MİT, dersane ve cemaat tartışmalarında şaşırtıcı şekilde ölçüsüz haberleriyle taraf olan Mehmet Baransu'nun bugün Taraf'ta yayınlanan haberi ilgililer tarafından anında yalanlandı. Baransu'nun, 'Devlet 2004'te MGK kararıyla Fethullah Gülen cemaatini bitirmeye karar verdi' haberinin sonuna eklediği bir cümlede, şu andaki hükümetin bu MGK kararı doğrultusunda cemaatin üzerine gittiğini ima etti. Bu iddiaya önce Başbakanın başdanışmanı Yalçın Akdoğan'dan yalanlama geldi. Akdoğan, MGK'nın tavsiye kararının hükümetçe yok hükmünde kabul edildiğini belirtti. O dönemin cumhurbaşkanının Necdet Sezer olduğunu hatırlatan kamuoyu da bu kararın hükümete nasıl mal edilebileceğini soruyor. Baransu'ya en anlamlı cevap, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan geldi. 'İrticayı tehlike olmaktan çıkaran hükümet nasıl olur ki böyle yazılı bir şey yapsın' diyen Arınç, '10 yılda MGK'da kabul edilen hiçbir şey hayata geçirilmediği gibi biz dindarları, dini grupları mağdur edecek hiçbir şeyi hayata geçirmedik. Milli Güvenlik Siyasi Belgesi'nin işlevliğini ortadan biz kaldırdık. Böyle bir karar alınmış olsa bile hükümete tavsiye edilmiş olur. Hükümet de bunu hayata geçirmemiştir. Bunların şahidi olan bir başbakan yardımcısı olarak bunun hayata geçirilmediğini söyleyebilirim' diye konuştu. Tüm bu tartışmaların odağında 2012'deki MİT krizi yer alıyor. MİT krizinin ve Başbakan'ın MİT Müsteşarına sahip çıkmasının Baransu gibilerinin kimyasını bozduğu anlaşılıyor.
28.11.2013 13:57 Bugün Taraf gazetesinde Mehmet Baransu imzasıyla şaşırtıcı bir haber yayınlandı. Ardından hükümet yetkililerinden peşpeşe tepkiler geldi.
Baransu'nun haberine göre (1), Milli Güvenlik Kurulu'nun, 2004 yılı Ağustos ayında yaptığı toplantıda, "Fethullah Gülen grubunun faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler" başlığıyla, “Cemaate karşı bir eylem planı hazırlanması” tavsiye kararı olarak hükümete bildirilmiş. Habere göre MGK kararında, “Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen grubuna” ait kurumların faaliyetlerinin engellenmesi için, “Ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır, eylem planı hazırlanmalıdır” deniyor. 25 Ağustos 2004 tarihli MGK kararının altında, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün yanı sıra, beş ayrı bakanla, dönemin MGK üyeleri Aytaç Yalman, Özden Örnek, İbrahim Fırtına, M. Şener Eruygur imzası da yer alıyor.
Taraf'taki bu haber dershane tartışmaları üzerine yayınlanmış olmasına karşın, haberde yer verilen MGK kararlarında dershaneler hakkında herhangi bir düzenleme tavsiyesinde bulunulmadığı dikkati çekiyor. Gülen okulları ve cemaat evlerinden bahsedilen MGK kararlarında ‘tasfiye’nin merkezine de bu iki oluşum oturtuluyor.
Baransu, bu iddiaların gazeteci Alper Görmüş tarafından 24 Şubat 2012’de yine Taraf’ta yazıldığını da hatırlattı. Yani MİT krizinden iki hafta kadar sonra.. Görmüş, “MGK 2004’te ‘Cemaat’i takip’ kararı alıyor” başlığı altında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Soru şöyle: Devletteki ‘Cemaat’le ilgili olduğu düşünülen kadroları tasfiye kararı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasından epeyce önce alındığı iddiası doğruysa, bu karar ne kadar eskiye gitmektedir? Ya da hükümet ile cemaat arasındaki gerilim ne zamandan beri vardır?”
“Ben, aşağı yukarı 2006’dan beri ‘Hükümet, cemaatin devlet içindeki ağırlığından rahatsız, harekete geçecekmiş’ cümlesini ya da onun türevlerini duymaktayım. Fakat 2004’te Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) Gülen Cemaati’nin takip edilmesine dair bir tavsiye kararı alındığını herkes gibi ben de bilmiyordum. Fakat alınmış. Özden Örnek’in günlüklerinin Haziran 2004 ve Ağustos 2004 MGK’larının anlatıldığı bölümlerinde bu durum şöyle ifade ediliyor:
24 Haziran 2004: Fethullah Gülen konusunda Genelkurmay Başkanı oldukça ağır bir konuşma yaptı ve hükümeti suçladı. Eğer siyasi irade konulup bu konunun üstüne gidilmezse bir felaket olacağını belirtti.
25 Ağustos 2004: Fethullah Gülen ve teşkilatı ile ilgili olarak geçen toplantıda yapılan görüşmeden sonra bu adamın faaliyetlerinin yakından takip edilmesine karar verilmişti, onunla ilgili tavsiye kararı bugün imzalandı. Bilmem ne işe yarayacak.
Özden Örnek ‘Bilmem ne işe yarayacak’ diyor ama, MİT’in MGK kararına dayanarak o günden beri bir çalışma yapmadığını bugün kim güvenle öne sürebilir?”
CEMAATİN İLERİ GİDENLERİNE KARŞI 2004'TE DEĞİL 2012'DE HAREKETE GEÇİLMİŞ OLABİLİR
Evet Baransu'nun Taraf'taki haberi işte aynen bu şekilde.. (1) Biz bu haberi ve analizimizi kaleme alırken bir taraftan da ayrıntılar medyaya düşmeye devam ediyordu. Buna göre (2); askeri vesayetin kendini iyiden iyiye hissettirdiği o günlerde, aslında Milli Güvenlik Kurulunda ortaya çıkan belgeden çok daha ağır ifadeler yer alıyordu. Ancak Başbakan Erdoğan Başkanlığındaki hükümet üyelerinin toplantıda bu ifadelerin sakıncalı olduğu ifade edildi. Hükümetin bastırmasıyla o ağır cümlelerden bir çoğu kaldırıldı, değiştirildi ve iyiden iyiye hafifletildi.
Haksız ve anti demokratik ifadelerin ve bir gruba yönelik kin'in yer aldığı metnin bu şekilde değiştirilmesinden sonra cemaatin önde gelen isimleri Başbakan Erdoğan'a, o ağır ifadeleri metinden çıkarmasından dolayı teşekkür etti.
Antidemokratik ve bir gruba yönelik haksız ifadeler içeren MGK'nın tavsiye niteliğindeki kararı AK Parti hükümeti tarafından değiştirilmekle kalmadı, geçen sürede karar yok hükmünde sayıldı.. Karardan sonra hiçbir Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmadı, hiçbir yasa çıkarılmadı ve hiçbir genelge yayınlanmadı.
Tavsiye kararının bir işe yaramayacağının delili aslında dönemin deniz kuvvetleri komutanı ve balyoz eylem planı davasının sanığı oramiral Özden Örnek'in günlüklerinde de yer aldı. Günlükte 2004 yılındaki MGK kararı hatırlatılarak; "Tasfiye kararı imzalandı ancak bilmem ki ne işe yarayacak" ifadeleri de MGK'da imzalanan tavsiye kararının tümüyle yok hükmünde olduğunun açık göstergesiydi.
MGK'nın 2004 yılındaki kararı arşivin en karanlık noktasına gömüldü ancak antidemokratik uygulamaların bir daha yaşanmaması için gereken tedbirler de bir bir alındı.
Hükümet bu karara uygun hareket etmek bir yana, o toplantıdan sonra ilk iş olarak, MGK'nın sivilleşmesi için düğmeye bastı. 2 ay sonra da ilk sivil genel sekreter, Yiğit Alpogan göreve başladı.
Ayda bir yerine iki ayda bir toplanmaya başlanan Milli Güvenlik Kurulu'ndaki sivilleşme sürerken, 28 Şubat'ın kalıntılarından olan emniyet asayiş yardımlaşma protokolü Emasya kaldırıldı.
Emasya'nın kaldırılmasının ardından aynı yıl içinde "kırmızı kitap" olarak adlandırılan,, Milli Güvenlik Siyaset belgesi yenilendi. "irtica" iç tehdit olmaktan çıkarıldı. (2)
MİT KRİZİNDEN SONRA TARAF MİT'E YÜKLENMEYE BAŞLADI
Baransu'nun haberinde atıf yaptığı Alper Görmüş'ün Taraf'taki yazılarının MİT krizinden iki hafta kadar sonra çıktığını da hatırlatalım. Başbakan'ın ağır bir ameliyat sonrası istirahate çekildiği döneme denk getirilen 7 Şubat 2012'deki MİT gözaltıları üzerine Erdoğan'ın nasıl hasta hasta krizle başetmeye çalıştığını hatırlayalım. Bunlar unutulacak şeyler değil.. Yani hükümete yönelik bu sivil darbe girişiminden sonra yeni Müsteşar Hakan Fidan yönetimindeki MİT, Başbakan'ın emriyle cemaate karşı harekete geçmişse, ki bize göre cemaatin tümüne değil sadece 'ileri gidenleri'ne karşı geçmiş de olabilir, bu iddia gayet mantıklı ve anlaşılabilir bir şey..
O günlerde Başbakanın ofisinden gizli dinleme cihazlarının çıkmasını, Başbakan'ın korumalarının peşpeşe değiştirilmesini, bir eski koruma ile yenilerinin arasında Başbakanlıkta silah çekilmesi olaylarını da hatırlayalım.. MİT krizi üzerine polis istihbaratta üst düzey peşpeşe yaşanan değişiklikleri hatırlayalım. Daha da geriye gidip Başbakan Mısır'da tüm dünyaya yönelik bir konuşma yaptığı ve İsrail'e uyarılarda bulunduğu saatlerde internet sitelerine MİT yetkilileri ile PKK'lı yöneticiler arasında İsveç'in Oslo kentinde yapılan görüşmelerin ses kaydının sızdırılmasını da hatırlayalım. Buna bir de cemaat lideri Fethullah Gülen'in Mavi Marmara krizinde otorite kabul edip izin alınmasını istediği İsrail hükümetinin ve İsrail yanlısı yazmaktan çekinmeyen Odatv ve diğer Ergenekon medyasının yeni MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı karalama kampanyasını da ekleyelim..
Anlaşılıyor ki 7 Şubat 2012'deki MİT gözaltıları girişimi üzerine Başbakan Erdoğan tehlikede olduğunu farketti ve hasta olmasına karşın hemen harekete geçti. Bir ülkeyi Başbakan idare ediyorsa ve halka hesabı o veriyorsa gerekli kararları alması da gayet anlaşılır bir şey olsa gerek.
İşte peşpeşe yaşanan ve birbiriyle örtüşen tüm bu gelişmeler o krizin ardında cemaatin olduğu şüphesini güçlendiriyor.
Bize göre Baransu'nun haberinde anlaşılmaz olan taraf, bu kararın 2004'te Necdet Sezer'in cumhurbaşkanlığı döneminden beri uygulamaya konulduğu iddiası. İşte olayın burası çarpıtma..
HÜKÜMET ÇEVRELERİNDEN HABERE TEPKİLER
Baransu'nun haberine hükümet yetkililerinden peşpeşe tepkiler geldi. Önce Başbakan danışmanı Yalçın Akdoğan'dan yalanlama geldi. Akdoğan, MGK'nın tavsiye kararının hükümetçe yok hükmünde kabul edildiğini belirtti. Yalçın Akdoğan, twitter hesabından, "2004'teki MGK kararı hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmiş, hiçbir Bakanlar Kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır" diye açıklama yaptı.
Baransu'ya en anlamlı cevap ise Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan geldi. 'İrticayı tehlike olmaktan çıkaran hükümet nasıl olur ki böyle yazılı bir şey yapsın' diyen Arınç, '10 yılda MGK'da kabul edilen hiçbir şey hayata geçirilmediği gibi biz dindarları, dini grupları mağdur edecek hiçbir şeyi hayata geçirmedik. Milli Güvenlik Siyasi Belgesi'nin işlevliğini ortadan biz kaldırdık. Böyle bir karar alınmış olsa bile hükümete tavsiye edilmiş olur. Hükümet de bunu hayata geçirmemiştir. Bunların şahidi olan bir başbakan yardımcısı olarak bunun hayata geçirilmediğini söyleyebilirim. Taraf Gazetesi bunu nereden temin etti. Onu da kamuoyu rahatlıkla takdir edebilir.' diye konuştu.
Baransu'nun haberinin altında çeşitli haber sitelerinde yapılan okuyucu yorumlarında da, o dönemin cumhurbaşkanının Necdet Sezer olduğu hatırlatıldı ve bu kararın hükümete nasıl mal edilebileceği soruldu.
MİT OLAYI KİMYALARI BOZDU
Balyoz davasının açılmasına, haber kaynaklarından gelen belgelerle neden olan ve bunun gibi yaptığı diğer bazı haberlerle efsanevi gazeteci olarak nitelenen Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu, son dönemlerde şaşırtıcı tavırlar sergiliyor. 2012 Şubat ayında yaşanan MİT krizinden sonraki tavırlarına bakıldığında bu değişiklik rahatça görülebiliyor.
Yaptığı haberlerden sürekli MİT'in açığını aramaya başladığı anlaşılan Baransu'nun, MİT krizi dışında dersane ve cemaat tartışmalarında da şaşırtıcı şekilde ölçüsüz haberleriyle taraf olduğu görülüyor.
Geçtiğimiz yıl yaşanan Taraf gazetesindeki yönetim değişikliği de bu noktada ister istemez hatırlara geliyor. Taraf'ın cemaat medyasınca satın alındığı ileri sürülüyordu. Tüm gelişmeleri bir arada düşününce bu şüphe güçleniyor.
Geçtiğimiz günlerde dersane tartışmalarında AK Parti milletvekili Şamil Tayyar'la twitter'de yaptığı söz düellosunda hiç gereği yokken "Hakan Fidan abinle birlikte gel Şamilim" diyerek (3) MİT'i ve Hakan Fidan'ı tartışmaya katmasından anlaşılıyor ki, MİT krizi Baransu için bir dönüm noktası olmuştur. Baransu'nun cemaat adına yazı yazdığı iddiaları giderek güçleniyor. Kendisini şahsen tanımayız. Sitemizde onu savunan ve efsanevi yönünü belirten haberler yayınladık. (4) Ancak son dönemdeki tavırları inanılmaz derecede değişti.
Bu arada şunu vurgulamak istiyoruz ki; yeri geldi Başbakan Erdoğan'ı da eleştirdik. Sitede bir çok haber ve yazı kaleme aldık ya da aktardık bu şekilde. (5) Yeri geldi cemaati savunduk. Her taşın altında cemaati arayanlara karşı durduk. Hanefi Avcı olayında olduğu gibi.. (6) Ama her zaman gerekçelerini de belirttik. Yazdıklarımızın arkasındayız. Lafı kimin söylediğine bakmayız, ne söylendiğine bakarız. Bu bakış açısına hep dikkat etmeye çalışıyoruz. Hesap vermek gerekirse de veririz. Alnımız ak.
Aslında MİT krizi, sadece Baransu'da değil, genel olarak cemaat medyasında da tavır değişikliğinin başladığı bir olaydır. Bunu bu konuda yaptığımız ilk haberimizde dile getirmiş, şüphemizi belirtmiştik. (7)
Arınç'ın da dediği gibi 2004'teki MGK tavsiye kararının hükümet tarafından yok hükmünde sayıldığı kamuoyunca zaten görülmekte. Arınç'ın söylemesine bile gerek yok. "AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı" (8) adı verilen ıslak imzalı darbe planına, bu planın Erzincan bölgesinde uygulanmak istenmesine hep beraber karşı çıktık. Yazılar yazdık, haberler kaleme aldık. Hanefi Avcı olayında olduğu gibi her taşın altında cemaat arayanlara, f-tipi polis-savcı-hakim suçlamalarına hep beraber karşı çıktık. (6)(9) Ama her zaman gerekçelerini de belirttik.
Ancak 7 Şubat 2012'de yaşanan MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın gözaltına alınmak istenmesi olayı Türkiye'de bir milat oldu. O gün Türkiye'de açıkça bir örtülü darbe girişimi düzenlendi. Bununla ilgili o günlerde yazdığımız yazılar çok net içerikliydi. Tafsilatlıydı. (10)
O gün o darbenin arkasında cemaatin olup olmadığından emin değildik. Bu şüphemizi yazılarımıza da yansıttık. (7) Ancak Başbakan'ın kriz üzerine hemen harekete geçmesi, 'Fidan'ı yedirmeyeceğim' şeklinde net açıklama yapması, eski bir MİT müsteşarının açıklamaları, CHP'lilerin bile o krizin ardından cemaatin olduğuna yönelik açıklamaları kuşkumuzu güçlendirdi. Geçen iki yıllık süreçte, özellikle Gezi (11) ve dersane (12) tartışmalarına yansıyan bazı ayrıntılar bu şüphemizi oldukça güçlendirdi.
Biz, Baransu gibi gizli kaynakları olan, gizli bilgilere ulaşabilen kişiler değiliz. Sitemizde analizler yapıyor, bulgulardan hareketle görebildiğimiz resmi tanımlamaya çalışıyoruz.
Bize göre; hükümetin 2004'teki MGK tavsiye kararıyla cemaati bitirmeye kalktığı iddiası Arınç'ın da söylemeye çalıştığı gibi 'yuh' dedirten bir ölçüsüzlüktür.
En fazla belki şu söylenebilir: Hükümet, 7 Şubat 2012 MİT krizinden sonra cemaatin 'ileri gidenleri'ne karşı harekete geçmiş olabilir. Eğer öyleyse de, bize göre bunda haklıdır. Çünkü açıkça halktan oy alarak iktidar olan bir hükümetin 27 Nisan ve 367 muhtıralarına bile direndikten sonra sinsi yollarla düşürülmeye göz yumması beklenemez. Terör sorununu çözmek isteyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın zehirlenerek öldürüldüğü giderek netleşmeye başladı. Benzer bir projeyi yürüten hükümete karşı ve 'siyasi hayatıma da mal olsa barışı gerçekleştireceğim' diyen Başbakan Erdoğan'a karşı da birilerinin harekete geçtiği görülüyor. Terörü çözeceğim diyen hükümet, KCK üzerinden terörü azdıran hükümet karalamasıyla MİT krizinde karalanmak istendi. Evet, şimdi emin şekilde söyleyebiliyoruz ki, 7 Şubat 2012'de hükümet, özellikle de Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden devrilmek istendi. Aynı girişim Gezi'de de tekrarlandı. Başbakan Erdoğan diktatör karalamasıyla karalanmak ve devrilmek istendi.
Bu suçlamalara cemaatin tümünün dahil olduğuna kesinlikle inanmıyoruz. O camianın tümünü tenzih ederiz. Örneğin cemaatin saygın isimlerinden Mehmet Fırıncı'nın bugün medyada yer alan açıklamalarını bu noktada hatırlatmak istiyoruz. (13) Fırıncı, dersanelerin kapatılmasına karşı cemaat ileri gelenlerinin gösterdiği tavırların ne kadar yanlış olduğunu dile getirdi. Dolayısıyla cemaatin tümünü kastetmek gibi bir düşüncemiz yok. Olsa hiç çekinmeden söyleriz. Dediğimiz gibi yeri geldi Başbakan Erdoğan'ı da eleştirdik (5), yeri geldi cemaati savunduk. (6) Ama her zaman gerekçelerini belirttik. Allah'tan başka kimseden korkumuz yok.
Aslında bu haber ve benzerlerinde kaleme aldığımız görüşleri de rahatsızlık duyarak dile getiriyoruz. Ancak söylenmesi gerektiğine inandığımız için de söylemeye çalışıyoruz. Çünkü dersane tartışmalarında, bunun bir öncesi olan Gezi olaylarında, ve onun da bir öncesi olan MİT krizi olayında da görüldüğü gibi sonuçta; halkın oylarıyla net ve açık şekilde seçilen bir hükümet ve Başbakan Erdoğan, brütüsvari belaltı yöntemlerle halkın gözünden ve yönetimden düşürülmek isteniyor. 70'li yıllarda Başbakan Demirel'in muhalefet lideri Ecevit'i kendisine karşı Özel Harp Dairesi (ÖHD) tarafından suikast düzenleneceğini ihbar ederken kullandığı "seçimlerden fayda ummayan güçler" nitelemesini hatırlayalım. Aynı niteliğe sahip karanlık güçler iş başında. Bu haliyle seçimlerden fayda umulmuyor. Açıkça mücadele etmekten, bir parti kurup halkın karşına açıkça geçerek siyaset yapmaktan kaçınanlar örtülü yöntemlerle resmen siyaset yapmaya çalışıyorlar. "Mesele Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?" itirafında (14) olduğu gibi "mesele dersane değil"..
Mavi Marmara gemisinin Filistin'e insani yardım götürmesini eleştiren ve otorite olduğunu iddia ettikleri İsrail'den izin alınması gerektiğini savunanlar, kendi ülkelerinin Başbakanlarına aynı yumuşak tavrı göstermiyorlar. Körfez harekatında Saddam liderliğindeki Irak müttefik Batılı güçlerce bombalanırken ses çıkarmayan bu kesimler, Saddam İsrail'e füze attığında 'İsrailli masum çocuklar ölmesin' diye üzüntülerini belirtmekten de çekinmemişlerdi. Şüphesiz çocuklar ölmesin, savaşlar da olmasın. Bunu zaten kimse tartışmıyor. Ancak bu endişenin iki taraf için de dile getirilmesi gerekmez miydi?.. Benzer çelişki 28 Şubat sürecinde de yaşanmadı mı?.. O zamanın cunta yönetiminden, dersanelerin anahtarlarını vermeye kalkacak kadar ürkenler, bugünün yöneticilerine ise aslan kesiliyor, çok farklı tavırlar sergiliyorlar. Bunlar çok ama çok açık çelişkiler. İzah edilmesi mümkün değil.
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(1)Taraf.com.tr/haber/gulen-i-bitirme-karari-2004-te-mgk-da-alindi.htm
(2)Haber.stargazete.com/politika/gulen-cemaatinin-onde-gelen-isimleri-erdogana-tesekkur-etmis/haber-810874
(3)Cumhuriyet.com.tr/haber/12361/Samil_Tayyar__Baransu_kapisti_kufurler_havada_ucustu.html
(4)Kontrgerilla.com/mansetsec.asp?m_no=2563%203327%203562%205491
(5)Kontrgerilla.com/mansetsec.asp?m_no=5121%205113%205101%205100%204598
(6)Kontrgerilla.com/mansetara_act-eskidenyeniye.asp?aranacak=hanefavci
(7)Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=4235
(8)Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=AKP-Gülen-iBitirme-Pl.xox.an
(9)Kontrgerilla.com/yazilar/ergedavaengelleme.asp
(10)Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=mit.xox.kriz
(11)Kontrgerilla.com/yazilar/gezi_belgeseli.asp
(12)Kontrgerilla.com/mansetsec.asp?m_no=5688%205695
(13)Takvim.com.tr/Guncel/2013/11/28/milli-egitimin-reform-yapmasi-dogal-bir-durum
(14)Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=5377
------------------------------------------------------------------------------
MGK’nın 2004’teki ‘Cemaat’ kararının anlamı -1-
30.11.2013 14:40 Alper Görmüş (Türkiye): Biliyorsunuz, Mehmet Baransu imzasıyla 28 Kasım’da Taraf gazetesinin sürmanşetinde “Gülen’i bitirme kararı 2004’te MGK’da alındı” başlıklı bir haber yayımlandı. Aynı gün, orada burada bu haberi benim iki yıl önce duyurduğuma, dolayısıyla da “eski” olduğuna dair çok sayıda iddia yer aldı. Doğru, MGK’nın asker üyelerinin 2004 Haziran toplantısında hükümeti Gülen Cemaati konusunda sıkıştırdıklarını... Ağustos 2004 toplantısında ise bir tavsiye kararı aldırdıklarını ben 24 Şubat 2012’de Taraf’taki köşemde yazmıştım... Kaynağım ise Darbe Günlükleri’ydi... Fakat bu, Baransu’nun haberinin “eski” ve önemsiz olduğunu göstermez; ortada bir belge ve o belgenin bütün ayrıntıları var.
Benim bugün başlayıp üç bölümde tamamlayacağım bu yazıdaki amacım başka... Ben, o kararın alındığı şartları incelemek ve ortaya çıkacak dönem bilgilerini söz konusu kararı yorumlamada kullanmak istiyorum... Şöyle de söyleyebilirim: Bu yazılar üzerinden, o kararın, maddelerindeki açık ifadelere rağmen 2004’te Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) “Gülen Cemaati’ni bitirmek” için adım attığının belgesi olarak sunulup sunulamayacağını tartışmak istiyorum. Türkiye’deki “iktidar”, “cemaat” bölünmüşlüğünün keskinliğine uygun bir biçimde, ikinci kesimden gelecek itirazları duyar gibiyim: “Kardeşim, imzalar ortada, hâlâ ne diyorsun sen?” Şu aşamada bu sorunun sahiplerine sadece Türkiye siyaseti üzerine konuştuğumuzu, burada bazı şeylerin ilk anda göründüğü gibi olmayabileceğini hatırlatmak istiyorum... Biraz sabrediniz diyorum, o dönemi bir gözden geçirelim, sonra isterseniz “hâlâ ne diyorsun sen” diye sormaya devam edersiniz... (Bu retrospektif sayesinde, belki bazı şeyleri zihnimizden biraz fazla uzaklaştırdığımızı da idrak etmiş oluruz.)
Filmin sonunu baştan söylemek gibi olacak ama: Ben o dönemin şartlarına baktığımda, 2004 kararının altındaki hükümet imzalarını, hükümetin “Cemaat’i bitirme” kararlılığı olarak değil; “hükümeti bitirme” kararlılığındaki darbeci generallere karşı hükümetin oyalama taktiği olarak değerlendiriyorum.
Yine de, burasının Türkiye olduğu uyarısını kendime de yapmak ve 2004 kararının başka okumalara da açık olduğunu belirtmek isterim. O nedenle, kendimi, 2004 kararını AK Parti’nin “Cemaat’i bitirme” iradesinin belgesi olarak değerlendirenlerin ilave argümanlarını dinlemeye açık tutuyorum; özellikle de, bu tavsiye kararının hükümetçe yürürlüğe konulup konulmadığına ve hükümetin, başta MİT olmak üzere istihbarat kurumlarını harekete geçirip geçirmediğine dair argümanlarla ilgili olarak. (2004’teki MGK kararına dair daha önce yazdığım yazılarda ve İmaj ve Hakikat kitabımda ben de bu yönde sorular sormuştum.) Hükümet, bu çerçevede en küçük bir adım atmadığını net olarak belirtti. Zaten, kararı izleyen yıllar boyunca da Cemaat’ten hiçbir sızlanma duymadık. Bu durumda, iddia sahiplerine bunun tersini gösterme yükümlülüğü düşüyor. Aksi takdirde, bu belge anakronik bir ittirmeceden fazla bir anlam taşımayacak.
Dünkü gazetelerde “dönemin koşulları”na dair bazı örnekler başlıklar halinde yer aldı. Ben, pek bilinmeyen birkaç ilave örnek üzerinden, o imzaların neden ilk anda akla getirdiği anlamı taşımadığını göstermeye çalışacağım. Yarın...
------------------------------------------------------------------------------
MGK’nın 2004’teki ‘Cemaat’ kararının anlamı -2-
01.12.2013 14:42 Alper Görmüş (Türkiye): Dünkü yazımda da belirttiğim gibi, hükümet üyelerinin kerhen imzaladığı 2004 MGK kararından, “AK Parti daha 2004’te Cemaat’i bitirme adımlarını atmış” sonucunu çıkarmak, anakronizmden başka bir şey değil. (İmzaların “kerhen” niteliği, o dönemde AK Parti’yle Cemaat arasında hiçbir çelişkinin bulunmadığı anlamına gelmez.) Yine belirtmiştim ki: Böyle bir sonuç üretebilmek için, 2004’ü izleyen yıllarda, bu tavsiye kararının gereğinin hükümetçe yerine getirildiğinin gösterilmesi gerekir. Yazımın yayımlandığı gün, Taraf gazetesinin sürmanşetinde, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in imzasını taşıyan 28 Ekim 2004 tarihli bir talimat yazısı, “MGK kararının uygulamaya konduğunun belgesi” sunumuyla yayımlandı. Talimatta, Ömer Dinçer, “İrticai Faaliyetlere Karşı Yürütülecek Mücadele Stratejisi” çerçevesinde çalışılmasını ve sonuçlarının raporlar hâlinde bildirilmesini istiyordu. Ne var ki bu, ondan önce de (mesela 2003 boyunca) benzerleri olan, askeri vesayet ve darbe tehdidi zorlamalarıyla yayımlanmış genel “irtica” talimatlarından başka bir şey değildi.
Haber, 28 Şubat döneminde “irticayı takip” amacıyla oluşturulan (ki 2004’te başkanlığını Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer yürütüyordu) Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na (BUTKK) gelen raporlarla devam ediyor. Ve okur böylece AK Parti’nin o dönemde yalnız Gülen Cemaati’nin değil, “irticai unsur”ların tamamının çanına ot tıkamak için nasıl büyük bir mücadele içine girdiğini anlıyor(!).
İnanması çok zor ama öyle: Gazete, iktidarın Gülen Cemaati’ne karşı 2004’te harekete geçtiğini “kanıtlamak” için, dönemin malum koşulları nedeniyle lağvedemediği bir kurumun marifetlerini, iktidarın gönüllü faaliyetleri olarak değerlendirmemizi istiyor bizden...
Taraf’ın haberinin başka bir sorunlu yanı da şu: Gazete, “irticayı takip” hikâyesini, BUTKK Başkanı Ömer Dinçer’in MGK kararından iki ay sonraki bir “talimat” yazısıyla başlatıyor ve böylece bu takibin ilk kez 25 Ağustos 2005 tarihli MGK kararından sonra başladığını imâ ediyor.
Böyle bir şeye inanabilir miyiz? “İrticai Faaliyetlere Karşı Yürütülecek Mücadele Stratejisi” çerçevesinde 2003 boyunca ve 2004’ün ilk yarısında, BUTKK’dan sâdır olmuş nice “talimat yazıları” olduğunu bilmiyor muyuz?
(Her şey bir yana, Taraf’ın yayımladığı Ömer Dinçer imzalı belgenin “ilgi”sinin tarihi bile çok şey söylüyor: “27 Haziran 2000 tarihli ve ... sayılı yazınız...”)
Malum MGK kararında da “görevli” ilan edilen BUTKK, 28 Şubat’çıların peydahladığı, yasal dayanağı olmayan bir kurumdu. Buna rağmen AK Parti iktidarının ilk yıllarında “dokunulamaz” olarak kaldı. 2004’ün “irtica odağı” AK Parti’nin “irticaya karşı” verdiği traji-komik mücadeleyi, bu kurumun varlığından daha iyi hiçbir şey anlatamaz.
Gelin şimdi birlikte 2003 Nisan’ında Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun bir toplantısını izleyelim... Konu, BUTKK’dır. Başta AK Partili üyeler olmak üzere, komisyonun bütün üyeleri “yasal hiçbir dayanağı olmayan” bu kurulun lağvedilmesini istemektedirler. Eleştirileri dinledikten sonra BUTKK’nın ne kadar “yasal” ve önemli bir kurum olduğunu savunmak kime düşmüştür dersiniz: Tabii ki BUTKK’nın Başkanı ve Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’e... 2003-2004 koşulları herkesi işte böyle “samimiyetsiz” davranmaya itiyordu. 2004 kararının altındaki imzalar da “samimiyetsiz”di tabii... Fakat bu, o imzaların etik eleştiriye açık olmadığı anlamına gelmez. Devam edeceğim...
------------------------------------------------------------------------------
MGK’nın 2004’teki ‘Cemaat’ kararının anlamı -3-
03.12.2013 14:44 Bu dizinin birinci bölümünde, Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 25 Ağustos 2004 tarihli, “İrticaya ve Gülen Cemaatine yönelik tedbirler” konulu kararının “zâhiri” anlamına itibar etmediğimi yazmıştım. Aklım ve vicdanım bana bu meselenin “bâtın”ına da bakmam gerektiğini söylemiş, bakınca da ne gördüğümü şöyle ifade etmiştim: “O dönemin koşullarına baktığımda, 2004 kararının altındaki hükümet imzalarını, hükümetin ‘Cemaat’i bitirme’ kararlılığı olarak değil; ‘hükümeti bitirme’ kararlılığındaki darbeci generallere karşı hükümetin oyalama taktiği olarak değerlendiriyorum.”
Dönemin koşulları deyip duruyorum ama ancak ikinci yazının sonlarında ele almaya başlayabildim o koşulları... Birazdan devamını getireceğim, fakat önce ilk iki yazıyla ilgili olarak bana yöneltilen bir eleştiriye kısaca cevap vermek isterim...
“Hükümet’le Cemaat arasında o dönemde de gerilim vardı...”
Söz konusu eleştiriyi kabaca şöyle toparlayabilirim: “O imzaların def’-i belâ kabilinden atıldığına nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Adalet ve Kalkınma Partisi’yle (AK Parti) Cemaat arasında o dönemde hiç mi çıkar zıtlığı ve dolayısıyla gerilim yoktu? Hükümet üyeleri, kısmen sizin dediğiniz gibi darbeci askerleri oyalamak için, kısmen de Cemaat’i yola getirmek için o imzaları atmış olamazlar mı?”
Cevabım şöyle: AK Parti ve onun hükümetiyle Cemaat arasında 2003-2004’te dahi bir gerilim olduğunu herkes gibi ben de biliyorum. Her şeyden önce bunun duygusal bir nedeni var: 28 Şubat döneminde Fethullah Gülen’in Refah Partisi’ne karşı askerleri desteklediği herkesin malumu... AK Parti iktidar olduğunda, bu tavrın oluşturduğu travmanın üstünden henüz birkaç yıl geçmişti. Dolayısıyla: 2003-2004’te AK Parti kadrolarındaki Cemaat algısında dikkate değer bir negatif boyut varlığını hâlâ sürdürüyordu.
İkincisi: 2004’te Cemaat mensuplarının devlet aygıtındaki mevcudiyetinin iktidar partisinde bir rahatsızlık kaynağı oluşturduğu (evet, o dönemde bile) yine herkesin malûmu... Şimdi unuttuk ama, o dönemde, “hükümetin askerle anlaşıp Gülen Cemaati’nin gücünü kırma niyeti”ne dair pek çok söylenti dolaşıyordu ortalıkta.
Zaten ben de, Darbe Günlükleri’ne dayanarak 25 Ağustos 2004’teki MGK toplantısını geçtiğimiz yıl ilk kez haberleştirdiğimde, “Gülen Cemaati’ni takip” kararını, bu söylentiyle birlikte aktarmıştım. (Bak. İmaj ve Hakikat, 2012, Etkileşim Yayınları, s. 288.)
Yani diyeceğim, Hükümet ile Cemaat arasında 2004’te bile bir gerilim olduğunu tabii ki ben de biliyorum ve bunu 2004 MGK kararı ortaya çıkmadan önce yazmıştım...
Fakat ben, o imzaların “Cemaat’i yıpratma ve yola getirme amacı” (da) taşıyor olamayacağı tezimi, “Hükümet ile Cemaat arasında o dönemde hiçbir çıkar zıtlığı ve gerilim yoktu” gibi gerçeği yansıtmayan bir yoruma dayandırmıyorum ki...
Benim dediğim şu: O dönem öyle bir dönemdi ki, Hükümet’in bu imzaları, darbecileri oyalama amacının dışında bir amaçla, hele ki “hazır askerler istiyor, fırsatı değerlendirelim, Cemaat’e bir tokat da biz atalım” gibi bir amaçla atmış olabileceği yönündeki akıl yürütmeler temelsizdir. Çünkü, a) mantıken çürüktür, b) olgular tarafından desteklenmemektedir.
Canını kurtarmaya çalışan bir hükümet...
Mantıken çürüktür: Çünkü ortada silahlı bürokrasiye karşı canını kurtarmak isteyen bir hükümet vardır... Bu koşullarda, sonraki yıllarda da göreceğimiz gibi ittifak edebileceği yegâne büyük gücü zayıflatmaya çalışmak intihar etmekten başka bir anlama gelmez.
Olgularla desteklenmemektedir: Çünkü bu kararın hükümet tarafından uygulandığı gösterilememektedir ya da gösterilme çabaları anakronik bir ittirmeceden öteye gidememektedir. (Pazar günkü yazımda işin bu yanını ele almıştım... İtiraf edeyim ki, Yıldıray Oğur’un aynı günkü ve aynı konulu yazısı benimkinden daha ikna ediciydi.)
Tabii bir de Cemaat’in o yıllardan sonraki hızlı büyümesi “olgu”su var... Nasıl oluyorsa oluyor, hükümetle asker Cemaat’i “bitirmek” için anlaşıyorlar fakat Cemaat büyüdükçe büyüyor ve bu süre zarfında o cenahtan hiçbir “baskı” mızıldanması gelmiyor.
2003’ü 2004’e bağlayan aralık ayındaki tuhaf gelişmeler...
Artık ana konumuza, yani “2004 koşulları”na dönebiliriz...
2003’ü 2004’e bağlayan son ayda gazeteler, öncekilerle kıyaslanamayacak bir irtica öforisine girmiş görünüyorlardı... Ayın ve yılın son günü de Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın üç Ankara temsilcisine (Sedat Ergin, Fikret Bila, Mustafa Balbay) ilettiği “irtica uyarısı” Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet’in manşetlerini süslüyordu.
Medyadaki irtica hararetinin 2003 Aralık ayı boyunca yükselmesinin sırrı, 2007’de yayımlanan Darbe Günlükleri’yle açıklığa kavuşacaktı... O günlüklerden anlaşıldı ki, Aralık 2003’te medyadaki irtica hararetinin yükselmesinin nedeni, aynı dönemde askerlerdeki darbe hararetinin yükselmiş olmasıydı.
3 Aralık 2003’te, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) bütün orgenerallerin katıldığı bir toplantı yapılmış, hükümete muhtıra verilmesi, orgenerallerin önerisi olarak Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e iletilmişti.
Başbakan’ın, ‘Muhtıra şûrası’ndan bir gün önceki ‘tuhaf’ konuşması...
3 Aralık’taki muhtıra toplantısından bir gün önce, Başbakan Erdoğan Meclis’teki grup toplantısında, o gün nasıl olup da hiçbirimizin “bu ne ya!” demediği çok tuhaf bir konuşma yaptı.
Konu, iki hafta kadar önce, beş gün arayla (15 ve 20 Kasım 2003) İstanbul’da gerçekleştirilen -iki sinagogu, İngiliz Konsolosluğu’nu ve HSBC binasını hedef alan- El Kaide saldırılarıydı... Fakat Başbakan konuşmasının bir yerinde konudan âniden sapıp “Vakti saati geldiğinde fikir, düşünce planında, demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacakları” birilerinden söz etti ve “bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir” deyiverdi...
O konuşmayı yıllar sonra bulup okuduğumda, Başbakan’ın konuşma metninin arasına yerleştirdiği müstehcen “parça”yla hükümete yönelik tehdit odaklarına karşı “farkındayım, ileri gitmeyin” mesajı verdiğini düşündüm, hâlâ öyle düşünüyorum. Tabii, o konuşmayı dinleyip de “Başbakan ne demek istiyor” diye sormamış olmak, biz gazetecilerin hanesine “merak eksikliği” faslından eksi olarak yazılmalı...
Bugüne kadar Başbakan’ın o konuşmada araya “parça” koyup birilerine mesaj gönderme ihtiyacını, o konuşmadan sadece iki hafta önce önüne serilen Ergenekon raporuna bağlamıştım. (Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün talebi doğrultusunda MİT’in savcılığa gönderdiği yazıda, “Ergenekon yapılanması ile alakalı olarak yapılan çalışmaların 19.11.2003 tarihinde Sn. BAŞBAKAN’A sunulduğu” belirtiliyordu.)
Şimdi, Başbakan’ın o mesajının sadece Ergenekon raporuyla değil, o dönemde doruğa ulaşan “darbeci kaynaşma” ile alakalı olduğunu düşünüyorum... Bilmiyorum, belki de bir gün sonraki “muhtıra şûrası”nın istihbaratı alınmıştır ve mesajın bir bölümü de orayadır...
Basındaki askerî müdahaleye aleni davet yazıları...
2004’ün ilk günlerinden itibaren basında aleni askerî müdahaleye davet yazıları çıkmaya başladı. 1 Ocak 2004’te, 12 Eylül Anayasası’nın yazıcılarından, Akşam gazetesi yazarı Coşkun Kırca, “Bu feci durumdan kurtulabilmek ancak Cumhuriyet'i savunma işlevinin tekrar yapılandırılarak canlandırılmasına bağlıdır. Hemen düşünülmesi gereken konu bu silkinmenin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğidir” diye yazdı. Eski diplomat, mesleğinin ona sağladığı diplomatik dil yeteneğini kullanarak, “darbe”yi telaffuz etmeden, darbe çağrısı yapıyordu. Gerçek duygu ve düşüncelerini ise o yazıdan 20 gün sonra, 21 Ocak 2004'te Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'i ziyaret ettiğinde dile getirecektir:
Örnek'in, 12 Aralık 2009'da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği ifadede “bana ait” diyerek teyit ettiği o günkü notlarından biri şöyledir: “Coşkun Kırca ve Mehmet Ali Kışlalı'nın ziyareti... Her iki ziyaretçi de cumhuriyetçi ve TSK’yı destekleyen yazarlar. Kırca 76 yaşında. O kadar duygulu hale gelmiş ki benim yanımda olayları ve son durumu anlatırken iki kez ağladı. Kışlalı da efendi bir insan. Her ikisi de bana 'zaman geçiyor ve her gün daha kötüye gidiyoruz. Ne yapacaksanız yapın yoksa geç olacak' mesajını verdiler.”
Kırca’dan bir gün sonra ise Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk, ayın ve yılın son gününde Aytaç Yalman’ın irtica uyarısıyla yaklaşmakta olan yerel seçimleri (Mart, 2004) karşılaştırıp şu sonuca varıyordu: "(...) Son günlerde Aytaç Paşa konuştu.. Doğru konuştu. (...) Bu doğru, belediye seçimlerinde sandıktan çıkacak doğrulardan daha doğru bir doğrudur.."
Başbakan’ın yüzüne karşı: 35. Madde, ‘TSK’nın görevi T.C.’yi korumaktır’ hükmünü âmirdir...
2004’e “bu yıl olacak bu iş” duygusuyla girildiğini gazetelerden (bir tür “açık istihbarat”la) öğrenmek mümkündü... Fakat yıllar sonra yine Darbe Günlükleri’nden öğrenecektik ki, 2004’ün ilk ayında komutanlar Başbakan’ın yüzüne karşı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesine hatırlatmışlar...
Günlükler’de “TRT bildirisi” hazırlığını gerektirecek kadar ciddi bir toplantı olarak tasarlanan 14 Ocak buluşması, askerlerin isteği üzerine gerçekleştirilir... İmaj ve Hakikat adlı kitabımda, bu toplantıyı şöyle anlatmıştım:
“(Günlükler’in o bölümünü) okuyunca, o günlerde Başbakan'ın yakınındaki siyasetçilere söylediği ve benim de bir gazeteci olarak kulağıma gelen ‘durum, bildiğiniz gibi değil; bilseniz ürkerdiniz’ şeklindeki sözler geldi aklıma... Genelkurmay Başkanı, İkinci Başkan, dört kuvvet komutanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı'nın katıldığı bu 8 kişilik toplantıda, askerlerin açık açık ‘değiştim diyorsun ama bunu bize ispat etmelisin’ havasında Başbakan'ı sigaya çekme çabasında oldukları açıkça belli oluyor. Ayrıca kendisine açık açık TSK İç Hizmet Kanunu'nun meşhur 35. maddesi dahi hatırlatılıyor.”
Unutmadan: Bu garip toplantı, aynı zamanda, o günlerde Gülen Cemaati’ne ve irticaya karşı yalın kılıç bir “uygulama”ya girdiği söylenen Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in de kellesinin istendiği toplantıdır.
Garnizon komutanlarının valileri uyardığı günler... Tuhaf, çok tuhaf günlerdi... Bugün bize hayli anlaşılmaz gelebilir, fakat o günlerde, illerdeki garnizon komutanları “irtica” konusunda mülki amirleri ve savcıları dahi uyarabiliyordu. Komutanlar uyarıyorlar, gazeteler de hiçbir fevkaladelik vurgusu taşımayan haberleriyle bu uyarıları kamuoyu bilgisi haline getiriyorlardı...
Cumhuriyet gazetesinin 10 Nisan 2004 tarihli “Ege'de irtica uyarısı” başlıklı haberinde olduğu gibi: “Garnizon komutanları, mülki amirlerin irticai hareketlenme konusunda önlem almasını istedi... Ege'deki garnizon komutanları, mülki amirlere ve cumhuriyet savcılarına gönderdikleri yazıda, son dönemlerde yükselen ve kılık kıyafetlere yansıyan irticai tavırlar karşısında gerekeni yapmalarını istedi.”
Cumhuriyet, bir gün önce de (9 Nisan 2004) bir tuğgeneralin (!) “irtica uyarısı”nı manşetten haberleştirmişti. Tuğgeneral Hamit Tekkanat “İrtica sinsice gelişiyor” (manşet cümlesi) diyordu: “11. Piyade Tugayı Komutanı Tuğgeneral Hamit Tekkanat, Denizli'de kara çarşaflı kadınlar ile cübbeli erkeklerin idari ve adli binalarda boy göstermesine sert çıkarak 'bazı kesimlerin, bu tip çağ dışı kıyafetlerle yaşam tarzı oluşturarak Atatürk ilke ve devrimleri ve dolayısıyla anayasayı açıkça ihlal ettiklerini' belirtti. Denizli Valiliği ve Cumhuriyet Savcılığı'na bir yazı gönderen Tuğgeneral Tekkanat, Kılık Kıyafet Kanunu'nun uygulanması çağrısında bulundu.”
Daha neler var neler ama sanırım bu kadar yeter...
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 25 Ağustos 2004 tarihli MGK gündemine günlerdir tartıştığımız karar tasarısını getirdiğinde, ülkedeki atmosfer işte böyleydi... (Alper Görmüş, Türkiye)
------------------------------------------------------------------------------
BARANSU NASIL BİR GAZETECİ, BUNLARI ARAŞTIRMADAN YAZIYOR?
-Ne muhtırayı verebildiler ne de Dinçer’i yiyebildiler-
10.12.2013 09:31 2004 yılının Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, günlüklerinde, MGK’da alınan kararlar uygulanmadığı için muhtıra vermeyi planladıklarını ve Başbakan’dan kararları uygulamayan Ömer Dinçer’i görevden almasını istediklerini anlatıyor.
2004 yılı Ağustos ayında toplanan MGK’da Fethullah Gülen cemaatini bitirmek için tavsiye kararının imzalandığı iddiasıyla ilgili tartışmalar sürerken askeri vesayetin hakim olduğu süreçte hükümetin bu karara nasıl direndiği Ergenekon ve Balyoz davası sanıklarının günlüklerinde deşifre oldu. Balbay’ın günlüklerinde Yaşar Büyükanıt’ın “Biz aslında bunların hepsini BUTKK’a veriyoruz ama kime neyi şikayet edeceksiniz” diye sitem ederken, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde “Gülen kararı imzalandı ama bilmem ne işe yarar” ifadeleri dikkat çekti. Günlüklerde dönemin Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu Başkanı Ömer Dinçer’in MGK’da alınan kararları uygulamadığı ve aksi yönde makaleler yazdığı için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a şikayet edildiği, Erdoğan’ın da Dinçer’in arkasında durduğu belirtiliyor. Günlüklerde ağır baskı altında görev yapan hükümete yönelik muhtıra hazırlıkları da dikkat çekti.
Gülen için hükümet suçlandı
Gazeteci Alper Görmüş’ün “İmaj ve Hakikat” adlı kitabında yer alan Örnek’in günlüklerinde 2004 MGK kararlarına o notlar şöyle:
24 Haziran 2004 tarihli “MGK toplantısı” başlıklı not: “Güzel bir toplantı oldu. DEP’liler konusunda Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı hükümet kanadına çok ağır bir şekilde yüklendiler. Fethullah Gülen konusunda Genelkurmay Başkanı oldukça ağır bir konuşma yaptı ve hükümeti suçladı. Eğer siyasi irade konulup bu konunun üzerine gidilmezse felaket olacağını belirtti.”
İmzaladık ama ne işe yarar!
26 Ağustos “MGK toplantısı (Cumhurbaşkanlığı köşkü)” başlıklı not: “Bu toplantıda Aytaç (Yalman) ve Şener Eruygurlar veda etti. MGK’ya katılmaya başladığımdan beri ilk kez tasviye kararı imzaladık. Fethullah Gülen ve teşkilatıyla ilgili olarak geçen toplantıda yapılan görüşmeden sonra bu adamın faaliyetlerinin yakından takip edilmesine karar verilmişti. Onunla ilgili tasviye kararı bugün imzalandı. Bilmem ne işe yarayacak.”
MGK işe yarar kurum değil
Örnek 18 Ekim tarihli notunda da MGK’nın işe yarar bir kurum olmadığını ve hiçbir işlevi olmadığından yakınıyor: “MGK’da Yiğit Alpogan MGK’nın sivilleştirilmesi için Şükrü Sarıışık’ın yerine atandı. MGK’yı think-thank kurulu haline getirmeyi düşünüyorlarmış. Zaten bugünkü şekliyle MGK bir işe yarar kurum değil. Hiçbir işlevi yok. Karar dahi alınmıyor. Bana kalsa hemen kapatırım. Devletin kurumları ve bizler de bu utançtan kurtuluruz. Zira halk bizi orada bir iş yapıyoruz zannediyor.”
MGK öncesi ‘muhtıra verelim’ toplantısı
Özden Örnek’in günlüklerinde, MGK toplantısı öncesi askerlerin hükümete muhtıra vermek için plan yaptığı itiraf ediliyor. 15 Kasım 2003 tarihli notta Örnek, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ’un yanına giderek “İlker’e yaptıkları özel çalışmanın ne olduğunu sordum” ifadelerini yazmış. Örnek, Başbuğ’un söz konusu planı şöyle aktardığını ifade ediyor: “Hep beraber hazırladığımız öneriyi YAŞ’a getirip tartışacağız. Sonra Cumhurbaşkanı’na götüreceğiz ardından da Başbakanı buraya davet ederek kendisiyle görüşeceğiz. Yani sonuçta planımız bir nevi muhtıra olacak.”
Özkök, irtica takiplerini verdi
-19 Kasım 2003 tarihli “MGK ön toplantısı” başlıklı not: Genelkurmay başkanı ile toplanıp MGK’da konuşulacak konuları gözden geçirdik. Geneklkurmay Başkanı konuşmalarında hep hükümeti savundu. KK ne derse hep tersledi. Toplantıdan sonra Jandarma Genel Komutanı biz davet etti. İrtica ile ilgili birçok resim ve takip sonucu verdi.
-22 Kasım 2003: Şura toplantısında amacımız Ağustos 2004 ayına kadar olacak sürede bu hükümet bildiğini okumaya devam ederse komuta heyetinin, halkın da duyacağı şekilde muhtıra verme yetkisi alacağını söylemek.
Dinçer irtica takdimi yapmasın
-21 Ocak 2004 MGK hazırlık toplantısı:
Genelkurmay Başkanına MGK toplantıısnda Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in de takdim yapacağını hem de irtica ile ilgili takdim yapacağını bizim böyle bir konuyu kabul etmeyeceğimizi ve esasen 14 Ocak günü bu rahatsızlığımızı Başbakan Erdoğan’a söylediğimizi eğer mümkünse konuyu Cumhurbaşkanı’na ileterek tedbir alınmasını istedim.
Balbay MGK öncesi baskıyı anlatıyor
Ergenekon dosyasında yer alan Özden Örnek’in ve CHP milletvekili gazeteci Mustafa Balbay’ın günlüklerinde, 2004 MGK’sında hükümete sert çıktığı anlatılan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e sürekli ordudan baskı yapıldığı ve muhtıraya zorlandığı anlatılıyor. Ağustos 2004 MGK öncesi ve sonrasına dair günlüklerdeki şu notlar dikkat çekici:
Balbay’ın günlüklerinden:
-Yalman ile görüşme (18.12.2003): KKK ile makamda görüşme... Yalman: Her şeyden önce şunu söyleyeyim, tatsızım, gerginim, huzursuzum. Gidiş iyi değil. 80 yılda adım adım bir yerlere getirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin önümüzde mum gibi eridiğini görüyorum. Buna tahammül etmek çok zor.
-25 Nisan 2003: Şener Eruygur ile görüşme: Şimdi bir dönem başladı denebilir Bundan sonra uygun platformlarda gereken söylenecek. MGK’da da gereken söylenecek. MGK iyi geçecek. Tek neden türban değil. Ama bunla ona indirgiyor.
-25 Nisan 2003: Dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Aslan Güner ile görüşme: Artık izleme, takip dönemi bitti. Eğer anladılarsa iyi, anlamadılarsa yeniden söylenir. Geri adım atılmayacak.
-25 Nisan 2003: Tuncer Kılınç ile görüşme: Bu aşamadan sonra artık geri adım atılmaz. Bir duruş gösterildi.
MİLLİ SİYASET BELGESİ SİTEMİ
-17 Ocak 2005: Hazırlanan Milli Güvenlik Siyaset belgesi ile Başbakan imzalı Başbakanlık görüşü elimize geçti. Hazırlanan görüşler Milli Güvenlik Siyaset Belgesine ve askere karşı. Başlangıçta bunlara taviz verilmeseydi bu adamlar böyle cesaretlenip askeri her konudan hatta savunmadan bile silmeyi isteyemezlerdi. Ülkenin geleceği tehlikede olabilir. Bu konularda konuşmak için KKK gittim. Aynı fikirdeyiz ve bir hamle yapılması gerektiğine inanıyoruz.
‘Dinçer kararları uygulamıyor’ şikayeti itibar görmedi
AK Parti Milletvekili Ömer Dinçer’in Gülen’i bitirme planını uyguladığı iddialarının asılsız olduğu Özden Örnek’in günlüklerinde gözler önüne serildi. Başbakanlık Müsteşarı olarak Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BTUKK) Başkanı da olan Dinçer’in, MGK kararlarını uygulamadığı ve aksi yönde makaleler yazdığı için Başbakan Erdoğan’a şikayet edildiği anlatıldı. Komutanlar 14 Ocak günü Dinçer’i, Başbakana şöyle şikayet ediyor. Ancak Erdoğan’dan istediklerini alamadıkları 15 Ocak 2004 tarihli notta şöyle anlatılıyor: “Ömer Dinçer, siyasi öncelikli İslami hareket olan Refah Partisi ile kültürel öncelikli İslami hareket olan Fethullah Gülen, Nurculukk, Süleymancılık gibi tarikatların birleşerek laikliğin İslamda bütünleşmesini ve Cumhuriyetin İslami düzene sokulmasını, siyasal İslam modelinin gerçekleşmesini öngörmektedir. Siz de ‘Ömer Dinçer’in arkasındayım’ açıklaması yaptınız. Türklük bir üst kimliktir. Parti programında Türk değil de Türkiyelilik ifadesi kullanılması tehlikelidir.”
(28 Kasım 2013, 13:57), son güncel.: (10 Aralık 2013, 09:31)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: