Emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabı yüzünden tutuklanan eski emniyet müdürü Hanefi Avcı, cezaevinde Yeni Şafak'a konuştu: 'Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in, Maliye'nin bilgileri ellerinde. Polisle adliyeyi cemaatin yönetici kadroları koordine ediyor...' Avcı, 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabında şok iddialar ileri sürmüştü. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaatin işi olduğunu ileri sürmüştü.
13.01.2014 10:16 Emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabı yüzünden tutuklanan eski emniyet müdürü Hanefi Avcı, cezaevinde Yeni Şafak'a konuştu. Gazeteci Ali Bayramoğlu, bu çok önemli röpörtajda, son haftaların tartışma konusu olan Paralel Devlet konusunda eski emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın görüşlerini aktarıyor.
Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla getirdi. Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok mağduru var. Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda cemaatin 'hedef'i yapmıştı.
Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksirâtını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' diyordu.
Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan edildi. Kitabı delil oldu.
Avcı tutuklandığı zaman bu köşede şunları söylemiştim:
'Bir emniyet müdürü 'teşkilat içinde, özellikle istihbaratta cemaat örgütlenmesi var, beni bile dinliyorlar' diyen bir kitap yazmakta, bir süre sonra, 'bir kadınla ilişkisi olduğuna ve bu yüzden izlendiğine dair bilgiler gazetelere servis edilmekte', ardından 'silahlı bir sol örgütle dolaylı teması olduğu iddiasıyla tutuklanmakta'... Avcı'nın tutuklanması her yönüyle izaha muhtaçtır…'
Kimi basın organlarında uğradığı itibarsızlaştırma ve kişilik katli girişimlerine, 'solculara işkence yaptığı günlerle özdeş kılınma' çalışmalarına rağmen Avcı, bu tarihten itibaren cemaatin adli imkanları kendi hesabına kullanmasını ve bunun mağduriyetini simgelemeye başladı.
Susurluk döneminde çeteler düzenini ifşa eden, TBMM Araştırma Komisyonu'nda, PKK'nın ve destekçilerinin imhası için yasadışı operasyon birimlerinin Emniyet, MİT ve ordu içerisinde aynı kollardan kurulduğunu ortaya koyan adam, emniyet içinde yeni kuşak için idol haline gelmiş, doğruculuğuyla bilenen muhafazakar bir polis, Hanefi Avcı, 2013 Temmuz'unda Devrimci Karargah (DKÖ) davasından, solculuktan 15 yıla mahkum edildi.
O ceza bana şu satırları yazdırmıştı:
'Susurluk devletinin egemen olduğu o dönemde bile bugün olduğu gibi 'ödüllendirilme'ye yeltenilmedi Avcı. Kendi ifadesiyle 'devlet dönemi'nde dahi bu türlü cezalandırılmadı. Devletle cemaat arasındaki usül ve güç farkı mı diyelim?'
Geçen hafta salı günü, Adalet Bakanı'nın verdiği izinle, Silivri'ye Hanefi Avcı'yı görmeye gittim. Konuşmak, son olayları değerlendirmek, duygu ve kanaatlarını aktarmak için… Aşağıda okuyacağınız satırlar onunla yaptığım görüşme ve daha sonra onun bana yolladığı kimi notlarla ortaya çıktı.
Açık görüş yaptık Avcı'yla. İki ayrı koridorda iki ayrı kapısı olan, dar camekanlı bir odada, odayı ikiye kesecek şekilde monte edilmiş ince bir masaya benzeyen sabit bir rafta karşı karşıya oturduk. Kapılar üzerimize kitlendikten sonra 1 saatimiz vardı. Benim geldiğimi 10 dakika önce öğrenmişti, kaptığı kimi dosyalarla gelmişti görüşe. Anlatacağı, anlatmak istediği çok şey vardı doğal olarak, kendi davası üzerinden haksızlık ve hukuksuzluklar görülsün istiyordu. Anlatıyor, anlatıyordu. Olaylar, kişiler, dosyalar, kanun maddeleri…
Bir ara durdurdum Hanefi Avcı'yı... 'Şu an yaşananlar karşısında ne hissediyorsunuz, haklı çıktınız, haklı çıktığınızı hükümet de gördü' dedim. Şöyle cevapladı beni:
Haklı çıktım diye gram kadar sevindiğim yok. Bilinen, görünen bir şeydi. Bugün yaşananlar ülke için, insanlar için sıkıntılı bir durum. Bundan herkes zarar görecek. Hükümet de cemaat de, özellikle cemaat. Ama olumlu düşünecek olursak, bunun sayesinde belki bazı şeyler yerli yerine oturur. İnsanlar zamanla başka gerçekleri görüyor. Eskiden ben ve çevrem cemaatin verdiği eğitim hizmetini her şeyden değerli, her şeyden önemli görürdük.. İstihbarat için, telefon dinlemeler için de aynı şey oldu. Ben bunları suç takip için çok önemli görürdüm. Ancak yeri geldiği zaman bunun ne kadar sorun yaratabileceğini, nasıl kötüye kullanabileceğini, nasıl haksızlığa yol açabileceğini de gördüm...
HİÇ KİMSE MÜSAADE ETMEZ
Yaşanan büyük gerilimi nasıl değerlendirdiğini sordum Avcı'ya. Yanıtı şu oldu:
Bu olayın adı ne, nasıl tanımlamak lazım ve kim haklı? Bu sorulara cevap vermek için önce şu anki durum ne, onu bir tam tespit etmek gerek. Geçmişime bakıldığında her iki tarafa da en yakın kişiyim, samimi, içten, onlarla gönül bağı olan, aynı değerlere inanan, özel dünyamda aynı yaşam biçimini arzulayan biriyim. Bu yetiştiğim çevremden, özel yaşamımdan, yakınlarımdan bilinen, anlaşılan bir halimdir. Bugün ise her ikisinden de ağır cezalar gördüm. Cemaat uydurma iddialar, iftiralar ile bana ceza davaları açılmasında etkin oldu, hükümet ise haksız yere birkaç defa meslekten, memuriyetten ihraç ve onlarca disiplin cezası verdi. Ama bugün durum şu: Hiçbir ülkede hiçbir iktidar kendi kurumlarının dışarıdan birilerince yönetilmesine ve kendi menfaatleri için kullanmasına müsaade edemez. Hatta cemaatin kendi elemanlarının kurduğu bir iktidar bile olsa, kendi kurumlarını ve memurlarını kendisi yönetmek ister. Dışarıdan kendi cemaatinden birilerinin karışmasına razı olmaz. Hangi iktidar olursa olsun bu mücadeleyi yapmak zorunda.
YORUM FARKI YOK HEPSİ DE AYNI
Bugünkü noktaya gelineceğini bekliyor muydu Hanefi Avcı?
Üç yıldır hapisteyim. Uzaktan bakmak bazen iyi olabiliyor. Az bilgiyi iyi kullanabiliyorsunuz mesela. Bazı gelişmeleri baştan gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin buraya kadar geleceğini görüyordum. 2012'ye kadar tüm önemli soruşturmaların tüm tutuklama kararları aynı mahkemenin nöbetçi olduğu gün veriliyor. O gün başlıyor süreç. Hep aynı mahkeme, 10. Ağır Ceza Mahkemesi. Böyle bir tesadüf olabilir mi? Bunu görüyordum. Mahkeme heyetlerinde yargıçlar arası yorum farkları olur. Ama Özel Mahkemelere bakıyorsun, hiç yok. Hep aynı görüş, hepsi aynı fikirde. Böyle bir şey olamaz. Bunu görüyordum. Her soruşturmaya gizlilik kararı veriyor ve sonuna kadar kaldırılmıyor. Örneğin bir kez kaldırılması için başvurdum. Bir hakim, 'mevzuatta yoktur, gizlilik kararı kaldırılamaz' kararı verdi. Daha sonra itiraz edince mahkeme heyeti, bu kararın yanlış olduğunu söyledi ama, o kararı veren hakim, Ömer Diken, 10. Ağır Ceza Reisi yapıldı...
İPLERİ TUTAN EL DIŞARIDA
Bu 'organizasyon', bu 'mekanizma' nasıl işliyor? 'Polisle adliye birlikte çalışmıyor. Her ikisini de dışarıda cemaatin yönetici kadroları koordine ediyor, her ikisi de dışarıda cemaat yöneticilerinin emir ve talimatıyla iş yapıyor' diyor Avcı. Şöyle devam ediyor:
Kamu kurumunda çalışan her kişi kendi elde ettiği bilgileri, cemaate aktarıyor. Bu yukarıda birleştiriliyor. Büyük bir havuz oluşturuyorlar. Sonra kime dava açılacak, kim tutuklanacak yukarıda karar veriyorlar. Önce olayı kendileri yakın medya üzerinden sızdırıyorlar. Sonra polis savcının işini yapıyor. Tespit tutanağı fezlekeye geçiyor. Fezleke iddianayeme dönüyor. Örneğin bir dilekçe veriyorsun ya da soruşturma başlıyor. Öne arkaya kaydırarak belli kişi ve makama denk getiriliyor. Savcılar şikayet dilekçilerini dikkate almıyor. Tanık üretiliyor. Bu adamların çalışma biçiminin gösterilmesi lazım. Binlerce insan dinlenmiş kimsenin haberi yok.
HSYK'DA İŞLEM YOK!
Şu örnekle bugün tartışılan HSYK'da gönderme yapıyordu:
Ben bir şikayetimi HSYK'ya gönderdim. Gülersin, cevap iki sene sonra geldi. Bir yargıca havale etmişler, o da reddetmiş başvurumu. Ama vahim olan şu: Yargıcın verdiği dosya numarası benimki değil, bir başka numara. Dosyaya bile bakmadan reddetmiş talebi... Polis-savcının ve hakimin yaptığı hukuka aykırılıklar HSYK'ya şikayet ediliyor ama aylar yıllar geçiyor hiçbir işlem yapılmıyor. Suç olduğu sabit belgeli hususlarda bile iki yıldan önce HSYK cevap vermiyor.
ONLARI BEN YETİŞTİRDİM GÖRÜR GÖRMEZ ANLARIM
Aslında nereden nereye gelindi. Silivri'ye gitmeden önce fikrini almak istediğim Ruşen Çakır, 'Beşir Atalay'ın İçişleri Bakanlığı zamanında Avcı'nın Emniyet Genel Müdür Yardımcısı yapılacağı söyleniyordu' diye bir hatırlatma yaptı. Sordum bunu Avcı'ya.
Bakan Eskişehir'den beni Ankara'ya almak istedi. Daire başkanlığı önerdiler ama o zaman bu uygun olmazdı. Bakanın yanında olmam için bir formül aranıyordu. Bulunamadı. Ama o esnada cemaat haber gönderdi. Ankara dışına çıksın da nereye giderse gitsin diye...
Bakanla konuşmalarını anlatırken aslında cemaatle ilgili derinlik meselesini de anlatıyordu.
Bakana anlattım o zaman, 'cemaat yapılanması sizin tahmininizden çok derin' diye. Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in, Maliyenin bilgileri ellerinde. Bu, büyük bir güçtür dedim. Bunun üzerine gidilmesini, denetim yapılmasını, yoksa büyük sorunlar doğabileceğini söyledim. Temelde istihbarat dairesi vardır. Sizin haberiniz olmadan, dinleyen kim adına dinliyor. Buna kim karar vermiş. Şube müdürü olabilir mi? Olmaz. Dışarıdan birileri talimat veriyor. İşte bunlardan birisi Kozanlı Ömer...
Hükümetin sorumluluğunu her fırsatta hissettiriyordu Avcı...
Bir hüsn-ü niyet var bunlara karşı. O yüzden 'her şeyi yapabiliriz' havasına girdiler. Hükümetin hoşgörüsüyle, görmezden gelmesiyle, bir iki ihlale göz yummasıyla iyi cesaretlendiler, ciddi hukuksuzluklar üretmeye kadar gittiler. Sahte delil üretmeye başladılar.
En iyi bildiği konuyu emniyet istihbaratın altını özellikle çiziyordu:
İşin çapı büyük. Cemaat kendi parasıyla dinleme cihazı alıp bunları Emniyet İstihbarat'ta tutup kullanıyor, TİB'de kendi kanallarıyla dinleme yapıyorlar. Sahtecilik operasyonunu onlar yapıyor. İzmir (casusluk) süreci bir rezilliktir. Cemaatin istihbarattaki adamları, istihbaratın kendi fişleri, kendileri için hazırladıkları fişleri seçip subayların bilgisayarına koymuşlar. Bir istihbaratçı olarak, bu adamları yetiştirmiş biri olarak, bunu görür görmez anlarım.
Ne yapmalı?
Siz dışarıda olsanız ve işin başına getirilseniz, nasıl temizlerdiniz bu işi?
İşin yüzde 90'lık kısmı tehlikeyi görmektir. Hükümet zamanında bunu görmedi ve büyük hata yaptı. Epey süredir Türkiye, resmi kurumları dışarıdan yönlendirilerek yapılan vahim olaylar yaşıyor. Polis-yargı bu sahada en hayati kurumlar. Kasıtlı hukuk ihlalleri yapıyorlar; insanlar, bu anormalliği normalleştirmeye, kanıksamaya, kabullenmeye itiliyor. Sanki polisi-yargıyı dışarıdan yönetmek, sahte deliller uydurmak, keyfi kararlar normalleştiriliyor. Bugün en önemli safha, olayın boyutunun yönetimce iyi algılanmasıdır; bunun da gerçekleştiği kanaatindeyim. Keşke kitabı yazdığım zaman müdahil olunsa idi, o zamandan bu yana bu yapı çok genişledi, emniyette tüm istihbaratta, KOM'da (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele) nerdeyse 'ful' denecek hale geldi, hemen hemen tüm istihbarat ve KOM şubelerinde cemaat kadroları hakim oldu, tahribat arttı, cemaatin tayin terfi vs etkisini gören çok kişi de menfaati için o tarafa kaydı...
GÖRMESEM İNANMAZDIM
Tehlikenin görüldüğü artık açık, şimdi ne yapmalı?
Evet, şimdi olayın halka anlatılması gerekir. Ben yaşamasam inanmazdım devletin kendi insanını sahte delil yaratarak suçlayacağına... Göstermek lazım, karşımızda görevini yapmaya çalışan bir polis-yargı düzeni yok. Hukuku tanımayan, ülkeyi ve devleti nereye getireceğini göremeyen, devleti devlet olmaktan çıkaran, devlete, yargıya-polise güveni yok eden bir çalışma biçimi ve yapı var. Gerçek yaşanan hukuksuzlukları halk tam bilmiyor, onun için öncelikle bu konuda yapılan hukuksuzlukların ortaya konması gerekiyor. Bunu özellikle cemaatin tabanının görmesini sağlamak lazım. Cemaat polisleri, savcıları yaptıklarını devlet için yapmıyorlarsa, 'kimin için yapıyorlar', 'neden yapıyorlar' sorusuyla anlatmak çok önemli. Özellikle cemaat tabanının bunları görmesi, soru sorması sağlanmalı.
TEŞHİR EDİLMELİLER
Yöntemi ne olacak bunun?
Bence yöntem, sahtecileri ve sahtekarlıkları ortaya çıkarmaktır. Onları kendi evraklarıyla, işlemleriyle kıstırmaktır ve teşhir etmektir. Bu mümkün. Oda TV davası bende olsa, davayı ters çevirsek, ben bizi suçlayanların hepsinin sahtekar olduklarını ispat ederim, mahkum olmalarını sağlarım. İzmir soruşturması, casusluk davası bir rezilliktir. Cemaat polisi kendi topladığı istihbarat bilgilerini almış, askerlerin bilgisayarlarına koymuş... Bunu teşhir etmek lazım...
Temizlemem
'Bu sorunu çözmek için işin başına getirilseniz' dediğim zaman Avcı'nın girizgahı ruh halini göstermesi bakımından önemliydi. Bunca ağır siyasi mesele içinde bir ayrıntı gibi görünse de, bu ruh hali, haklılığı tescil edilmiş bir kamu görevlisinin iç dünyasına ve beklentilerine işaret ediyordu. Avcı böyle bir görevi neden almayacağını anlatırken, hapisteki bir tutukluyla değil, görev başındaki ya da göreve kısa ara vermiş bir emniyet müdürüyle koşuyor gibi hissediyordunuz kendinizi...
Böyle bir olayda birkaç sebepten görev almak istemem. Birincisi ben açıktan bu işe karşı biliniyorum, her yaptığım önyargıyla taraflı anlaşılır halbuki bu mücadele herkesçe adil kabul edilecek şekilde olmalı. İkincisi bu işte karşıya çıkacak insanların çoğunu tanıyorum bir kısmı yanımda çalışmış kişilerdir ben eskide bir kişiyi dost kabul etmiş isem bu gün o bana kötülük de yapsa ben ona karşı hiçbir zaman zarar verecek işte bulunmak istemem. Üçüncüsü benim birikimim, görev anlayışım hep devleti açıkça hedef alan terör gruplarına karşı olmuş; bu tür gruplara karşı personel tahkikatları konusunda uzmanlaşmış insanlara ihtiyaç vardır. (Ali Bayramoğlu / Yenişafak)
YARIN:
- 7 Şubat ve 17 Aralık girişimleri ne anlama geliyor?
- Cemaat dışarıdan mı yönetiliyor?
2. BÖLÜM: BÖYLE BİR YAPIYI YABANCI İSTİHBARAT DA KULLANIR
14.01.2014 11:36 Hem deneyimli bir istihbaratçı, hem deneyimli bir 'cemaat mağduru' olan Hanefi Avcı'nın gözleri 'cemaat'in üzerinde. Avcı, cemaat yapılanmasını derinlemesine ilk gören, bunun tehlikesine ilk işaret eden isim değil sadece, aynı zamanda bunlara cesaret ettiği için 3 yılı aşkın süredir manasız suçlama ve saçma iddialarla hapiste tutulan biri.
Avcı'nın gerek görüşmemiz esnasında, gerek daha sonra avukatı Emin Arslan ile gönderdiği notlardaki değerlendirmeleri 'kim haklı kim haksız sorusu'na dayanmıyor. Bu değerlendirmeler, kendisi açısından doğal olarak, 'devlet içinde cemaate yönelik bir düzeltme yapılmazsa ne olur endişesi' üzerine oturuyor.
Hanefi Avcı'yla tanışmam Susurluk günlerinde olmuştu. İlk karşılaşmamızda bana anlattıklarını, bu tür konuları yazan, polis-gazeteci ilişkisini seven biri olmadığımın altını çizerek, o kayıtla dinlemiştim.
O gün ve daha sonra Avcı bana ne anlattıysa zaman içinde doğrulandı.
Ama doğal bir şüphe mesafem hep oldu.
'Haliçteki Simonlar' kitabı çıktığında Dink davasıyla ilgili satırlarını eleştirerek, bunlara işaret ederek Avcı'nın cemaat yapılanması hakkında da abartabileceğini düşündüğümü söylemiştim. Ağzım yandı. İki ay sonra tutuklandı ve adım adım hiç bir değerlendirmesinin abartılı olmadığı ortaya çıktı. Benim merceğimi cemaat açısından farklı noktalara kaydırmamı da bu süreç hızlandırdı.
O zaman o söylesin biz dinleyelim...
Hanefi Avcı 7 Şubat 2011 MİT operasyonu hakkında ne düşünüyor? 17 Aralık soruşturmalarına teknik olarak nasıl bakıyor? Cemaate söyleyecek sözü var mı? Mevcut çatışmanın varacağı nokta hakkında tahminleri neler?
SAHTE DELİL KAYNIYOR
Önce mevcut soruşturmalar ve davalar...
Avcı'nın şu sözlerini bir kenara özelikle not etmek istiyorum:
"Her tahkikatta sahte delil üretildiği çok açık. Bu o kadar özensiz, basit yapılıyor ki, adil bir yargı olsa bunlara gülüp geçer, böyle saçma şey mi olur, bunlar sahte ve uydurma, der. Bu ülkede insanlar el yazısını unuttu mu, herkes her şeyi bilgisayara yazıyor, herkes dijital verilerle geziyor, kimse el yazısı kullanmıyor, bütün suç delilleri bilgisayarlarda... Her şey açık, isimler, adresler... Örgütlerde bile hiç kod, şifre yok... Birileri hiçbir işe yaramayacak notlar, yazılar üretiyor, üzerine bir isim yazıp, bu ismi suçluyor, tutukluyorlar. Bu örgütsel notlar gerçek örgüt faaliyeti olsa hiçbir işe yaramaz seviyede. Ama bu notlar hayat karartıyor..."
7 ŞUBAT MİT KRİZİ
Hükümet-cemaat çatışmasının açığa çıkması cemaatin ilk büyük hamlesiyle, 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın MİT'in izlediği rota yüzünden ifadeye çağrılmasıyla olmuştu.
Avcı'ya "işin istihbarat boyutu da var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?" diye sordum
İşte yanıtı:
"Basına önceden verilen bilgilere, belli kişilere MİT faaliyetleri ve bazı mensupları hakkında yazdırılan kamuoyunu hazırlamaya yönelik yazılara bakarak, MİT müsteşarı soruşturmasıyla ilgili tahminim şudur: Eğer 7 Şubat operasyonu durdurulmasaydı bugün birkaç yüz kişi tutuklu olurdu. MİT mensuplarının tutuklu olduğu bir davamız olurdu. 7 Şubat operasyonu başarılı olsaydı MİT'te muhalifler bertaraf edilecekti. Kendi taraftarları yönetime gelince devletin icrai bir gücü ve bilgi toplama, bilgiyi kullanma gücü tamamen cemaatin etkisi, denetimi altına girecek, böylece cemaat iç güvenlikte istediği politikaları uygulama imkanına kavuşacaktı..."
17 ARALIK SORUŞTURMASI...
Cemaatin ikinci büyük salvosu hiç şüphe yok ki, yolsuzluk dosya ve iddialarıyla hükümeti hedefleyen, tüm siyasi zemini titreten, devlet bunalımını tetikleyen 17 Aralık soruşturması ve sonrası....
Avcı 17 Aralık kriziyle ilgili doğal olarak doğrudan bir bilgiye sahip değil. Ancak bu sürecinin pek sorun ve anormallik içerdiğini, hükümete yönelik ciddi bir salvo olduğunu düşünüyor.
Şöyle söylüyor:
"Ben de yolsuzluğa, rüşvete, ihaleye fesat karıştırılmasına karşıyım. Hayatım bu işlerle mücadeleyle geçti. 1983 yılında Mersin'de hayali ihracat ve altın kaçakçılığı tahkikatı yaptım. Birçok üst düzey bakanlık yetkilisi, banka genel müdürü, holding patronunun adı geçti. KOM Başkanı iken Enerji Bakanlığı'nda ihale yolsuzlukları soruşturması yaptık, bazı AK Partililerin adı geçti. Kapıkule'de yolsuzluk operasyonu yaptık. Tüm bu operasyonlarda her zaman üstlerimizin haberi vardı. Enerji operasyonunda hem Enerji Bakanı'nın hem İçişleri Bakanı'nın haberi vardı. 17 Aralık soruşturmaları bu açıdan çok garip ve anormal. Özellikle emniyetin, özellikle istihbarat ve TEM (Terörle Mücadele) birimlerinin çalışma biçimlerini bilen insanlar için olay çok garip ve anormal'.."
AMİRDEN HABERSİZ SORUŞTURMA OLMAZ
Bu gariplik işinin altını özellikle çizmek gerek. Zira Avcı'nın anlattığı yerleşik ve yasal takip, izleme, soruşturma düzeni ile 17 Aralık soruşturması arasında oldukça büyük bir fark var. Bu fark adeta, otonom, içine kapalı, kendi niyetleri üzerinden hareket eden bir yapıya işaret ediyor.
Nasıl çalışır sistem sorusuna şu yanıtı veriyor Avcı:
"İstihbarat Dairesi bir örgüt hakkında çalışmaya başlarken, önce Emniyet Genel Müdürlüğü'ne rapor vererek olayı anlatır ve bu çalışmayla ilgili bir plan önerir. Plan onaylanırsa buna uygun olarak izleme, takip işleri başlar. İllerde de bundan önce emniyet müdürünün haberi olur. Ankara'ya yazı emniyet müdürünün imzası ile gider. Çalışma başlayınca her yapılan işlemden mutlaka merkeze bilgi verilir. Merkez her safhayı bilir. Her yazının bir sureti merkeze gönderilir. Her dinlenen telefon, her kişinin takip raporu merkeze gönderilir. İlde emniyet müdürüne ve onun vasıtasıyla valiye bilgi verilir. Merkezde ise daire başkanlığı her ilin yaptığı çalışmaları emniyet genel müdürlüğüne ve bakana arzeder. O kişiler teferruat bilmezler ama geneli bilirler. Merkeze hiç bilgi vermeden, emniyet müdürüne bilgi vermeden çalışma, operasyon hazırlığı imkansızdır. Çünkü her şey bilgisayarlarda kayıtlıdır ve merkez bilgisayarlarda yazılanları otomatik olarak görür ve bilir. Ayrıca il emniyet müdürlerine, valilere, ilin emniyetinden sorumlu olanlara bilgi vermeden, desteklerini almadan soruşturma yapmak zordur.
17 Aralık operasyonunda Emniyet Müdürünün, Valinin, Emniyet Genel Müdürünün, İçişleri Bakanının haberi olmamasını anlamak mümkün değil. Bir şube müdürü üstüne anlatmadığı çalışmayı neden yapar ki?"
CEMAATE BİR ÇİFT SÖZÜM VAR
Şüphe yok ki, Avcı'nın gönderdiği ek notlardaki en ilginç bölümlerden birisi cemaatle, yargıç, savcı, polisteki cemaat mensuplarıyla iç konuşması, onlara yönelik mesajıydı.
Şöyle diyordu:
"Bugüne kadar yapılana bakılırsa devlet içerindeki cemaat mensupları devletten çok cemaate bağlı olarak hareket etmiş, görevler oradan gelen talimatla belirlenmiştir. Polis, yargı ve diğer devlet kurumlarındaki cemaat mensuplarının belli istikametteki görevleri, kendi amirleri ve mutat usullerle değil, dışarıdan cemaat tarafından koordine edilmiştir.
Bence cemaat kadrolarındaki üst düzey polis müdürleri, hakimler ve savcılara şunu demek lazım:
Bir düşünün ne yapmak istiyorsunuz? Hiç bugün yaptığınız gibi bir devlet görevi, bir kamu anlayışı olabilir mi? Tüm bilgiler cemaatte birikecek, kararı cemaat verecek ve siz uygulayacaksınız!.. İşler arttıkça, büyüdükçe ne olacak?! İkinci bir cemaat arşivi mi kurulacak? Hiç bugünün dünyasında böyle bir devlet anlayışı olabilir mi?! Yargıçlar, savcılar, polis müdürleri dışarıdan idare edilmeyi nasıl kabul ediyor?! Adalet, yargı böyle bir çalışmayı, dışarıdan emirle iş yapmayı kabul edebilir mi?! Geçmişte baskı dönemlerinde, militarizmin baskısı nedeniyle, cemaat ve tüm siyasi grupların üzerinde baskı olduğu dönemlerde, kendinizi koruma adına, devlet içinde dayanışma ve örgütlülük halinde oldunuz. Bugün böyle bir yapıya gerek var mı; buna müsaade edilirse işin sonu nereye gider?"
BÖYLE DEVAM EDEMEZ
Evet, işin sonu nereye gider? Bu önemli bir soru. Kendi sorduğu soruya Avcı şu cevabı veriyor:
"Türkiye'de istihbarat ve KOM biriminin ve özel yetkili yargının uygulamaları ile sanki iki ayrı hukuk, iki ayrı devlet, iki ayrı uygulama varmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. Ülkedeki bu ikilik mutlaka kaldırılmalı. Bu faaliyetin devamı herkes için felaket olur. Bugüne kadar yeterince fark ettirilmeden yapılan işlemler veya zararların tazmini ciddi sorun, ama bundan sonra devamını düşünmek korkunç. Bu, çok büyük çatışma getirir ve bu çatışmanın galibi de olmaz; AK Parti ve cemaatin karşısında olanlar dahil, bu ülkedeki herkes bundan zarar görür. Bu, devleti, toplumu, tüm değerleri temelinden sarsar. Devlet içinde veya devletin içindeki elamanlar vasıtasıyla devlet işlerinin tanzimi kabul edilemez olduğundan, cemaatin yaptığı da kabul edilemez, tanınamaz ve tartışılamaz..."
CEMAAT TAŞERONLUK MU YAPIYOR?
Avcı'nın görüşü şu:
"Ben cemaatin dış güçlerle, ABD veya şu ülkeyle veya bu teşkilatla işbirliği yaptığı konusunda bilgi sahibi değilim. Tahmin de etmem, milli olduklarını kabul ederek ülkeye ihanet etmeyeceklerine inanırım. Ancak dış ülkelerin bu tür yapıları, akıl almaz yöntemlerle, her şeyi, her yolu deneyerek, sofistike yöntemlerle kullanmak isteyeceklerini de bilirim. İstihbarat temini için bunca sistem kuran, uydu, uçaklar alan, trilyonlar harcayan istihbarat teşkilatlarının böyle bir yapıyı kullanmak için her yolu deneyeceklerini de tahmin ederim. O açıdan cemaat her yönüyle şeffaf olup, tüm gizli faaliyetlerden, devletle ilgili tüm işlerden uzak durmalıdır. Yoksa bu örgütlerin hedefi olmaktan kendini kurtaramaz. O ülkelerin yerinde olsam ben de yaparım; neden yapmayayım; böyle bir yapı varsa ben de kullanmayı, denetlemeyi düşünürüm..."
Evet, soru cevap turu bitti.
1 saat zaten çabuk geçmişti.
Kimi bölümleri ayakta konuşmak zorunda kalmış ve vedalaşmıştık Avcı'yla.
Dışarıda görüşürüz diye...
SON SÖZ: İADE-İ İTİBAR
Sahte belgeler, zorlama işlemler, zorlama kanıtlar, keyfi tutuklamalar, adli süreçleri siyasi palazlanma için kullanma, tahrif etme, kirli dosyalar açma veya temiz dosyaları kirletme gibi hadiselerde cemaatle ilişkili olduğu iddia edilen kişilerin oynadığı rol, bugün sadece Avcı'nın davalarını değil, Ergenekon'dan Balyoz'a diğer davaları da kimi yönleriyle tartışmaya açıyor. Bu konudaki iddialar, hükümet ve çevresi tarafından kendi yaşadıklarından hareketle daha fazla ciddiye alınıyor. Yeniden yargılama tartışmalarının zeminini de bu oluşturuyor. Avcı'nın söyledikleri, durumu ve tutumu bu zemine de işaret ediyor.
Hapisteki kitap ve zulüm
"Haliç'te Yaşayan Simonlar- Dün Devlet Bugün Cemaat", Ağustos 2010'da piyasaya çıktı. Yazarı, Hanefi Avcı Eylül 2010'da tutuklandı. Ve hakkında arka arkaya davalar açılmaya başlandı. Devrimci Karargah örgütü davası, Ergenekon davası, en nihayet PKK ve TİKKO örgütlerinin propagandasını yaptığı iddiasına dayanan üçüncü bir dava. Hemen hepsi kitabıyla ilişkiliydi. Kitabın yazılmış olması ve satırları ayrı ayrı suç delili sayıldı.
Devrimci Karargah davası sonuçlandı. Ve Hanefi Avcı, toplam 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Örgüt üyelerinin ceza alıp serbest kaldığı davada, örgüte yardım ettiği gerekçesiyle mahkum olan Hanefi Avcı'nın tutukluğunun devamına karar verildi!
Hanefi Avcı'nın bu soruşturma ve kovuşturmalarda karşı karşıya kaldığı hukuksuzlukları anlatmaya satırlar kafi gelmez.
Temyiz dilekçesinin bir yerinde şunları söylüyor Avcı:
"Terörle ve organize suçlarla mücadele görevlerim dolayısı ile çalıştığım her il, birim ve rütbede olmak üzere 244 defa takdir ve taltif edildim, bunlar dolayısı ile 24 defa takdirname, 747 maaş taltif, Başbakan ve Devlet Başkanınca takdirname ve hediye ile ödüllendirildim.
- Bir yandan, terörle mücadelede başarılı çalışmalarımdan dolayı onlarca taltif, takdir ödül alacağım, hep terörün yoğunlaştığı bölgelerde görevlendirileceğim, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, terörle mücadele sistemlerinin geliştirilmesinde önemli katkılarım olacak ve sol terör örgütlerinin hedefleri arasında olacağım,
- Diğer yandan, adı sanı doğru dürüst duyulmamış, hiç bir ferdini tanımadığım bir terör örgütüne, Eskişehir ilinde Emniyet Müdürü olup, İstanbul'da yardım edeceğim.
Bu suçu da emniyet müdürü olarak tüm grup nakillerini (para nakli) patlayıcı sevkiyatını, devlet büyüklerinin ilimdeki seyahatleri, askeri malzeme sevki konularında her şeyi bilecek konumda olmama rağmen bu konularda değil de kendi şikayetçi olduğum hukuka aykırılığı sahte isimler üzerinde alınmış istihbari dinleme kararını kitabımda yazarak ve aynı kararla dinlenen arkadaşıma 'sende savcılığa şikayet et' dediğim için bu suçu işlemiş oluyorum.
Benim durum ve konumumda bir insanın bir terör örgütüyle ilişkisinin olması makul olmadığı gibi bir birinden farklı ideoloji, inanç ve örgütsel faaliyet içerisinde bulunan 4 ayrı gizli terör örgütüyle, bu örgütlere karşı en ciddi görev yapmış bundan dolayı bu örgütlerin hedefi olan birinin aynı anda ilişkide olması insaf, akıl ve izanla bağdaşacak şey değildir..."
Ne demeli, haksız mı? (Ali Bayramoğlu / Yenişafak)
(13 Ocak 2014, 10:16), son güncel.: (14 Ocak 2014, 11:36)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: