Eski emniyet müdürü Hanefi Avcı 3 yıl önce yazdığı bir kitapla gündemi sarsmıştı. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürmüştü. 28 Şubat döneminde darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın bir isim olarak bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden olmuş, inanılmaz abartılı ve uçuk bulunmuştu. Üstüne bir de Devrimci Karargah terör örgütüyle bağlantıları da ortaya çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve karanlık bir kişi olduğu, kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 'önalma' amacıyla yazdığı, kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini uyandırmaya çalıştığı kanaati hakim olmuştu. Kitabında hükümete de uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Son haftalarda cemaat eksenli yaşanan yolsuzluk operasyonları ve paralel devlet tartışmaları, Avcı'nın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Ancak tartışılması gereken bazı ayrıntılar da var..
13.01.2014 15:43 Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla getirdi. Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok mağduru var. Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda cemaatin 'hedef'i yapmıştı. Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan edildi. Kitabı delil oldu.
Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksiratını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' diyordu.
HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR, DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT
3 yıl önce 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabında şok iddialar ileri sürdü. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürdü. 28 Şubat döneminde darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın bir isim olarak bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden oldu. İnanılmaz abartılı ve uçuk bulundu. Hemen ardından bir de onun sol görüşlü Devrimci Karargah terör örgütü (DKÖ) ile bağlantıları da ortaya çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve karanlık bir kişi olduğu, kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 'önalma' amacıyla yazdığı, kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini uyandırarak kendisini masum göstermeye çalıştığı kanaati hakim oldu. Avcı, kitabında hükümete de uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Kitabın 586'ncı sayfasında hükümet yetkililerine uyarı mahiyetinde olarak Avcı'nın şu sözleri, yaşananlarla adeta birebir örtüşmektedir:
"Bugün bu olaylara mani olma makamında olmasına rağmen yeterince müdahil olmayanlar şunu bilmelidirler ki kendileri hakkında da şu an cemaat tarafından arşivlenen bilgiler bir gün aynı şekilde basına servis edilecektir."
Ancak önce 7 Şubat 2012'deki MİT gözaltıları krizi ile, ardından özellikle de 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları ile doğan tartışmalar, Avcı'nın haklı olabileceğini gösterdi. Paralel devlet tartışmalarında ortaya çıkan somut bulgular onun iddialarıyla örtüşüyor. Artık kamuoyunda, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda sıkça yaşanan ve 'artık sıktı dedirten' sahte delil tartışmalarında haklılık payı olabileceği, delillerin tamamı olmasa bile çok ufak bir kısmında sahteliğin söz konusu olabileceği, ya da sahte olmasa bile kurgulanmış olabileceği, en azından bir kısmının üzerinde şüphe oluştuğu gözleniyor. Bir bardak temiz süte düşen bir damla pislik nasıl süte karşı şüphe doğurursa malesef bahsi geçen davalara da bu şüphe karışmış bulunuyor. Bu nedenle bu davaların yeniden görülmesinde kamuoyu vicdanında oluşan şüpheyi gidermek adına büyük bir gereklilik ortaya çıkmış bulunuyor.
"Kontrgerilla.com" olarak sık sık yaptığımız bir açıklama var. Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme adresinden de görülebileceği gibi, hiç kimsenin haksız yere suçlanmasını istemeyiz. Suçlular cezalarını çeksinler. Acıma olmasın. Af olmasın. Yapan yaptığının karşılığını bulsun. Kim ama kim olursa olsun. Ama bir kişinin tipi, düşüncesi hoşumuza gitmedi diye, ya da başka başka kişisel nedenlerle hiç ama hiç kimseye de leke sürülmemelidir. Birileri bize sürse bile biz onlara süremeyiz. Bir kişi haksız yere bir an dahi gözaltında ya da tutuklu kalmamalıdır. Hatta bir suç isnat dahi edilmemelidir. Bilerek bu yapılırsa çok büyük bir zulüm ve günah işlenmiş olur. 'Ama o çok kötü biriydi' falan gibi mazeretler olamaz. Kul hakkına Allah dahi karışmaz. Allah Kur'an'da "aleyhimize bile olsa adaleti sağlamayı" emreder. Birileri bize zulmedebilir ama biz başkasına yapamayız. Yaparsak hesabı öbür tarafta sorulur. Zulmün hiç bir haklılık gerekçesi yoktur. Öyle ki, Allah zulmü kendisine dahi haram kılmıştır. Bir kişinin suçluluğuna dair deliller yeterli değilse ya da ibre orta tarafta yer alıyorsa kanatimizce onun masumiyetine karar verilmelidir. 'Ama darbeciler cezasız mı kalacak' gibi ya da benzeri 'ama'lı itirazlar leke sürmeyi haklı çıkarmaz. Kim olursa olsun kişilerin şeref ve haysiyeti herşeyin üstündedir.
Daha önce de belirttik; "kontrgerilla.com" olarak bize birilerine olduğu gibi bavul içinde belgeler gelmiyor. Biz açıktaki bulgulara bakarak, bu bulguların somut olup olmadığına bakarak ve de bu somut bulguların birbiriyle örtüşüp örtüşmediğine bakarak bir kanaate varmaya ve onu yansıtmaya çalışıyoruz. Bu şekilde ortaya çıkan somut delillerden hareketle analiz ve değerlendirmelerde bulunuyoruz. Bu bakış açısıyla da Hanefi Avcı olayı hakkında yorumlarımızı defalarca belirttik. Onun suçlu olduğuna kanaat getirdik. Ancak anlaşılıyor ki, ilk günlerde sık sık duyduğumuz "Ergenekon içindeki ABD karşıtları tasfiye ediliyor diğerlerine dokunulmuyor" ya da "kısmi tasfiye yapılıyor" itirazlarında doğruluk payı bulunmakta.
Yine anlaşılıyor ki, deliller sahte olmasa dahi en azından kurgulanmış oldukları şüphesi söz konusudur. Bu bile çok önemlidir. Kurgulanma derken şunu kastediyoruz. Örneğin bir kişi hakkında takip dinleme falan yapılıyor diyelim. O kişi hakkında ele geçen delillerden lehtekiler gözardı edilirken aleyhtekiler dosyaya konuluyorsa, hedeflenen amaca uygun kısımlar konuşmalardan alınıp dosyaya konuluyor kalanlar dışarıda bırakılıyorsa, veya benzer uygulamalar yapılıyorsa bize göre bu kurgulamadır. Hedef kişiyi suçlu gösterme çalışmasıdır. Yanlıştır. Kurgulama yoluyla ya da sahte deliller ile herkes suçlu gösterilebilir. Bir kişiyi sürekli takip ederseniz illa ki kullanmaya müsait bir şeyler bulursunuz. Örneğin bir kişiyi öyle bir yerde beklerken, örneğin durakta otobüs beklerken bir kişinin yanında ya da önünden geçerken fotoğraflarsınız ki bu fotoğraf o kişiyi diğer kişiyle bağlantılı göstermek için kullanılabilir. Bir kişinin evine işyerine delil bırakırsanız o kişi suçlu gösterilebilir. O kişi kendisini savunsa da ağzıyla kuş tutsa da hakkında bir şüphe algısı ortaya çıkar. En yakınlarının bile içinde bir şüphe kırıntısı ortaya çıkar. İnsanın doğası buna müsaittir çünkü. O kişinin kendisini aklaması için geçecek yargılama süresi ise ayları yılları bulabilmektedir. Ve bu sonuç ortaya çıktığında da olan olmuş olacaktır.
Buna dair yakın zamanda yaşanan çok somut bir örneği gösterebiliriz. 2010 yılında İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'ın da gözaltına alınıp tutuklandığı bir rüşvet operasyonu yaşandı. Menfaat sağlamak adına yüksek yargıda bazı kişilere rüşvet verildiği şüphesiyle bir çok kişi gözaltına alınıp tutuklandı. Buradaki rüşvet olayı da AK Parti ile ilişkili gibi gösterilmek istendi. Sonuçta şüpheliler arasında yüksek yargı görevlileri de bulunduğundan Anayasa Mahkemesi'ndeki Yüce Divan'da yargılama yapıldı. Anayasa Mahkemesi, esasa girmeden, toplanan delillerin hukuka uygun olmadığına karar vererek, davayı sonuçlandırdı. Sanıklar beraat etti. Ama aradan 2 yıl geçmiş oldu.
Şimdi ise tam yerel seçimler öncesinde 17 ve 25 Aralık ve İzmir rüşvet operasyonları ile seçim sonuçlarının etkilenmek istendiği görülüyor. Bu operasyonların başlamasından kısa süre önce CHP Mustafa Sarıgül'ü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterdi. Ancak bu şahıs hakkında yine CHP tarafından daha önce bir yolsuzluk klasörünün hazırlanmış olduğu ve CHP raflarında yer aldığı da herkes tarafından bilinen bir husustu. Bu nedenle Mustafa Sarıgül CHP'ye katıldığı gün, Kemal Kılıçdaroğlu'na bu yönde bir soru soruldu. Soru şöyleydi: "Mustafa Sarıgül hakkında bizzat partinizin açıkladığı bazı yolsuzluk iddiaları var. Bu dönemde bu iddialar hakkında yargı harekete geçerse tepkiniz ne olur?" Kılıçdaroğlu'nun cevabı şu şekildeydi: "Bu aşamadan sonra açılacak her dava siyasi olur ve bu kararı tanımayız!.." Ancak bunu diyen Kılıçdaroğlu, kısa süre sonra gerçekleşen 17 Aralık operasyonları ertesinde AK Parti hakkında demediğini bırakmadı. Hatta "Yolsuz, hırsız! Hemen istifa edin!" diyecek kadar ileri gidebildi.
Tekrar son tartışmalara dönecek olursak, hiç bir hakim samimi olarak ve vicdani kanaatine dayanarak verdiği karardan dolayı sorumlu tutulamaz. Bir kişiyi suçlu gösteren somut deliller varsa ona göre işlem yapılması normaldir. Ama o delillere şüphe karışmışsa o zaman o yargılamanın yeniden yapılmasında ya da o delillerin yeniden değerlendirilmesinde bir mecburiyet ortaya çıkmış olur. Aksi halde kamuoyu vicdanı rahatsız olacaktır. Adalet duygusu zedelenecektir. Şu da önemlidir ki, şüpheli şahıs ya da sanık kim ama kim olursa olsun ilk anda masumdur. Yargılama sonucu beklenmelidir.
MESELENİN DİĞER YÖNÜ
Ancak bir de meselenin öbür boyutu vardır... Bir şüphe ortaya çıktı diye aksi yönde bir gayret göstermek, bu tartışmaları bahane edip kafa karıştırmaya çalışmak, suç delillerini delil saymamak, hiç bir suç yokmuş gibi göstermek de mazur görülemez. Buna izin verilemez. Bu şüpheyi bahane edip son günlerde tekrar tartışılmaya başlanan "dijital deliller delil olmaktan çıksın, dijital deliller sahteliğe ya da kurgulanmaya müsaittir ya da uzaktan virüslerle yüklenmesi mümkündür" gibi ya da "imzalar ıslak imza makinesiyle atılmış olabilir, teknolojik olarak bu mümkündür" gibi en uç ihtimalleri gündeme getirmek ve ıslak imza ile dijital delilleri delil olmaktan çıkarmak da kabul edilemez. Aksi durum mahkemelerdeki tüm davaların çökmesi anlamına gelecektir. Çünkü bu delillerin söz konusu olmadığı bir dava hemen hiç yoktur herhalde. Eğer bu kapı açılırsa uçuk gerekçelerin önü alınamayacaktır. Buna izin verilmemelidir. Hiç bir suçlu suç üzerinde yakalanmadığı sürece suçlular yakalanamayacak mıdır şu halde? Buna benzer durumlar da adaletin tümden kaybolmasına neden olmayacak mıdır?
Hanefi Avcı'nın dediklerinin doğru olabileceği ortaya çıkmıştır. Bu açıdan kendisi hakkındaki suçlamalarda da şüpheler ortaya çıkmıştır. Sadece onun yargılamasının değil diğer davaların da yeniden görülmesi, delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Bu tartışılabilir. Ancak Avcı'nın dediklerinin bazıları doğru çıktı diye ya da paralel devletin varlığı şüphesi ortaya çıktı diye o yöndeki tüm iddiaların da doğru olduğunu varsaymak aynı derecede yanıltıcı olabilir. Sadece bir delilden söz edilseydi hükme varmak kolay olurdu. Ancak bahsi geçen davalarda çok ama çok fazla delil söz konusudur. Örneğin Balyoz davasında darbe seminerine ait saatlerce süren ses kayıtları vardır. Bunu destekleyen diğer deliller vardır. Bu örnekte olduğu gibi delillerin tümünün sahte ya da kurgulanmış olduğunu varsaymak mümkün değildir. Aksi, insan aklıyla alay etmek demektir. Bir davanın yeniden görülmesine karar verirken hangi gerekçeler etkili olacaktır? Eğer örneğin Ergenekon ve Balyoz gibi davalar yeniden görülecekse bu istisna niye diğer tüm davalardan esirgenecektir? Basit bir adli davada bile aynı şüphe söz konusu olmayacak mıdır? Bu şüphelerin sonu nereye varacaktır?..
Hiç bir şüphenin olmadığı bir yargılama bize göre mümkün değildir. Unutmayalım ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) dahi Allah'ın bildirmediği hususlarda bizler gibi hareket etmiştir. Önüne gelen davalarda kişiler arasında hüküm verirken hata yapmış olabileceğini, hükmünü ortaya çıkan bulgulara göre verdiğini belirtmiş ve davalı ile davacı tarafı uyararak "bilerek haksızlık yapan varsa sorumluluğun onda olduğunu" hatırlatmıştır.
Sonuç olarak, bilerek haksızlık yapan, davaları ve delilleri kurgulayan bir paralel yapılanma şüphesi ortaya çıkmıştır ve bu acilen soruşturulmalıdır. Varsa ilgili kişiler tespit edilip en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Bu yapılanmanın tüm hükümetler için ortak bir tehdit olduğu görülmeli, siyasi kazanımlar sağlama fırsatçılığı bir yana bırakılarak bu tehlikeye karşı ortak bir tavır gösterilmelidir.
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(13 Ocak 2014, 15:43)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: