Fetö'nün darbe girişimine ilişkin Ankara'daki ilk iddianame Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Astsubay Ömer Halisdemir'in de şehit edildiği Gölbaşı'ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığındaki eylemlere ilişkin iddianamesinde 18 sanık yer alıyor.
03.12.2016 12:54 Fetö'nün darbe girişimine ilişkin Ankara'daki ilk iddianame Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Astsubay Ömer Halisdemir'in de şehit edildiği Gölbaşı'nda bulunan Özel Kuvvetler Komutanlığındaki eylemlere ilişkin davanın iddianamesinde 18 sanık yer alıyor.
1 Aralık'ta kabul edilen iddianamede, sanıklardan 17'sinin "anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs", "Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile TBMM'yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs" ve "nitelikli kasten öldürme" suçlarından dörder kez, ağır yaralı Ömer Halisdemir'i başından iki kez daha vurarak şehit eden sanık Mihrali Atmaca'nın ise 5 kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmaları isteniyor.
Ayrıca, bütün sanıkların "silahlı terör örgütü üyeliğinden" 7,5 yıldan on beşer yıla kadar hapsi talep ediliyor.
İddianamede Astsubay Ömer Halisdemir "şehit", darbe girişiminde bulunan Albay Ümit Bak'ın emir Astsubayı Nedim Şahin de "maktul" olarak yer alıyor.
Şehit Halisdemir'in eşi Hatice Halisdemir ile İsmail Oğuz ve Ayşe Şahin'in "müşteki" olarak yer aldığı davanın sanıkları ise şunlar:
"Ahmet Kara, Ahmet Muhammed Demirci, Ali Güreli, Ali Solmaz, Cemal Güleç, Cihat İbrahim Yörük, Erhan Almaz, Erkan Kütükcü, Fatih Şahin, Furkan Aslanbay, Gökay Engin, Halit Çelik, Harun Topbaş, Hasan Aksoy, Hüseyin Oğuz, İsmail Çınar, Mehmet Bilge ve Mihrali Atmaca."
İddianamede, "Darbe teşebbüsüne ilişkin soruşturmalar kapsamında FETÖ/PDY üyesi bir kısım asker ve kamu görevlilerinin ifadelerinden, darbe teşebbüsünün anılan terör örgütünün lideri Fetullah Gülen'in bilgisi ve talimatı ile yapıldığı ve sivillerin katledilmesi, kamu görevlilerinin şehit edilmesi başta olmak üzere ortaya çıkan maddi ve manevi zarardan, adı geçenin başında olduğu terör örgütünün sorumlu olduğu anlaşılmaktadır." ifadeleri yer alıyor.
İddianameyi kabul eden Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma gününü henüz belirlemediği öğrenildi.
ÖRGÜTÜN YAPISI
İddianamede FETÖ'nün yapısı ayrıntılarıyla anlatıldı.
İddianamede, örgüt üyelerinin hücresel şekilde birbirleriyle bağlantılı oldukları, aralarında rapor ve talimat alışverişinde bulundukları ifade edildi.
Yeni çocuk ve gençlerin örgüte alındığı, eğitilip yetiştirilerek örgüt kadrolarına katıldıkları belirtilen iddianamede, örgütün eğitim malzemeleri, kitapları, bildirileri, ideolojisini anlatan belgeleri, evrakı, dokümanları, ordu ve emniyet içinde teşkilatlanmış silahlı gücü bulunduğu kaydedildi.
FETÖ/PDY'nin de diğer terör örgütleri gibi bir inanca dayandığına işaret edilen iddianamede, örgütün, üyelerinin uğrunda zorluklarına katlanabildiği, fedakarlıkta bulunduğu, amacına yönelik şeyler yapabildiği, bir inanç ve ideoloji sistemine dayandığı aktarıldı.
İddianamede, "Örgüt kadrolarının sızdığı devletin güvenlik kurumlarının silahlı olması ve bu silahları kullanma yetkisinin bulunması, örgütün silahlı ve askeri eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir. FETÖ/PDY üyeleri, mutlak itaat ve cennete kavuşacakları saiki ile hareket ederek, devlet içinde suikast benzeri hareketlere başvurmuştur." ifadelerine yer verildi.
"Organize bir terör örgütü"
FETÖ'nün dini unsurları temel alarak hareket ettiği öne sürülen iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Örgütün, dini değerler değişmezken, zamana ve şartlara göre kendisini değiştirmesi, ülkesi ve devleti ile barışık olması beklenirken, devleti kendisine hasım ve karşı cephe görmesi, tüm yapısıyla açık ve şeffaf olması gerekirken, bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, geniş çaplı yapılaşması olan, örgüt üyelerinin birbirlerini tanımalarını kolaylaştıracak birtakım araçlar ile kaynağı bilinmeyen paralar kullanması, yönetim kadrosunun faaliyetlerini yurt dışından idare etmesi ve Türkiye'ye gelmekten ısrarla imtina etmesi, hasımlarını saf dışı etmek için her türlü baskı, şantaj ve yasa dışı faaliyeti kullanması, çeşitli yabancı misyon temsilcileriyle mahiyeti bilinmeyen görüşmelerde bulunması, diğer terör örgütleriyle temas kurması ve onlara istihbarat, lojistik, eylem tarzı türü destek sağlaması, söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize bir terör örgütü olduğunu ortaya koyan unsurlardır."
İddianamede, örgütün, kuruluş yıllarından itibaren toplumun dini duygularını suistimal ederek "himmet" adı altında topladığı finans ile yurt içi ve dışında faaliyete geçirdiği eğitim kurumlarında yetiştirdiği öğrencilerin beyinlerini yıkadığı anlatıldı.
Örgütün, elde ettiği finans ve siyasi gücünü, "istişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt ve ev imamları" gibi hiyerarşik illegal yapılanmasına bağlı insan gücünü örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullandığına değinilen iddianamede, devlet kurumlarına sızarak, yabancı ülkelerden birtakım kişi ve kuruluşların desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeyi amaçladığı bildirildi.
İddianamede ayrıca örgütün, kamu, ÖSYS ve benzeri sınavlarda soruları hukuka aykırı yollarla ele geçirip, kendi mensuplarının sınavlarda başarılı olarak kamu kurumlarına ve etkin okullara girmesini sağlamanın yanında, ürettiği sahte belge ve delillerle, örgüt mensubu olmayanların devlet kadrolarından tasfiyesiyle bu kadrolara kendi elemanlarını yerleştirme yöntemlerini kullandığı kaydedildi.
Örgütün, 1970'li yıllardan itibaren devletin içine sızarak, özellikle "mülkiye, adliye, emniyet, milli eğitim ve TSK" içerisinde kendi özel hiyerarşisiyle illegal kadrolaşmaya gidildiğinin, elebaşı Fetullah Gülen'in bazı ifade ve açıklamalarında rahatlıkla görülebileceği ifade edildi.
"Yasa dışı terörist örgütlenmelerin taktiklerini kullanmaktadır"
"FETÖ/PDY örgütlenmesinin; gizlilik, hiyerarşik yapılanma, pelür kağıtları ile haberleşme, öz geçmiş raporu verme, birbirlerini tanımak amacıyla ortak bir dil (bir dolarlık banknot) kullanma ve kod adı kullanma gibi özellikleri ile yasa dışı terörist örgütlenmelerin taktiklerini kullanmaktadır." tespitine yer verilen iddianamede, elebaşı Gülen'in verdiği kararı sorgulama anlamına gelecek her tavrın şiddetle önlendiği belirtildi.
Örgütün hiyerarşik yapısına da değinilen iddianamede, örgütün coğrafi, sektörel ya da kurumsal anlamda "imam" olarak ifade edilen sorumlulardan oluşan çalışma ve hiyerarşik düzene sahip olduğu aktarıldı.
İddianamede, mensuplarınca "kainat imamı" ve "mehdi" olarak kabul edilen elebaşı Gülen'in liderliğini yaptığı örgütün "danışman kadrosu, kıta imamları, ülke imamları, bölge imamları, il imamları, ilçe imamları, esnaf imamları, semt imamları, ev imamları" üzerinden örgütlendiği kaydedildi.
Mülkiye, emniyet, TSK, MİT ve yargı içerisinde faaliyet gösteren imamların ise ayrı yapılanma içinde yer aldığı, bu yapılanmadakilerin, devletin hassas kurumlarında görev yapmaları nedeniyle takip edilmemek için daha üst düzey önlemlere başvurduğu bildirildi.
İddianamede, FETÖ'nün kuruluşundaki yemin metnine de yer verildi. Yemin edenlerin, 18 maddelik kuralları içeren prensiplere uymakla yükümlü olduğu ifade edildi.
"İhtiyaç sahibi değil, zeki ve başarılı öğrenciler hedef alındı"
Örgütün etkisi altına aldığı öğrencileri öncelikli olarak eğitim fakültelerine yönlendirdiği anlatılan iddianamede, bunun uzun vadeli planların parçası olduğu vurgulandı.
Örgüt eğitim kadrosunun nitelik ve nicelik açısından yeterli düzeye ulaşmasının ardından kendisine bağlı olanları çağın gereksinimleri doğrultusunda yönlendirdiği ve devlete yerleştireceği kadroları yetiştirmeye başladığı aktarılan iddianamede, "Eğitim gönüllüsü diğer kuruluşların ve dini referanslı yapıların aksine FETÖ/PDY, ihtiyaç sahibi olan öğrencileri değil, zeki ve başarılı öğrencileri hedef almış, hatta bu öğrencilere IQ testleri yaptırmıştır. Böylelikle örgütün devleti ele geçirme amacına ulaşmasına katkı sağlayacak kadrolaşma faaliyetlerinin önü açılmıştır." değerlendirmesinde bulunuldu.
İddianamede, Gülen'in 1960'ların sonunda başlattığı uzun vadeli projenin ilk halkasını eğitim oluştururken, tedrisattan geçenlerin başta emniyet, yargı, TSK ve mülkiye olmak üzere devletin önemli kademelerine yerleştirildiği, bir kısmının ise iş adamı olmaya aday gösterildiği kaydedildi.
Örgütün yasa dışı faaliyetlerinin resmi kurumlar ve istihbarat birimlerince hazırlanan çeşitli raporlarla devlet arşivlerine girdiği belirtilen iddianamede, şu tespitlere yer verildi:
"Gülen, ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş, bu nedenle mevcut sistemi yıkmak yerine, devletin tüm kurumlarını içlerine sızmak suretiyle ele geçirmeyi hedeflemiştir. FETÖ/PDY, yurt içinde ve yurt dışında çok miktarda vakıf, dernek, özel okul, şirket, dershane, öğrenci yurdu, yayın organı, gazete, TV istasyonu, faizsiz finans kurumu, sigorta şirketi ve radyo istasyonunu denetim altında bulundurarak, amacına uygun planlı, programlı ve gizli olarak faaliyetlerini yürütmüştür.
FETÖ/PDY'nin, diğer devlet kurumları gibi polis teşkilatı içinde de örgütlendiği öteden beri kamuoyu tarafından bilinmektedir. Örgütün ulaşmak istediği nihai hedefler göz önünde bulundurulduğunda bu, son derece anlaşılabilir bir durumdur. Zira Emniyet Genel Müdürlüğü, adli, idari ve istihbari kolluk görevi ifa eden ve aynı zamanda güç kullanma yetkisine sahip olan bir devlet kurumudur. Bu nedenle, örgütün sızıp kontrolü altına almaya çalıştığı kurumların başında gelmesi de oldukça doğaldır.
Örgüt, emniyet teşkilatındaki kadrolaşmasını belirli bir düzeye ulaştırdıktan sonra buradaki gücünü operasyonlarının ana aracı olarak kullanmaya başlamıştır."
ÖRGÜTÜN İSTİHBARAT AĞI VE ARŞİVİ
İddianamede, örgütün istihbarat ağı ve arşivi irdelendi.
Örgütün, devlet yapılanması içerisinde en güçlü olduğu alanların başında, güçlü bir istihbarat ağına sahip olmasının geldiği vurgulanan iddianamede, kamu kurumlarında çalışan FETÖ mensuplarının elde ettikleri bilgileri örgüte aktardıkları, toplanan bütün bilgiler birleştirilerek, büyük bir havuz oluşturulduğu anlatıldı.
İddianamede örgütün, hedeflerine ulaşmak için bu havuzdaki bilgi ve belgeleri amaca uygun hale getirerek hasım cephedeki kişi ve kurumlar aleyhinde kullandıkları aktarıldı. İddianamede, bu sürecin, önce olayın kendilerine yakın medyaya sızdırılması ve kamuoyu oluşturulmasıyla başladığı belirtildi.
Örgütün, mülkiye, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde örgütlenerek, güvenlik bürokrasisi ve istihbarat alanında bir ağ oluşturma yoluna gittiği kaydedilen iddianamede, özellikle son dönemde de Türkiye'nin en mahrem kurumlarından TÜBİTAK'ta derin bir oluşuma gidildiği bildirildi. İddianamede, TÜBİTAK'ın özellikle en gizli birimlerinden Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezindeki (BİLGEM) kadroları sayesinde, devletin üst düzey siyasi ve bürokratlarınca kullanılan kriptolu telefonların dinlenildiğinin ortaya çıktığına işaret edildi.
Güç ve paranın olduğu her yerde örgütlenmişler
Hizmet ve eğitim hareketi olarak görünmesine rağmen FETÖ/PDY'nin paralel kadrolaşma hedefinin, askeri ve stratejik birimlere yöneldiği, güç, stratejik bilgi ve paranın olduğu her yerde örgütlendiğinin görüldüğüne dikkati çekilen iddianamede, bu hedeflerden birisinin de askeri ve stratejik projelerin, kriptolu telefonların üretildiği, bilirkişi raporlarının verildiği TÜBİTAK birimleri olduğu kaydedildi.
Örgütün istihbarat ağı ya da gücü konusunda, Fetullah Gülen'in sahip olduğu ileri sürülen arşivinden de bahsedilmesi gerektiği belirtilen iddianamede, 1966'dan bugüne tutulan bu yasa dışı arşivde, örgütün yasa dışı adli ve önleme dinlemeleri, kendine ait gelişmiş cihazlarla yaptığı teknik takip, telefon ve ortam dinleme kayıtları, kamu personeline yönelik fişlemeler ile örgütle teması olan öğrenci ve ailelerinin bilgilerinin bulunduğu bildirildi.
İddianamede, her bir ilçe imamının, sorumluluğu altındaki ilçede, sohbet toplantısı olarak adlandırdıkları toplantıya katılan esnaf, memur ve benzeri listesini, bunların irtibat bilgilerini, bu kişilerden ne kadar himmet alındığını, kendilerine bağlılık derecesini, ne iş yaptığını, sohbetlerdeki tutum ve davranışlarını, ilçede örgüte bağlı menkul ve gayrimenkul listesini tuttuğu vurgulandı.
İlçe imamının ayrıca ilçeye yeni atanan kamu kurum/kuruluş yetkililerinin tutum davranışlarını takip ettiği, kendilerinden olan ve olmayanları belirlediği, kişisel zaafları dahil kişiler hakkında biyografik bilgi formları tuttuğu da aktarılan iddianamede, kamu kurumlarında çalışan örgüt mensuplarının bilgilerinin de örgüt tarafından güncel olarak arşivlendiğine dikkati çekildi.
FETÖ/PDY'nin, "abilik" ve "ablalık" müessesi sayesinde temas kurduğu öğrencilerin aileleri hakkında da bilgi toplayarak, ailelerin dini, siyasi, ekonomik, etnik köken gibi durumlarını kayıt altına aldığına işaret edilen iddianamede, "Bu kapsamda ışık evlerinden, mahalle, ilçe, il, bölge ve Türkiye geneline, yurt dışında ise yine örgütün faaliyet gösterdiği her bir yerleşim yerine ve alanına kadar, örgütün hafızası niteliğinde arşivleri vardır. Her bir sorumlunun, sorumluluğu altındaki birime ya da alana dair tuttuğu ve bir üstüne gönderdiği kayıtları, arşivi vardır." bilgisine yer verildi.
Örgütün haberleşmede kullandığı yöntemler
İddianamede, dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan örgüt için, haberleşme, talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması, faaliyetlerin sağlıklı şekilde yürütülmesinin hayati öneme sahip olduğu vurgulandı.
Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel, örgütün haberleşme yöntemlerinin de çeşitlilik gösterdiği aktarılan iddianamede, en önemli haberleşme aracının, genel olarak başkası adına ya da örgüt kontrolündeki kurum, kuruluş adına kayıtlı, abone bilgilerinden gerçek kullanıcısına ulaşılamayan GSM hatları olduğu bildirildi.
Yaklaşık 3 ayda bir yeni GSM hattı temin edildiği ve eski hatla telefon cihazının da değiştirildiği anlatılan iddianamede, "Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi, legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir." tespiti yapıldı.
İnternet üzerinden haberleşmeye imkan tanıyan Skype, ByLock, Tango, WhatsApp gibi programların, şifreli ve düşük maliyetli olması nedeniyle oldukça sık tercih edildiği de belirtilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Türkiye'de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir. Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir. Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya'ya gidilerek örgüt lideri Gülen ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. Gülen'in, 'çok önemli hususların yüz yüze görüşülmesi' yönünde talimatlarının olduğuna dair bilgiler mevcuttur."
İddianamede, örgüt mensuplarının, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina ettikleri, "abi" ya da "hocam" şeklinde genel ifadeler kullanılmaya özen gösterdikleri vurgulandı.
İl ve ilçe imamlarının ise genel olarak "kod" isim kullandıkları, hatta isim veya soyadı bilgilerini değiştirerek tamamen yeni bir kimlikle faaliyetlerine devam edebildikleri de aktarılan iddianamede, örgütsel görüşmeler sırasında "hizmet, şakirt, Fetullah Gülen, cemaat" gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterildiği, buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanıldığı anlatıldı.
İddianamede, örgüt toplantılarında verilen talimatların, ufak kağıtlara yazıldığı, hatta bunların lüzumu dahilinde yok edilebilmesi için "yenilebilir" özellikte olmasının sağlandığına işaret edildi.
"Korku imparatorluğu oluşturmayı başardılar"
Örgütün, son yıllarda adeta bir "korku imparatorluğu" oluşturmayı başardığı, bu sürecin birinci aşamasında, yayınlanan ya da yayınlanacak ses kayıtları kamuoyunda gündem oluşturan yazarlarca geniş kitlelere iddia şeklinde ana hatlarıyla duyurulduğuna dikkati çekildi.
İkinci aşamada, şahıslar tarafından ortaya atılan bu iddiaların, özellikle belirli basın yayın kuruluşları aracılığıyla haberleştirilerek, ülke genelinde tartışılır hale getirildiği ifade edilen iddianamede, şu bilgiler yer aldı:
"Üçüncü aşamada ise konuya ilişkin bilinçaltı algısı oluşturulmuş kitlelere yönelik, mevcut hükümet aleyhine tepkiselliğin arttırılması, kitlelerin harekete geçirilmesi, devlet kurumlarının ve bürokrasinin yıpratılması gayeleriyle sosyal medya ve basın yayın organları üzerinden algı operasyonları yapılmaktadır. 17-25 Aralık sürecinde de bu yöntemlerle hükümeti devirmeye yönelik, üst akılla profesyonelce oluşturulmuş, tamamen organize bir strateji izlenmiştir. FETÖ/PDY'nin, kendisinden olmayanlara karşı kullandığı çok sayıda illegal yöntem olup, bunlar şahsın işinden, ailevi yaşantısına, kişisel zaaflarından, toplumsal konumuna göre şekillenmekte ve çeşitlilik göstermektedir."
Siyasi baskı
İddianamede, örgütün siyasetle ilişkisinin "faydacı" ve hatta "fırsatçı" temelde olduğu, öncelikle siyaset ve kurumları üzerinde etkili olarak kadrolaşmanın önünü açmayı, elemanlarını etkili konumlara taşımayı, onların korunup kollanmasını sağlamayı hedeflediği belirtildi.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konunun da örgütün taşeronluğunu yaptığı politikaları devlete hakim kılmak istemesi olduğu bildirilen iddianamede, şu tespitler yapıldı:
"Başta uyuşturucu, terör ve Kürt sorunu olmak üzere, iç güvenlik, dış politika, uluslararası güvenlik, bölgesel ve küresel ilişkiler, uluslararası kuruluşlar, ekonomi, eğitim ve benzeri konularda kendi alternatif politikalarını üretip, bunların devlet ya da hükümet politikası haline gelmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Siyasi ve sosyal konularda kendi düşünce ekseni etrafında bir kamuoyu oluşturmak, tüm toplumu hedef alıp kendi anlayışınca terbiye etmek, karar alıcı ve politikacıları etkilemek amaçlarıyla özel olarak yetiştirilmiş ve medyada, televizyon programlarında ön plana çıkartılmış çok sayıda akademisyen ve gazeteci, FETÖ/PDY mensubu olarak ulusal ve uluslararası politikalara yön verebilmek adına başta algı operasyonu olmak üzere her türlü yolu denemektedir. Bunların yanı sıra örgüt, mensuplarını milletvekili olarak meclise sokmayı istemekte, ilgi gösterdiği kanun tasarıları hakkında hukuk büroları aracılığıyla çalışmalar yapıp medya organlarının da katılımıyla yasama sürecine müdahil olmaya çalışmaktadır."
Medya ve psikolojik harekat
İddianamede örgütün, FETÖ/PDY'nin son dönemde, devletin gizli bilgileri, toplantıları ve telefon görüşmelerini, devlet kademelerindeki kendi unsurları vasıtasıyla her türlü yolu "meşru" sayan bir anlayışla ele geçirip montajlayarak, Twitter, Facebook, YouTube gibi sosyal paylaşım sitelerinde yayınlayarak devleti ve hükümeti, "itibarsızlaştırmak" suretiyle "casusluk" faaliyeti içerisine girdiğinin de görüldüğü kaydedildi.
Devletin en mahrem bilgilerinin dahi medyaya servis edilebildiği vurgulanan iddianamede, "Örgüt özellikle yasa dışı dinlemeler esnasında elde ettiği ses kayıtlarını medya organları vasıtasıyla iddia şeklinde kamuoyuna ana hatlarıyla duyurmakta, ülke genelinde tartışılır hale gelen iddiaların özel bir kurguyla sunumunu yapmakta ve hükümet aleyhine tepkiselliğin artırılmasını, devlet kurumları ve bürokrasinin yıpratılmasını hedeflemektedir." ifadeleri kullanıldı.
Örgütün bu tavrının yeni olmadığı, 28 Şubat sürecinde de antidemokratik girişimlerin, grubun medya organlarınca desteklendiği ve dönemin hükümetini devirmeyi hedefleyen yayınlar yapıldığı aktarılan iddianamede, şu değerlendirmeler paylaşıldı:
"Yine 1980 askeri müdahalesinin hemen ardından Gülen, Sızıntı dergisinde yayınlanan yazısını 'Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçik'e bir kere daha selam duruyoruz.' diyerek sonlandırmıştır. Sonuçta kamuoyunda bütün bunların, devletin ortadan kaldırılmasına, ele geçirilmesine, anayasal düzenin cebren değiştirilerek yok edilmesine, hükümeti iş yapamaz hale getirmeye ve devirmeye yönelik belirli bir strateji doğrultusunda gelen talimatlar üzerine yapıldığı, bu uğurda her türlü baskı, cebir ve benzeri tarzda hareketlerin de örgüt tarafından meşru görüldüğü anlaşılmıştır."
-Dershaneler, ışık evleri, öğrenci yurtları-
Örgütün eğitim alanındaki faaliyetlerinin de irdelendiği iddianamede, FETÖ'nün önemli bir ayağını "öğrenciler"in oluşturduğu, bu öğrencilerin, toplumun çeşitli kesimlerinden özellikle de kırsal bölgelerden şehirlere gelen fakir aile çocuklarından oluştuğu bildirildi.
FETÖ'nün, okul ve dershanelere yönelmesinin temel amacının, örgüte öncülük edebilecek ve zamanla kadrolarında yer alabilecek zeki kişileri yetiştirmek olduğu tespiti de yapılan iddianamede, "Bugün gelinen noktada, yıllardır her dile getirildiğinde reddedilmeye çalışılan ve tepki gösterilen, 'Gülen ve örgütünün amacının, açtıkları okulları sayesinde Türkiye'de ve çevre ülkelerde bir yönetici sınıfı oluşturmak' iddiasının doğrulandığı görülmüştür." ifadesi yer aldı.
İddianamede, örgüt evleri, yurtları ya da dershanelerinden yetişerek kendilerine değişik görev, sorumluluk ve misyon yüklenmiş kişilerin kamuoyuna yansımış açıklamalarından sistemin işleyişine ilişkin şu tespitlerde bulunuldu:
"Örgütle ilk karşılaşmalar genellikle dershanelerde ya da benzeri eğitim kurumlarında olmaktadır. Temas sağlanan öğrenciler, abilerin sorumlu oldukları evlere dağıtılmaktadır. Öğrenciler belirli bir okula yerleştirilmek isteniyorsa, sınavlara birkaç ay kala gruplar halinde farklı yurtlara çıkarılmaktadır. Bu gruplar, daha sonra daha küçük gruplara ayrılmaktadır. Her öğrenciye 'kod' adı verilmektedir. Bu yapıyla alakalı dershanelere öğrenciler yönlendirilmektedir. 'Paralel Devlet' dediğimiz yapılanma içerisinde, aslında bölgesinden birimlerine kadar herkes 'kod isim' kullanmıştır. Mülki İdare, Emniyet, TSK ve Yargı gibi stratejik kurumlar için hazırlanacak öğrenciler, daha özel şartlarda seçilip, özel şartlarda hazırlanmaktadır. Bunlar özellikle 'dörder kişilik gruplar' halinde hazırlanmakta ve bunların mümkün olduğunca diğerleriyle teması sınırlanmaktadır. Bunlara 'hücre tipi' yapılanma modeli uygulanmakta, askeri okullara, Polis Akademisi ve Polis Kolejine sokulacak öğrenciler, kesinlikle kendi dershanelerine gerçek isimleriyle kayıt edilmemektedir. Bu öğrencilere sınav soruları sınavlardan önceden verilir. Buna örgüt jargonunda 'Fetih okutmak' denir. 'Fetih okutmak', 'sınavda çıkacak soruların öğrencilere okutulup ezberletilmesi' demektir. Özellikle hukuk fakültelerinde okuyan öğrencilere 'top sakal bıraktırıp, küpe taktırarak, girecekleri ortamda kimliklerini gizlemeleri için 'stil çalışması' yaptırdıkları bilinmektedir."
Dershaneler veri tabanı gibi kullanıldı
Dershanelerin örgütün adeta vesayet araçları olduğu, çocuklar ve ailelerin bilgilerinin depolandığı veri tabanı olarak kullanıldığı ifade edilen iddianamede, her ilde en az bir tane bulunan örgüt okullarına, bazı ailelerin etkilenmemesi için çocuklarını göndermedikleri, fakat dershaneler için bu ihtimal daha az olduğundan, dershanelere daha fazla öğrencinin gittiği vurgulandı.
Konunun sadece eğitim olmadığı, PDY'nin, dershaneler üzerinden çocuklara, ailelere, il ve ilçelere, köylere ulaştığı ve kontrol ettiği anlatılan iddianamede, "Bu bağı kopartacak şekilde, dershanelere gerek kalmayan bir sistem getirildiğinde artık PDY'ye ya da benzeri bir yapıya ihtiyaç kalmayacaktır" değerlendirmesi yapıldı.
Örgütün "abilik" ve "ablalık" müessesiyle çocukları adeta ailelerinden daha iyi tanır hale geldiği, çocukların gelişimini takip ettiği ve çocuklar bahanesiyle ailelerinin evlerine gelip bilgi toplayıp, not ettiği belirtilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Ailenin dini, siyasi, ekonomik, demografik, eğitim, kültürel, etnik ve benzeri durumu o defterlerde kayıtlı olup, adeta aileler fişlenmektedir. Bu şekilde Gülen örgütünün elinde, 'geniş bir demografik arşivin olduğu' bilinmektedir.
Sonuçta 'eğitim alanı', örgüt için adeta bir 'ara yüz' konumundadır. Zira 'eğitim alanı', örgüt açısından 'üç temel' fonksiyon görmektedir. Her şeyden önce 'insan' kaynağı sağlamakta, ikinci olarak ekonomik kaynak temin etmekte ve üçüncü olarak ise belki her şeyin ötesinde, hareketin meşru gibi görünmesini sağlamaktadır. Üçüncü fonksiyon diğer ikisinden daha önemlidir çünkü eğitim faaliyetleri, diğer gayri meşru faaliyetleri kamufle etmektedir."
ÖRGÜTÜN MALİ YAPISI
İddianamede FETÖ'nün mali yapısı ayrıntılarıyla anlatıldı.
İddianamede, "Örgütün Mali Yapısı ve Genel Durumu" başlığı altında, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in, 1960'lı yılların sonlarında İzmir merkez vaizi ve Kestanepazarı Camisi imamı olarak görev yaptığı dönemde küçük bir cami cemaatine hitap eden din adamı profili taşırken, zamanla sayıları milyonlarla ifade edilen kitleye hitap eder hale geldiği belirtildi.
İlk başta "altın nesil" oluşturma söylemiyle ihtiyaç sahibi öğrencilere eğitim ve burs imkanları sağlamayı amaçladığını öne süren FETÖ elebaşı Gülen'in, maliyesini de buna göre oluşturduğu aktarılan iddianamede, pek çok kişi ve kesim tarafından desteklenip takdir gördüğü bildirildi.
Örgütün, hizmetler için gereken kaynakları, "ihtiyaç sahibi öğrenciler için yardım" adı altında gelenekçi tarzda "fitre, zekat, bağış, hibe ve himmet" gibi adlarla doğrudan para temini ya da kurban derisi, gıda yardımı gibi ayni yardımlar yoluyla karşıladığına işaret edilen iddianamede, şu ifadelere yer verildi:
"Örgütün mali yapısı, zaman içinde örgütlenmesine paralel olarak, Türkiye başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden gelir ve gider kalemleri olan, son derece geniş bir ağ haline gelmiştir. Bu kapsamda yapılanma zaman içinde profesyonelleşmiş, bünyesinde bankası, holdingleri, basın yayın kuruluşları, eğitim kurumları, ticari işletmeleri, hastaneleri, STK'ları gibi çok sayıda kurum ve kuruluşu olan, milyar dolarla ifade edilen gelir ve gider rakamlarına ulaşan dev bir organizasyon haline gelmiştir.
Örgütün denetimindeki eğitim kurumları ve diğer kurum/kuruluşları aracılığı ile topladığı yardımlar veya ticaret yoluyla elde ettiği kazancın miktarını belirlemek mümkün görünmemektedir. Sistem, kurumsal bir yapıya oturtulmaya çalışılsa da gelenekçi gelir toplama yöntemleri, hala varlığını ağırlıklı olarak devam ettirmekte ve gelir kalemleri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır."
Organizasyon şeması
İddianamede, "Mütevelli Heyetleri ve İllerin Mali Yapılanması" başlığı altında da örgütün organizasyon şemasına değinildi.
Buna göre, örgütün himmet yoluyla sağladığı gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtasıyla toplanıyor. Örgütün sohbet gruplarındaki kişilerden toplantılara düzenli katılıp verilen görevleri yerine getiren, talimatlara sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi yapılıyor.
Sohbet gruplarında "zekat, burs, kurban ve himmet" adı altında para toplanırken, mütevelli heyeti üyeleri ayrıca bir "ışık evi"nin ihtiyaçlarından sorumlu tutuluyor.
Mütevelliler topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere veriyor. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutuyor. İl imamının da bir muhasebecisi bulunuyor ve bu muhasebeci il genelinde mali kayıt tutuyor.
Mütevelli heyetindekiler arasından, her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül edecek şekilde isimler seçiliyor. Mali heyetler, yurt dışında örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi mütevelli heyetinden ne miktarda toplanacağına karar veriyor. Mali heyet toplantıları, farklı ülkelerde salı günleri sabah namazından sonra gerçekleştiriliyor ve bu toplantılara mütevelli heyeti sohbet hocaları da katılıyor.
İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli heyetlerinin üstünde il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer alıyor. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu bölgenin toplantısında karar veriliyor. Burada alınan karar, "mütevelli heyeti toplantısı" adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara aktarılıyor. Kişilerden alınan himmet vaadi, nakit, çek ve senet karşılığı tahsil ediliyor, çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna başvuruluyor.
İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp yapılıyor. Kamplar esnasında dini duygular istismar edilerek "himmet, zekat, kurban ve öğrenci bursu" adı altında toplanan paranın artırılması sağlanıyor, bunların karşılığının "cennet ile mükafatlandırılmak" olacağı vurgulanıyor.
Mütevelli heyeti mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılıyor, kimin hangi STK'ya üye olacağı sohbet abisi tarafından belirleniyor. Örgüt, bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı, böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi hedefliyor.
Örgütün gelir kaynakları
İddianamede, örgütün gelir kaynakları ise şöyle sıralandı:
"Borsa spekülasyonları, devlet ihaleleri, teşvik ve hibeler gibi kamu kaynaklarından elde edilen gelirler, iş adamlarından sağlanan gelirler, himmet ve kurban gibi gönüllülük esaslı sağlanan gelirler, örgüte ait şirket, holding, banka, vakıf ve dernek faaliyetlerinden elde edilen gelirler, eğitim faaliyetleri gelirleri, örgüte ait basın ve yayın organlarına verilen reklam ve aboneliklerden elde edilen gelirler ve örgüte bağlı sivil toplum kuruluşlarından elde edilen gelirler."
İddianamede örgütün kamu kaynaklarından elde ettiği gelirler ise şu şekilde sınıflandırıldı:
"Kamu ihalelerinin örgütle bağlantılı firmalara verilmesi, örgütle ilişkili firmaların rakipleri hakkında adli ve idari işlemler yaparak piyasanın örgüt firmalarına teslim edilmesi, kurumların gizli kalması gereken finansal ve yatırım planlamaları bilgilerinin ilişkili firmalara sızdırılması, kamu arazi tahsislerinin örgütle ilişkili vakıf, dernek veya eğitim kurumlarına bedelsiz devredilmesi, belediyelerce yapılan imar değişikliklerinin, örgütle ilişkili vakıf, dernek veya şirketler lehine yapılması, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansında (TİKA) görevli adamları vasıtasıyla iş adamlarının yurt dışı iş bağlantılarını sağlama karşılığı örgüt adına onlardan para alınması ve kamu hibe, destekleme ve teşviklerinin takibi ve proje kabullerinde örgüt firmalarının kayrılması."
İddianamede, örgütün, iş adamlarından, iş bağlantısı sağlama, adli ya da idari süreçlerdeki işlemlerini lehe sonuçlandırma karşılığı veya özel hayatlarıyla ilgili çeşitli zafiyetlerini "ses ve görüntü" kaydına aldırarak tehdit ve şantaj yoluyla para aldığı belirtildi.
Örgütün STK'lardan sağladığı gelirlere ilişkin, TUSKON ve bağlı federasyon, dernek, şirket ile vakıflardan toplanan aidatlar, yazılı ve görsel medya sektöründen sağlanan gelirler, 'Kimse Yok Mu' gibi bağlı STK'lar aracılığı ile "yardım" adı altında vatandaşlardan toplanan paralar ve örgütün ticaret odalarının yönetimlerini ele geçirerek, kamu hizmet alımlarındaki rayiç bedel belirlemelerinde örgütle ilişkili vakıf, dernek ve firmalar lehine hareket ettiği de iddianamede yer aldı.
İddianamede, gönüllülük esaslı sağlanan gelirler de şu şekilde sıralandı:
"Kurban Bayramı öncesi iş adamlarından, firmalardan ve esnaftan, adlarına kurban kesileceğini belirterek 'kurban' adı altında toplanan paralar, il ve ilçelerde iş adamlarının katıldığı mütevelli heyetleri oluşturarak 'zekat ve burs' adı altında toplanan paralar, memur maaş ve ödüllendirmelerinden 'himmet' adı altında toplanan paralar, devlet kurumlarına yerleştirilen örgüt mensuplarının ilk maaşlarını örgüte vermeleri ile elde edilen paralar."
Örgütün eğitim faaliyetlerine ilişkin gelirleri de 154 ülkede ve yurt içinde örgütle ilişkili eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerden alınan paralar ve eğitim kurumlarında okuttukları öğrencilerden ücret aldıkları halde, iş adamlarından fakir öğrencilerin okutulacağını söyleyerek "burs" adı altında toplanan paralar şeklinde sınıflandırıldı.
Örgüt adına elde edilen gelirlerin sisteme sokulması
İddianamede, örgütün, kurumsal gelirleri konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamadığı, kurdukları şirket ya da anonim şirketlerin elde ettikleri kazançları ticaret veya bankacılık üzerinden sisteme soktuğu vurgulandı.
"Vakıf" adı altında faaliyet gösteren kurum/kuruluşlar için tanınan vergi muafiyetinden yararlanıldığı, bir kısım paranın "bağış" adı altında söz konusu vakıflara aktarıldığı da iddianamede yer aldı.
İddianamede şu ifadelere yer verildi:
"Örgütün, sisteme sokulması yönünde sıkıntı çektiği gelir grubu, 'himmet' adı altında toplanan paralardır. Şahıslardan alınan paraların doğrudan il-ilçe sorumlusunda toplanması, hem saklanması hem de nereden bulunduğunun sorulması durumunda sıkıntı yaratabilecek hususlardır.
Örgüt bu sorunu, topladığı parayı, kendisine bağlılığı konusunda şüphe duymadığı ve güvendiği, mutemet tayin ettiği iş adamları üzerinden aşmakta, toplanan paralar, belirlenen iş adamlarına verilerek yakalandığında 'kendi parası' adı altında legalleştirilmesini sağlamaktır.
Bu sayede zaten maddi durumu yerinde olan iş adamı, gerektiğinde o parayı kendi parasıymış gibi bankaya yatırabilmekte, hem de örgütün o parayla ilgisi olduğuna dair resmiyete dökülebilecek bir sorun ortadan kaldırılmaktadır ancak iş adamının mal varlığı, ürettiği katma değer miktarı ve diğer ticari işlemleri incelendiğinde doğrudan örgütün üzerine gidilemese de söz konusu iş adamının kaynağını açıklayamadığı mal varlığı yüzünden zor durumda kalabileceği aşikardır.
İş adamlarından toplanan paraların bir kısmı, bulunulan yerleşim yerindeki örgüt kurumlarının ihtiyaçları için harcanmakta, fazla para ise İstanbul'daki merkeze yönlendirilmektedir. Mali yönden sıkıntı yaşayan bölgelere, kardeş şehir ya da kardeş ülke olarak kabul edilerek destek sağlanmaktadır.
Örgütün şahıslardan topladığı parayı sorunsuz bir şekilde sisteme sokma yöntemlerinden biri de kamuya yararlı dernek statüsünde bulunan Kimse Yok mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği gibi derneklerdir."
Örgütün TSK'daki yapılanması ve faaliyetleri
İddianamede, darbe teşebbüsünün daha iyi anlaşılması için FETÖ/PDY'nin TSK'daki yapılanmasına, faaliyetlerine ve yapılanmanın ülkenin güvenliği üzerinde oluşturduğu risklere ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının darbe teşebbüsünden kısa süre önce hazırladığı iddianamede yer verilen tespit, değerlendirme ve öngörülere de değinildi.
FETÖ/PDY'nin en çok önem verdiği, en fazla kadrolaştığı ve egemen hale geldiği devlet kurumunun TSK olduğu, TSK'daki kadrolaşmanın uzun yıllar önce başladığı ve ilk yerleştirilen örgüt mensuplarının general veya albay rütbesine yükseldikleri, FETÖ/PDY'nin subay ve astsubay olacak mensuplarını özel yetiştirdiği, 2003 yılına kadar yaklaşık 400 personelin bu yapıya mensubiyeti nedeniyle ilişiğinin kesildiği, bu tarihten sonra bu sebeple ilişiği kesilen personel bulunmadığına işaret edilen iddianamede, yapılanmaya mensup olmayan personelin bazı soruşturma ve davalarla tasfiye edildiği, bunların yerine örgüt mensuplarının terfi etmesinin sağlandığı, özellikle bu yapılanmaya mensup olmayan askeri pilotların çeşitli yöntemlerle kurumdan uzaklaştırıldığı, kurmay subay kadrosunun önemli bir bölümünün FETÖ/PDY mensubu olduğu kaydedildi.
İddianamede, FETÖ/PDY'nin askeri yargıda egemen güç olduğu, bu nedenle yapıya yönelik soruşturmalardan netice alınamadığı, TSK içindeki yapılanmanın ordu disiplinini bozacak ve ülke savunmasında zafiyet oluşturacak yoğunluğa ulaştığına işaret edilerek, örgütün kuvvet komutanlıkları, jandarma ve emniyet teşkilatları içindeki mensuplarından oluşan ve on binleri bulan devletten ayrı hiyerarşiye bağlı silahlı yapılanmasının olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihi boyunca gördüğü en büyük, en tehlikeli ve en organize terör örgütlenmesi olduğu vurgulandı.
FETÖ/PDY'nin anayasal düzeni değiştirecek veya ortadan kaldıracak silahlı güce ulaştığı ve bir askeri darbe yapabilecek tek organize güç olduğu aktarılan iddianamede, örgütün TSK içindeki etkinliğine dayanarak askeri darbe ve iç savaş tehditlerinde bulunduğu, darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesinin açık ve yakın olduğu, bu tehlikenin gerçekleşmesi halinde bunun devlet için gerçek bir yıkım olacağı, ülkenin iç savaşa sürüklenebileceği, milyonlarca insanın ölüp milyonlarca mültecinin ortaya çıkabileceği, devletin yeniden ayağa kaldırılmasının mümkün olamayabileceği bildirildi.
FETÖ/PDY'nin tasfiyesinin devlet için artık varlık yokluk meselesi haline geldiği belirtilen iddianamede, Milli Güvenlik Kurulunun (MGK) örgüt hakkındaki değerlendirmeleri de yer aldı.
DARBE FETÖ İŞİ
İddianamede, "15 Temmuz kalkışmasının FETÖ tarafından gerçekleştirildiğinin en somut göstergelerinin başında gelen zaman, mekan ve şahıs olarak manidar bir anlam ifade edecek husus, Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Harun Biniş'in kalkışmada ana üs olarak kullanılan Akıncılar Üssünde yakalanmasıdır." ifadesi kullanıldı.
Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamenin "Darbe Teşebbüsü ile Örgüt Arasındaki Bağlantı" başlığı altında, darbe girişimine ilişkin soruşturmalar kapsamında, FETÖ/PDY üyesi bir kısım asker ve kamu görevlilerinin ifadelerinden, darbe teşebbüsünün FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in bilgisi ve talimatıyla yapıldığı, sivillerin katledilmesi, kamu görevlilerinin şehit edilmesi başta olmak üzere ortaya çıkan maddi ve manevi zarardan da Gülen'in başında bulunduğu terör örgütünün sorumlu olduğu belirtildi.
"15 Temmuz kalkışmasının FETÖ tarafından gerçekleştirildiğinin en somut göstergelerinin başında gelen zaman, mekan ve şahıs olarak manidar bir anlam ifade edecek husus, Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Harun Biniş'in kalkışmada ana üs olarak kullanılan Akıncılar Üssünde yakalanmasıdır." ifadesi yer alan iddianamede, darbecilerin karargah olarak kullandığı ve bir sivilin bulunmasının mümkün olmadığı üs komutanlığında 16 Temmuz'da yakalanan Öksüz'ün, "Ankara'ya tarla bakmaya geldiğini beyan ettiği" anımsatıldı.
Araştırmalarda Öksüz'ün 11 Temmuz'da uçakla ABD'ye gittiği, 12 Temmuz'da ABD'den hareket edip 13 Temmuz'da Türkiye'ye döndüğünün belirlendiği aktarılan iddianamede, Öksüz'ün 2002'den bu yana 109 kez yurt dışına gittiği, kendisine tahsis edilen 34 SIR 49 plakalı aracın FETÖ ile iltisaklı Kaynak Holding bünyesindeki bir firmanın imkanlarıyla satın alındığı bildirildi.
Ayrıca Öksüz'ün, 2014'ten itibaren devam eden soruşturmalar kapsamında hakkında "Mahrem Hizmetler İmamı" olarak Hava Kuvvetleri imamı olduğu yönünde ifadeler ve istihbari bilgiler bulunduğuna dikkati çekilen iddianamede, Öksüz'ün, kalkışma tarihinde Akıncılar Üssünde bir GPRS cihazıyla yakalandığı kaydedildi.
İddianamede bunların, "durumun ciddiyeti ve FETÖ irtibatının ortaya konulması yönünde kuvvetli şüpheler doğurduğu" vurgulandı.
İncelenen kamera kayıtlarında Öksüz ile Batmaz'ın belirtilen tarihlerde ABD'ye birlikte gidip geldiklerinin tespit edildiği anlatılan iddianamede, "örgüt içerisinde uzun yıllar görev alan Çetin Acar'ın" 9 Ocak 2015'teki ifadesinde, "Mezuniyetten sonra uzun süre İstanbul'da Fetullah Gülen'e mollalık yaptı. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde yardımcı doçenttir. Gülen ABD'ye gittikten sonra Mustafa Özcan'ın Türkiye imamlığına geçmesiyle Hava Kuvvetlerinden sorumlu imamlığı buna devretti. Şu anda örgütün Deniz Kuvvetleri imamı olarak faaliyet yürüttüğünü duydum." dediği nakledildi.
İddianamede, "İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bir ifadeden" ise şunlar aktarıldı:
"TSK'da 'Havacı İmam' diye adı geçen Öksüz, yaptığı konuşmalardan birinde, darbe yapılacak 15 Temmuz akşamını kastederek, 15 Temmuz akşamında yapılacak ilk işlerden birinin görevlendirme verilecek kuvvetlerle halen cezaevlerinde tutuklu bulunan cemaat mensubu kişilerin vakit kaybetmeksizin cezaevlerinden çıkartılmak olduğunu söylemişti. Yine başka konuşmasında 'Arkadaşlar, biraz önce içerideki odadan büyüğümüzle görüştüm. Sizlere selamı var' demişti. Adil Öksüz'ün bu konuşmasında 'Büyüğümüz' diye bahsetmiş olduğu kişinin örgüt lideri Fetullah Gülen olduğunu orada bulunan herkesin anladığını düşünüyorum. Adil Öksüz yine başka bir konuşmasında 'Arkadaşlar ben cumartesi veya pazar İstanbul'da olacağım, oradan yurt dışına uçacağım. Bir aksilik olmazsa salı günü büyüğümüzle görüşüp çarşamba veya perşembe döneceğim' demişti."
"Örgüt bağlantısını ortaya koyan ifadeler"
İddianamede daha sonra "örgüt bağlantısını açıkça ortaya koyan ifadeler"den bazılarına yer verildi.
Buna göre, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın, ifadesinde, "FETÖ/PDY'nin TSK içerisindeki yapılanmasıyla ciddi mücadele yürütüldüğünü, Ağustos 2016'da yapılacak Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında ciddi kararların alınmasının gündemde olduğunu, terör örgütünün bunun muhtemel sonuçlarını öngörerek silahlı kalkışmada bulunduğunu" belirttiğine yer verildi.
İddianamede, Akar'ın ayrıca darbeci askerlerce rehin alınarak, bildiri imzalatılmak istendiğini, buna direndiğini, rehin alanlardan Tuğgeneral Hakan Evrim'in "Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile görüştürürüz." dediğini ve darbe girişimini planlayan ve yapanların FETÖ/PDY üyesi olduklarını belirttiği kaydedildi.
İddianamede özetlenen ifadesine göre Yarbay Arif Kalkan ise "Gülen ile 2 kez yüz yüze görüştüğünü, 'Baki' kod adını bizzat Gülen'in verdiğini, örgütle ortaokulda tanıştığını, onların yönlendirmesiyle Maltepe Askeri Lisesine kaydolduğunu" beyan etti.
"15 Temmuz'dan yaklaşık 8-9 gün önce, Yarbay Mehmet Aydın'ın arayıp görüşmek istediğini, Tandoğan'da buluştuklarını, evde 'Abi' denen başka birinin Ağustos YAŞ toplantısında 3 bin askerin ihraç edileceğini, Gülen'in YAŞ toplantısını istemediğini, gidişata dur deme zamanının geldiğini, darbe yaparak örgüt mensubu subayların TSK ve devlet yönetimini ele geçireceklerini söylediğini" bildirilen Kalkan, "Jandarma imamı olduğunu düşündüğü kişinin, TSK'daki FETÖ subaylarının atılması konusunda 'Son kalemiz de elimizden gitmesin' dediğini" belirtti.
Kalkan, "darbeyi TSK'nın mı, yoksa cemaatin mi yapacağını sorması üzerine şahsın, 'bir orgeneralin işin içinde olduğunu, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının darbe başladıktan sonra ikna edileceğini söylediğini, Var mısın' diye sorduğunda da cemaatle bağı olduğu için kabul ettiğini" anlattı ve darbe girişiminin emrini veren kişinin Fetullah Gülen olduğunu vurguladı.
Akar'ın emir subayı Türkkan'ın ifadesi
İddianamede, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar'ın emir subayı Yarbay Levent Türkkan'ın, "FETÖ üyesi olduğunu, askeri lise sınav sorularının kendisine verildiğini, cemaat yapılanması adına kendisine verilen örgütsel görevleri yerine getirdiğini, Genelkurmay Başkanının odasını dinleme cihazıyla sürekli dinlediğini, 1990'lı yıllardan beri orduya alınan subayların yüzde 60-70'inin örgüt üyesi olduğunu, darbeyi 14 Temmuz'da duyduğunu, plana göre Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının alınarak sessiz sedasız işlerinin bitirileceğini, darbe girişimi gecesi Akar'ı rehin aldıklarını" anlattığı ifadeleri özetlendi.
Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş de ifadesinde şu bilgileri paylaştı:
"Özel kuvvetlerden Tuğgeneral Semih Terzi bizim PKK ile ilgili devamlı çalışıp görüştüğümüz kişidir. 11 Temmuz'da güvenli hattan, rutinde olduğu gibi yine beni aradı. Ancak bu sefer benimle PKK ile ilgili konuşmadı. Ülkenin zor günlerden geçtiğini, durumdan rahatsızlık duyduğunu, benim de onun gibi düşünüp düşünmediğimi sordu. Bana ihtilalden bahsetmedi. Ancak bu jargon bizde ihtilali çağrıştırmaktadır.
13 Temmuz'da aynı güvenli hat üzerinden Semih Paşa beni yeniden aradı. Kendisi bana özetle, çok fazla detaya girilmemesi gerektiğini, herkesin bu plan dahilinde farklı görevinin olduğunu söyledi. Görevimin ne olduğunu açıkça, anlatmasını istedim. Kendisinden görevimin o tarihte Cumhurbaşkanı her nerede bulunuyor ise onu oradan alıp refakatçi olarak onu Ankara'ya getirmek olduğunu öğrendim. Dolayısıyla ben bu görevi 13 Temmuz saat 13.00 gibi öğrenmiş oldum. 15 Temmuz gecesinde gerçekleştirilen darbe girişiminin ordu içerisinde FETÖ/PDY'ye müzahir generallerin komutasında bir süre önceden planlandığı, FETÖ/PDY'ye müzahir olduğu bilinen ait kademedeki subaylara/generallere 15 Temmuz'dan önce görevler hakkında bilgi aktardığı, söz konusu talimatların TSK'nın kendi içerisinde kullandığı güvenli hatlar aracılığıyla gizlilik içerisinde iletildiği tespit edilmiş, FETÖ/PDY'ye müzahir şahısların sürekli birbirleriyle irtibat halinde oldukları anlaşılmıştır."
Darbe girişimi öncesi Adil Öksüz'ün hazırlıkları
Korgeneral Satı Bahadır Köse ise "Bu darbe girişimi gerek edindiğim bilgiler gerekse diğer hususlara göre Genelkurmay karargahındaki Tuğgeneral Mehmet Partigöç, Tümgeneral Mehmet Dişli, Genelkurmay Başkanı ve ikinci başkanın emir subayları, özel kalem ve özel sekreterliği personeli olanlardan Albay Ramazan Gözel, Yarbay Levent, Binbaşı Mehmet Akkurt, Yarbay Bünyemin Tüner ile özel kuvvetlerden Fırat isimli albayın bu darbe girişimi içinde yer aldıklarını söyleyebilirim. Sıkıyönetim direktifi mesajı formunu kaleme alan Kurmay Albay Cemil Turhan General-Amiral Şube Müdürüdür. Ülkemize bu kötülüğü son yıllardaki siyasi olayları da göz önüne alınca FETÖ mensuplarının yaptığını rahatlıkla söyleyebilirim. Mehmet Partigöç ve Cemil Turhan'ı bu bağlamda değerlendirebiliriz." değerlendirmelerinde bulundu.
Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız da "üsteğmen rütbesindeyken FETÖ yapılanmasına katıldığını, darbe gününden önce 9 günlük bayram tatilinde Ankara'da bir kısım askerlerle darbe planlamasına ilişkin toplantı yaptıklarını, bu toplantıya Adil Öksüz isimli FETÖ imamının katıldığını ve 'Ben bu çalışmaları Amerika'ya gidip Fetullah Gülen hocama sunacağım' dediğini, toplantıda darbeye karşı olan bir kısım generalleri rehin alma görevinin kendisine verildiğini, kendisinin de darbe girişimi sırasında bu generallerden ikisini rehin aldığını" belirtti.
TSK'da kara pilot olan Yarbay İlkay Ateş de "küçük yaşlardan itibaren FETÖ bünyesinde bulunduğunu, darbe girişimi öncesi kendisi gibi pilot bazı subaylarla Yenimahalle'de toplantı yaptıklarını, darbe gecesinde kendisinin kullandığı helikopterle Ankara'da değişik sivil hedeflere atışlar yapıldığını" kaydetti.
Yarbay Fazıl Ergün ise darbe girişiminden 12 Temmuz'da haberdar olduğunu, aynı akşam, FETÖ'ye mensup, cemaatin askeriye imamı, kod ismini "Osman" olarak bildiği şahıs ve onun üstü "Hakan" kod adlı şahısla Tandoğan'da görüştüğünü anlattı.
Muhammed Uslu'nun beyanı
İddianamede ifadesi aktarılan Muhammed Uslu ise Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğünde Başbakana gelen davetiyeleri Özel Kalemine sunma görevini yürüttüğünü bildirdi.
FETÖ içinde "abi" tabir edilen konumda bulunduğunu, değişik yer ve kademelerde örgüt adına sorumlu olduğu sivil ve askeri kişilere örgütsel eğitim verdiğini ifade eden Uslu, 2010'dan itibaren Kara Kuvvetleri Komutanlığındaki asker kişilere "abilik" yaparken "Murat" kod adını kullanmaya başladığını, örgüte finansal kaynak sağlamak amacıyla himmet adıyla para topladığını, bunu üstü konumundaki "Selahattin" kod adlı kişiye verdiğine işaret etti.
Genelkurmay Başkanı Akar'ın emir subayı Türkkan'ın "sorumlu abisi konumunda olduğuna" dikkati çeken Uslu, kendisinin verdiği talimatlar doğrultusunda Türkkan'ın Genelkurmay başkanları ve 2. başkanlarının dinlenmesi amacıyla ses kayıt cihazları koyduğunu, kendisinin de bunları emir ve talimat aldığı "Selahattin" kod adlı kişiye verdiğini vurguladı.
Uslu, darbe girişiminden bir gün önce, kendisi evde yokken "Selahattin" kod adlı kişiyle "Ahmet" kod adlı Levent Türkkan ve "Salih" kod adlı Yarbay Gökhan'ın kendi evinde darbeyle ilgili toplantı yaptıklarını, bu durumu eşinin kendisine söylediğinin altını çizerek, 15 Temmuz'daki terör eylemini FETÖ mensuplarının planlayıp gerçekleştirdiklerini belirtti.
"Darbe emrini veren Gülen"
İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Erdal Karlıdağ ise 1997'den itibaren "cemaat ağabeyleri" ile görüştüğünü anlattı.
Ankara'ya tayin olduktan sonra "Murat" isimli şahısla görüşmeye başladığını, örgütte gizlilik olduğu için teşebbüse kadar FETÖ içindeki rütbelileri tanımadığını dile getiren Karlıdağ, 13 Temmuz'da evine, adresini "Murat"tan aldığını söyleyen 2 kişinin geldiğini, "Halil" isimli kişinin örgütte aktif yer alan, destek veren ve yanında olan 3 bin kişinin meslekten atılacağını söylediğini kaydetti.
Darbe girişiminin, birbirini tanımayan insanların bir araya gelerek kendiliğinden yapacakları eylem olmadığına işaret eden Karlıdağ, girişim öncesinde örgüt mensuplarıyla yaptığı görüşmelere ilişkin bilgi verdi.
Jandarma Binbaşı Haydar Hacıpaşalıoğlu da ifadesinde, kendisinden sorumlu Muhterem Çöl'ün "Turgut" kod adını kullandığını, onun ABD'de Fetullah Gülen ile görüştüğünü, 14 Temmuz akşamı Çöl'ün evinde buluştuklarını bildirdi.
Eve ismini "Serdar" olarak söyleyen birinin geldiğini, bu kişinin artık sürecin dayanılmaz boyutlara ulaştığını, cemaatle ilişkili kişilerin tespit edildiğini, bu kişilerin tamamının meslekten atılacağını ve yıllarca hapiste yatırılacağını söylediğini anlatan Hacıpaşalıoğlu, bu kişinin "bir şeyler yapılmazsa cemaat mensuplarının tamamen tasfiye edileceğini, büyükleri olan Fetullah Gülen'in talimatlarıyla ertesi günü kastederek 'yarın için önemli bir faaliyet olacak' diye konuştuğunu" aktardı.
Hacıpaşalıoğlu, darbe emrini verenin Fetullah Gülen olduğuna dikkati çekti.
Genelkurmay Emniyet Subayı Gökhan Eski ise 1986'da, ortaokul birinci sınıfta cemaatle tanışması ve sonrasına ilişkin yaptıkları ve örgüt içindeki ilişkileri hakkında bilgiler vererek, "Fetullah Gülen cemaatinin darbe girişimine etkisi ve katkısının bulunduğunu" bildirdi.
Darbe girişiminden 2 gün önce Tuğgeneral M.P'nin 2 kez odasına geldiğini, görüşemediğini, bunun üzerine kendisinin yanına giderek emirlerini sorduğunu nakleden Eski, kendisine "Bu hafta kritik hafta, güvenlik konusunda hassas ol" talimatı verdiğini söyledi. Eski, o gün "Murat abisinin evinde Selahattin ve Adil'in, P. Paşanın emirlerini yerine getirmesini söylediklerini" belirtti.
"2 gün Gülen'in yanında kaldım"
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesinin eski başkan yardımcısı Gürsel Aktepe'nin de darbe gecesi 21.30 sıralarında sürekli olarak kullandıkları "Tango" mesajlaşma programına Timur Tecer isimli eski İstihbarat Daire çalışanının, "Darbe oldu, herkes destek için çıksın, daha önce çalıştığı yakın yere geçsin, irtibat için şu an soy ismini hatırlayamadığım General Mehmet ile irtibata geçsin." yazdığını ifade ederek, şu beyanı verdi:
"15 Temmuz akşamından sonra herkesin söylediği, bu darbe girişimini Fetullah Gülen terör örgütünün yaptığı şeklinde. Bir ülkede herkes aynı şeyi söylüyorsa mutlaka gerçeklik payı vardır. Meslek yaşantımda da 2009'da Lokman Kırcılı, Bülent Demirel, Yunus Yazar ile birlikte görevli gittiğim Amerika'da 2 gün Fetullah Gülen'in yanında kaldım, sohbetlerine katıldım. Bunun haricinde meslekten atıldıktan sonra düzenli olarak her ay 4 bin 500 lira bana destek sağladı. Her ay Samanyolu Kolejinde öğretmenlik yapan Zübeyir kod isimli şahıs tarafından ödeme yapıldı. Şahısla Tango üzerinden irtibat kuruyordum. 15 Temmuz akşamı yapılmak istenen darbenin örgütün en tepesindeki kişinin, yani Fetullah Gülen'in bilgisi ve talimatı olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir."
WhatsApp mesajları
İddianamede, eski İstihbarat Dairesi Başkanlığı Şube Müdürü olan ve İstihbarat Dairesi Başkanlığı civarında yakalanan Zeki Taşkın'ın darbe girişimi gecesi WhatsApp'taki mesajları aktarıldı.
Buna göre Taşkın'ın bazı mesajları şunlar:
"Değerli abiler, şu an askerler müdahaleye başladı. Herkes işini gücünü bıraksın. Bulunduğu yerde arkadaşlarını yönlendirsin. ve askerlerin müdahalesine yardımcı olmalarını temin etsin. Direnmesinler. Direnen emniyet güçlerine engel olsunlar. Her ilden ve bölgeden yapılan müdahale konusunda bilgi alalım. Bu strateji ile hareket edip bizi her yerden bilgilendirin. Düzgün not yazın. Askere direnmesin arkadaşlar. Direnenlerin direncini kırsınlar. Özellikle özel harekatta ve çeviktekiler askere teslimiyet gösterip menfilerin direnci kırılsın. Herkese ulaşalım.",
"Abiler emniyetten gelen emirleri yerine getirmemeliler. Herkes Genelkurmaya gitsin. Devreler birbiriyle irtibat kursun. Zincir kursunlar. Haberdar olmayan kalmasın, emekliler dahil.", "Ankara'da muvazzaf ve emekli, olan kim varsa silahını alıp GENKUR, EGM, Ankara Emniyet, KOM, TEM ve Yıldız'ın önüne giderek direnen herkesi indirsin. Bu konuda askere yardımcı olsun. Kimse evinde durmasın. Duran vebaldedir. Herkese duyurun.",
"Genelkurmaya bizimkiler yanaşmamak. Vur emri var askerin.", "Abiler herkese ilettim. Paralelci ilan edilen polisler silah ve teçhizatlarını kesinlikle teslim etmesinler.", "Erdoğan, yanındaki korumalarla bilinmeyen bir yere götürüldü. Büyük ihtimalle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı deniz üssünde tutuluyor."
Zırhlının içinden çıkan emniyet müdürü
Darbe girişimiyle ilgili İstihbarat Daire Başkanlığında bilgisayar mühendisi Haşim Türker de beyanında, "FETÖ/PDY mensubu olduğunu, örgüt faaliyetlerine katıldığını, sürekli irtibatlı olduğunu, darbe girişiminde bulunduğunu" anlattı.
FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olmaktan hakkında yakalama kararı bulunan eski emniyet müdürü Mithat Aynacı'nın, İstanbul Emniyetine saldıran zırhlının içinden askeri kamuflajla çıktığına dikkati çekilen iddianamede, TRT'nin Ulus'taki binasına yayınları kesmek amacıyla götürülen, Samanyolu TV ve Kaynak Holdingin eski çalışanları ve aynı zamanda bilişim uzmanı olduğu belirlenen 3 kişinin TRT'nin işgali girişiminin başarıyla sonuçlanmaması nedeniyle TRT binasının arka tarafından kaçtıkları vurgulandı.
İddianamede, "Haklarında FETÖ/PDY'ye üye olmaktan işlem yapılan bazı emniyet mensubu ve mülkiyelilerin, başarısız darbe girişim sonrası ilan edilecek sıkıyönetim sonrası atanacakları resmi devlet kuruluşlarına gittikleri de tespit edilmiştir." ifadesi kullandı.
SANIKLAR: DARBE GÜLEN'İN TALİMATI İLE YAPILDI
İddianamede, 15 Temmuz gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde, askeri hiyerarşi dışında, kendilerini "Yurtta Sulh Konseyi" olarak tanımlayan, FETÖ/PDY üyesi "üniformalı teröristler" tarafından Anayasa'yı askıya alarak, seçilmiş cumhurbaşkanını görevden almak, Meclis ve hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla demokrasiye karşı silahlı darbe teşebbüsünde bulunulduğu belirtildi.
İddianamede, "Darbe teşebbüsüne ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında, FETÖ/PDY üyesi bir kısım asker ve kamu görevlilerinin ifadelerinden, darbe teşebbüsünün anılan terör örgütünün lideri Gülen'in bilgisi ve talimatı ile yapıldığı ve sivillerin katledilmesi, kamu görevlilerinin şehit edilmesi başta olmak üzere ortaya çıkan maddi ve manevi zarardan adı geçenin başında olduğu terör örgütünün sorumlu olduğu anlaşılmaktadır." ifadelerine yer verildi.
Yaklaşık yarım asırdır Türkiye'nin sosyo-politik gündeminde sözde dini referanslar üzerinden kendisine toplumsal ve kamusal varlık ve meşruiyet zemini inşa eden, sosyolojik bünyesi itibarıyla sıkı cemaatsel dokuya sahip olan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün, müntesiplerini ilgili yapıya tümden sadakat ilkesi çerçevesinde doktrine ettiği, yapı mensuplarının ahlak ve hukuk dışı her türlü eylemlerini mübah gördüğü ifade edildi.
İddianamede, adeta devlet içinde ayrı devlet yapısı oluşturan, sözde liderliğini ABD ülkesinde ikamet eden firari şüpheli Fetullah Gülen'in yaptığı örgüt mensubu, TSK içinde emir komuta zinciri dışında yuvalanmış bir kısım asker ve sivil şüphelilerin, 15 Temmuz günü başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin muhtelif yerlerinde, TSK bünyesinde yuvalanan, aralarında generaller ve amirallerin de bulunduğu subay, astsubay, uzman er ve erbaşlar ile askeri öğrenciler aracılığıyla, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak ve anayasal düzeni değiştirmek amacıyla eyleme geçtiği anlatıldı.
Bu kapsamda, saat 22.00 sularında İstanbul'da 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin silahlı terör örgütü üyeleri tarafından tank ve paletli zırhlı araçlarla trafiğe kapatıldığı hatırlatılan iddianamede, İstanbul Yeşilköy Atatürk Havalimanı'nın tanklar vasıtasıyla sevki sağlanan örgüt üyesi askerler tarafından ele geçirilerek, saat 22.15 itibarıyla havalimanına giriş ve çıkışların kapatıldığı belirtildi.
İddianamede, uçuş kontrol kulesinin de ele geçirilerek, tüm yurt içi ve dışı uçuşların durdurulduğu, F-16 savaş uçakları ile havalimanı üzerinde alçak uçuş yapılarak yolcu uçaklarının iniş ve kalkış yapmalarının engellendiği, yine aynı saatlerde Sabiha Gökçen Havalimanı'nın ele geçirilmesi maksadıyla benzer girişimde bulunulduğu aktarıldı.
"Jetlerle halkın meydanlara çıkmasını engellemeye çalıştılar"
Vatan Caddesi'nin giriş ve çıkışı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Kuleli Askeri Lisesi başta olmak üzere stratejik öneme sahip karakollar, limanlar, köprüler ve meydanlarda, örgüt mensubu askerlerin tank ve zırhlı araçlar ile hakimiyet kurmaya çalıştıkları anlatılan iddianamede, savaş jetleri ile ses hızını aşacak şekilde alçak uçuş yapan ve zaman zaman ses bombası atan örgüt mensubu askerlerin, korku ve paniğe sevk ederek halkın meydanlara çıkmasını engellemeye çalıştığı kaydedildi.
İddianamede, milli iradeye sahip çıkmak üzere 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde toplanan halkın üzerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldığı, çok sayıda sivilin yaşamını yitirmesine sebebiyet verildiği ifade edildi.
Örgüt mensubu askerlerin gerçekleştirmeye çalıştıkları askeri darbenin planlaması çerçevesinde, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanı Kamil Başoğlu, Genelkurmay Başkanlığı Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Komutanı Korgeneral Uğur Tarçın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 4. Kolordu ve Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Metin Gürak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar, Eskişehir Muharip Hava Kuvvet ve Hava Füze Savunma Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver, Etimesgut Hava Lojistik Komutanı Korgeneral Atilla Gülan, İzmir Hava Eğitim Komutanı Korgeneral Hasan Küçükakyüz, Etimesgut Zırhlı Birlikler Okul ve Tümen Komutanı Tümgeneral Erdoğan Akyol, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargah ve Destek Kıtaları Grup Komutanı Albay Tuncay Polat, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak'ın emir subayı Albay Binbaşı Yunus Can başta olmak üzere çok sayıda askeri birlik komutanını rehin aldıkları da iddianamede aktarıldı.
İddianamede, örgüt üyelerinin, rehin aldıkları bu kişilerden isimleri belirtilenleri darbe girişiminin sevk ve idaresinin yapıldığı Ankara Akıncı 4. Ana Jet Hava Üssüne götürerek zorla alıkoydukları, Terörle Mücadele Dairesi (TEM) Başkanı Turgut Aslan'ın rehin alındıktan sonra silahla kafasından vurulduğu ve halen hastanede koma halinde tedavi gördüğü bildirildi.
TSK'nın resmi internet sitesi ve askerler tarafından işgal edilen TRT'de zorla yayınlattırılan bildiride ordunun yönetime el koyduğunun söylendiği anlatılan iddianamede, Türkiye'de sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinin açıklandığı hatırlatıldı.
"Cumhurbaşkanımıza suikast girişiminde bulunuldu"
İddianamede, teşebbüs sırasında TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Ankara Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkanlığı, MİT yerleşkelerinin de aralarında bulunduğu birçok yere uçak ve helikopterlerin de kullanıldığı bombalı ve silahlı saldırılar yapıldığı belirtilerek, şunlar kaydedildi:
"Cumhurbaşkanımıza yönelik suikast girişiminde bulunulmuş, Başbakanımızın aracının bulunduğu konvoya silahla ateş edilmiş, Genelkurmay Başkanı'nın da aralarında bulunduğu birçok üst düzey askeri yetkili rehin alınmış, çok sayıda kamu kurumu silah zoruyla işgal edilmiş veya buna teşebbüs edilmiştir.
Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan boğaz köprüleri, teröristlerin idaresindeki tanklar marifetiyle ulaşıma kapatılmıştır. Teşebbüse toplam 8 bin 651 askeri personel karışmış, TSK'ya ait savaş uçakları dahil 35 uçak, 37 helikopter, 74 tanesi tank olmak üzere 246 zırhlı araç ve 4 bine yakın hafif silah kullanılmıştır. Örgüt mensupları, o esnada tatilde bulunan Cumhurbaşkanımızı öldürmek istemişlerdir. Cumhurbaşkanımız, ölümden sadece 15 dakika ile kurtulmuştur. Bu durum teröristlerin seçilmiş Cumhurbaşkanımızı etkisiz hale getirerek, yönetime el koyma iradelerinin en büyük delilidir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde halkın iradesinin tecelli ettiği, demokrasinin yansıması olan halkın temsilcilerinin bulunduğu Meclisimiz ilk kez bombalanmıştır. Bu bombalama, düşman devlet uçaklarından değil, kendi ordumuzun içerisinde yıllardır süregelen komplike ve gizli olarak yerleştirilen bir grup terörist tarafından yapılmıştır. Meclisimizin aldığı büyük zarar halihazırda görülebilmektedir."
İddianamede, Ankara'daki Polis Özel Harekat Merkezine yapılan saldırıda 50'ye yakın özel harekat polisinin şehit edildiği, burada görevli polislerin genelde Doğu ve Güneydoğu'da terörle mücadele eden özel yetişmiş memurlar olduğu vurgulandı.
"Türk milleti, demokratik değerlerini savunmuştur"
Teşebbüs gecesi, başta Ankara Emniyet Müdürlüğü olmak üzere emniyete ait birçok binanın, hava araçları ve tanklarla saldırılara maruz kaldığı ifade edilen iddianamede, o geceye ilişkin şunlar anlatıldı:
"Sayın Cumhurbaşkanımız, cep telefonu aracılığı ile televizyona bağlanabilmiş ve gerçekleştirdiği konuşmada darbecilere hiçbir şekilde imkan tanınmayacağını ifade ederek, halkı darbeye tepki göstermek için sokağa çıkmaya davet etmiştir. Çağrının ardından Türkiye'nin birçok ilinde darbe karşıtı protesto gösterileri düzenlenmiştir. Gösterileri bastırmak için askerlerce sivil halka hem yerden hem de havadan ateş açılmıştır. Türk milleti, elinde hiçbir silah olmadan sadece Türk bayraklarıyla toplara, tüfeklere, uçaklara karşı demokratik değerlerini savunmuştur. Tankların üzerine çıkmış, kurşunlara kendini siper etmiştir. Milletimiz o gece hangi siyasi partiden olursa olsun, hiçbir dünya görüşü ayrımı gözetmeksizin bir bütün halinde darbeye karşı direnmiştir."
Örgüt üyelerince cadde ve meydanlarda toplanan vatandaşlara karşı uzun namlulu silahlarla saldırıldığı, "kadın, çocuk, genç ve yaşlı" demeden silahsız ve savunmasız halkın üzerine rastgele ateş açıldığı ifade edilen iddianamede, ülke genelinde şüphelilerin terör saldırıları sonucu 246 kişinin şehit olduğu, 2 bin 186 kişinin yaralandığı anımsatıldı.
Şüphelilerin bu eylemlerinin 16 Temmuz itibarıyla da yurt genelinde birçok noktada devam ettiği belirtilen iddianamede, şüphelilerin bu eylemleriyle hain emellerini gerçekleştirmek amacıyla cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye yahut Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs ettikleri bildirildi.
Darbe teşebbüsünde Akıncı Üssü, Jandarma Genel Komutanlığı, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı ile Gölcük Donanma Üssü gibi alanların darbeciler tarafından üs olarak kullanıldığına işaret edilen iddianamede, şu tespitlere yer verildi:
"Darbecilerin, Yurtta Sulh Konseyi Başkanı imzası ile yayınladıkları direktiflerde her ile bir sıkıyönetim komutanı atadıkları, sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirmeler yaptıkları (askeri hakim-savcı), diğer atamalar başlığı altında kuvvet komutanlıklarına, Genelkurmay Başkanlığına ve diğer askeri alanlara atamalar yaptıkları, darbeyi gerçekleştirmeye çalışan kişilerin çeşitli askeri makamlara bu atamaları yaptıklarının duyurulduğu, Türkiye genelinde FETÖ/PDY Terör Örgütü'nün TSK içinde yapılanan kadrolarının mevcut hükümeti yıkmak ve devlet yönetimini ele geçirmek üzere Anayasa'yı ihlal ederek darbe teşebbüsünde bulundukları anlaşılmıştır."
SEMİH TERZİ DARBEDEN 1 HAFTA ÖNCE HABERDAR
İddianamede, darbeye teşebbüs eylemi kapsamında 15 Temmuz 2016'da Genelkurmay Başkanlığını ele geçiren TSK'ya sızmış örgüt üyelerince sanki emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşiyormuş gibi sıkıyönetim emri, sıkıyönetim komutanları ve sıkıyönetim mahkemesi hakimlerinin isimlerinin bulunduğu direktiflerin saat 21.30 sıralarında Özel Kuvvetler Komutanlığına iletildiği anlatıldı.
Sözde atama listesine göre, Tuğgeneral Semih Terzi'nin 1. Özel Kuvvet Tugay Komutanlığından Özel Kuvvetler Komutanlığına atandığı belirtilen iddianamede, bu yazıların darbeye teşebbüs faaliyetinde yer alan ve Özel Kuvvetler Komutanlığındaki darbe faaliyetini yöneten Albay Ümit Bak'ın aralarında bulunduğu isimlerce değerlendirilerek darbe teşebbüsü eyleminde yer almayanları da ikna etmeye çalıştıkları belirtildi.
Harekat merkezi vardiya amiri Turgay Usanmaz, Nedim Şahin, Muzaffer Han ve Şenol Soylu'nun karargahta tam teçhizatlı ve silahlı olarak hazır bulundukları ifade edilen iddianamede, bu kişilerin eyleme katılmayan askerlere silah doğrulttukları kaydedildi.
Karargaha telefonla ulaşan Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı'nın ise Albay Ümit Bak'ı ikna etmeye çalıştığı, sıkıyönetim emirlerinin ve eklerinin geçersiz olduğunu beyan ettiği ve kendisinin emirlerini dinlemesi konusunda Albay Bak'a uyarıda bulunduğu bilgisine yer verilen iddianamede, Bak'ın bu durumu kabul etmeyerek yeni komutanın Semih Terzi olduğunu söylediği bildirildi.
"Bu işin sonunda şehadet var"
Bunun üzerine Korgeneral Aksakallı'nın o sırada karargahta bulunan emir subayı Astsubay Ömer Halisdemir'i cep telefonundan aradığı ve Terzi'nin, darbeye teşebbüs eyleminin içinde yer alan vatan haini olduğunu, kesinlikle karargahın komutasını ona bırakmamasını ve bu işin sonunda şehadet olduğunu söyleyerek emir verdiği belirtildi.
İddianamede, Astsubay Ömer Halisdemir'in de vatansever bir asker refleksiyle kendisine verilen emri hiçbir şekilde sorgulamadan "emredersiniz komutanım" karşılığını verdiği yer aldı.
Semih Terzi'nin Silopi'den Diyarbakır'a buradan da bir kısım tim personeliyle Ankara Etimesgut'taki Özel Hava Alay Komutanlığına indiği anlatılan iddianamede, 7 tim personelinin Özel Kuvvetler Komutanlığına gitmeyi kabul etmeyerek Etimesgut Havaalanı'nda kaldıkları aktarıldı.
İddianamede, Semih Terzi ve beraberindeki Ahmet Kara, Fatih Şahin, Furkan Aslanbay, Mihrali Atmaca, İsmail Çınar, Halit Çelik, Gökay Engin, Mehmet Bilge, Harun Topbaş, Ahmet Muhammed Demirci, Cemal Güleç, Ali Güreli, Ali Solmaz, Erkan Kütükçü, Erhan Almaz, Cihat İbrahim Yörük, Hasan Aksoy, Hüseyin Oğuz'un iki helikopterle Özel Kuvvetler Komutanlığının VIP alanına indikleri, Terzi'nin, güvenlik sağlandıktan sonra helikopterden çıktığı belirtildi.
Terzi'nin, Albay Ümit Bak, Astsubay Turgay Usanmaz ve sivil kıyafetli Ali Kapucu tarafından karşılandığı ifade edilen iddianamede, yaşananlar şöyle anlatıldı:
"Korgeneral Zekai Aksakallı'dan, Semih Terzi'nin darbeye teşebbüs eden hain olması nedeniyle kışlanın yönetiminin kendisine verilmemesi talimatını alan Astsubay Ömer Halisdemir dikkat çekmeden Terzi'yi karşılayanların arasına karışmış, bu şekilde karargah binasına doğru yürümeye başlamışlardır. Karargah binasına çok kısa bir mesafe kala Semih Terzi'nin sağ tarafından yaklaşan Halisdemir, vatansever bir asker davranışı ile beylik tabancasını çıkartarak Özel Kuvvetler Komutanlığının yönetimini darbecilere teslim etmemek adına Tuğgeneral Semih Terzi'ye yaklaşık 3-4 defa sağ tarafından ateş ederek, saat 02.16 sıralarında vurmuştur."
Halisdemir'in karargahın girişine göre sağ tarafında bulunan ağaçlık alana doğru kaçmaya başladığı anlatılan iddianamede, şu tespitlere yer verildi:
"Bu durumu beklemeyen darbeye teşebbüs eylemi içinde yer alan Terzi'nin yanındaki bütün şüphelilerin mevzi pozisyonu aldıkları, tim personeli Hasan Aksoy'un havaya bir el ateş açtığı, Halit Çelik'in de çalılıklara ve havaya ateş açtığı, bu sırada mevzi pozisyonu almayan Binbaşı Fatih Şahin'in kaçmaya çalışan Astsubay Ömer Halisdemir'in arkasından kısa mesafeden uzun namlulu silahı ile 11-12 el ateş ederek Halisdemir'i vurduğu anlaşılmıştır. Vurulan Halisdemir'in ağaçların arasına düştüğü, bu sırada diğer bir kısım askerler ile sıhhiyeci Hüseyin Oğuz'un Terzi'ye müdahale etmeye çalıştıkları, diğer bir kısım tim personelinin ise vurulan Halisdemir'i sürükleyerek karargah binasının giriş kapısının sağ tarafındaki alana yatırdıkları, bu sırada olay yerine ambulans çağrıldığı tespit edilmiştir."
Ambulansı geri gönderdi
Ambulansın olay yerine geldiği, sağlık görevlilerinin Halisdemir'in nabzının çok hafif attığını, durumunun ağır olduğunu belirlediği aktarılan iddianamede, bu sağlık görevlilerinin ve ambulansın Mihrali Atmaca tarafından olay yerinden gönderildiği kaydedildi.
Darbeciler içerisinde yer almayan ve o sırada karargahta bulunan Yüzbaşı Vural Volkan Bal'ın, Halisdemir'in nabzını kontrol ettiği belirtilen iddianamede, Mihrali Atmaca'nın Bal'ı oradan uzaklaştırdığı ve beylik tabancasıyla Halisdemir'e iki el ateş ettiği bildirildi.
Semih Terzi'nin ise kaldırıldığı GATA'da hayatını kaybetmesinin ardından sanıkların bir bölümünün taraf değiştirdiğine yer verilen iddianamede, bu kişilerden Mihrali Atmaca, Ahmet Muhammed Demirci ve İsmail Çınar'ın Albay Ümit Bak'ı teslim almaya çalıştığı, bu sırada çıkan silahlı çatışmada Bak'ın teslim alınmasına engel olmak isteyen emir subayı Nedim Şahin'in vurularak etkisiz hale getirildiği ifade edildi.
Öte yandan sanıkların, darbeci unsurlara karşı nizamiye bölgesine gelen Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli İsmail Oğuz'u da başından yaraladığı aktarıldı.
"Annem hasta" bahanesi
İddianamede, Semih Terzi'nin eşi Nazire Terzi'nin ifadesinde eşinin olaydan bir hafta önce kendisine cep telefonundan "Annem hasta, Nursel hanımı (Zekai Aksakallı'nın eşi) ara annem hasta de, ben Ankara'ya döneyim diye söyle ancak mesajı hemen sil" şeklinde mesaj gönderdiği şeklindeki beyanına da yer verildi.
Semih Terzi'nin bu şekilde Zekai Aksakallı'dan Ankara'ya gelmek için izin istediği, eşi Nazire Terzi'nin de Aksakallı'nın eşini arayıp bu bahaneyi ilettiği aktarılan iddianamede, "Tutanak ve beyanlardan da anlaşılacağı üzere darbeci Semih Terzi'nin ve eşinin darbe olayından ve atama listesinden en az bir hafta önce haberlerinin olduğu, bu nedenle Semih Terzi'nin Ankara'ya bir an önce gelmek için bahaneler ürettiği, durumu bilen eşi Nazire'nin kendisine yardımcı olmaya çalıştığı, olay günü de Özel Kuvvetler Komutanı olarak yer aldığı sözde atama listesine dayanarak Birliği devralmaya geldiği tespit edilmiştir." denildi.
TÜM (18) SANIKLARIN İFADELERİ
İddianamede, 18 sanığın ifadelerine de yer verildi.
İddianamede 1 numaralı sanık olarak yer alan Özel Kuvvetler Komutanlığı 12. Tabur Komutanı Binbaşı Fatih Şahin, ifadesinde, darbe günü saat 21.30'da Tuğgeneral Semih Terzi'nin, Altan Bora, Volkan Yaman ve kendisini askeri hattan arayarak, 30 dakika içinde 12. ve 16. taburun intikal etmesini söylediğini, bu görevin Suriye'de icra edilecek operasyonla ilgili olduğunu düşündüğünü ve durumu birinci sicil amiri Piyade Kurmay Albay Eyyüp Coşkun'a bildirdiğini söyledi.
Albay Coşkun'un, kendisine durumu bilmediğini, öğrenirse haber vereceğini söylemesi üzerine hazırlıklara başladıklarını aktaran Binbaşı Şahin, kişisel eşyaları almadıklarını, mühimmatları hazırladıklarını ve saat 22.40 gibi hazırlıkları tamamlayarak havalimanına geçtiklerini belirtti.
Havalimanında Semih Terzi'nin kendilerini yanına çağırdığını aktaran Şahin, sonrasında 24 kişilik timin hazırlanıp uçağa bindiğini, yarım saat sonra da Terzi'nin kendisine Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğunu söylediğini bildirdi.
Uçaktan inmeden yarım saat önce Terzi'nin kendisine müdahale olabileceğini söylediğini ifade eden Şahin, bunun üzerine Yüzbaşı Ahmet Kemal'e inişte tedbir alınması yönünde talimat verdiğini aktardı.
Etimesgut Özel Hava Alay Komutanlığına indikten sonra kendilerini bekleyen iki helikoptere bindiklerini dile getiren Şahin, askerlerden bir kısmının Özel Kuvvetler Komutanlığına geçtiğini, bir kısmının da sonraki uçuşla gelmek üzere havaalanında kaldığını söyledi.
Özel Kuvvetler Komutanlığında, kendilerini Albay Ümit Bak, Yarbay Mehmet Ali Çelik ve Astsubay Turgay Usanmaz'ın karşıladığını bildiren Şahin, karargah binasına doğru yürürken sağ taraftaki ağaçlıktan ateş açıldığını belirterek, "Önümde biri 'Ah' diye yere düştü. Korunma içgüdüsüyle ateş ettim. Geriye döndüğünde Semih Terzi'nin vurulduğunu gördüm" dedi.
Terzi'yi, karargaha, icra astsubayının odasına taşıdıklarını belirten Şahin, ardından emir astsubayı Ahmet Kara, sıhhiye Hüseyin Oğuz ve Hasan Aksoy ile Semih Terzi'yi GATA'ya götürdüklerini söyledi.
Şahin, GATA'da Mehmet Bilge ile görüşüp kimseye ateş etmemeleri talimatını verdiğini, sonrasında Aksoy, Oğuz ve Kara'yı Destek Kıtaları Komutanlığına gönderdiğini, ardından kendisinin de Destek Kıtaları Komutanlığına giderek teçhizatını teslim ettiğini, saat 13.00'e kadar polisi beklediklerini, sonrasında polis refakatinde spor salonuna götürüldüğünü bildirdi.
İlk çatışma anında Mihrali Atmaca'nın Ömer Halisdemir'e ateş ettiğini görmediğini ifade eden Fatih Şahin, "darbeye teşebbüs olayından haberi olmadığını, katkı sağlamak veya Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı ele geçirip komutayı Semih Terzi'ye kazandırmak amacıyla hareket etmediğini, FETÖ terör örgütüyle ilgi ve irtibatının olmadığını" öne sürdü.
"İki el ateş ettim"
İddianamedeki 2 numaralı şüpheli Üsteğmen Mihrali Atmaca da darbe günü Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığında Lice'de bir operasyon üzerinde çalıştıklarını, emri aldıktan sonra 2 tabur halinde havalimanına geçtiklerini, bir kısmının Etimesgut havalimanında kaldığını belirtti.
Darbe teşebbüsünden haberdar olmadığını savunan Atmaca, Ankara'ya indiklerinde 14 kişilik bir grubun Semih Terzi ile bir helikoptere, diğerlerinin başka bir helikoptere binerek Özel Kuvvetler Komutanlığına gittiklerini, kendisinin Semih Terzi'nin önünde karargaha doğru geçtiğini, karargaha kısa mesafe kala birkaç el silah sesi duyduğunu, siper alıp baktığında Semih Terzi'nin yerde yattığını gördüğünü aktardı.
Bu sırada Binbaşı Fatih Şahin'in ateş etmeye başladığını, çok sayıda ateş açtığını, başka kimlerin ateş ettiğine dikkat etmediğini bildiren Atmaca, sonrasında 10-15 metre ötesinde yatan kişinin Ömer Halisdemir olduğunu öğrendiğini, bu sırada Fatih Şahin'in yerde yatan şahsın başında duranlara 'Ne yapıyorsunuz? Etkisiz hale getirin' dediğini, o esnada birçok silah sesi duyduğunu, talimat üzerine tabancası ile iki el ateş ettiğini, isabet edip etmediğini bilmediğini, birliğe saldırı olduğunu düşünerek savunma düşüncesiyle bu eylemi yaptığını öne sürdü.
Emrindeki Ahmet Muhammed Demirci ve Ali Güreli ile Yarbay Mehmet Ali Çelik'i derdest ettiklerini, dışarıya çıkarırken ismini bilmediği bir başçavuşu da derdest ettiklerini, Albay Ümit Bak'ı teslim almak için gittiklerinde tam teçhizatlı olmaması gereken Nedim Şahin ile karşılaştıklarını aktaran Atmaca, Şahin ile silahını almaya çalışması üzerine boğuştuklarını, bu sırada silahının ateş alıp duvara çarptığını, sonrasında Nedim başçavuşun silahının ateş aldığını ve merminin üzerindeki tüfeğin nişangahına geldiğini, ikisinin de yere düştüğü sırada Nedim Şahin'e 2 el İsmail Çınar'ın, 2 el de kendisinin ateş ettiğini, sonrasında Albay Ümit Bak'ı teslim aldıklarını ve Yüzbaşı Ahmet Kemal'i arayarak durumu haber verdiğini söyledi.
"Fatih Şahin ateş etti"
Şüpheli İsmail Çınar da ifadesinde 12. Özel Kuvvet Tabur Komutanlığında TİM personeli olarak görev yaptığını belirterek, darbe günü saat 21.00 sıralarında alarm verildiğini, sonrasında Ankara'ya gidileceğinin söylendiğini ancak görevin ne olduğundan bahsedilmediğini söyledi.
Ankara'ya indiklerinde Semih Terzi'nin de olduğu arasında olduğu 14 kişilik grupla birlikte çalışır vaziyette bekleyen helikopterle Özel Kuvvetler Komutanlığına gittiklerini, kendilerinin darbeyi bastırmaya gittiklerini zannettiklerini, helikopterden indiklerini, Semih Terzi ve Fatih Şahin ile yürüdüklerini, o sırada sağ taraftan koşarak bir kişinin geldiğini ve Semih Terzi'ye 2-3 el tabanca ile ateş ettiğini, sonra sağ tarafa doğru kaçtığını, koşarken sağ tarafta yere düştüğünü gördüğünü, bu şahsa Fatih Şahin'in ateş ettiğini, kendisinin ise silah kullanmadığını öne sürdü.
Çınar, bu sırada Hasan Aksoy'un da ateş ettiğini gördüğünü, sonrasında Semih Terzi'ye müdahale edilip karargaha taşındığını, Semih Terzi'yi vuranın yanına gittiklerinde, daha önceden tanıdığı Ömer Halisdemir olduğunu gördüğünü dile getirdi.
Ümit Bak'ın odasında Mihrali Atamaca ile Nedim Şahin'in boğuştuklarını gördüğünü anlatan Çınar, Nedim Şahin'in darbeci olduğunu düşündüğünü, çünkü Ümit Bak'ı almalarını engellemeye çalıştığını, kendisinin ve Mihrali Atmaca'nın Nedim Şahin'e birkaç el ateş ettiklerini, sonrasında Ümit Bak'ı odadan çıkararak ellerini bağlayıp karargah dışına götürdüklerini savundu.
4 numaralı şüpheli Hasan Aksoy da darbe günü tabur komutanı Fatih Şahin tarafından alarm verildiğini, operasyona gidecek malzemeleri ayarladığını, sonrasında havalimanına gittiklerini, Ankara'ya 2 tim halinde 24 kişi geldiklerini, daha sonra uçağa bindiklerini, nereye gideceklerini bilmediklerini, Etimesgut Özel Hava Alay Komutanlığına indikten sonra 2 helikopter ile Özel Kuvvetler Komutanlığına geçtiklerini anlattı.
Karargahta ilerlerken çamların arasından Ömer Halisdemir'in geldiğini, kendisinin yanağını sıkarak "Hasan ne yapıyorsun, nereden geliyorsun?" dediğini, kendisinin de Diyarbakır'dan geldiklerini söylediğini "Ne oluyor, durum nedir?" diye sorduğunu, onun da bilmediğini söylediğini, ardından tugay komutanının yanına doğru yaklaşırken iki el silah sesi geldiğini, kendisi ve birkaç arkadaşının havalimanında aldıkları emir üzerine havaya ateş açtığını, tabur komutanının o kişiyi arkasından vurup öldürdüğünü gördüğünü, kaçanın o an kim olduğunu bilmediğini, sonrasında kaçan şahsın Ömer başçavuş olduğunu öğrendiğini öne sürdü.
Hasan Aksoy, Terzi'yi GATA'ya götürdüklerini, burada polise teslim olduklarını anlattı.
Şüpheli Ahmet Kara da 2014 yılından itibaren Tuğgeneral Semih Terzi'nin emir subayı olarak Özel Kuvvetler Komutanlığında görev yaptığını, darbe girişimi günü saat 21.30-22.00 sıralarında komutanının yanına çağırarak Diyarbakır'da göreve gideceklerini söylediğini, görevin Diyarbakır Lice'deki terör operasyonlarıyla ilgili olduğunu düşündüğünü, helikopterle Diyarbakır havalimanına geçtiklerini ve Semih Terzi ile beklemeye başladıklarını anlattı.
Havalimanında beklerken minibüs ile tam teçhizatlı 12. ve 16. taburun geldiğini, komutanları Fatih Şahin, Volkan Yaman ve onlardan sorumlu Albay Altan Bora'nın, Semih Terzi ile görüştüklerini, Terzi'nin görüşme öncesinde kendisini odadan çıkardığını anlattı.
Ahmet Kara, Semih Terzi ile uçağa bindiklerini, gece yarısı kalkış yaptıklarını, uçakta Semih Terzi'nin Fatih Şahin'e hitaben "Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu" diye söylediğini duymadığını ancak, Terzi'nin sürekli telefon ve tabletiyle uğraştığını aktardı.
Semih Terzi'nin vurulduğunu görmediğini, ateş edeni veya ateş eden kişiye karşı ateş edenleri de görmediğini aktaran Kara, kendisinin hemen karargaha girerek telefonla reviri arayıp ambulans istediğini, Terzi'yi icra astsubayının odasına getirdiklerini, sonrasında Ümit Bak'ın geldiğini Terzi'nin telefonunu ona vererek "Sende dursun" dediğini, sıhhiyeci Hüseyin Oğuz'un ilk müdahalesini ardından Terzi'yi GATA'ya götürdüklerini, darbe girişimi olduğunu burada öğrendiklerini öne sürdü.
"Keskin nişancı tüfeği boş kovanları vardı"
Şüpheli Halit Çelik de darbe günü 22.00 sıralarında, Ankara'ya gidecekleri yönünde haber geldiğini, havalimanına giderken radyodan Genelkurmay Başkanının kaçırıldığını, darbe teşebbüsü olduğunu, başbakanın konuşma yaptığını duyduklarını, bu haberleri duyunca Genelkurmay Başkanını kurtarmaya gittiklerini düşündüğünü, havalimanında uçağa bindiklerini, en son Semih Terzi ve emir astsubayı Ahmet Kara'nın uçağa binerek "Ankara'ya" diye teyit ettikten sonra yola çıktıklarını anlattı.
Tim komutanı Ahmet Kemal Yılmaz'ın kendisinin de olduğu 12-13 kişilik bir grubu Semih Terzi'yi koruması için seçtiğini beliren Çelik, indikten sonra hemen çalışır vaziyetteki helikopterlere bindiklerini, Özel Kuvvetler Komutanlığı karargah VIP pistine indiklerini, karargaha doğru yürürken 30 metre kala silah seslerini duyduğunu, yaklaşık 2-3 metre mesafeden Semih Terzi'ye ateş edildiğini gördüğünü, Terzi'nin vurulduktan sonra yere düştüğünü, vuran kişi kaçarken birilerinin ona doğru ateş ettiğini, Halisdemir'e Fatih Şahin'in ateş ettiğini düşündüğünü, olaydan sonra yerde M110 keskin nişancı tüfeği boş kovanları olduğunu söyledi.
7 numaralı sanık Hüseyin Oğuz da ifadesinde, 16 yıldır Özel Kuvvetler Komutanlığında sıhhiye uzmanı olarak çalıştığını, cuma günü akşam saat 21.30-22.00 civarında 12. ve 16. tabura alarm verildiğini, bu esnada Ankara'ya gidiyoruz denildiğinde şaşırdıklarını söyledi.
Tabur komutanı Binbaşı Fatih Şahin ve TİM komutanları Ahmet Kemal Yılmaz ve Mihrali Atmaca komutasında hazırlanmaya başladıklarını aktaran Oğuz, Ankara'da uçaktan inerek helikopterle Özel Kuvvetler Komutanlığına geçtiklerini, inip karargaha geçerken iki el tabanca sesi geldiğini, kendini kaldırıma attıktan sonra birkaç el silah sesi daha duyduğunu anlattı. Fatih Şahin'in kendisini çağırdığını belirten Oğuz, gittiğinde Semih Terzi'nin vurulduğunu gördüğünü, vuran kişinin Ömer Halisdemir olduğunu, Fatih Şahin'in vuran kişiyi "Ben vurdum, indirdim, etkisiz hale getirdim" dediğini, Terzi'yi helikopterle Fatih Şahin, kapıda gördükleri Hasan Aksoy, tugay komutanı, emir astsubayı Ahmet Kara ve sivil giyimli Ali başçavuş ile birlikte GATA'ya götürdüklerini anlattı.
Şüpheli Ali Solmaz da 12. Tabur'da görev yaptığını, havalimanına giderken darbe teşebbüsünü radyodan öğrendiklerini, kimsenin sıkıyönetim yapılacağı yönetime el konulacağı şeklinde bilgi veya talimat almadığını, uçakta Ankara'ya gelirken her şeyin kontrol altında olduğunu düşündüğünü, Özel Kuvvetler Komutanlığına geldiklerinde Semih Terzi'nin vurulmasında yakınında olduğunu, ancak vuranın kim olduğunu görmediğini, vuran şahıs kaçarken arkasından ateş edildiğini ancak kimin ettiğini de görmediğini öne sürdü.
"Neden vurulduğunu sonradan öğrendik"
Sanıklardan Ahmet Muhammed Demirci ise darbe yapılacağından haberi olmadığını ifade etti. Darbe girişimini Diyarbakır Havalimanına giderken radyoda duyduğunu savunan Demirci, kimsenin hangi sebeple Ankara'ya gittiğini söylemediğinden "kurumların korunması" amacıyla gittiklerini düşündüklerini öne sürdü. İnip karargaha geçerken arkadan birkaç el silah sesi geldiğini kaydeden Demirci, döndüğünde Semih Terzi'nin sesini duyduğunu, ona ateş edeni görmediğini, ancak ateş edene karşı ateş edildiğini duyduğunu anlattı. Demirci, Terzi'nin neden vurulduğunu sonradan öğrendiklerini iddia etti.
Sanık Mehmet Bilge de Özel Kuvvetler Komutanlığında uzman nişancı olduğunu ifade etti. Darbe girişimi günü Diyarbakır'da göreve hazırlanırken "Operasyon için Ankara'ya gidiyoruz" denildiğini, S4 ikmal astsubayı Bünyamin Çelik'in 20.00-21.00 sıralarında koğuşa geldiğini ve "1 saat içinde Ankara'ya gidileceğini söylediğini" anlatan Bilge, uçakla Ankara'ya hareket etmeden "IŞİD'in uçak kaçırdığı, Boğaz Köprüsünün kapatıldığı şeklinde haberler duyduklarını, Etimesgut'a indikten sonra helikopterle Özek Kuvvetler Komutanlığına geçtiklerini" ifade etti.
Burada sivil kıyafetli, hücum yelekli kişilerin Semih Terzi'yi sorduklarını, indiği helikopteri gösterdiklerini kaydeden Bilge, 15-20 metre önünde, Terzi'nin olduğu gruptan silah sesleri geldiğini, Terzi'nin ah diye bağırdığını, sonrasında helikopter ile Semih Terzi'yi götürdüklerini belirtti. Sanık Cihat İbrahim Yörük de Diyarbakır'dan ayrıldıklarında, "kalkışmayı bastırmak ve bir yerlerin emniyetini almak için Ankara'ya gittiklerini düşündüğünü" öne sürdü. Yörük, Özel Kuvvetler Komutanlığında iki üç el silah patlamasının ardından Terzi'nin vurulmuş olarak inlediğini, onun ilerisinde birisinin daha vurulup düştüğünü gördüğünü kaydederek, Fatih Şahin'in atış talimatı vermesine rağmen kendisinin ateş etmediğini savundu.
Sanık Gökay Engin de darbeye karışmadığını, darbeyi önlemeye geldiklerini zannettiğini ileri sürerken, sanık Cemal Güleç, Terzi'nin içeri girmesinin ardından çıkan çatışmayı bizzat görmediğini, darbecilerin bir kısmının yakalanmasına yardım ettiğini öne sürdü.
"Komutan nerede?"
Sanık Harun Topbaş; Terzi ve Şahin'in, FETÖ/PDY üyesi olduğunu bilmediğini, bu nedenle emirlerine uyduğunu ileri sürdü. Topbaş, bir grubun, "Zekai Aksakallı'dan emirleri alıyoruz" dediğini belirterek, kendilerine emir komuta verenlerin FETÖ üyesi olduğunu teşebbüsten sonra öğrendiğini, darbe teşebbüsünden haberi olmadığını iddia etti.
Sanık Erkan Kütükcü de olay günü emir üzerine Özel Kuvvetler Komutanlığına gittiklerini, uçağa binmeden darbe girişimi olduğunu öğrendiklerini, darbeye teşebbüs nedeniyle Ankara'da bir yerin güvenliğini alacaklarını düşündüğünü söyledi. Terzi'nin hain olduğunu sabah öğrendiğini, Terzi'nin vurulmasından, değişik yerlerden gelen silah seslerinden, uçak ve helikopter seslerinden dolayı kaos olduğunu, sağlıklı irtibat sağlayamadıklarını savunan Kütükçü, olayın gerçek yüzünü öğrendikten sonra Mihrali üsteğmenin emirlerini yerine getirdiklerini, Terzi'yi vuran kişiye ateş etmediğini ileri sürdü.
Sanık Erhan Almaz, ifadesinde olay günü 7. Kolordu Komutanlığı içerisinde istirahatte olduklarını, akşam üzeri alarm ile Ankara'ya gideceklerinin söylendiğini kaydetti. Ankara Etimesgut'a 01.30-02.00 civarında indiklerini anlatan Almaz, helikopterlerle Özel Kuvvetler Komutanlığına geçtiklerini, indiklerinde Albay Ümit Bak ve Ömer Halisdemir'in kendilerini karşılamaya geldiğini, Halisdemir'in "Komutan nerede" diye sorduğunu, kendisinin "Arkada geliyor" diye cevap verdiğini aktardı. Almaz, ifadesinde o geceyi, "Karargahın kapısına doğru ilerlerken 3 el silah sesi duydum, Semih Terzi'nin 'ah' diye bağırması sonucu vurulduğunu anladım, sonrasında mevzi aldık ve birkaç el tüfek sesi duydum" diyerek anlattı.
Olay sonrasında adını öğrendiği Ömer Halisdemir'e ateş etmediğini öne süren Almaz, FETÖ/PDY yapılanmasıyla ilgi ve alakası olmadığını, bilerek ve isteyerek darbeye teşebbüs eylemine katılmadığını iddia etti.
Sanık Faruk Aslanbay da ifadesinde, Diyarbakır'dayken Binbaşı Fatih Şahin'in, göreve gideceklerini söylediğini belirtti. Aslanbay, Diyarbakır havalimanına geldiklerinde Terzi ve emir astsubayı Ahmet Kara ile 30-40 kişi kargo uçağına bindiklerini, Etimesgut havalimanına indiklerinde Semih Terzi'nin bulunduğu ekibe Yüzbaşı Ahmet Kemal Yılmaz'ın asker seçtiğini anlattı.
"Şahin'in vurulması darbe teşebbüsünü engellemeden ayrı değerlendirilmeli"
İddianamede, sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapılanması içerisinde yer alarak örgütün üyeleri oldukları, bu yapılanma içerisinde birbirleriyle irtibatlandırılarak darbeye teşebbüs eyleminin gerçekleştirilmesi için bir araya geldikleri kaydedildi.
Sanıkların fikir ve eylem birliği içerisinde Özel Kuvvetler Komutanlığında Astsubay Ömer Halisdemir'i şehit ettikleri, bu kapsamda fikir ve eylem birliği içerisinde şüphelilerin olay gecesi dost birlikler içerisinde yer alıp Özel Kuvvetler Komutanlığı içerisine sızarak şüphelilere karşı koymak amacıyla tel örgülerden içeriye girmeye çalışan müşteki İsmail Oğuz'u öldürme kastıyla ateş ederek kafasından yaraladıkları da anlatıldı.
Albay Ümit Bak'ın korumalığını yapan ve darbeye teşebbüs eylemi içerisinde yer alan Nedim Şahin'in çıkan silahlı çatışma sonucu İsmail Çınar ve Mihrali Atmaca tarafından vurularak öldürüldüğü belirtilen iddianamede, Çınar ve Atmaca'nın darbeye teşebbüs eylemi içerisinde yer alan Şahin'in vurularak etkisiz hale getirilmesi eyleminin darbe teşebbüsünden ayrı değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi.
İddianamede, "Çınar ve Atmaca'nın, darbeye teşebbüs eylemini yöneten Semih Terzi'nin vurulması, diğer rütbeli Fatih Şahin'in yaralı Semih Terzi ile hastaneye gitmesi, bu saatler itibariyle de darbeye teşebbüs eyleminin karşısında yer alan vatan, millet ve bayrak sevdalısı halkın direnişinin artması, darbeye teşebbüs eyleminin etkinliğinin ve gücünün azalması nedeniyle ümitsizliğe düşerek, ani gelişen olay sonucu Nedim Şahin'i öldürdüklerinden, Nedim Şahin'in ölümünden birlikte sorumlu oldukları belirlenmiştir" denildi.
HALİSDEMİR'DE 10 MERMİ YARASI
Şehit Ömer Halisdemir'in adli tıp raporuna da yer verilen iddianamede, rapora göre Halisdemir'in vücudunda 8 adet ateşli silah giriş yarası ve 2 adet ateşli silahtan çıkan cismin geçişine ait yaralanmanın saptandığı belirtildi. Halisdemir'in ölümünün, ateşli silah yaralanmasına bağlı iskelet sistemi kemik kırıkları ile iç organ yaralanmalarından gelişen iç ve dış kanama sonucu meydana geldiğinin tespit edildiği aktarıldı.
Paralel yapı-03 Eylül (2016) 'Ankara Özel Kuvvetler Komutanlığı Yapılanması/darbeye destek' soruşturması
Paralel yapı-15 Temmuz (2016) 'TSK'daki Fetö'cülerin darbe girişimi' ve soruşturmaları
Paralel yapı-15 Temmuz (2016) 'Ankara darbeye destek' soruşturması
İşte TSK'nın ve Niğde'nin gururu Başçavuş Halisdemir
(03 Aralık 2016, 12:54)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: