Taksim gezi olayları sürecinde yaşanan Kabataş'ta başörtülü bir bayana yönelik saldırı şu günlerde tekrar gündemde. Gezi olaylarının arkasındaki çevreler, kamera görüntüleri olmadığı için o olayın yaşanmadığını, yalan söylenerek toplumun kandırıldığını savunuyorlar. Hatta daha da ileri gidilerek o bayan lince tabi tutuluyor. Bu linç girişimine isyan edenlerden biri Sabah yazarı Mahmut Övür oldu. 'Biraz insaf diyeceğim ama insaf olmadığını biliyorum' diyen Övür, 'O meydandan Türkiye'ye yayılan nefret dilinden, taşlaşmış vicdanlardan insaf çıkmaz. Çıksaydı en azından bir kadının taciz gibi aşağılayıcı bir saldırıyı anlatması karşısında susarlardı. Ama ne yazık ki onlar hala 'kanıt var mı?' diye öfke kusuyorlar. Mobese kameralarının neden kapatıldığı veya görüntüleri kimin kesip biçtiği de sorgulanmıyor.' diyor. Övür, Gezi olaylarında nasıl iğrenç saldırılar yaşandığına bizzat kendisinin şahit olduğunu da yazısında aktarıyor. Kabataş lincine tepki gösteren ilk kişi ise Türk siyaset bilimci, akademisyen ve köşe yazarı Atilla Yayla olmuştu. Gezi'de bir çok Kabataş olayı yaşandığını aktaran Yayla, yazısında 'Her tacize uğrayan görüntü bulmak zorunda mı?.. Kadının beyanı delil sayılmalı.. Feminist çevreler bile duyarsız kaldı.. Bir değil binlerce Kabataş yaşandı.. Gezi'nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizdir' diyordu.
07.03.2015 18:00 2013 yılında Taksim Gezi Parkı olayları sürecinde yaşanan Kabataş'ta başörtülü bir bayana yönelik saldırı şu günlerde tekrar gündemde. Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın avukatı Fidel Okan tarafından başlatılan bu linç girişimine Gezi olaylarının arkasındaki çevrelerce hemen destek verilmeye başlandı. Kamera görüntüleri olmadığı için o olayın yaşanmadığı, yalan söylenerek toplumun kandırıldığı ileri sürülmeye başlandı. Daha vahimi ise daha da ileri gidilerek o bayan lince tabi tutulmaya, hakaretlere ve iğrenç yakıştırmalara maruz bırakılmaya başlandı.
Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan'ın öldürülmesi gibi olaylarda kamera görüntülerinin niçin olmadığının peşine düşen, ya da tacize uğrayan çeşitli kadınları kamera görüntülerine dahi gerek görmeden savunan çevreler bu kez tam tersini yapıyor.
VURUN KAHPELER!
Hükümet karşıtı olarak da kısaca nitelendirilebilecek kesimlerde -ki buna Gülen cemaati de dahil edilebilir- inanılmaz bir "Vurun kahpeye!" linci yaşanıyor. İnsanlıktan utandıracak şekilde Kabataş mağduru bayan hakaretlere ve tacize bu kez daha geniş şekilde maruz bırakılıyor. Aynı şekilde o bayanın uğradığı tacize sayfalarında geniş şekilde yer vermiş olan Star gazetesi yazarı Elif Çakır da bu kesimlerin hedefi haline geldi.
Bu linç girişimine karşı ise kamuoyunda giderek yükselen bir öfke patlaması yaşanmaya başladı. İlk tepki Türk siyaset bilimci, akademisyen ve köşe yazarı Atilla Yayla'dan geldi. Kabataş’ta yaşanan saldırı olayı üzerinden Gezi provokasyonunu aklamaya çalışan başta Pensilvanya medyası olmak üzere tüm tetikçi kalemlere sert bir yazı kaleme alan Yayla'nın yazısından çarpıcı bölümler şu şekilde idi:
Gezi’de bir değil binlerce Kabataş yaşandı
"Gezi olayları sırasında bir Kabataş olayı yaşanmadı, binlerce Kabataş olayı yaşandı. Hadi Kabataş'taki Kabataş olayı yaşanmadı diyelim, diğer yerlerdeki Kabataş olaylarını nereye koyacağız? Bu tür tacizlere bizzat şahit oldum. Ayrıca, birçok başörtülü öğrencim uğradıkları sözlü ve fiili tacizi bana aktardı.
Gezi'de Kabataş mı Kabataşlar mı?
Gezi olayları sürerken İstanbul Kabataş'ta mütedeyyin bir kadının bebeğiyle birlikte Gezi'ye katılmak için oradan geçip Taksim'e doğru giden kadınlı erkekli bir grup tarafından taciz edildiği haberleri çıkmıştı. Olaylar sona erdikten sonra da bununla ilgili tartışmalar sürdü. Sonra bazı kamera kayıtları ortaya çıktı. Bu kayıtlara bakılırsa böyle bir olay yaşanmamıştı. Ancak, görüntüler tartışmayı bitirmedi. Tuhaf şekilde, olay saatinde etraftaki mobese kameralarının tamamına yakını ya kapalıydı ya da devre dışıydı. Ortaya çıkan kamera kayıtları ise parçalıydı, eksikti ve üzerlerinde oynanmıştı.
Her tacize uğrayan görüntü bulmak zorunda mı?
Son günlerde Kabataş olayı tekrar tartışılmaya başladı. Televizyon programlarında ve gazete köşelerinde olayı haber yapan gazeteciler, özellikle Elif Çakır, ağır saldırılara maruz kaldı. Hem o hem de olayın yaşandığına inananlar yalancılıkla suçlandı. Mağdur hanım da yalancılıkla itham edildi.
Bu tartışmaların iki yönüne dikkat çekmek isterim. İlki, tacize uğradığını iddia eden kadınlarla ilgili tavır. Tüm dünyada gittikçe kuvvetlenen bir eğilim, taciz iddialarında kadınların beyanını yeterli delil saymak ve ona göre davranmak. Özellikle feminist çevreler bunu çok savunuyor. Bu uygulamanın hiç mahzuru olmadığı kanaatinde değilim. Bu yaklaşımla masumiyet karinesi neredeyse tersine çevriliyor. İddia edenin değil itham edilenin masumiyetini ispatlaması bekleniyor.
Kadının beyanı delil sayılmalı
Bu bir yana, kadınlara verilen bu ayrıcalıklı statü istismar edilebilir, masum erkeklerin aleyhine kullanılabilir. Nitekim, bu tür vakalarla zaman zaman karşılaşıyoruz da. Ancak, buna rağmen, bu eğilimin tamamen haksız olduğunu da söyleyememem. Zira, erkek egemen kültürde kadınların mağdur edilmesi ihtimali güçlü ve çoğu durumda bu tacizleri klasik anlamda hukukî delile bağlamak gayet zor. Bu yüzden, kadınların beyanı delil sayılabilir. Bu hakkın istismarını önlemenin garantisi, bu tür vakaların haberleşmesinin çoğu zaman kadınların teşhir edilmelerine sebep olması.
Feminist çevreler bile duyarsız kaldı
Bir kadın bunu göze alıyorsa, onun iddialarının doğruluğuna inanmak için bir sebebimiz var demektir. Ancak, feminist çevreler dahi bu konuda ayrımcı. Solcu ve seküler kadınlar kendileri gibi olmayan kadınlara kendilerine tanınan hakları hak görmüyor. Hatta o kadınlara karşı erkeklerden çok daha şiddetli ve militanca tavırlar takınıyor. Bunlar, söz konusu taciz bir "modern" kadına yapılmış olsaydı, muhtemelen, delil, kayıt falan beklemez, kadının beyanını iddiaların doğruluğunu kanıtlamaya yeterli sayarlardı.
Bir değil binlerce Kabataş yaşandı
İkinci nokta da Gezi'nin yol açtığı saldırganlığı ve tacizciliği Kabataş'a indirgeme ve orada yok sayma veya aklama eğilimi. Gezi olayları sırasında bir Kabataş olayı yaşanmadı, binlerce Kabataş olayı yaşandı. Hadi Kabataş'taki Kabataş olayı yaşanmadı diyelim, diğer yerlerdeki Kabataş olaylarını nereye koyacağız? Bu tür tacizlere bizzat şahit oldum. Ayrıca, birçok başörtülü öğrencim uğradıkları sözlü ve fiili tacizi bana aktardı. Diğer bazı öğrencilerim korkularından günlerce sokağa çıkamadıklarını söyledi. Daha yetişkin olanlar de ja vu hâline düştüklerini, tekrar 28 Şubat psikolojisine girdiklerini söyledi. Onları bırakın, ben bile tacize ve saldırıya uğradığım hissine kapıldım. Her an bir saldırıya uğrama tehdidi altında kaldım.
Gezi'nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizdir
Hayatımı ve hayat tarzımı gerekirse mukabil şiddet kullanarak korumam gerektiği kanaatine vardım. Bütün bunları unutacak veya görmezden mi geleceğiz?
Ne kadar tevil etmeye çalışırsanız çalışın, gerçeği değiştiremezsiniz, gizleyemezsiniz; Gezi'nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizcilikti." (Atilla Yayla / Yenişafak)
BİRAZ İNSAF DENEMEZ, ÇÜNKÜ BUNLARDA HİÇ YOK!
Bu aşağılık linç girişimine isyan edenlerden bir diğer isim ise Sabah yazarı Mahmut Övür oldu. 'Biraz insaf diyeceğim ama insaf olmadığını biliyorum' diyen Övür, 'O meydandan Türkiye'ye yayılan nefret dilinden, taşlaşmış vicdanlardan insaf çıkmaz. Çıksaydı en azından bir kadının taciz gibi aşağılayıcı bir saldırıyı anlatması karşısında susarlardı. Ama ne yazık ki onlar hâlâ "kanıt var mı?" diye öfke kusuyorlar. Mobese kameralarının neden kapatıldığı veya görüntüleri kimin kesip biçtiği de sorgulanmıyor.' diyor. Gezi olaylarında nasıl iğrenç saldırılar yaşandığına bizzat kendisinin şahit olduğunu da aktaran Övür'ün yazısı şu şekilde:
"Bırakın tek parti, tek şef dönemini, geriye dönüp bakın, Türkiye'nin çok partili sisteme geçişinden bu yana, eski Türkiye'yi biçimlendiren egemen ideoloji toplumun önemli kesimlerini hep yok saydı, aşağıladı...
Dindarı, Kürdü, Alevi'si, azınlıkları hatta sol ve liberal düşünce sahipleri bile ötekileştirilip dışlandı. Sadece onlar da değil, bu farklı kesimlerin biraz olsun nefes almasını sağlayan Menderes'ten Özal'a, Erbakan'dan Erdoğan'a, başbakan veya cumhurbaşkanı olanlar bile o egemen ideolojinin saldırısından, aşağılamasından kurtulamadı. Hatta Demirel bile...
Her sıkıştığı dönemde askeri darbelerle etkinliğini sürdüren bu egemen ideoloji, son 12 yıllık AK Parti iktidarı döneminde askerlerden beklediklerini bulamayınca toplumsal ayaklanmalardan veya medya üzerinden yürütülen algı operasyonlarından medet ummaya başladı.
Akla hayale gelmeyen yalan ve iftiralarla siyaseti dizayn etmeye katlılar. "Denize düşen yılana sarılır" misali her fırsatı kullandılar. Askeri kışkırttılar, "Genç subaylar rahatsız" diye selam çaktılar, "Karanlığın farkında mısınız?" dediler, 367'yi uydurdular... Önce İranlaşıyoruz, Malezyalaşıyoruz diye, sonra da eksen kayıyor diye yaygara kopardılar. Şimdi de otoriterleşiyoruz diye toplumu korkutmaya çalışıyorlar.
Yenilenmedikçe ve yenildikçe o kesimin öfkesi daha da arttı. Bu da onları "saldırgan"laştırdı. İşte çevremizi kuşatan "Üst akıl" bu fırsatı kaçırmadı ve eski Türkiye'nin yeni sürümünü piyasaya çıkardı: Toplumsal ayaklanma.
Mayıs 2013'te İstanbul Taksim'de yaşanan Gezi olayları bu yeni sürümün ürünüydü. Gezi'de kaybedenlerin kitlesel cinnete dönüşen halini gördük. O meydandaki "Çağdaş ve aydınlanmacı" görüntüyü kazıdığınızda altından inanılmaz bir nefret ve öfke çıkıyordu.
Şu sıralarda o meydanda üretilen, ötekileştirici saldırganlığın sadece bir örneği olan Kabataş'taki taciz olayıyla ilgili tuhaf bir algı operasyonu yürütülüyor. Hedefe de başta Gazeteci Elif Çakır olmak üzere o olayı yazan yazarlar kondu. Denilen şu: "Kabataş'ta böyle bir olay yaşanmadı çünkü ortada görüntü yok."
Biraz insaf diyeceğim ama insaf olmadığını biliyorum. O meydandan Türkiye'ye yayılan nefret dilinden, taşlaşmış vicdanlardan insaf çıkmaz. Çıksaydı en azından bir kadının taciz gibi aşağılayıcı bir saldırıyı anlatması karşısında susarlardı. Ama ne yazık ki onlar hâlâ "kanıt var mı?" diye öfke kusuyorlar. Mobese kameralarının neden kapatıldığı veya görüntüleri kimin kesip biçtiği de sorgulanmıyor.
Ayrıca o olayın görüntüsünün olup olmaması da mesele değil. Gezi olayları sırasında sokaklarda, mahallelerde nasıl bir ötekileştirme, aşağılama ve tehdit savrulduğunu hepimiz yaşadık. Başörtülü insanlar da, Gezi'ye katılanlardan biraz farklı düşünen insanlar da her türlü hakarete uğradı.
Her şey bir yana, CHP'li arkadaşlarımla o meydanı dolaşırken yaşadığım pervasızlığı, terbiyesizliği ben biliyorum. Gezi'de yaşanan vandalizmi, aşağılamayı, ötekileştirmeyi Kabataş olayı üzerinden temizlemek mümkün değil. Boşuna kendinizi yormayın. Siz de biz de farkındayız, Gezi'de tıpkı 1960 veya 28 Şubat postmodern darbesinin zeminini hatırlatan kirli bir hava vardı.
Gezicileri çıldırtan şey
Siz bu havayı seviyor olabilirsiniz ama Türkiye toplumu ezici çoğunluğuyla o zehirli havayı bir daha solumak istemiyor. Bu da sizi çıldırtıyor. Bu yüzden diliniz KABA, vicdanınız TAŞ'laşmış durumda." (Mahmut Övür / Sabah)
(07 Mart 2015, 18:00)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
TAKSİM GEZİ OLAYLARIYLA İLGİLİ MANŞETLERİMİZ
Belgeleriyle Gezi´nin Ardındakiler
Gezi´ye darbe soruşturması
Çapulcu da denmesin, darbe de
Gezi´nin ana iddianamesi tamam
Yabancı vakıflara suç duyurusu
Paralel yapı-Gezi olayları bağlantısı manşetlerimiz
Cemaat hala Gezi´de mi?
Cemaat de Gezi´de mi?
Çadır yakmada paralel şüphe
Paralel arkadaş bu ne telaş