Anayasa Mahkemesi aralarında eski emniyet müdürleri Yurt Atayün ve Ali Fuat Yılmazer'in de bulunduğu 36 emniyet mensubu hakkında verdiği kararın gerekçesini açıkladı. Muhalefet şerhi de dahil tüm gerekçe haberimizde..
12.07.2015 18:04 AYM, usulsüz dinleme iddiaları ile ilgili olarak gözaltına alınan emniyet mensupları Hikmet Kopar Tolga Güzeltaş, Muhammet Ali İkli, Muhammet İkbal Kayaduman, Mesut Yılmaz, Ali Fuat Yılmazer, Ali İhsan Tezcan, Metin Canbay, Erol Demirhan, Hasan Hüseyin Danacı, Hayati Başdağ, İsmail Torlar, Harun Aydın, Şeref Bolat, Fatih Kıncır, Erkan Palas, Ramazan Orkun Altınışık, Selahattin Ergin, Abdülhalim Sönmez, Mehmet Dilaver ile Selam-Tevhid Kudüs Ordusu soruşturmasında usulsüzlük yaptıkları iddiası ile tutuklanan Erhan Körtek, Aytekin Koçak, Ömer Köse, Erkan Ünal, Ali Fuat Altuntaş, Abdulkadir Ağır, Ensar Doğan, Şahin Akdeniz, Osman Özgür Açıkgöz, Yurt Atayün, Yunus Emre Uzunoğlu, Muhammet Kaya, Serdar Bayraktutan, Kürşat Durmuş ve Ramazan Polat'ın yaptıkları hak ihlali ile ilgili başvuruların gerekçeli kararını açıkladı.
Mahkeme, emniyet mensuplarının adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının 'başvuru yollarının tüketilmemiş olması' ve soruşturma dosyasına erişim imkânı ve savunma için makul süre verilmediğine ilişkin iddialarını açıkça dayanaktan yoksun olması nedeni ile kabul edilemez olduğuna oybirliği ile karar verdi. AYM, yasal gözaltı süresinin aşıldığına ilişkin iddialarının 'başvuru yollarının tüketilmemiş olması', kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmadığı ve itirazların gerekçesiz olarak reddedildiğine ilişkin iddialarının, tutuklama yasağı kapsamında olan suçtan tutuklama kararı verildiğine ilişkin, serbest bırakılma sonrasında yeni delil olmaksızın yakalama emri çıkartıldığına ilişkin, doğal hakim ilkesine aykırı tarafsız ve bağımsız olmayan yargı merciince tutuklandıklarına ilişkin, tarafsız ve bağımsız olmayan yargı merciince tutuklandıklarına ilişkin, etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarını ise 'açıkça dayanaktan yoksunluk' nedeniyle kabul edilemez olduğuna oyçokluğu ile karar verdi.
'Başvuru yollarının tüketilmemiş olması' nedeni ile kabul edilemez olduğuna karşı oy kullanan Başkanvekili Serruh Kaleli, gerekçeli kararda yer alan 'gözaltında geçen sürelerin kanuna uygun olmadığı konusunda dosya kapsamındaki açık bilgilere rağmen mağduriyeti bir tazminat davası yolu ile giderilebilme imkânı var' demenin bireysel başvuru hakkı önüne getirilmiş haksız bir engel olduğunu söyledi. Başvurucuların sorguya sevk edilmelerine kadar geçen süre de dikkate alındığında sorgu işlemi sırasında başvurucuların kanuna aykırı şekilde kısıtlandığı sonucunun daha da açık hale geleceğini kaydeden Kaleli, başvurucuların üç gün boyunca adliye nezaretinde haklarında tutuklama kararı olmaksızın tutulmalarının kanuni dayanağının bulunmadığını belitti.
İşte AYM'nin sitesinden yapılan o açıklama:
TUTUKLULUĞA VE MASUMİYET KARİNESİNE İLİŞKİN HİKMET KOPAR VE DİĞERLERİ KARARI
(Kararın tam metnine ulaşmak için tıklayınız)
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 8/4/2015 tarihinde Hikmet Kopar ve Diğerleri’nin başvurusunda (B. No: 2014/14061), açıkça dayanaktan yoksunluk ve başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedenleriyle başvuruların kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Olaylar
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından emniyet personeli olarak görev yapan başvurucular hakkında görevleriyle ilgili iki ayrı konuda soruşturma başlatılmıştır.
Soruşturmalardan biri İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan önleme amaçlı iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkindir. Diğer soruşturma ise yasa dışı bir örgütle ilgili olduğu iddia edilen soruşturma kapsamındaki usulsüzlük iddiaları hakkındadır.
Başvurucular 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmış, başvurucuların bir kısmı ise 25-29 Temmuz 2014 tarihleri arasında yapılan sorguları sonrasında, resmi belgede sahtecilik, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi farklı bir veya birden fazla suç kapsamında tutuklanmıştır.
Başvurucular hakkındaki soruşturmalar henüz sonuçlanmamıştır.
İddialar
Başvurucular, “paralel yapı” iddiaları kapsamında haklarında yürütülen soruşturmalar nedeniyle verilen karar, yapılan işlem ve uygulamaların anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
Mahkemenin değerlendirmesi
Gözaltı süresi yönünden
Anayasa Mahkemesi, suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin, yasal gözaltı süresinin aşıldığı iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal sonucunun kişisel durumlara etkisi olmayacağını, gözaltı süresi aşılmış olsa dahi, kişi hâkim tarafından tutuklandığından gözaltı süresinin aşıldığı yönündeki bir tespit ve ihlal kararının “tutuklu” kişinin serbest kalmasına tek başına imkân vermeyeceğini belirtmiştir.
Bu kapsamda yasal gözaltı süresinin aşılıp aşılmadığı ve sorgu sürecinde geçen sürenin kanuni olup olmadığının, davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebileceği sonucuna varıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Tutuklama ve itiraz kararları yönünden
Anayasa Mahkemesine göre, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilirler. Bu çerçevede bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği, büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
Bu kapsamda kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir.
Somut olayda başvurucular hakkındaki tutuklama kararlarının gerekçesi olarak isnat edilen suçlamalara ilişkin dinleme kayıtları gösterilmiştir. Başvurucular suçlamaları kabul etmemişlerdir.
İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir.
Somut olaydaki soruşturmaların bu aşamasında, tutuklama ve itiraz üzerine verilen kararların gerekçeleri incelendiğinde, suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığının kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Tutuklama yasağı yönünden
Başvurucular, suç tarihinde ceza üst sınırı altı ay hapis olan bir suçla ilgili tutuklama kararı verildiğini iddia etmişlerdir.
Başvurucuların tutuklanmalarına esas gösterilen suçlardan biri “Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suçudur. Devam eden bir süreç içinde çok sayıda kişinin iletişiminin usulsüz olarak dinlenip kayıt altına alındığı iddia edilmektedir. Tutuklama yasağı olduğu iddia edilen ve belli bir süre devam etmiş eylemin kanun değişikliğinden önce tamamlanmış olup olmadığı ancak yargılama sonunda ortaya çıkabilecektir.
Öte yandan başvuruculardan hiçbiri sadece “kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suçundan tutuklanmamıştır. Bu suçtan hakkında tutuklama kararı verilen başvurucular hakkında ayrıca “kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği” suçundan da tutuklama kararı verildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Yakalama kararı yönünden
Başvuruculardan bir kısmı, haklarında yeni bir delil olmaksızın yakalama kararı çıkarıldığını ve bu yakalama kararına bağlı olarak verilen tutuklama kararının kanuna aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.
Sulh ceza hâkiminin serbest bırakma kararının itiraza tabi olmasının ve Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine, itiraz merci tarafından yakalama emri çıkartılmasının 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesinin (5) numaralı fıkrasıyla ilgisi bulunmamaktadır. İtiraz merciinin emriyle gerçekleşen yakalama, gözaltına almayla başlamış olan yargısal sürecin bir parçasıdır. Aksi halde itiraz kanun yolunun bir anlamı ve etkisi olmaz. Bu uygulama, kanun yolu incelemesinin niteliğinin doğal bir sonucu olmakla birlikte 5271 sayılı Kanun’un 98. maddesinde de açıkça düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Tarafsız ve bağımsız yargı merci yönünden
Başvurucular, tutuklama kararı veren yargı mercilerinin doğal hakim ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca haklarındaki soruşturmaların başlatılması, bu süreçte yapılan yasal düzenlemeler, kurulan sulh ceza hakimliklerine yapılan atamalar ve siyasi söylemler nedeniyle bu hakimliklerin bağımsız ve tarafsız olmadıkları yönünde yeterli kuşkunun mevcut olduğunu iddia etmişlerdir.
Anayasa Mahkemesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin belirlenmiş olması şeklinde tanımlanan doğal yargıç kavramının, adil yargılanma hakkının en önemli öğesi olan “kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma” hakkının temelini oluşturduğunu, Anayasa'nın 37. maddesinde düzenlenen doğal yargıç ilkesinin, yargılama makamlarının, suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya sanığın ve davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermediğini belirtmiştir. İlkeyle suçun işlenmesinden sonra kurulacak mahkemede davanın görülmesi ve böylece “kişiye” ya da “olaya” özgü mahkeme kurulmasının yasaklandığı vurgulanmıştır.
Bu kapsamda, bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğünü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde, doğal yargıç ilkesine aykırılık söz konusu olmaz.
Bunun yanında, tutukluluk veya tutukluluğa itiraz incelemelerinde görev yapan hâkimlerin başvurucularla ilgisi olmayan konularda daha önce görevleri kapsamında verdikleri kararlardan hareketle tarafsız olmadıklarını kabul etmek mümkün değildir. Hâkimin geçmişte verdiği kararlar ve kullandığı oyların tarafsızlığından şüphe duyulmasına neden olacak olgular olarak değerlendirilmesi ve dolayısıyla bunun hâkimi red sebebi olarak kabul edilemeyeceği açıktır.
Somut olayda, genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak ve yetkili kurul tarafından yapılan atama sonucunda ilgili hâkimlerin anılan görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareketle, başvuruculara yönelik somut ön yargılı bir işlem ve tutum gösterilmeksizin, ilgili hâkimlerin siyasal veya kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün görülmemiştir.
Soruşturma dosyasına erişim yönünden
Başvurucular, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığını ve makul sürede savunma hakkı tanınmadığını iddia etmişlerdir.
Yürütülen soruşturmalardan ilki kapsamında tutuklanan başvuruculara soruşturmaya ilişkin belgelerin taranmış olarak (CD) içerisinde verildiği, ayrıca başvurucuların emniyet, savcılık ve sorgu sürecinde alınan savunmaları incelendiğinde haklarındaki suç isnadına temel teşkil eden belge ve bilgilere sahip olarak müdafileriyle birlikte ayrıntılı şekilde savunma yaptıkları belirtilmiştir.
Diğer soruşturma kapsamında tutuklanan başvurucuların müdafilerine soruşturma dosyasının tutmaya esas teşkil eden kısımlarının verildiği, İçişleri Bakanlığı müfettişlerince düzenlenen 1292 sayfalık raporun başvurucular gözaltında iken kendilerine (CD) içerisinde teslim edildiği, ancak raporun yaklaşık 200 sayfasının ulusal güvenlik ve kişilerin özel hayatının gizliliği gereği şüphelilerin müdafilerine verilmediği anlaşılmaktadır.
Suç işlendiği şüphesine bağlı olarak özgürlükten yoksun bırakılmanın ilk aşamasında yapılan yargısal denetimin kapsamı ile suçlamalara dayanak olan temel unsurların başvuruculara veya müdafilerine bildirilmiş ve başvuruculara bunlara itiraz etme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığı ve savunma için makul süre verilmediği iddiasının dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.
Masumiyet karinesi yönünden
Başvurucular, birçok haksız ve gerçek dışı haber yapılarak basın üzerinden yargılandıklarını, siyasi iktidarın müdahalesiyle kendileri lehine karar verebilecek yargı mercileri hakkında “paralel yargı” nitelendirilmesi yapıldığını, Başbakanın açıklamalarının daha gözaltı aşamasında iken kendilerini doğrudan suçlu olarak yansıttığını ve masumiyet karinelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Anayasa Mahkemesi, masumiyet karinesinin, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına aldığını, bunun sonucu olarak, kişinin masumiyetinin “asıl” olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.
Başvurucuların tutuklanmalarına karar verilen suçlarla ilgili isnadın yapılmadığı aşamada Başbakan, kamuoyunun da gündeminde olan siyasi tartışmalar kapsamında başvurucuların isimleri zikredilmeksizin genel olarak yasadışı/usulsüz dinlemelerle ilgili beyanlarda bulunmuştur. Anılan tarihlerde gerçekleşen mahalli idareler seçimi öncesinde yoğun siyasi tartışmaların yapıldığı ve bir kısım telefon/ortam dinlemelerinin internet üzerinden kamuoyuna aktarıldığı bilinmektedir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ise 25/2/2014 tarihinde kamuoyunun tanıdığı birçok kişiyi doğrudan ilgilendiren güncel tartışmalar nedeniyle başvurucuların isimlerini veya görevlerini belirtmeksizin açıklama yapmıştır. Tartışmalara konu soruşturmayla ilgili yetkili makam olan Cumhuriyet Başsavcılığının bu kapsamdaki açıklamasının, yapıldığı aşama ve içerik itibarıyla başvurucularla doğrudan ilgi kurulmasını sağlayacak nitelikte olmadığı görülmektedir. Bu nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
İŞTE MUHALİF ÜYELERİN ŞERH GEREKÇELERİ
Alparslan Aslan
Oyçokluğu ile alınan tüm kararlara karşı oy kullanan Başkanvekili Alparslan Aslan şu gerekçeleri sıraladı:
GÖZALTI SÜRESİNİN AŞILDIĞI ŞİKÂYETİ
Gözaltı kişinin suçu işlediği kuşkusuyla özgürlüğünden yoksun bırakıldığı an başlayıp savcı tarafından salıverildiği veya tutuklama istemi ile hakim önüne çıkarıldığı ana kadar devam eden dönemi kapsar. Üç gün boyunca adliye nezarethanesinde haklarında tutuklama kararı olmaksızın tutulmalarının kanuni dayanağı bulunmamaktadır.
TUTUKLAMAYA İTİRAZ SONUCU VERİLEN KARARLARIN GEREKÇELERİNİN İLGİLİ VE YETERLİ OLMADIĞI İDDİASI
Savunmaları alınmadığı gerekçesi ile serbest bırakılan ve daha sonra haklarında tekrar yakalama kararı çıkarılan başvurucuların serbest oldukları bu dönemde herhangi bir delil karartma eyleminde bulunduklarına dair tutuklama kararında bir ifade geçmediği gibi başvurucu dosya kapsamında bu konuda bir bilgi bulunmamaktadır. Tutuklama nedeni bulunmadığı ve tutuklama ve tutuklamaya itiraz sonucu verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığı yönündeki şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı açıkça görülmektedir. Bu nedenle çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım.
YENİ DELİL OLMAKSIZIN YAKALAMA KARARI ÇIKARILDIĞI İDDİASI
Hakimlik tarafından sorgu işlemi yapılmaksızın kişinin serbest bırakılması ve sonrasında yeni delil elde edilmemesine karşın kişi hakkında yakalama kararı çıkarılmasının kabul edilmesi kişilerin herhangi bir sınırlama olmaksızın keyfi olarak kamu makamlarınca özgürlükte alıkonulmalarına sebebiyet verecektir.
TABİİ HAKİM, TARAFSIZ VE BAĞIMSIZ HAKİM İLKESİNİN İHLALİ İDDİASI
Tutuklama ve bu kararlara yapılan itirazlara bakmakla görevli sulh ceza hakimliklerinin kendilerinin aleyhlerinde karar vermek üzere kuruldukları, atanan hakimlerin tarafsız ve bağımsız olmadıkları, özellikle soruşturma dosyasına şikayet dilekçesi veren ve dosya ile soruşturmaya taraf konumunda olan Başbakan hakkında kamuya açık sosyal paylaşım hesabında olumlu düşüncelerini ifade ettiği belirtilen hakimin soruşturmada görev alması nedeni ile kendileri aleyhine taraflı davranacakları konusundaki şüphelerin yersiz olduğunun söylenemeyeceği, nesnel tarafsızlık kapsamında 'adaletin sağlandığına ilişkin görünümün' sağlanamadığı, bu nedenle bu hakimliklerin somut soruşturmalar koşullarında doğal hakim ilkesine aykırı olarak kuruldukları, tarafsız ve bağımsız olmadıkları hususunda başvuranlar ve üçüncü kişiler nezdinde şüpheler oluşturduğu ve bu nedenle de başvurucuların bu şikayetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olarak değerlendiremez.
MASUMİYET KARİNESİNİN İHLALİ
Başbakan'ın beyanlarının başvurucuların iddia edilen suçları işledikleri hususunda kamuoyu oluşması ve bu suçları soruşturmak ve yargılamakla görevli makamları etkileme olasılığı göz ardı edilemez. Zira Başbakan yürütmenin icra yetkisine sahip en etkili kamu otoritesi konumundadır. Haklarında ceza soruşturması yürütülen başvurucuların haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararı olmadığı halde açıkça veya ima yolu ile suçlu gösterildikleri yönündeki iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu söylenemez.
Erdal Tercan
Üye Erdal Tercan ise karşı oy gerekçelerini şöyle sıraladı:
TUTUKLAMA KARARINA İLİŞKİN İDDİALAR
Sadece suç şüphesine dayanılarak ve somut bir tutuklama nedenine yer vermeksizin alınan tutuklama kararlarının kanuna uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. Başvurucuların özgürlük ve güvenlik hakkı kanuna aykırı şekilde kısıtlanmıştır. Mahkememiz çoğunluğunun söz konusu başvuruların 'açıkça dayanaktan yoksun olması' sebebi ile kabul edilemeyeceği yönündeki görüşüne AİHM ve Anayasa Mahkemesi'nin istikrar kazanmış içtihatlarına aykırı olması sebebi ile katılmam mümkün olmamıştır.
KANUNİ GÖZALTI SÜRESİNİN AŞILDIĞI İDDİASI
Mahkememizin çoğunluğunun kabul ettiği gerekçe somut olay bağlamında insan hak ve özgürlüklerini koruma amacından uzak olduğu gibi tehlikeli sonuçlar doğurmasına da neden olabilir. Somut olayda gözaltı süresinin aşılıp aşılmadığı konusunda tereddüt söz konusu değildir. Başvurucular yasal süre aşıldıktan sonra sorguya sevk edilmiş, bundan sonraki aşamada da bir o kadar süre ayrıca geçmiş ve toplam 8 gün süre ile hakim kararı olmaksızın özgürlüklerinden yoksun kalmışlardır.
DOĞAL HAKİM, TARAFSIZ VE BAĞIMSIZ HAKİM İLKESİ İLE ETKİN BAŞVURU HAKKININ İHLALİ İDDİASI
Tutuklama ve bu karara yapılan itirazlara bakmakla görevli sulh ceza hakimliklerinin kendileri aleyhine karar vermek üzere kuruldukları, atanan hakimlerin tarafsız ve bağımsız olmadıkları, özellikle soruşturma dosyasına şikayet dilekçesi veren ve dolayısıyla soruşturmaya taraf konumuna gelen Başbakan hakkında kamuya açık sosyal paylaşım hesabından olumlu düşüncelerini ifade ettiği belirtilen hakimin soruşturmada görev alamsı nedeniyle kendilerini aleyhine taraflı davranacakları konusundaki şüphelerin nesnel ve haklı dayanağının bulunduğu nesnel ve tarafsızlık kapsamında 'tarafsızlığın ve adaletin sağlandığına ilişkin görünümün' gerçekleştiremediği, bu nedenle söz konusu hakimliklerin somut soruşturmaların koşullarında 'doğal hakim' ilkesine aykırı olarak kuruldukları, tarafsız ve bağımsız olmadıkları hususunda başvuranlar ve üçüncü kişiler nezdinde haklı şüpheler oluştuğu ve bu nedenle de başvurucuların bu şikayetlerinin kabul edilebilir olduğu görüşündeyim.
MASUMİYET KARİNESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın basın bildirisindeki ve Başbakan'ın yapmış olduğu konuşmalardaki ifadeleri incelendiğinde başvurucular hakkında henüz ceza soruşturmasının yürütüldüğü kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olmadığı halde resmi makamlarca yapılan açıklama ve konuşmalarla suçlu gösterildikleri ve o yolla masumiyet karnesinin ihlal edildiği bu duruma bağlı olarak başvurucuların söz konusu şikayetlerinin kabul edilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan mahkememiz çoğunluğun görüşüne bu açıdan katılmam mümkün değildir."
(12 Temmuz 2015, 18:04)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: