Anayasa Mahkemesi hakkında, ´Anayasa paketindeki bazı maddeleri iptal ederse bu yok hükmünde olacaktır, hükümet bu hukuksuz kararı kaale almadan referanduma sunmalıdır. Hükümetin bu yöndeki adımı hukuki olarak herhangi bir sorun teşkil etmeyecektir´ şeklinde şok bir çağrı yapan Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can açıklamalarına bugün de devam etti. Anayasa mahkemesinden açıklamaları üzerine uyarı alan ve ´ya sözlerini düzeltmesi ya da istifa etmesi´ istenen Can, Taraf´a yaptığı açıklamalarında aksine sözlerinin arkasında durdu.
FLAŞ!!! MECLİS, ANAYASAYI MAHKEMEYE KARŞI KORUMALI!
Anayasa Mahkemesi hakkında, ´Anayasa paketindeki bazı maddeleri iptal ederse bu yok hükmünde olacaktır, hükümet bu hukuksuz kararı kaale almadan referanduma sunmalıdır. Hükümetin bu yöndeki adımı hukuki olarak herhangi bir sorun teşkil etmeyecektir´ şeklinde şok bir çağrı yapan Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can açıklamalarına bugün de devam etti. Anayasa mahkemesinden açıklamaları üzerine uyarı alan ve ´ya sözlerini düzeltmesi ya da istifa etmesi´ istenen Can, Taraf´a yaptığı açıklamalarında aksine sözlerinin arkasında durdu.
Osman Can: Anayasa Mahkemesi´nin anayasa değişikliğini ´esastan´ incelemesi, Anayasa´nın değiştirilemez maddelerinden olan ´hukuk devleti´ ilkesine aykırıdır. Anayasa Mahkemesi´nin önünde yerli kıyafetler giydirmiş, gözleri açık bir Themis heykeli (Onun tabiriyle Adile Hanım) olan bir ülkede hukuku savunmak gibi zor bir işe soyunmuş biri Osman Can. Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi raportörü sıfatıyla, bu ?milli? hukuk devletinde son olarak, ?Anayasa Mahkemesi eğer Anayasa dışına çıkarsa kararları yok sayılır? dedi ve yürekleri hoplattı. Dün Kemalist gazetelerdeki köşeler, Weimar Almanyası´nın hukuk sistemini anlamak için Berlin´de girmedik sokak bırakmamış Osman Can´a hukuk dersi veren öfkeli yazılarla doluydu. Bu hararet içinde, anayasal yetkilerinin dışına çıkan bir Anayasa Mahkemesi´ne karşı Anayasa´yı savunma gibi çok basit ve temel bir yükümlülüğümüzü bize hatırlatınca, bir anda anarşist ilan edilen Osman Can ile konuştuk.
Siz tam olarak ne öneriyorsunuz? - Öneri şuydu: Anayasa Mahkemesi´nin kendisine yasaklanmış olan alana müdahale etmek suretiyle, açık ve ağır bir Anayasa ihlali gerçekleştirmesi durumunda, Parlamento´nun ve siyasal karar mekanizmalarının buna hukuksal geçerlilik kazandırmaksızın, referandum sürecini devam ettirmesiydi. Meclis, toplumun kendisine emanet ettiği hukuka ve demokrasiye sahip çıkarak referandum sürecini sürdürmelidir. Yani yargı organının yargısal işlevin dışına çıkarak siyasal bir pozisyon alması durumunda Meclis, Anayasa´yı korumak zorundadır. Anayasa Mahkemesi kendisine Anayasa tarafından tayin edilmiş çerçeve dışına çıkması durumunda, hukuksal ve siyasal olarak bu yöntemin takip edilebileceğini ifade ediyoruz.
Bunun anayasal zemini nedir? - Anayasa Mahkemesi anayasadaki görevlerinin dışına çıkarsa Anayasa´nın değiştirilemez maddelerindeki Hukuk Devleti ilkesini çiğner. Anayasa´nın 11. maddesi tüm devlet organlarını bağlar. Mahkemeyi de bağlar. Anayasa´nın 138. maddesi mahkemelerin, kanunlara ve hukuka uygun olarak karar vermek zorunda olduğunu söyler. Anayasa´nın 148. maddesi Mahkeme´yi bağlar. Ve Mahkeme´nin esas denetimi veya şekil örtüsü altında esas denetimi yapamayacağını söyler. Anayasa Mahkemesi bu yasayı ihlal ettiği andan itibaren mahkeme olmaktan çıkar. Bu ihlal üzerine verdiği karar, karar olmaz. Böyle bir tasarruf Meclis´i bağlamaz. Meclis böyle bir ihlal durumunda hukuk devleti ilkesini savunmakla yükümlüdür. Anayasa Mahkemesi´nde çalışan 11 üye, anayasal sınırlar çerçevesinde kalan bir işlevi yerine getirdikleri zaman Anayasa Mahkemesi heyeti olur. Yoksa bu 11 kişi biraraya gelip ?Knesset´in kapanmasına, İsrail Başbakanı Netanyahu´nun idam edilmesine? diye bir karar vermeye başladığı andan itibaren Anayasa Mahkemesi olmaz bu.
Meclis´e ve siyasete düşen görev ne? - Anayasa Mahkemesi, kendisini bağlayan Anayasa´yı ihlal ettiği zaman, Meclis hem kendisini bağlayan Anayasa´yı, hem toplumun demokratik taleplerini, hem de kendisine Anayasa´nın 175. maddesinde tanınmış kesin yetkiyi korumak ve bunu Anayasa Mahkemesi´ne hatırlatmak zorundadır. Bu, onun hukuka ve demokrasiye saygısının bir ifadesidir. Bu çerçevede ilk olarak Anayasa Mahkemesi, Anayasa´ya uygun davranışının bir gereği olarak bu tür bir ihlale izin veremez, bu tür bir ihlal gerçekleştiğinde ise Meclis, Yüksek Seçim Kurulu ve Bakanlar Kurulu buna hukuksal geçerlilik kazandıramaz. Bu kararı Anayasa Mahkemesi üyeleri imzalayamaz. Anayasa Mahkemesi Başkanı imzalayamaz. Bu karar Başbakanlık tarafından Resmi Gazete´de yayımlanamaz. Bu karar, yok hükmünde kabul edilir. Resmi Gazete´de yayımlanan anayasa paketinin referandumdan geçtiği varsayılır. Buna göre, o değişikliklerdeki gibi HSYK´nın yeni yapısı oluşur. Anayasa Mahkemesi´nin yedek üyeleri asil üye olur ve diğer maddeler yürürlüğe girer.
Ama ?Bu kriz yaratır, çatışma çıkar? diyenler de var... - Mahkeme bu çatışma riskini göze alıyorsa ve hukuk dışına çıkıyorsa parlamentonun Anayasa´yı koruması hükümlülüğü sorumluluğu vardır. Halk, bu parlamentoyu gerektiğinde anayasa değişikliği yapabilsin diye, Anayasa´nın 175. maddesindeki yetkiyi kullanabilsin diye seçti. Parlamento ´ben hiçbir şey yapamam´ dediği zaman halk da ´o zaman ne işe yarıyorsunuz´ diye sorar. Halk parlamentoya olan inancını kaybeder. Parlamentonun demokrasiye hukuk devletine sahip çıkması gerekiyor. Hatta parlamentonun laikliğe sahip çıkması gerekiyor. Çünkü değiştirilemezliği tanımladığınız andan itibaren bundan hareketle hukukun üstünde, ulusal iradenin üstünde metafizik bir iradeyi de kabul ediyorsunuz demektir. İşin doğrusu, Anayasa Mahkemesi bu doğrultuda adım attığı andan itibaren, evet, bir kriz potansiyeli vardır. Ama bunu bu krizi çıkaranlar da düşünmeli. Böyle bir kararla parlamento ortadan kaldırılıyor. Bu kararla birlikte toplumun temel sorunlarını çözebilme imkânı olan anayasa değişikliği olanağı ortadan kaldırılıyor. Böyle bir durumda temel sorun kriz değil, bunu nasıl çözümleneceğidir. Bu hukuk teorisi açısından çok da zor değil.
?Kurucu iktidar? kavramından bahsediyorsunuz... - Evet. Sözgelimi yönetmelikle yapılan bir idari işlem yargı tarafından yasaya aykırı bulunduğu zaman yargı organını suçlayamazsınız. Çünkü yönetmenliği değiştirmek suretiyle mevzuatı değiştirmek imkânı vardır. Yönetmelik değiştirildiğinde eğer o yönetmelik yasaya aykırı ise Danıştay tarafından iptal edilebilir. Bu durumda yine yargıya kızamazsınız. Çünkü o yasanın da değiştirilme imkânı vardır. Parlamento harekete geçer, yasayı değiştirir. Böylece sorun çözümlenmiş olur. Yasayı değiştirdiniz, bu da Anayasa Mahkemesi´ne gider. Anayasa Mahkemesi bu anayasa uygunluk açısından denetler. Onun vereceği karara da kızamazsınız. Çünkü anayasanın da değiştirilme imkânı vardır. Ve gelelim son merhaleye... Anayasa´yı değiştirmeye çalışıyorsunuz, bir hukuksal otorite ?hayır değiştirmezsin? diyor. Bunu dediği andan itibaren ortaya çıkan tablo nedir? Ortaya çıkan tablo şudur: Kurucu irade en başta bir kez anayasayı yapar, ondan sonra sonsuza kadar o kurucu iradenin anayasasıyla yola devam edilir. Böylece anayasa ile toplumsal beklentiler arasındaki uyum imkânı elinizden alınmış olur. Ortaya çıkan bir problem de şudur: Hukuki otoriteler anayasa tarafından kurulmuş otoritelerdir. Bu otoritelerin anayasanın üstünde bir irade kullanması da çelişkidir. Ve bu çelişki demokrasiyi imkânsız hale getirir.
Peki, o en meşhur örnekle sorayım ben de; bu kurucu iktidar ?hilafeti de getirebilir mi?? Bunun sınırlarını kim çizecek? - Şöyle deniyor: Peki bir gün parlamento çıkıp bütün siyasi partileri yasaklıyorum, seçim falan da yapmıyorum derse ne olacak? Bence bu sorular, demokrasiye değil önce darbelere yöneltilmelidir. Çünkü tüm bu bahsedilen korkular, aslında darbe dönemlerinde fiilen gerçekleşti. Bu olaylar 27 Mayıs döneminde, 12 Mart döneminde, 12 Eylül, 28 Şubat sürecinde gerçekleşti. Türkiye´de iki kurucu iktidar biçimiyle karşı karşıya kaldık. Bunlardan birincisi aslî kurucu iktidardır. İlk anayasayı yoktan var eden, ortaya koyan iradedir. Bu aslî kurucu iktidarın demokrasi ve insan hakları düzenine karşı, militarizme, silaha dayanan bir niteliği vardı. Darbe dönemleri bu aslî kurucu iktidarların tablosunu ortaya koyar. Bir de talî kurucu iktidar vardır ki bu parlamentodur. Teorik olarak, evet, parlamentonun faşizme izin vermesi mümkün. Ama pratik olarak baktığınızda, Türkiye´de parlamentonun anayasa değişikliklerinde her zaman özgürlükleri ve temel insan haklarını geliştirme yolunda bir eğilimi vardır.
Bunu biraz daha açabilir misiniz? - Gelin, mesela 12 Eylül darbesinin 1982 Anayasası üzerinde parlamentonun neler yaptığına bir bakalım. Parlamento 1987´de anayasanın değiştirilmesini kolaylaştırdı, siyasi yasakları kaldırdı. 1995 yılında yine parlamento, sosyal hakların alanını genişletti. Örgütlü özgürlüklerin alanını genişletti. Militarizmin açık ve net olarak yansıdığı başlangıç paragrafını Anayasa´dan çıkardı. 1999´da özelleştirmeler mümkün hale getirildi. 2001´de geniş çaplı bir anayasa değişikliği yapıldı. Hem başlangıç kısmında hem de temel haklar ve özgürlükler kısmında ilerlemeler sağlandı. 2004 yılında uluslararası temel hak sözleşmeleri, anayasanın parçası haline getirildi. Kadın erkek eşitliği getirildi. 2007 yılında ne yapıldı: Cumhurbaşkanını seçme hakkı halka verildi. 2008 yılında üniversitelerde yaşanan başörtüsü yasağı kaldırılmaya çalışıldı. Eğitim hakkı önündeki kısıtlamalar giderilmek istendi. Bunlar parlamentonun kendi özgür iradesiyle yaptığı değişiklilere verilen örneklerdir. Dikkat ederseniz, bunların hepsinde ileriye doğru özgürlükleri genişleten düzenlemeler sözkonusudur. Yani şeriat getirmek, diktatörlüğe gitmek, partileri kapatmak diye bir trend yok burada. Bu tehlikeden korkuluyorsa bu parlamentodan değil, kurumlardan gelecektir. Yani kurumların tablosuyla parlamentonun tablosu arasındaki fark çok açık.
Zaten parlamento bu kadar tehlikeliyse, parlamenter demokrasiden vazgeçelim o zaman... - 550 milletvekili kendi özgürlüklerini ortadan kaldırmak üzerine hiçbir zaman biraraya gelemez. Bu kadar çok demokrasi açığına, parti içi demokrasi eksikliğine ve militarizm tehdidinde rağmen, parlamentonun kendi özgür iradesiyle yaptığı anayasa değişiklikleri istisnasız temel özgürlükleri genişletmek yönündedir.
Peki Anayasa Mahkemesi´nin meclisten rol çalma hikâyesinin de bir tarihi var mı? - Bunun ilk işaretleri 1965´te veriliyor. 1965´te Mahkeme, ?Anayasa sosyalizme kapalıdır? diye bir hüküm getiriyor. Bunun üzerine, silsile halinde şu sonuçlara varıyor: Sosyalist partiler kurulamaz, sosyalist partiler kurulamazsa, buna yönelik düşüncenin propagandası yapılamaz. Esasa girişin başlangıcı ise 1969 yılıdır. 1969´da Demokrat Partililere yönelik siyasi yasakların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliği ortaya çıktığında, ordu ´bu değişiklik yapılırsa darbe yaparız´ diye tehdit ediyor. Dönemin Başbakanı (Süleyman Demirel) harekete geçiyor. Cumhuriyet Senatosu´na gidiyor, ?Aman bu geçmesin, yoksa darbe olur? diye. Ama Senato geri adım atmıyor ve yasayı geçiriyor. Ve karar, Türkiye İşçi Partisi tarafından Anayasa Mahkemesi´ne götürülüyor. Gerekçe şudur: Bu yasa 27 Mayıs´ın ruhuna aykırı.
Öyle mi? Solun karanlık tarihi desenize... - Anayasa Mahkemesi yetkisi olmadığı halde yasayı iptal ediyor. 1971 yılında yapılan değişikliklerle Anayasa Mahkemesi´nin yetkisi sınırlandırılıyor. ?Sen iradenin ortaya çıkış koşullarının tamamının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakacaksın. İradenin içeriğini bilemezsin? deniyor mahkemeye. Gerekçesinde şöyle yazıyor değişikliğin: ?Anayasa değişikliği, yasa adı altında yapılsa bile anayasa değişikliği ve anayasadır. Metnin Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesi düşünülemez.? 1971 yılında yapılan değişikliğin gerekçesi bu. Bu gerekçenin ardından, Anayasa Mahkemesi önüne gelen anayasa değişiklikleri için ?Esastan görüşmeye yetkim yok? diye üst üste kararlar alıyor. Ta ki 1974´te tekrar ?incelerim? diyene kadar. Mahkeme bu kez ?Evet, ben muhteva denetimi yapamam. Ancak şekil denetimi yaparım? diyor. Ama sonra diyor ki, Anayasa´ya göre, ?rejimin cumhuriyet niteliği değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez? diyor. Teklif edilemiyorsa eğer, teklif şartı hiçbir zaman yerine gelmez. O halde bu bir şekil sorunudur, şekil denetimine girer. Yani Anayasa´nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk iki hükmüyle ilgili bütün değişiklikler, şeklî değişiklik içine sokuluyor. Anayasa Mahkemesi, bu gerekçesiyle 6-7 tane anayasa değişikliğini iptal ediyor. 12 Eylül öncesi parlamentonun yasama kabiliyetine ket vuruyor bu gerekçe. 12 Eylülcülerin meşhur ?şartların olgunlaşmasını bekledik? meselesi var ya... Parlamentonun çalıştığı bir yerde, son ana kadar toplumsal ihtiyaçlara göre Anayasa değişikliği yapma ihtimali olduğu sürece, o şartlar hiçbir zaman olgunlaşmazdı.
148. maddeye neden gerek duyuldu o zaman? - 1982 Anayasası´nın yapıcıları bu konuda bir tercih yapıyor. ?Anayasa Mahkemesi artık sadece şekil denetimi yapsın, içeriğe girmesin? diyorlar. Hatta Danışma Meclisi´nde Kamer Genç´in ?Bari değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelere göre inceleme yapabilsin? teklifine, ?Bu da olmaz, zaten öyle bir durum olursa, halk devreye girer diye itiraz ediliyor. Şekil denetimi de, 148. maddede çeşitli kısıtlamalara bağlanıyor.
148´inci madde: Esasa girmeden şeklen bak
Anayasa´nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesi´nin, Anayasa değişikliklerini sadece ?şekil? yönünden inceleyebileceği vurgulanıyor. İşte o madde: ?Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesi´nde dava açılamaz. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def´i yoluyla da ileri sürülemez.? ( Yıldıray Oğur/Taraf)
(12 Haziran 2010, 17:06)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
´Anayasa Mahkemesinin vereceği hukuksuz iptal kararı yok hükmündedir´ tartışmasıyla ilgili tüm manşetlerimiz
Kontrgerilla´nın yargıdaki örgütlenmesi