaretinde deliller tespit ediliyor, ona dahi itiraz
ediyorlar. Bir kulp bulmaya kafa karıştırmaya çalışıyorlar. 'Deliller
işte orada bulundu' denilince, 'Olsun n'olmuş yani. Birileri müdahale
etmiş dijital verilerle oynamış. Onu bulun bulamazsanız siz yapmışsınız
demektir!' diyerek pes dedirten bir mantık sergiliyorlar.
Yine benzer bir mantık Ergenekon sanığı avukat Serdar Öztürk'ün
savunmasında da
sergilendi. Bürosunda ele
geçen belgeleri kabul etmedi. Polis tarafından aramalar esnasında el
çabukluğuyla konulup bulunduğunu iddia etti. Aramalarda çok sayıda başka
avukatın da bulunduğu ortaya çıkınca çark etti. Bu kez sokaktan geçen
bir sabıkalının bunları koymuş olabileceğini iddia etti ve üstelik de bu
kişinin bulunmasını istedi. YUH dedirten bir gerekçe. Yani bu mantığın
sonu yok görüldüğü gibi. Hem yoldan geçen birisinin üzerine suçu atıp
aradan sıyrılıyor hem de o sabıkalının(!) bulunmasını istiyor!
Bir başka ilginç örnek de Ergenekon sanığı Levent Bektaş'tan. Çay
söylemek için dışarı çıktığında polislerin bir dvd'yi bürosuna
yerleştirmiş olduğunu iddia etmiş. Madem öyle, söyleme o zaman çay,
bürodan dışarı çıkma. Telefon et çay getirsinler.. Üstelik sen bir
avukatsın. Böyle bir mazeret yakışmaz sana. Komik duruma düşüyorsun
sadece..
İşte tüm bu ilginç ve komik savunmalar inanılmaz gibi görünse de dava
süreçlerinde gerçekten yaşandı. Çok fazla örneği daha sayılabilir.
-Pes dedirten gerekçeler-
Mahkemenin bu davada bilirkişiye yaptırdığı incelemeler sanıklar ve
avukatlarınca kabul edilmiyor. Gerekçe olarak TÜBİTAK'ın Başbakanlığa
bağlı bir kuruluş olması gösteriliyor. Oysa tüm davalarda mahkeme aynı
kurumlara bilirkişi raporu hazırlatıyor. Sanıkların inanılmaz bir
komploculukla mahkemenin bilirkişi raporunu kabul etmeyerek ABD'li
firmalara bilirkişi raporu hazırlatıyorlar. Bu raporların kabul
edilmesini isteyerek mahkemeye dayatmada bulunuyorlar. Benzer bir
tartışma Dursun Çiçek'in 'ıslak imzalı belgesi' için de yaşanmıştı.
Jandarma, Emniyet ve Adli Tıp olmak üzere birçok devlet kurumunca
hazırlanan raporlara itiraz eden sanıklar yine ABD'li firmalara
bilirkişi incelemesi yaptırılmasında ısrar etmişlerdi. Sanıkların Adli
Tıp raporuna itirazlarında da benzer bir gerekçe vardı: Adli Tıp'ın bir
devlet kurumu olması. Yani oradaki doktorların devletçe atandığı
gerekçesiyle güvenilir olamayacağı idi. Bu nedenle güvenilir bir sonuç
için hükümetin gölgesinden uzak yurtdışı bir kuruma bilirkişi raporu
hazırlatılmalıydı!.. Pes dedirten bu itirazları dile getiren kişiler
yine aynı avukatlardı. Bu avukatlar Ergenekon davalarında 'ıslak imza
makinesi' ve 'buzdolap' şovlarıyla da
tanınıyor. Son icraatları hakimin evrakları arasına gizlice CD
yerleştirmeleri olmuştu. Sanıkların sahte delillerle yargılandıklarını
ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi ise davalık olmalarına yol
açtı. (Abdullah Harun /
kontrgerilla.com)
Balyoz'u
Yalman ve Özkök önledi
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak köşe yazısında, Balyoz Planı sahte mi değil mi diye yürütülen
tartışmaların tali bir öneme sahip olduğunu, ortaya çıkan çok sayıda
somut delilin hükümete karşı bir darbe hazırlığını göstermeye yeterli
olduğunu belirtiyor.
10.04.2012 11:45 Nazlı Ilıcak (Sabah): "Önce Balyoz, sonra Sarıkız..
Balyoz davasından yargılanan Org. Ergin Saygun, 5-7 Mart 2003 tarihli
Plan Semineri notlarını, Tayyip Erdoğan'ın, toplantıdan kısa bir süre
sonra Aytaç Yalman'a verdiğini ileri sürdü. (Bana göre, Yalman,
belgeleri Genelkurmay Başkanı Özkök'e, Özkök, Erdoğan'a, Erdoğan da
Yalman'a iletmiştir. Çünkü dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan Yalman,
o tarihte kilit bir rol oynuyordu.) Jandarma İstihbarat Daire Başkanı
Levent Ersöz'e ait olduğu belirtilen bir konuşma, 4 Mart 2010'da
internete düştü. Bu konuşmada Ersöz, "Orgeneral Yalman, 2003-2004
yılında komutanların hepsini vaktiyle satan adamdır. 19 Mart 2003'te,
Hilmi Özkök'e komutanların hepsini gammazladı" diyordu.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerinde, Aytaç
Yalman'ın, Hilmi Özkök'le aralarında cereyan eden bir konuşma yer
alıyor: Genelkurmay Başkanı Özkök, Yalman'a "Cuma akşamı sizleri
aradığımda (bütün kuvvet komutanlarını kastediyor) benden habersiz
olarak toplanmış durumda buldum. Üzüldüm" diye sitem edince, Yalman,
Özkök'e soruyor: "Geçen yıl size en fazla desteği kim verdi?" Özkök,
"Tabii ki sen verdin ve sana çok müteşekkirim" diyor. Yalman, "O halde
nasıl olur da bizim hakkımızda böyle düşünebilirsiniz?" cümlesiyle
tartışmayı sonlandırıyor. Daha sonra Aytaç Yalman, Hilmi Özkök'le
aralarında geçen konuşmaya bir açıklık getiriyor ve Özden Örnek'e diyor
ki: "Geçen yıl eğer ben ona karşı Çetin Doğan'la birlikte olsaydım, onu
paramparça edeceklerdi."
15 Kasım 2003'te, iki Musevi sinagoguna karşı bombalı saldırı
gerçekleşti. Bombaların İkitelli'deki Gökkuşağı deterjan fabrikasında
imal edildiği ortaya çıktı. İşin tuhafı, 5-7 Mart 2003'teki Plan
Semineri sırasında Tuğgeneral Süha Tanyeri'nin tuttuğu ileri sürülen el
yazısı notlarda, "Gökkuşağı-deterjan" ibaresi geçiyordu. Tanyeri, nasıl
oluyor da, bu bombaların Gökkuşağı deterjan fabrikasında imal
edileceğini 8 ay önceden biliyordu?
Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, bu örgüt konusunda bilgisi olup
olmadığını MİT'e sormuştu. MİT "Bilgimiz var. Bu bilgiyi 19 Kasım
2003'te Başbakan'a da sunduk" cevabını vermişti. 15 Kasım 2003'te 2
sinagog bombalanıyor, 19 Kasım 2003'te MİT, Başbakan'a bir değerlendirme
notu veriyor. Başbakan'ın, 2 Aralık 2003'te yaptığı grup konuşmasında,
vakti saati geldiğinde demokrasi çerçevesinde birileriyle
hesaplaşacağını söylemesi, "Bunun belgesi, bilgisi, delileri, her şeyi
elimizdedir" demesi de, MİT'in aktardığı malumat çerçevesinde
yorumlanabilir.
3 Aralık 2003'te, Yüksek Askeri Şura öncesi, Genelkurmay Başkanlığı'nda
komutanlar toplanıyor. Hemen icraata geçilmesini ve Özkök'ün hükümete
muhtıra vermesini istiyorlar. Özkök, onları yatıştırıyor. "Bu hükümet
gitmelidir ama demokratik yollardan bu işi halletmeliyiz" diyor. Özden
Örnek, bilgisayarına not düşüyor: "Tarihi bir toplantıydı. Genelkurmay
Başkanı'na onunla aynı fikirde olmadığımız mesajı verildi. Yalnız
kaldığını anladı. Eylem planına ad koyduk: Sarıkız."
Balyoz Planı sahte mi değil mi diye yürütülen tartışmalar tali bir öneme
sahip. Buna mukabil, somut olaylar, AK Parti iktidara geldiği tarihten
itibaren, önce 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, muhtemelen Jandarma
Genel Komutanı Şener Eruygur'la işbirliği yaparak bir darbe hazırlığı
içine girdiğini, Aytaç Yalman'ın onlarla birlikte görünmekle birlikte,
hadiseyi Genelkurmay Başkanı Özkök'e intikal ettirdiğini gösteriyor.
Zaten, Çetin Doğan'a "İç tehdide ilişkin Plan Semineri yapma" talimatını
veren de Yalman. Çetin Doğan'ın Ağustos 2003'te emekliye ayrılmasından
sonra, bu defa Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ön plana çıkıyor.
Özkök, bütün faaliyetlerin farkında; yakından izliyor. Hatta, Aytaç
Yalman'ın Ergenekon davasında verdiği ifadeye göre, Sarıkız, Ayışığı ve
Yakamoz belgelerini, 2004 bahar ayında, Hilmi Özkök kendisine
gösteriyor.
Bence de Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök ifade vermeli. Ama bu ifade, diğer
sanıkların yanında değil, gizli olmalı. Ancak o zaman gerçekten bildiklerini
açıkça söyleyebilirler." (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Balyoz'da
sokak yalanı belgelendi
Balyoz sanıklarının '2003'teki Balyoz planında geçen sokak ve cadde
isimleri, İBB tarafından 2006'da verildi' iddialarının doğru olmadığı
ortaya çıktı. Eylemde geçen ‘Manyasizade Caddesi' ismi, Milliyet ve
Cumhuriyet'in 1966, 1970, 1997 ve 1985 tarihli nüshalarında defalarca
yer almış.
11.04.2012 13:03 Balyoz darbe planı sanıkları ve İşçi Partililerin,
Balyoz iddianamesinde geçen “Manyasizade” ile “Darüşşafaka” gibi sokak
ve cadde isimlerinin, planın hazırlandığı 2003 yılına ait olmadığı
iddiası fos çıktı. Kartel medyasının da sık sık dillendirdiği ‘2003'te
hazırlanan planda geçen sokak ve cadde isimleri, İBB'nin meclis
kararlarıyla 2006 yılında verilmiştir. 2003 yılında henüz var olmayan
sokak isimlerinin planda yer alması, belgelerin sahte olduğunu ortaya
koymaktadır' şeklindeki iddianın düpedüz yalan olduğunu belgeliyoruz.
İddiaların aksine “Manyasizade” ile “Darüşşafaka” isimlerinin 1960'tan
2000'li yıllara kadar yayınlanan yüzlerce gazete haberi ve resmi ilanda
yer aldığı açıkça görülüyor. 9 Temmuz 1970 tarihli Milliyet gazetesinde
yayınlanan İstanbul Defterdarlığı'nın satış ilanı, 16 Mayıs 1997 tarihli
Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ZDF muhabirinin Fatih Çarşamba
semtinde dövülmesi haberi, 27 Ocak 1985 tarihli Cumhuriyet'te yayınlanan
İstanbul Asliye 6. Hukuk Hakimliği ilanı gibi pek çok haber ve ilanda
adı geçen sokak isimleri kullanılıyor.
İP'LİLERİN DEZENFORMASYONU DEŞİFRE OLDU
Dezenformasyon yayınları ile bilinen İşçi Partisi yayın organı Aydınlık
gazetesi Fatih ile Beyazıt camilerine yönelik Çarşaf ve Sakal eylem
planlarında büyük bir çelişkiyi ortaya çıkardığını iddia etmiş, planda
yer alan 28 Şubat 2003 tarihinde yapılacak eylemlerde geçen
“Manyasizade” ve “Darüşşafaka” caddeleri isimlerinin İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Meclisi kararlarıyla 2006'da verildiğini ileri sürmüştü.
Akit, Balyoz cuntasının ve medyadaki işbirlikçilerinin sık sık
dillendirdiği sözde büyük çelişkinin çirkin bir yalandan ibaret olduğunu
ortaya koyuyor.
2006'DA VERİLDİĞİ İDDİA EDİLEN İSİMLER YILLARDIR KULLANILIYOR
Sık sık Balyoz cuntası sanıklarına destek haberlerinin yayınlandığı
Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin arşivinde yer alan yüzlerce haber
ve ilanda, belirtilen sokak ve cadde isimlerinin geçtiği açıkça
görülebiliyor. 16 Mayıs 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 1.
sayfasında yer alan “..savcılığa sevk edildi. 3 günlük operasyonlarda 88
kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Alman ZDF televizyonu için
Manyasizade Sokak'ta çekim yapmak isterken tartaklanan kameraman, olayı
eğlenceli bulduğunu söyledi..” şeklindeki haberde, aynı gazetenin 27
Ocak 1985 tarihli sayısında 2. sayfada yer alan “..İstanbul Asliye 6.
Hukuk Hakimliğinden 1984/286 Davacı Selahattın Akbayrak tarafından
davalı İsmail Hakkı Serim aleyhine açılan hükmen tescil davasında
Manyasizade Cad. No: 43 Çarşamba Fatih İstanbul adresinde bulunduğu
bildirilen davalı İsmail Hakkı Serim yapılan tebligatla gelmediğinden
gıyabında duruşmanın yürütülmesine karar verildiğinden, duruşma günü
olan 13 3 1985 günü saat 10'da duruşmaya..” ve yine aynı gazetede yer
alan 14 Mayıs 1979 tarihli “O. PAŞA Şükran (Cumhuriyet Meydanı, 17},
Şifa (Küçükköy. G. O. Paşa Cad. 14/C) FATİH Yeni Işık (Çarşamba.
Manyasizade Cad. 65), Bal (Mıhcılor Cad. 33/60) Dinçer Millet Cad. 155/
2), Esin (Haseki, Millet Cad. 219/1). Duygu (K. M. Paşa, Kocamustafapaşa
Cad. 202), Çınar (Küçükmustafapaşa Cad. 82) KADIKÖY Sevgi (Bahariye Cad.
37), Saray (Acıbadem, Saraylı Şemsibey Sok. 11/2)” şeklindeki haberlerde
sözde bilinmeyen Manyasizade Caddesi ismi kullanılıyor.
MANYASİZADE CADDESİ AÇIKÇA GÖRÜLEBİLİYOR
01 Mayıs 1966 tarihli Milliyet Gazetesi: “Polisi dövdükten sonra
tabancasını alıp kaçtı. Önceki gece sabaha karşı 34 FC 082 plakalı
otomobiline Necla Çığır adlı bir bar kadınını alan Şakir, Çarşamba
Manyasizade caddesinde şoför Kazım Kurtuluş'un arabasıyla karşılaşmış ve
aralarında yol verme hususunda tartışma çıkmıştır.”
9 Temmuz 1970 tarihli Milliyet Gazetesi: Gazetede yayınlanan İstanbul
Defterdarlığı'nın satış ilanında ise “Durmuş Göksü, Fatih Vergi
Dairesine olan borcundan ötürü Manyasizade Cad. 43/2 Çarşamba sayılı
mahalde tartı hacze alınan yukarıdaki cins ve evsafı gösterilen eşyanın
14.7.1970 günü saat 14.00'de meskun mahalde 6183 sayılı amme
alacaklarının tahsili usulü hakkındaki kanunun hükümlerine tevfikan ve
peşin para ile satılacaktır” deniliyor. Yine yayınlanan 1970 tarihli
gazete ilanında haciz işleminin Manyasizade Caddesi'nde yapıldığı
görülüyor. (Yeni Akit)
O CD'nin kopyası Gölcük'ten çıktı
Taraf yazarı Alper Görmüş yazısında, Balyoz
sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız
olduğunu örneklerle açıklıyor. Sahte olduğu iddia edilen 11 nolu CD'nin
bir kopyasının Gölcük'ten çıktığını (1 nolu CD) hatırlatan Görmüş, bunun
o CD'nin sahte olmadığına dair çok kuvvetli bir delil olduğunu
vurguluyor.
13.04.2012 12:39 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal
daha var (2).. Bir düzeltmeyle başlayacağım... Salı günkü yazımda
“gazetecinin, zihnindeki bir bilgiyi kontrol etmeden kullanması” diye
özetleyebileceğim bir gazetecilik tuzağına düştüm: Yazımın temel
iddiasına halel getirmese de, Balyoz davasının en önemli delillerinden
biri olan 11 No’lu CD’nin kayıp harddiskinin, Gölcük’teki Donanma
binasında yapılan aramada (6 Aralık 2010), istihbarat biriminin
döşemelerinin altında gizlenmiş yeni Balyoz belgeleri arasında
bulunduğunu yazdım.
Oysa zihnimde kalana güvenmeyip iddianameye tekrar göz atsaydım, bu
bilginin doğru olmadığını görecektim.
Peki, o koşulda, yazmakta olduğum diziyi kaleme almaktan vaz mı
geçecektim? Ya da “11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkilerini
Balyoz’cuların bilinçli bir şekilde yaratmış olabilecekleri” şeklindeki
iddiamı öne sürmeyecek miydim?
Hayır, yazdığım her şeyi yine yazacaktım, çünkü 11 No’lu CD’nin
yazıldığı harddiskin Gölcük’te ortaya çıktığı doğru değildi ama, o
CD’nin bir kopyasının (1 No’lu CD) orada ele geçirilen çuvalların
içinden çıktığı gerçekti.
Dikkat edilirse, geçen yazımda, iddiam açısından taşıdığı öneme rağmen
11 No’lu CD’nin kopyasının Gölcük’te ele geçirildiğinden hiç söz
etmedim. Çünkü bu bilgi bir biçimde zihnimden uçmuş, yerine “Gölcük’te
11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk bulundu” bilgisi geçmişti.
Fakat dediğim gibi: Geçen yazıya oturmadan önce kontrol edip bilginin
doğrusuna ulaşsaydım dahi, o yazıda ileri sürdüğüm bütün iddiaları
yanlış bilgi (“11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk Gölcük’te ele
geçirildi”) üzerinden değil, doğru bilgi (“11 No’lu CD’nin kopyası
Gölcük’te ele geçirildi”)üzerinden yine öne sürecektim.
Şimdi sırasıyla geçen yazıda yanlış bilgiyi hangi bağlamda kullandığımı;
yazıda dile getirdiğim temel iddiamın ne olduğunu ve nihayet yaptığım
hatanın temel iddiama neden halel getirmediğini bu defa kopya CD
üzerinden anlatacak, ardından da geçen yazıda bıraktığım noktadan konuyu
işlemeye devam edeceğim.
11 No’lu CD’nin kopyasının Gölcük’ten çıkmasının anlamı...
Ben, 6 Aralık 2010’da Gölcük’te yeni belgeler bulunana kadar, işaret
edilen zamanlama çelişkilerinin 11 No’lu CD’nin sonradan üretilmiş
olduğu iddiasına çok ciddi bir argüman sağladığını düşünüyor, bunu da
yazılarımda belirtiyordum.
Fakat ne zaman ki “sonradan üretilmiş” denen CD’nin aynısı (1 No’lu CD)
başka ve yeni belgelerle birlikte Gölcük’teki zulada ortaya çıktı, o
zaman 11 No’lu CD’nin darbecilerin öz malı olabileceğine dair kanaatim
güçlendi.
Çünkü, bu yeni bulguyla birlikte, “zamanlama çelişkileri” mevzuunu
tartışan herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir sonuç çıkıyordu ortaya,
o da şuydu: 11 No’lu CD’yi kimler üretmişse, 1 No’lu CD’yi de aynı
kişiler üretmiştir.
Neden “bir ihtimal daha olmalı” diye düşündüm?
Bu mecburi kabulün, “11 No’lu CD bir çete tarafından sonradan
üretilmiştir” tezini savunanları tarifsiz bir zorluk içine soktuğu çok
açıktı. Çünkü iddialarını sürdürebilmeleri için, Gölcük’te askeri
istihbarat şubesinin tabanına gömülmüş olarak bulunan çuvalların
sahibinin de “çete” olduğunu söylemeleri gerekecekti. Nitekim tastamam
öyle yaptılar.
Buna inanmak isteyen inanabilir, fakat ben bu kadarını artık zekama
hakaret sayıp, 11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkileriyle, CD’nin
darbecilerin öz malı olduğu kabulünü uyumlu hale getirecek bir “model”
geliştirdim.
Modelim, “Bir çete, 2009’da oturup 2003’e dair bir darbe senaryosu
yazdı” iddiasını öne sürenlerin “çetecilere” atfettikleri sahtekarlığın
aynısını Balyoz darbecilerinin uygulamış olabilecekleri esasına
dayanıyordu...
Nasıl ki onlar, “Çete, bilgisayarda hazırladıkları her dosyanın üst
verilerini manuel olarak değiştiriyor, gerçekte 2009’da üretilen bir
dokümanı 2003’te üretilmiş gibi gösteriyordu” diyorlarsa, ben de şunu
diyordum:
“11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze
tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan bilgileri sürekli
güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın tarihini
bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye
ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda,
‘zamanlama çelişkileri’ni öne sürerek ‘her şey sahte, her şey senaryo’
iddiasını öne sürebilsinler...”
Doğan ve Rodrik ne yazdılar?
Görüldüğü gibi, benim “model”im bir iddia olarak meşruiyetini 2010’un
ocak ayında Taraf’a ulaştırılan Balyoz belgelerinin ikiz kardeşlerinin
aynı yılın aralık ayında Gölcük’te ele geçirilmesinden alıyor.
Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in yazımın yayımlandığı gün bloglarında bana
verdikleri cevapta sadece “bu bilgi yanlış” deyip başka bir şey
dememeleri ve öne sürdüğüm “model”in ne olduğundan hiç söz etmemeleri de
doğrusu çok anlamlı geldi bana.
Öyle yaptılar, çünkü onlar da gayet iyi biliyor ki 11 No’lu CD’nin
yazıldığı harddiskin Gölcük’te bulunduğu şeklindeki bilgi, evet
yanlıştır ama, bu, dile getirdiğim ihtimali dışlamaz. Doğan ve Rodrik, “Alper
Görmüş’ün uyduruk bilgi üzerine inşa ettiği yazısı” başlığını
kullanmışlar ama eleştirilerinde “uyduruk bilgi” üzerine neyi “inşa”
ettiğime hiç değinmemişler.
Oysa, hazır bilginin “uyduruk” olduğu sabitken, onun üzerine “inşa
edilen” iddiayı da aktarıp muhatabınızı iyice “rezil etmek” münasip
olmaz mıydı?
Acaba diyorum, böyle yapılmamasının nedeni, “inşa edilen” şeyin
telaffuzundan duyulan rahatsızlık olabilir mi?
Benim, “Balyoz’daki zamanlama çelişkileri” üzerine kaleme aldığım eski
bir yazıma ikilinin tepkisini hatırladığımda, bu soruya “olabilir”
cevabını veriyorum.
Size de anlatayım...
“Çelişkiler” üzerine eski tartışma...
28 Aralık 2010 tarihli yazım, salı günü de ifade ettiğim gibi, benim
savcıların zamanlama çelişkilerine mutlaka “teknik” bir açıklama
getirmek zorunda oldukları yönünde yazılar yazdığım dönemin (yani Gölcük
buluntuları öncesi dönemin) son yazısıydı. O dönemde, “darbecilerin,
ellerindeki bazı listeleri güncellerken bilgisayarın tarihini bir
istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye
ayarlamış olabilecekleri” gibi bir düşünce aklımın ucundan bile
geçmiyordu. Nitekim 28 Aralık 2010 tarihli yazıda da şöyle demiştim:
“Bildiğim kadarıyla, savcılar bu tuhaflığı ‘arşivlerin sürekli olarak
güncellenmesi’yle açıklama eğilimindedirler... Yani şöyle düşünüyorlar:
Balyoz belgeleri 2009’dan sonraki bir tarihte ‘çalındığında’, listeler o
günün taze bilgilerini içerecek şekilde ‘update’ edilmişti zaten.”
Hemen ardından “Neden o dosyaların üstverilerinde ‘update’ edildikleri
tarihler değil de 2002-2003 tarihleri var” sorusunu soruyor, “zamanlama
çelişkileri”nin “güncelleme”yle açıklanamayacağını savunuyordum.
Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in aynı gün bloglarında bana verdikleri
cevaptaki şu satırlar o zaman beni çok şaşırtmıştı:
“Görmüş’ün tezine inanacak olursak (...) Tüm bu belgeler 2009 senesinde
‘çalınmadan evvel’ CD’ye kaydedildikleri zaman, CD’lerin oluşturulma
tarihi geriye alınıyor ve CD’lere günün tarihi yerine 2003’teki plan
seminerinin tarihi yazılıyor.”
O dönemde aklımın ucundan bile geçmeyen, dolayısıyla yazılarımda ima
bile etmediğim bir “ihtimal”nasıl olmuştu da Doğan-Rodrik ikilisi
tarafından dile getirilmişti. Ben bugün bunu bir tür lapsusla (beynin
gizlemeye çalıştığını dilin faş etmesi) açıklayabiliyorum ancak.
Bir ilginç nokta da şuydu bana verdikleri cevapta: İkili, öne sürdüğümü
öne sürdükleri iddiayla ilgili herhangi bir yorumda bulunmuyorlar,
sadece “Bu tuhaf senaryo gerçekleşmiş olsa dahi, belge ve CD’lerin
üstverileri değiştirilmiş olduğundan ve belgelerin gerçekte ne zaman en
son kaydedildiğini yansıtmadığından hukuki olarak delil kabul edilmeleri
zaten mümkün değil” demekle yetiniyorlardı.
Balyoz davası sona yaklaşırken, 11 No’lu CD’deki zamanlama
çelişkilerinin darbeciler tarafından bilinçli bir biçimde oluşturulduğu
ihtimalini öne sürmek, bunları, “11 No’lu CD’nin sonradan üretildiği”
tezinin temel dayanağı olarak sunanların konforunu fena halde bozmuşa
benziyor.
Ben şahsen verdiğim bu rahatsızlıktan dolayı hiç üzgün değilim!
NOT. Gördüğünüz gibi geçen yazının sonunda vaat ettiğim şey bir sonraki
yazıya kaldı... Orada da dediğim gibi: Önümüzdeki yazıda, zamanlama
çelişkilerinin zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i
işaret ettiği iddialarının taşıdığı zayıflıklar üzerinde duracak ve böylece
öne sürdüğüm ihtimali tahkim etmeye çalışacağım." (Alper Görmüş
/ Taraf)
Sahte
delil çelişkileri
Taraf'tan Alper Görmüş, Balyoz davasındaki delillerin sahte olduğunu
iddia edenlerin iddialarını çürütmeye devam ediyor. Görmüş yazısında,
zamanlama çelişkileri, çete, sonradan üretilmiş deliller gibi iddiaları
inceliyor.
17.04.2012, 13:12
Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (3).. Bu
dizinin ilk iki yazısında, Balyoz davasındaki meşhur 11 No’lu CD’deki
zamanlama çelişkilerinin bir istihbarat yanıltmacası olabileceğini öne
sürmüş, şöyle demiştim: “11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin
hafızasını her daim taze tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan
bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise
bilgisayarın tarihini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde
manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre
olduğunda, ‘zamanlama çelişkileri’ni öne sürerek ‘her şey sahte, her şey
senaryo’ iddiasını öne sürebilsinler...”
İddiamın meşruiyetini esasen, Taraf’a ulaştırılan belgeler arasında yer
alan 11 No’lu CD’nin kopyasının (1 No’lu CD) Gölcük’teki İstihbarat
Şubesi’nin döşemelerinin altındaki gizli bölmede bulunmuş olmasından
aldığını söylemiştim. Fakat bu iddiayı öne sürerken dayandığım bir başka
meşruiyet kaynağım daha var: 11 No’lu CD’deki “zamanlama çelişkileri”nin
zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret
ettiğine dair iddianın taşıdığı zayıflıklar... Şimdi sıra onlara geldi.
Zamanlama çelişkilerine neden hep “listeler”de rastlanıyor?
İddianın zayıf yanlarından biri şu: Bu türden zamanlama çelişkileri hep
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) zaten tutulan ve sürekli olarak
güncellenen birtakım listelerde bulunuyor. Öyle olunca da, zamanlama
çelişkilerini “Darbenin hafızasını sürekli taze tutmak için TSK’da
üretilen listelerin güncellenmesiyle” açıklayanların elleri güçleniyor.
Oysa bu çelişkiler, davanın delilleri arasında yer alan birtakım “düz”
metinlerde de gösterilebilseydi, onlara dayanarak “çete” suçlamasında
bulunmak çok daha ikna edici olabilirdi.
Aslında “zamanlama çelişkileri”nde böyle bir dönem de yaşadık...
Özellikle, Balyoz darbe girişiminin temel belgesi sayılan “Balyoz
Güvenlik Harekat Planı”ndaki (BGHP) kimi zamanlama çelişkileri, o
dönemde bazı gazetecileri çok heyecanlandırmıştı. BGHP’nin içinde
zamanlama çelişkisi bulmak ve böylece onun “sonradan üretilmiş” olduğunu
“ispatlamak” amacıyla gerçekleştirilen kazı çalışmasından devşirilen
argümanlar önce Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in bloglarında, ardından
birlikte kaleme aldıkları Balyoz adlı kitapta ve nihayet bazı köşe
yazarlarının “vay canına!” efektli yazılarında yer aldı.
Bu çelişkilerin içinde “en güçlüler” olarak sivrilen ikisi gazetelerin
ve köşe yazarlarının gözdesiydi. Ben, o günlerde kaleme aldığım
yazılarda ikisinin de geçersizliğini göstermiştim. Zaten uzun bir zaman
önce BGHP içinde “zamanlama çelişkisi” bulma çabasından vazgeçildi ve
TSK’da sürekli olarak tutulup güncellendiğini bildiğimiz “listeler”deki
zamanlama çelişkileri üzerine yoğunlaşıldı.
BGHP’deki zamanlama çelişkileri...
Balyoz darbe planının temel belgesinde yer alan ve bir zamanlar üzerinde
fırtınalar kopartılan iki “büyük” zamanlama çelişkisinin ne olduğunu
hatırlayalım... Bunlardan ilki önce Doğan ve Rodrik’in bloglarında,
ardından internet sitelerinde yer aldıktan sonra 3 Ağustos 2010 tarihli
Milliyet’te birinci sayfa haberi olarak zuhur etti: “Balyoz’da ‘Ege
Ordusu’ bilmecesi...” Ayrıntılarda da şunlar vardı:
“Aralarında muvazzaf subay ve generallerin de bulunduğu 196 kişi
hakkında dava açılmasına dayanak olan ve 2002 yılında hazırlandığı ve
2003 yılında düzenlenen toplantıda ele alındığı öne sürülen ‘Balyoz
Güvenlik Harekat Planı’ adlı belgede ‘Ege Ordusu Komutanlığı’nın da adı
yer alıyor. Fakat bu komutanlığın adı 2007 yılına kadar ‘Ege Ordu
Komutanlığı’ idi. Yani planın hazırlandığı dönemde ‘Ege Ordu
Komutanlığı’ olarak geçen birimin adı beş yıl sonra değiştirilmiş olan
haliyle; ‘Ege Ordusu Komutanlığı’ olarak yer aldı.” Yani: Bu Balyoz
Güvenlik Harekat Planı denen belge 2007’den sonra hazırlanmıştır, yani
kurgudur.
Haberi okuyunca ilk iş olarak Google’a girdim, arama butonuna “Ege
Ordusu Komutanlığı” yazdım ve adının 2007’de resmen böyle
değiştirilmesinden önce de komutanlığın zaman zaman bu adla anılıp
anılmadığını kontrol ettim. Yarım saat içinde derlediğim bilgiler hiç
fena değildi: Anadolu Ajansı’nın 2006 şura atamalarını duyurduğu bir
haberinde (Hürriyet ve Sabah, 4 Ağustos 2006): Milli Savunma
Bakanlığı’nın web sitesinde yayınlanan bir ihale ilanında (30 Eylül
2005): Hakkı Devrim’in Radikal’deki iki makalesinde (22 Eylül 2002 ve 15
Mayıs 2004) Ege’deki ordunun adı “Ege Ordusu Komutanlığı” diye
geçiyordu. Daha da ilginci, 2004’te “Ege Ordu Komutanı” olan Orgeneral
Hurşit Tolon’un, başında bulunduğu komutanlıktan “Ege Ordusu
Komutanlığı” diye söz etmesiydi. Böylece bu tez çökmüş oluyordu.
BGHP içinden gösterilen ikinci “çelişki” ise ilk bakışta daha da
çarpıcıydı... “2005’teki konuşma, 2002’deki metinde ne arıyor?”
BGHP içinde bir de mini ekonomi programı yer alıyordu. Doğan-Rodrik
ikilisi, bu programın ulusalcı-İslamcı-askerci (garip ama gerçek) bir
iktisatçı olan Haydar Baş’ın 2005’teki Milli Ekonomi Kongresi’nin
kapanışında yaptığı konuşmayla taşıdığı büyük benzerliklere dikkat
çektiler ve yine aynı sonuca vardılar: 2005’te yapılmış bir konuşma
2002’de oluşturulduğu söylenen bir belgede yer alamayacağına göre, belge
2005’ten sonraki bir tarihte oluşturulmuştur, yani bir “sahtekarlar
çetesi”nin işidir.
İddia ciddiydi, BGHP belgesini inceleyen askeri bilirkişi, iki metin
arasında tam 25 paragraflık bir benzerlik saptayınca daha da ciddi bir
hal almıştı. Gerçekten de neredeyse birebir aynıydı paragraflar...
Ben ne yaptım? Oturdum, bu 25 paragrafı karşılaştırdım ve şu iki noktayı
saptadım:
Birincisi: Benzerlik taşıyan 25 paragrafın tümü 2002 sonrasına referansı
olmayan paragraflardı. Oysa 2005’teki konuşmanın (ki 100 paragraf
civarındaydı) öbür bölümlerinde 2002 sonrasına referans veren
paragraflar vardı.
İkincisi: 2005 tarihli konuşmadaki bazı rakamlar, BGHP içindeki
karşılıklarının güncelleştirilmiş halinden ibaretti. Şunlar gibi:
2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekat Planı: “Ülkemizin iç ve dış
borçları 250 milyar doları bulmuş, yeraltı ve yerüstü kaynakları
yabancılara satılmış, ülke yönetimi IMF, Dünya Bankası ve AB’ye teslim
edilmiş, üretim neredeyse sıfırlanarak...”
2005 tarihli konuşma: “Ülkemiz, iç ve dış borçları 400 milyar dolara
baliğ olmuş, ekonomi yönetimi IMF’ye teslim edilmiş, üretimini nerdeyse
sıfırlamış...”
2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekat Planı: “Günümüzde kapitalist sömürü
yönteminin adı ve adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin
yüzde 60’ı 500 büyük şirketin elindedir.”
2005 tarihli konuşma: “Yeni dünya düzeninde sömürü yönteminin adı ve
adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin yüzde 65’ini 500
büyük şirket denetlemektedir.”
Bir “çete” bu kadar salak olabilir mi?
Şimdi: İddia edildiği gibi, bir “çete” 2009’da oturup 2002-2003’e dair
bir “darbe senaryosu” yazdıysa ve yine iddia edildiği gibi
hazırladıkları temel belgede 2005’te yapılmış bir konuşmayı
kullandılarsa, rakamlardaki bu “düzeltme”yi nasıl açıklayacağız?
“Çete” şöyle mi akıl yürütmüştür: “Biz 2005’teki bu konuşma metnini
kullanıyoruz ama, ona sanki 2002’de yazılmış süsü verebilmemiz için a)
2005’e dair rakamları 2002’ye göre ‘düncellemeliyiz...’ Ayrıca, 2002
sonrasına referans veren bütün rakamlardan da arındırmalıyız.”
Niye ki? Sözünü ettiğimiz şey altı üstü iki sayfalık klişe bir ulusalcı
ekonomi deklarasyonu değil mi ki “çete” oturup kendi metnini yazmamış
da, ona harcayacağı zamanı, metni “düncellemeye” ayırıp, tuzak kurmaya
çalıştıklarının eline bu kadar büyük bir koz vermiş?
Bu saçmalığı siz de zekanıza hakaret sayıyorsanız, size iki alternatifli
bir izah getireceğim, artık hangisini isterseniz:
a) Haydar Baş 2005’teki konuşma metnini, 2002’den önce yazdığı bir metni
genişletip güncelleyerek oluşturmuştur. Balyoz darbecileri de 2002’de
onun ilk versiyonundan yararlanmışlardır.
b) Balyoz darbecilerinden biri, oluşturdukları “ekonomi programı”nı
2002-2003’ten sonraki bir tarihte Haydar Baş’a iletmiştir. O da
metindeki eski rakamları güncelleyerek ve birtakım ilaveler yaparak
2005’te konuşma metni haline getirmiştir. (Nasıl olsa gizli belge, kim
bilecek?)
Haydar Baş’ın askerlerle muhabbetini düşündüğümüzde insanın aklına başka
ihtimaller de geliyor ama, bunlara şimdilik girmeyelim." (Alper
Görmüş / Taraf)
Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var
Taraf'tan Alper Görmüş, Balyoz davasındaki delillerin sahte olduğunu
iddia edenlerin iddialarını çürütmeye devam ediyor. Görmüş, yazı
dizisinin son bölümünde, zamanlama çelişkileri, çete, sonradan üretilmiş
deliller gibi iddiaları inceliyor.
20.04.2012 12:03 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal
daha var (4).. Başta meşhur 11 No’lu CD olmak üzere Balyoz
belgelerindeki “zamanlama çelişkileri” üzerine kaleme aldığım dizinin
sonuna geldik. Geçen yazıda, 11 No’lu CD’deki “zamanlama çelişkileri”nin
zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret
ettiğine dair iddianın taşıdığı zayıflıklar üzerinde durmaya başlamış,
bugün devam edeceğimi söylemiştim.
Öncelikle, bütünüyle geçmişe dair bir senaryo yazmak üzere
bilgisayarlarının karşısına geçen“çete”nin en dikkatli olması gereken
noktada nasıl bu kadar çok “zamanlama hatası” yapabildiğinin üzerinde
durmak isterim. Meşhur “listeler” üzerinden gidelim ve yapılan hatanın
niteliksel olarak nasıl bir şey olduğunu daha net olarak görebilmek için
konu dışı bir örnek üzerinde duralım...
Diyelim “A” futbol takımından beş kişilik tribün liderleri grubu, gıcık
kaptıkları “B” futbol takımının tribün liderlerinden birine bir tuzak
hazırlasınlar... Kurguladıkları senaryo, “B”li tribün liderinin “A”
takımının oyuncularından birine beş yıl önce bir suikast hazırladığı
temel iddiasına dayansın. Bu amaçla, guya suçlayacakları kişinin
bilgisayarından çıkmış bir “A” takımı oyuncuları listesi
hazırlasınlar...
Şimdi: Böyle bir planı hazırlayan grubun en fazla dikkat edeceği husus,
listenin beş yıl önce “A” takımında oynayan futbolculardan
oluşturulmasıdır, öyle değil mi? Fakat ne oluyor? Bizim beş kafadarlar,
11 kişilik listeye iki tane de “A” takımına iki ya da üç yıl sonra
transfer edilecek olan futbolcu ekliyorlar.
O kadarla da kalmıyorlar, mesela saldırıdan sonra suikastçının kaçıp
sığınacağı “B” takımının tesislerinin sözde “suikastçının elinden çıkmış
krokisi” de, takımın daha bir yıl önce açılışı yapılmış tesislerini
işaret ediyor.
Şimdi konuya biraz daha yaklaşalım ve 2010’da kaleme aldığım “zamanlama
çelişkileri” yazılarımdan birinde başvurduğum daha konuya yakın bir
örneği hatırlayalım... Biliyorsunuz, planlarda yasaklanacak gazeteler,
gözaltına alınacak gazeteciler falan da var.
Diyelim Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kuran “sahtekarlar çetesi” bir
de “Hapse atılacak Hürriyet yazarları” (!) listesi oluşturmuş olsunlar.
Unutmayın, 2009’dayız ve 2002-2003’e dair bir senaryo yazılıyor...
“Çete” elemanları açıyorlar önlerine 2009’da Hürriyet’te yazmakta olan
yazarlar listesini, aralarından 15-20’sini işaretliyorlar... Ve
akıllarına bunların 2002-2003’te de Hürriyet’te yazıp yazmadıklarını
kontrol etmek gelmiyor... Ve iş mahkemeye düşünce de “darbe sulandırma
uzmanları”na gün doğuyor: “Salaklara bak lan, Ahmet Hakan bile var
listede!”
-Üstelik ellerinde eski tarihli listeler var!-
“Çete”nin bu kadar basiretsiz olmasına inanmamızı daha da zorlaştıran
bir nokta da şu: Yukarıdaki muhayyel örneklerde, bugünden geriye bakıp
beş yıl, 10 yıl önceki dönemlere ait yepyeni listeler hazırlanıyordu...
2009’da oturup 2002-2003’e dair bir senaryo yazan “çete”nin elinde ise
zaten 2002-2003 tarihli eski listeler var... Fakat nasıl oluyorsa
oluyor, “çete” üyeleri bu listelere sonraki tarihlerde ortaya çıkan,
kurulan, ismi değiştirilen birtakım yeni gazeteler, firmalar vb. ekliyor
ve daha sonra polise ihbar etmek üzere (yoksa “çete” bizzat polis
miydi!) bunları bir yerlere zulalıyorlar.
Hadi, bugünden düne dair yepyeni listeler hazırlanacaksa, yani işe
sıfırdan başlanacaksa hata yapılabileceğini kabul edelim... İyi de,
elinizde zaten eski tarihli listeler varsa ve siz o tarihlere dair bir
senaryo hazırlıyorsanız, niye yenileyesiniz bu listeleri? Bu işte bir
parçacık olsun mantık var mı?
İşte beni bu türden mantıksızlıklar mahvetti ve sonunda zamanlama
çelişkilerinin muhayyel bir“çete”nin salaklıklarının değil, Balyoz’cuların
bilinçli müdahalesinin ürünü olma ihtimaline dayanan kendi “model”imi
geliştirdim. Takdir sizin." (Alper
Görmüş / Taraf)
Sütten
çıkmış ak kaşık değiller
Ergenekon ve Balyoz davalarında sona yaklaşılıyor. Hakim ve savcılar
konuşamadığı için, avukatlar ve sanık yakınları kamuoyu vicdanında
kendilerini aklamaya çalışıyor, delillerin sahte olduğunu, suçsuz yere
yargılandıklarını ileri sürüyorlar. Geçtiğimiz günlerde
sonuçlanan fuhuş ve casusluk davası buna ilginç bir örnek.
Fuhuş ve casusluk suçlarının ispatlanamadığı davada, TSK'nın gizli
bilgilerini çalan bir örgüt tespit edildi. Sanıklar bu suçtan ceza aldı.
Ama bazı medya işin bu kısmını görmeyerek sanıkların suçsuz yere
yargılandığını açıkça iddia edebildi. Sanık ve onları savunan medyanın
bu şaşkınlığına Sabah yazarı Nazlı Ilıcak tepki gösteriyor.
08.08.2012 10:34 Nazlı Ilıcak (Sabah): Sütten çıkan ak kaşık değil
herkes.. Davalarda sona yaklaşılırken, askeri müdahale iddialarını
yalanlama kampanyası da şiddetlendi. Hakim ve savcılar konuşamadığı
için, avukatlar ve sanık yakınları kamuoyu vicdanında kendilerini
aklamaya çalışıyor. Peşinen söyleyeyim, yargıya intikal etmiş davalarda
haksızlığa uğrayanlar mutlaka mevcuttur. Çok büyük çoğunluğun Ergenekon
paketi içinde toptancı bir zihniyetle yargılanması da doğru değil. Ama
sanki askerler hiçbir şey yapmamış, birileri onlara komplo kurarak Türk
Silahlı Kuvvetleri'ni zaafa düşürmek istemiş gibi hikayeler inandırıcı
olmuyor. Bu ordu 2 darbe yaptı; 2 defa da hükümeti devirdi; 12 Mart'ta
muhtıra yoluyla; 28 Şubat'ta perde arkasından yürüttüğü baskılarla.
* Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın birtakım işler karıştırdığı, o
tarihte zaten MİT tarafından tespit edilmişti. Mustafa Balbay'ın 30
Mayıs 2003 tarihli notunda MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'dan naklen şu
bilgi var: "Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul'dan,
Birinci Ordu'dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu'da her şey hazır.
İhtilale hazırlanıyorlar."
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, 5-7 Mart 2003 tarihli Plan
Semineri'nin kurallara uygun olarak oynanmadığını açıkladı. Zaten gerçek
isimlerin kullanıldığı o Harp Oyunu'nda, bir "Milli Mutabakat Hükümeti"
kurulmasından da söz ediliyor. Çetin Doğan, "jenerik senaryo" kılıfı
altında "Genelkurmay Başkanı'na, ültimatom ver; bu işin sonu b... ktur,
deriz" bile diyor. Sırf ismi çeşitli listelerde yer aldı diye bazı
askerlerin Balyoz'dan yargılanması doğru olmayabilir. Ama kimilerini de
"sütten çıkan ak kaşık" gibi göstermek yanlış.
* Aynı şeyi İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı hazırlayan Dursun Çiçek
için de söyleyebiliriz.
Bir süredir meseleye temas etmiyordum. Fakat kamuoyunu yönlendirme
çabaları karşısında bazı gerçekleri anlatma lüzumunu hissettim. Bir kere
İrtica ile Mücadele Eylem Planı'ndaki o imzanın Dursun Çiçek'e ait
olduğu, TÜBİTAK, Emniyet ile Jandarma Kriminal ve Adli Tıp tarafından
belirlendi. Ayrıca, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda, parke altında ele
geçen bilgisayar hard diskinde (5 nolu), -polis raporuna göre oluşturma
tarihi 2 Mart 2008, son erişim tarihi 21 Mart 2009 olan- "Proje" isimli
bir belge var. "Proje" bir taslak metin; İnternet Andıcı ve İrtica ile
Mücadele Eylem Planı, makamdan Proje'ye onay alındıktan sonra
hazırlanmış. "İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın 2009 tarihini
taşıdığını nereden biliyorsunuz?" diye sordu İrem Çiçek Haber Türk'te.
Proje'nin tarihi belli: Son kayıt 21 Mart 2009. Elde başka hiçbir delil
bulunmasa bile, bu yeterli değil mi?
Askerlere ait internet sitelerinde, kara propaganda haberleri yapılmadı
mı? Zaten İrtica ile Mücadele Eylem Planı da, internet siteleri gibi,
çeşitli yöntemlerle hem hükümeti, hem de Gülen Cemaati'ni yıpratmayı
hedefliyor. Daha önce de, sözde Şemdin Sakık'ın ifadelerine dayanılarak
hazırlanan bir başka andıç yok muydu piyasada? Kısacası, "Biz böyle
şeyler yapmayız. Sütten çıkmış ak kaşığız" söylemi hiç, ama hiç
inandırıcı değil.
-Fuhuş ve casusluk-
Kimi köşe yazılarında yargılanan askerlerin fuhuş ve casusluktan ceza
almaması, suçsuz yere haklarında dava açılmış gibi sunuluyor. Oysa fuhuş ve
şantajdan dolayı ceza almamaları, şikayetçi bulunmamasından kaynaklanıyor.
Yoksa elde çok sayıda kişinin özel hayatını gösteren görüntüler ve belgeler
var. Ayrıca, devletin güvenliğine ilişkin belgeler de gene bu kişilerde ele
geçti. Bunların askeri casusluk amacıyla kullanıldığına dair delil
bulunamadı. Belgelerin mevcudiyetinden dolayı mahkümiyet aldılar ama o
belgelerle, tehdit, şantaj yaptıklarına ya da bu bilgilerden casusluk
amacıyla yararlandıklarına ilişkin kanıt ele geçirilemedi. Muhtemelen
mağdurlar, daha büyük bir rezalet çıkmasın diye şikayette de bulunmayınca, o
iddialar düştü. Beni üzen nokta, bazı meslektaşlarımızın tavrı. "Bak bir şey
yokmuş; suçsuz yere yargılanmışlar" havasını basmak bence çok ayıp. (Sabah)
Balyoz'a
şok tanık: 66.
Zırhlı Tugay hazırdı
2005 yılında TSK'dan ihraç edilen ve Balyoz
davasına müdahil olarak katılması kabul edilen Astsubay Mesut Göğebakan, Balyoz darbe planıyla ilgili
bildiklerini anlattı. '1.
Ordu'da görev yapan herkesin plandan haberi vardı.'
diyen Göğebakan, 66'ncı Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u hayata geçirmek için
hazır tutulduğunu söyledi ve ekledi: 'Eğer Çetin Doğan 2003 yılında kalp
krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak gerçekleşmiş olacaktı.'
26.12.2010 13:14
Camilerin bombalanması ve Ege'de Türk jetinin düşürülmesi gibi kanlı
eylemler içeren Balyoz darbe planıyla ilgili eski Astsubay Mesut
Göğebakan önemli açıklamalarda bulundu.
Planın hazırlandığı dönemde Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde 1'inci Ordu
Bölge Muharebe Birliği'nde görevli olan Göğebakan "Eğer Çetin Doğan 2003
yılında kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak
gerçekleşmiş olacaktı."
dedi.
-Çetin Doğan'ın darbe planını 1.
Ordu'da herkes biliyordu-
1.
Ordu'da Balyoz darbe seminerine benzer birçok toplantının yapıldığını
anlatan eski astsubay, bu toplantılara bütün askeri personelin
katılımının zorunlu olduğunu söyledi.
Ayrıca, 52'nci Zırhlı Tümen'e bağlı 66'ncı Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u
hayata geçirmek için hazır tutulduğunu ifade etti.
"Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes
biliyordu. Karargahta
görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek,
darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyede
bulunduklarını anlatmıştı."
diyen Göğebakan, emekliye ayrılan Doğan'ın yerine geçen Hurşit Tolon'un
da aynı hevesle çalışmalar yaptığını vurguladı.
-Balyoz davasında içeriden tanıklık yapacak-
Ağustos ayında
mahkemenin Balyoz iddianamesini kabul etmesinden hemen sonra müdahillik
dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderen Göğebakan, bunu
öğrenen bazı askeri yetkililerin "Neden müdahil oldun?" ikazında
bulunduğunu ifade ediyor.
Göğebakan, Balyoz sanıklarının dış uzantılarının müdahilliklerini
engellemeye çalışmalarının delilleri karartma niteliği taşıdığını
savunuyor. Gaziantep'te
avukatlık yaparak hayatını devam ettiren Göğebakan, cübbesiyle
katılacağı davada atılacaklar listesinde adı geçen arkadaşları adına da
hukuk mücadelesi vereceğini söylüyor.
-66'ıncı Zırhlı Tugay'ın başka görevi yoktu darbe içindi-
Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu Karargahı'ndaki
herkesin bildiğini aktaran Göğebakan, "Karargahta görevli bir arkadaşım,
bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek, darbeyi hiyerarşik yapı
içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyeler verdiğini anlatmıştı."
diyor. İstanbul'da konuşlu bulunan Sarıgazi ve Hadımköy EMASYA alay
komutanlıklarının 66'ıncı Zırhlı Tugay'a bağlı olduğunu belirten Göğebakan,
tugaya bağlı birliklerin ne taarruz ne de savunmaya yönelik hiçbir görevi
olmadığını ve darbe girişiminde kullanılmak üzere hazır tutulduğunu iddia
ediyor. Göğebakan, "TSK içerisinde pazartesi toplantıları çok önemlidir. Bu
toplantılarda genel olarak birliklerin eksikleri üzerine konuşmalar
yapılırdı. Fakat 2002 yılından itibaren artık bu konuşmaların yerini siyasi
ve ideolojik söylemler aldı." diyor. (Zaman)
Balyoz
tanıkları: Hazırlıkları biliyorduk
'Balyoz' darbe hazırlığına şahit olan tanıklar iddiaları doğruluyor.
İddianameye göre, cuntacılar, 823 subay ve astsubayın isimlerinin
bulunduğu bir liste hazırlamıştı.
Söz konusu listede ismi bulunan askerler Zaman'a konuştu.
Eski Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, '2003 yıllarında siyasete bir
müdahale olacağını ve tasfiye edilecekleri biliyorduk' derken, aynı
tugayda görevli olan ve Balyoz harekat planında sakıncalı olarak
işaretlenen eski Üsteğmen Bülent Tekin de, 'Subaylar arasında siyasi
iradeye müdahale edileceği konuşuluyordu' diyor.
30.12.2010 10:17
'Balyoz' planı, gerçekleştirilmesi istenen darbenin ardından bazı
subayların da TSK'dan tasfiye edilmesini öngörüyordu.
İddianameye göre, cuntacılar, 823 subay ve astsubayın isimlerinin
bulunduğu bir liste hazırlamıştı.
Söz konusu listede ismi bulunan askerler Zaman'a konuştu.
Eski Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, "2003 yıllarında siyasete bir
müdahale olacağını ve tasfiye edilecekleri biliyorduk."
dedi.
-Komutan, hükümetin 6 ay ömrünün kaldığını söylüyordu-
2000-2003
yılları arasında 65'inci Mekanize Piyade Tugayı 4'üncü Bölük komutanı
olarak görev yapan Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, Balyoz sanığı Tugay
Komutanı Tuğgeneral Selim Erkal Bektaş'ın AK Parti'nin tek başına
iktidar olmasını hazmedemediğini birçok toplantıda dile getirdiğini
söylüyor. Bektaş'ın
eğitim seminerlerinin sonunda siyasi iradeyi şiddetle eleştirdiğine
şahit olduğunu aktaran Apaydın, "AK Parti hükümetinin 6 ay ömrü
kaldığını söylerdi."
diyor. Tugay Komutanı
Bektaş'ın darbeci söylemlerine karşı olumlu görüş beyan etmediği ve
muhafazakar bir kişiliğe sahip olduğu için hedef seçildiğini ifade eden
Apaydın, Bektaş'ın kendisine, "Ben buradan ayrılmadan seni kapı dışarı
edeceğim." dediğini
belirtiyor. 2003 yılı
başlarında Tuğgeneral Bektaş'ın sık sık İstanbul'da seminer
toplantılarına katıldığını anlatıyor.
Dönüşünde siyasi iradenin ülkeyi kaosa sürükleyeceğine yönelik
konuşmalar yaptığını vurguluyor.
O dönemde yeni bir 28 Şubat süreci yaşanacağı kanısının subaylar
arasında yüksek olduğuna dikkat çeken Apaydın, Tugay komutanının
kendisine itaat edecek subaylar seçerek yeni görevlendirmeler yaptığını
söylüyor.
-Subaylar arasında darbe yapılacağı konuşuluyordu-
Yine aynı
tugayda görevli olan ve Balyoz harekat planında sakıncalı olarak
işaretlenen eski Üsteğmen Bülent Tekin, Balyoz seminerlerinin yapıldığı
tarihlerde davet edilmediği özel toplantılar yapıldığını belirtiyor.
O toplantıların içeriğinin eğitim seminerlerine yansıdığını kaydeden
Tekin, "Subaylar arasında siyasi iradeye müdahale edileceği
konuşuluyordu." diyor.
Askerin psikolojik olarak darbeye hazır hale getirilmeye çalışıldığını
ifade eden Tekin, Tugay Komutanı Bektaş'ın ülkenin bu şekilde
yönetilmeyeceğini söyleyerek askeri etkilediğini vurguluyor.
-Vural Savaş 66. Tugay'a sık sık gelir konuşma yapardı-
1. Ordu Komutanlığı'na bağlı 66'ncı Zırhlı Tugay'da 2001-2007 yılları
arasında astsubay olarak görev yapan Mehmet Ali Coşar, Balyoz seminerleri
gibi birçok seminerin yapıldığını, bu çalışmaların askeri personel arasında
normal karşılandığını savunuyor. Coşar, darbe planlarının hazırlanmasında
derin devletin aktif rol aldığını iddia ediyor. Tugayın ihtiyaç halinde
kullanılacak birliklerden oluştuğunu söyleyen Coşar, EMASYA birliklerinin
66'ncı Zırhlı Tugay'a bağlı olarak faaliyet yürüttüğünü ifade ediyor. Eski
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın sık sık tugaya geldiğini ve
iktidar karşıtı konuşmalar yaptığını belirtiyor. (Zaman)
Örnek'ten
Yalman'a suçlama
Balyoz davasında esas hakkındaki mütalaaya karşı son
savunmasını yapan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı
Özden Örnek, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'a
suçlamalarda bulundu. Davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un mahkemede yapılan sorgulaması sırasında
'seminer ses
kasetlerinin Başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verildiğini bizzat Aytaç
Yalman'dan öğrendiğini söylediğini' belirten Örnek, ne mahkeme heyetinden
bir kişinin, ne de iddia makamının bu konuda bir tek soru bile
sormadığını dile getirdi.
31.08.2012 12:22 'Balyoz Planı' davasının 104. duruşmasında tutuklu
sanık eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, esas hakkındaki mütalaaya karşı
son savunmasını yaptı. Kasım 2002-Ağustos 2003 döneminde TSK içerisinde hiyerarşi dışı
bir darbeye teşebbüs hareketi olmadığını ifade eden Örnek, iddia makamı
tarafından bu amaca yönelik olduğu kabul edilen sayısal dosyaların sahte
olduğunu savundu.
İddia makamına göre sadece sanıkların bilmediği konular için bilirkişiye
gereksinim olduğunu belirten Örnek, dosyada 30 bilirkişi raporu ve uzman
görüşü bulunduğunu anlattı. Örnek, Gölcük belgeleriyle ilgili bilirkişi
raporunun mahkemeye gelişinin bir trajikomedi olduğunu ifade ederek, 14
Ocak 2011'de tamamlanan raporun mahkemeye 24 Mart 2011'de ulaştığını
söyledi. Raporun CMK 250. maddeyle ilgili yetkili savcılık tarafından,
tutuklamaların yaşandığı 11 Şubat 2011 tarihine kadar mahkemeye
gönderilmediğini dile getiren Örnek, "Soruşturma savcıları kendi
lehlerine gördükleri Ahmet Erdoğan'ın raporunu bir veya iki gün içinde
1. Ordu Komutanlığı'ndan aldırmışlardır. Ama iş sanıkların lehine olan
bir raporu aldırtmaya gelince kaplumbağa kurye olarak seçilmiştir. Eğer
rapor 11 Şubat 2011 öncesi gelseydi tasarlanan tutuklama
gerçekleşemezdi" diye konuştu.
Bilirkişi raporlarına ayrıntılı bir şekilde değinen Örnek, TÜBİTAK
çalışanlarının bilirkişi olmasının CMK'ya aykırı olduğunu, TÜBİTAK
bilirkişilerinin yasal olmayan şekilde seçildiğini anlattı. Mütalaadaki
"Belgelerin tamamı 2003 yılı ve öncesine ait" sözüyle ilgili bilirkişi
raporlarında bir tespit olmadığını ifade eden Örnek, "İddia makamının
bahse konu olan iddiası kanıtsız ve dayanaksızdır. Bilirkişi raporları
kasten çarpıtılmıştır. Çarpıtmayı kim yapmıştır? Bu ifade, Yurt Atayün (eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü) tarafından kullanılmıştır.
Tamamen asılsız ve uydurma bir ifadedir. Ama bizim muhatabımız
iddianamenin altında imzası olanlardır. Kendini özel yetkili savcı sanan
polisler değil" dedi.
-TÜBİTAK raporları-
Örnek, dosyadaki iki TÜBİTAK raporuna değinerek, TÜBİTAK ile ilgili de
şu eleştirilerde bulundu: "Bu kurumun içine siyaset bulaşmıştır. Kendi
dergilerinin kapağına evrim teorisi mizansenini koyamamışlardır. Evrim
teorisine inanmıyorlarsa bilimsel bir kurum değildir, inanıyorlarsa
konmaması için siyasi baskı vardır. TÜBİTAK'ın bilimsel kalitesi ise
alanına göre tartışılır. Bir kurumun bilimsel kalitesini söyleyebilmek
için onunla iş yapmak gerekir. Bu kuruluşa 30'u aşkın proje verdim ve
bir kısmının sonuçlarını aldım. Acaba iddia makamı kaç adet proje verdi?
Eğer cevap hiç ise söylenti üzerine iddia inşa edilir mi? Size bildik
bir lisandan söyleyeyim, kasaptan iyi fırıncı olmaz."
TÜBİTAK raporlarında açık bir şekilde eksiklik ve yanlışlıkların, hatta
aldatmacaların olduğunu ileri süren Örnek, TÜBİTAK raporlarına itiraz
ederek, mahkemeden bunların kabul edilmemesini istedi. (Cihan,
DHA,
Cnnturk)
Örnek, mahkemenin 31 tanık dinlediğini, bunlardan Gölcük Donanma
Komutanlığı'nda ele geçirilen belgelerle ilgili beyanda bulunan 7'sinin,
sanıkların aleyhine tek bir kelime dahi etmediklerini söyledi.
Tanık Melek Üçtepe'nin 11, 16, 17 No'lu CD'ler için ''Bizim arşivimize
ait değildir. Üzerine arşiv no verilmemiş CD arşive giremez'' dediğini
hatırlatan Örnek, 11, 16, 17 No'lu CD'lerin üzerinde arşiv numarası
olmadığını, tanığın beyanları dikkate alındığında bu CD'lerin kesinlikle
1. Ordu Komutanlığı'nın arşivine ait olmadığını vurguladı.
Eski Genelkurmay başkanları emekli orgeneraller Yaşar Büyükanıt ve İlker
Başbuğ'un duruşmada tanık olarak dinlenildiğine atıfta bulunan Örnek,
''Her iki orgeneralin ifadeleri Aytaç Yalman'ın alınamayan ifadesi kadar
önemlidir. 2003 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı (Yalman) ve Genelkurmay
Başkanının (Hilmi Özkök) haberi olduğu bir darbe teşebbüsü olsaydı bu
iki orgeneralin kesinlikle haberi olurdu. Ama her ikisi de böyle bir
konudan haberleri olmadığını defalarca tekrarlamışlardır'' dedi.
Örnek, mahkemenin, sanıkların tezinin ortaya çıkmasına yardımcı olacak
tanıklar Mehmet Baransu, TÜBİTAK bilirkişileri, bilirkişiler Ahmet
Erdoğan ile Hakan Erdoğan ve Aytaç Yalman'ı çağırmadığını ifade ederek,
''Hem iddianamede, hem de esas hakkında mütalaada Kasım 2002-Ağustos
2003 döneminde bir darbeye teşebbüs hareketinin Aytaç Yalman tarafından
engellendiği yazılıdır. Bu konuda hiçbir yerde bir delil yoktur.
Yalman'ın soruşturma aşamasında ifadesi de alınmamıştır. Bu iddia Aytaç
Yalman tarafından gerçeklenmediği sürece havada boşlukta duran bir
iddiadır.''
-'Yalman kasetleri kimden aldı?'-
Özden Örnek, davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Ergin
Saygun'un mahkemede yapılan sorgulaması sırasında ''seminer ses
kasetlerinin Başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verildiğini bizzat Aytaç
Yalman'dan öğrendiğini söylediğini'' belirterek, ne mahkeme heyetinden
bir kişinin, ne de iddia makamının bu konuda bir tek soru bile
sormadığını dile getirdi.
Örnek, iddianameye göre, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın soruşturmayı yürüten
savcılara, ''Balyoz'' davasıyla ilgili kendilerinde basında çıkan
bilgilerden başka bir belge veya bilgi olmadığını resmi olarak
bildiklerini ifade ederek, şöyle devam etti:
''Bu dört kurum, devletin istihbarat toplayan yegane yasal
kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, 'bizde belge yok' diyorsa Başbakana, bu
kasetleri bunların dışında birileri, yani bir çete, yasa dışı bir
örgütün vermiş olması lazımdır. Bu kasetlerin yasal yollardan ele
geçirildiğine dair bir tek bilgi, bir tek belge yok. Bavullu adam da
yok. Kasetleri Aytaç Yalman kimden almıştır? Eğer kaset içindekiler suç
ise neden bu suçlular hakkında bir işlem yapılmamıştır? Seminer o
zamanlar suç değildi de 7 sene sonra mı suç oldu? Biz doğru olduğundan
eminiz ama hukuki yönden Ergin Saygun'un söyledikleri neden mahkemece
teyit edilmiyor?
Mahkemede ses kasetleri dinlenilirken sayın başkan her sesin sahibini
sordu ama kaset kaydında geçmiş olan 'ezan' sesi hakkında 'bunu kim
okuyor?' diye sormadı. Eğer bu sesler orijinal kayıtsa size haberim var.
Kaydın yapıldığı yer ses geçirmezdir. Şimdi bu kayıtlarda ezan sesinin
olması nasıl izah edilecek? Acaba Başbakanın verdiği kasetlerden
mikrofon kullanarak kayıt yapılırken mi geçti? Yoksa kasetlerin üzerinde
oynanırken mi oldu? Seminer üç gün sürdüğüne göre neden başka ezan sesi
veya trafik sesi yok? Bu arada Başbakanın eline geçen kasetlerden bir
kopya muhakkak Başbakanlık'ta kaldığına göre bu kasetler nerededir?
Aytaç Yalman'a verilen kasetler nerededir? Bu kasetler bulunup buraya
getirilmeli ve mahkemenin elindekilerle mukayese edilmelidir. Bavullu
adam olmadığına göre Baransu'ya bu kasetleri kim vermiştir? Polis mi?''
-'Mahkeme ısrarla çağırmadı'-
Örnek, Genelkurmay Başkanının emriyle ve onun başkanlığında 15 Temmuz
2003 günü Harp Akademileri Komutanlığı'nda ''Genç Subaylar Rahatsız
(Cumhuriyet Gazetesi'nden çıkan haber)'' olayı ve 4 Temmuz 2003 çuval
krizinden sonraki çıkan durumu görüşmek için bir toplantı yaptıklarını
hatırlattı. Toplantıya kendisi, Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına,
Genelkurmay Başkanı, Aytaç Yalman ve Şener Eruygur'un katıldığını ifade eden
Örnek, bu konuyla ilgili 5 Aralık 2009'da ifade verdiğini, ''Ergenekon''
sanıkları Muzaffer Tekin ve Fikret Emek'te birtakım belgeler ele
geçirildiğini ve bu toplantıyla ilişkilendirildiğini kaydetti. ''Şimdi biz
bu belgeler ile suçlanıyoruz. Suçlayanlar, toplantıya Genelkurmay Başkanının
başkanlık ettiğini, soruları onun sorduğunu, bu belgelerin üzerinde benim
ismimin yazmasının benimle illiyet bağı kurulmasına yetmeyeceğini
görmezlikten geliyor'' diyen Örnek, bu konuları açıklığa kavuşturacak tek
kişinin Yalman olduğunu, ancak ısrarlı taleplerine rağmen mahkemenin tanık
olarak davet etmediğini söyledi. (AA)
Yalman: Örnek,
terbiye dışı!
Balyoz davasında savunmasını yapan ve dönemin Kara Kuvvetleri
Komutanı Org. Aytaç Yalman'a suçlamalarda bulunan tutuklu sanık dönemin
Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Özden Örnek'e Yalman'dan tepki geldi.
Yalman, Örnek'in kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını
belirtti.
03.09.2012 11:35 Balyoz davasında sona yaklaşıldıkça süreci etkileyecek
açıklamalar geliyor. Özden Örnek, son duruşmada sanıklardan emekli Org.
Ergin Saygun'un ifadesine atıfta bulunarak, "Balyoz kasetleri başbakan
tarafından Aytaç Yalman'a verilmiş." dedi. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı
Yalman, bu sözlere Hürriyet Gazetesi aracılığıyla cevap verdi. Örnek'in
kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını belirten Yalman,
kasetlerin içeriğinden haberdar olmadığını, aksi takdirde işlem
yapacağını söyledi. Yalman, "Emrime aykırı yapılan bu seminer
kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı kadar, kasetlerin içinde
konu ile ilgisi olmayan bigünah silah arkadaşlarımın isimlerinin kimler
tarafından yazdırıldığının ortaya çıkarılması önemlidir." diye konuştu.
Emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın dün Hürriyet gazetesinde yer alan
açıklamaları, Hilmi Özkök'ün Ergenekon ifadesiyle birlikte
değerlendirildiğinde Balyoz davasını doğrudan etkiliyor. Yalman, Balyoz
davasında sanıklar ve avukatları tarafından hep gündemde tutulan bir
isim. Sanık avukatları, özellikle son 5-6 aydır eski Genelkurmay Başkanı
Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman'ın Balyoz davasında tanık
olarak dinlenmesini istiyor ama mahkeme talebi reddediyordu. Özkök,
Ergenekon davasında, 5-7 Mart 2003 tarihli seminerde (Balyoz) amacın
aşıldığını ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı'na (Yalman) bunu
incelemesini söylediğini anlatmıştı. Şimdi de Yalman, Balyoz
sanıklarının elini zayıflatacak açıklamaları devam ettiriyor. Her ne
kadar mahkemede verilmiş ifade olmasa da, iki emekli orgeneralin sözleri
Balyoz iddianamesini destekler nitelikte. Çünkü Yalman, ilk olarak
"Balyoz" ismiyle bilinen 2003 tarihli seminerin emrine aykırı şekilde
gerçekleştirildiğini vurguluyor. Sanıklar, davanın başından beri bu
seminerin sıradan bir "harp oyunu" olduğunu savunmuştu. Bu savunma,
Yalman'ın açıklamasıyla bir kez daha geçerliliğini kaybetti ve seminerde
"örtülü darbe" konuşulduğu iddiası güçlendi. Bunun yanında, o dönem
Balyoz kasetlerinin Başbakan'a (Tayyip Erdoğan) gittiği komuta
kademesince doğrulanmış oldu. Yani Balyoz semineri, 2003'ten beri devlet
idarecileri tarafından biliniyordu.
Karacı subay Yalman'ın, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'ten,
"Bir deniz subayı" diye bahsetmesi de manidar ve mesaj içeriyor.
Halbuki, Örnek'in 2003-2004 yıllarına ait günlüklerinde (darbe
günlükleri), dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve Hava
Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına'nın bir an önce darbe yapmak için
hevesli oldukları, onları Örnek ve Yalman'ın işbirliğinin durdurduğu
anlatılıyor. Günlüklere göre Örnek, sık sık Yalman'la dertleşiyor, fikir
paylaşımında bulunuyor. Özkök'e karşı birlikte hareket planı
geliştiriyorlar. Geçmişteki bu samimiyete karşı bugünkü sert üslup,
Balyoz sanıklarının psikolojik sıkıntıya düştüğünü gösteriyor.
Kendilerinin karşısına geçtiğini düşündükleri Yalman'a yükleniyorlar.
İddianamede, Balyoz darbesinin Yalman'ın çabalarıyla engellendiği
yönünde savcılık tespiti var. Bu da, sanıkların Yalman'a yaklaşımının
sebebini ortaya koyuyor.
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, son açıklaması ile bazı sanıkları
"günahsız" diye ayırsa da, başta generaller olmak üzere Balyoz sanıklarına
'ayar' verdi. Bir taraftan kendini koruma kaygısı taşıyan Yalman'ın,
mahkemeye gidip ifade verirse, sözlerinin onların lehine olmayacağı mesajını
da aktarmış oldu. Bu açıklamadan sonra, Balyoz sanıklarının hala Özkök ve
Yalman'ı tanık olarak çağırmaya devam edip etmeyecekleri ise merak konusu. (Zaman)
YALMAN'DAN ÖRNEK'E SERT TEPKİ
Balyoz davasının tutuklu sanıklarından eski Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral Özden Örnek, davanın 31 Ağustos 2012 günü görülen 104.
duruşmasında son savunmasını yaptı ve davanın diğer tutuklu sanığı
emekli Orgeneral Ergin Saygun'un bir ifadesini gündeme getirdi. Örnek,
"Ergin Saygun, plan semineri kasetlerini Aytaç Yalman'a Başbakan'ın
verdiği söyledi ama mahkeme bunun üstünde bile durmadı. Bu kasetler
Başbakan’a kimler tarafından sızdırıldı? Aytaç Yalman'a verilen kasetler
nerede?" diye sordu.
İşte bu sözlere Aytaç Yalman sert tepki gösterdi. Hürriyet gazetesine
dün konuşan Aytaç Yalman, Örnek'in sözleri için "Terbiye hudutlarını
aşan bir iftiradır" dedi. Yalman şöyle konuştu: "Özden Örnek tarafından
yapılan esas hakkındaki savunma maksadını ve haddini aşan bir ifadedir.
Ergin Saygun'un iftirası üzerine kurgulanan ve bunu doğru kabul ederek
verilen ifade, şahsımı hedef alan bir iftira belgesidir. İşin doğrusu
şudur; söz konusu kasetlerin seminerin hemen sonrasında sızdırıldığını
öğrendim. Bu kasetlerin hangi kaynaktan sızdırıldığını bilmiyorum."
Kasetlerin dönemin başbakanına verildiğini belirten Yalman, Başbakan'ın
da durumu Hilmi Özkök'e aktardığını söyledi. Kasetlerin varlığını Hilmi
Özkök'ten öğrendiğini ifade eden Yalman, "Hilmi Paşa kasetlerin içeriği
konusunda bilgi vermedi. Verilmiş olsaydı gerekli işlemi yapardım. Emrime
aykırı olarak yapılan bu seminer kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı
kadar, kasetlerin içinde konu ile ilgisi olmayan günahsız silah
arkadaşlarımın isimlerinin kimler tarafından yazdırıldığının ortaya
çıkarılması önemlidir" dedi. (Hürriyet)
Balyoz'da
kritik müdahillik
Balyoz davasında mahkeme, eski Astsubay Mesut Göğebakan'ın müdahillik
talebini kabul etti. Göğebakan, daha önce basında yayınlanan
röportajlarında, 1. Ordu'da görev yapan herkesin 66. Zırhlı Tugay'ın
Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söylemişti. 'Çetin
Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu.
Eğer Çetin Doğan 2003'te kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili
olarak gerçekleşmiş olacaktı.' diyen Göğebakan'ın ifadesinin Balyoz
davasını önemli oranda etkilemesi bekleniyor.
06.09.2012 10:00 Balyoz darbe planı davasında ara kararını açıklayan
İstanbul 10. Ağır Mahkemesi, biri sivil diğeri Türk Silahlı
Kuvvetleri'nden (TSK) ihraç edilen iki askerin müdahillik talebini kabul
etti. Gerekçe olarak da 'şahısların iddia edilen suçtan zarar görme
ihtimallerini' gösterdi. Müdahillik talebi kabul edilen eski Astsubay
Mesut Göğebakan, 2005'te ordudan atılmıştı. Göğebakan daha önce verdiği
röportajlarda 1. Ordu'da görev yapan herkesin 66. Zırhlı Tugay'ın
Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söylemişti. "Eğer Çetin
Doğan 2003'te kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak
gerçekleşmiş olacaktı." diyen astsubay, şu ifadeleri kullanmıştı: "Çetin
Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu.
Karargahta görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret
ederek, darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde
tavsiyede bulunduklarını anlatmıştı." Balyoz iddianamesinin kabulünden
hemen sonra müdahillik dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na
gönderen Göğebakan, bazı askeri yetkililerin kendisini engellemek
istediğini de kaydetmişti.
Balyoz'da 'operasyon yapılacaklar' listesinde adı geçen Alaaddin Kaya da
müdahilliği kabul edilen bir başka isim oldu. Kaya'nın avukatı Ümit Kardaş,
kararın Balyoz davasında 'gerçek kişilerin mağduriyetinin ve delillerinin
güçlü olduğunu' gösterdiğini kaydetti. Kardaş, "Aramalarda 'fişleme',
'takip' gibi belgeler ve bunlarda çok sayıda isim vardı. Mahkemenin vereceği
kararı bilmiyoruz ama taleplerinin kabul edilmesi önemli bir gelişme."
şeklinde konuştu. (Zaman)
Çetin
Doğan, arkadaşlarını yaktı
Balyoz darbe planının ortaya çıkmasına, darbe lideri Org. Çetin
Doğan'ın kendine aşırı güveni ve çenesini tutamaması neden oldu. Hilmi
Özkök, Aytaç Yalman, Hurşit Tolon, Erdal Şenel, Çevik Bir ve Erol
Özkasnak gibi generallerin konuşmalarında bu konu dile getiriliyor,
Doğan'a tepki gösteriliyordu. Bu konuşmalar darbenin mahkemece
kanıtlanmasında önemli rol oynadı. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, yazısında
bu konuşmaları ve darbe girişimini kanıtlayan diğer bazı önemli
delilleri işliyor.
24.09.2012 10:27 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz'da dijital olmayan
bilgiler.. Balyoz darbe teşebbüsü sadece dijital belgelerle
değerlendirilemez. Ormanın tümüne bakmak gerekiyor. Özden Örnek ve
Mustafa Balbay günlükleri, bazı dinleme kayıtları, komutanların
ifadeleri, MİT'teki bilgiler birbiriyle örtüşüyor ve Kasım 2002'de AK
Parti'nin iktidara gelmesiyle TSK'da müdahaleye yönelik bir
hareketlenmenin olduğunu ortaya koyuyor.
Özden Örnek'in günlüklerinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'le arasında geçen bir konuşma yer
alıyor: Özkök, Yalman'a, "Cuma akşamı sizleri aradığımda (bütün kuvvet
komutanlarını kastediyor) benden habersiz toplanmış durumda buldum,
üzüldüm" diye sitem edince, Yalman Özkök'e soruyor: "Geçen yıl en fazla
desteği size kim verdi." Özkök "Tabii ki sen verdin ve sana
müteşekkirim" diyor. Yalman "O halde nasıl olur da bizim hakkımızda
böyle düşünebilirsiniz" cümlesiyle tartışmayı sonlandırıyor. Daha sonra,
Aytaç Yalman, Hilmi Özkök'le aralarında geçen bu konuşmaya bir açıklık
getiriyor ve Özden Örnek'e diyor ki: "Geçen yıl ben ona karşı Çetin
Doğan'la birlikte olsaydım, onu paramparça edeceklerdi." Bu satırlardan,
Aytaç Yalman'ın, Birinci Ordu'da hazırlıklar yapan Çetin Doğan'a
katılmadığı ve Hilmi Özkök'ün yanında durduğu anlaşılıyor.
İkinci Balyoz iddianamesinde bir belge mevcut. Zirve Yayınevi katliamı
soruşturulurken, misyonerlere karşı ısrarlı yayınlarıyla öne çıkan bazı
öğretim üyelerinin, bu kapsamda Malatya İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü profesörlerinden Salim Çöğce'nin odası aranmıştı.
Orada "Sayın Tolon" isimli bir metin bulundu. Bu yazı, Hurşit Tolon ile
emekli Genelkurmay Adli Müşaviri Mehmet Erdal Şenel'in konuşmasına
dairdi. Tolon, Şenel'e şöyle diyordu: "Yalman Paşa istifa edip, yerine
Çetin Paşa Kara Kuvvetleri Komutanı olacaktı. Fakat Çetin Paşa bu planı
herkese anlattı. Genç subaylar arasında bu durum büyük memnuniyet
yarattı. Çetin Paşa duyulur mu duyulmaz mı dikkat etmeden hükümetin
aleyhinde konuştu. 1. Ordu Plan Tatbikatı'nda onlarca subay içinde
neredeyse yapacağımız hareketi açıkladı. Milli Mutabakat Hükümeti
kurulmasından bile söz etti. Çetin Paşa kendisine çok güvendi."
Çetin Paşa'nın diline hakim olmadığı hususu, 2009'da teknik takibe
takılan emekli Org. Çevik Bir ve emekli Tümgeneral Erol Özkasnak'ın
telefon konuşmasında da geçiyor. O konuşmada Özkasnak "Hani o Çetin
Doğan, onun şeyinden çıktı bunlar biliyorsunuz. Onun adamlarından...
gevşek olduğu için kendisi" diyordu.
Balbay'ın günlüklerine bakalım. Onun Çetin Doğan'a ilişkin tuttuğu
notlar ise şöyle: "O hazır... Ameliyattan hemen önce İzmir'de ordu
komutanlarıyla konuşmak, toplanmak üzere hazırlık yaptı; konuşmasını
hazırladı. Bunu bilgi olsun diye Genelkurmay'a gönderdi. Yaşar Paşa
(Büyükanıt) bir üste iletmedi. Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi
götüremiyor türündeydi. Kesin konuşmayı yapacaktı. Aytaç Paşa (Yalman)
yap demişti." Çetin Doğan, 31 Mart 2003'te by-pass ameliyatı geçirdi,
Balbay o günü günlüğünde şöyle anlatıyor: "Mehmet Beyle görüştüm.
Çetin'in ameliyat olmasının nedeni hazırlık; o güne hazırlanıyor.
Röportajda (Aktüel'deki) sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni,
bazı dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek. Ama fazla emekli
olacağım dedi."
Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın birtakım işler karıştırdığı, o
tarihte zaten MİT tarafından tespit edilmişti. Mustafa Balbay'ın 30
Mayıs 2003 tarihli notunda MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'dan naklen şu
bilgi var: "Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul'dan,
Birinci Ordu'dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu'da her şey hazır.
İhtilale hazırlanıyorlar."
Çetin Doğan, Birinci Ordu ile Jandarma'nın birlikte hareket ederek
darbeyi yapabileceğine inanıyordu. Ama Özkök ile birlikte hareket eden
Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, önünü kesti. Çetin Doğan, Ağustos
2003'te emekli oldu. Bu tarihten sonra, onunla birlikte yola çıkanlardan
emekli olmayıp geride kalanlar darbe faaliyetini sürdürdü. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Sanıklara
bir darbe de AİHM'den
Balyoz davası sahte delillerle yürütüldü diyen sanıklara Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin kararı hatırlatıldı. Gazeteci Taha Akyol, CNN Türk
canlı yayınında AİHM'in Balyoz delilleriyle ilgili kararını hatırlattı:
2229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları... AİHM
bu belgeleri somut ve meşru deliller olarak kabul etti.
24.09.2012 12:57 Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamından tutuklanan
ve darbeye eksik teşebbüs suçu nedeniyle 20 yıl ağır hapis cezasına
çarptırılan Eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan, Balyoz Davası devam
ederken, mahkemenin yakalama ve tutuklama kararı için Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne başvurmuştu. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin
verdiği Balyoz kararları sonrası bugün hala bazı kesimler delillerin
sahte olduğunu iddia ediyor ama Çetin Doğan'ın bizzat başvurduğu Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Balyoz delillerinin somut ve meşru olduğu
kararını vermişti. İşte Taha Akyol'un Çetin Doğan'la ilgili AİHM
kararını hatırlattığı yazısından ilgili bölüm ve CNN Türk'teki bu
konudaki sözleri;
AİHM’nin ilgili kararı “Çetin Doğan vs. Turkey” adını taşıyor, başvuru
numarası 28484/0 ve tam 19 sayfa. Karar, yüklenen suçu 6 sayfada
özetlemiş: Atılı suç, Plan Semineri toplantısında, “Beş aşamada icra
edilecek olan bir strateji uygulayarak siyasi iktidarı devirmeyi
tasarlamış” olmasıdır. İlk aşama darbe için “Gerekli tüm bilgilerin
toplanması...” Bu amaçla “çok sayıda kişi, dernek, sendika, üniversite
vb. çeşitli kurumlar hakkında” bilgi toplanmış ve tasnif edilmiştir.
İzleyen aşamalar; uçak düşürülmesi, “irticai tehdit bahanesiyle sokak
denetimlerinin askeri güçler tarafından ele geçirilmesini” amaçlayan
bombalama dahil provokatif eylemler yapılması, azınlık ve dini
cemaatlerin şiddet eylemleriyle tahrik edilmesi... Bu karışıklıkta
sıkıyönetim ilanı, hükümeti devirerek “milli mutabakat hükümeti”
kurdurulması, isimleri belirlenen kamu görevlerine askerlerin
atanması... Gazeteci, politikacı, işadamı, sivil toplum mensubu binlerce
kişinin tutuklanarak stadyum ve spor salonlarında toplanması!... Bunlar
tamamlandıktan sonra seçimlere gidilmesi.
Şu çok önemlidir: Tutuklanacak, atılacak, atanacak kişiler sembolik
isimler değil, gerçek kişilerdi!
AİHM kararında bu iddiaların dayandığı delilleri sayıyor: Birçoğu Çetin
Doğan tarafından imzalanmış 2.229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp
kaseti, ses kayıtları... Ayrıca bir casusluk soruşturmasıyla ilgili
arama sırasında Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen “çok sayıda ek
belge”. AİHM’ye göre bu deliller, sanıklar hakkında soruşturma açmak ve
tutuklamak için “ciddi neden ve emare”lerdir! Soruşturma, yakalama ve
tutuklama kararı “ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak
ve somut delil unsurlarına dayanarak” verilmiştir...
AİHM sonuçta Çetin Doğan’ın itiraz başvurusu hakkında şu kararı veriyor:
“Başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksundur.”
Demek ki, evrensel hukuk açısından da bu davaya uydurma denilemez.
(Cnnturk)
Ve Yalman darbeyi itiraf etti!
Aytaç Yalman NTV televizyonuna bağlanarak şok bir itirafta bulundu.
Hilmi Özkök'ten 'darbeyi önleyen komutan' olarak söz eden gazeteciye
tepki gösteren Yalman, programı aradı ve şunları söyledi: 'Darbeyi ben önledim. Hilmi Paşa'nın kaç tankı tüfeği var? Türk Ordusu
demek, Kara Kuvvetleri demektir.'
28.09.2012 17:12 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Balyoz
seminerinin resmen bir darbe planlaması olduğunu resmen kabul etti. NTV
televizyonunda Balyoz kararlarını değerlendiren İsmail Küçükkaya'nın
"darbeyi Hilmi Özkök Paşa önledi" sözlerine hayli içerleyen ve hemen
telefona sarılan Yalman, "Özkök'ün kaç tane tankı var. Darbeyi ben
önledim" sözleri darbenin tarihi itirafı olarak kayıtlara geçti. Bugünkü
yazısında Aytaç Yalman'ın darbe itirafını kaleme alan Gülay Göktürk,
Balyoz Darbe Planı için bunca delilele rağmen hala "seminerdi, oyun
planıydı" diyenlere sordu: Peki Aytaç Yalman'ın bu sözlerini nereye
koyacağız?
İşte Gülay Göktürk'ün o yazısı:
"Susmak için artık çok geç.. Şükürler olsun ki bugünleri de gördük... Kim derdi ki 27 Mayıs'tan beri
şahinlikleriyle övünen komutanlar bir gün gelecek güvercinlik yarışına
girecek?.. Şimdiye kadar 3,5 darbe gerçekleştirmiş, hükümete ve topluma
defalarca balans ayarları yapmış bir kurumun, her bir ferdi yüreği her
daim iktidara el koyma ateşiyle çarpan komutanları artık birbirleriyle
anti-darbecilik yarışına girişiyor. Hilmi Özkök'ün darbeyi önleyen
Genelkurmay Başkanı olarak oynadığı rol ve demokrasiye bağlılığı
nedeniyle halkın gönlünde taht kurması bazı komutanları kıskançlıktan
çatlatıyor. Kara Kuvvetleri eski Komutanı Aytaç Yalman'ın Akşam Gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'ya yönelttiği sitem, yaşanan
iklim değişikliğini ne de güzel ortaya koyuyor!
-'Hilmi Paşa'nın kaç tankı var?'-
Olayı duymayanlar için özetleyelim: İsmail Küçükkaya NTV televizyonunda
yaptığı bir konuşmada Hilmi Özkök'ten "Darbeyi önleyen komutan" olarak
söz edince, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman kendisini
telefonla arıyor ve hakkını teslim etmediği için sitem ediyor: "Darbeyi
Hilmi Özkök önledi diyorsun, aç iddianameyi oku, darbeyi asıl önleyen
benim" diyor. Burada da durmayıp devam ediyor: "Hilmi Paşa'nın kaç tankı
tüfeği var? Türk Ordusu demek, Kara Kuvvetleri demektir."
Gerçekten de Balyoz İddianamesi'nde Aytaç Yalman'ın "namus kurtarmak"
için kullanabileceği, hatta ileride torunlarına okuyabileceği satırlar
var. Ama biz Yalman'ın darbe karşıtlığının derecesini de niteliğini de
(Özden Örnek günlüklerinden) gayet iyi biliyoruz. Aralık 2003'teki bir
toplantıda "Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz
eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra vermeliyiz" diye konuşan
Yalman, 3 Şubat 2004'teki bir başka toplantıda "Hemen 10 Mart'ta ihtilal
yapalım" diye bastıran İbrahim Fırtına ve Şener Eruygur'a karşı çıkıyor,
onları frenliyor.
Peki neden? Darbelere karşı olduğu için mi? Ne gezer... Sadece zamanın
uygun olmadığını düşünüyor ve beklenmesini tavsiye ediyor. Şimdi de
inanılmaz bir pişkinlikle bu davranışından dolayı kalkmış bizden
demokrasi madalyası talep ediyor.
-Hani komploydu?-
Ama yine de bu durumdan şikayetçi olmamız için bir sebep yok. Zira
Yalman'ın tarihe düşmeye çalıştığı bu notun, bütün genç subaylar
tarafından ibretle izlendiğine kuşku yok. Artık harp okullarına kaydını
yaptıran her subay adayı bu ülkede darbeciliğin değil darbe
karşıtlığının prim yaptığını; siyasi iradeye kafa tutan komutanların
önünün açık olduğu günlerin geride kaldığını bu vesileyle bir kez daha
görmüş oluyor.
Ayrıca Yalman'ın bu çıkışının bir faydası daha var: Bu tutum aynı
zamanda bir ikrar ve iddianamenin doğrulanması anlamını taşıyor. Zira
bizzat zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı "Darbeyi ben önledim" diye
çırpınırken, "Ne darbesi, o sadece bir oyundu" diyenler fena halde zor
duruma düşüyorlar. Öyle ya, eğer bu dava, dava sanıklarının iddia
ettikleri gibi iktidarın hem muhaliflerini ezmek hem de Amerika'ya karşı
direnen subayları tasfiye için giriştiği bir komplo, Balyoz Planı da
hayal ürünü ise Aytaç Yalman'ın "Darbeyi Özkök değil ben önledim,
demokrasi kahramanı o değil, benim" sözlerini nereye koyacağız?
Zaten Çetin Doğan'ın eşi o yüzden panik içinde çağrılar yapıyor: "Artık
ikiniz de susun!" Ama susmak için artık çok geç." (Gülay Göktürk / Bugün)
Balyoz
davası davalık olabilir mi?
Balyoz davasının müdahillerinden olan gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak, köşe yazısında Balyoz davası delillerinin sahte ve
düzmece olduğu iddialarını işliyor. 'Balyoz davası davalık olabilir mi? Bana göre hiçbir sakınca yok. Gerekiyorsa olmalı..' diyen Dilipak,
'Eğer gerçekten düzmece belgelerle suçsuz insanlar cezalandırılıyorsa, bu iddianın üzerine gidilmeli ve savcılar bu iddiayı soruşturmalı.' diyor.
10.10.2012 17:15 Abdurrahman Dilipak (Yeni Akit): Balyoz davası davalık olabilir mi? Bana göre hiçbir sakınca yok. Gerekiyorsa olmalı..
Eğer gerçekten düzmece belgelerle suçsuz insanlar cezalandırılıyorsa, bu
iddianın üzerine gidilmeli ve savcılar bu iddiayı soruşturmalı..
Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir
tehdittir.
Eğer yargı bir infaz timine, bir intikam timine dönüşmüşse bu dehşetli bir
iddiadır ve belki de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ve HSYKnın resen bu
iddiayı soruşturması gerekir..
Birileri bu tarihi darbe davasını sulandırmak, işin ciddiyetine gölge
düşürmek için böyle bir şey yapıyor olabilir mi?
Ben bütün ömrü darbeler içinde geçmiş, 40 yılı aşkın bir süredir kesintisiz
sanık olarak yaşamış biri olarak söylüyorum, iddianameye gore Balyoz
çetesinin hedefindeki bir kişi olarak söylüyorum, düzmece belgelerle
kişilerin yargılandığı ve mahkum edildiği iddiasının soruşturulması gerek..
Bir topluluğa olan öfkemizin bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi
gerek.
İddiaların doğru olduğuna ihtimal vermek istemiyorum. Ama ben ihtimal vermek
istemiyorum diye, iddialar görmezden gelinemez.
Darbeyi planlayanlar, arkalarında bu tür, işlerine yarayacak sahte ve eksik,
tahrif edilmiş belgeler bırakabilir. Bu çok da ihtimal dışı değil.
Bu ülkede hiç darbe olmadı değil. Bu adamların ne yaptıkları belli. 28 Şubat
hala gözlerimizin önünde canlı. Ben hala dışarıda kimi hala görevinin
başında, yargılanması gereken bir sürü insan olduğunu düşünüyorum..
Bütün bunlar, bu davada hiç hukuk hatası yapılmadı demek için yeterli değil.
Olayın ciddi bir şekilde soruşturulması gerek..
İddia sahipleri, iddialarını efradına cami, ağyarına mani bir şekilde
belgelendirmeleri gerek..
Bir kere sanıklar kötü bir şekilde Baronun oyununa geldiler.. Çetin Doğan
nasıl iddianameye konu süreci çok kötü bir şekilde yönetip işleri yüzüne
gözüne bulaştırdı ise, dava sürecini de yüzüne gözüne bulaştırdı..
Amerikalı damadının çabaları da fayda vermedi.. Ulusalcılığın böylesi de
yeni çağ ulusalcılığı olsa gerek..
ABD ile İsrailin ilişkileri de eskisi kadar iyi değil. Yani umut
bağladıkları dağlara kar yağdı ve olan oldu..
Tek iddia Balyozcuların iddiası değil. Daha dehşet verici iddialar da var.
Yurt dışından gelen adamlar, askeri cezaevinde muvazzaflarla görüşüp
pazarlık yapmışlar. Doğru ya da değil bilemem ama bu da bir iddia. O zaman
bu iddialar da soruşturulsun..
Ben bu işin içinde oldukları halde neden birilerinin bu işin dışında
tutulduklarını soruyorum? Bunun da soruşturulması gerek.. Yoksa sistem, söz
dinlemeyen, yaramaz çocuklarını da sanık sandalyesine oturttu sadece?
Eğer birileri haksız şekilde cezalandırılıyorsa, kimler cezalandırıyor ve
niçin cezalandırılıyorlar?
Bu belgeleri hazırlayanlar, servis edenler kimler?
Bu iddianın sahipleri, görevleri gereği bunu bilmeleri gerek.
Biliyorlarsa neden bu iddia sahiplerini deşifre etmiyorlar?
Düşüncem o ki, birileri bu işlerin çok fazla genişlemesini istemiyor. Darbe
Ankarada yapılır. Bu işin Ankara ayağı bir türlü deşifre edilmiyor.
Bu işin Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi ve STK ayağındaki isimleri
birileri koruyor..
Ben yargılananlarla ilgili değil, yargılanması gerekirken yargılanmayan
konusunu önceliyorum daha çok.
Devlet, MİTi, Emniyeti, Jandarması, MGKsı ile geçmişte yaşanan bir çok
olağan dışı-hukuk dışı işlemi, onun faillerini biliyor ve susuyor..
Özal suikasti de bunlardan biri.
Bana göre Muhsin Yazıcıoğlu suikasti de o çevrelerde herkesin bildiği bir
sır.. Ama birileri susuyor.
Belgeleri gizleyen, gerçekleri karartanlar da yargılanmalı bana göre..
Beni ilgilendiren bir diğer nokta da, yeniden oluşturulmaya çalışılan derin
yapı.. Biri bitmeden biri oluşturulmaya çalışılıyor..
Bu davada teknik anlamda hatalar olabilir. Şu suçlu-bu değil, bu ayrı bir
konu. Ama darbe iddiası bir gerçek ve bu dava bu anlamda doğru açılmış bir
dava. Türkiye geleceğe güvenle bakacaksa bu darbe tehdidinden kurtulmamış
gerekti ve bu dava ile bu süreç başladı.. Kimsenin de bu davayı başka
amaçlarına alet etmeye ve sulandırmaya hakkı yok..
Yargılamada bazı hatalar olmuş olabilir. Ama sanıklar ve savunma da çok
büyük hatalar yaptı. Darbeci bir mantıkla yargıyı hedef alarak, meydan
okuyarak bir yerlere varmaya çalıştılar..
Bir kere cin şişeden çıktı.. Bu iş bu gün ya da yarın yine gündeme gelecek
ve tartışma devam edecek. Ya sonuna kadar gidilir ya da bu süreç bitmez..
Türkiyenin bir an evvel bu kamburdan kurtulması gerek.
Selam ve dua ile.. (Abdurrahman
Dilipak / Yeni Akit)
Tolon: Yalman hepimizi sattı
'Darbeyi Hilmi Özkök değil ben önledim' diyen
Aytaç Yalman'ın aslında darbenin bir parçası olduğu ve sonradan 'oyunbozanlık'
ettiği iddiaları, çeşitli belgelerle kanıtlandı. Taraf'tan Alper Görmüş, Aytaç
Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteren belgeyi
açıkladı.
23.10.2012 12:31 Taraf gazetesinden Alper Görmüş, “Darbeyi Hilmi Özkök değil
ben önledim” diyen Aytaç Yalman'ın aslında darbenin bir parçası olduğu ve
sonradan “oyunbozanlık” ettiği iddialarını sorguladı. Görmüş, Aytaç
Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteren
belgeyi açıkladı.
Emekli tümgeneral Levent Ersöz’ün internete düşen ses kaydında da "Paşa 19
Mart 2003’te hepimizi sattı." dediğini hatırlatan Görmüş, Aytaç Yalman ve
Çetin Doğan uzlaşmasını doğrular nitelikteki bulguları paylaştı. İşte Taraf
yazarının o analizi:
"Balyoz’a işaret eden başka bilgiler.. Geçen yazıda, Darbe Günlükleri’nin
2003 ve 2004 tarihli bölümlerinde, 2003 başında hükümete karşı Birinci Ordu
merkezli bir darbe planlandığına delalet edebilecek “notlar”ı gözden
geçirmiştik.
Günlükler’deki, Çetin Doğan-Hurşit Tolon ikilisinin planlarını dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın bozduğu ve “darbeyi önlediği” yönündeki
satırları aktardıktan sonra, bütün bu bilgilerin Aytaç Yalman’ın geçtiğimiz
ay Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya verdiği “darbeyi
Hilmi Özkök değil ben önledim” mealindeki demeciyle doğrulandığını
belirtmiştim.
Fakat bir nokta açık kalmıştı: Günlükler’de, Yalman’ın başlangıçta
Doğan-Tolon ikilisiyle birlikte olduğu, sonradan “oyunbozanlık” ettiği
belirtiliyordu... Peki, buna delalet edebilecek bir bilgi var mıydı
elimizde?
Geçen yazının sonunda bu soruya “var” cevabını vermiş, davanın delil
klasörlerinde yer alan bir belgeden söz etmiştim...
“Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı olacaktı”
Geçen yazıda sözünü ettiğim belge, 28 Haziran 2011’de kabul edilen ikinci
Balyoz iddianamesinde yer alıyordu... Belge gerçekten de çok önemliydi ve bu
nedenle iddianamenin kabul edildiğini duyuran bütün gazeteler haberlerini bu
belgeyi öne çıkartarak vermişlerdi.
Sözkonusu belge, 2007’deki Zirve Yayınevi cinayetleri soruşturması
kapsamında Prof. Dr. Salim Cöhce’nin evinde ve işyerinde yapılan aramalarda
bulunmuştu. “Sn. Tolon” adlı bu word doküman, mahkeme kararıyla 4 Ocak
2005’te kapatılan cunta.org adlı internet sitesinde yer alan, 2 Nisan 2004
tarihinde oluşturulup yine o tarihte son kez kaydedilen bir yazıydı. Yazı,
Hurşit Tolon’un, o yılın ağustos ayında emekliye sevk edilecek olan
Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel’e söylediklerine dairdi.
Konuşmaya göre, Yalman Şenel’e şöyle demişti:
“Kuvvet komutanı Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı
olacaktı. Fakat, Çetin Paşa bu planı herkese anlattı. Genç subaylar arasında
bile Yalman Paşa’nın istifa edeceği konuşuldu. Bu da büyük memnuniyet
yarattı. Çünkü, Çetin Paşa’nın ne yapıp ne edip Özkök Paşa’yı istifa
ettireceği ve onun yerine genelkurmay başkanı olacağı biliniyordu. Fakat,
Çetin Paşa’nın boşboğazlığı istifa konusunun herkes tarafından duyulmasına
neden oldu. Konu olduğu için Çetin Paşa ismi yıprandı. Yalman Paşa da göz
göre göre istifa edemedi.”
“Yalman Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı”
Bu konuşmanın yer aldığı word dosyasının, 2004’te açık olduğu sabit bir
sitede yer alması, “Balyoz”un 2009’dan sonra faaliyete geçmiş bir
“sahtekarlar çetesi” tarafından üretilmiş bir “tertip” olduğu görüşünü
savunanların cevaplaması gereken şu soruyu davet ediyor:
Bu belge (de) sahteyse, o durumda “sahtekarlar çetesi”nin Ergenekon
soruşturmasının başladığı tarihten üç yıl önce faaliyete geçtiğini
söylemeniz gerekecek... Söylüyor musunuz?
Gelelim, bu belgenin anlamına ve önemine...
Belge, her şeyden önce, Aytaç Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte
hareket ettiğini gösteriyor... İkinci olarak da, Darbe Günlükleri’ndeki
notlarla birlikte ele aldığımızda, Yalman’ın sonradan başlangıçtaki
pozisyonunu değiştirip darbecilerle arasına mesafe koyduğunu bir kez daha
doğruluyor.
Metinde geçen “genç subay memnuniyeti” sizi şaşırtmamıştır herhalde...
Benim, önceki yazılarımdan birinde açıkça “methiye” düzdüğüm “Aytaç
Yalman’ın kararsızlığı”nın TSK’da öfkeye yol açmasından daha doğal ne
olabilir ki? Yalman’ın yaptığı tabii ki “ihanet”tir. Tıpkı, emekli
tümgeneral Levent Ersöz’ün internete düşen ses kaydında dediği gibi:
“Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı. (...) Komutanları satan bir adamdır.
Genelkurmay Başkanı’na satan kişidir yani. Çok kirli bir adamdır. 19 Mart
2003, bu tarih çok kritik bir tarihtir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin. Gidip
Hilmi Özkök’e komutanların hepsini gammazladı.”
Balbay günlüklerinde ne var ne yok?
Mustafa Balbay’ın günlüklerinde de hem “Balyoz”u hem de başlangıçtaki Aytaç
Yalman-Çetin Doğan uzlaşmasını doğrular nitelikte bölümler var... Mesela
Balbay, Çetin Doğan’ın 31 Mart 2003’te geçirdiği by-pass ameliyatının “o
gün”e hazırlığın bir parçası olduğunu, aynı gün görüştüğü “Mehmet Bey”in
ağzından günlüğüne şöyle kaydediyor:
“Çetin’in ameliyat olmasının nedeni hazırlık. O güne hazırlanıyor.
(Aktüel’deki) röportajda sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, bazı
dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek.”
Yine Balbay günlüklerinde, Çetin Doğan’ın ameliyattan önce İzmir’e gidip
ordu komutanlarıyla görüştüğü, bu arada Genelkurmay Başkanı’na karşı
yapacağı “kesin konuşmayı” da hazırladığı kaydedildikten sonra, bütün
bunların Aytaç Yalman’ın onayıyla yapıldığı belirtiliyor:
“(Konuşma) Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi götüremiyor türündeydi.
Kesin konuşmayı yapacaktı. Aytaç Paşa yap demişti.”
Balbay’ın 30 Mayıs 2003 tarihli, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Şenkal
Atasagun’dan naklen aktardığı şu notunu da bilgilerinize sunayım:
“Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul’dan, Birinci Ordu’dan
geliyor. Oraya baksan, Birinci Ordu’da her şey hazır. İhtilale
hazırlanıyorlar.”
Bu fasıldan son olarak, yine ikinci Balyoz iddianamesinde yer alan bir
telefon görüşmesini dikkatinize sunacağım... Konuşma, 28 Şubat’ın iki
kudretli generali, Çevik Bir ile Erol Özkasnak arasında geçiyor...
Konuşmanın bir yerinde Özkasnak, Bir’e şöyle diyor:
“Bir de bu şey var ya komutanım, hani o Çetin Doğan, onun şeyinden çıktı
bunlar biliyorsunuz, onun adamlarından... gevşek olduğu için kendisi...”
Görüldüğü gibi, 2003 başında Birinci Ordu’da “bir şeyler” olduğunu gösteren
ve “sahtekarlar çetesi” tarafından üretilmediği kesin olan bol miktarda
bilgiye sahibiz... Yani kimse, “ülkenin en seçkin subayları”nı sırf
“darbeciliğin Cumhuriyet geleneklerinden sayıldığı ve bunun Balyoz gibi bir
planın gerçek olduğuna inanmak için yeter delil sayılabileceği” düz
mantığıyla töhmet altında tutuyor değil." (Alper
Görmüş / Taraf)
Yargıtay:
Dijital veriler delildir
Yargıtay'dan balyoz davasına emsal olacak karar: Dijital veri delildir..
Balyoz davasına da bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, DHKP/C
davasında sanık Hüseyin Edemir’de ele geçirilen disketlerdeki bilgilerle
verdiği 6 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Bu durum, Balyoz
sanıklarının dijital verilerin delil olamayacağına ilişkin itirazını da
çökertmiş oldu. Karar, benzer davalara emsal olacak.
02.11.2012 09:46 Balyoz ve Ergenekon davalarını yakından ilgilendiren bir
gelişme yaşandı.. Balyoz davasına da bakmış olan İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin DHKP/C davasında dijital verilerden yola çıkarak verdiği
mahkümiyet kararı, Yargıtay tarafından onandı.
-Mahkeme: Artık bilgisayarla ilişkisi olmayan çok az suç kaldı-
Sanık Hüseyin Edemir, ofisinde ele geçirilen disketlerde yer alan bilgilere
dayanılarak 6 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme kararında,
“Günümüzde bilgisayar verileriyle ilişkisi olmayan çok az suç kalmıştır. Suç
işleyen kişilerin ya da suç örgütlerinin bu teknolojiden faydalanmayacağını
düşünmek imkansızdır.” ifadelerine yer vermişti.
Balyoz davasına da bakan mahkeme, dijital delillerin örgütsel suçların
aydınlatılmasında kullanılabileceğine dikkat çekti. Balyoz davası sanıkları
ve avukatları ise dijital verilerin delil olamayacağı yönünde itirazda
bulunmuştu.
2001 yılında bir ihbar üzerine terör örgütü DHKP/C ile ilişkili ‘Ülkemizde
Gençlik’ isimli derginin ofisinde arama yapıldı. Aramada 10 disket, 2 hard
disk ve 2 bilgisayara el konuldu. Söz konusu deliller üzerinde yapılan
incelemede 7 numaralı diskette sanık Hüseyin Edemir’le ilgili suç konusu
dosya tespit edildi. Emniyet Müdürlüğü’nden gelen bir yazıda da sanık
Edemir’in bu aramada ele geçirilen doküman dışında bir eylemden aranmadığı
belirtildi.
Edemir’in suçlanmasında delil olarak kabul edilen ikinci belge ise 2006
yılında Hollanda ve Belçika makamlarından gönderilen DHKP/C örgüt
arşivlerinde tespit edildi. Örgütün arşivinde sanık Edemir’in ismi 7 adet
dijital belgede yer alıyordu.
1 Şubat 2010 tarihinde tutuklanan Edemir, görülen dava sonucu 23 Haziran
2011’de 6 yıl hapse mahkum oldu. Sanık ve duruşma savcısının kararı temyiz
etmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10 Eylül 2012 tarihinde itirazları
reddederek kararı onadı.
BALYOZ DAVASINA DA DAYANAK OLMUŞTU
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dijital delillere dayanarak verdiği ve
Yargıtay’ın da onadığı bu mahkumiyet kararı birçok önemli davaya da emsal
olacak. Dijital veri tartışmasının yürütüldüğü Balyoz darbe planı davası bu
davaların en önemlilerinden biri. Balyoz sanıkları ve avukatları da dijital
verilerin karara dayanak olamayacağı üzerinden savunma yapmıştı. Aynı
mahkeme Balyoz sanıkları hakkında da mahkumiyet kararı vermişti. Benzer
şekilde Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk ve fuhuş davalarında da
dijital veriler üzerinden tartışmalar yürütülmüştü. Yargıtay’ın onama
kararı, bu davalara da emsal teşkil edecek.
-Can Dündar'dan adalet ayıbı: Dijital veriler delil olamaz!-
Milliyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar, 9 Mart 2011 tarihli yazısını sanık
Hüseyin Edemir’e ayırmıştı. Dündar yazısında, “Hukuksuzluğun yeni bir
kanıtından söz edeceğim bugün.” diyerek sanık Hüseyin Edemir’in kendisine
gönderdiği mektubu yayımlamıştı. Edemir’in bir bilgisayar disketinde adı
çıktığı için tutuklandığını belirten Dündar, avukatların dijital verilerin
delil olamayacağı iddialarına yer vermişti. Kararı veren mahkemeyi de hedef
alan Dündar, “Hakim kim? Balyoz davasının hakimi.” ifadelerine yer vermiş ve
davayı ‘bir adalet ayıbı’ olarak nitelendirmişti. (Zaman)
Yargıtay
Balyoz'u hafifletebilir
Balyoz davası Yargıtay'da görüşülmeyi bekliyor. Sabah yazarı Nazlı
Ilıcak, bazı ayrıntılara dikkat çekerek Balyoz davasında verilen hapis
cezası hükümlerinin ağır olduğunu, Yargıtay'ın cezaları hafifletebileceğini
iddia ediyor.
20.11.2012 12:19 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz ve Yargıtay.. Balyoz davası
tamamlandı; Yargıtay aşamasına gelindi. 2003 yılında, "emirkomuta" zinciri
içinde hareket edenler dahi çok ağır cezalar aldılar. Yargıtay'ın o
tarihteki rütbeleri göz önüne alacağını, suçlular arasında bir
derecelendirme yapacağını umuyorum. Ayrıca "Davalar uzuyor" eleştirisine
karşı, bu defa da, Balyoz'da iş çok aceleye getirildi.11 nolu CD ve
içeriğinin sahte olduğuna dair çeşitli iddialar tekrar mahkeme tarafından
değerlendirilmedi; bazı tanıklar da dinlenmedi.
Adını vermek istemediğim bir sanıktan gelen itirazları sütunuma alıyorum.
Çoğuna ben de katılıyorum.
1) Hilmi Özkök'ün, Çetin Doğan'a, "1. Ordu'da bazı emekli orgeneraller ile
sivillerin bir darbe hazırlığı içinde olduğunu" söylediğini biliyoruz. Oysa
Balyoz davasında yargılananlar arasında, 2003'te emekli olmuş asker ya da
sivil kişiler yok. Hepsi o dönem muvazzaf. O takdirde Hilmi Özkök dinlenmeli
ve kimleri kastettiği öğrenilmeliydi.
2) Balyoz Darbe Harekat Planı'nın 11 nolu CD'den çıktığı belirtiliyor. Bu
CD, hangi bilgisayarda hazırlandı? Çünkü, 1. Ordu'daki ya da başka bir
askeri mekanın bilgisayarıyla 11 nolu CD arasında bildiğim kadarıyla bir
irtibat kurulamadı.
3) Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, "Elimdeki bilgileri şimdi
yazarsam, incinebilecek kişiler var" diyor. Halbuki, mahkeme 324 kişiyi
mahküm etti. Daha kim incinebilir ki? Hiç değilse bildiklerini söylerse bu
kişilerden bazıları temize çıkabilir.
Belki Yargıtay, yukarıda bahsi geçen konulara eğilebilir. Zihinlerin
berraklaşması böylece kolaylaşır. Ayrıca, tarih ve mekanlarda ortaya çıkan
uyumsuzluklar, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından güncellenme
olarak kabul edildiğine göre, kimileri "Devam eden bir suçtan söz ediliyor.
O takdirde, mevcut Ceza Kanunu'nda Balyozcuların mahküm olduğu darbeye eksik
teşebbüs suçu yok" diyor. Yeni Ceza Kanunu'nda "suç için anlaşma"
cezalandırılıyor. Ayrıca, "amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla
soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez" hükmü
yer alıyor. Yargıtay olayı bu şekilde ele alırsa, cezalar çok
hafifleyebilir. Yargıtay'dan çıkacak kararı merakla bekliyorum. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
ŞOK!!!
İşte G.kurmay'ın 2006'daki Ergenekon şeması
Ergenekon Davasına bakan mahkemenin ısrarı, Genelkurmay'daki Ergenekon
Şemasını ortaya çıkardı. Buna göre, Genelkurmay şemayı, 17 Mayıs 2006'daki
Danıştay saldırısından bir ay sonra, yani Ergenekon soruşturmasını
başlatacak Ümraniye bombalarının bulunmasından tam bir yıl önce çizmiş.
Hilmi Özkök'ün G.kurmay Başkanlığı döneminde G.Kurmay Karargahında
hazırlanan şemada Ergenekon davasının tanıdık isimleri var
29.12.2012 15:27 Ergenekon ve Balyoz davalarında delil tartışmaları yaparak
davalara gölge düşürmeye çalışan çevreleri şok edecek bir gelişme daha
yaşandı. Habertürk'ten Zülfikar Ali Aydın'ın haberine göre; Genelkurmay
Başkanlığı ile Ergenekon Davası'nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi arasında yapılan yazışmalar, Genelkurmay Başkanlığı'nın Danıştay
Saldırısı'ndan bir ay sonra, daha sonra Ergenekon sanığı olacak sanıkların
isimlerinin yer aldığı bir şema hazırladığını ortaya çıkardı.
Genelkurmay'ın
2006'da çizdiği Ergenekon şemasının büyük halini görmek için tıklayın
ŞEMA NASIL ORTAYA ÇIKTI
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 14 Ocak 2012'de sanık Ümit Sayın'ın
Genelkurmay Başkanlığı ve bağlı komutanlıklara istihbarat ile fişleme
kayıtlarını içeren belgeler sunduğu iddiasına ulaştı. Sayın'ın, Adli Tıp
Kurumu ile İstanbul Üniversitesi'ndeki öğretim üyelerini fişlediği,
istihbarat teknikleri ve haber alma konusunda raporlar hazırlayıp, Yaşar
Büyükanıt ve Ergenekon sanığı eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon'a verdiği
iddiası üzerine Mahkeme Genelkurmay'a "Ümit Sayın Genelkurmay'a istihbari
veya diğer hususlarda herhangi bir rapor sundu mu? Hangi sıfatla sundu.
Sunduğu raporlarla ilgili nasıl bir işlem yapıldı" diye sordu. Bunun üzerine
Genelkurmay mahkemeye, Sayın'ın askerlere Hilmi Özkök'ün Genelkurmay
Başkanlığı döneminde verdiği 3 belgeyi gönderdi. Belgelerden biri Sayın'ın
10 Mart 2006'da Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'a verdiği,
"İstanbul Üniversitesi, Avrupa Birliği, Kürt milliyetçiliği, Rumlar ile
ilgili tehlikeler ve bunlara karşı istihbaratın herhangi bir şey yapmadığı
yönünde ifadeler olan 6 sayfalık rapor diğerleri ise "Acilen Görüşme talebi"
başlıklı raporlar ve "İstihbarat Okul Komutanlığı Kütüphanesi'nde Gizli
Örgütler 11. Eylül ve Ortadoğu" başlıklı belge idi.
MAHKEME İSTEDİ
Mahkemeye gönderilen belgenin ekinde ise Sayın'la ilgili hazırlanan "Bilgi
Notu" ve "Ümit Sayın" başlıklı iki ayrı çalışma yer aldı. "Bilgi Notu"
başlıklı belgede Ümit Sayın'ın Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden çoğu
hassas görevde olan 2 general ve üç albayın da aralarında olduğu 20 askerle
ilişkili olduğunu gösteren şematik bilgi vardı. "Ümit Sayın" başlıklı
belgenin sonunda ise Danıştay Saldırısı'ndan hemen sonra bir şema
hazırlandığı Sayın'ın da bu şemada yer aldığı şu ifadelerle anlatılıyordu:
"Sonuçta Doç. Dr. Ümit Sayın'ın; ülke ve silahlı kuvvetler için iyi niyet
sahibi olsa bile, diğer bağlantıları, içinde yer aldığı gruplar (Danıştay
olayı ile ilgili oluşturulan şemada yer almaktadır) ve kuruluşlar nedeniyle
TSK personelinden uzak tutulması gereken, özellikle bu dönemde temas
edilmemesi gereken bir kişi olarak değerlendirilmektedir."
BİR İSMİN ÜZERİ KAPATILDI
Bu ifade ile Genelkurmay'ın şemasından haberdar olan Mahkeme Genelkurmay'a
hemen yeni bir yazı yazarak "Danıştay olayıyla ilgili oluşturulan şema"yı da
istedi. Genelkurmay'ın mahkemeye gönderdiği 15 Haziran 2006 tarihli "DOÇ.
DR. Ümit Sayın" başlıklı şemanın ayrıntıları ilginç. Danıştay saldırısıyla
bağlantılı isimlerle ilgili olarak olaydan bir ay sonra hazırlanan şemada, 1
yıl sonra başlayacak Ergenekon Soruşturması'nda gözaltına alınarak
tutuklanacak olan emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı
Doğu Perinçek, Türk Ortadoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol, Ümit Sayın
ve Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz, eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin
ile bu isimlerle birlikte hareket ettiği iddia edilen Levent Temiz'in
isimleri de yer alıyor. Şemada Veli Küçük ve Doğu Perinçek ile aynı hizada
gösterilen 2 isim ile hemen altında yer alan bir ismin ise üzerinin
kapatıldığı dikkat çekiyor.
İŞTE ŞEMADAKİ O İSİMLER
Şemada adı geçen Küçük, Perinçek, Erenerol, Kerinçsiz, 12 Haziran 2007'de
Danıştay saldırısından 13 ay sonra 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de bulunan el
bombalarıyla başlayan Ergenekon soruşturmasında, 25 Ocak 2008'de tutuklandı.
Sonradan Ergenekon sanığı olan Muzaffer Tekin ve Hüseyin Görüm ise Danıştay
saldırısından sonra yakalandı ancak serbest bırakıldı. Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesi, Danıştay saldırısıyla bağlantılı sanıklar hakkında yaptığı
yargılamada Alparslan Arslan'ın da aralarında olduğu sanıklar hakkında
müebbet hapis cezası verdi. 2009 yılında dosyayı inceleyen Yargıtay, 2009'da
İstanbul'da süren Ergenekon Davası'nda sanık olan isimlerle Danıştay
Saldırısı'nı gerçekleştiren sanıklar arasında fiili ve hukuki irtibat olduğu
gerekçesiyle iki dosyanın aynı mahkemede görülmesi kararı verdi. Danıştay
Davası'nın sanıklarından Osman Yıldırım Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan el
bombalarını Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in verdiğini iddia etmişti. (Zülfikar
Ali Aydın / Habertürk)
NAZLI ILICAK: 'ERGENEKON DA NEYMİŞ' DİYENLER DÜŞÜNMELİ!
01.01.2013 11:29 Genelkurmay'ın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu
Ergenekon şeması, 29 Aralık 2012 tarihli Habertürk'te yer aldı. Bu şema, 17
Mayıs 2006 Danıştay saldırısından hemen sonra 15 Haziran 2006'da çizilmiş.
Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Aslan'ın ilişkili olduğu
kişiler şemada yer alıyor. Bunların arasında ilk sırada Doğu Perinçek ve
Veli Küçük'ün ismine rastlıyoruz. Aynı sıradaki 2 ismin üzeri kapatılmış.
Hemen altta, Muzaffer Tekin'in adı var; altında "Milliyetçi çevreleri
yönlendiriyor" yazıyor. Alparslan Aslan (tetikçi) "yakalandı" ibaresiyle
Muzaffer Tekin'e bağlanıyor. Alparslan Aslan'ın altında, Osman Yıldırım ve
İsmail Sağır gibi tetikçiler sıralanıyor. Aynı şemada, Kemal Kerinçsiz,
onunla bağlantılı Levent Temiz, Ümit Sayın ve Sevgi Erenerol'un adlarını da
görüyoruz.
Danıştay saldırısını takip eden günlerde herkes olayı dincilerin üzerine
yıkıp, protesto gösterileri yaparken, demek Genelkurmay, perde arkasında
Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz, Doğu Perinçek gibi kişilerin
olduğunu biliyormuş. Saldırıdan 1 ay sonra şemasını bile çizmiş.
Ümraniye'de, 12 Haziran 2007'de bombalar ele geçirilmeseydi, gerçek failler
yakalanamayacaktı. Nitekim, Emniyet, Danıştay saldırısını gerçekleştiren
Alparslan Aslan ile Muzaffer Tekin'in irtibatından şüphelenerek, bu emekli
yüzbaşıyı gözaltına almış, fakat tam delillendirmediği için serbest bırakmak
zorunda kalmıştı. O tarihte, Alparslan Aslan'ın 70 yaşında bir din adamı
Hacı Salih Kunter'le ilişkisi olduğu ileri sürülüyor ve Danıştay'ın "türban
kararı" sebebiyle Aslan'ın suikasta kalkıştığı belirtiliyordu. Hatta
Aslan'ın arabasındaki Vakit gazetesi kupürü, cinayet teşebbüsünün dini
duyguları rencide olan bir kişi tarafından gerçekleştirildiğinin kanıtı
olarak kullanılmıştı. Kupürde, türban kararını veren Danıştay üyelerinin
fotoğrafları mevcuttu.
Daha sonra, bir tertiple ayağı kaydırılan İstanbul İstihbarat Şube Müdürü
Ali Fuat Yılmazer'in ısrarlı takibi olmasaydı, Muzaffer Tekin'e, Veli
Küçük'e, Doğu Perinçek'e ulaşılamayacaktı. Veli Küçük, Sevgi Erenerol ve
Kemal Kerinçsiz'in gözaltına alındığı ve operasyonun adının "Ergenekon"
olarak konulduğu gün (22 Ocak 2008), Aydınlık gazetesinde "İşte Fethullahçı
polisler" diye Yılmazer'in de isminin bulunduğu listenin yayınlanması bir
tesadüf müydü?
Acaba ilk andan itibaren ilişkileri çözen Genelkurmay Başkanlığı Emniyet'e
niçin yardımcı olmak istemedi? Tabii şunu da sormak hakkımız: Gerçeği kimler
gizledi? Bu gizleyenler, örgütle ilişkili daha üst rütbeli komutanlar olamaz
mı?
-Sayın, sakıncalı!-
Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne Ergenekon sanığı
Ümit Sayın'la ilgili belgeler gönderdi. Bu belgelerin ekinde, "Bilgi Notu"
ve "Ümit Sayın" başlıklı 2 çalışma bulunuyor. "Bilgi Notu"nda, Ümit Sayın'ın
TSK personelinden çoğu hassas görevde olan 2 general ve 3 albayın da
aralarında olduğu 20 askerle ilişkisini gösteren bir şema mevcut. "Ümit
Sayın" başlıklı belgede ise, "Ülke ve TSK için iyi niyet sahibi olsa bile,
diğer bağlantıları, içinde yer aldığı gruplar ve kuruluşlar nedeniyle TSK
personelinden uzak tutulması, özellikle bu dönemde temas edilmemesi gereken
bir kişi olduğu" yazıyor. Hala "Ergenekon da neymiş" diye burun kıvıranların
mahkemeye ulaşan bu bilgiler çerçevesinde biraz daha düşünmesi gerekmez mi?
Genelkurmay Başkanlığı, Ümit Sayın hakkında mahkemeye gönderdiği notlarda,
Sayın'ın "Danıştay olayıyla ilgili oluşturulan şemadaki gruplarla
bağlantısından" söz etmişti. Mahkeme, bunun üzerine Genelkurmay'dan o şemayı
istedi. Şema, 15 Haziran 2006 tarihini taşıyordu. Danıştay saldırısından 1
ay sonra hazırlanmıştı. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Flaş!!!
Balyoz gerekçesi tamam
Balyoz davasının 1435 sayfalık gerekçeli kararı tamamlandı. Bazı
ayrıntılar şu şekilde: 'Tüm dijital deliller gerçek.. Hukuk dışı bir
yapılanma içerisinde askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez..
Hiçbir bilirkişi raporu yargıcı kesin olarak bağlayamaz.. Kesin kanaate
vardığımızdan bilirkişi heyeti oluşturulmadı..'
07.01.2013 10:26 Balyoz davasının gerekçeli kararı tamamlandı. Gerekçeli kararda darbe, darbeye teşebbüs ve darbeye eksik teşebbüs anlatılıyor. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Diken'in, basın mensuplarına bir açıklama yaparak tamamlandığını bildirdiği gerekçeli karar 1435 sayfadan oluşuyor. Kararın 100 sayfalık bölümü dijital delillere ayrıldı. Kararda haklarında mahkumiyet kararı olan ancak teslim olmayan 14 sanık için yakalama, bir sanık hakkında ise kırmızı bülten çıkartıldı. Edinilen bilgilere göre kararın dijital olarak dağıtılmayacağı ileri sürülüyor. Ancak diğer bir bilgiye göre ise mahkeme, 1500 sayfaya yakın gerekçeli karara 15 gün içinde son şeklini vererek, taraf avukatlarına CD içerisinde tebliğ edecek. Basına bugün yansıyan bilgilerin, gerekçeli kararın taslak metnine ait olduğu öğrenildi. Dosyası ayrılan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün de aralarında bulunduğu 3 sanığın yargılanmasına ise 5 Şubat 2013’te başlanacak. Kararda 100 sayfalık tüm dijital delillerin gerçek olduğu belirtiliyor. Dava dosyasının 1 ay içerisinde Yargıtay’a gönderileceği öğrenildi. Savcılığın konuyla ilgili açıklama yapması bekleniyor.
KARARDAN BAŞLIKLAR
- Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez.
- Hiçbir bilirkişi raporu yargıcı kesin olarak bağlayamaz.
- Kesin kanaate vardığımızdan bilirkişi heyeti oluşturulmadı.
- Davadaki belgelerin Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asıllarının bulunduğunun belirtilmesiyle, sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek, mahkemede tam bir kanaat oluşmuştur.
- Kendi mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen kendi hareketleriyle neden olan sanıklar, bu durumdan kendi lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler.
- 2003 yılında yazılmış bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında 2003 yazılan belgenin sanki 2007 yılında hazılrlanmış gibi görüneceği uzmanlarca doğrulanmıştır.
- Kanunların suç olarak kabul ettiği konularda amirin emrinin yerine getirilmesinin astı sorumluluktan kurtaramayacağı açıktır. Bu nedenle sanıkların emir gereği seminere katıldıkları yönündeki savunmalarına itibar edilemez.
- Sanıkların herbirinin darbe harekatında çeşitli görev aldığı, bu harekatın boyutlarından haberdar oldukları belirlenmiştir.
- 2003 yılı Mayıs ayında Çetin Doğan'ın kalp ameliyatı olması ve Ağustos 2003'te emekli edilmesi nedeniyle sanık Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanması darbe harekatını ellerinde olmayan nedenlerle tamamlayamadı.
- Harekat planının, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca öğrenildiği, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın bu plan seminerinin oynanmaması talimatları Genelkurmay'ın Çetin Doğan'ı uyarmasıyla ortaya çıktı.
- "Milli Mütabakat Hükümeti" ismiyle harekat sonrası iş başına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildiği ancak icra hareketlerinin tamamlanamadığı tespit edilmiştir.
DİĞER AYRINTILAR
Davaya ilişkin kararını 21 Eylül 2012'de açıklayan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, gerekçeli kararının yazımını da bitirdi. Mahkemenin 1435 sayfadan oluşan gerekçeli kararı, sanık avukatlarına da dağıtılmaya başlandı. Fotokopi olarak dağıtılan gerekçeli kararın birinci sayfasından 232'inci sayfasına kadar olan bölümde, sanık bilgileri ve iddianamelerin özetine yer verildi. Gerekçeli kararın ilk 148 sayfasında sanıkların isimleri ile kimlik bilgileri ve adresleri yer alırken, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 148 ile 232 sayfalar arasında ise birlikte görülen 3 ayrı iddianamenin özetleri yapıldı.
Mahkeme şu değerlendirmelere yer verdi:
GEREKÇELİ KARARDAN
''Balyoz Planı'' davasının gerekçeli kararında, ''Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde, yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olması, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez'' ifadelerine yer verildi.
'HUKUK DIŞI YAPILANMA'
''Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde, yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olması, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez. Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının, Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin, dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek, mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur.
Mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen hareketleri ile neden olan sanıklar, bu durumdan lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler.''
ÇETİN DOĞAN
Gerekçeli kararda, emekli Orgeneral Çetin Doğan liderliğindeki yapılanmanın, darbe harekatını ''ellerinde olmayan nedenlerle'' tamamlayamadığı bildirildi ve 'Mayıs 2003'te Çetin Doğan'ın kalp ameliyatı olması ve Ağustos 2003'te emekli edilmesi gibi nedenlerle Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanması, darbe harekatını, ellerinde olmayan nedenlerle tamamlayamadı' denildi.
GENELKURMAY'IN YOLLADIĞI BELGELER
Mahkeme heyeti, ayrıca sanıkların öne sürdükleri 'belgeler sonradan oluşturuldu' iddiasına cevap verdi.
Gerekçeli kararda, "Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur." ifadesine yer verildi.
Sanıklar ile avukatları tarafından, delillerin askeri yazım kuralları içerisinde hazırlanmadığı, dolayısıyla da hukuksuz delil olduğu iddialarına ise gerekçede şu cevap verildi: "Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde yazışmaların, bir düzen ve intizam içerisinde olmasının, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olmasının beklenemeyeceği..."
Kararda sanıklar için, "Kendi mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen kendi hareketleriyle neden olan sanıklar, bu durumdan kendi lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler." denildi.
'DARBE PLANLARINDA GÖREV ALDILAR'
Delillerin değerlendirilmesi bölümünde, suçları sübuta erdiği kabul edilen sanıkların her birinin darbe harekatıyla ilgili çeşitli görev aldıkları, harekattan ve boyutundan haberdar oldukları vurgulandı. Kararda, bu nedenlerle sanıklar hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlatıldı.
''Milli Mutabakat Hükümeti ismiyle harekat sonrasında iş başına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildi ancak icra hareketleri tamamlanamadı'' ifadelerine yer verilen gerekçeli kararda, ''Balyoz Harekat Planı''nın Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca da öğrenildiği kaydedildi.
Kararda, bunun eski Genelkurmay Başkanlarından emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın seminer sonuç raporunu hukukçulara inceletmesi, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın ''Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo''nun oynanmaması talimatı ve Genelkurmay Başkanı'nın sanık Çetin Doğan'ı bu konuda uyarmasıyla anlaşıldığı vurgulandı. (AA)
'EMİR ASTI KURTARMAZ'
Mahkeme emirleri yerine getirdikleri savunması yapan sanıklarla ilgili şu ifadeye yer verdi: "Kanunların suç olarak kabul ettiği konularda amirin emrinin yerine getirilmesinin astı sorumluluktan kurtaramayacağı açıktır. Bu nedenle sanıkların emir gereği seminere katıldıkları yönündeki savunmalarına itibar edilemez."
WORD BELGELERİ
Büyük tartışmalara konu olan word belgeleri için mahkeme şunları söyledi: " 2003 yılında yazılmış bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında 2003 yazılakn belgenin sanki 2007 yılında hazılrlanmış gibi görüneceği uzmanlarca doğrulanmıştır."
36 SANIK NİYE BERAAT ETTİ
Gerekçeli kararda, davada haklarında beraat kararı verilen 36 asker için de bilgiler yer aldı. 36 sanığın da, bazı görevlendirme listelerinde isimlerinin yer aldığının belirtildiği kararda, "Sanıkların bu görevlendirmeden haberdar oldukları yada bilgileri dahilinde görevlendirildikleri, Balyoz Harekat Planından haberdar oldukları, bu plan dahilinde jandarmanın eylem planları kapsamında görev kabul ettikleri sabit görülmemiştir." ifadeleri yer aldı.
BALYOZCULAR ORG. ÖZEL'İN ÜSTÜNÜ ÇİZMİŞ
Balyoz davasının gerekçeli kararında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in ismi de geçti. Özel'in darbe harekatına destek vermediği için isminin yanına eksi konmuş. Dönemin, Kara Harp Akademisi Komutanı olan Özel'i ikna için ise sanıklardan dönemin Harp Akademileri Komutan Yardımcısı olan Doğan Temel görevlendirilmiş.
'Genelkurmay'ın raporlarını kabul edip TÜBİTAK'ın raporlarını reddetmek çelişki'
Balyoz davası gerekçeli kararında, sanıklar ve avukatların TÜBİTAK'ın Başbakanlığa bağlı olması nedeniyle buradan bilirkişi görevlendirilemeyeceği yönündeki iddialarına yönelik mahkeme açıklama yaptı. Bu düşüncenin yerinde olmadığını belirten mahkeme, aksi durumda birçok davada bilirkişi bulmanın imkansız hale geleceğini kaydetti. Mahkeme, kanun gereği kamu görevlilerinin silsile yoluyla bağlı oldukları değil, bağlı oldukları kurumun bizzat kendisi hakkında bilirkişilik yapamayacaklarını hatırlattı.
Sanıklar ve avukatlarının askeri bilirkişi raporlarını kabul etmelerinin ise iddiaları konusunda tutarsız olduklarını gösterdiğini belirten mahkeme, "Çünkü askeri bilirkişiler muvazzaf olup Genelkurmay Başkanlığı'na bağlıdır. Genelkurmay Başkanlığı ise Anayasa'nın 117. maddesi gereğince Başbakanlık'a bağlıdır" dedi.
Bu tespitler doğrultusunda mahkemenin, dosyada mevcut Cumhuriyet Başsavcılığı ve askeri savcılık tarafından yaptırılan bir kısım bilirkişi incelemelerini delillerin değerlendirilmesi açısından yeterli gördüğü ifade edildi.
ÇETİN DOĞAN'IN DARBE SÖZCÜĞÜNÜ AĞZINDAN KAÇIRMASI VE BUNA İLGİNÇ İTİRAZI
Davanın bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile ilgili bölümde ilginç detaylara yer verildi. Kararda sanık Çetin Doğan'ın huzurdaki savunmaları sırasında seminerde 'Darbe planı görüşüldü' şeklinde beyanda bulunduğu, ancak sanık Doğan'ın bunun zabıtlara yanlış geçtiğini belirterek itiraz ettiğini 17 Mart 2011 tarih ve 24 nolu celsenin saat 09.50'de görüntü ve sözlerinin huzurda kendisine gösterildiğinde sanığın bu sözlerinin aynen ağzından çıktığını ve çözümlemenin doğru yapıldığının anlaşıldığını belirtildi.
Balyoz Davası'nın 17 Mart 2011 tarihli 24. Celse (16. duruşma) Tutanağını indir/oku (Pdf)
ÖNCE SÖYLEMEDİM DEDİ, SONRA DİLİM SÜRÇTÜ DEDİ
Sanık Doğan'ın da bu kez dil sürçmesi olduğunu, amacının bu olmadığının, yanlış söylediği beyan ettiğinin anlatıldığı kararda, "Sanığın bu sözlerinin gerçek amaç ve kastını gösterdiği, sanığın ve seminere katılan ve mahkum olan diğer sanıkların yargılama boyunca seminerde darbe planının görüşüldüğünün saklamaya çalıştıkları bu yönde yoğun gayret gösterdikleri ancak sanık Çetin Doğan'ın savunma sırasındaki bir anlık dalgınlıkla seminerde asıl görüştükleri konun darbe planı olduğunu ağzından kaçırdığı, diğer deliller de gözetildiğinde bunun bir dil sürçmesi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığının altı çizildi.
“SİYASETİ KONTROL EDERMİŞCESİNE"
Kararda Sanık Doğan'ın savunmasında meslek hayatı boyunca hiçbir zaman siyasete bulaşmadığını, siyasetle işinin olmayacağını ancak asker olarak cumhuriyete karşı olacak davranışlara da sessiz kalamayacağını dile getirdiği belirtildi. Çetin Doğan'ın bu savunmasına ilişkin mahkeme ise kararında şu değerlendirmede bulundu: "Sanığın kişiliği itibariyle seçim yolu ile gelmiş bulunan hükümetlere karşı sanki hükümeti, siyaseti kontrol edermişcesine bir tavır takındığının göstergesi olduğu, sanığın bu sözleriyle ordunun hükümetin üstünde bir konumu olduğu veya ordunun hükümeti denetleme, faaliyetlerini kontrol etme gibi bir görevinin olduğu anlamına geldiği, ancak Cumhuriyeti korumanın her Türk vatandaşının görevi olduğu, hukuk devleti ilkesinde demokrasinin oturmuş olduğu bir ülkede de ordunun görevinin hükümetin emrinde özellikle de dış tehdite karşı ülkeyi korumak olduğu, bu hususun gözden kaçırılmaması gerektiği, eğer halkın kendisini yöneten siyasilerden bir memnuniyetsizliği varsa memnuniyetsizliği giderme yolunun da yine seçim yolu olması gerektiği' belirtildi.
SANIK AVUKATI ÜLGEN'DEN TEPKİ
Balyoz Davası'nın gerekçeli kararındaki ''emekli Orgeneral Çetin Doğan 2003 yılında kalp ameliyatı oldu, darbe bu yüzden gerçekleşmedi'' açıklamasına avukat Celal Ülgen'den itiraz geldi. Ülgen, Cnntürk'e telefonla bağlanarak "Ne savcının mütalaasında ne de mahkemede böyle bir şeyden hiç bahsedilmedi. Gerekçeli kararda nasıl yer alır'' dedi. Ülgen gerekçeli kararı avukatlara verilmediğini önce medyaya dağıtıldığını söyledi.
SANIK AVUKATI ERSÖZ'DEN TEPKİ
Balyoz Davası'nın bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın
avukatı Hüseyin Ersöz, mahkemenin gerekçeli kararını eleştirdi. Avukat
Hüseyin Ersöz bir sayfalık yazılı açıklamasında şunları dile getirdi:
"Gerekçeli kararda, darbenin Çetin Doğan'ın sağlık durumu ve emekli olması
nedeniyle hayata geçirilmediği tespiti yapılmıştır. Bu değerlendirme
‘çaresizlikle’ kaleme alınmış görünmektedir. Zira iddianamede darbeyi Aytaç
Yalman'ın önlediği iddia olunmuştur. Oysaki mahkeme bu kişiyi tanık olarak
dinlemediğinden bu hususa gerekçesinde yer vermemiştir. Bunun yerine konuyu
Çetin Doğan merkezli olarak ele almıştır. Ancak Çetin Doğan'ın emekli
olacağı 2002 senesinden bellidir. Çünkü Çetin Doğan'ın önünde kendisinden
daha kıdemli generaller bulunmaktadır. Diğer bir konu ise Çetin Doğan'ın
sağlık sorunudur. Ancak mahkeme bu konuyla ilgili olarak da hiçbir araştırma
yapmamış, o dönemdeki sağlık problemlerinin ciddiyetini araştırmaksızın
gerekçeli kararına yazmıştır. Bu durum, Mahkemenin darbenin neden teşebbüs
aşamasında kaldığını açıklamak noktasında Çetin Doğan'ın sağlık sorunlarına
atıf yapmak durumunda kaldığını göstermektedir."
-'Yazım hataları sanıkların lehine yorumlanmalıdır'-
Ersöz, "Yasadışı bir oluşumda ‘Askeri yazım kurallarına uyulması beklenemez’
şeklindeki yaklaşım tamamıyla hatalı. Eğer iddia bir darbe planının
hazırlanması ise o takdirde diğer örneklerine de bakmak gerekecektir. 12
Eylül 1980 Darbesi’ne dayanak kabul edilen Bayrak Harekat Planı askeri yazım
kurallarına göre kaleme alınmıştır. Bu noktada Balyoz Harekat Planı'nda
askeri yazım kurallarına uyulmaması şüphe doğurucu bir etken olarak kabul
edilmeli ve sanıklar lehine yorumlanmalıdır. Zira tarih çelişkileri ve diğer
teknik çelişkiler birlikte ele alındığında iddialara dayanak dijital
dokümanların asker kişiler tarafından hazırlanmadığı sonucuna ulaşılmaktadır
ki bu savunma makamının tezlerini güçlendiren bir husustur" dedi.
-'Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması sağlanmalıdır'-
Avukat Ersöz, "Mahkemenin görevi ‘maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını’
sağlamaktır. Bu çerçevede dijital dokümanların sahteliği iddiaları
karşısında, eğer dosyada çelişkili bilirkişi raporları bulunmakta ise yeni
bir bilirkişi incelemesinin yapılması Yargıtay Kararları çerçevesinde
zorunludur. ‘İmzasız’ dijital dokümanlara dayanarak gerekçeli karar kaleme
almak hakimlerin tarafsızlığına gölge düşüren bir durumdur" ifadelerine yer
verdi.
-'Diğer hususlar iddianameden alıntılanmıştır'-
Hüseyin Ersöz, "Gerekçeli Kararda, Genelkurmay Başkanlığı'nın dokümanların
gerçekliğini teyit ettiği şeklinde bir bilgi yer almaktadır. Bu tespitin
hangi belgeye dayandığını anlaşılmamıştır. Zira Genel Kurmay Başkanlığı
Askeri Savcılığı Bilirkişi Raporunda, Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı
Bilirkişi Raporunda, Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı Bilirkişi
Raporu'nda ve Birinci Ordu Komutanlığı Bilirkişi Raporunda iddialara dayanak
plan ve eklerinin TSK 'ya ait bilgisayarlarda oluşturulmadığı ve
‘gerçekdışı’ olduğu şeklinde değerlendirmeler bulunmaktadır. Son olarak
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın bir soru önergesine verdiği yanıtta da
bu dokümanların TSK bilgisayarlarında oluşturulmadığına ilişkin bilgiler
verilmiştir" diye konuştu. Avukat Ersöz açıklamasını şöyle tamamladı:
"İsnatlara dayanak 11, 16 ve 17 Nolu CD'ler içinde yer alan bilgilerin
‘güncellendiği’ hususunda gerekçeli kararda yazan husus ise hiçbir ‘bilimsel
gerçeğe’ dayanmamaktadır. Zira dosya içerisinde yer alan TÜBİTAK ve Emniyet
Bilirkişi Raporları’nda son kayıt tarihi 2003 yılı olarak tespit edilmiştir.
CD'ler içinde kayıtlı dokümanların güncellenmesi ise teknik olarak mümkün
değildir. Bunun yanında bazı dokümanlar içerisindeki bilgiler güncellenirken
kişilerin rütbeleri ile görev yerlerinin 2003 yılı olarak bırakılması da
mantıklı değildir. Mahkemenin bu hususu görmezden gelmesi hakimlerin teknik
hususlardaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Dava devam ederken
bilirkişi incelemesi yaptırılmamış olması bu hatalı değerlendirmeye
gerekçeli kararda yer vermelerine neden olmuştur. Mahkeme tarafından
gerekçeli karara yazılan diğer hususların tamamı iddianameden yapılmış olan
alıntılardan ibarettir. Bu gerekçelerin delillerin sahteliği iddiası
karşısında yeterli ve doyurucu olmadığı açıktır. Mahkemenin açıkladığı
gerekçeli karar, kamu vicdanını tatmin etmekten çok uzaktır."
DİJİTAL DELİLLERE TEK TEK CEVAP VERİLİYOR
08.01.2013 10:44 Sanık ve sanık avukatlarının, dijital verilerin sahte
olduğu iddialarına da tek tek cevap verildi. Delil niteliğindeki verilerin
orjinal nüshalarının Genelkurmay tarafından mahkemeye gönderildiği ifade
edildi. Mahkeme heyeti, Genelkurmay’dan gelen bu delillerin, gerçek olduğuna
dair kesin kanaat oluşturduğunun altını çizdi. Gerekçeli kararın sonuç
kısmında ise sanıkların 2002’de AK Parti’nin iktidara geleceğinin
anlaşılması üzerine seçimlerden önce çalışmalara başladığı kaydediliyor. 1.
Ordu merkezli bir cunta yapılanması içinde Hava Kuvvetleri ve Jandarma
unsurlarının da yer aldığı vurgulanıyor.
Balyoz davasında verilen mahkumiyet kararlarıyla ilgili İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından yazılan gerekçeli kararda, sanık ve avukatlarının
yargılama boyunca gündeme getirdiği iddialara tek tek cevap veriliyor.
Özellikle sanıkların ‘dijital deliller sahte’ iddiası üzerinde uzun uzun
duran mahkeme, elektronik ortamdaki belgelerin gerçekliğini 24. maddede
özetliyor. İlk maddede ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Oraj Hava Harekat
Planı, Suga Harekat Planı, Çarşaf ve Sakal Eylem planları, 11, 16, 17 No’lu
CD’lerdeki Dijital Belgeler ile Seminer Ses Kayıtları ile Olasılığı En
Yüksek Tehlikeli Senaryo’ arasındaki benzerlikler vurgulanıyor. Mahkeme,
Balyoz davasına konu olan 1. Ordu’da düzenlenen seminere ilişkin ses
kayıtları ile dijital verilerin birbiriyle örtüştüğünün altını çiziliyor.
3. maddede gazeteci Mehmet Baransu’nun teslim ettiği deliller ile Gölcük
Donanma Komutanlığı ve emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen
belgelerin bazı bölümlerinin bire bir aynı olduğu vurgulanıyor. Gölcük
Donanma Komutanlığı ve Hakan Büyük’ten ele geçirilen taranmış belgelerin
asıllarının Genelkurmay tarafından mahkemeye gönderildiği belirtilen
kararda, “Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay
Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen
taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu
konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek mahkemede
tam bir kanaat oluşturmuştur.” ifadelerine yer verildi.
HAKAN BÜYÜK'TEN ELE GEÇEN BELGELER EN BÜYÜK DELİL
Mahkemenin dijital verilerin doğruluğu için kullandığı şu ifade ise çok
çarpıcı: Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’te ele geçen flash bellekte yer alan
taranmış belgelerin bir kısmı Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen
dijitaller içerisinde de, ‘Hakan Büyük’ten’ aldıklarım isimli klasörlerde
yer almaktadır. Bu husus bile tek başına bu belgelerin doğruluğunun en büyük
delili durumundadır.” 8. maddede Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın Olasılığı
En Yüksek Senaryo’nun oynanmaması için talimatı bulunmasına rağmen Doğan’ın
plan seminerinde ısrar etmesinin Balyoz darbe çalışmasıyla uyuştuğu
vurgulanıyor.
Büyükanıt, sakıncalı bulduğu için hukukçulara inceletti
1. Ordu’da düzenlenen seminerin darbe planı olduğuna dair bir başka delile
15. maddede yer veriliyor. Seminerin düzenlendiği dönem Genelkurmay 2.
başkanı olan Yaşar Büyükanıt’ın, Balyoz davasındaki tanıklığında seminer
sonuç raporuyla ilgili sarf ettiği “Raporu Genelkurmay Başkanı’na arz
etmeden önce hukukçulara incelettik. Ayrıca Genelkurmay karargahının
temelini teşkil eden J Başkanlığı dediğimiz hepsine gönderdik. Onlardan da
görüş aldık. Bundan sonra da komutana arz ettik.” ifadeleri de delil olarak
gösteriliyor. Kararda Büyükanıt’ın seminer raporunu sakıncalı bulduğu için
hukukçulara incelettiği dile getiriliyor.
Hukuk dışı yapılanmada, askeri yazışmalara uygunluk beklenemez
Gerekçeli kararda sanık ve avukatlarının Balyoz planını içerir belgelerin
askeri yazım kurallarına uygun olmadığı ve oluşturma tarihleri arasında
uyumsuzluk bulunduğu yönündeki iddialara ilişkin de açıklama yapıldı.
Kararda, hukuk dışı bir yapılanma içerisindeki yazışmalarda, askeri yazışma
ilkelerine uyulmasının ve bunların düzen ve intizam içerisinde olmasının
beklenmeyeceği kaydedildi. Sanık ve müdafilerinin, davanın askeri mahkemede
görülmesi gerektiği yönündeki iddialarına da değinilen gerekçeli kararda,
“Yapılan darbe planları kapsamında, istihbarat faaliyetleri ve keşif
çalışmaları sivil alanlarda gerçekleştirilmiş, darbe planlarına göre
tutuklanacak kişiler, el konulacak araçlar, görevden uzaklaştırılacaklar
gibi faaliyetlerin askeri mahal dışında gerçekleşecek olması söz konusu
suçun ‘askeri mahalde’ işlendiğinin kabulü mümkün değildir. Devletin
güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait
davalar herhalde adliye mahkemelerinde görülür.” denildi.
Kararda, mahkeme süresince sanık ve müdafilerin TÜBİTAK’tan alınan raporlara
‘Başbakanlık’a, yani yürütmeye bağlı olması nedeniyle bu davada bilirkişi
olarak görevlendirilemez’ şeklinde itirazlar da dile getirildi. Kararda,
“Sanık ve müdafilerin askeri bilirkişi raporlarını kabul edip TÜBİTAK
raporlarını kabul etmemeleri tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır.” şeklinde
ibareler kullanıldı. Elde edilen dijital verilerin, 5-7 Mart 2003
tarihindeki 1. Ordu Plan Semineri’nden önce oluşturulduğunun anlaşıldığı
aktarılan kararda, “Söz konusu belgelerin tarihleri üzerinde güncellemeler
yapıldığı, bir kısmının da oluşturma tarihleri değiştirilerek bu şekilde
belgelerin ele geçirilme ihtimaline karşı savunma imkanı hazırlamaya
çalıştıkları anlaşılmıştır.” sözleri kullanıldı.
AK Parti’nin iktidar olacağını anladıklarında hazırlığa başlamışlar
Gerekçeli kararın sonuç ve değerlendirme kısmında, Balyoz darbe planın
hazırlanış süreciyle amaç ve nedenleri ayrıntıları şekilde anlatılıyor. 2002
yılında AK Parti’nin iktidara geleceğinin anlaşılması üzerine sanıkların
seçimler öncesinde hazırlıklara başladığı belirtilen kararda, “Sanıkların
demokratik yollarla iş başına gelen yürütme organını anti demokratik
yollarla idareden uzaklaştırmak amacıyla Çetin Doğan liderliğinde 1. Ordu
merkezli bir cunta yapılanması oluşturduğu, Harp Akademileri Komutanlığı ve
Donanma Komutanlığı komutasındaki Hava Kuvvetleri unsurlarının ise İstanbul
ve Bursa Bölge başta olmak üzere Jandarma unsurlarının bu cunta içinde yer
aldıkları anlaşılmıştır. Hava Kuvvetleri unsurlarının başında sanık İbrahim
Fırtına’nın olduğu, deniz unsurlarının başında sanık Özden Örnek’in olduğu,
Jandarma unsurlarının başında ise dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Halil
Helvacıoğlu’nun olduğu kararına varılmıştır.” denildi. (Abdullah Harun
/ kontrgerilla.com)
Gerekçe, delil taktiklerini çürüttü
Balyoz davasının 1435 sayfalık gerekçeli kararı, sanıklara niçin ceza
verildiği, cezaların hangi delillere dayandığı gibi davayla ilgili bütün
tartışmalara tek tek cevap veriyor. Bunun yanı sıra mahkemede gündeme
getirilen 'hukuki ya da değil' tartışmaların tamamına açıklık getiriyor.
09.01.2013 11:28 Camilerin bombalanması, Türk jetlerinin düşürülmesi gibi
eylemlerin yer aldığı Balyoz darbe planı davasında gerekçeli kararın
açıklanmasıyla ilk yargı aşaması tamamlandı. Bundan sonra temyiz süreci var.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 1435 sayfalık gerekçeli kararıyla birlikte 325
sanığın cezalandırıldığı Balyoz dava dosyasını Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne
gönderecek. Yargıtay'ın incelemesine ışık tutacak en önemli belge gerekçeli
karar. Çünkü, gerekçeli kararda sanıklara niçin ceza verildiği, cezaların hangi
delillere dayandığı gibi davayla ilgili bütün tartışmalara tek tek cevap
veriliyor. Bunun yanı sıra mahkemede gündeme getirilen “hukuki ya da değil”
tartışmaların tamamına açıklık getiriliyor. Bunlar arasında; “Delillerin
sahteliği iddiaları, savunma hakkının kısıtlanması, ceza verirken ast-üst
ilişkisine dikkat edilmediği eleştirileri…” gibi onlarca konu başlığı var.
Karara dayanak olan ana deliller ise şunlar: “19 adet CD, bunları doğrulayan
seminer ses kayıtları, Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir'de ele geçirilen
belgeler, tanık-sanık ifadeleri ve sanıkların savunma çelişkileri…”
20 Ocak 2010’da başlayan yargı sürecinde ilk aşama bitti. Mahkeme 21 ayda
hükmünü, 3,5 ayda da gerekçesini tamamladı. 365 sanıklı bir dava için oldukça
kısa bir sürede tamamlanan ilk derece yargılamasının gerekçeli kararı
tartışmalara da nokta koyar nitelikte. Mahkeme, dosyaya ve kendisine yönelik
bütün eleştirileri, iddiaları tek tek cevapladı. Bunlar özetle şöyle:
Davanın ana delilleri 19 adet CD. Balyoz, Oraj, Suga harekat planları ile
Sakal ve Çarşaf eylem planları ve bunların ekleri olan listeler 11, 16 ve 17
No’lu CD’de yer alıyor. Sanıklar, bu 3 CD’nin sahte olduğunu iddia ederken,
diğer 16 CD’yi kabul ediyor. Karara göre 16 CD’deki belgeler, reddedilenleri
doğruluyor ve onların devamı niteliğinde. Bunlar darbe planlarının en önemli
teyidi.
Çetin Doğan’ın emriyle hazırlanan, imzalı yazışmalar bulunan planın
‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo (OEYST)’ isimli jenerik plan dahilinde
oynanacağı, seminere kadar ‘irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm
listeler ile teşkil edilecek’ deniyor. Balyoz planının içeriğini oluşturan
bilgiler de bu emirle birebir uyuşuyor.
Seminere katılan herkesin plandan haberi yok. Sadece bilmesi gerekenler
biliyor. Ergin Saygun da konuşmasında ‘gizlilik’e dikkat çekiyor. Seminere
katılanlardan sadece 48’i, planı bildiği, cuntada yer aldığı için sanık.
1. Ordu askeri bilirkişisi Binbaşı Hakan Erdoğan, “Balyoz belgeleri
doğruysa bu bir darbe planıdır.” demiş ve belgelerin bir bütünlük arz ettiğini
ve peyderpey askeriyeden çıkarılmış olabileceğini belirtmişti. Mahkeme de,
“Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen belgeler Balyoz CD’lerinde çıkan
belgelerin devamı.” diyor. Aynı şekilde Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün
evinde ele geçirilenler de öyle. Gölcük’te Suga’nın devamı var, Eskişehir’de ise
Balyoz darbesi olduktan sonra sanıkları korumak için hazırlanan ‘ihtimalat’
planı.
Gölcük’ten çıkan 1 No’lu CD, Balyoz planının olduğu 11 No’lu CD ile aynı.
Hard diskteki şifreler de, sanıklardan Kemalettin Yakar ve Erdinç Yıldız’ın
şifreleri ile aynı. Yani dışarından birilerinin koyma imkanı yok.
Genelkurmay, Gölcük ile Eskişehir’de ele geçirilen dijitallerde bulunan
taranmış belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğunu bildirdi.
Bunlar, Balyoz’un ekleri olan fişleme belgeleri ve yazışmalardan oluşuyor.
‘Sahtecilik’ iddialarıyla ilgili; Çetin Doğan emekli olsa da, cunta
çalışmaya devam ediyor. Sanıkların seminerdeki beyanlarında sık sık ‘planları
güncelledik, güncelleyeceğiz’ ifadeleri de güncelleme yapıldığının göstergesi.
Mahkeme, listelerde ismi geçen herkesi mahkum etmediğinin altını çiziyor.
Sanıkları, ‘bu onurlu görevi kabul edenler’ diye özellikle belirtilip bundan
haberdar oldukları için mahkum edildiğini anlatıyor.
Sanıklara yeterince savunma hakkı verildiği, Çetin Doğan’ın 118
duruşmanın neredeyse yarısında konuştuğu belirtiliyor.
Tutuklama konusu: Darbe teşebbüsünün gerçekleşmesi halinde ciddi sonuçlar
doğuracağı, sanıkların serbest kalmaları halinde ellerindeki imkanlarla
delilleri yok edeceği, kaçabileceği, nitekim firari sanıkların olduğu
kaydediliyor. (Büşra Erdal / Zaman)
Askeri bilmezkişilere gerekçe şoku
Balyoz davasının gerekçeli kararında, 'askeri bilirkişilerin tüm
çabalarının delilleri çürütmek' olduğu şeklinde şok bir tespit de yer aldı.
09.01.2013 12:19 Balyoz davasının gerekçeli kararında, askeri bilirkişilere ağır
eleştiriler yöneltildi. Askeri bilirkişilerin darbe faaliyeti kapsamındaki
bir darbe planının askeri kurallar dahilinde tahlil etmeye çalışmaları sert
bir dille eleştirilirken, “askeri bilirkişilerin tüm çabalarının delilleri
çürütmek” olduğu belirtildi. Bilirkişilerin hakimin yerine geçerek yargıya
varmasının mümkün olmadığının altı çizilen gerekçeli kararda, askeri
bilirkişilerin “tarafsız olmadıkları” vurgulandı.
Önce ‘gerçek isim yok’ dedi, belgeyi görünce ‘var’ dedi
Gerekçeli kararda ayrıca, Balyoz darbe Planı belgelerinin gerçekliğinin
kabulünde sanıkların birbiriyle çelişkili beyanların da etkili olduğu
anlatıldı. Soruşturma aşamasında sanıklar Çetin Doğan, Yurdaer Olcan ve
Memiş Yüksel Yalçın gibi, diğer bazı sanıkların, “1. Ordu Plan Semineri’nde
gerçek kişi ve kurum isimlerinin kullanılmadığı, olağanüstü hal ve
sıkıyönetim ilanı gibi hususların görüşülmediği’’ yönünde beyanda
bulundukları belirtildi. Soruşturmanın kovuşturmaya dönüşmesinin ardından
aynı sanıkların dava aşamasında beyanların aksine delilleri görmeleriyle
önceki beyanlarından döndükleri ve ‘görüşülmedi’ dedikleri konuların
görüşüldüğünü söyledikleri aktarıldı.
Kararda, şöyle denildi:
“Beyanlar arasında birçok tutarsızlığın bulunduğu, belirtilen
tutarsızlıkların örnekleme suretiyle verildiği, bu örneklerin
arttırılabileceği, sanıkların aynı konularda yeri geldiğinde farklı
beyanlarda bulundukları, aynı sanığın aynı konudaki beyanları arasında dahi
çelişkilerin olduğu, mahkum olan sanıkların kendilerini suçtan kurtarabilmek
için bu şekilde çelişkili beyanlarda bulundukları anlaşılmakla, dosyadaki
mahkememizin dayandığı delillerin doğruluğunun ispatlandığı anlaşılmıştır.’’
(Helin
Şahin / Star)
Avukatlar,
gazeteciler, Balyoz'u aklama çabaları
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Balyoz davasının gerekçeli kararına bazı çevrelerce yapılan
kasıtlı itirazlara örneklerle tepki gösteriyor.
09.01.2013 13:22 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz muhipleri, -darbe sevdalıları da diyebiliriz- sanık
avukatlarıyla el ele, mahkemenin gerekçeli kararını çürütmeye çalışıyor.
Mahkeme, "Oraj ve Suga gibi eylem planlarının asılları Genelkurmay
Başkanlığı'nda mevcut" demiş gibi, gerçekle bağdaşmayan bir tartışma zemini
oluşturma çabasındalar.
10. Ağır Ceza Mahkemesi, 11, 16 ve 17 nolu CD'ler içindeki Balyoz Harekat
Planı ve eklerinin, Genelkurmay Başkanlığı'nda asıllarının bulunduğunu
söylemedi. Gerekçeli karar dikkatli okununca, mahkemenin meramı anlaşılıyor.
Dijital verilerde yer alan bazı dosyaların askeri birimlerde asıllarının
mevcut olmasının, tartışılan CD'ler üzerindeki şüpheleri bertaraf edecek bir
kanaatin oluşmasına katkı sağladığı ifade ediliyor. Nitekim Genelkurmay
Başkanlığı'nın açıklaması da aynen bu istikamette. Açıklamaya göre,
Mahkeme'nin gerekçeli kararında, sadece, "Gölcük Donanma Komutanlığı ve
Eskişehir'de sanık Hakan Büyük'te ele geçirilen dijitallerdeki taranmış
belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğu, Genelkurmay
Başkanlığınca bildirilmiştir" şeklinde bir ibare var. Bilgi kirliliği
yaratılıyor. Mahkeme, Eskişehir ve Gölcük'te ele geçirilen CD'lerdeki
taranmış belgelerin asıllarının askeri birliklerde bulunduğunu söylüyor.
Avukatlar bunu genelleştiriyor ve mahkemeyi yalancılıkla itham ediyor.
10. Ağır Ceza Mahkemesi, dijital verilerin doğru olduğu kanaatine varmasında
başka unsurların da rol oynadığını belirtiyor ve onları sıralıyor:
- Sözgelimi, 20 Aralık 2002 tarihli Çetin Doğan'ın 1. Ordu Komutanlığı
koordinasyon toplantısındaki konuşması: "Silahlı Kuvvetler siyasetin
dışındadır. Dışında olmak, cumhuriyetin temel ilkelerinin örselenmesine göz
yumarız anlamına gelmez. TSK'nın tarihi misyonu, Kemalist çizgiyi her zaman
muhafaza etmektir. Şimdiye kadar içimizde barınamayanlar Meclis'e
taşınmıştır. Bu meydan okuma karşısında kategorili personel (İrtica yüzünden
takibe alınmış personel. NI) "
- 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Plan Semineri'nde özel isimlerin kullanılmasını
(Tuzla ve Sultanbeyli Belediye Başkanlarının görevden alınması gibi),
seminere katılanların "İstanbul'un üzerine çökelim", "Fırınlarından
pastanelerine kadar bütün listelerimiz hazır", "Köklerini kazıyalım", "Acıma
yok, tepeleme var", "İsrail'in yaptığı gibi yapalım" şeklindeki ses
kayıtlarını da, Balyoz Harekat Planı'nın varlığına dair deliller olarak
görüyor.
- KKK'nin izin vermemesine rağmen iç tehdide yönelik plan semineri için
ısrar edilmesi de, jenerik senaryo kamuflajlı bir darbe planı hazırlandığına
dair mahkemenin kanaatini güçlendirmiş.
- Ayrıca Gölcük'te ele geçirilen hard diskteki bilgilere göre, Poyrazköy'de
kazı yapıldı, bin 200 adet tabanca fişeği, 900 uzun namlulu tabanca fişeği,
patlayıcı madde, infilak ve saniyeli fitil ele geçirildi.
- Balyoz Darbe Planı'nın yer aldığı 11 nolu CD'nin aynısı, Gölcük Donanma
Komutanlığı'nda, hem CD olarak bulundu, hem de muhtevası hard diskin içinden
çıktı. Benzer belgelere Eskişehir'de Hakan Büyük'ün evindeki flash bellekte
de rastlandı. 3 ayrı yerde bu planların çıkması, mahkemede CD'lerin doğru
olduğu kanaatini pekiştirdi.
- Balyozcuların bir başka iddiası, Çetin Doğan'ın zaten emeklilik yaşının
geldiği hususu. Oysa, Aytaç Yalman istifa ettirilip, yerine Çetin Doğan'ın
Kara Kuvvetleri Komutanı olması planlanıyordu. Böylece emeklilik yaşı 2 yıl
uzayacaktı. Avukatlar burada da bilgi kirliliği yaratıyor.
Para alan avukatların, sanıkları canla başla savunmasını anlıyorum da,
gazetecilerin Balyoz darbesini aklama çabalarının hangi gerekçeye
dayandığını çözmüş değilim. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
Sanıkları Gölcük diski yaktı
Balyoz’da 'dijital deliller sahte' tezini, binbaşının harddisk incelemesi
bitirdi.
16.01.2013 09:52 Balyoz davası gerekçeli kararında Gölcük Donanma
Komutanlığı’ndan çıkan hard disklerin sanıklara ait olduğunu ortaya koyan ve
dijital delillerin zamanlama çelişkisini gideren tespitler yer aldı.
Gerek Balyoz davası sanıkları gerekse avukatların temel dayanak noktası,
Balyoz davası delil CD’lerinin 2003 yılında oluşturulmasına karşın, içindeki
bazı bilgilerin 2007’ye ait olduğu iddiasıydı. Sanıklar ve avukatları,
CD’lerin bu sebepten sahte olduğu tezini aylarca dile getirdi. Balyoz darbe
planlarının yer aldığı 11 numaralı CD’nin içeriğinin aynısının yer aldığı
hard diskin Gölcük’te Donanma Komutanlığı’ndan çıkmasından sonra bu kez de
delillerin güncellenmiş olabileceği iddiaları dillendirildi.
Ancak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin gerekçeli kararı,
Gölcük’te ele geçirilen yeni delillerin hard disklerinin, Gölcük Donanma
Komutanlığı İstihbarat Şubesi Kısım Amiri Kemal Yakar ile irtibatını ortaya
koydu. Gerekçeli karardaki tespitlere göre, Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan
elde edilen ve ilk Balyoz CD’leriyle aynı içeriğe sahip hard disklerin
şifreleri, Yakar’ın kullandığı başka bilgisayar hard disklerinin
şifreleriyle aynı çıktı. Karar metninin ‘Delillerin Doğruluğunun
İrdelenmesi’ başlığıyla 954. sayfasından sonra yer alan değerlendirmelerde
Balyoz CD’leriyle aynı içerikli zulada bulunan hard disklerin, Yakar’ın
kullandığı 5 ayrı hard diskle hem içerik hem de şifreleme açısından aynı
olduğunun tespit edildiği bilgisi yer aldı. Böylece, Yakar’ın kendisine ait
olduğunu kabul ettiği hard disklerin şifreleri ile kendisine ait olduğunu
kabul etmediği (Balyoz delilleriyle aynı içeriğin yer aldığı) hard diskin
şifrelerinin bir olduğu ortaya çıkmış oldu. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı
Fikret Seçen, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde 10
Aralık 2010 tarihinde baskın yapmıştı. Bu aramada istihbarat şubenin zemini
altına zulalanmış 10 çuval belge ele geçirilmişti. Yakalanan evraklar
arasında Balyoz davasının delillerini teyit eden çok sayıda doküman bulundu.
Arama sırasında Yakar’a ait 5 hard diske de el konuldu. Yakar, mahkemede
Balyoz CD’leriyle uyumlu bilgilerin yer aldığı hard diskleri inkar etmiş,
döşemenin altına çuvalları kendisinin koyduğunu fakat içlerindeki belgeleri
ilk kez gördüğünü iddia etmişti. (Zaman)
11
kapı da virüsten koruyamadı!
DHKP-C terör örgütüne düzenlenen ve çok sayıda kişinin gözaltına alındığı
operasyonlarla ilgili bazı medya organlarında Odatv ve Balyoz davasında
benzerini gördüğümüz deliller üzerinde şüphe uyandırma ve kafa karıştırma
gayretleri ortaya çıkmaya başladı. Bu çevrelerin iki önemli ayrıntıyı
görmezden gelmelerinin nedeni anlaşılamıyor.
21.01.2013 14:27 Geçtiğimiz günlerde 7 ilde yapılan ve çok
sayıda gözaltının yaşandığı DHKP-C operasyonlarında çok çarpıcı bir gelişme
yaşanmıştı. Baskın yapılan yerlerden biri olan Şişli’deki Ozan Yayıncılık’ta
peşpeşe 11 çelik kapıdan girilebilen bir bilgi işlem odası ortaya çıkarıldı.
11 kapıyı 6 saatte açabilen polis 3’üncü kat penceresinden itfaiye
yardımıyla içeri girdi. Bu süreyi değerlendiren örgüt üyeleri kozmik odadaki
9 bilgisayarı yaktı, 1 dizüstü bilgisayarı da parçaladı. Bir başka ildeki
operasyonda ise örgüt evindeki evrakların operasyon esnasında sobada
yakılmaya çalışıldığı tespit edildi.
Baskınla ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden bir açıklama geldi: "Legal
görünüm altındaki dernek/kültür merkezi/dergi bürolarında çelik kapılarla
(11 çelik kapıdan geçilerek) korunaklı hale getirdikleri yerlerde, yurt
dışında bulunan örgüt elebaşlarına ülkemizin kozmik bilgilerini şifreli
metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine ajan
faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri oluşturdukları tespit
edilmiştir. Bazı basın yayın organlarında, 'avukatların, mesleki
faaliyetleri ve baktıkları davalar nedeniyle gözaltına alındıkları' iddia
edilmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatları ve Cumhuriyet
Savcılarının nezaretinde titizlikle yürütülen soruşturmada, şahıslar 'terör
örgütü yöneticiliği ve üyeliği' şüphesiyle gözaltına alınmıştır."
Operasyon sırasında yurt içi ve dışı gizli haberleşmelere ait kriptolu
doküman ve dijital delillerin yakılmak ve kırılmak suretiyle yok edilmeye
çalışıldığının görüldüğü aktarılan açıklamada, çok miktarda yakılmaya
çalışılmış harddisk, flashdisk ve yazılı dokümanlar ile örgütsel dijital
malzemeler ele geçirildiği de kaydedildi. Polis operasyonlarının tamamının
videoya kaydedildiği bildirildi.
2010 YILINDA 7 KAPILI SİSTEM ORTAYA ÇIKARILMIŞTI
İddianamelerde Ergenekon örgütüne taşeron eylem yapmakla itham edilen, çok
ilginç bazı bulgular (1) nedeniyle Derin-Sol da olarak nitelendirilen
yasadışı sol terör örgütü DHKP-C'yle ilgili daha önce de benzer bir gelişme
yaşanmıştı. Örgütün yayın organı Yürüyüş Dergisi’ne ihbar üzerine 2010
yılında baskın yapan polis, beklemediği bir sürprizle karşılaşmıştı. (2)
Dergi'nin bulunduğu dairede karşısına çıkan 7 ayrı çelik kapıyı kırmak
zorunda kalan polis, sadece 3 kişinin girebildiği yalıtımlı özel odaya bu
şekilde ancak ulaşabilmişti. DHKP-C’nin tüm yazışmalarını özel tasarlanan ve
yalıtım sağlanan bu odadaki bilgisayarlarla yaptığı ortaya çıkarılmıştı.
Burada bulunan bilgisayarlar ile içlerindeki dosyaların çok özel bir
yöntemle şifrelendiği, yazışma anahtarı olmadan açılamadığı da
belirlenmişti. Ayrıca yazışmaların da şifreli olduğu, bu şifrelerin
anahtarsız okunamayacağı anlaşılmıştı.
KARARTMA VE KAFA KARIŞTIRMACILAR, O 11 KAPIYI NİÇİN İNŞA ETTİNİZ?
Örgütün bu kez kapı sayısını 11'e çıkardığı görüldü. Bu sayının artmasının
gerekçesi olarak, polisin bu kapıları açmak için harcayacağı süre içinde
örgüt üyelerince kozmik odadaki bilgisayar ve diğer delillerin yok
edilmesinin hedeflendiği düşünülüyor. Nitekim son operasyonda bu durum çok
net şekilde görüldü. Operasyonlarda gözaltına alınan ve savcılık sorgusunun
ardından tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilen şüphelilerden 9'u
avukat olmak üzere 21'i tutuklandı. 7 ildeki operasyonun İzmir ayağında,
zanlıların polis çelik kapıyı kırmadan önce suç delillerini sobada yakmak
istedikleri ortaya çıktı. Operasyona katılan Özel Harekat Ekipleri,
girdikleri evde yakılmak üzere sobaya atılan dokümanları buldu.
Bu arada bazı medya organlarında, Odatv ve Balyoz davasında benzerini
gördüğümüz deliller üzerinde şüphe uyandırma ve kafa karıştırma gayretleri
ortaya çıkmaya başladı. Bir örnek olarak Radikal yazarı Pınar Öğünç'ün
yazısını gösterebiliriz. (3) Pınar Hanım, yazısında Ergenekon ve benzer
davalar sürecinde sık karşılaştığımız bir çok gerekçeyi sıralayarak gözaltı
ve tutuklamaların haksız olduğunu savunuyor. Sanıkların davet edilmesi
varken niçin baskınla gözaltına alındığını soruyor. Odatv olayından
hatırlayacağımız gibi virüsle bilgisayarlara dosya yüklendiği iddiasını dile
getiriyor.
Ancak göremediği(!) çok basit iki ayrıntı, yazısında yer almıyor:
- Özel Harp Dairesi'nde bile bulunmayan 11 çelik kapılı kozmik oda niçin
inşa edilmiştir?..
- Polisin girmek için harcadığı 6 saat boyunca niçin bilgisayarlar ve
dijital malzemeler imha edilmeye çalışılmıştır?..
- Onları da uzaktan yüklenen virüsler yapmış olabilir mi?..
ERZİNCAN DAVASINA RADİKAL MÜDAHALE
Pınar Hanımın gazetesinin radikal tavırları aslında şaşırtıcı değil.
Hatırlanacağı gibi, Erzincan Ergenekon davasını karalamak için Radikal
gazetesinin öncülüğünde yürütülen karalama kampanyasında eski İliç
Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt hedef alınmış, savcı hakkında aşağılayıcı
haberler yapılmıştı. Savcı Bozkurt hakkında Radikal gazetesi tarafından
'Keneyle suikast, çaycıyla darbe' başlığı altında 'Çaycıya 86 TL'lik borcunu
ödemedi, kuyumcudan aldığı borcun bir kısmını geç ödedi' şeklinde alaycı bir
dil kullanılarak ve tuhaf suçlar isnat edilerek karalama kampanyası
yürütüldü. Radikal'in merkezinde yer aldığı bu karalama kampanyası sadece
eski İliç savcısını değil Erzincan'daki Ergenekon soruşturmasını da
hedefliyordu. (4)
Radikal müdahale bunlarla sınırlı kalmadı. Fiilen Ergenekon örgütüne yardım
edildiği şüphesini doğuracak şekilde Erzincan Ergenekon davasında tanıkların
ifadesini değiştirmek için bu gazetenin fiilen devreye girdiği de iddia
edildi. Bu şok iddia, 6 Mart 2010 tarihinde "sonsayfa.com" sitesinde gündeme
geldi. Radikal muhabirinin gizli tanık Munzur ile kuytu köşelerde yaptığı
görüşmenin fotoğrafları yayınlandı. Gazetenin gizli tanığı CHP'li
milletvekilleri ile görüştürmeye çalıştığı iddia edildi. (5)
Tanığa baskı operasyonuna katılan CHP eski milletvekilleri Erol Tınastepe
ile Ahmet Ersin hakkında geçtiğimiz haftalarda "Ergenekon Terör Örgütü'ne
yardım ve yataklık" suçlamasıyla Erzincan'da dava açıldı. (6) (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
Damadın karizmasını kim çizdi?
Gazeteci Etyen Mahçupyan Zaman'daki yazısında
Balyoz delillerinin sahte olduğunu ilk olarak ortaya atan Çetin Doğan'ın damadı
Dani Rodrik'in nasıl yanıldığını, akademik karizmasının nasıl çizildiğini örneklerle açıklıyor.
25.01.2013 10:47 Etyen Mahçupyan (Zaman): Dani Rodrik’e kim komplo kurdu?. 2002
yılının Kasım ayının başında yapılan seçimlerde AKP iktidar olduğunda, askerde
de yeni bir canlanma yaşanmıştı. Seçimlerden henüz üç hafta sonra o zamanki 1.
Ordu Komutanı Çetin Doğan emri altındaki birliklere gönderdiği yazıda hükümeti
hedef alan fişlemelere devam edilmesi talimatını vermekteydi. Sonraki aylar
içinde Doğan AKP’nin seçim kazanması ile Nazilerin iktidara gelişi arasında
paralellikler kuran fakslar yazdı ve bunları kendi özel kaleminden yolladı. Bu
kendine güven halinin tepe noktası ise Balyoz planının tartışıldığı seminerin
yapılmasıydı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın aksi yöndeki emrine rağmen söz
konusu seminerin içeriği değiştirildi ve Doğan üst makamlara yalan beyanda
bulundu. Seminer gerçek kişi, yer ve zaman planları üzerinden darbeye zemin
hazırlamak üzere kargaşa çıkartmayı hedefliyor ve darbeden sonra kimlerin hangi
görevlere getirileceğini de yine isim isim belirliyordu.
Balyoz planı deşifre olup mahkemeye taşındığında, ortaya bir anda sürpriz bir
figür çıktı: Çetin Doğan’ın damadı olan meşhur iktisatçı Dani Rodrik, delillerin
sahte olduğunu öne sürmekle kalmayıp bu konuda bir kitap da yazdı ve argümanının
o güne kadar iktisat alanında yazdıklarından çok daha ‘sağlam’ olduğunu ileri
sürdü. Ulusalcıların ve dünyanın her yerinde AKP’den hazzetmeyenlerin de
desteklediği bu argümana göre, suçlama esas olarak 3 CD’ye dayanmaktaydı ve
oradaki bilgilerin üzerinde oynanmıştı. Nitekim 2004 tarihli CD’lerde daha sonra
kurulan organizasyonların veya mekanların adları geçmekteydi. Rodrik tahrifatın
varlığını yeterli sayıyor ve bu CD’lerin delil olamayacağını ve karşımızda
Doğan’ı suçlamaya yönelik bir komplo bulunduğunu öne sürüyordu. Kendisiyle
yapılan görüşmelerde askerin vesayetçi rolünü onaylamadığını, ama hukukun
üstünlüğüne inanan bir kişi olarak gerçeklerin ortaya çıkmasını istediğini
vurguluyordu.
Bugün artık Dani Rodrik’i tatmin edebilecek bir bilgi birikimine sahibiz.
Birincisi, o 3 CD’nin içindeki bilgilerin diğer CD’lerde de tekrarlandığını ve
tahrifatsız olarak bulunduğunu öğrendik. İkincisi, tahrifatlı CD’lerin kopyaları
Gölcük’te yer altındaki kozmik bölmede saklanan evraklar arasında da çıktı ve
bunların oraya birtakım kötü niyetli komplocular tarafından konulması pek
gerçekçi gözükmüyordu. Bu noktada sanık avukatları Gölcük’te bulunan 5 no’lu
hard diski ABD’deki bir yeminli büroya incelettiler ve büro çok sayıda dokümanın
2004 yılında yazılmış gibi gösterilmesine karşın aslında 2009 yılında oraya
konduğunu saptadı. Bu tespit bir komplonun varlığını gösteriyor ama asıl soruyu
yani komplonun failinin kim olduğunu sormuyordu. Derken öldürücü darbe geldi:
Gölcük’teki bölmenin sorumlusu olan Binbaşı Yakar’ın kendine ait disklerindeki
şifreler 5 no’lu hard diskin şifreleri ile aynıydı… Yani gerçekten de kasıtlı
bir tahrifat vardı ama bunu Doğan’ı zor durumda bırakmak isteyen komplocular
değil, bizzat Doğan’ın çalışma arkadaşları yapmıştı.
Belgelerde belirli çelişkiler yaratmak üzere yapılan bir bilinçli müdahalenin
ise tek bir açıklaması mümkündü: Darbeciler belgeleri güncellemeye devam etmiş
ve darbe olanağını kollamayı sürdürmüşler, ama deşifre olma ihtimaline karşı
kendilerini garantiye almak için söz konusu belgelerde ufak tutarsızlıklar
yaratmışlardı. Dava açıldığında zanlılar dışında saygın birilerinin söz konusu
çelişkileri keşfetmesi ve kamuoyuna sunması gerekiyordu. Çünkü ancak bu şekilde
askerlerin bir komplo karşısında kaldıklarını öne sürmek ve davayı
itibarsızlaştırmak mümkün olabilecekti. Herhalde Çetin Doğan’ın aklına ilk gelen
kişilerden biri damadıydı. Böylesine saygın bir uluslararası akademisyenin
bilimsel araştırması sonucunda komplonun kanıtlanması, Doğan ve arkadaşlarına
büyük bir psikolojik destek sağlayacak ve mahkemenin baskı altına alınması
mümkün olacaktı. Ne var ki işler öngörüldüğü gibi yürümedi… Gölcük’te bulunan
belgeler, tahrifatın bizzat belgelerden sorumlu olan kişinin bilgisi dahilinde
yapılmış olması ve nihayet son günlerde Genelkurmay’ın bu belgelerin bir
bölümünün kendi ellerinde de olduğunu kabul etmesi hayal dönemini sona erdirdi.
Herhalde Dani Rodrik de kendisini yeniden demokrasi ile ekonomi arasındaki
ilişkileri incelemeye vermiştir. Gerçeklerin aydınlanmasından başka bir isteği
olamayacak olan bir bilim insanı için son gelişmeler yeterince tatmin edici
olmalı. İnsan eşini seçerken maalesef onun babasını bir kenara koyamıyor…
Etrafta komplo ararken bakıyorsunuz en yakınınızdaki birileri size komplo yapmış
oluyor. (Etyen
Mahçupyan / Zaman)
Yargıtay: İşçi Partisi araması yasal
Ergenekon soruşturması kapsamında İşçi Partisi'nde arama yapan Ankara Emniyeti'nde görevli 10 polis için verilen beraat kararı, Yargıtay tarafından değişik gerekçeyle onandı. Yerel mahkemenin, aramanın usülsüz olduğu ancak görevli polislerin suç kastı taşımadığı şeklindeki gerekçesini değiştiren Yargıtay, aramada hiçbir usülsüzlük olmadığını belirtti. Yargıtay'ın verdiği bu onama kararı önemli.
19.02.2013 15:22 Yargıtay 4.Ceza Dairesi, Ergenekon soruşturması kapsamında
İşçi Partisi'nde arama yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü'nde görevli 10 polis için verilen beraat kararını değişik
gerekçeyle onadı.
Yargıtay, yerel mahkemenin "sanıkların eylemlerinin yasaya aykırı olduğu
ancak görevi kötüye kullanma kastıyla hareket etmedikleri" yönündeki
gerekçisini değiştirdi. Yargıtay, İP'de yapılan arama ve el koymanın
İstanbul 11.Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla olduğunu, kararda aramanın 24 saat
içinde yapılmasının istendiği hatırlatıldı. Kararda, "Yapılan işin kapsamı
gözetildiğinde görevin gereğine ve CMK'nın 119, 120, 127 ve 134.maddelerine
uygun bulunduğu, bu haliyle sanıkların üzerine atılı görevi kötüye kullanma
suçunun 'görevin gereklerine aykırı davranma' gerekçesi gerçekleşmemiştir"
denildi. (Lütfi Kaplan / Star)
ÇOK ÖNEMLİ DELİLLER ERGENEKON DOSYASINA GİRDİ
Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün
talimatı üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde
görevli 10 polis memuru, 21 Mart 2008'de, İşçi Partisi Genel Merkezinde,
aynı binadaki Ulusal Kanal Ankara Bürosunda ve İşçi Partisi Genel Başkan
Yardımcısı Nusret Senem'in evine 04.00 gibi sabah erken bir saatte baskın
yaparak akşam 19.00'a kadar arama işlemi yapmıştı. Aramalarda, bir CD içinde
Yargıtay binasına giriş ve güvenli kaçış yollarını belirten ayrıntılı bir
suikast krokisi ile çok önemli diğer bazı deliller ele geçirildi. Bu
deliller halen görülmekte olan Ergenekon dava dosyasında bulunuyor.
Ancak aramalardan rahatsız olan İşçi Partisi, polisin usülsüz arama
yaptığını ve sahte deliller topladığını iddia ederek Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı'na suç duyurusu yaptı. Delillerin Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda
belirtilen maddelere aykırı elde edildiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunan
İP'liler, bilgisayarlara şifreli oldukları gerekçesiyle yedekleme yapılmadan
el konulduğu, bilgisayarlardaki verilerin yedeklerinin çıkarılmadığı,
kendilerine verilmediği ve bilgisayarlara kendilerine ait olmayan bilgilerin
yüklenmesinin mümkün olduğu iddiasını suç duyurusunda dile getirdi. İşçi
Partisi'nin şikayetiyle Savcı Abbas Özden derhal harekete geçerek soruşturma
başlattı. Bu gelişme kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Soruşturmayla
Ergenekon soruşturmasının baltalanmak istendiği ileri sürüldü. Çünkü Savcı
Abbas Özden'in, aynı yıl içinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman
Paksüt'ün Ergenekon kapsamında usülsüz dinlendiği şikayeti üzerine
İstanbul'da yaptırdığı bir baskın Türkiye'yi sarsmıştı.
Özden'in talimatı üzerine Fatih Cumhuriyet savcısı beraberinde bir kaç
bilişim uzmanı olduğu halde Aksaray'daki İstanbul Emniyeti'ne bir baskın
düzenlemiş, bilgisayarlardaki Ergenekon soruşturma dosyasındaki belgeleri
kopyalamaya girişmişlerdi. Baskını yapan ekip sadece kendileriyle ilgili
kayıtları değil Ergenekon soruşturmasına ait tüm bilgisayar kayıtlarını da
kopyalamayı sürdürürken son anda Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz devreye
girmiş, bir mahkemeden aldığı karar ile kopyalama işleminin durdurulmasını
ve ele geçen kayıtlardan Paksüt'le ilgili olmayanların geri alınmasını
sağlamıştı.
İşte bu skandalın yaşanmasına verdiği talimatla neden olan Savcı Abbas
Özden, Özel Yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin İşçi Partisi'nin
aranmasına dair yazılı emrini yerine getiren polislerin görevlerini kötüye
kullandıklarını iddia etti. Özden, “İstanbul mahkemeleri, Ankara’da arama
kararı veremez, gece arama yapılması için karar verilmez, arama kararında
bilgisayarlara el konulması yok” gibi tezleri de öne sürdü. Oysa bu tezlerin
doğru olmadığı ilerleyen süreçte ortaya çıktı. Yargıtay'ın bu habere konu
olan kararı da zaten bunu ispatlıyor.
Zaten CMK 134. madde, şifrelenen bilgisayarlara girilememesi halinde el
konulacağını, şifrenin çözülmesi ve gerekli kopyanın alınması durumunda el
konulan cihazların iade edileceğini belirtiyordu. O günlerde görüşlerini
belirten hukukçular, soruşturmalarda el konulan bilgisayarların
yedeklemelerinin, şüpheli ve vekiline verilmesi gibi bir zorunluluğun
bulunmadığını, ancak ilgili kişilerin talebi olursa bu yedeklemelerin
verileceğini ifade ediyorlardı.
İşçi Partisi'ndeki aramalarda çok önemli delillerin elde edildiğini
belirtmiştik. Görevli polisler hakkında yerel mahkemenin mahkumiyet kararı
vermesi olasılığı, Ergenekon davasında bir çok delilin sakatlanmasına da yol
açabileceği için kritik bir öneme sahipti. Mahkeme, Savcı Özden'in
iddialarını yerinde bulsaydı, örneğin Ergenekon davasının sanıkları avukat
Serdar Öztürk ve emekli Albay Levent Göktaş'tan elde edilen deliller
üzerinde de tartışmalar yaşanabilecekti. Çünkü bu sanıklar da aramaların
usülsüz olduğunu iddia etmekteydiler. Serdar Öztürk’ün ofisinde yapılan
aramada Kurmay Albay Dursun Çiçek imzalı İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın
fotokopisi, Levent Göktaş’ın ofisinde de kamuoyunda ‘51 nolu DVD’ olarak
bilinen şantaj görüntüleri gibi bazıları çok önemli olan çok sayıda delil
bulundu. Bu delillerin bu sanıklara ait olduğu, aramalara katılan sanık
avukatlarınca tutanaklarda belirtildi. Aramalar baştan sona videoya da
kaydedildi.
Savcı Abbas Özden'in hazırladığı, 10 polis memurunun, ''mevzuata aykırı
arama yaptıkları'' ileri sürülerek, ''görevi kötüye kullandıkları''
gerekçesiyle, 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarının talep
edildiği iddianame, Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesinde kabul edilerek dava
açıldı. Dava sanıkların beraatiyle sonuçlanırken yerel mahkeme kararın
gerekçesinde ilginç bir ifadeye yer verdi. Sanık polislerin aramada
hukuksuzluklar yaptığını ancak suç işleme kasıtlarının bulunmadığını
belirten Mahkeme, kararın gerekçesinde şu ifadeye yer verdi: "Sanıkların bu
eylemleri görevi kötüye kullanma kastı ile işledikleri hususunda dosyada
somut bir kanıt olmadığı, sanıkların görevlerini yaptıkları düşüncesi ile bu
eylemleri yaptıkları kanaatine varıldığından, manevi unsur yokluğundan,
sanıkların müsnet suçlardan beraatlarına karar verildi.'' Ancak son kararı
veren Yargıtay 4. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin bu gerekçesini değiştirerek
arama işleminin usülsüz olmadığını belgeledi. (Abdullah Harun /
kontrgerilla.com)
Yargıtay'dan
Çetin Doğan'a ret
Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral Çetin Doğan'a
Yargıtay'dan şok bir ret kararı geldi. Davanın en önemli delilleri arasında
yer alan darbe planlarının kayıtlı olduğu 3 CD'yi inceleyen ve orjinal
oldukları görüşünü belirten 3 TÜBİTAK bilirkişisi hakkında açtığı tazminat
davasının reddi Yargıtay'ca onandı. Yerel mahkeme gibi Yargıtay da
bilirkişilerin incelemesini hukuka uygun buldu. Çetin Doğan, CD'lerdeki
belgelerin gerçek olduğu sonucuna varılmasının asla mümkün olunamayacağı ve
CD'lerin sahte olma ihtimalinin mevcut olduğu ve bunun raporlarda hiçbir
şekilde belirtilmediği'ni iddia ederek, TÜBİTAK bilirkişileri hakkında
görevi kötüye kullanmaktan tazminat davası açmıştı.
06.03.2013 13:36 Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral
Çetin Doğan'ın, darbe planlarının kayıtlı olduğu CD'leri inceleyen
bilirkişiler hakkında açtığı tazminat davasının reddi Yargıtay’ca onandı.
Doğan, TÜBİTAK tarafından görevlendirilen bilirkişiler Erdem Alparslan,
Hayrettin Bahşi ve Tahsin Türköz hakkında 60 bin TL'lik tazminat davası
açmıştı. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, iddiaların asılsız olduğuna
kanaat getirerek tazminat davasının reddine karar vermişti. Doğan'ın temyize
götürdüğü dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de mahkemenin deliller
üzerinde yaptığı incelemeyi ve verdiği hükmü yerinde buldu.
Balyoz darbe davasının temelini oluşturan ve içerisinde ana eylem
planlarının yer aldığı 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerin incelemesi, TÜBİTAK
bilirkişileri Erdem Alparslan, Tahsin Türköz ve Dr. Hayretdin Bahşi
tarafından yapılmıştı. Bilirkişiler, incelemelerinde CD’lerin orijinal
olduğunu belirtmişti. Üç bilirkişinin hazırladığı 19 Şubat 2010 tarihli
raporda 19 CD’nin içerisinde kayıtlı dosyaların oluşturulma ve son kaydetme
tarihlerinin 2003 ve öncesine ait olduğu tespit edildi. Ayrıca CD’lerin
içerisinde oluşturulan dosyaların aynı tarihte yazdırıldığı ve CD’lere
sonradan ekleme yapılmadığı belirtildi.
Emniyet ve TÜBİTAK raporlarından sonra savcılık soruşturmayı
derinleştirmişti. TÜBİTAK’ın hazırladığı bu rapor Çetin Doğan, eski Hava
Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ve eski Deniz
Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in tutuklanmasına gerekçe
gösterilmişti. Çetin Doğan’ın avukatı Celal Ülgen, TÜBİTAK’ın hazırladığı
söz konusu raporu Amerikalı Arsenal Consulting Adli Bilişim şirketine
inceleterek, davaya gerekçe gösterilen CD’lerin sahte olabileceği yönünde
rapor almıştı. Arsenal Consulting hazırladığı rapor üzerine avukat Ülgen,
‘CD’lerdeki belgelerin gerçek olduğu sonucuna varılmasının asla mümkün
olunamayacağı ve CD’lerin sahte olma ihtimalinin mevcut olduğu ve bunun
raporlarda hiçbir şekilde belirtilmediği’ni iddia ederek, TÜBİTAK
bilirkişileri hakkında görevi kötüye kullanmaktan tazminat davası açmıştı.
60 bin TL’lik tazminat davasına bakan İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi,
iddiaların asılsız olduğuna kanaat getirerek davayı reddetmişti. Ancak
Doğan, temyize başvurdu. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, avukat Ülgen’in temyize
götürdüğü dosya üzerindeki incelemesini tamamladı. Mahkemenin deliller
üzerinde yaptığı incelemeyi ve verdiği hükmü yerinde bularak tazminat
davasının reddini onadı.
Bilirkişilerin avukatı Rufayi Taştan, Yargıtay’ın kararını yerinde bularak
“Bu karar müvekkillerimin iade-i itibarı niteliğinde.” dedi. Balyoz
davasının en önemli delillerinden olan 3 CD’yi inceleyen müvekkillerinin
Çetin Doğan’ın avukatları tarafından medya kanalıyla yıpratıldığını
vurgulayan Taştan, şöyle konuştu: “TÜBİTAK’ın CD’lerle ilgili hazırladığı
rapor, Amerikalı adli bilişim firmasına inceletildi. Daha sonra medya
karşısına, uzmanların açık isimleri kullanılarak görevi kötüye kullandıkları
ve sahte CD’ler hakkında orijinal raporu verdikleri iddiasıyla tazminat
davası açtılar. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi’nin kararlarıyla Doğan’ın ve avukatlarının iddialarında tutarsız
olduğu ortaya çıkmıştır.” (Mustafa
Gürlek / Zaman)
AİHM: Tutuklama ve deliller geçerli
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Balyoz
sanıklarından emekli Tuğgeneral Cem Aziz Çakmak'ın müracaatını değerlendirdi ve
'kabul edilemez' buldu. Davadaki delillerin 'hükümete karşı darbe girişimi' suçu
için ikna edici olduğuna karar veren AİHM, tutuklama sürelerini normal bulurken,
tutuklamaların da keyfi olmadığını belirtti. AİHM daha önce Çetin Doğan'ın
başvurusunu da benzer gerekçelerle reddetmişti.
20.03.2013 13:42 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden (AİHM), henüz temyiz
incelemesi için Yargıtay'da bekleyen Balyoz davası için "balyoz" gibi bir karar
çıktı. Sabah Gazetesi'nin haberine göre, AİHM'nin bu değerlendirmeleri, Balyoz
davasında 18 yıl hapis cezasına mahkûm olan emekli Tuğgeneral Cem Aziz
Çakmak'ın, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılama sırasında yaptığı
başvuru sonucunda yaptı. Çakmak, 3 Eylül 2010'da AİHM'ye başvurarak "adil
yargılanmadığını", "uzun süredir tutuklu bulunduğunu" ve "savunma hakkının
kısıtlandığını" ileri sürdü. AİHM, Çakmak'ın başvurusunu 19 Şubat'ta, Türk
Yargıç Işıl Karakaş'ın da bulunduğu toplantısında inceledi ve "kabul edilemez"
buldu.
Balyoz iddianamesinden alıntıların yapıldığı kararda emekli Tuğgeneral
Çakmak'ın, "uzun tutukluluk" ve "adil yargılanmadığı" iddialarına şu yanıtlar
verildi:
DELİLER İKNA EDİCİ
Şüphelerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle ilgili
olarak Sözleşme'nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate alındığında,
AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş
olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği
kanaatindedir.
TUTUKLAMA NEDENİ İNANDIRICI
Başvuranın, bir suç işlemiş olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak
'inandırıcı nedenlere' dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek
gerekmiştir.
CİDDİ KANITLAR VAR
Mahkeme (AİHM), ulusal adli makamların başvuranı, hakkındaki suçlamayla ilgili
ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut delil unsurlarına
dayanarak Ceza Kanununca yaptırıma bağlanan suçları işlediği iddiasıyla
yakaladıklarını gözlemlemektedir.
NE KEYFİ NE MANTIKSIZ
Mahkeme, somut olayda başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak
nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin
davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi veya mantıksız olduğu sonucunun
ortaya çıkmadığı kanısındadır.
TUTUKLULUK SÜRESİ NORMAL
Mahkeme öncelikle, hakkında kovuşturma yapılan başvurana atılı suçların ağırlığı
dolayısıyla ortaya çıkan kaçma riskinin varlığına ve ceza davasının
karmaşıklığına dikkat çekmektedir. Mahkeme, bu koşullar altında, başvuranın
tutukluluk süresinin ivedilik gerekliliğine uygun olduğu kanaatindedir.
YARGILAMA SÜRESİ MAKUL
(Başvuru tarihi dikkate alınarak) Yargılama, yaklaşık üç yıldan bu yana sürüyor.
AİHM, konuyla ilgili yerleşik içtihadının ışığında ihtilaf konusu yargılamanın
süresinin uzun olmadığı ve hali hazırda, "makul süre" gereğini karşıladığı
kanaatindedir. (Sabah)
ÇETİN DOĞAN'IN BAŞVURUSU DA REDDEDİLMİŞTİ
Aynı konuda Balyoz davasının 1 nolu sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan da
AİHM'e başvuruda bulunmuştu. Balyoz Davası devam ederken, mahkemenin yakalama ve
tutuklama kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvuruyu
inceleyen mahkeme, Doğan'ın başvurusunu reddetmiş, Balyoz delillerinin somut ve
meşru olduğuna karar vermişti. “Çetin Doğan vs. Turkey” adını taşıyan 19
sayfalık AİHM kararında, delilleri tek tek sayan mahkeme, geçerli bu belgelere
göre verilen tutuklama kararlarının da geçerli olduğuna hükmetmişti. "Şu çok
önemlidir: Tutuklanacak, atılacak, atanacak kişiler sembolik isimler değil,
gerçek kişilerdi!" denilmiş, birçoğu Çetin Doğan tarafından imzalanmış 2.229
sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları bu hükme gerekçe
teşkil etmişti. Ayrıca bir casusluk soruşturmasıyla ilgili arama sırasında
Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen “çok sayıda ek belge” de gerekçeler
arasında sayılmıştı. AİHM’e göre bu deliller, sanıklar hakkında soruşturma açmak
ve tutuklamak için “ciddi neden ve emare”lerdir! Soruşturma, yakalama ve
tutuklama kararı “ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut
delil unsurlarına dayanarak” verilmiştir. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
Alt yazı ve dublaj sanıklardan!
Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan
Ümraniye’deki bomba görüntülerinin sanıklar tarafından tahrif edildiği
ortaya çıktı. Orjinalde bulunmayan ses ve alt yazıları ekledikleri cd'yi
mahkemeye sunan sanıklar savcı ve polisin tertip yaptığını ileri sürdüler. Ancak
Tübitak, Emniyet ve Jandarma kriminalin tespitleri asıl tertibi sanıkların
yaptığını ortaya çıkardı.
01.04.2013 10:42 Ergenekon davasında mütalaalarını açıklayan savcılar,
sanıkların yargılama sırasında mahkemeyi yanıltmak için kurguladıkları oyunu
deşifre etti. Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan 12 Haziran 2007
tarihinde Ümraniye’de ele geçirilen bombalarla ilgili görüntülerin sanıklar
tarafından tahrif edildiği ortaya çıktı.
Yakalanan bombaların sahibi Oktay Yıldırım, polisin aramalarla ilgili tutanak
tanziminde “Soruşturma Ergenekon olduktan sonra sinkaf ederim hakimini de
savcısını da.” ifadelerini kullandığını ileri sürmüştü. Aramanın yapıldığı
tarihte Ergenekon isminin kamuoyu tarafından bilinmediğini belirten Oktay
Yıldırım, buradan hareketle operasyonların bir tertip olduğunu ileri sürmüştü.
Ancak bombaların bulunma görüntülerinin yer aldığı orijinal CD’nin bilirkişiler
tarafından incelenmesinde “Ergenekon” ifadesinin kullanılmadığı kesinleşti.
TÜBİTAK ile Emniyet ve Jandarma kriminal de CD’de Oktay Yıldırım’ın bahsettiği
Ergenekon kelimesini bulamadıklarını bildirdi. Savcıların davayla ilgili
mütalaasında CD’nin orijinalinde alt yazı bulunmadığına dikkat çekildi. Sanığın
dışarıdan alt yazı ekleyerek mahkemeye yeni bir CD getirdiği vurgulandı.
Ergenekon soruşturması, 12 Haziran 2007'de Ümraniye Çakmak mahallesindeki bir
gecekonduda bulunan 27 adet el bombasının yakalanması sonrası başladı.
Ümraniye'de bulunan el bombalarının sahibi emekli Astsubay Oktay Yıldırım,
Ergenekon yargılamalarını tertip diye niteleyenler arasında. Yıldırım bu
iddiasına delil olarak polisin el bombalarını bulduktan sonra tutanak
hazırladığı sırada sarf ettiği sözleri gösterdi. Mütalaada, Yıldırım'ın kurgusu
özetle şöyle anlatıldı: Yıldırım, mahkeme dosyasından aldığı görüntü CD'sini
avukatları aracılığı ile tape ettirip duruşma salonunda dinlettirdi. CD'de
Ümraniye'de bulunan bombalarla ilgili tutanak tanzim eden polislerin kendi
aralarındaki konuşmada “Soruşturma Ergenekon olduğu zaman sinkaf ederim hakimi
savcıyı” ifadelerinin geçtiğini ileri sürdü. Bunu gerekçe gösteren Yıldırım,
davanın 85. celsesinde mahkemeye getirdiği CD'deki beyanları esas alarak,
bilgisayarında arama yapılmadan polislerin “Soruşturmanın Ergenekon olmasından”
bahsettiğini ileri sürdü. Söz konusu CD ile Ergenekon operasyonlarının bir
tertip olduğunun ortaya çıktığını iddia etti.
Yıldırım'ın iddialarına 89. celsede cevap veren iddia makamı, söz konusu CD'nin
orijinalinde alt yazı bulunmadığını, sanığın dışarıda alt yazı ekleyip yeni bir
CD ile mahkemeye getirdiğini kaydetti. Savcılar ayrıca orijinal CD'nin
incelenip, Yıldırım'ın iddia ettiği ifadelerin geçip geçmediğini bulunmasını
talep etti. 91. celsede karar alan mahkeme, CD'yi TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve
Kriptoloji Araştırma Enstitüsü'ne gönderdi. TÜBİTAK'ın mahkemeye gönderdiği
rapor, Yıldırım'ın iddialarını net bir şekilde yalanlayarak, CD'de Ergenekon
kelimesinin geçmediğini bildirdi. Ancak bu rapora inanmayan Yıldırım, CD'nin
farklı kuruluşlara inceletilmesini istedi. Bunun üzerine mahkeme CD'yi Emniyet
ve Jandarma kriminale gönderdi. İki kuruluş da Yıldırım'ın bahsettiği Ergenekon
kelimesini CD'de bulamadı. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, TÜBİTAK, Emniyet ve
Jandarma Kriminal'den gelen belgeleri göz önünde bulundurarak Yıldırım'ın
iddialarının asılsız olduğunu duruşmada ifade etti. Buna rağmen bazı sanıklar
yargılama sürecinde bu iddiaya dayanarak savunma yapmaya devam etti. (Göksel
Genç / Zaman)
Balyoz'da
Yargıtay aşaması
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Yargıtay'da dün temyiz duruşmaları başlayan Balyoz davasındaki
delillere sanıkların itirazlarını ve mahkemenin görüşünü bir kez daha
gündeme getiriyor.
16.07.2013 12:32 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz'da Yargıtay aşaması.. Balyoz
davası Yargıtay'da... "Adil yargılanma" konusunda çeşitli itirazlar mevcut.
Sanıklar, Oraj, Suga, Sakal, Çarşaf gibi darbe planlarını içeren 11 Nolu
CD'nin sahte olduğunu iddia ediyor. 10. Ağır Ceza Mahkemesi, CD'nin sahte
olmadığı, sadece içindeki bilgilerin güncellendiği kararını verdi.
"Sahte" denilmesinin sebebi şu: 11 Nolu CD'nin oluşturulma tarihi TÜBİTAK ve
Emniyet kayıtlarına göre 5 Mart 2003. CD tek oturumda oluşturulmuş. CD'nin
içindeki bilgilerin üst verisi, bu tarihten önceki tarihleri taşıyor. Balyoz
belgelerinin ıslak ya da matbu çıktıları yok; sadece dijital kayıt. Sanık
yakınları soruyor: "Balyoz CD'si gerçekten 2003'te oluşturulmuşsa, içinden
daha sonraki tarihlere ait bilgiler nasıl çıkıyor?"
Sözgelimi, "İlaç depoları" isimli 4 Şubat 2003 tarihli belgede, "Recordati
İlaç AŞ" unvanlı bir firma var. Oysa bu firma, evvelce "Yeni İlaç AŞ" idi.
Recordati olarak unvanı 2009'da değiştirildi. "Özel hastaneler" isimli
belgede yer alan "Medical Park Sultan Gazi Hastanesi"nin unvanı 2003'te
"Sultan Hastanesi"ydi; adı 2008'de değişti. Basın yayın organları listesinde
bulunan "İlk Adım" gazetesi 15 Ağustos 2005'te kuruldu. "Savunma Sanayi"
isimli belgede Havelsan'da çalıştığı iddia edilen 357 kişiden 115'i,
2002-2003 tarihlerinde Havelsan'da çalışmıyordu; sonraki tarihlerde işe
başlamışlardı. (Bu örnekleri çoğaltmak mümkün)
Bütün bu bilgilerden bana göre şöyle bir sonuç çıkabilir: 11 Nolu CD'nin son
kaydı, TÜBİTAK ve Emniyet raporunda iddia edildiği gibi, 5 Mart 2003'te
yapılmadı. Zaten sanık yakınları, tarih hatalarından yola çıkarak "CD sahte"
diyor ama, 10. Ağır Ceza Mahkemesi, belgeler güncelleştirilirken,
bilgisayarın gerçek tarih yerine, tanımlanan tarihi (yani 2003'ü)
göstermesinin sağlandığı kanaatinde. 11 Nolu CD'nin içeriği, hem Gölcük
Donanma Komutanlığı'nda İstihbarata Karşı Koyma biriminin parkelerinin
altında bulunan 5 Nolu hard diskte, hem de Eskişehir'de Hakan Büyük'ün
evindeki flaş bellekte çıktı. Farklı yerlerde aynı muhtevaya rastlanmasının,
mahkemenin belgelerin gerçek olduğuna dair kanaatinin oluşmasında önemli bir
rolü oldu. Ayrıca, hem hard diskteki, hem flaş bellekteki taranmış
belgelerin asıllarının ilgili askeri birliklerde mevcut olması da,
"sahtelik" iddialarına hakimlerin inanmamasına yol açtı.
10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin dijital verilere inanmasına başka unsurlar da
etki yaptı. Çetin Doğan'ın konuşmaları, Plan Semineri'nde özel isimlerin
kullanılması, Kara Kuvvetleri izin vermemesine rağmen iç tehdide yönelik
plan semineri yapılması, Gölcük'te ele geçirilen hard diskteki bilgilere
göre Poyrazköy'de gerçekleştirilen kazıda 1200 tabanca fişeği ile, 900 uzun
namlulu tabanca fişeğinin ortaya çıkması.
Yargıtay, sanık avukatlarını dinleyecek. Sonuçta bir karara varacak. Belki
"Suç eksik teşebbüs değil; henüz teşebbüse geçilmemiştir" diyebilir. Türk
Ceza Kanunu'nun 316'ncı maddesinde yer aldığı gibi, "Soruşturma başlamadan
vazgeçtiler" diye çok düşük cezalar verebilir. Ama, "Çetin Doğan ve
arkadaşları bir darbe hazırlığı içinde değillerdi" iddiası akla ziyan bir
iddia. Böyle bir hazırlık içindeydiler; selefleri gibi "irtica" algısı
karşısında laik cumhuriyeti koruma ve kollama görevini üstlendiklerini
sanıyorlardı. Aslında keşke Çetin Doğan itiraf etseydi. Belki o zaman,
kurunun yanında yanan yaşlar da Balyoz alevinden kurtulurdu. (Nazlı
Ilıcak / Sabah)
BM'nin
balyoz raporu çöktü
BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu'nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı
'Balyoz davasındaki tutukluluklar haksız' içerikli rapora BM'den tepki
geldi. Birleşmiş Milletler genel sekreter sözcüsü, Grubun BM adına açıklama
yapma yetkisine sahip olmadığını, söz konusu haberi yapan medya organlarının
bu gerçeği çarpıttığını söyledi. Balyoz çevrelerinde; bu raporla Balyoz
davasının çöktüğü dahi ileri sürülmüş, sanıkların derhal tahliye edilmesinin
gerektiği savunulmuştu. Sanık avukatı Murat Ergün'ün Yargıtay'daki temyiz
duruşmasında dün dile getirdiği bir cümle, ulusalcıların çarpıklığını
çarpıcı şekilde ortaya koyuyor: 'Atatürk'ün büstü olan mahkeme değil,
kıtalar ötesi karar verdi.'
24.07.2013 10:01 ‘BM’den Balyoz Gibi Karar’ başlıklı haberin gerçekleri
yansıtmadığı açıklandı. TRT Haber’e özel açıklamalar yapan Birleşmiş
Milletler genel sekreter sözcüsü, BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun BM
adına açıklama yapma yetkisine sahip olmadığını, söz konusu haberi yapan
medya organlarının bu gerçeği çarpıttığını söyledi. BM İnsan Hakları Konseyi
bünyesinde 48 değişik konuda görevli ‘Özel Usuller’ bulunduğunu açıklayan BM
Sözcülüğü, Konsey ile birlikte çalışan ve üye ülkelerin iştirakiyle
oluşturulan 4 grup yer aldığını kaydetti. Söz konusu grupların üye
ülkelerden oluştuğunu ve BM’nin görüşlerini yansıtmadığını vurgulayan sözcü
ofisi, bu grupların ancak İnsan Hakları Konseyi’ne tavsiye niteliğinde
raporlar sunabildiğini ve bu raporların da BM’nin görüşlerini yansıtmadığını
duyurdu. Balyoz davası için İnsan Hakları Konseyi’ne sunulan rapor hakkında
BM’nin yorum yapmayacağını dile getiren sözcü ofisi, çalışmanın ancak grup
üyelerince değerlendirilebileceğini bildirdi. Grubun, Balyoz davası
konusunda yaptığı söylenen açıklamayı henüz görmediklerini belirten BM
sözcüsü, “Raporun BM raporu olarak lanse edilmesi kabul edilemez. BM’yi veya
BM İnsan Hakları Konseyi’ni hiçbir şekilde bağlamaz. Böyle bir rapor BM
belgesi de değildir. Çünkü bu grup BM’den bağımsızdır.” değerlendirmesini
yaptı.
BM KEYFİ TUTUKLAMALAR GRUBU RAPORU
Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu (UNGWAD), geçtiğimiz
günlerde Balyoz sanıklarının başvurusu üzerine hazırladığı raporu
açıklamıştı. Grup, Balyoz davasındaki tutuklulukların keyfi olduğuna
hükmederek Türkiye Hükümeti’nden hakkında başvuru yapılan 250 tutuklunun
durumunun düzeltilmesini talep etmişti.
250 sanık hakkında Balyoz sanıklarının yakınlarından oluşan "Vardiya Bizde"
adına yapılan başvuru Grup tarafından incelemeye alınmıştı. Bu girişim
üzerine harekete geçen hükümetin, halen AİHM'de incelenmekte olan derdest
dosyaların olduğuna ve davanın halen Yargıtay'da temyiz aşamasında olduğuna
vurgu yaptığı itirazı ise Grup tarafından reddedilmişti. AİHM'e başvuru ile
farklı standartlara sahip olduğunu ifade eden Grup, Temyiz aşamasının devam
etmekte olmasının kendi incelemesine bir engel oluşturmadığını belirtiyordu.
Grup kararını önceki gün taraflara tebliğ etti. 16 sayfalık kararda,
Türkiye’nin Balyoz yargılamasında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
keyfi tutuklama, adil yargılama ve savunma hakkına dair üç maddesini ihlal
ettiğine hükmediliyordu. Raporda, Türkiye’den sanıkların durumlarının telafi
edilmesi de isteniyordu.
Raporda Grubun (UNWGAD) görüşü şöyle açıklanıyordu:
"Yukarıda aktarılanların ışığında, Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu
aşağıdaki görüşü oluşturmuştur:
Balyoz ya da Sledgehammer davalarında özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın
tutuklulukları keyfidir, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası
Sözleşmesi’nin 9 ve 14ncu maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin
9,10, ve 11nci maddelerinin ihlalidir; Keyfi tutuklamalar kategorisinde,
Çalışma Grubu ‘nun başvuru incelemelerinde referans verdigi III kategorisine
düşmektedir.
Oluşturulan görüş akabinde, Çalışma Grubu Türkiye Hukumeti’nden 250 kişinin
durumunun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Medeni ve Siyasi Haklara
İlişkin Uluslararası Sözleşmesinin hükümlerine uygun olarak duzeltilmesini
talep eder. Davanın tüm koşulları dikkate alındığında, Çalışma Grubu bir
uygun çözümün, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin
9ncu madde, 5nci paragrafındaki yaptırılabilir bir tazminat hakkı olduğunu
takdir etmektedir."
BALYOZ DAVASI DEĞİL KEYFİ RAPOR ÇÖKTÜ
Bu rapor, Balyoz sanık ve avukatları ile o kesime mensup çevrelerde büyük
etki yaptı. 'BM'den Balyoz gibi karar!' başlığıyla verilen haberler ve
yapılan yorumlarda; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü, sanıkların derhal
tahliye edilmesinin gerektiği savunuldu. Bu görüş Yargıtay'da devam eden
temyiz duruşmalarında sanık avukatlarınca sık sık dile getirildi.
Balyoz sanık yakınları, avukatları ve diğer kesimlerce dile getirilen
görüşler şu şekildeydi:
Balyoz sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un kızı Ece Saygun: “Bana
göre bu ailelerin zaferi ve kadınların zaferi. Bana göre bu dava çok uzun
soluklu bir dava. Biz hayatlarımızı adadık bu davaya. Adım adım, emek emek
haklılığımızı herkese anlatacağız.”
Kara Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'un oğlu ve avukatı Selim
Yavuz: “Artık mızrak çuvala sığmamaktadır. BM bile böyle bir karar
alabildiğine göre konu uluslararası kamuoyunda da ciddi anlamda tartışmalı
haldedir. Yargıtay'ın artık bu ayıbı temizlemesi gerekir.”
Balyoz davasındaki 6 sanığın avukatı Hüseyin Ersöz: “Her ne kadar Çalışma
Grubunun verdiği kararların, tıpkı AİHM Kararları gibi bir bağlayıcılığı
olmasa da ülkelerin demokratik gelişmişlik göstergelerinde önemli bir kriter
olduklarını da göz önüne almak gerekiyor. Bu kararın uygulanması da,
Türkiye'nin insan haklarına ne kadar saygılı bir ülke olduğunun göstergesi
olacak. Hükümet yetkililerinin kamuoyuna yönelik açıklamalarının yönü
demokrasimiz ve uluslararası saygınlığımızın, Yargıtay'ın vereceği karar ise
ne kadar Hukuk Devleti olduğumuzun ölçütünü ortaya koyacak.”
Balyoz davasındaki 5 sanığın avukatı Murat Ergün: “Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olarak neden Birleşmiş Milletler'den gelen bir karara seviniyoruz?
Atatürk'ün büstü olan bir mahkemeden gelen bir karara neden sevinemiyoruz da
kıtalar ötesi, bizden tamamen yabancı insanların verdiği kararlara
seviniyoruz? Neden bu topraklarda güller hep kırmızı açıyor?”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran: “Balyoz davası bu kararla iflas
etmiştir. Bu utancın büyümemesi ve hukuk devletini güçlendirmek için,
hükümetin acilen atması gereken adımlar bulunmaktadır. Davada hukuk
ihlallerini neden olan personel soruşturulmalıdır, bu hataların neden
yapıldığı ortaya çıkartılmalıdır. Tutuklu sanıklar bir an önce serbest
bırakılmalıdır ve bu zamana kadar uğradıkları zararlar mutlaka tazmin
edilmelidir.”
ÇÖKEN BALYOZ DAVASI DEĞİL KEYFİ RAPOR
Görüldüğü gibi Balyoz çevrelerinde; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü
ileri sürülebilmekte, sanıkların derhal tahliye edilmesinin gerektiği
savunulmakta. Balyoz sanıklarının defalarca yaptığı başvurular Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nden ve Yargıtay'dan dönmüşken, bu kurumlar,
tutuklamaların yerinde, delillerin hukuka uygun olduğunu belirtmişken ve bu
kurumların bağlayıcılığı da bulunmakta iken, keyfi bir raporla Balyoz
davasının çöktüğü ileri sürülebilmekte.
VALLA BİLLA BEN YAPMADIM!
Aslında Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinde kafa karışıklığı oluşturma
gayretleri yeni değil. Bunları sık sık haberleştirdik. Ergenekon sanığı
Hurşit Tolon'un cezaevinden sahte raporla kaçırılmaya kalkışılması..
Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın sahte raporlarla hastanede hasta
gösterilmeye ve cezaevine girmekten korunmaya çalışılması.. Haberal'ın,
kurduğu telsizli haberalma sistemi ile hastaneye yapılabilecek savcı ve
polis baskınlarını önceden haber almaya çalışması.. Ergenekon sanığı Mustafa
Dönmez'in, evinde ve arazisinde çok sayıdaki silahları arama yapan
polislerin koyduğu iddiası.. Bu iddianın aramalara katılan askeri
görevlilerce yalanlanması.. Dönmez'in duruşmalarda sık sık Atatürkçülükten
bahsetmesi, polislerin Atatürk'e suikast düzenlediğini, bu nedenle de TSK
düşmanı olduklarını iddia edecek kadar seviye kaybetmesi. Yine Dönmez'in
eşini başka bir kadınla aldattığının askeri mahkemedeki o tartışmalarda
ortaya çıkması, eşinin şok geçirmesi.. Ergenekon sanığı Serdar Öztürk'ün,
yoldan geçen bir kişinin belgeleri ofisine koymuş olabileceği iddiası..
Sanık Levent Bektaş'ın, aramaya gelen polislere çay söylemek için dışarı
çıktığında polislerin cd'leri bürosuna yerleştirdiği iddiası.. Duruşmalara
sanık avukatlarınca getirilen ıslak imza makinesi ile imzanın sahteliğini
kanıtlama fiyaskosu.. Duruşmaya buzdolabı getirerek polis aramalarının
usulsüzlüğünü ispatlama planları.. Sanık avukatlarının, delillerin
sahteliğini ispatlama adına mahkeme heyetinin evrakları arasına duruşma
arasında cd yerleştirip buldurma tiyatrosu. Bu nedenle de haklarında dava
açılması.. Odatv davasında delillerin virüsle dışarıdan yüklendiği
tartışmaları.. Tüm bunları sık sık haberleştirdik, özenle takip ettik.
Hepsini toplasak ilginç bir albüm olurdu. Bir de 'ıslak imza' tartışmaları
var ki, başlı başına bir alem. TÜBİTAK'ın bilirkişiliği bu çevrelerce makbul
görülmedi. Defalarca yapılan ve hepsi aynı sonucu veren Adli Tıp, Jandarma
ve Emniyet Kriminal'inkiler de. Bu çevreler o kadar ileri gittiler ki, imza
incelemelerinin yurtdışında yapılması gerektiğini, çünkü TÜBİTAK'ın
Başbakanlığa bağlı olduğunu dahi ileri sürebildiler. Bir tek 'valla billa
ben yapmadım' demedikleri kaldı.
HARİKA AVUKATLAR!
Dünkü temyiz duruşmasında sanık avukatlarından Murat Ergün, 2010 yılı
sonunda ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube
Müdürlüğü'nün zemin karolarının altında ele geçirilen çuvallarca belgeye
dahi bir kulp buldu. 'Yok artık!' dedirtti. Ancak 3 yıl sonra ileri sürülen
bu kulp sanıklara fayda değil zarar getirecek.
Ergün şöyle diyor: "Gölcük'te Donanma binasındaki İstihbarata Karşı Koruma
biriminin zeminindeki kablo kanallarında bulunan işleri bitmiş ama devlet
malı olduğu için atılamayan, kullanılmayan, boş duran hardiski kim girip
alır yükleme yapıp geri koyabilir?"
Deillerin sahteliğini savunma adına bir avukatın bu sözleri hukuk adına
içler acısı. O çuvallarca belge acaba orada ne arıyordu? İşleri bittiği ve
atılamadığı için oraya konulmuş diyor avukat Ergün. Ya, böyle bir saçmalık
olabilir mi?.. Ergün, TSK'yı savunayım derken ona nasıl bir hakarette
bulunduğunun farkında değil. Halı altına süpürme işlemini hatırlatır
şekilde, TSK da işe yaramayan atılacak evrakları zemin karolarının altına mı
saklıyor yani? O çuvalların içinden suç içeren belgeler çıktı. 'Devlet malı
olduğu için atılamayan' diye bir avukat o belgelerin orada bulunmasını nasıl
açıklayabilir. O belgelerin vehametini nasıl gözlerden kaçırmaya
çalışabilir. Bu nasıl bir savunma stratejisi böyle?.. En azından sus, o
konuya girme..
Balyoz davasında duruşmaları boykot eden avukatlar, sanıkların daha fazla
ceza almasına neden olmuşlardı. Aslında şimdi de aynı hata sürüyor. Aklı
başında avukatların söylememesi gereken saçma gerekçeler dile getiriliyor,
müvekkillerini savunduklarını zanneden bu kişiler aslında yine onlara zarar
veriyor.
'KITALAR ÖTESİ KARAR VERDİ!'
Aynı sanık avukatı Murat Ergün'ün, BM Keyfi kararı üzerine Yargıtay'daki
temyiz duruşmasında dün dile getirdiği tepkisindeki bir cümle, ulusalcıların
içine düştüğü çarpıklığı çarpıcı şekilde ortaya seren bir niteliğe sahip:
“Atatürk'ün büstü olan mahkeme değil, kıtalar ötesi karar verdi.” (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
Yargıtay'dan
Balyoz gibi gerekçe
Yargıtay Balyoz davasında temyiz kararını açıkladı. 361 kişiden 237'sinin
cezası onandı. 36 sanık hakkında verilen beraat kararı onandı. 25 sanık
hakkında verilen mahkumiyet kararları yeterli delil bulunmadığından, 63
sanık hakkındaki mahkumiyet kararları ise 'sanıkların eylemlerinin suç için
anlaşma suçu' kapsamında kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına
hükmedilmesi gerekçesiyle bozuldu. Bu 88 sanıktan tutuklu olanların
tahliyelerine, haklarındaki yakalama kararlarının geri alınmasına karar
verildi. Kararlar oy birliği ile alındı. Böylece, büyük oranda Yargıtay
Başsavcılığın tebliğnamesindeki talep doğrultusunda karar verilmiş oldu.
Sanık yakınları karar karşısında gözyaşlarını tutamadılar. Lanet olsun diye
ağlayarak karara tepki gösterdiler.. Yargıtay, Balyoz davasında temyiz
kararının gerekçesini de günün ilerleyen saatlerinde açıkladı. Dijital
delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu ve hukuka
uygun deliller olarak hükme alınmalarının isabetli olduğu belirtildi.
Dijital delillerin, ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar
elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığının
açıkça anlaşıldığı belirtildi. Çetin Doğan'ın, iktidarı hükümetten
uzaklaştırma ve bu amaç için TSK'da ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme
kararı aldığının anlaşıldığı ifade edildi.
09.10.2013 16:30 Yargıtay, Balyoz Davası'da kararını açıkladı. 361 kişiden
237'sinin cezası onandı. Hakkında mahkumiyet kararı verilen 63 sanığın
eylemlerinin "suç için anlaşma suçu" kapsamında kalması nedeniyle bu kişiler
hakkındaki karar bozuldu. 24 sanık hakkındaki bozma kararı delil
yetersizliğinden verildi. Tutuklu sanıkların tahliyesine karar verildi.
Kararlar oy birliği ile alındı.
“Balyoz Planı” davasının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9’uncu Ceza
Dairesi, aralarında emekli orgeneraller Halil İbrahim Fırtına ve Çetin Doğan
ile emekli Oramiral Özden Örnek’in de bulunduğu 361 sanıkla ilgili kararını
bugün açıkladı.
KARARLAR OYBİRLİĞİ İLE ALINDI
Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nde kararlar oybirliği ile alındı. Yargıtay 9. Ceza
Dairesi Heyeti saat 10.12.'de salona girdi ve 2 sayfalık kararı okuması 16
dakika sürdü. Dairenin oy birliğiyle aldığı kararı, Daire Başkanı Ekrem
Ertuğrul okudu.
Başkan Ertuğrul, aralarında Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına, Ahmet Feyyaz
Öğütçü, Dursun Çiçek, Ahmet Zeki Üçok, Bilgin Balanlı, Engin Alan, Ergin
Saygun, Nejat Bek, Süha Tanyeri, Şükrü Sarıışık, Mehmet Otuzbiroğlu, Özden
Örnek'in de aralarında bulunduğu 237 sanık hakkında verilen mahkumiyet
kararlarını, "sanıklara vekalet ücreti yükletilmesi" ve sanık Berna Dönmez
hakkında Türk Ceza Kanununun, "babalık hakkında men edilme" hükmünün
uygulanmasındaki hata nedeniyle düzelterek onanmasına karar verildiğini
bildirdi.
Ertuğrul'un okuduğu karara göre, 36 sanık hakkında verilen beraat kararı
onandı.
Yargıtay 9. Dairesi, 25 sanık hakkında verilen mahkumiyet kararlarını
yeterli delil bulunmadığından, 63 sanık hakkındaki mahkumiyet kararlarını
ise "sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu" kapsamında kalması
nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesi gerekçesiyle bozdu.
Daire, bu 88 sanığın tutuklu olanların tahliyelerine, haklarındaki yakalama
kararlarının geri alınmasına karar verdi.
Yargıtay böylece, büyük oranda Yargıtay Başsavcılığın tebliğnamesindeki
talep doğrultusunda karar vermiş oldu.
DELİLLER GEÇERLİ
Yargıtay, kararının gerekçesini de günün ilerleyen saatlerinde açıkladı.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Balyoz Planı davasıyla ilgili kararının 60
sayfalık gerekçesinde çarpıcı tespitler yapıldı. Buna göre;
Dijital deliller ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat aracıdır.
Dijital delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu
ve hukuka uygun deliller olarak hükme alınmalarının isabetli olduğu
neticesine varıldığı belirtildi.
Dijital delillerin, ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar
elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığının
açıkça anlaşıldığı belirtildi.
Çetin Doğan'ın, iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç için TSK'da ayrı
bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararı aldığının anlaşıldığı ifade edildi.
Gerekçede, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi
ve ülkede hızlı bir zemin kayma gerekçesi yaşandığı gerekçesiyle iktidarı
hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava
unsurları olarak hareket ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan eylem
planlarını gerçekleştirebilmek için TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında
ayrı bir hiyerarjik yapılanma gitme kararı aldıkları kaydedildi.
Askerin son aşamaya kadar gelmesi de cebir ve şiddettir.
Balyoz, Suga, Oraj planlarındaki yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu
ilgilendiren 2003'e ait bilgilerin kurgulanmış, asılsız, sahte olduğu
savunmalarının, hayatın olağan akışına uygun olmadığı belirtildi.
Genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri eski komutanı Org.
Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenilmesi sonuca etkili değildir.
Sanıkların yerel mahkemedeki sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri
tartışarak savunma yaptıkları, birçok uzman mütalaasını alıp dosyaya
sundukları dikkate alınarak itirazın yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Sanıklar hükümeti vazifeden men etmeye çalışmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
65 SAYFALIK GEREKÇE
Yargıtayın Balyoz Planı davasındaki gerekçeli kararı açıklandı. 65 sayfalık
gerekçede, usul ve uygulamaya ilişkin iddialar 8 başlık altında ele alındı.
Gerekçede, yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve
doğal hakim ilkesine uygun olduğu, bu nedenle sanık ve müdafilerin
Anayasa'ya aykırılık iddialarının ciddiye alınmadığı belirtildi. Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubunun dava
görülürken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları
bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan kararının
daire bakımından bağlayıcı olmadığı vurgulandı.
Gerekçede, yargılamanın usule uygun oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız
ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı ifade edildi.
Engin Alan'a yüklenen suçun yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında
kaldığı belirtilen gerekçede, bu nedenle kovuşturma yapılmasına engel durum
bulunmadığı kaydedildi.
Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeleri içeren bölümünde, deliller
irdelendi. Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğunun
bilindiği vurgulanan gerekçede, dijital delillerin de sonuçta deliller
hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza
muhakemesi sisteminde bir ispat aracı olduğu belirtildi.
-Dijital delillerin hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil
olgusuna aykırıdır
Tüm deliller gibi dijital delillerin de sanıklar ya da başkaları tarafından
çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişli olduğu
ifade edilen gerekçede şunlar kaydedildi:
"Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme,
gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki yasa
koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından büyük bir tehlike
oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak
düzenlemiştir. Ancak dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal
oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil
olgusuna aykırıdır. Kaldı ki dijital deliller Türk Ceza Muhakemesi
sisteminde ilk kez bu davayla gündeme gelmiş olmayıp geçmişte de pek çok
davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır."
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2003'te verdiği Hizbullah terör örgütüyle
ilgili karara atıfta bulunulan gerekçede, bu davadaki dijital delillerin
mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas
alındığı belirtildi.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin aynı yönde
farklı kararlarının bulunduğu da kaydedildi.
Gerekçede, "Dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli
makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği
yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dairemizce de izlenen arama işlemlerine
ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere
konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında
delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş
olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun
görülmemiştir" ifadesi kullanıldı.
Sanık Cem Aziz Çakmak ve Çetin Doğan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvurdukları hatırlatılan gerekçede, "AİHM'in kabul edilebilirlik kararında
ulaştığı sonuca dava dosyasındaki aleyhte delil unsurlarını oluşturan
dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları ve savunma
makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi
yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara
alınmalıdır" ifadesine yer verildi.
Gerekçede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iç hukukun ve ulusal yargının
yetki alanına giren delillerin kabul edilebilirlikleri veya bunların
değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymadığına işaret edildi.
Hükme esas alınan dijital delillerin hayatın olağan akışına, akla ve mantığa
uygun bulunduğu, böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas
alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı ifade edilen gerekçede,
bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas
alınamayacağına ilişkin temyiz itirazlarının yerinde bulunmadığı kaydedildi.
-TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanma
Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeler içerisinde "özel değerlendirme"
bölümüne yer verildi. Bu bölümde şunlar kaydedildi:
"TSK'daki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası'nda Deniz
Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava
Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim
Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin
Doğan'ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde
istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı
gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı
Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava
unsurları olarak harekat ve eylem planlan hazırlama ve hazırlanan planları
gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı
dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları,
Bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, ittifak ettiği ast birlikleri
olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve
eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2,
3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri
Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat
Planı'nın eki olan 'görevlendirmede yetkili personeli' belirleyen EK-A
listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır."
-"Hayatın olağan akışına uygun değil"
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin gerekçesinde, yürütme organını cebren ıskat veya
vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan
Balyoz, Suga, Oraj planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin
organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok
geniş coğrafi alana yayılan yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu
ilgilendiren 2003'e ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların,
ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki
savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığının
anlaşıldığı belirtildi.
Gerekçede, şu ifadelere yer verildi:
"Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler,
yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntılarıyla sanıkların görev, unvan ve
çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine
ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça
matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı
ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve
eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas
alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün
görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç
tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir
anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini
gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır."
Gerekçede, hazırlanan planların, yapılan organizasyon ve görevlendirmelerin,
bunların gereklerine ilişkin çalışmaların TSK'nın meşru hiyerarşik yapısı,
görev ve yetkileri, mutat imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan
yapıldığı ifade edildi.
Bunların her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler olmadığı
belirtilen gerekçede, "Ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon
ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla
yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele
geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen
eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın
olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga,
Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak TSK'nın görev ve
yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul
edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu
durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer
faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna
varılmaktadır" denildi.
Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahallerinin, planlar dahilinde
görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumlu olduğu anlatılan
gerekçede, "Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz
unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına
ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden
istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele
geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru
olan 1. Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak
bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün
hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile
bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da
olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup
kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular
nitelikte görülmüştür" değerlendirmesinde bulunuldu.
Gerekçede, 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde 4-6 Mart 2003'te icra edilecek
plan seminerinde örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın
görüşüleceğinin kararlaştırıldığı belirtilerek, dönemin 1. Ordu Komutanı
Orgeneral Çetin Doğan'ın 5 mart 2003'te plan semineri açılışında, "Bazı
endişe verici gelişmeler var. Bu bakımdan içte gelişecek olumsuz gelişmelere
karşı hazırlıklı olmak, planları gözden geçirmek ve yeni planlar üretmek
durumundayız" şeklindeki ifadelerinin bu durumu teyit eder nitelikte
olduğunun anlaşıldığı kaydedildi.
Çetin Doğan'ın ve bazı komutanların konuya ilişkin yaptığı konuşmalardan
bölümlere yer verilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:
"Dosya kapsamına göre, birçok belgeden de anlaşılacağı üzere, 'bilmesi
gereken' ve 'bilinmesi gereken' prensiplerine uygun hareket tarzını esas
almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, TSK'nın yasal teşkilat
ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir
yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek
kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş
bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun
çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır."
-Hukuki nitelendirme-
Anayasanın 6. maddesine göre egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu
anımsatılan gerekçede, egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görevin
yasama, yürütme ve yargı erklerine verildiği, hiç kimse veya hiçbir organın
kaynağını anayasadan almadığı bir devlet yetkisini kullanamayacağı
vurgulandı.
Anayasal bir erk olan yürütmenin ceza hukuku bağlamında korunmasının tabii
olduğu ifade edilen gerekçede, tek tek yürütme organına mensup kimseler veya
bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil,
siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme
organının bütününün korunduğu anlatıldı.
Gerekçede, şöyle denildi:
"Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış
olduğu düzenleme sadece bundan ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu,
'yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya
bunları teşvik eylemek' suçunu 765 sayılı TCK'nın 147. maddesi ile
cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada 'bu
suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini' 765 sayılı
TCK'nın 171/2. maddesinde, 'halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik
etmek' suçunu ise 765 sayılı TCK'nın 149. maddesinde düzenlemiş
bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin
değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması
bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate
alınmalıdır. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi
iktidan anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları
çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre
de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır."
Anayasa Mahkemesinin AK Parti'ye yönelik kapatma davasında ve AİHM'in
Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararındaki siyasi partilerle ilgili
tespitlere yer verilen gerekçede, bir programın uygulanması vaadiyle
demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen
siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda
bulunmalarının doğal olduğunun altı çizildi.
Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar
tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka
uygun, meşru yol ve yöntemlerin de Anayasa ve yasalarda gösterildiğine
işaret edilen gerekçede, "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan
almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına
gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak ilgili kurallar
çerçevesinde ve yetkisini Anayasa'dan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu
husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasa'dan, hukuka uygunluktan ve
demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır"
değerlendirmesine yer verildi.
Yasa koyucunun suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar
düzenlediği belirtilen gerekçede, bu bağlamda kalan düzenlemelerde gizli
ittifak suçunun, "hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men
etme" suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade
birliği ile tamamlanacağı anlatıldı. Gerekçede, ittifakın vasıtaları tespit
etmiş olmasının, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye
düşürecek nitelikte bulunması gerektiği, suçun oluşması için vasıtaların
temin edilmiş olmasına gerek bulunmadığı ifade edildi.
Gerekçede, şu ifadelere yer verildi;
"Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade
haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı
olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen
faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten
cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Hükümeti cebren ıskat
veya vazife görmekten cebren men etme suçunun işlenebilmesi için
elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de bu suçu işleyecek
olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve
elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat
Planı'nın hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları,
ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve
seminer konuşmalan ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana
getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun
işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir."
Sanıkların, TSK'nın hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip
illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdikleri ifade edilen gerekçede,
"TSK'nın meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe,
denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum
çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı
yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin
tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin
teamüller yerine, bu yasa dışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele
alınması gerektiği anlaşılmaktadır" ifadesi kullanıldı.
Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk
göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte
anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün
olmadığı belirtilen gerekçede, "Yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde
ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve
tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair
gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da
nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasa
dışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin
teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin
yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk
bulunmaktadır" görüşü aktarıldı.
Gerekçede, cebrin, şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde
belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile
konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi,
cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile
mümkün olan engel sebeplerin de dikkate alınması gerektiği belirtildi.
Yasal düzenlemede bu suçun, failler bakımından bir özellik göstermediği
anlatılan gerekçede, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça
yönelen yasa dışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe
sahip olup olmamadığının önem taşıdığı ifade edildi.
Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men
etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice
ittifak etmiş olduklarının dosya kapsamından anlaşıldığı belirtilen
gerekçenin devamında şunları kaydedildi:
"Bu ittifakın sağlanmasından sonra, Balyoz Güvenlik Harekat Planı'ndaki
ifadesiyle 'harekat ortamının şekillendirilmesi', maddi cebir olarak ortaya
çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç
bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan
çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı
maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı 'sokağa çıkma'
diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamından, sanıkların TSK'da mevcut olan ve başka bir birimde
bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki
istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da
kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik
yapısı, görev ve yetki sınırlan içerisinde kaldıklan sürece, anayasal ve
yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda
meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak sanıklar Türk Silahlı
Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları
silahlı güce ve kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı
bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını
cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir.
Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve
personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, devlet
düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldınlara karşı iç güvenlik
kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı
Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra
organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira,
planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta
Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan
sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi
engelle karşılaşmayacakları açıktır." (Kaynak)
Sehven
davası beraatle bitti
Ergenekon davasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan Teğmen Mehmet Ali
Çelebi'nin soruşturma sırasında emniyette cep telefonuna sehven (hata ile)
bir başka kişinin telefonundaki numaraların yüklenmesi davası sonuçlandı.
Suçsuz bulunan sanık polis memuru beraat etti. Poliste sehven bazı
numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle Ergenekon çevrelerinde
davanın çöktüğü iddia edilmişti. Polis olayın sehven gerçekleştiğini savunsa
da bu çevreler buna hiç ihtimal vermedi. Hatta Odatv'nin bile sehveni kabul
ettiği görmezden gelindi. Bir bardak suda fırtına koparılmaya çalışıldı. Ve
ilerleyen günlerde o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında
kullanılmadığı ortaya çıktı. Ayrıca Teğmen Çelebi, diğer delillerle de
tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını Ergenekon
duruşmasında itiraf etti. Bu kadar açık delillerin ortaya çıkması ve
hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit görülmesi üzerine Çelebi, 5
Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan Ergenekon davasında 16 yıl 6 ay hapis
cezasına çarptırılmıştı.
28.11.2013 11:36 Ergenekon davasında 16,5 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan
sonra yeniden tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin soruşturma kapsamında
gözaltındayken cep telefonuna sehven yükleme yaptığı gerekçesiyle yargılanan
polis memuru H.Ö., 'Görevi kötüye kullanma' suçunun unsurları oluşmadığı
gerekçesiyle beraat etti. Çelebi'nin avukatları karara tepki gösterip itiraz
edeceklerini söyledi.
İstanbul 18’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Çelebi’nin
telefonuna ‘sehven’ yükleme yaptığı iddiasıyla 2 yıla kadar hapis istemiyle
tutuksuz yargılanan polis memuru H.Ö. katılmadı. H.Ö.’den şikayetçi olan
Teğmen Mehmet Ali Çelebi Ergenekon davası nedeniyle tutuklu bulunduğu Hasdal
Askeri Cezaevi’nden Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’na getirildi.
-Eşi ve ailesi yalnız bırakmadı-
Duruşmaya Çelebi’nin Hasdal Cezaevi’nde evlendiği eşi Kezban Çelebi ile
babası Muharrem Çelebi, ağabeyi Volkan Çelebi, CHP milletvekilleri Bülent
Tezcan, Tufan Köse ve Emre Köprülü ile CHP İstanbul il yönetim kurulu
üyeleri izleyici olarak katıldı.
-Çelebi: Sanık cezalandırılsın-
Müşteki olarak hakim karşısına çıkan Mehmet Ali Çelebi, “Bugün Ergenekon ve
Balyoz davalarında Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik yürütülen dijital
komploların açığa çıkacağı bir duruşmadayız. Suç sabittir. Sanığın
cezalandırılmasını istiyoruz” dedi.
-Çelebi'nin avukatı: Karar vererek çetenin üstünü kara toprakla
örteceksiniz-
Çelebi’nin avukatı Serkan Günel ise şunları söyledi: “Ergenekon, Balyoz gibi
dijital komplo davalarının bir Susurluk kazası olarak nitelendirdiğimiz
kamuoyunda ‘sehven yükleme’ davası olarak bilinen davanın maalesef son
duruşmasındayız. Maalesef diyorum çünkü emniyet içerisinde komplo oluşturan
çetenin bir ucu yakalanabilecekken, siz sayın yargıcımız 3’üncü duruşmada
karar çıkartarak bu çetenin üstünü kara toprakla örteceksiniz. Sanığın
yargılanmasından çok maddi gerçeğin ortaya çıkarmayı amaçlarken, siz
yargılamanın genişletilmesi yönündeki taleplerimizi reddettiniz. Bu olay,
masum bir teğmenin telefonuna emniyetteyken yani güvende olması gereken
yerde, bir kişinin tek başına 139 numarayı yükleyebileceği bir şey değil”
-Çelebi'nin avuaktı: Maddi gerçeğin ortaya çıkartılmayacağı kanaatindeyiz-
Çelebi’nin diğer avukatı Celal Ülgen de “Ortada polis içerisine sızmış bir
çete var. Bu çeteye ‘aşağılık çete’ ismini koydum. Bu çete suçsuz insanların
telefonlarına bilgisayarlarına deliller yükledi. Elinizdeki dava bir suç
nasıl saklanır onun örneğidir. Bu olayları yapanlar gerçekten kamuoyu önünde
mahkum olmuştur. Yargılama sonunda maddi gerçeğin ortaya çıkartılmayacağı
kanaatindeyiz” diye konuştu.
-Sanık avukatı: Telefonun kimde olduğunu bilmiyoruz-
Sehven yükleme yaparak görevini kötüye kullandığı iddia edilen polis memuru
H.Ö.’nin avukatı Ali Çelik ise “Müvekkilimin iddia edildiği gibi ekleme ya
da çıkarma yapamaz. Program buna müsaade etmez. Sadece önüne gelen cep
telefonunu bilgisayara takıyor ve çıkış alıyor. Telefonun 1 dakika 23 saniye
açık kaldığı ve yüklemenin de bu sırada yapıldığı iddia ediliyor. Oysa
müvekkilim telefonun açık olduğu belirtilen bu süreden 4 saat sonra
printerdan çıkış almıştır. Telefonun açık olduğu iddia edilen o zaman süresi
içerisinde kimde olduğunu biz bilmiyoruz. Beraatini talep ediyorum” dedi.
MAHKEME: SUÇUN UNSURLARI OLUŞMADI
Sanık ve müştekinin sözlerinin ardından hakim kararını açıkladı. Hakim,
sanığın üzerine atılı 'görevi kötüye kullanma' suçunun unsurlarının
oluşmadığını belirterek beraat kararı verdi.
-CHP: Meçhul olmayan bir sonuçla karşılaştık-
Duruşmadan sonra Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde basın
açıklaması yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, “Bizce bilinen
ve meçhul olamayan bir sonuçla karşılaştık. Sanığın beraati ile sonuçlandı.
Yani dijital verilerin yüklenmesi sahte delil üretme ile ilgili bir dava
beraatle sonuçlandı. Mahkemenin beraat kararı vermiş olması bu suçun
işlenmediği anlamına gelmiyor. Beraat kararı ortada bir çetenin olmadığı
anlamına gelmiyor. Bugün bu davada bir çetenin üzeri nasıl örtülürün
örneğini izledik. Soruşturma dosyası iddianame düzenlenirken daha mahkemenin
önüne gönderilirken sanıklar nasıl beraat ettirilebilir gerçek sanıklar
nasıl gizlenebilirin üzerine kurgulanmıştır” dedi.
-Çelebi'nin babası: Peşini bırakmayacağız-
Çelebi’nin babası Muharrem Çelebi de, “Bu davanın adı sehven değil kasten
davasıdır. Bu dava sürecinde bildiğiniz gibi 6 savcı değişikliği yapıldı. Bu
dosya neden 6 savcı değiştirdi sormak gerek. Savcılar değişe değişe bu
duruma gelindi. Teğmenin telefonun yükleme yapanların aklanması çeyete
ulaşılmaması için yapılıyor. Bir çete bir örgüt ver örgütü ayağı bir türlü
yakalanamıyor. Yakalama aşamasında beraat kararı verildi. Teğmenin
telefonunda 18 Eylül 2008’e dönüş yapılırsa 19 Eylül sabahı bazı gazeteler
‘teğmen Hizbullahçı’ diye manşet yaptılar. Acaba niye yaptılar
tutuklanmasını sağlamak için yaptılar. Savcının hazırladığı iddianameye göre
verilen karar normal. Peşini bırakmayacağız. ” diye konuştu.
-Çelebi: Beklenen sonuç-
Çelebi’nin Hasdal Cezaevi’nde evlendiği eşi Kezban Çelebi ise kararın
ardından yargıcın izni ile 5 dakika görüştüğü eşinin kararı normal
karşıladığını belirterek, “Beklenen bir şeydi. Yargılanan kişi aslında o
kişiler arasında en masum olanıydı” dedi.
2 YIL HAPSİ İSTENMİŞTİ
Mehmet Ali Çelebi'nin gözaltına alındığı zaman telefonuna 'sehven' yükleme
yapıldığı iddiaları üzerine avukatı 26 Ocak 2011'de Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. İki seneden fazla süren
soruşturma sonunda Savcı Seyfettin Atıcı tarafından hazırlanan iddianamede,
başka suçtan gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı'ya ait sim kartındaki 139
adet telefon numarasının Çelebi'nin telefon hafızasındaki sehven kopyalama
ve fiziki ortamdaki dökmelerinin içerisine 20.09.2008 tarihinde eklendiği
belirtildi. İddianamede bu eklemeyle Mehmet Ali Çelebi'nin mağduriyetine
sebebiyet verdiği kaydedildi. İddianamede şüpheli polis memuru H. Ö.'nin
görevi ihmal suçunu işlediği kaydediliyor ve 2 yıla kadar hapis istemiyle
cezalandırılması isteniyordu.
------------------------------------------------------------------------------
-Teğmenin itiraflarını gözlerden saklayanlar hata olasılığını da görmezden
geliyor-
Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle
Ergenekon çevrelerinde davanın çöktüğü iddia edilmişti. Polis olayın sehven
gerçekleştiğini savunsa da bu çevreler buna hiç ihtimal vermedi. Hatta
Odatv'nin bile sehveni kabul ettiği görmezden gelindi. Ve ilerleyen günlerde
o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı ortaya çıktı.
Ayrıca Teğmen Çelebi, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir
örgütüne sızdığı suçlamasını Ergenekon duruşmasında itiraf etti. Bu kadar
açık delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit
görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan Ergenekon
davasında 16 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
OLAYIN GEÇMİŞİ
18 Eylül 2008 tarihinde Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan Teğmen
Mehmet Ali Çelebi’nin el konulan cep telefonu mahkeme kararı ile bir gün
sonra imajı alınmak üzere birkaç dakikalığına açıldı. Bu işlem Mehmet Ali
Çelebi ile birlikte gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı ve diğer
şüphelilerin cep telefonlarına da uygulandı. Telefonlardaki kayıtlar Telefon
Ve Sim Kart Çözüm Tutanağı’na imza karşılığı geçirildi. 2. Ergenekon Davası
başladığında 13. Ağır Ceza’nın 2 Aralık 2010 tarihli talimatıyla sanıklar
Mehmet AliÇelebi ve Mahmut Oğuz Kazancı’nın telefonlarındaki numaraların
birbirleriyle karşılaştırılarak, aralarındaki ortak irtibatın kim olduğunun
araştırılmasını istedi. İnceleme yapılırken, Mehmet Ali Çelebi adına
hazırlanması gereken tutanağın altında Kazancı’nın imzasının bulunduğu
belirlendi. Bu ‘sehven’ yapılmış olan yanlışlık İstanbul Emniyet
Müdürlüğü’nden mahkemeye bildirilen cevap yazısında belirtildi. Telefon HTS
kayıtlarına göre, Teğmen Mehmet Ali Çelebi yakalanmadan önce Hizbuttahrir
üyesi Kurtça Bektaş ile 25, Süleyman Solmaz ile de 90 kez görüşmüş. Öte
yandan İstanbul Emniyeti, 2. Ergenekon iddianamesinde Ergenekon
yöneticilerinin talimatıyla Hizbuttahrir terör örgütüne sızma girişiminde
bulunmakla suçlanan Çelebi’nin, tutuklanmasına rehber bilgisinin değil, elde
edilen delillerin neden olduğunu açıkladı.
Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle
Ergenekon davasının çöktüğü iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve
soruşturmaların içinde olan polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu
olasılığa hiç değinmediler. Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin
suçlanmasında kullanılmadığı da ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya
çıktı. Teğmen, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne
sızdığı suçlamasını zaten kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf
etti. Yalnız bunun için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt
hakkında bilgi toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı
bilgilendirecektim. Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit
etmek istedim." Yeni rejimin selameti için yaptığını savundu. Bu kadar açık
delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit
görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan davada 16 yıl
6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
-Odatv bile sehveni kabul etti-
Konuyu haberleştiren Odatv'nin de sehven yükleme yapıldığını gördüğü, ancak
"Yanlış Yorumluyorsunuz" uyarılarına rağmen "Olsun abi Tartışılsın tamam"
diyerek bile bile yalan haberler yaptığı da ortaya çıkmıştı. Odatv
soruşturması kapsamında dinlemeye takılan bir telefon görüşmesinde, Odatv
haber müdürü Barış Terkoğlu'na kimliği belirlenemeyen bir kişi “Oğlum Yalan
Söylüyorsunuz Yazıyorsunuz heryere rezil olacaksınız bak sonra” “ Yanlış
Yorumlamışsınız ben dün Hüseyin'e de söyledim abi tamam ya söyledik bir kere
dedi” “Emniyet in orada kabul ettiği şey Mehmet Ali'nin telefon rehberi diye
yolladığımız rehberin devamına Mahmut ne diğer ismi öbür ismi” “Onun telefon
rehberini ekleyip yollamışız diyor” “Daha burada telefonu da açtık onun
içine yükledik diye bir ikrar yok…” “…bu salaklar bunlar yanlış anlamışlar
diye haber yaparlar” dediği, Terkoğlu'nun da gülerek "Olsun abi Tartışılsın
tamam" cevabını verdiği tespit edildi. Polis sorgusunda zanlılara "Bu durum
yaptığınız haberlerin doğruluğuyla ilgilenilmediğinin, soruşturmayı yürüten
görevlilerin yıpratılmasına ve soruşturmanın yönlendirilmesine yönelik yayın
yapıldığının bir göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. Sitenizde bu tarz
haberler yapılmasının nedeni nedir?" sorusu yöneltildi. Halen görülmekte
olan Odatv davasının kapsamında bu iddia da yer alıyor. (Kaynak)
Hanefi
Avcı haklı çıktı
Eski emniyet müdürü Hanefi Avcı 3 yıl önce yazdığı bir kitapla gündemi
sarsmıştı. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini,
Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal
kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürmüştü. 28 Şubat döneminde
darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın bir isim olarak
bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden olmuş, inanılmaz
abartılı ve uçuk bulunmuştu. Üstüne bir de Devrimci Karargah terör örgütüyle
bağlantıları da ortaya çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve
karanlık bir kişi olduğu, kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı
'önalma' amacıyla yazdığı, kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini
uyandırmaya çalıştığı kanaati hakim olmuştu. Kitabında hükümete de
uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın
kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Son
haftalarda cemaat eksenli yaşanan yolsuzluk operasyonları ve paralel devlet
tartışmaları, Avcı'nın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Ancak tartışılması
gereken bazı ayrıntılar da var..
13.01.2014 15:43 Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden
yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla
getirdi. Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına
girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok
mağduru var. Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da
yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı,
cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda
cemaatin 'hedef'i yapmıştı. Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan
edildi. Kitabı delil oldu.
Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından
birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah
taksiratını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…'
diyordu.
HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR, DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT
3 yıl önce 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün
Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği
kitabında şok iddialar ileri sürdü. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm
kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize
ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürdü.
28 Şubat döneminde darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın
bir isim olarak bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden
oldu. İnanılmaz abartılı ve uçuk bulundu. Hemen ardından bir de onun sol
görüşlü Devrimci Karargah terör örgütü (DKÖ) ile bağlantıları da ortaya
çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve karanlık bir kişi olduğu,
kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 'önalma' amacıyla yazdığı,
kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini uyandırarak kendisini
masum göstermeye çalıştığı kanaati hakim oldu. Avcı, kitabında hükümete de
uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın
kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Kitabın
586'ncı sayfasında hükümet yetkililerine uyarı mahiyetinde olarak Avcı'nın
şu sözleri, yaşananlarla adeta birebir örtüşmektedir:
"Bugün bu olaylara mani olma makamında olmasına rağmen yeterince müdahil
olmayanlar şunu bilmelidirler ki kendileri hakkında da şu an cemaat
tarafından arşivlenen bilgiler bir gün aynı şekilde basına servis
edilecektir."
Ancak önce 7 Şubat 2012'deki MİT gözaltıları krizi ile, ardından özellikle
de 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları ile doğan tartışmalar, Avcı'nın
haklı olabileceğini gösterdi. Paralel devlet tartışmalarında ortaya çıkan
somut bulgular onun iddialarıyla örtüşüyor. Artık kamuoyunda, Ergenekon ve
Balyoz gibi davalarda sıkça yaşanan ve 'artık sıktı dedirten' sahte delil
tartışmalarında haklılık payı olabileceği, delillerin tamamı olmasa bile çok
ufak bir kısmında sahteliğin söz konusu olabileceği, ya da sahte olmasa bile
kurgulanmış olabileceği, en azından bir kısmının üzerinde şüphe oluştuğu
gözleniyor. Bir bardak temiz süte düşen bir damla pislik nasıl süte karşı
şüphe doğurursa malesef bahsi geçen davalara da bu şüphe karışmış bulunuyor.
Bu nedenle bu davaların yeniden görülmesinde kamuoyu vicdanında oluşan
şüpheyi gidermek adına büyük bir gereklilik ortaya çıkmış bulunuyor.
"Kontrgerilla.com" olarak sık sık yaptığımız bir açıklama var.
Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme adresinden de
görülebileceği gibi, hiç kimsenin haksız yere suçlanmasını istemeyiz.
Suçlular cezalarını çeksinler. Acıma olmasın. Af olmasın. Yapan yaptığının
karşılığını bulsun. Kim ama kim olursa olsun. Ama bir kişinin tipi,
düşüncesi hoşumuza gitmedi diye, ya da başka başka kişisel nedenlerle hiç
ama hiç kimseye de leke sürülmemelidir. Birileri bize sürse bile biz onlara
süremeyiz. Bir kişi haksız yere bir an dahi gözaltında ya da tutuklu
kalmamalıdır. Hatta bir suç isnat dahi edilmemelidir. Bilerek bu yapılırsa
çok büyük bir zulüm ve günah işlenmiş olur. 'Ama o çok kötü biriydi' falan
gibi mazeretler olamaz. Kul hakkına Allah dahi karışmaz. Allah Kur'an'da
"aleyhimize bile olsa adaleti sağlamayı" emreder. Birileri bize zulmedebilir
ama biz başkasına yapamayız. Yaparsak hesabı öbür tarafta sorulur. Zulmün
hiç bir haklılık gerekçesi yoktur. Öyle ki, Allah zulmü kendisine dahi haram
kılmıştır. Bir kişinin suçluluğuna dair deliller yeterli değilse ya da ibre
orta tarafta yer alıyorsa kanatimizce onun masumiyetine karar verilmelidir.
'Ama darbeciler cezasız mı kalacak' gibi ya da benzeri 'ama'lı itirazlar
leke sürmeyi haklı çıkarmaz. Kim olursa olsun kişilerin şeref ve haysiyeti
herşeyin üstündedir.
Daha önce de belirttik; "kontrgerilla.com" olarak bize birilerine olduğu
gibi bavul içinde belgeler gelmiyor. Biz açıktaki bulgulara bakarak, bu
bulguların somut olup olmadığına bakarak ve de bu somut bulguların
birbiriyle örtüşüp örtüşmediğine bakarak bir kanaate varmaya ve onu
yansıtmaya çalışıyoruz. Bu şekilde ortaya çıkan somut delillerden hareketle
analiz ve değerlendirmelerde bulunuyoruz. Bu bakış açısıyla da Hanefi Avcı
olayı hakkında yorumlarımızı defalarca belirttik. Onun suçlu olduğuna kanaat
getirdik. Ancak anlaşılıyor ki, ilk günlerde sık sık duyduğumuz "Ergenekon
içindeki ABD karşıtları tasfiye ediliyor diğerlerine dokunulmuyor" ya da
"kısmi tasfiye yapılıyor" itirazlarında doğruluk payı bulunmakta.
Yine anlaşılıyor ki, deliller sahte olmasa dahi en azından kurgulanmış
oldukları şüphesi söz konusudur. Bu bile çok önemlidir. Kurgulanma derken
şunu kastediyoruz. Örneğin bir kişi hakkında takip dinleme falan yapılıyor
diyelim. O kişi hakkında ele geçen delillerden lehtekiler gözardı edilirken
aleyhtekiler dosyaya konuluyorsa, hedeflenen amaca uygun kısımlar
konuşmalardan alınıp dosyaya konuluyor kalanlar dışarıda bırakılıyorsa, veya
benzer uygulamalar yapılıyorsa bize göre bu kurgulamadır. Hedef kişiyi suçlu
gösterme çalışmasıdır. Yanlıştır. Kurgulama yoluyla ya da sahte deliller ile
herkes suçlu gösterilebilir. Bir kişiyi sürekli takip ederseniz illa ki
kullanmaya müsait bir şeyler bulursunuz. Örneğin bir kişiyi öyle bir yerde
beklerken, örneğin durakta otobüs beklerken bir kişinin yanında ya da
önünden geçerken fotoğraflarsınız ki bu fotoğraf o kişiyi diğer kişiyle
bağlantılı göstermek için kullanılabilir. Bir kişinin evine işyerine delil
bırakırsanız o kişi suçlu gösterilebilir. O kişi kendisini savunsa da
ağzıyla kuş tutsa da hakkında bir şüphe algısı ortaya çıkar. En yakınlarının
bile içinde bir şüphe kırıntısı ortaya çıkar. İnsanın doğası buna müsaittir
çünkü. O kişinin kendisini aklaması için geçecek yargılama süresi ise ayları
yılları bulabilmektedir. Ve bu sonuç ortaya çıktığında da olan olmuş olur.
Buna dair yakın zamanda yaşanan çok somut bir örneği gösterebiliriz. 2010
yılında İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'ın da gözaltına
alınıp tutuklandığı bir rüşvet operasyonu yaşandı. Menfaat sağlamak adına
yüksek yargıda bazı kişilere rüşvet verildiği şüphesiyle bir çok kişi
gözaltına alınıp tutuklandı. Buradaki rüşvet olayı da AK Parti ile ilişkili
gibi gösterilmek istendi. Sonuçta şüpheliler arasında yüksek yargı
görevlileri de bulunduğundan Anayasa Mahkemesi'ndeki Yüce Divan'da yargılama
yapıldı. Anayasa Mahkemesi, esasa girmeden, toplanan delillerin hukuka uygun
olmadığına karar vererek, davayı sonuçlandırdı. Sanıklar beraat etti. Ama
aradan 2 yıl geçmiş oldu.
Şimdi ise tam yerel seçimler öncesinde 17 ve 25 Aralık ve İzmir rüşvet
operasyonları ile seçim sonuçlarının etkilenmek istendiği görülüyor. Bu
operasyonların başlamasından kısa süre önce CHP Mustafa Sarıgül'ü İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterdi. Ancak bu şahıs hakkında
yine CHP tarafından daha önce bir yolsuzluk klasörünün hazırlanmış olduğu ve
CHP raflarında yer aldığı da herkes tarafından bilinen bir husustu. Bu
nedenle Mustafa Sarıgül CHP'ye katıldığı gün, Kemal Kılıçdaroğlu'na bu yönde
bir soru soruldu. Soru şöyleydi: "Mustafa Sarıgül hakkında bizzat partinizin
açıkladığı bazı yolsuzluk iddiaları var. Bu dönemde bu iddialar hakkında
yargı harekete geçerse tepkiniz ne olur?" Kılıçdaroğlu'nun cevabı şu
şekildeydi: "Bu aşamadan sonra açılacak her dava siyasi olur ve bu kararı
tanımayız!.." Ancak bunu diyen Kılıçdaroğlu, kısa süre sonra gerçekleşen 17
Aralık operasyonları ertesinde AK Parti hakkında demediğini bırakmadı. Hatta
"Yolsuz, hırsız! Hemen istifa edin!" diyecek kadar ileri gidebildi.
Tekrar son tartışmalara dönecek olursak, hiç bir hakim samimi olarak ve
vicdani kanaatine dayanarak verdiği karardan dolayı sorumlu tutulamaz. Bir
kişiyi suçlu gösteren somut deliller varsa ona göre işlem yapılması
normaldir. Ama o delillere şüphe karışmışsa o zaman o yargılamanın yeniden
yapılmasında ya da o delillerin yeniden değerlendirilmesinde bir mecburiyet
ortaya çıkmış olur. Aksi halde kamuoyu vicdanı rahatsız olacaktır. Adalet
duygusu zedelenecektir. Şu da önemlidir ki, şüpheli şahıs ya da sanık kim
ama kim olursa olsun ilk anda masumdur. Yargılama sonucu beklenmelidir.
MESELENİN DİĞER YÖNÜ
Ancak bir de meselenin öbür boyutu vardır... Bir şüphe ortaya çıktı diye
aksi yönde bir gayret göstermek, bu tartışmaları bahane edip kafa
karıştırmaya çalışmak, suç delillerini delil saymamak, hiç bir suç yokmuş
gibi göstermek de mazur görülemez. Buna izin verilemez. Bu şüpheyi bahane
edip son günlerde tekrar tartışılmaya başlanan "dijital deliller delil
olmaktan çıksın, dijital deliller sahteliğe ya da kurgulanmaya müsaittir ya
da uzaktan virüslerle yüklenmesi mümkündür" gibi ya da "imzalar ıslak imza
makinesiyle atılmış olabilir, teknolojik olarak bu mümkündür" gibi en uç
ihtimalleri gündeme getirmek ve ıslak imza ile dijital delilleri delil
olmaktan çıkarmak da kabul edilemez. Aksi durum mahkemelerdeki tüm davaların
çökmesi anlamına gelecektir. Çünkü bu delillerin söz konusu olmadığı bir
dava hemen hiç yoktur herhalde. Eğer bu kapı açılırsa uçuk gerekçelerin önü
alınamayacaktır. Buna izin verilmemelidir. Hiç bir suçlu suç üzerinde
yakalanmadığı sürece suçlular yakalanamayacak mıdır şu halde? Buna benzer
durumlar da adaletin tümden kaybolmasına neden olmayacak mıdır?
Hanefi Avcı'nın dediklerinin doğru olabileceği ortaya çıkmıştır. Bu açıdan
kendisi hakkındaki suçlamalarda da şüpheler ortaya çıkmıştır. Sadece onun
yargılamasının değil diğer davaların da yeniden görülmesi, delillerin
yeniden değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Bu tartışılabilir. Ancak
Avcı'nın dediklerinin bazıları doğru çıktı diye ya da paralel devletin
varlığı şüphesi ortaya çıktı diye o yöndeki tüm iddiaların da doğru olduğunu
varsaymak aynı derecede yanıltıcı olabilir. Sadece bir delilden söz
edilseydi hükme varmak kolay olurdu. Ancak bahsi geçen davalarda çok ama çok
fazla delil söz konusudur. Örneğin Balyoz davasında darbe seminerine ait
saatlerce süren ses kayıtları vardır. Bunu destekleyen diğer deliller
vardır. Bu örnekte olduğu gibi delillerin tümünün sahte ya da kurgulanmış
olduğunu varsaymak mümkün değildir. Aksi, insan aklıyla alay etmek demektir.
Bir davanın yeniden görülmesine karar verirken hangi gerekçeler etkili
olacaktır? Eğer örneğin Ergenekon ve Balyoz gibi davalar yeniden
görülecekse bu istisna niye diğer tüm davalardan esirgenecektir? Basit bir
adli davada bile aynı şüphe söz konusu olmayacak mıdır? Bu şüphelerin sonu
nereye varacaktır?
Hiç bir şüphenin olmadığı bir yargılama bize göre mümkün değildir.
Unutmayalım ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) dahi Allah'ın bildirmediği
hususlarda bizler gibi hareket etmiştir. Önüne gelen davalarda kişiler
arasında hüküm verirken hata yapmış olabileceğini, hükmünü ortaya çıkan
bulgulara göre verdiğini belirtmiş ve davalı ile davacı tarafı uyararak
"bilerek haksızlık yapan varsa sorumluluğun onda olduğunu" hatırlatmıştır.
Sonuç olarak, bilerek haksızlık yapan, davaları ve delilleri kurgulayan bir
paralel yapılanma şüphesi ortaya çıkmıştır ve bu acilen soruşturulmalıdır.
Varsa ilgili kişiler tespit edilip en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Bu
yapılanmanın tüm hükümetler için ortak bir tehdit olduğu görülmeli, siyasi
kazanımlar sağlama fırsatçılığı bir yana bırakılarak bu tehlikeye karşı
ortak bir tavır gösterilmelidir. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
Başbuğ:
Evet, bize kumpas kurdular
Eski Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nde
sessizliğini bozdu: 'Gizli tanıklarla, ayarlanmış hakimlerle kumpas kuruldu.
Amaç orduyu tasfiye etmekti. Bizi bu noktaya TSK'ya karşı nefret ve intikam
duyguları içinde olanlar getirdi..' Başbuğ, açıklamalarında çeşitli davalar hakkında somut
iddialarda bulundu. İddialarına, açıklamalarına katılmasak da, kişisel
kanaatimiz bu yönde olsa da, karşı görüşleri yansıtmak da sorumlu
yayıncılık gereğidir. Belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir
diye Başbuğ'un itirazlarını da aynen aktarmak istiyoruz. Cemaatin kumpas
kurduğu konusunda doğrusu bizim de çok ciddi şüphelerimiz ortaya çıkmış
bulunmaktadır. Bu nedenle
Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi, ya da en azından tartışma
konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Tipini, fikrini beğenmediğimiz insanlar olabilir, ama bu onlara haksızlık
yapılmasını gerektirmez. Haksızlık ve iftira bir zulümdür. Herşeyin sahibi olan ve
gücü herşeye yeten Allah bile kendisine zulmü haram kılmıştır. Kumpas
konusunda ortaya çıkan somut bulgular nedeniyle kamuoyunda bu davalarla
ilgili doğan şüpheleri gidermek, kamuoyu vicdanını rahatlatmak için;
dediğimiz gibi, ya davaların tamamen yeniden görülmesi ya da en azından
tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği
kanaatindeyiz. Bu konuda 'Hanefi Avcı haklı çıktı' başlıklı yazımızda
(http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5791) daha geniş
açıklamalar yapmış olduğumuzu da hatırlatmak istiyoruz.
06.03.2014 09:59 Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nde
Sabah'tan Mehmet Barlas ve Şaban Arslan'a son günlerdeki tartışma
konularıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. Başbakan Erdoğan ile danışmanı
Yalçın Akdoğan'ın "Orduya kumpas kuruldu" iddialarını değerlendiren Başbuğ,
"Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hakim ve savcılarla bize kumpas kuruldu"
dedi.
'DIŞARIDA' TEKRAR GÖRÜŞMEK ÜZERE
Hükümeti devirmeye tam teşebbüs suçundan müebbet hapisle cezalandırılan
emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 26 aydır Silivri Cezaevi'nde yatıyor. İlker
Başbuğ'u, Adalet Bakanlığı'nın izniyle ziyaret ettik. Sabah Başyazarı Mehmet
Barlas'la birlikte, dün sabah saat 10.00'da cezaevine gittik. Görevli infaz
memurları, ısrarla üzerimizdeki metal eşyaları bırakmamızı, aksi halde son
arama noktasında üzerimizden metal eşya çıkarsa suç unsuru kabul edileceğini
söyledi. Dijital göz tarama noktasından geçtikten sonra, İlker Başbuğ'un
cezasını çektiği 5 No'lu L Tipi İnfaz Kurumu koğuşlarının bulunduğu bölümde,
son kontrol noktasından da sorunsuz geçtik.
Başbuğ, lokal gibi geniş bir salonda gerçekleşen görüşmemize gecikmesiz
olarak geldi. Biraz kilo verdiği ancak kafasının son derece dingin olduğu
belli olan Başbuğ'un, sorularımızı, akademik bir üslupla, sözlerini tane
tane seçerek cevaplaması dikkat çekiciydi. Bugüne kadar, Başbuğ'un
cezaevinde çekilen hiçbir fotoğrafı yayımlanmamış. Hatta cezaevinde yazdığı
kitap için yayıncının talep ettiği fotoğrafı bile vermemiş. Biz de Başbuğ'un
fotoğraf çektirmeme konusundaki hassasiyetine saygı gösterdik.
Açık görüşler en fazla bir saat sürüyor. Ancak infaz koruma memurlarının
hoşgörüsüyle, görüşmemiz yaklaşık iki saat sürdü. Ayrılırken de kendisine,
"En kısa sürede dışarıda tekrar görüşmek üzere" dileklerimizi ilettik.
Hükümeti devirmeye kalkışmak suçundan müebbet hapse çarptırılan İlker
Başbuğ, askeri müdahalelere karşı olduğunu belirterek, "Çünkü askeri
müdahaleler Türkiye'ye zarar vermiş, hiç bir şey kazandırmamıştır" diye
konuştu. Çeşitli isimlerle anılan darbe davalarında yargılanan ya da hüküm
giyen Silahlı Kuvvetler mensuplarına iftira atıldığını ifade eden Başbuğ,
"Amaç, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde geniş çaplı bir tasfiye yapmaktı ama
başaramadılar" dedi. İşte emekli Orgeneral Başbuğ'un Mehmet Barlas ve Şaban
Arslan'a yaptığı o çarpıcı açıklamalar:
DOĞRULARI SÖYLEDİĞİM KANITLANDI
* 14 Nisan 2009'daki konuşmamda, "Cemaatler, sosyal gruplaşmaya, ekonomik
olarak güç kazanıp sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye çalışıyorlar" dedim.
Din çok yüksek bir değer. Din siyaset ekonomi konusu yeni değil. Önlemek çok
zor. Bu sorunları, güçlü bir burjuvazi ve orta sınıfımız olmadığı için kolay
aşamıyoruz. 2009 bizim için çok kritik bir yıldı. Genelkurmay başkanıyım,
Silahlı Kuvvetler'le ilgili çok önemli projelerim var. Ancak çoğunu
yapamadım. Yaptığım konuşmalarda doğruları söylediğim, bugün gelinen noktada
daha iyi anlaşılıyor.
İMZA TAKLİT EDİLMİŞ
* Kumpası soruyorsunuz. Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hakim ve
savcılarla kumpas kuruldu bize… Bana niye bunu açıklamadınız diye
soruyorsunuz. Hala kimse tam olarak açıklayamıyor ki bugün bile. Kesinlikle
kumpas kuruldu. Aksini söylemek, eşyanın tabiatına aykırı.
Somut olaylarla gidelim… Erzincan olayı örneğin... Savcı kim; İlhan Cihaner.
2007'de bir soruşturma açıyor. Odakta İsmailağa cemaati var. 2 Şubat'ta 26
kişi gözaltına alınıyor, 9'u tutuklanıyor. Sonra soruşturmanın çerçevesi
genişletiliyor. Gülen cemaati işin içine katılıyor. Sonra Kayseri'deki
olayla birleştiriliyor soruşturma. Kayseri'de, Hava Kuvvetleri
Komutanlığı'nda sahte bir emrin yazılması var. İmza taklit edilmiş. İşin
içinde 3 astsubay, 5 sivil var. Dijital veriler hazırlamışlar, karargahın
bilgisayarlarına yerleştirmişler. Astsubaylardan biri, "Ben Işık
Evlerindenim" demiş. Konu cemaate doğru yönelince, Erzurum'daki savcılığa
intikal etti. Ancak bütün araştırmalara, soruşturmalara rağmen olayda adı
geçen bu 5 sivil bir türlü bulunamadı. Bahsi geçen askeri personelin tamamı
ise tutuklandı.
PARMAK İZİ OLAN 14 KİŞİ KİM?
* 25-26 Haziran… Meclis'ten gece yarısı, 20 dakikada yasa çıkıyor.
Kayseri'deki 5 sivili kurtarmak için. Bu yasayla, sivillerin askeri
mahkemelerde yargılanmasının önüne geçiliyor. Genelkurmay'dan görüş
alınmadan... Milli Savunma Bakanı'nın haberi yok. Askerler kendi alanlarında
bile suç işleseler sivil mahkemelerde yargılanacaklar.
* 8 Nisan 2009'da, İrtica Eylem Planı diye, fotokopi bir belge sundular
mahkemeye biliyorsunuz. Türkiye'nin gündemine oturdu. Ben "Kağıt parçası"
diyorum, aman Allahım, kıyametler kopuyor. Fotokopi çünkü, kağıt parçası
değil mi? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, "Bu belge kim tarafından
hazırlandı" diye soruyor, yetkisizlik kararı alıyor, Ankara Başsavcılığı'na
yazı yazıyor. Bakırköy Başsavcılığı "Belgeyi kim basına sızdırdı" diye
soruşturma açıyor.
* İhbar mektupları ortaya çıkıyor. Mektubu yazan bir subay... Zekeriya Öz
(Savcı) belgeyi Adli Tıp'a veriyor. 3.5 ay sonra rapor geliyor. "Islak imza"
diyor. Islak imza madem, kağıdın üzerinde 14 kişinin parmak izi var, bir tek
ıslak imzanın sahibi Dursun Çiçek'in parmak izi yok. O kadar ısrar edildi
ama o 14 kişinin kimler olduğu araştırılmadı.
ASIL AMAÇ TSK'YI TASFİYE ETMEKTİ
* Asıl niyetleri, Erzincan'da startı verilen, Kayseri'yle birleştirilen bu
planı çok geniş bir alana yayarak, TSK'nın bütün birimlerinde komple bir
tasfiye yapmaktı. Bunu iki nedenden yapamadılar. Biri dosyayı Yargıtay'ın
devralması, diğeri de Saldıray Berk'in ifade vermeye gitmemesidir. Geç
kaldıkları için geri adım atmak zorunda kaldılar.
* Bundan bir şey çıkaramayınca bu sefer, internet andıcı diye bir şey
çıkardılar. 'irtica.org' sitesini kapatan benim. 4 aydır güncelleme
yapılmamış. O siteden, AK Parti'nin kapatılma davasına belge sağlandığı
iddiası var. Halbuki o davaya bu siteden sadece bir tane haber girmiş.
Yurtdışındayım… Kara Kuvvetleri Komutanım Işık Koşaner beni arıyor. İrtica
ile Mücadele Mücadele Yasası kapsamında soruşturma açılması konusunu bana
haber veriyor. Ahlaksız herifler... Bu görüşmemizi, terör örgütü faaliyeti
olarak lanse ediyorlar.
* Neymiş, müzedeki denizaltı gemisine bomba yerleştirilmiş. Patlatılacakmış,
çocuklar öldürülecekmiş. Hangi subay, kim böyle vahşice bir şey yapabilir
ki?..
"ARINÇ'A SUİKASTLA SUÇLANACAKTIM"
* Kozmik Oda'ya girmelerine izin vermek, hayatımda verdiğim en doğru
karardır. 19 Aralık 2009'da bir ihbar geliyor. İhbar Amerika'dan, Ankara
Terörle Mücadele Şubesi'nin özel telefon numarasına yapılıyor. İhbarı yapan,
06 BE 9712 ve 06 LJY 48 plakalı araçların içindeki kişilerin Arınç'a suikast
düzenleyebileceğini belirtiyor. Kozmik Oda'da, Bülent Arınç'a suikast
delilleri arayacaklar. Başbakan'la görüştüm, "Bırakın arasınlar" dedi. 31
Aralık günü arama yapıldı. Kozmik Oda'da çok önemli şeyler çıktığını da
sanmayın.
* Kozmik Oda'ya giriş izni vermeseydim, beni Arınç'a suikast azmettiricisi
bile yapabilirlerdi. Türk Silahlı Kuvvetleri töhmet altında kalacaktı.
* Hurşit Tolon Malatya'ya konferans için gittiği gün, orada Zirve
Yayınevi'nde vahşice cinayetler işleniyor. Burada da bir gizli tanık var.
Silahlı Kuvvetler'den atılmış, ahlaksız bir uzman çavuş. Onun suçlamaları...
Bunlar ne kadar ağır iftiralar. Bizi buraya, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne
nefret ve intikam duyguları içinde olanlar getirdi.
* Meclis İnsan Hakları Komisyonu'ndan geldiler, onlara da söyledim. 7 Şubat
2012 (MİT'e baskın) ve 17 Aralık 2013… Bu konuda iki önemli kırılma noktası
var. Bu iki olay olmasaydı, bu konu buralara kadar gelmezdi (Paralel yapı bu
kadar deşifre olmazdı demek istiyor) (Sabah)
BAŞBUĞ'UN GÖRÜŞLERİNE KATILMIYORUZ
Başbuğ'un yukarıda aktardığımız iddialarına, açıklamalarına katılmasak da,
kişisel kanaatimiz bu yönde olsa da, karşı görüşleri yansıtmak da sorumlu
yayıncılık gereğidir. Belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir
diye Başbuğ'un itirazlarını da aynen aktarmak istiyoruz. Cemaatin kumpas
kurduğu konusunda doğrusu bizim de çok ciddi şüphelerimiz ortaya çıkmış
bulunmaktadır. Bu nedenle Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi,
ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi
gerektiğine inanıyoruz. Tipini, fikrini beğenmediğimiz insanlar olabilir,
ama bu onlara haksızlık yapılmasını gerektirmez. Haksızlık ve iftira bir
zulümdür. Herşeyin sahibi olan ve gücü herşeye yeten Allah bile kendisine
zulmü haram kılmıştır. Kumpas konusunda ortaya çıkan somut bulgular
nedeniyle kamuoyunda bu davalarla ilgili doğan şüpheleri gidermek, kamuoyu
vicdanını rahatlatmak için; dediğimiz gibi, ya davaların tamamen yeniden
görülmesi ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden
değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu konuda 'Hanefi Avcı haklı
çıktı' başlıklı yazımızda
(http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5791) daha geniş
açıklamalar yapmış olduğumuzu da hatırlatmak istiyoruz. (Abdullah Harun /
kontrgerilla.com)
Yargıtay'dan
5 nolu Disk reddi
Yargıtay Başsavcılığı, en önemli delillerden 5 No’lu harddiskin sahte
olduğu iddiası ile Başbakan Erdoğan’ın paralel yapı ile ilgili iddialarının
dava sonucunu etkilemeyeceğine karar verdi.
17.05.2014 21:14 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin
Balyoz Planı davasıyla ilgili onama kararına itiraz edilmesi istemini
reddetti. Balyoz Planı Davası'nda sanık avukatları, davanın delillerinden 5
No'lu harddiskin sahte olduğu yönünde TÜBİTAK tarafından yeni rapor
hazırlandığı iddiası üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda
bulunmuştu. Avukatlar başvuruda, bu yeni iddialar nedeniyle Yargıtay 9. Ceza
Dairesi'nin kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na itiraz edilmesini
istemişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, avukatların istemini reddetti.
Başsavcılığın ret kararında, "sahte olduğu ileri sürülen harddiskin diğer
delillerin geçerliliğini etkilemeyeceği" belirtildi.
DETAYLAR
Balyoz sanıklarını, mahkumiyet kararının onanmasına ilişkin Yargıtay 9. Ceza
Dairesi kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na itiraz edilmesi
yönündeki başvurusu Yargıtay Başsavcılığı tarafından reddedildi. Balyoz
davası sanıkları, Poyrazköy davasında TÜBİTAK tarafından verilen raporda
davanın en önemli delillerinden biri olan 5 No’lu harddiskin sahte olduğu ve
cemaatin yargıdaki faaliyetlerine ilişkin hükümetin açıklamalarını gerekçe
göstererek Yargıtay Başsavcılığı’na başvurmuşlardı.
Balyoz davası hükümlüleri Çetin Doğan ve Hakan Büyük’ün avukatı Hüseyin
Ersöz’ün 31 Ocak 2014’de yaptığı başvuruya ilişkin Yargıtay Savcısı Hüseyin
İnce tarafından verilen kararda, 5 No’lu harddisk ile ilgili olarak Donanma
Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca aldırılan 14 Ocak 2011 tarihli bilirkişi
raporunda da benzer şekilde ayrıntılı değerlendirme ve tartışmaların
bulunduğu savunuldu. Kararda bilirkişi raporu ile ilgili ileri sürülen
hususların yerel mahkemece tartışıldığı ve Daire tarafından yapılan
incelemede değerlendirildiği ileri sürüldü.
Dosyadaki delillerin bütününün suçun işlendiğine yönelik olduğu savunulan
kararda “özellikle hükümete karşı işlenecek suç için yapılacak hazırlıkların
güncelleneceğine ilişkin talimatları içeren belgelerin” olduğuna işaret
edildi. Kararda manipüle edildiği iddia edilen dijital veriler ve diğer
belgelerin suç tarihinden ele geçirildikleri tarihe kadar mahkum olan bazı
sanıkların elinde tutulduğu anlatılarak, “Bazı belgeler aynı amaçla kısmen
veya tamamen güncellenmiş olsa bile, nicelik olarak az olan bu belgelerdeki
çelişki iddialarının, mahkemece kabul edilen diğer delillerin sıhhatini
etkilemeyeceği, delillerin bütünü karşısında, bu iddianın hükümlünün mahkum
olduğu suçun sübutuna ve vasfına bir etkisinin olmayacağı” ifade edildi.
Ayrıca, harddisk ile ilgili iddiaların dosyadaki delillerin sıhhatini ve
sübuta ilişkin kabulü etkilemeyeceği değerlendirmesine yer verildi.
Etkisi yok!
Kararda, “Bir köşe yazarının (Yalçın Akdoğan) iddiaları, Başbakan’ın ortaya
attığı hususlar, Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in yargının içerisinde
bir yapılanmanın olduğuna ilişkin beyanlarının, atılı suçun sübutuna ve
vasfına bir etkisi yoktur” denildi.
Sanık avukatı: AYM hukuku yüceltsin
Karara ilişkin bir açıklama yapan avukat Hüseyin Ersöz, “Yargıtay
Başsavcılığı’nın ret kararı, hukukun ne ölçüde insan hak ve özgürlüklerine
saygı ilkesinden uzaklaştığının açık bir kanıtı olmuştur. Yaşanan hukuka
aykırılıklar sonucu oluşan mağduriyetlerin telafisini Anayasa Mahkemesi’ne
yapmış olduğumuz bireysel başvurular neticesinde verilecek karardan
beklemekten başka yol kalmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararla
hukuku bir kez daha yüceltmesini beklemekteyiz” diye konuştu. (Vatan)
AYM: Balyoz'da hak ihlali var
Anayasa Mahkemesi Balyoz davasında hak ihlali yaşandığına hükmetti. Dün 17 üyenin oy birliğiyle alınan kararın gerekçesi 5 No'lu hard diskle ilgili iddiaların yeterince incelenmemesi ve eski komutanlar Yalman ile Özkök'ün dinlenmemesi oldu. Bu kararla Balyoz davasında yeniden yargılamanın yapılabileceği değerlendiriliyor. Yeniden yargılama talepleri daha önce reddedilmişti. Karar üzerine sanık avukatları müvekkilleri için peşpeşe tahliye başvurusunda bulundu.
19.06.2014 13:20 Anayasa Mahkemesi, Balyoz davasında, aralarında Çetin Doğan ve
MHP'li vekil Engin Alan'ın da bulunduğu sanıkların haklarınının ihlal edildiğine
ve yeniden yargılanmalarına karar verdi. Konuyu dün görüşen mahkeme, dijital
verilerle ilgili iddiaların yeterince araştırılmamasını, eski Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın tanık
olarak dinlenmemesini ortak gerekçe olarak gösterdi. Karar, davada tahliyelerin
de yolunu açtı. Anayasa Mahkemesi, Balyoz Davası sanıklarının haklarının ihlal
edildiği iddiasıyla yaptıkları 230 bireysel başvuruyu birleştirerek görüştü.
Bireysel başvurular Birinci ve İkinci Bölüm'lerde ayrı ayrı görüşülürken AYM,
kararın niteliği ve kapsamını da dikkate alarak başvuruları tüm üyelerin
katıldığı Genel Kurul'da ele aldı. Başkan Haşim Kılıç ve 16 üyenin katıldığı
toplantıdan, sanıkların haklarının ihlal edildiği sonucu çıktı.
OYBİRLİĞİYLE KARAR
AYM, oybirliğiyle aldığı kararda; İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki
yargılamada sanıkların ortaya attığı "sonradan dijital veriler üretildiği"
iddiasının yeterince araştırılmadığını kabul etti. Yüksek Mahkeme, bu nedenle
sanıkların adil yargılanma hakkı kapsamında olan "çekişmeli yargılama ilkesi"nin
ihlal edildiğini saptadı. Mahkeme, kararını alırken, TÜBİTAK'ın davanın en
önemli delillerinden olan "5 No'lu hard diske sonradan veriler yüklendiği"
yolundaki raporunu da referans aldı. AYM, sanıkların, verilerin dijital
ortamdaki delillere sonradan eklendiği ve verilerin değiştirildiği iddialarının
yeterince araştırılmadığını bunun açıkça hak ihlali olduğuna karar verdi. Balyoz
davası sırasında sanıkların en önemli taleplerinden biri de eski Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın, mahkeme
huzurunda, tanık olarak dinlenmesi idi. Sanıklar bu taleplerini, "Özkök'ün
Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde Balyoz darbe planını araştırması için
Yalman'a talimat verdiği ve böyle bir planın olmadığı yanıtını aldığı" iddiasına
dayandırdı. Anayasa Mahkemesi, bu iddia ve sanıkların taleplerinin
yargılamasının sonucunu değiştirebilecek ciddiyette olduğunu kabul etti. AYM, bu
talebin yerine getirilmemiş olmasının da adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu
kararlaştırdı.
TAHLİYE UMUDU DOĞDU
Yüksek Mahkeme, hak ihlallerinin ancak yeniden yargılama yoluyla
giderilebileceğine karar verirken, sanıkların tahliye taleplerini
değerlendirmeyi ise yeniden yargılama yapacak ağır ceza mahkemesine bıraktı.
AYM'nin kararı özellikle haklarındaki mahkumiyet kararları bozulan 88 sanık
açısından tahliye umudu oldu. Cezaları onanan 237 sanık için de tahliye umudu
tamamen ortadan kalkmış değil. Yargılama yenilendiğinde kişiler hükümlü değil,
sanık statüsünde olacak. Balyoz davası sanıklarının avukatlarından Celal Ülgen,
Anayasa Mahkemesi'nin 'hak ihlali' yönündeki kararını değerlendirdi. Avukat
Ülgen, AYM'nin sadece hak ihlalini tespit ettiğini, tahliye kararı vermediğini
belirterek, bu nedenle sanık avukatlarının bugünden itibaren tahliye kararı ve
yargılamanın yenilenmesini içeren dilekçeleri yerel mahkemeye vermeleri
gerektiğini söyledi. Ülgen, "Sonuç olarak 230 Balyoz hükümlüsü komutan çok kısa
zamanda tahliye olacak. Türkiye yeni döneme giriyor" diye konuştu.
GECİKMİŞ OLUMLU KARAR
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Balyoz
kararını NTV'ye değerlendirdi. Yüksek Mahkeme'nin, Balyoz sanıklarının yeniden
yargılanmasının önünü açan kararını "Son derece olumlu" bulduğunu belirten
Kılıçdaroğlu şunları söyledi: "Geç gelen adalet adalet değildir. Çok gecikerek
geldi adalet, ama geldi. Gecikmiş olumlu bir karar. Umuyorum insanlar bir an
önce serbest bırakılır, yargılama yeniden başlar ve adalet sağlanmış olur. En
büyük arzumuz o."
AYM, AVCI İÇİN DE İHLAL KARARI VERDİ
Anayasa Mahkemesi, Devrimci Karargah Örgütü'ne yardım suçundan 15 yıl 4 ay 5 gün
hapis cezası alan, Odatv Davası'nda yargılaması devam eden eski Emniyet Müdürü
Hanefi Avcı'nın bireysel başvurusunu da sonuçlandırdı. Yüksek Mahkeme, 4 yıldır
tutuklu bulunan Hanefi Avcı'nın 'Uzun tutukluluk' ve 'Tutukluluk gerekçeleri
yetersiz olduğu için' haklarının ihlal edildiğine karar verdi.
BALYOZ KARARLARI ONANMIŞ, YENİDEN YARGILAMA REDDEDİLMİŞTİ
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararla Balyoz davasında yeniden yargılamanın
yapılabileceği değerlendiriliyor. İstanbul 10. Ağır Ceza mahkemesi tarafından
görülen dava daha sonra Yargıtay tarafından da büyük oranda onanmıştı. Paralel
yapılanma tartışmalarının başlaması ve bu yapıya mensup polis ve yargı
üyelerince Balyoz sanıklarına kumpas kurulmuş olabileceğine dair iddiaların
ortaya çıkması üzerine Balyoz davasında hüküm giyen bazı sanıklar "yeniden
yargılanma" talebinde bulunmuştu. Talebi değerlendiren ve üst mahkeme olan
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla oluşturulan İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin yeni heyeti talebi oy birliği ile
reddetmişti. Mahkemenin ret gerekçesinde şu ifadeler yer alıyordu:
"Yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal bir neden gösterilmedi.
Hükümlüler ve avukatlarınca ileri sürülen hususlar mahkemece yeni delil
niteliğinde görülmedi. Sadece bazı dijital belgelere yöneltilen çelişki
iddialarının doğru olsa bile suçun sübutuna etki etmeyeceği kabul edilmiştir..."
(1)
BALYOZ DAVASI, PARALELİN DEŞİFRESİNE HİZMET EDEBİLİR
AYM kararının nasıl bir sonuç getirebileceğine dair çeşitli görüşler ileri
sürülüyor. Yeni Akit gazetesinin aynı zamanda avukatı da olan yazarı Ali İhsan
Karahasanoğlu, bugünkü yazısında konuya dair şu değerlendirmeyi yaptı:
"Gündeme yetişemiyoruz dedik. Akşama doğru da.. Balyoz davası ile ilgili Anayasa
Mahkemesi’nin kararı çıktı. Yeniden yargılanmanın yolu açıldı.. Yeniden
yargılanmada, tanıklar ve bilirkişi esaslı rol oynayacak.
Balyoz davasının tepe sanıklarının yeniden mahkum olacaklarına inanıyorum..
Çünkü, 2003’teki o darbe sürecini, biz canlı olarak yaşadık.. Balyoz’da yer
almasa bile; Hurşit Tolon’u ve Tuncer Kılınç’ı ile.. Balyoz’un bir numarası
Çetin Doğan’ı ile.. Bu generallerin Cuma dergisine neler yaptıklarını.. Akit
hakkında nasıl illegal eylemler sergilediklerini, bire bir gördük, yaşadık.
Ama bizden ziyade.. Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın şahitlikleri gündeme
gelecek.. İşte o noktada.. Bence Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın, paralelin hangi
baskılarına maruz kaldıkları da, gün yüzüne çıkacak..
Evet, Balyoz davasının üst yönetimi, darbeci idi.. Ama bunların en tepesinde de
Aytaç Yalman vardı. Kendisini bu davadan nasıl sıyırdı, belki de onu
öğreneceğiz.. Balyoz sanıkları, ısrarla şahitliğini istediler. O da, ısrarla
şahitlik yapmaktan kaçındı.. Niye ki acaba? Paralelciler, Aytaç Yalman ile, bir
anlaşma mı yapmışlardı? İzleyip göreceğiz.."
AYM KISA KARARI AÇIKLADI
Bu arada ilerleyen saatlerde Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 230 Balyoz sanığının
“adil yargılanma haklarının” ihlal edildiğine ilişkin kısa kararı internet
sitesinden yayınlandı. Anayasa Mahkemesi'nin açıklamasında "Dijital delilere
ilişkin şikayetler giderilmeli." denildi. Kısa kararda ayrıca Hilmi Özkök ve
Aytaç Yalman'a da yer veriliyor.
Karar üzerine Meclis’in tek tutuklu vekili Engin Alan ve Balyoz Davası’nın bir
numaralı sanığı Çetin Doğan da infaz durdurma ve yeniden yargılama talep
edeceklerini açıkladı. Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz ve Alan’ın avukatı Ayhan
Nacak dilekçelerinin hazır olduğunu ve Kartal’daki Anadolu 4. Ağır Ceza
Mahkemesi’ne infaz durdurma ve tahliye talep edeceklerini söylediler.
ZAMANDAN RET
AYM’nin kısa kararında aralarında Doğan ve Alan’ın da bulunduğu başvurucuların
“Özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerinin”, “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilmediği belirtildi. Kararda, adil yargılanma
hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin ise dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve
Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin
reddi nedeniyle tanık dinletme hakkına ilişkin şikâyetlerinin ve dijital
delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair
iddialarının kabul edilebilir olduğu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
kaydedildi.
Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz ve Alan’ın avukatı Ayhan Nacak, Kartal’daki
Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne infaz durdurma ve tahliye talep edeceklerini
söylediler.
İŞTE O KISA KARAR
(Kaynak)
Kumpas'la
doğan kahramanlar
Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi darbe sanıklarını kahraman haline
getirdi. Nasıl olsa günah keçisi var: Paralelciler.. Gözümüzün içine baka
baka darbe girişimlerini olmamış saymamız bekleniyor. Hatta daha da ileri
gidilerek Meclis'in yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor.
Devirmeyi başaramadıkları Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye oldular. İadei
itibar kararı aldırarak Meclis'i bir başka açıdan devirmek istiyorlar.
23.06.2014 17:33 Son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz ve
Ergenekon çevreleri tarafından kendilerinin masum olduğu, herşeyin paralel
yapılanmanın tezgahı olduğu savunuluyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi
anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine
yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle
ortaya çıkmış bulunuyor. Ancak bu durum Ergenekon ve darbe gerçeğini
değiştiremez.
AYM'nin yol açtığı yeniden yargılama kararının doğru olduğunu düşünmüyoruz.
Ergenekon çevrelerinde bunun adeta beraat kararı olarak yorumlandığı da
gözleniyor. Meclisin iadei itibar kararı almasından ve tazminat vb. davalar
açılarak onları yargılayanların yargılanmasından bahsediliyor. Toptan
yeniden yargılama yerine sadece tartışma konusu olan delillerin yeniden
değerlendirilmesi ile yargılamada eksik bırakılmış, örneğin komutanların
tanık ifadelerinin alınması gibi hususların tekrar değerlendirilmesinin
yargılamanın daha adil yapılmasını sağlayacağını düşünüyoruz.
Ancak bunlar sağlansa bile savunma taleplerinin bitmeyeceği, sürekli yeni
bahanelerin hazır olduğu geçmişte görüldü. Haklı çıkıncaya kadar yeni
bilirkişi ve tanık talepleri gelecektir. Ergenekon davasının son döneminde
yeni tanık dinletme talepleri 800 küsüre ulaşmıştı. Mahkeme ise bu durumun
davayı çıkmaza sokacağını matematiksel olarak ortaya koymuş, ret kararı
vermişti. Benzer bir durum Balyoz davasında da söz konusu oldu.
AYM'nin "Balyoz davasında mahkeme hak ihlali yaptı" gerekçesine tanıklardan
sadece ikisi sokuldu. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman. Oysa tanıklığına başvurulması istenen
kişilerin sayısı çok daha fazla idi. Şu halde sadece iki üst komutanın daha
tanık ifadesi vermesi ile Balyoz yargılamasında tartışma bitecek midir?
Sanmıyoruz. Göreceğiz.
Kaldı ki, bir mahkeme o komutanların tanıklığına ihtiyaç duymayabilir.
Eldeki delillerin yeterli olduğuna kanaat getirmişse duymayabilir. Bu
hukukun değişmez gereğidir. Bize göre Balyoz mahkemesi o tanıkları
dinlememekle yanlış bir şey yapmış değildir. Ama "efendim ne olmuş yani
dinleseydi kötü mü olurdu" diyenler, bahanelerin bunlarla bitmeyeceğini
Ergenekon ve Balyoz sanıklarının savunma sürecinde yaşananları hatırlayarak
görmeli. (1)
Eğer Balyoz davasında mahkemenin yaptığı yargılama yanlışsa, AYM herşeyin
doğrusunu biliyorsa buyursun yargılamaları AYM yapsın o zaman. Sadece
Balyoz'da değil tüm davalarda da.. Ayrıca benzer durumların söz konusu
olduğu o kadar çok dava vardır ki, onların da yeniden görülmesi gerekir
adalet gereği. 28 Şubat sürecinde hapse giren Salih Mirzabeyoğlu gibi bazı
sanıklar adil olmadığı açık olan yargılamalarla yargılandılar ve halen
içeride tutuluyorlar. Kendilerini adeta yırtıyorlar seslerini duyurabilmek
için. Ama onları duyan yok. Yoksa onlar insan değil mi? Onların hakları yok
mu?.. Ama işin bu kısmı hiç tartışılmıyor. Neymiş, AYM 17 üyenin oybirliği
ile o kararı vermiş, dolayısıyla AYM yanlış yapmış olamazmış. Nasıl da sakat
bir düşünce bu. AYM nasıl da yüceltiliyor böyle. Oysa AYM'nin hukuki değil
de siyasi davrandığı, daha geçtiğimiz haftalarda tartışma konusu olmuştu
twitter kararı ile.
Bir başka örnek daha hatırlatalım. Ergenekon davasında AYM üyesi Osman
Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt de sanık olarak yargılandı ve 2 yıl 6 ay hapis
cezası aldı. AK Parti'nin kapatma davasına bakan Anayasa Mahkemesi Başkan
Vekili Osman Paksüt'ün davadan önce dönemin Genelkurmay Başkanı İlker
Başbuğ'la görüştüğü ortaya çıktı. Ne var bunda denilebilir ama var bir şey..
Şöyle ki, Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt Hanım, dava dosyasına giren
görüşmelerinde partinin kapatılacağını CHP'li bir milletvekiline daha karar
kamuoyuna açıklanmadan önce söylüyordu. (2) Muhtemelen kocasından aldığı bu
haberi CHP'li milletvekiline duyuruyordu.
Bu şüphe, ihtimal değil kesindi. AYM üyesi Osman Paksüt Ergenekon
soruşturmasında dinlemeye takılmıştı. Osman Paksüt´ün, Ergenekon sanığı eşi
Ferda Paksüt bazı Ergenekon sanıkları ile gazetecilere bilgi sızdırırken
telefonu alarak konuşmaya devam ettiği belirlenmiş ve bu dinleme kayıtları
AYM´ye gönderilmişti. Ancak ilginçtir AYM, yaptığı soruşturma sonunda
Mahkemede görüşülmekte olan bir davayla ilgili bilgi sızdırdığı belirlense
de Paksüt hakkında mahkemeden alınmış dinleme kararı olmadığı için
takipsizlik kararı verdi.
DİĞER AYM ÜYESİ BİLE TEPKİ GÖSTERDİ
Ancak AYM´nin Osman Paksüt hakkında verdiği ´takipsizlik´ kararına diğer bir
AYM üyesi Serruh Kaleli muhalefet şerhi koydu ve Paksüt hakkında cezai işlem
uygulanmasını talep etti. Ergenekon mahkemesine ulaşan Paksüt´le ilgili
karardaki şerhinde Kaleli, dinlemelerdeki iddialarla işlem yapılması
gerektiğini, ancak yasal mevzuat boşluğu nedeniyle eldeki delillerin hukuka
aykırı olarak tanımlanmasını eleştirdi. Kaleli, "İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı´nın elde ettiği Osman Paksüt´e ait olduğu iddia edilen bulgu,
görevin kötüye kötüye kullanıldığı suçunun işlendiği konusunda şüpheye mucip
bir bilgidir. Osman Paksüt´ün yaptığı telefon görüşmelerinde doğrudan
görülmekte olan bir davayla ilgili bilgileri aktarıp meslek etiği ve yasal
sorumluluk dışında görevini kötüye kullandığı şüphesi uyandıran eylem ifa
ettiği açıktır" dedi.
Şimdi suça karışan kendi üyesi için diğer bir üyesinin dahi tepki gösterdiği
şekilde böyle bir takipsizlik kararı veren Anayasa mahkemesinin adil bir
yargılama yaptığı söylenebilir mi?.. Ergenekon davası sanıklarına bilgi
sızdırdığı bu şekilde kesinleşen Osman Paksüt'ün hala AYM üyeliğini
sürdürmesi kabul edilebilir mi?.. Muhtemelen yakın gelecekte tıpkı Balyoz
davası gibi hak ihlali açısından önüne gelecek Ergenekon davasında ne yönde
karar vereceğinin, bunun da kitabına uydurulacağının tahmin edilmemesi
mümkün mü?
AYM'nin hukuki olmayan ama siyasi olan kararlarıyla adaletin sağlanacağına
inanmıyoruz. En basitinden Osman Paksüt örneğinden hareketle bu mahkeme
üzerinde şaibe söz konusudur. Bu şaibe ortadan kalkmadığı sürece alınan
kararlarda illaki bir şüphe söz konusu olacaktır.
'AYM'ye itibarlı mahkeme, kararları doğru ve saygın', diğerlerine ise
'değil' gözüyle bakılacaksa o halde AYM baksın tüm davalara. İsteyen
kendisini kandırmaya devam etsin ama bize göre AYM siyasi kararlar veren bir
mahkemedir. 17 üyenin oybirliği de bu durumu değiştirmeyecektir.
Ayrıca AYM kararlarından daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM)
Balyoz ve Ergenekon sanıklarının muhtelif başvurularında verdiği ve
yargılamaları hukuka uygun bulduğu kararlarını da hatırlayalım. Bu kararları
nereye koymalı şu halde?..
Belki bir çözüm, son karar merciinin AYM olmaktan çıkarılması ve AYM'den
çıkan kararların halk oylamasına götürülmesi olabilir. İşte bu ya da benzer
alternatifler tartışılmaya değerdir bize göre ve kamuoyunu yakından
ilgilendiren bu kadar büyük davalara dair tartışmaları bir çözüme
götürebilir bize göre.
Bir çok haber ve yazılarımızda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını çeşitli
açılardan savunan satırlar kaleme aldık. Hiç kimseye haksızlık yapılmaması
gerektiğini belirttik. Hem paralel yapılanmaya hem de Ergenekon ve diğer
darbeci yapılanmalara karşı olduğumuzu belirttik. (3)
Paralel yapıya dair ortaya çıkan şüphelerin son derece somut bulgulara ve
delillere dayandığını görüyoruz. Peşpeşe açılmaya başlanan davalar bunun
kanıtı. Ayrıca paralel yapının bazı açılardan Ergenekon ve diğer
darbecilerden daha tehlikeli olduğuna da inanıyoruz.
Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi ortaya çıkan ya da başka olası
şekillerde hiç bir davada hiç bir sanığın haksızlığa uğramasına kesinlikle
karşıyız. Ancak paralel yapı şüphesi ortaya çıktı diye de darbecilerin
aklanmasına, bu tehlikenin zaten olmadığına ya da vardıysa bile artık
geçtiğine inanılmasına da karşıyız.
Ortada somut deliller olmadan ve bunları göstermeden yargılamayı yapan
mahkeme heyetlerini bir çırpıda itibarsızlaştırmak, verdiği kararları da yok
saymak bize göre büyük bir yanlış ve o heyetlere saygısızlıktır. Mahkeme
heyetlerinin verdiği kararlarla konuşur denilmektedir. Bize göre konuşmuştur
da. Verilen kararlar ayrıntılı bir gerekçeyle açıklanmıştır. Danıştay
saldırısına bakan Ankara'daki ilk mahkemenin görmediği çok basit
ayrıntıların peşine düştü diye ya da atmadığı temel yargılama adımlarını
attı diye Ergenekon davasına bakan mahkeme yanlış mı yapmış olmaktadır?
Alparslan Arslan'ın dinci bir tetikçi olduğuna inanmamız isteniyordu. Bunun
aksini gösteren kanıtlar Ergenekon davası sürecinde ortaya çıktı. Bunu
Ergenekon çevreleri de kabul ediyor. Danıştay saldırısının planlamasından
örtülmesine kadar birbiriyle uyumlu gerçekleşen gelişmeler, “Biri emretmiş,
biri planlamış, biri vurmuş, biri karartmış, biri de örtmüş..” deyişine
neden oldu. Mahkeme de haklı olarak bunu gördü ve hükmünü verdi. Ne yani
kameraları mahkeme heyeti mi kararttı?.. Önceki mahkeme saldırıya uğrayan
diğer hakimlerin ifadesini almak gibi en temel yargılama şartını yerine
getirmemişken sonraki getirmişse yanlış mı yaptı?.. Önceki mahkeme dinci
kalkışma deyip davayı kısa sürede sonuçlandırmışken sonraki, tetikçi
Arslan'ın dincilikle alakasının olmadığını ortaya çıkardıysa yanlış mı
yaptı?.. Önceki mahkeme Arslan'ın diğer Ergenekon sanıklarıyla bağlantısı
kendisine daha yargılama bitmemişken Ergenekon savcısı tarafından bir
mektupla bildirilmesine rağmen hiç dikkate almadıysa, sonraki mahkeme ise
bunu ortaya çıkardıysa yanlış mı yaptı?.. Yargıtay Ceza Kurulu somut
gerekçelerle Danıştay davasını bozup davayı Ergenekon davasıyla
birleştirdiyse yanlış mı yaptı?..
Kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yaptı.
Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da,
yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok
yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız için
şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o şüpheler esasa taalluk etmeyen
şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf bir
yargılama yapılmıştır.
Bize göre; ne o iki komutanın tanıklığı durumu değiştirecektir ne de
tartışma konusu olan dijital delillerin tekrar değerlendirilmesi.. Çünkü
diğer deliller o kadar çok sayıda ve netliktedir ki, diğerlerinin durumu
değiştirmesi mümkün değildir.
Bugün Sabah gazetesinde "Paralel yargı Balyoz'da gerçeklerin üstünü örttü"
başlığıyla bir röpörtaj yayınlandı. AYM kararıyla tahliye edilen Balyoz
sanıklarından Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, "Paralel yapı orduya kumpas
kurdu. 160 kişiyle darbe toplantısı mı olur? Oldu diyelim bunun yazılı
belgesi tutulur mu, ses kaydı alınır mı?" diyerek Balyoz sanıklarının masum
olduğunu iddia etti. (4)
Röpörtaj incelendiğinde Yavuz paşanın ne kadar abuk subuk konuştuğu daha iyi
görülecektir. Şöyle diyor: "Ben 1960 darbesini, 1971 muhtırasını inceledim.
Hiçbirinde belge tutulmamış. 160 kişinin birlikte yaptığı bir darbe planı
olabilir mi? Darbeciler o kadar insanın önünde yapılan planın mutlaka dışarı
sızacağını düşünmezler mi? Böyle bir plan yapıldı diyelim. Bunlar yazılı
kayıt altına alınır mı? Ses kayıtları alınır mı?"
27 Mayıs ve 12 Mart muhtırasını incelemiş de orada böyle bir belgelere
dayanan bir darbe toplantısının yapıldığına tanık olmamışmış. İyi de 12
Eylül'ü nereye koyuyor acaba ya da 28 Şubat'ı?.. Kamuoyunu aptal yerine mi
koymaya çalışıyor bu paşa?
12 Eylül'ün hazırlık planı olan 'Bayrak Planı'na ne demeli? Demek ki
darbenin belgesi oluyormuş.. Ayrıca bu planın Balyoz darbesine de hazırlık
kaynağı olduğu Balyoz davası sürecinde ortaya çıkmadı mı?..
Paşa, Balyoz darbesini kanıtlayan ses kayıtlarının üzerinde de şüphe
uyandırmaya çalışıyor. Montaj olmadığı ortaya çıkan saatlerce uzunluktaki
ses kayıtları dinlendiğinde gözaltına alınacak siviller vesaire vesaire
detaylar açıkça görülüyor. Bu ses kayıtlarını masum gösteren Yavuz paşa o
kayıtları neresiyle dinlemiştir acaba?.. Bir darbe hiç bu şekilde toplantıda
görüşülür mü diye soruyor. Onu size sormak lazım be paşa. Biz de çok safız
ya, inanalım bari size..
İşte bu ve benzer delil tartışmaları defalarca yapıldı. (5) Bir kez daha
yapılsın önemli değil. Ama dürüst olunsun, laf kalabalığı yaparak doğrular
örtülmeye çalışılmasın.
Bize göre; hem Balyoz hem de Ergenekon davalarında mahkeme heyetleri adil
bir yargılama yapmıştır. Her ne kadar bazı eksikliklerden ve hatalardan söz
edilse bile bunun esası etkilemeyeceği çok açıktır. Bu tür hatalardan uzak
bir yargılama olabileceğini de sanmıyoruz. Dünyadaki ve Türkiye'deki tüm
yargılamalarda ufak büyük illaki eksikler hatalar olur. Hatasız kul
olamayacağı gibi mahkeme de olamaz. Eğer o mahkemeler hata yaptıysa, Paksüt
ve twitter örneklerinde olduğu gibi AYM de yapmıştır. Nasıl yerel
mahkemelerin kararları AYM'de inceleniyorsa AYM'ninkileri de bir başkası
incelesin. Bir başka mahkeme ya da AİHM örneğin.. Bakalım hatasız mı çıkacak
AYM'nin kararları acaba?.. AYM'de hukukçu olmayan üyeler ile Ergenekon'a
yakınlığı tescillenmiş üyelerin var olduğunu da hatırlayalım bu arada..
SEVSİNLER KAHRAMANLIĞINIZI!
Sonuç olarak; paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi darbe sanıklarını ve
AYM'yi kahraman haline getirdi! Nasıl olsa günah keçisi var: Paralelciler..
Gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamız bekleniyor.
Daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in yargılanan sanıklara iadei itibar
getirmesi isteniyor. Olur neden olmasın. Emriniz olur.. Beyfendiler
devirmeyi başaramadıkları Meclis'in çıkardığı kanunla şimdi dışarıdalar.
İadei itibar kararı aldırarak Meclis'i bir başka açıdan devirmek itibarını
yerle bir etmek istiyorlar. Hallerine şükredeceklerine ve özgürlüğün tadını
çıkarıp darbeciliğe tevbe edeceklerine kaldıkları yerden hemen faaliyete
geçip ortalığı karıştırmaya başladılar. İntikam çığlıkları falan.. Gören de
beraat ettiler zanneder. Referandumda hayır diyenler evetçilerin getirdiği
imkanla şimdi dışarıda bol keseden ucuz kahramanlık yapıyorlar. Ama bu da
normal olsa gerek.. Bunlara pahalısı değil herhalde ucuzu yakışır olsa
gerek.. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/yazilar/ergedavaengelleme.asp
(2) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=3755
(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5887
(4)
Sabah.com.tr/Gundem/2014/06/23/paralel-yargi-balyozda-gerceklerin-ustunu-orttu
(5) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp
TÜBİTAK:
Deliller sahte değil
İzmir 'askeri casusluk ve fuhuş' davasında flaş gelişme.. 5'i muvazzaf,
10'u tutuklu 357 sanıklı davada TÜBİTAK'tan istenen bilirkişi raporu geldi.
TÜBİTAK, delillerde sahtecilik bulgusuna rastlanmadığını belirtti. Sanıklar
raporu kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Paralel yapılanmanın etkin hale
geldiği iddiası sonrası TÜBİTAK'ta geniş çaplı görevden almalar yaşanmıştı.
Ancak kurumdan yine de böyle bir rapor çıkması, delillerde sahtecilik ve
kumpas olduğu iddialarını zayıflatmış oluyor. Sanıkların istedikleri yönde
bir rapor çıkıncaya kadar yeni bilirkişi talebinde bulunmaya devam
edecekleri, mahkemenin bunu kabul etmemesi ve davayı sonuçlandırması halinde
ise tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi AYM'ye başvurarak hak ihlali
gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini hedefledikleri ileri sürülüyor..
Diğer taraftan, son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek her taşın
altında kumpas aranır hale geldi. Elde somut delil olmadan kestirmeden
paralel yapı suçlanıyor. Balyoz ve Ergenekon çevreleri, kendilerinin masum
melekler olduğunu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı olduğunu savunuyor.
Bu durum ise bir atasözünü akıllara getiriyor.
24.06.2014 12:31 İzmir 'askeri casusluk ve fuhuş' davasında flaş gelişme..
Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından İzmir 5. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde görülen, 5'i muvazzaf, 10'u tutuklu 357 sanıklı, 'fuhuş,
casusluk tehdit ve şantajla askerî bilgi ve belge ele geçirme' davasıyla
ilgili TÜBİTAK'tan istenen bilirkişi raporu geldi. Mahkemeye ulaşan ve
sanıklardan ele geçirilen 19 adet harddisk ve flaş bellekler üzerinde
yapılan inceleme sonucu hazırlanan Dijital Adli Analiz Raporu'nda,
sanıklarda ele geçirilen dijital materyaller üzerinde sahtecilik yapılıp
yapılmadığı iddiasına cevap verildi.
"SAHTECİLİK YAPILDIĞINA DAİR BİR BULGUDAN BAHSETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR"
Raporda, "Yapılan analizler bütüncül olarak değerlendirildiğinde, delillerde
sahtecilik olarak değerlendirilebilecek herhangi bir bulguya
rastlanmamıştır. Sahtecilik yapıldığına dair bir bulgu olmadığından, bunun
tarihinden bahsetmek mümkün değildir." denildi.
Uzmanlar Burak Akoğuz, Yalçın Çakmak ve Süheyl Mustafa Keskin tarafından
hazırlanan raporun sonuç bölümünde ise, "Yukarıda kapsamı belirtilen adli
analiz incelemeleri bütüncül olarak değerlendirildiğinde, normal kullanıcı
davranışlarıyla açıklanamayacak bir uyumsuzluğa rastlanmamıştır."
değerlendirmesi yapıldı.
69 SAYFA VE 17 EK KLASÖRDEN OLUŞAN RAPOR
İzmir'de görülen ve kamuoyunda "askerî casusluk" olarak bilinen davayla
ilgili TÜBİTAK tarafından hazırlanan ve mahkemeye ulaşan Dijital Adli Analiz
Raporu, sanık avukatlarına verildi. 9 Haziran 2014 tarihli, 69 sayfa ve 17
ek klasörden oluşan raporda uzmanlar tarafından mahkeme, sanık ve avukatları
tarafından yöneltilen sorulara cevaplar verildi. Sanıklar Bilgin Özkaynak,
Narin Kormaz, Saygın Özdemir, Onur Süer, Hakan Oğuzhan, Safiye Köten, Sunay
Akkaya, Filiz Albayrak, Songül Akdin ve Meryem Bağcı'dan ele geçirildiği
iddia edilen 19 adet harddisk ve flaş bellek gibi dijital materyallerin
incelenmesi sonucu hazırlanan raporda, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından yöneltilen, “Suça konu dijital veri ve materyallere teknik
anlamda usulüne uygun el konularak imajlarının alınıp alınmadığı”,
“İmajların teknik anlamda asılları ile örtüşüp örtüşmediği”, “El koymadan
sonra herhangi bir tahrifat ve manipülasyona maruz kalıp kalmadıkları, imaj
alındıktan sonra herhangi bir ekleme çıkarma yapılmış olup olmadığı”
şeklindeki sorulara cevap verildi. TÜBİTAK uzmanları, “İmajların, adli
bilişim standartlarınca kabul edilen yazılımlar vasıtasıyla alındığı
görülmüştür. 19 delilin bir tanesi hariç diğerlerinde, özetleme fonksiyonu
değerlerinin tutanaktaki değerlerle aynı olduğu tespit edilmiştir. İmaj alma
tutanaklarındaki özetleme fonksiyonu değerleri ile tarafımızdan hesaplanan
özetleme fonksiyonu değerlerinin aynı olduğu tespit edilmiştir. İmaj alma
tutanakları dijital delillere el konulduğunda oluşturulduğundan, bu
delillerin şu an aynı özetleme fonksiyonu değerlerine sahip olmaları, bu
delillere el konulduktan sonra herhangi bir müdahale edilmediğini
göstermektedir.” cevabını verdi.
BİLİRKİŞİ SANIK VE SANIK AVUKATLARININ SORULARINA DA RAPORDA CEVAP VERİLDİ
Ayrıca bilirkişi sanık ve sanık avukatlarının sorularına da raporda cevap
verildi. “Dijital materyallerin tamamen sahte olarak üretilip üretilmediği”,
“Üst veri yollarında oynama olup olmadığı”, “Bilgilerde değişiklik yapılıp
yapılmadığı”, “Varsa bu değişikliğin hangi tarihte yapılmış olabileceği”
sorularına, "Delillerde sahtecilik olarak değerlendirilebilecek herhangi bir
bulguya rastlanmamıştır. Sahtecilik yapıldığına dair bir bulgu olmadığından,
bunun tarihinden bahsetmek mümkün değildir. Dosya sistemi üst verilerinde
dosyanın zaman bilgileri içerenleri ile dosya iç üst verilerinde bulunabilen
zaman bilgileri farklı olabilmektedir. Birçok dosyanın, birden fazla delilde
ve Pandora veri tabanında aynı hash değerlerine sahip olduğu tespit
edilmiştir. Bu bağlamda, aynı hash değerine sahip dosyaların bir veri
depolama biriminden diğerine aktarılmış olabileceği değerlendirilmektedir.”
şeklinde cevaplar verildi.
Sanık avukatları, TÜBİTAK raporunu kabul etmediklerini söyledi.
PARALEL'İN KUMPASINDAN AYM'NİNKİNE: NASIL OLSA AYM VAR!
Hatırlanacağı gibi, paralel yapılanmanın etkin hale geldiği iddiaları ve
buna dair somut delillere ulaşılması sonrası TÜBİTAK'ta geniş çaplı görevden
almalar yaşanmıştı. Ancak buna rağmen kurumdan yine de böyle bir rapor
çıkması, delillerde sahtecilik ve kumpas olduğu iddialarını zayıflatmış
oluyor.
Ancak sanıkların istedikleri yönde bir rapor çıkıncaya kadar yeni bilirkişi
talebinde bulunmaya devam edecekleri, mahkemenin bunu kabul etmemesi ve
davayı sonuçlandırması halinde ise tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi AYM'ye
başvurarak hak ihlali gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini
hedefledikleri ileri sürülüyor.
Görüldüğü gibi işin suyu çıkmış bulunuyor. Bilgisayar programcıları
'for-next' ve benzeri döngüleri iyi bilir. İstenen sonuç sağlanıncaya kadar
bilgisayarın işlem yapmaya devam etmesi talimatı anlamına gelir. Burada da
benzer bir durumla karşı karşıyayız. İstenen bilirkişi raporu verilinceye
kadar itirazların sürdürüleceği, mahkemenin dikkate almaması durumunda ise
paralelcilikle suçlanabileceği ve davanın da AYM'ye götürüleceği
anlaşılıyor.
Sanıklara -en azından bazılarına- atfedilen ahlaksızlıklar casusluk
davasında açıkça ortaya konulmuş. Komutanların kızlarının uygunsuz resimleri
sanıkların bilgisayarlarından çıkmış. Buna benzer o kadar çok örnek
sayılabilir ki bu davada, bunların tümünü kumpas kurulmuş deyip geçiştirmek
inandırıcı olamaz. "Hırsızın hiç mi suçu yok?" deyişini hatırlatıyor bu
durum.
O kadar çok sayıda somut bulgu var ki bu davada saymak zor. Dava
iddianamesinde bunları görmek mümkün. Ancak.. Kamu adına açılmış dava
iddianamelerini yayınlarken sansürlememize rağmen bu davanınkini kısa sürede
yayından kaldırmak zorunda kaldık. Çünkü müşteki ve mağdurlardan gelen
uyarılar üzerine gözden kaçan o kadar çok bölüm olduğunu farkettik ki,
sansürlemekle başa çıkılmayacağını, en uygun çözümün iddianameyi tamamen
yayından kaldırmak olduğuna karar verdik. İddianamenin yayınlanmaya devam
edilmesini ısrarla isteyenlerden de anlayış rica ettik.
Son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz ve Ergenekon çevreleri
tarafından kendilerinin masum olduğu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı
olduğu savunuluyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle
haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17
Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor.
Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de
değiştiremez.
Dikkat edilirse her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut
delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit
durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la
doğan kahramanlar' başlıklı dünkü yazımızda (1) bu durumu geniş olarak
ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine
şimdi tam tersi bir muamele yapılmaya başlanmış bulunuyor. Kahraman olarak
görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve
tefrit durumu söz konusu yani.
Bir çok haber ve yazılarımızda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını çeşitli
açılardan savunan satırlar kaleme aldık. Açıklamalarını gündeme getirdik.
Gönderilen tekzipler olursa hemen yayınlıyoruz. (2) Hiç kimseye haksızlık
yapılmaması gerektiğini savunduk. Hem paralel yapılanmaya hem de Ergenekon
ve diğer darbeci yapılanmalara karşı olduğumuzu belirttik. (3)
Paralel yapıya dair ortaya çıkan şüphelerin son derece somut bulgulara ve
delillere dayandığını görüyoruz. Peşpeşe açılmaya başlanan davalar da bunun
kanıtı.
Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi ortaya çıkan ya da başka olası
şekillerde hiç bir davada hiç bir sanığın haksızlığa uğramasına kesinlikle
karşıyız.
Ancak paralel yapı şüphesi ortaya çıktı diye de her suçun yok sayılmaya
çalışılmasına, tüm suçların paralelcilerin işi olduğuna inanılmasına,
darbecilerin aklanmasına, bu tehlikenin zaten olmadığına ya da vardıysa
bile artık geçtiğine inanılmasına, kısacası kamuoyunun keriz yerine
konulmasına da karşıyız.
Balyoz, Ergenekon, Odatv ve benzeri davalarda delillerin sahte olduğu
tartışmaları yeni değil. Defalarca yapıldı bu tartışmalar. Buna dair
ayrıntılı bir sayfa dahi
açtık. (4) Bir kez daha yapılsın önemli değil. Ama dürüst olunsun, laf
kalabalığı yaparak doğrular örtülmeye çalışılmasın. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049
(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-tekzip
(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme
(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5887
(4) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp
'Kumpasa
bak' cambazlığı zirvede
Malatya'da Zirve Yayınevi katliamının son duruşmasında sanıkların
sergilediği rahat tavırlar, vahşice öldürülen maktullerin yakınlarında şok
etkisi yaptı. Bu kişiler ayrıca duruşmanın başlamasını, sanıklarla aynı
yerde beklemek zorunda bırakıldılar. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri
fırsat bilen sanıklar 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve
mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin
yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı
giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat
edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar
da gözlerden kaçırılmamalı.
26.06.2014 15:08 Malatya’da Zirve Yayınevi katliamının son duruşmasında
sanıkların sergilediği tavır, vicdanlarda büyük bir yara açtı.
Katledilenlerin yakınları, 23 Haziran’daki celse öncesinde duruşmanın
başlamasını, sanıklarla aynı yerde beklemek zorunda bırakıldılar. Agos
gazetesinden Uygar Gültekin’in haberine göre son dönemde yaşanan siyasi
gelişmeleri fırsat bilen sanıklar, mahkeme salonunda saldırgan tavırlar
sergilediler. Adliye önünde, tutuksuz sanık Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un
destekçileri, bayraklar ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganlarıyla
gövde gösterisi yaptı. Davayı yakından izleyenler, sanıkların, AK
Parti-Cemaat kavgasının yarattığı, Balyoz ve Ergenekon sanıklarının
salıverildiği ortam sayesinde cesaretlendiğini söylüyor.
Zirve Katliamı davasının son duruşmasına, Mart ayında denetimli serbestlik
yasasıyla tahliye edilen sanıklar ile Ergenekon davasında yargılanan ve
geçtiğimiz günlerde tahliye edilen Emekli Orgeneral Hurşit Tolon da katıldı.
-Sırtları sıvazlanıyor-
Duruşmayı izleyenlerden Protestan Kiliseler Derneği Genel Sekreteri Umut
Şahin, sanıkların son dönemdeki siyasi gelgitler sayesinde
cesaretlendiklerine ve mahkemeyi tehdit eden tavırlar içinde olduklarına
dikkat çekti: “Hükümet-Cemaat kavgası, mahkemeyi de etkiliyor. Sanıklar
‘Başbakanımız’, ‘17 Aralık darbesi’ demeye başladılar. ‘Bize bunu Cemaat
yapıyor’, ‘bu bir kumpas’, ‘komplo’, ‘Başbakan’a da düzenlemek istediler’
lafları ağızlarından eksik olmuyor. O rüzgârı arkalarına alarak mahkemeye
saldırdılar. Cesaret almış durumdalar. Mahkeme üzerinde büyük baskı var.
Sanıklar açıkça, ‘Bizi serbest bırakırsanız başbakanın yolundasınız;
bırakmazsanız Gülen’in yolundasınız. Tercih sizin’ dediler. Politik
atmosferden yararlanmaya çalışıyorlar.”
Davayı başından bu yana takip eden avukat Erdal Doğan da, AK Parti ile Gülen
Cemaati arasında yaşanan çatışmanın etkisinin, Zirve Katliamı davasında
yoğun bir şekilde hissedildiğini söyledi. “Hükümet Gülen cemaatine karşı
Ergenekon’u kendine yedekledi” diyen Doğan, Zirve davasının içinin
boşaltılmaya çalışıldığından ve her şeye “kumpas” gözüyle bakıldığından
şikâyet etti: “Ergenekon ve diğer davalar için kumpas demeye başladılar.
Medya katliamın merkezini dağıtmaya çalışıyor. Bütün sorumlulukları Cemaat’e
kaydırmak gibi bir çaba var. Bu, davaların altını boşaltmaktır. Her şey
kumpasmış gibi bir algı yaratmak çok sakıncalı.”
Katliamda öldürülen Uğur Yüksel’in annesi Hatice Yüksel, duruşmanın
başlamasını katillerle aynı salonda beklemek zorunda kaldı. “Karşıma geçip
oturdular. Paşalar gibi kuruldular, ben çok kötü oldum. Onları görünce
sinirlerim boşalıyor” diyen Yüksel, isyanını, “Bunlar üç kişiyi vahşice
katletmişler, beş senede çıkmak olur mu!” sözleriyle dile getirdi.
Umut Şahin de, sanıkların cinayeti işlediklerini itiraf ettikleri halde
tutuksuz olmalarının kamu vicdanını yaraladığına dikkat çekti: “Dışarıda
olmaları anlaşılmaz bir şey. Katil sanıklar dışardayken azmettiricilerin
içeride olması da trajikomik bir durum.”
Şahin, yargılama sonucunda sanıkların ceza alacaklarına inandıklarına, ancak
bu arada kaçabileceklerine dikkat çekti: “Biz sanıkların beraat etmelerini
beklemiyoruz ama kaçmalarından endişeliyiz. Yeni suç işleme olasılıkları
var. Sonuçta üç kere müebbetle yargılanıyorlar. 10 kişiyi de öldürseler aynı
cezayı alacaklar şu anda. Onlar için değişen bir şey yok. Ayrıca kaçma
imkânları var.”
KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE
Dikkat edilirse son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz,
Ergenekon, Zirve ve diğer bağlantılı davaların sanık ve çevreleri,
kendilerinin masum melekler olduğunu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı
olduğunu savunuyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle
haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17
Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor.
Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de
değiştiremez.
Dikkat edilirse her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut
delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit
durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la
doğan kahramanlar' (1) ve 'TÜBİTAK:
Deliller sahte değil' (2) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak
ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine
şimdi tam tersi bir muamele yapılmaya başlanmış bulunuyor. Kahraman olarak
görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve
tefrit durumu söz konusu yani.
Bu durum son olarak Zirve davasında da gözlendi. Son dönemde yaşanan siyasi
gelişmeleri fırsat bilen sanıklar 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına
sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak'
deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının
kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere
de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya
çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. (Abdullah
Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049
(2) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6053
Balyoz savcısından haklı tepki
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'Balyoz Darbe Planı' davasında duruşma savcısı olarak görev yapan Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen 'kumpas' iddialarına tepki gösterdi. Delillerin net, yargılamanın açık olduğunu dile getiren Kaplan, mahkemeye karşı büyük bir haksızlık ve saygısızlık yapıldığını savundu.. Savcı Kaplan'ın haklılığını gösteren çok fazla somut bulgu mevcut. Ancak bugünlerde her taşın altında kumpas arayanlar, varlığı açık olan darbe girişimlerinin yok sayılmasını bekliyor.
01.07.2014 13:40 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "Balyoz Planı" davasına giren Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen "kumpas" iddialarına cevap veren bir açıklama yaptı. Kaplan'ın hukukçuların kullandığı adalet.org üzerinden yapılan açıklamada "AYM kararına saygı duyduğunun" altını çizerken, davaların görüldüğü dönemde sanık avukatlarının deliller karşısında savunma yapamayacak hale gelerek salonu terk ettikleri anlatıldı.
Açıklamada, "Keşke AYM'nin sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi" denildi.
Kaplan, AYM kararıyla birlikte basında yer alan ve sanıklar tarafından dile getirilen iddialarla ilgili ise, "bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır" dedi.
'Sanıklar tehdit içerikli sözler sarf etti'
Kaplan ayrıca sanıkların yargılama aşamasında ve sonrasındaki tehdit içerikli sözler sarf ettiğini belirterek, haklarında koruma kararının da alındığını hatırlattı ve şunu dile getirdi: "Duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum."
Kaplan'ın açıklamasının tam metni şu şekilde:
"AYM.nin Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen kararı sonrası herkes bir şey söylüyor. Hakaretler, tehditler havada uçuşuyor. Kısa yazıda tüm söylenenlere cevap vermek mümkün olmadığı gibi, gerek olduğunu da düşünmüyorum. Fakat çok söylenen bir iki noktada kısa izahat vermek gerektiğini de düşünüyorum.
Öncelikli olarak Türk Hukuk Sistemi içerisinde bulunan bir kişi olarak aşamalı verilen yargı kararlarının “doğru-yanlış” kavramı içerisinde sınırlandırılma yapılamayacağını, her aşamadaki karara saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim.
Şöyle ki, bir dosya ile ilgili olarak tutuklamaya sevk edilen bir şüphelinin ilgili Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanması ve bir aşamada Asliye Ceza Mahkemesince tahliye kararı verilmesinin hukukumuzun içerisindeki kontrol mekanizmalarının çalışması olarak görüp, her iki karara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için aşağıda yazacağım itirazlara rağmen AYM'nin kararına da saygı duymaktayım.
Fakat bu karar sonrası dava sanıklarının kamuoyunu etkileme gücü ile siyasi konjöktürün birleştiği ve sanki söz konusu dosyanın Cumhuriyet Savcılığına sunulmadan önceki hazırlık, Cumhuriyet Savcılığı aşaması, dava açılması ve yargılama ile Yargıtay Başsavcılığının incelemesi ve nihayetinde ilgili Yargıtay Dairesince temyiz incelemesinin yapılması sırasında emeği geçen Emniyet görevlisi, Hakim ve Savcıların birlikte kötü niyetle hareket ederek, medyatik tabiri ile “kumpas” kurulduğu algısı oluşturulmak istenmektedir.
Dava öncesi ve sonrasında çok güçlü bir medya desteği ile olayın tamamen sahte delillerle başlatıldığı, haksız bir soruşturma yürütüldüğü algısı zihinlere yerleştirilmiş, bir kısım insanların da muhtevası oldukça fazla olan ve zaten incelemenin belli bir uzmanlık gerektirdiği dosyadan hakikatleri öğrenmesi mümkün olmamıştır. Bu sebeple herkes kendi siyasi, fikri, kişisel düşüncelerine göre tartışarak sonuç çıkarmıştır. Halbuki özünde siyasi bir yapıya yönelik eylem olsa da, soruşturma başladığı andan itibaren hukuki zeminde kalmak gerektiği açıktır.
Söz konusu davada kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesinde değişik tarihlerde açılan üç ayrı iddianame ile toplam 365 sanığın yargılanmıştır. Duruşmalar Silivri'de bu nitelikte davalar için hazırlanmış özel salonda yapılmıştır. Duruşma esnasında tutanak yazdırılmamış, tüm konuşmalar görüntülü ve sesli olarak kayda alınmış, daha sonra ilgili katiplerce daktilo edilmiş, bundan sonra da görüntü ile metinler Mahkeme Hakimlerince kontrol edilerek tutanak haline getirilmiştir. Yani duruşmalar TBMM'de yapılan görüşmeler gibi her isteyen sanık ve müdafiinin istediği kadar zaman sınırına bağlı olmadan kendini ifade edebilmelerine imkan tanımıştır. CMK.da belirtilen hakların tamamını sanıkların tamamı sonuna kadar kullanmıştır. Duruşmaların her anı sesli ve görüntülü kayıt altındadır. Taraflar o kadar çok konuşma yapmıştır ki belli bir süre sonra tekrara düşmeye başlamışlar, deliller karşısında savunacakları bir husus kalmayınca müdafiiler duruşmaları terketmişlerdir. Bu safhada sanıkları ve müdafiileri bir çok defa Mahkeme heyeti ve Savcılığı, soruşturma yapan polis müdürlerini ismen belirterek tehdit ve hakaret etmekten çekinmemişlerdir. Nitekim bir çok sanık hakkında suç duyurusu yapılmıştır. Türkiye'de ve dünyada emsali olmayacak şekilde taraflar kendilerini ifade etmişler, bilgisayar slaytları eşliğinde savunmalarını özgür bir ortamda yapmışlardır.
Nitekim yargılama devam ederken AİHM'ne değişik sebeplerle müracaat edilmiş fakat adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği karara bağlanmıştır.
AYM.nin kararına gelince taraf olarak yanlış olabileceği düşüncesine sahip olmakla birlikte, belirtilen iki husustaki görüşlerimi kısaca belirteceğim.
Birinci olarak tanıklar Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman'ın dinlenilmemesi
Duruşmalar esnasında bir çok tanık yanında dönemin Genel Kurmay 2.Başkanı Yaşar Büyükanıt ve K.K.K.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ tanık olarak dinlenmiştir. Her ikisi döneminde birinci ordu ile ilgili yapılan tüm yazışmaları ve sözlü mülakatları ilgili komutan adına gerçekleştiren kişilerdir. Sanıkların savunmalarında belirttikleri tüm hususları duruşma salonunda açıklığa kavuşturmuşlardır. Ayrıca sanıkların talep ettiği veya duruşma salonunda hazır ettiği bir çok tanık da dinlenildikten sonra tarafların yargılamayı uzatmak amacıyla yüzlerce kişiyi içeren ilgisiz tanık talepleri CMK.206/2-c,d maddeleri gereği reddedilmiştir. Buna rağmen “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman da dinlenemez miydi?” diye düşündüğümüzde, kişilerin haklı olabileceği fakat verilen karar açısından hiç bir değişiklik olmayacağı açıktır.
İkinci olarak, dijital veriler ile ilgili olarak yargılama safhasında tarafların itirazlarını karşılayacak bir çok bilirkişi raporu alınmış, itiraz konusu tüm hususlar bilirkişilere teferruatlı olarak sorulmuştur. Nitekim AYM Başkanı Sayın Haşim Kılıç'ın Taha Akyol'a vermiş olduğu mülakatta dosyada Mahkemenin dört ayrı bilirkişi raporu aldığı, ilaveten sanıkların bir çok özel mütalaayı dosyaya ibraz ettiği belirtilmektedir. Bu bile Mahkemeye kanaat getirecek kadar bilirkişi raporu alındığının göstergesidir. Tarafların aleyhe olan raporları kabul etmemesi karşısında yüzlerce bilirkişi raporu alınsa da, aynı itirazları sürdürecekleri kesindir. Duruşma sırasında açıklığa kavuşan en basit konularda bile gazete ve televizyonlarda gerçeğe aykırı beyanlar verilmesi bunun delilidir. Gerekçeli kararın dijital verilerle ilgili kısımları okunabilse delillerin kamuoyunda ne kadar çarpıtıldığı anlaşılabilecektir. Fakat insanların buna imkanı olmadığından ve hakikatleri bilenlerin medya ile bilgilendirme yapması mümkün olmadığından yukarıda belirtildiği şekilde algı operasyonu devam etmektedir.
Dosyanın iddianameleri, diğer belgeleri ve sadece gerekçeli kararı dikkate alındığında kısa bir sürede değerlendirme yapılması mümkün değildir. Keşke AYM.nin Sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi.
Sonuç olarak:
1-Ülkemizde güçlü olanlar suç işlediklerinde hesap vermeyeceklerini düşündüklerinden, haklarında delil bulmak zor olmamaktadır. Bu dosyada olduğu gibi kişiler pervasızca ihtilal planlarını bir seminerde görüşüp kayda almışlardır. Yakalandıklarında da adet olduğu üzere “yavuz hırsız” olarak kendilerini yakalayanları sorgulamakta, deliller uyduruldu diye bahaneler üretmektedirler.
2-Bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır”.
3-Suça ait bir delilin değerlendirilmesi kişilere göre değişmektedir. Dönemin K.K.K.Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet gazetesine vermiş olduğu mülakatta seminere ilişkin yapılan eylemin “disiplin suçu” olduğunu beyan etmiştir. Bir dönem askeri darbelerin “görev” olarak yapıldığını düşünürsek disiplin suçu olarak değerlendirmek bile darbeye teşebbüsün itirafı gibidir. Çünkü hukukçular onların disiplin suçu gördüğü eylemi diğer delillerle birleştirince farklı değerlendirebilir.
4-Hukukçu olarak bu davanın her safhasında çok titiz bir çalışma yapıldığına şahit oldum. Dosya incelense “müzahir” listelerde üç bine yakın ismin olduğu görülecektir. Bu kişiler titizlikle incelenmiş, haklarında başka delil olmayanlara ek takipsizlik kararı verilmiştir. Dijital belgeler üzerinde, taraflar kabul etmese bile, defalarca bilirkişi raporu alınmış fakat yeniden yargılanma safhasında iddianame, duruşma tutanakları veya en azından Mahkemenin gerekçeli kararı gereğince okunmadan raportör ve Mahkeme kararı verilmiştir.
5-Şunun farkındayım ki, ben ne yazarsam belli bir kısım kişiler buna inanmayacaktır. Hatta tüm duruşma safhalarında ve verilen AYM kararı sonrasında olduğu gibi hakaretlere ve tehditlere maruz kalacağım. Televizyon programları ve internet vasıtasıyla bir çok tehdit ve hakaret içeren sözler işiteceğim. Ben ve arkadaşlarım adına işimizi doğru yaptığımdan emin olduğum için içim çok rahat. Tehditler mi, tehdit edenlerin bize yönelik çok bir şey yapamayacaklarını düşünmüyorum. Zira bir hafta önce İçişleri Bakanlığınca ben ve heyette bulunan Hakim Savcılar hakkında, İstanbul Valiliğinin vermiş olduğu korumalar kaldırıldı. Tehlike olsaydı kaldırılmazdı. Buna rağmen duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum.
Hüseyin KAPLAN, İstanbul Cumhuriyet Savcısı, İstanbul Avrupa Adliyesi"
KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE
Balyoz savcısı Kaplan'ın açıklaması bu şekilde. Sözlerine ve tepkisine katılıyoruz. 23 Haziran 2014 tarihinde 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1) başlığıyla kaleme aldığımız haberimizde görüşlerimizi geniş ve açık şekilde aktarmıştık. Yine tekrar etmek istiyoruz ki, kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yapmıştır. Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da, yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız, hatta delillerle ilgili tartışmalara dair ayrı bir sayfa ayırdığımız (2) için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: O şüpheler esasa taalluk etmeyen şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf yargılama bu davalarda yapılmıştır.
Sanıklar tarafından yargılama süreçlerinde adeta kabul edilinceye kadar yeni bilirkişi raporları istendi sürekli. Dijital delillerin delil olmaktan çıkarılması gibi tüm dünya hukuk çevrelerinin güleceği, uygulanması halinde davaların çökeceği saçma öneriler ciddi ciddi duruşmalarda dile getirildi. Sanıklar yüzlerce tanık dinletme talebinde bulundu. Bu taleplerin kabul edilmesi halinde davanın kaç yıl daha uzayacağı duruşmalarda matematiksel olarak ortaya kondu. Bir taraftan mahkeme davayı çabucak sonuçlandırmaya çalışıyor, delilleri tam değerlendirmeden davayı örtbas etmeye çalışıyor gibi ya da benzeri itirazlar yapıldı, mahkeme suçlandı. Diğer taraftan yüzlerce tanık dinletme ve yeni bilirkişi raporu alma,, reddi hakim ve benzeri taleplerle dava uzatılmaya çalışıldı. Davaya katkı değil engel olma çabaları o dereceye vardı ki, sanık avukatları duruşmaları boykot ederek davayı kilitlemeye çalıştı. Hatta mahkeme salonunu basma ve sanıkları kaçırma girişimleri dahi yaşandı.
Evet tüm bunlar yaşandı. İtalya'da yıllarca süren Gladio davasında daha sert bir yargılama yaşandığı halde bu görmezden gelinmeye çalışıldı. Balyoz ve Ergenekon sanıklarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) defalarca yaptığı; hak ihlalleri olduğu, delillerin sahte olduğu gibi konu taşıyan başvurular hep reddedildi. Mahkeme, tutuklama gerekçeleri ve süre uzunluğunun makul olduğuna, delillerin sahte olmadığına dair karar verdi. AİHM sanıklara ret kararları verdi. Defalarca. Ama bu görmezden gelindi bu çevrelerde.
-Darbe ile devrilemeyen Meclis'i bir başka devirme yolu-
Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesini kullanan çevreler darbe sanıklarını adeta bir kahraman haline getirmeye çalışıyor. Zannedersiniz ki, karşımızda masum melekler var!.. Nasıl olsa günah keçisi de var: Paralelciler.. Birileri gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamızı bekliyor. Hatta daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in bu davalarda yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. Çok acayip, tuhaf ve alaycı bir girişim.. Devrilmesi başarılamayan Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye olunmuşken, iadei itibar kararı aldırılarak Meclis bir başka açıdan devrilmek isteniyor.
Evet, paralel yapının varlığı çok sayıda somut delille ortaya çıkmış bulunuyor. Bu yapının kumpas merakı ve yeteneği de.. Cemaat tabanlı bu yapının kumpaslardan ne kadar iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıktı. Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de değiştiremez. Her zaman şunu savunduk. AK Parti bugün var, ama belki yarın belki başka bir gelecekte olmayacak. Türkiye ise her zaman var olacak. İnsanların tipini, görüşünü vesair özelliklerini sevmeyebilirsiniz. Ancak bu onlara haksızlık yapmanızı, kumpas kurmanızı gerektirmez. Bu zulümdür, günahtır, kul hakkıdır. Dinen asla kabul edilemez. Biz her zaman bu görüşteyiz. Bu nedenle darbeye karşı olduğumuz kadar kumpasa da karşıyız. Masum insanları kumpasla cezaevlerine atmak, hatta adlarını bile lekelemek alçaklıktır. Asla kabul edilemez. Sanıkların sadece aleyhlerine değil lehlerine olan deliller de dikkate alınsın. Hep bunu savunduk. Ancak kumpasa bu şekilde karşıyız diye darbecileri gözden kaçıracak ve onları masum melekler ilan edecek de değiliz. Kim darbe girişimine kalkıştıysa erkek gibi ardında dursun. Paşa paşa cezaevinde yatması gerekiyorsa yatsın. Ağlayıp durmasın... İşte bunlar bizim görüşlerimiz.
Dikkat edilirse son dönemde her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Örneğin Hanefi Avcı'nın bazı dedikleri doğru çıktı diye her dediği doğru kabul ediliyor. Sözü kimin söylediğine değil ne dediğine bakılmalı. Somut bulgular var mı diye bakılmalı. Geçmişte de bugün de bunun tersi yapılıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1), 'TÜBİTAK: Deliller sahte değil' (3) ve ''Kumpasa bak' cambazlığı zirvede' (4) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine şimdi tam tersi bir muamele yapılıyor. Kahraman olarak görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve tefrit durumu söz konusu yani.
Bu durum Ergenekon ve Balyoz'dan sonra son olarak Zirve davasında da gözlendi. Vahşice öldürülen 3 kişiye olan oldu ve de yakınlarına. Maktullerden birisinin annesi duruşmada 'katilleri nasıl serbest bırakırsınız' diye feryat etti. Duyan yok. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar duruşmada 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. Bu itibarla, Balyoz savcısı Hüseyin Kaplan'ın açıklamalarının doğru olduğuna inandığımızı belirtmek istiyoruz. Yanlışlıklar varsa bunlar ilerleyen süreçlerde ortaya çıkacaktır. Ancak somut bulgular göstermeden, genel kabuller yaparak savcı ve hakimlerin karalanmasına karşı olduğumuzu da dile getirmek istiyoruz. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049 (2) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp (3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6053 (4) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6060
Savcı: Deliller zehirli meyve gibi
Malatya'da 9 kamu görevlisinin DHKP-C adına faaliyet gösterdiği iddiasıyla yargılandığı dava özel yetkili mahkemeler kapanınca Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Savcı Kurtuluş Çalışır, daha önce özel yetkili mahkeme sürecinde toplanmış deliller için 'zehirli meyve' benzetmesi yaptı. Savcının görüşüne uyan mahkeme de 'hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için' dosyayı Savcı Çalışır'a havale etti. Savcı Çalışır'ın adı 21 Nisan'da da gündeme gelmişti. Telekulak olaylarını eleştiren yazıları ve yargı üzerine kitapları nedeniyle yasa dışı olarak dinlenen Malatya Cumhuriyet Savcısı Kurtuluş Tayanç Çalışır, paralel yapıyı 'mandacılıkla' suçlamıştı. Kendisini dinleyen ve emri verenler için suç duyurusunda bulunan Çalışır, gelişmelere rağmen sessiz kalan YARSAV üyeliğinden istifa ettiğini açıklamıştı. Çalışır, yasadışı elde edilen deliller için zehirli meyve benzetmesini o gün de yapmıştı.
09.07.2014 12:28 Malatya’da dokuz kamu görevlisinin bir terör örgütü adına faaliyet gösterdiği iddiasıyla yargılandığı davada ilginç bir karar alındı. Savcı, dosyadaki delillerin, kaldırılmış olan özel yetkili savcılık tarafından toplandığını, bu delillerin hukuka ve yasal düzenlemelere aykırı olabileceğini, yargılamanın önyargılar dahilinde sürmemesi için delillerin hak ve özgürlükler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Mahkeme de “hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için” dosyayı Savcı Çalışır’a havale etti.
‘ZEHİRLİ AĞACIN MEYVESİ DE ZEHİRLİ OLUR’
Radikal'in haberine göre; DHKP-C adına faaliyette bulundukları suçlamasıyla Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde haklarında dava açılan dokuz kamu görevlisi ile ilgili yargılama, özel yetkili mahkemelerin kaldırıldığı 6526 sayılı yasadan sonra Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne düştü. Davanın, geçen 25 Haziran’da görülen ilk duruşmasında söz alan Savcı Kurtuluş Tayanç Çalışır, özel yetkili savcılık ve mahkemelerin kaldırılması ile birlikte davanın açılmasına yol açan delillerin de tartışmalı hale geldiğini savunarak, “Zehirli ağacın meyveleri de zehirli olur” benzetmesini yaptı. Dava dosyasında hukuka aykırı deliller bulunabileceğini savunan Savcı Çalışır, şunları kaydetti:
“Hukuka ve mevcut yasal düzenlemelere aykırı olma olasılığı, bu aykırılığın tespiti halinde 6526 sayılı yasa ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerindeki kovuşturma aşamasının da hukuka aykırı olarak toplanmış kanıtlar üzerinden oluşması, muhtemel önyargılar dahilinde devam etmesi hususları göz önünde bulundurulduğunda, mevcut dosyanın, toplanmış olan kanıtların, mevcut hukuki düzenlemeler, hak ve özgürlükler ışığında mahkemece değerlendirilerek, hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesi halinde kovuşturmanın hukuka aykırı kanıtların göz önünde bulundurulmaksızın devam etmesi gerektiği mütalaa olunur.”
Mahkeme heyeti, savcının bu değerlendirmesini dikkate alarak, “hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için” dosyayı savcıya verdi. Duruşma, 6 Kasım 2014’e bırakıldı.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan avukat Engin Gökoğlu, Malatya ve diğer illerde açılan KESK davalarının tamamının, Yürüyüş dergisi bürosunda bulunduğu savunulan 1055 numaralı bir CD’ye dayandırıldığını ve bu CD’nin kaybolduğunun söylendiğini belirtiyor. Aynı şekilde, bu davaların tamamında soruşturma aşamasında usulsüz dinleme, teknik takip ve arama kararları verildiğini ileri süren Gökoğlu, “Özel yetkili mahkemeler usulsüz mahkemelerdi ve bunların yaptığı bütün işlemler de hukuka aykırıydı. O mahkemeleri kaldırıp bunların yaptığı işlemlerle yargılamaya devam etmek demek, temeli sakat bir işlem yapmak demektir. Bu usulsüz işlemlerin tamamının dosyadan çıkarılması gerekiyordu. Başka türlü de dava sürmezdi” diyor.
SAVCI: PARALEL KULAKLAR MANDACI
Savcı Çalışır'ın adı 21 Nisan 2014 tarihinde de gündeme gelmişti. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir dilekçe veren Çalışır, "İllegal olarak dinlenen 148 bin kişi içinde, kullandığım telefon numaram 2011 yılı içinde 3 ay süreyle dinlendiğimi öğrendim.. Söz konusu tertip malzemelerin kale gibi korunan yerlerden elde edilmesidir. Bu da yapılanların belli bir merkezden yönetildiğini, gizli amacın da devlet ve ulus meselesi olacak kadar büyük sahip olduğunu göstermektedir. Bu amaç için çok büyük teknolojik olanaklar seferber edilmektedir." diyordu. Biyolojik, kimyasal ya da nükleer savaştan sonra sıranın bilişim teknolojisinin kirli savaşına gelindiğini belirten Çalışır, "Bu savaş pilot bölge seçilip ülkemizde uygulamaya konuldu. Acaba 'manda yönetimi'nin bir örneği bu yollarla ülkemizde mi denenmeye çalışılıyor" sorusunu yöneltiyordu.
Çalışır, yasadışı elde edilen deliller için zehirli meyve benzetmesini o gün de yapmıştı. Bu tip usulsüz yöntemlerle elde edilmiş çeşitli bilgilere zaman zaman kanıt değeri tanımasının kahredici olduğunu belirten Kurtuluş Çalışır, "Zehirli ağaç usulsüzlüklerse, zeh |