İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat, Lübnan Hizbullah Lideri Nasrallah ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yöneticileri olduğu iddia edilen Selam-Tevhid soruşturmasının haklılığı paralel kesimde hala inatla dile getiriliyor. 3 yıl boyunca yürütülen soruşturmada iddiaları ispatlayacak hiç bir delil ele geçmemiş olmasına karşın İran tehlikesinin sürekli öne çıkarılması ve 'soruşturma devam etseydi az daha delillere ulaşacaktık' gibi argümanlar ileri sürülmesi paralel kesimin bir psikolojik savaş yürüttüğünü ispatlıyor. Tuhaf ve komik çelişkiler de yaşanıyor. Bir taraftan Tufan Ergüder gibi paralel polis müdürleri 'İran her yere sızdı' diyor, diğer taraftan Ali Fuat Yılmazer gibileri ise 'ülkeyi İsrail ajanları yönetiyor' diyor. Eh o kadar çelişki kadı kızında bile olurmuş. Ne de olsa yoğun bir süreç var. Yılmazer yasadışı dinlemeleri savunurken 'iş yoğunluğundan gözden kaçan bazı şeyler olmuş olabilir, ne var bunda' diyordu ya.. Öte yandan açılacak paralel yapı davalarına delil yağıyor.
01.08.2014 17:23 Paralel yapıya yönelik 22 Temmuz operasyonları bu kesimi iyice sarstı. Tam anlamıyla psikolojik bir savaş yürütülmeye çalışılıyor. Selam-Tevhid soruşturması inatla savunuluyor. 3 yıllık soruşturma sürecinde hiçbir delil elde edilemediği açığa çıkmıştı. Buna karşın "aslında biz tam elde etmek üzereyken dosya elimizden alındı" falan diyorlar. Çok tuhaf ve komik çelişkiler söz konusu. Psikolojik bir savaş yürüten ve bu konuda en usta olması gereken paralel kesimin emniyet istihbaratçıları ve yargıçları, ne diyeceklerini şaşırdılar. Bir taraftan "İrancıların her yeri sardığını tam onları açığa çıkaracakken soruşturmanın ellerinden alındığını" savunuyorlar, diğer taraftan Ali Fuat Yılmazer olayında olduğu gibi "ülkeyi İsrail ajanları yönetiyor" diye haykırıyorlar. Çelişki üstüne çelişki.. Eh ne demişler, "o kadar çelişki kadı kızında bile olur." Ne de olsa yoğun bir süreç var. Yılmazer yasadışı dinlemeleri savunurken 'iş yoğunluğundan gözden kaçan bazı şeyler olmuş olabilir, ne var bunda' diyordu ya.
PSİKOLOJİK SAVAŞ
Mahkemelerin yanıltılmasıyla yasadışı dinleme kararları alındı mı, evet alındı. Peki gerekçesi ne. Buna cevap yok. Çünkü suç olduğunu biliyorlar. Zaten olayın başında iken, yani mahkemelerin yanıltılmasıyla yasadışılığa kayıldığı andan itibaren geri kalanların yani dosyada ne iş yapıldığının bir önemi kalmıyor. İster şu örgüt deyin ister bu örgüt. İster şu gerekçeyle deyin ister bu gerekçeyle. Daha baştan yasadışılığa kaymış beyfendiler.
Başbakandan gazetecilere, mankenlerden sanatçılara kadar çok sayıda kişi İran yanlısı Selam-Tevhid terör örgütü üyeliği şüphesiyle 3 yıl boyunca yasadışı dinlendi mi. Evet dinlendi. Kişisel bilgileri toplandı mı. Evet toplandı. Peki bu kadar insanın terör örgütü üyeliği mümkün mü? Mümkün diyelim. Peki 3 yıl boyunca bu kadar yaygın olan bir örgüte dair bir suç delili olmaz mı yahu!..
Delil yok. Hem yeni savcılar bunu açıkça ortaya koydular. Bu nedenle de takip altındaki kişilere takipsizlik verdiler. Hem de zaten olsaydı bu delilleri 10 defa ifşa eder medyasına sızdırırdı paralel örgüt.
Bir de demezler mi "yav tam ortaya çıkaracaktık elimizden aldılar dosyayı!.." Gel de tahrik olma.. Gel de, "Al kızılcık sopasını eline, giriş. Bak o zaman kalıyor mu psikolojik savaş falan" deme. Zor tutar insan kendisini dememek için..
Yasadışı dinleme yapıldığı, mahkemelerin kandırıldığı, Başbakandan gazetecilere, mankenlerden sanatçılara ve diğer kesimlere kadar kişisel bilgilerin elde edildiği delilleriyle ortaya çıkmasına karşın paralel kesimde işin bu yönü hiç konuşulmuyor. Ha konuşuluyor. Sadece ya 'savcıların talimatıyla oldu' ya da 'bir kaç yanlışlık olmuş olabilir. Yoğunuz, biz de insanız, gözden kaçmıştır' gibi laflarla geçiştiriliyor.
Suçu attıkları savcılar ise her gün yeni bir açıklamayla kendilerini masum gösterme telaşında. Belli ki operasyonların kendilerine yönelmesinden endişe ediyorlar. Selam-Tevhid dosyasının eski savcılarından Adnan Çimen, son yaptığı açıklamada soruşturmanın takipsizlikle sonuçlanmasına tepki gösterdi ve 'Uğur Mumcu’yu katledenleri kimler besliyor öğrenebiliriz' dedi. Çimen'in sözleri şu şekilde:
"Yargılanmaktan hiçbir endişe duymam.. Böyle bir hukuk eşkıyalığı ile karşılaşırsak yapacağımız şey bellidir. Hukuk içerisinde kalarak adaletin tecellisine yardımcı olmaktır.. Bu tarz bir soruşturmaya imza atacak hukukçu arkadaşlar aynı zamanda savunmalarını hazırlamaya başlasınlar. Korkumuz endişemiz yok. Çalmadık, çırpmadık. Kimsenin kör kuruşuna tenezzül etmedik. İsteyen istediği soruşturmayı yapsın. Ama unutulmasın Kenan Evren’in yargılandığı bir ülkede yaşıyoruz. Hukukun giyotini suçluların boynuna er geç düşer. Bu yazdıklarımı lütfen kimse tehdit gibi algılamasın. Sadece yasanın şerhini yaptım. İsteyen 2802 sayılı yasayı incelesin.
Ben bu soruşturmayı 5 ay sürdürüp devrettim. Dolayısıyla diğer iki savcı bey dosyanın detaylarına vakıftırlar. Kimbilir belki de savunmalarında önemli hususları aydınlatırlar. Örneğin Selam terör örgütü içerisinde yer alıp istihbarat ve lojistik destek sağlayan derin yapının kimlerden ibaret olduğunu, bu kamu görevlilerinin kimler olduğunu, İran'a milli sırlarımızın nasıl aktarıldığını öğrenmiş oluruz. Ya da Uğur Mumcu ve diğer aydınlarımızı katleden Selam örgütü mensuplarından cezaevlerinde hükümlü olarak bulunanların iaşelerinin (besleme, bakma) kimler tarafından takip edildiğini öğrenme şansımız olur."
TEHDİT DEĞİL ŞERH!
"Yarım doktor candan, yarım imam dinden eder" demiş büyüklerimiz. Yarım savcı neyden eder acaba?.. Giderayak Başbakan'a tehdit yöneltmekten de geri durmuyor. Tehdit değil sadece şerh demez mi bir de!.. Ayrıca savcı Çimen bey sadece 5 ay ilgilenmiş dosyayla ama hemen çözmüş işi. Oysa 3 senelik bir dosya bu. Hiç bir delil de yok. Olsaydı şimdiye kadar 10 defa ortaya koyarlardı. "Deliller elde edildi örtüldü" falan demesi beklenirken, başka şeyler söylüyor. Savcı beyin sözlerindeki tuhaflık ürkütücü. Suç var mı, delili var mı, bunları aramayı bırakmış da, cezaevindeki insanların iaşelerinin kimler tarafından temin edildiğine merak salmış savcı bey. "Mumcu'yu katledenler" diyerek hapishanedeki sanıkları lekelemeye, böylece onları besleyenleri takip etmeyi haklı göstermeye çabalıyor. Belli ki Mumcu'yu seven laik kesimi kışkırtmayı ve "oh olsun onu katledenlere ve onları besleyenlere" demelerini hedefliyor. Siyasetin alası bu.. Madem bu kadar kafanız çalışıyor, harcamayın kendinizi savcılıkta falan. Girin siyasete. Zaten cemaatin de artık siyasete açıkça girmesi ve öyle şimdiye kadar olduğu gibi saman altından bunu yapmayı bırakması gerektiği her kesimde dillendirilmeye de başlandı.
Savcı Çimen gibi bir başka son açıklama da 22 Temmuz operasyonu kapsamında tutuklanan eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün'den geldi. "Soruşturma safhasında maruz kaldığım gözaltı ve nezarethanede yaşadığım tüm olumsuzluklar İran ülkesinin ülkemizde yürüttüğü gizli faaliyetlerdir" dedi.
3 yıl boyunca yürütülen soruşturmada iddialarını ispatlayacak hiç bir delil ele geçmemiş olmasına karşın İran tehlikesinin sürekli öne çıkarılması, soruşturma devam etseydi az daha delillere ulaşacaktık, bu nedenle engellendik gibi argümanlar ileri sürülmesi paralel kesimin bir psikolojik savaş yürüttüğünü ispatlıyor. Görünüşe göre onların tek şanssızlığı Türk halkının onlar kadar zeki ve anlayışlı olmaması, onların gördüğü tehlikeyi görememesi!..
Bu bir avuç azınlık, yıllar boyunca en büyük önemi eğitim alanına verdiler. 2000 yılındaki Gülen davası iddianamesinde bu vurgulanıyor. (1) Dershaneler ve cemaat öğrenci evleri yoluyla en zeki öğrencileri planlı şekilde seçip yetiştirdiler. Bu ve diğer öğrencileri sınav sorularını önceden elde ederek istedikleri kurumlara, polis okullarına ve yargıya yerleştirdiler. 30 yıl boyunca çok sıkı bir çalışmayla tüm devlet kurumlarına sızdılar. Talimatları amirlerinden değil cemaat abilerinden aldılar. Gülen'in geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan 'BDDK-BankAsya' konulu telefon konuşması bunu açıkça ispatladı. (2) Başka delile bile gerek olmayabilir. 30 Mart seçim sürecinde tüm güçleriyle hükümetin oyunu düşürmek için çalıştılar. Öğrenci evlerindeki öğrencileri politize ettiler. Mail, sms, twitter vb. gibi yollarla, kurdukları fake (sahte) hesaplarla sanal dünyada sosyal medyada mesaj fırtınası çıkardılar. Tüm haber sitelerindeki haber ve köşe yazılarının altına okuyucu yorumu diye kendi mesajlarını bıraktılar. Kendilerini güçlü göstermek için tüm imkanları zorladılar, adeta çırpındılar. Ancak seçim sonuçları, içi boş bir kütük olduklarını, boylarından büyük ses çıkardıklarını gösterdi. Tekrar etmek gerekirse; görünüşe göre onların tek şanssızlığı Türk halkının onlar kadar zeki ve anlayışlı olmaması.. Onların gördüğü tehlikeyi görememesi.. Ah o halk bir ikna olsa, bir onlara hak verse, neler olacak neler. Türkiye çok güzel(!) bir ülke haline gelecek!..
İşte bu %99,99 örgütlenmiş paralel azınlık, tüm gücüyle ölüm kalım savaşı verirken ufak ufak yurtdışına kaçışlarını da sürdürüyor. 17 Aralık darbe girişimi sonrası Başbakan'ın "tüm inlerine gireceğiz" diyerek başlattığı savaştan bugüne kadar yaşanan gelişmelere bakıldığında paralel yapının giderek güç kaybettiği söylenebilir. Beklenen büyük operasyonlar gelmeye başladı. Asıl operasyonların ise İstanbul ve özellikle Ankara'daki ana paralel yapı soruşturmaları kapsamında çok yakında gelmesi bekleniyor.
DELİLLER
22 Temmuz operasyonunda gözaltına alınan sanıkların avukatları müvekkillerinin paralel yapıyla bağlantılı olmadığını, kendilerine sorgularda böyle bir suçlama yöneltilmediğini, kendilerini paralel yapıyla bağlantılı göstermeye çalışanların art niyetli olduğu savunuyorlar.
Evet kağıt üzerinde o polislere paralel örgüt üyeliği suçlaması yöneltilmemiş olabilir. Ama bu polislerin o suçlamaya çok yakında maruz kalacağını görmemek için devekuşu olmak gerekir. Başlar toprağa sokulmuş, başka herşey açıkta. Kimseyi görmeyince başkalarının da kendilerini görmediğini sanıyorlar.
Paralel yapıya yönelik Ankara ve İstanbul'da iki büyük soruşturma var. Bizzat paralel yapıyı, bizzat cemaat yapılanmasını konu alıyor. 22 Temmuz zanlıları, Adana'daki tır ve telekulak zanlıları hep bu ana davaya bağlanacak. Tır ve telekulak eylemleri, ana iddianamede bu yapının eylemleri arasında bahsedilecek.
22 Temmuz'da gözaltına alınan 104 şüpheli polisten 31'i tutuklandı, 49'u mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu durumda ilerleyen süreçte açılacak 22 Temmuz davasının halen en az 80 sanığı var demektir. Bu kadar polis acaba nasıl bir araya gelmiştir ve örgütlü olarak yasadışı dinlemeleri yapmıştır?.. Yurt Atayün, hem bir taraftan 'dinlemeleri savcıların talimatıyla yaptık' derken diğer taraftan 'başımıza bu gelenler, bu gözaltılar hep İran yüzünden' demekte, selam-tevhid soruşturmasının engellenmesine tepki göstermektedir?.. Ali Fuat Yılmazer, henüz tutuklanmadan verdiği ifadede 'bir kaç yanlış olmuş olabilir dinlemelerde, yoğunluktan olmuştur' diye kendini mazur göstermeye çalışırken tutuklandıktan sonra ise 'devleti İsrail ajanları yönetiyor' ve benzeri şok cümleleri nasıl sarfedebilmektedir?.. Hadi bir iki polis sözkonusu olsaydı belki dinleme suçunu işleyen bir iki meraklı bunlar, bireysel merak sözkonusu deyip geçiştirilebilirdi. Ancak bu kadar kişinin suça iştirak etmesi ortada bir örgütün var olduğunu göstermektedir.
Gözaltına alınanların cemaatçi polislerden oluşması bu örgütün paralel yapının emniyet ayağını oluşturduğunu göstermektedir. Cemaatçi polis diyoruz dikkat edilirse. Kimsenin kimliğinde cemaatçi olup olmadığı yazmadığına göre bunu nasıl belirlediniz denilirse cevap çok basit. Bunu gösteren deliller var. Sağolsun cemaatçi milletvekilleri, liderleri Fetullah Gülen ve cemaat medyası.. 17 Aralık sonrası görev yerlerinin değiştirilmesinden 22 Temmuz'da gözaltına alınma sürecinde yaşananlara kadar bu polislere verdikleri destek başka türlü yorumlanamaz.
ERGENEKON
Ergenekon sürecini hatırlayalım. Profesörler, generaller, laik kesimin sivil toplum liderleri gözaltına alındıklarında bir kısım kamuoyundan büyük tepki geldi. Anlamlıydı da. Çünkü kamuoyunda tanınan bilinen insanlardı. Onlara terör örgütü üyeliği suçlamasını yakıştıramamışlardı. Ancak 22 Temmuz için aynı şey söylenemez. Çünkü gözaltına alınanlar sıradan polis müdürleri ya da memurları.. Gözaltındaki bu polislere ailelerinin destek vermesi gayet doğal ve normal. Ama paralel kesimin A'dan Z'ye destek vermesi ise öyle değil, çok farklı. Bu durum o polislerin cemaat tabanlı paralel yapıya dahil olduklarını ispatlamaktadır.
Bir cemaatin lideri niçin o canhıraş bedduasında polisteki görev değişikliklerine tepki göstermekte, görevden almaları yapan sorumluların evlerine ateşler düşmesini istemektedir?.. Yine o lider niçin Cumhurbaşkanı Gül'e mektup yazmakta, polis atamalarını durdurmak, bu durumu engellemek için devreye girmesini istemektedir?.. O liderin bu polislere ilgisi nedendir acaba?.. İşte bu ilgi, cemaatin görevden alınan ve bir bölümü 22 Temmuzda gözaltına alınan o polislerle bağlantısını gösteren bir başka delili teşkil etmektedir.
ALÜFTE BULUŞMALARI
Bir şey daha var. İlginç.. ABD'de yaşayan Hocayı geceyarısı Türkiye'den arayan ve alüfte buluşmalarını haber veren meçhul şahıslar kimdir?.. Acaba o şahıslar yasadışı dinlemeleri yapan bu 22 Temmuz polisleri arasında olabilir mi?.. Böyle 1 değil 10 olay daha sayabileceğini de belirtiyor vaazında Hoca!.. Mübarek, yasadışı dinleme merkezinin lideri gibi. Kimler yasadışı takip ve dinleme yapıp Hocaefendiye istihbarat vermektedir?.. Kimler geceyarısı onu uykusundan uyandırıp acele harekete geçilmesine sebep olmaktadır?.. Alın size örgüt.. Alın size telekulak..
TUZLUKLAR
Cemaatçi olduklarını açıklayarak AK partiden istifa etmiş olan ve tuzluklar olarak da nitelendirilen milletvekilleri niçin 22 Temmuz gözaltılarına aşırı tepki vermektedirler?.. İçlerinden biri olan, parlamentoda bir kere varlık göstermiş olan o pasif milletvekili gitti, paralel yapıyla ilgili her pozisyona giren kafa toplarına çıkan faal millet(!)vekili geldi. Hakim düdüğünü çalıyor ama bunların duracağı falan yok. Hızlarını alamayıp nezarethaneye zorla girmeye bile kalkıyorlar. Galiba mukadder akıbetleri onları oraya çekiyor. İnsanın 'bunlar ne içti de böyle uçtular' diyesi geliyor.. İşte o vekillerin gözaltılara bu ölçüde tepkisi o polislerin paralel yapıya dahil olduklarının bir başka delilini teşkil etmektedir.
Yine cemaat medyası olduğu bilinen yayın organlarının gözaltındaki polislere desteği de aynı şekilde bir delil teşkil etmektedir. "O tepki gazetecilik gereği idi, insan haklarına saygının gereği idi" falan gibi beylik lafları geçelim. Aynı hassasiyeti ve tepkiyi 2007'de başlayıp yıllarca süren Ergenekon, Balyoz gibi gözaltı operasyonlarında göstermediler. Hatta aksini savundular. Paralel medya dediğimiz cemaat medyasının bu çifte standart yaklaşımı çok kolay ispatlanabilir. İnternetten kısa bir tarama ile bulunabilir. İşte paralel medyanın adeta paralel yapının merkezinden talimat alan medya uzantısı gibi yayın yapması, haberlerin çoğunun gözaltılara tepki konulu olması, o polislerin paralel yapıya mensup olduklarına dair bir başka delildir.
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/raporlar/fethullah-gulen-iddianamesi.pdf
(2) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=5793
(2) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=5812
(01 Ağustos 2014, 17:23)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: