Hükümet, HSYK'ya da mı operasyon düzenleyecek? HSYK krizinin 17 Aralık sonrası zirve yapması üzerine hükümetin nasıl bir yol izleyeceği merakla beklenirken emniyete düzenlenen paralel yapı operasyonlarının HSYK'ya düzenlenip düzenlenmeyeceği merakla bekleniyor. Cafesiyaset yazarı Abdullah Harun gelişme ve olasılıkları değerlendirdi.
21.08.2014 15:12 Cafesiyaset / Abdullah Harun - Bir seçimi bitirdik diğerine hazırlanıyoruz. 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sıra şimdi 19 Ekim'deki HSYK seçimlerinde. 14000 hakim ve savcının seçmen olarak katılacağı seçimde adli yargıdan 7, idari yargıdan 3 isim HSYK asil üyeliğine seçilecek.
Kamuoyu olarak bu seçime kilitlendik. Çünkü cemaat mensubu bazı hakim ve savcılar bu seçimleri kazanacaklarından adeta emin görünüyorlar. Seçimi kazanacaklarını ve hükümetten hesap soracaklarını iddia ediyorlar. Düşünün, 14 bin hakim-savcının tamamı cemaat adaylarına oy vermiş olsa dahi, 21.5 milyon seçmenin seçtiği hükümetten hesap soracaklar!..
İşte belki bizzat bu meydan okuma dahi HSYK'nın birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi siyasiler tarafından seçilmesinin ne kadar doğru ve mantıklı olduğunu gösteriyor. Eğer 2010 yılında işin bu yönü görülebilseydi bugün bu krizi yaşamıyor olacaktık. Çünkü paralel hakim ve savcılar hukuki değil siyasi davranıyorlar. Bu çok açık..
Evet gündemde aylardır HSYK krizi var. 17 Aralık soruşturmasına hükümetin tepkisi krizin fitilini ateşledi. Bu kriz sürecinde o kadar çok ve önemli gelişmeler yaşandı ki süreci anlayabilmek için bunları belirtmekte fayda var:
17 Aralık savcısı Zekeriya Öz, -ki aynı zamanda Ergenekon savcısı olarak tanınıyor- seçimlere 3 ay kalmışken şaşırtıcı şekilde 3 dosyayı birleştirip yolsuzluk operasyonlarını başlattı. Hükümetin dört bakanının oğulları ve bir AK partili belediye başkanının da aralarında olduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere kamuoyu buna çok sert tepki gösterdi. Kamuoyu tepki gösterdi diyoruz. Çünkü Erdoğan'ın o günlerde yaptığı seçim mitinglerine inanılmaz oranda büyük kalabalıklar katıldı. Coşkuyla Erdoğan'ı desteklediler.
Erdoğan, seçim öncesi gerçekleşen 17 Aralık operasyonunun dersane tartışmalarının hemen ardından gelmesine dikkat çekti. Cemaatin kumpasına karşı diz çökmeyeceklerini dile getirdi. "İnlerine gireceğiz" sözünü sık sık kullanarak en sert tepkiyi vereceklerini ilan etti.
Ardından önce Emniyet Müdürü değiştirildi. Hemen ardından Emniyet teşkilatında geniş çaplı görevden almalar yaşandı.
-Herkes için bir bavul hazırlamışlar-
-Dersaneler kapatılırsa 17 Aralıklar gelir-
Bu noktada Dersane tartışmalarına girmek istemiyoruz. Sadece şunları belirtmek gerekirse, hükümetin dersanelerin kapatılmasına yönelik kararlı tavrının cemaate büyük darbe vurma amaçlı olduğu konusunda herkes hemfikir. Çünkü onun da öncesinde Başbakan 7 Şubat 2012’de bu yapılanmanın ve teşkil ettiği tehlikenin büyüklüğünün farkına vardı. Harekete geçmeye karar verdi. Dersanelerin kapatılma girişimine karşılık cemaatin 17 Aralık ve devamı operasyonlarla misillemede bulunduğu konusunda da çoğunluk hemfikir. Kaldı ki, 17 Aralık'ın hemen öncesinde cemaat medyası mensuplarının “bavulda çok belgeler var, çok yakında bir şeyler gelecek” tehditlerini de hatırlayalım.
Balyoz bavulcusu bu cemaat gazetecilerinin 17 Aralık'ı 4 ay önceden bildiğine dair çarpıcı bulguları da hatırlayalım. İşte 17 Aralık'la ilgili şüpheleri güçlendiren bu gibi bulgulara detaylıca girmek istemiyoruz. O apayrı bir olay. Zaten bu somut bulgular nedeniyle savcılıklara suç duyuruları yapıldı. En azından İstanbul'da bu konuyla ilgili bir soruşturma olduğu biliniyor. Daha büyük bir başka soruşturma da Ankara’da yürütülüyor. Belki başkaları da vardır. Ancak dediğimiz gibi bu ayrı bir konu.
17 Aralık üzerindeki şüpheler konuşulurken 1 hafta sonra 25 Aralık'ta bir başka Ergenekon savcısı Muammer Akkaş operasyon yapmaya kalkıştı. Üstelik TMK kapsamında, yani terörle mücadele kapsamında. Ancak yeni Emniyet Müdürü savcının kendisine gönderdiği gözaltı talimatlarını yerine getirmedi. Buna gerekçe olarak da gözaltı gerekçelerinin ve delillerinin gösterilmemesini gösterdi. Ve ilerleyen günlerde bunun doğru olduğu, çuvallarca delil çuvalının hiç açılmadan gözaltı talimatlarının emniyete gönderildiği ortaya çıktı.
Bir başka operasyon İzmir'de yaşandı. Bir başkasının ise Ankara'da yapılacağı ileri sürüldü. Bir başka gelişme Adana'da Suriye'ye yardım götüren MİT TIR'larına yapılan baskın oldu.
Bir başkası yardım kuruluşu İHH'ya yönelik operasyon oldu. Dış görünüşte birbirinden bağımsız görünen tüm bu operasyonların peşpeşe gelmesi aslında birbiriyle koordine içinde ve bir plan dahilinde yürütüldüğü şüphesini güçlendirdi.
Çeşitli illerdeki birbirinden bağımsız bu operasyonların seçimin bir kaç ay öncesinde peşpeşe gelmesi kamuoyunda siyasi operasyon oldukları kanaatine neden oldu.
Ardından Başsavcılık müdahale ederek Savcı Akkaş'ın elindeki dosyayı aldı ve başka savcılara verdi. Savcı Akkaş buna ve talimatlarının yerine getirilmemesine tepki gösterdi. Çağlayan'daki Adliye önünde daha önce Türkiye'de olmamış şekilde basın mensuplarına korsan açıklama yaptı. Korsan gösteriler ve basın açıklamaları gibi Türk toplumunun aslında alışık olduğu ancak sivil toplum kuruluşları ve örgütlere layık gördüğü bu tür eylemlerin bu kez bir savcıdan gelmesi şaşırtıcı oldu.
-HSYK’dan ilk korsan eylemler-
HSYK'da 13 üye "korsan" olarak nitelendirilen bir bildiri yayınlayarak Savcı Öz'e, Akkaş'a ve yolsuzluk operasyonlarına sahip çıktı. Korsan olarak adlandırıldı. Çünkü yasal bir bildiri değildi. Siyasi bir mesaj verme çabası idi.
Bir başka savcı Mehmet Demir şok bir açıklama yaparak 17 ve 25 Aralık'ın hükümete darbe girişimi olduğunu ve buna direnilmesi gerektiğini belirtti.
Adalet Bakanı bir açıklama yaptı ve 17/25 Aralık savcılarına müdahale eden Başsavcı ve vekili ile Emniyet müdürünün HSYK tarafından soruşturulma çabasına geçit vermeyeceğini bildirdi.
Ardından HSYK'dan sürpriz atamalar geldi. 17 Aralık operasyonu sonrasında adı geçen 20 savcının görev yeri değişti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir başka isim getirildi.
Daha sonra 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında iki önemli gelişme yaşandı. 3 soruşturma dosyasından birinde 60 şüpheliye yeterli delil olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi. Savcı Ekrem Aydıner, takipsizlik gerekçesinde önemli tespitler yaptı. Öte yandan HSYK, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarını başlatan savcılar Celal Kara, Muammer Akkaş, Zekeriya Öz ve 25 Aralık operasyonunda gözaltı kararı veren hakim Süleyman Karaçöl hakkındaki incelemesini tamamladı ve soruşturma başlatma kararı aldı.
Ardından HSYK'da var olduğu ileri sürülen paralel yapılanmanın, hakim ve savcı atamalarını belirleyecek olan 2014 Yaz Kararnamesi öncesi, paralel yapıyla ilgili davalara bakan hakimlerin listesinin hazırlığı içine girdiği iddiası gündem oldu. Paralel yapının üzerine giden hakim ve savcıları pasifize etmek için kurulun yakında düğmeye basacağı ileri sürüldü. Çünkü aksi halde paralel yapıya yönelik soruşturma ve davaların giderek çoğalacağı ve geri dönülemeyecek kritik bir yoğunluğa ulaşacağı dile getirildi.
Bu şekilde HSYK giderek tartışmaların odağına yerleşmeye başladı. Haziran ayının ortasına bu tartışmalarla gelindi. Büyük merakla beklenen ve sürpriz kararlar çıkacağı düşünülen kararname beklenirken bir başka beklenmedik sürpriz gelişme yaşandı. HSYK 1. Daire üyesi Teoman Gökçe, 17 Aralık operasyonu sonrası çıkarılan HSYK kararnamelerine tepki göstererek istifa ettiği açıkladı. Yazılı bir basın açıklaması yapan Gökçe hükümete tepki gösterdi. Bu olay, HSYK'da kararname krizi yaşandığına dair iddiaları doğrulamış oldu.
Hemen ardından HSYK kararnamesi açıklandı. 2224 görev değişikliğinin yaşandığı kararnamede paralel yapıya yönelik tasfiye yaşandığı izlenimi edinildi. Bazı isimler dikkati çekti. Adana'da MİT TIR'larının durdurulması talimatını veren 3 savcı başka illere atandı. Kararnamede, Adalet Bakanlığı bürokratlarına yönelik tasarruflar da dikkati çekti. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanları, Başsavcılar, Başmüfettişler ile Adalet Komisyonu başkanları, Türkiye'nin değişik yerlerinde düz hakim ve savcı olarak görevlendirildi. Ankara, İzmir ve İstanbul Başsavcılarının değişmediği kararnamede, birçok il başsavcısının tenzili rütbe ile düz savcılığa indirildiği de görüldü. Bu değişikliklerin cemaat kesimi yargı mensuplarını tasfiye amaçlı olduğu değerlendirmeleri yapıldı. Kararnamede dikkati çeken bir başka atama da, paralel yapının belalısı olarak bilinen bir savcının İstanbul'a Başsavcıvekili olarak atanması oldu. Bu atama ile daha geniş bir çalışma alanına kavuşan o savcının paralel yapıya karşı giderek yoğunlaşması beklenen yeni soruşturmalara imza atmasının beklendiği yorumları yapıldı.
Bu değerlendirmeleri haklı kılan bir detay da paralel medyada atamaların tasfiye olarak değerlendirilmesi ve tepki gösterilmesi oldu. Hükümetin HSYK’da tavrını koyarak aldırdığı bu kararların ardından ters yönde ilginç gelişmeler peşpeşe yaşanmaya başladı. Paralel yapının son kalesi ve en büyük direniş hattı nitelemeleri HSYK için yapılmaya başlandı. Önce zehir zemberek bir açıklama ile istifa eden Teoman Gökçe'nin istifası ilginç şekilde geçersiz kabul edildi. Kamuoyunda büyük tepki çeken bu istifa tevili HSYK'yı tartışmaların içine çekti. İstifanın skandal şekilde geçersiz kılınmasının nedeninin, kurul içindeki paralel yapının Gökçe'nin 1 kişilik oyuna çok kritik bir oylamada ihtiyaç duyması olduğu iddia edildi. HSYK bu şekilde gündeme yerleşirken diğer bazı detaylar da iddialarla örtüştü. Yargı üyeleri hakkındaki şikayetleri incelemekle görevli HSYK 3. Dairesi'nin, paralel yapı mensuplarını korumak için önündeki birçok dosyayı 'rapor, izin ve şerh oyunuyla' kasıtlı şekilde beklettiği iddia edildi. Buna göre en az bir kişi, karar toplantılarına katılmayıp süreci kilitliyor. Çünkü toplantılardan sonuç çıkabilmesi için karar yeter sayısının sağlanması gibi yasal bir zorunluluk var. İşte bu karar yeter sayısının oluşmasının paralel yapı tarafından bilinçli olarak engellendiği dile getirilmeye başlandı.
HSYK 3. Dairesi işte bu şekilde gündeme yerleşti. Bu arada bu gelişmelerle bağlantılı sayılabilecek başka olaylar da yaşanıyordu. MİT TIR'ları için arama emri veren Savcı Aziz Takcı'nın hakim eşi Selma Rahşan Takçı'nın usülsüz şikayeti üzerine bir soruşturma başlatıldı. Savcı Yenişafak gazetesinin basılması talimatını verdi. Bu olay kamuoyunda büyük tepki gördü. Paralel yapının varlığını bu akılalmaz girişimle bir kez daha gösterdiği savunuldu. Bu skandal, odatv soruşturmasında henüz basılmamış bir kitabın suç unsuru sayılmasını ve ellerinde bulunduran gazetecilerin de bu nüshaları savcılığa teslim etmesinin istenmesi gibi kamuoyunda şok etkisi yapan olayı akıllara getirdi. İlginç bir başka detay da odatv soruşturmasında o skandala imza atan savcının Zekeriya Öz olması idi. Yani yine adı paralel yapıyla geçen bir başka savcı. Kamuoyunda tepkilerin artması üzerine savcı geri adım attı ve Yenişafak'ın basılması talimatının sehven meydana geldiğini savundu. Ancak inandırıcı bulunmadı.
Bu şekilde görüldüğü gibi HSYK'daki paralel yapı ve karşıtları arasındaki savaş giderek belirginleşmeye başladı. Kimse kimseyi açıkça isim vererek suçlamıyordu belki ama aslında yaşanan tam olarak buydu. Bir savaş yaşanıyordu.
Ardından bu kez hamle hükümetten geldi. Yargıda geniş çaplı yapılandığı giderek hissedilen cemaat tabanlı paralel örgütün etkisini kırmak için hükümetin önemli bir adım daha atmaya ve yargıçlara sicil affı çıkarmaya hazırlandığı dile getirildi. Kanunsuz işlemlere engel olan ya da olabilecek yargıçların sicillerini HSYK müfettişleri eliyle bozan paralel çetenin, son yıllarda 1000'den fazla yargıcı bu şekilde cezalandırdığı, onlardan boşalan yerlere ise kendi elemanlarını yerleştirdiği ileri sürüldü. Sicil affı çıkarılması ile bu isimlerin tekrar aktif görevlere dönebilecekleri düşünülüyordu.
O günlerde cumhurbaşkanlığı seçimleri ana gündem maddesi iken Ekim ayındaki HSYK seçimlerinin daha önemli olduğu dillendirilmeye başlandı. Bu seçimi var olma savaşında çok önemli gören paralel yapının tüm dikkat ve gücüyle bu seçimleri kazanmaya odaklandığı, bunun için taktikler geliştirdiği ileri sürüldü. Özel görevli ekiplerle hakim ve savcılara 'ikna' ziyaretleri sıklaştı. Cemaatin doğrudan bir liste ile seçimlere katılmayacağı, bunun yerine YARSAV gibi laik kuruluşlarla anlaşarak kendi adaylarını o listelere sokturacağı ve kurula sokmaya çalışacağı iddia edildi. Yargı içindeki uzantılarıyla oy verecek 13 bin civarındaki hakim ve savcıyı ablukaya alan paralel yapının, çok örgütlü bir çalışma yürüttüğü, destek alabilmek için emniyet içerisindeki uzantılarınca daha önce elde edilmiş kişisel fişleme bilgileri kullanarak tehdit ve şantaj yapmaktan çekinmediği, yok olmama adına en büyük ve son direniş hattı gördüğü HSYK seçimlerini almayı planladığı dile getirildi. Eğer önlem alınmazsa paralel yapılanmanın HSYK seçimlerini örtülü kadrolarıyla kazanmasının kesin olduğu dile getirilmeye başlandı.
Bu tartışmalar sürerken “kontrgerilla.com” sitesine mesaj gönderen "Ali Usta" adlı bir yargı mensubu, yargıda paralel ya da diğer gruplara mensup yargıç ve savcıların sayısına dair ilginç rakamlar belirtti. Yeni HSYK zamanında 4000 kişinin paralel yapı tarafından mesleğe nasıl ilginç şekilde alındığını ifade etti. Bu rakamlardan hareketle Usta, karşısındaki gruplar ittifak yapmadığı taktirde Gülen grubunun seçimlerden tulum çıkararak zaferle ayrılacağını ifade etti. Usta'yı haklı çıkardığı söylenebilecek bir gelişme geçtiğimiz haftalarda yaşandı. Uzun süre sonuçlanmayan Yargıtay 1. Başkanlar Kurulu seçimlerini Gülen grubunun karşısındakilerin dağınıklığı nedeniyle büyük çoğunlukla kazandığı ileri sürüldü.
-HSYK'dan o savcıya darbe girişimi-
Ardından çok önemli bir başka gelişme yaşandı. HSYK, paralel yapıyla ilgili en büyük soruşturmayı başlatan Ankara Cumhuriyet Savcısı Serdar Coşkun hakkında inceleme kararı verdi. Skandal bir gerekçeye sahip olan karar oy çokluğuyla alındı. Karar, Adalet Bakanının 'olur'una sunuldu. Ancak Bakanın kararı reddedeceği ileri sürüldü. HSYK'nın inceleme kararını, Gülen'in avukatlarının, müvekkilleri hakkında soruşturma olup olmadığı sorularına savcının karşılık vermediği gerekçesiyle yapılan şikayet üzerine aldığı öğrenildi. Oysa bu konu detaylarıyla medyada gündeme gelmiş, görüş belirten hukukçular, savcının “soruşturmanın gizliliği” ve “Gülen'in soruşturmada şüpheli olmadığı” gerekçesiyle soruşturma dosyasını avukata vermemesinin çok doğru olduğunu, asıl dosyayı vermesinin bir suç olacağını ifade etmişlerdi.
-Adalet Bakanı HSYK'yı uyardı-
HSYK'nın, paralel yapıyla ilgili en büyük soruşturmayı başlatan Ankara Cumhuriyet Savcısı Serdar Coşkun hakkında inceleme kararı vermesine Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'dan uyarı geldi. Bozdağ, “Gizli bir soruşturma var. Ama bakıyorsunuz soruşturmayla ilgili paralel yapının bir takım servisleri var. Arkasından HSYK inceleme başlatıyor. Soruşturma gizli. HSYK bir tehdit mercii değildir. Hakim ve savcıların, görevlerini bağımsız yapmasının sigortasıdır. Ben kurul başkanı olarak daha ortada bir şey yokken HSKY'nın böyle bir inceleme başlatmasını soruşturma yürüten savcı bakımından bir tehdit olarak algıladığımı buradan ifade etmek istiyorum. HSKY'nın böyle bir görevi yok.” şeklinde konuştu. Bozdağ, savcı Zekeriya Öz hakkındaki inceleme kararını ise desteklediğini açıkladı. Öz hakkında sert açıklamalar yapan Bozdağ, incelemenin yeterli olmadığını belirtti ve soruşturma aşamasına geçilmesini ima etti. HSYK'nın iki savcı hakkında oy çokluğuyla aldığı inceleme kararı Adalet Bakanı Bozdağ'ın oluruna sunuldu. Bozdağ'ın Öz'le ilgili incelemeye olur derken Coşkun'la ilgili olan kararı ise reddedeceği iddia edildi.
-Gülen o savcıları da şikayet etti-
Ardından bir başka önemli gelişme de İstanbul'da yaşandı. Fetullah Gülen'in avukatları, müvekkilleri hakkında gizli bir soruşturma yürüttüğü gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet savcısı Fuzuli Aydoğdu ile Başsavcı Vekili Faruk Erşen Yılmaz hakkında disiplin ve adli soruşturma başlatılması ve savcıya dosyadan el çektirilmesi için HSYK'ya şikayette bulundu. Bu girişimin HSYK'daki paralel direnişten cesaret alınarak yapıldığı iddia edildi.
-Yarsav listesindeki cemaat adayları-
22 üyeden sadece 10'unun belirleneceği Ekim ayındaki seçimler için YARSAV aday listesini açıkladı. Yarsav, “Ne hükümet ne cemaat” sloganını öne çıkarıldı. Ancak Yarsav'ın asla onaylaması mümkün görülmeyen icraatları bulunan bazı isimlerin listede yer alması cemaat ittifakını doğrular nitelikteydi. Bu nedenle “Ne hükümet ne cemaat=Yersen (pardon Yarsav)” dalgası medyada geçildi. Yarsav listesindeki 3 isimden ikisinin Yarsav gibi bir kuruluşun asla kabul etmesi mümkün görülmeyen iki mahkeme kararına imza atan isimler olduğu ortaya çıktı. Üçüncü ismin ise cemaate mensup olduğunun kesin olduğu ileri sürüldü. Osman Can gibi hukukçular ise 3 değil 5 ismin cemaatin adayı olduğunu dile getirdi. İşte bu şekilde, Yargıtay 1. Başkanlar Kurulu seçimlerini Yarsav'la ittifak yaparak kazandığı iddia edilen cemaatin aynı taktikle daha önemli gördüğü HSYK seçimlerini kazanmaya çalıştığı şüphesi de güçlenmiş oldu.
-22 Temmuz operasyonları-
Ardından İstanbul merkezli olmak üzere emniyet mensuplarına yönelik çok büyük bir operasyon başlatıldı. 100'den fazla emniyet müdürünün gözaltına alındığı operasyonlarda son rakamla 42'si tutuklanarak cezaevine gönderildi. Operasyonlar 2 soruşturma kapsamında yapılmıştı. Sözde İran yanlısı Selam-Tevhid adı verilen örgüte yönelik soruşturmada Başbakan Erdoğan'dan bakanlara, mankenlerden sanatçılara kadar 2280 kişinin 3 yıl boyunca yasadışı şekilde dinlendiğinin ve kumpas kurulduğunun tespit edilmesi gözaltılar için bir gerekçeydi. Diğer soruşturmadaki gerekçe ise çok sayıda kişinin uyduruk gerekçelerle dinlenmesi ve elde edilen bilgilerin casusluk amacıyla kullanılması oldu. Burada dikkati çeken detay, gözaltına alınan emniyetçilerin adlarının geçmişte cemaate yakın kişiler arasında geçmiş olmasıydı. Bunu doğrular şekilde gazetelerden siyasetçilere kadar paralel kesim gözaltılara o kadar sert tepki gösterdi ki, hakikaten bu çok şaşırtıcıydı. Hukukçular tek başına bunun bile o polislerin cemaat tabanlı paralel yapılanmaya mensup olduğuna güçlü bir delil olacağına dikkat çektiler.
Bir başka şaşırtıcı gelişme, adları paralel yapı ile birlikte geçen bazı hakim ve savcıların da 22 Temmuz gözaltılarına tepki göstermesi oldu. Hatta bazıları twitter mesajlarında hükümeti tehdit edecek kadar ileri gitti. Bu kişilerin dile getirdiği bir başka şey daha vardı. O da Ekim ayında milletin seçeceği yargıçların bunların hesabını soracağı şeklindeki gözdağı idi.
O günlerde 22 Temmuz operasyonlarının yargıya da yöneleceği konuşulmaya başlandı. Çünkü gözaltına alınıp tutuklanan emniyet mensuplarının bu suçları tek başlarına işlemelerinin mümkün olmadığı, polislerin geniş çaplı bir örgütlenmenin sadece bir ayağını teşkil ettikleri görüşünün dile getirilmesiydi. Yasadışı dinleme emirlerini onlara savcıların verdiği, hakimlerin de göz yumduğu iddia ediliyordu. Her an gelebileceği dile getirilen operasyon kapsamına 2012'deki MİT krizinden 17/25 Aralık darbe girişimlerine kadar, illegal faaliyetlere karışan yargı mensuplarının gireceği ileri sürüldü. Cemaat ve mensupları için açılan soruşturmaları sümenaltı eden, ayrıca kumpasla düzenlenen fezlekeler ve iddianameler ile siyasete müdahale girişiminde bulunan yargı mensuplarının operasyonun hedefi olacağı dile getirildi.
-HSYK Başkanından şok tehdit-
Tarihler 25 Temmuz'u gösterdiğinde HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur'un, Hürriyet ve Zaman gazetesinde yayınlanan röpörtajları gündemi sarstı. Okur açıklamalarında skandal cümleler sarfetti. Tehdit yoluyla adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etti. Paralel yapı operasyonunun yargı mensuplarına uzanması durumunda HSYK olarak devreye gireceklerini, engellemek mümkün olmazsa geciktirmeye çalışacaklarını açıkladı. Cemaatin en kritik isimlerinden biri olduğu uzun süredir dile getirilen Okur, skandal açıklamalarıyla bu iddiayı da güçlendirmiş oldu.
Okur'un dile getirdiği taktiğe göre, oylamaları engellemek için paralel üyelerin ya hastalık ya da başka mazeret gösterip izin kullanacakları ve oylamaya katılmayacakları ileri sürüldü. Okur'un açıklamaları kamuoyunda büyük tepki gördü. Ertesi gün bir açıklama yapan Okur yanlış anlaşıldığını, görüşlerinin yanlış aktarıldığını ileri sürdü. Ancak yaşanan gelişmelere bakıldığında yaptığı açıklamaların yalanlanamayacağı anlaşılıyordu. Örneğin paralel yapıya yönelik soruşturmaları olumsuz etkilediği gözlenen "karar yeter sayısı" krizinin tam da Okur'un açıklamalarında olduğu gibi devreye olduğu görüldü.
Okur'un açıklamalarının ertesigünü Başbakan'a açık tehdit ve hakaret mesajları atmış olan savcı Zekeriya Öz HSYK'daki oylamada karar yeter sayısı çıkmayınca soruşturmadan kurtuldu. Savcılar hakkında soruşturma kararları gibi kritik kararlar verme durumundaki HSYK 3. Dairesi'nin bu krizi defalarca yaşattığı da ortaya çıktı. 17 Aralık soruşturması sonrası Adalet Bakanı Bozdağ'ın HSYK genel kurulunda bazı kararları almasını engellemek için 8 üyenin hastalık nedenleriyle kurul toplantısına katılmadıkları, 1 hafta sonra yapılan toplantıda da yine aynı durumun yaşandığı ve toplantı yeter sayısı oluşmadığı için de toplantıların yapılamadığı ortaya çıktı. Ortaya çıkan ilginç detay ise, şayet 8 değil de 7 üye katılmamış olsaydı toplantıların yapılabileceği idi. Görüldüğü gibi sayı tam sınırda olacak şekilde dikkatle ayarlanmıştı.
-HSYK desteği tehditleri çoğalttı-
Ardından zincirleme gelişmeler yaşandı. Paralel yapıya yönelik operasyonlarda gözaltına alınıp tutuklanan polislere paralel savcı ve hakimlerden skandal destek geldi. Hükümete açıkça meydan okuyan bu yargı mensuplarının kuruldaki cemaat yapısına güvenerek bu mesajları verdikleri dile getirildi. Bu nedenle tehdit mesajlarını giderek arttırdıkları, herhangi bir soruşturmaya uğramayacakları inancı içinde rahat hareket ettikleri, Ekim'deki HSYK seçimlerinde çoğunluğu ele geçirip hükümete gerekli hamleleri yapacaklarını belirtikleri ileri sürüldü.
-Ahmet Hamsici'den yeni bir korsan bildiri daha-
17 Aralık sonrası korsan olarak nitelendirilen bir bildiri yayınlayan HSYK 3. Daire Başkanı ve HSYK Başkanvekili Ahmet Hamsici bir yeni bildiri daha kaleme aldı. Bildirinin Adalet Bakanı ve HSYK Başkanı Bekir Bozdağ'ın 'HSYK 3. Dairesi soruşturmaları engelliyor' açıklamasından hemen sonra gelmesi dikkati çekti.
-HSYK paralel seçim kampanyası yürütüyor-
İşte bu şekilde giderek tırmanan HSYK geriliminin çok garip bir durumu gözler önüne serdiği görüşü dile getirildi. Buna göre, bazı yargıçlar gizlemeye de gerek görmeden Ekim'deki seçimlerde HSYK'da çoğunluğu ele geçirip hükümete misilleme yapacakları mesajını veriyorlar. Ekim'deki HSYK seçimleri Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine alternatif bir seçim haline gelmeye başladı. Başbakan bir mesaj veriyor, paralelindeki mesaj peşinden geliyor. Başbakan Erdoğan “inlerine gireceğiz” diyor, yargıçlar “kim kiminkine girecek göreceğiz, milletin yargıçları hesap soracak” diyor. Milletin yargıçları milletin hükümetinden ve milletin cumhurbaşkanından hesap soracak!.. Bu, açık bir siyasi mesaj değil mi?.. İşte bu değerlendirmeler kamuoyunda yapılmaya başlandı.
Paralel hakim ve savcıların mesajlarına dikkat edildiğinde var olan meclis ve hükümetin onlar için hiç bir öneminin olmadığı görülebilir. Ekim seçimlerini kazandıkları taktirde sadece mahkemelerin değil adeta ülkenin de hakimi olacaklarını ima ediyorlar. Milletin hakimleri hesap soracak diyen bu kesimler, Ekim seçimlerinde hükümete alternatif olduklarını bu şekilde ilan ediyorlar. Bu gelişmeler, paralel yapının cumhurbaşkanlığı seçimleri için il il gezip miting yapan Başbakan Erdoğan'a nazire yaptığı ve alternatif bir seçin kampanyası yürüttüğü yorumlarına yol açtı.
Ardından hükümetin paralel yapının HSYK seçimlerinde çoğunluğu ve kurulda hakimiyeti ele geçirmesinin önüne geçmek için 3 aşamalı eylem plan hazırladığı iddia edildi. Üye seçim şekli değişecek.. Toplantı ve karar yeter sayısı değişecek.. Gerekirse anayasa değişikliği yapılacak.. İlk değişiklikle kürsü ve yüksek yargı organlarında yapılacak seçimlerde her üyenin sadece bir aday için oy kullanması sağlanacak. İkinci olarak toplantı ve karar yeter sayısı değiştirilecek. Bu iki adımın yetersiz kaldığı görülürse anayasa değişikliği yoluna gidilecek.
-HSYK müfettişlerinden 5 TIR savcısına şok-
Ardından yaşanan bir gelişme, Adana'da yardım TIR'larına baskın yapan 5 savcı için HSYK müfettişlerinin "soruşturma açılsın" şeklinde rapor hazırlamaları, raporda bu savcıların casusluk faaliyeti içinde olduğunu belirtmeleri ve savcıların meslekten ihraç edilmesini istemeleri oldu. Bu şok raporun HSYK Teftiş Kurulu'nda da onaylandığı ve gereğinin yapılması için HSYK 3. Daire'ye gönderildiği öğrenildi.
Ardından basında ilginç bir iddia dile getirildi. Buna göre, HSYK'daki paralel yapılanmanın, mensubu olan savcı ve hakimlerin soruşturulmasını engelleme çabalarına karşı cumhuriyet savcılarının devreye girmeye hazırlanıyor. HSYK 3. Dairesi'nin, yapı mensubu savcı ve hakimlerin soruşturulmasını Zekeriya Öz örneğinde olduğu gibi bloke etmeye devam etmesi halinde şok bir adım atılacak. Buna göre, paralel yapıya yönelik dosyalara bakan savcılar, 'casusluk' suçu nedeniyle Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nı hariç tutan CMK 161-8 maddeyi işletecek. Sonrasında da HSYK yetkilileri İbrahim Okur ve Ahmet Hamsici için TCK 288. madde, yani 'Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs' maddesi devreye sokulacak.
SONUÇ
Evet tüm bunlardan görüldüğü gibi 17 Aralık’tan beri çok yoğun şekilde bir HSYK krizi yaşıyoruz. Dikkatle bakıldığında şimdilik sadece emniyete yönelik olduğu farkedilebilecek operasyonlarda çok sayıda polis gözaltına alınıp tutuklandı.
Bu operasyonların yargıya yönelmemesi ise eşyanın tabiatına aykırı. Çünkü emniyetçilerin işledikleri suçları savcı talimatı ve hakim gözyumması olmadan gerçekleştirmesi mümkün görülmüyor. Ancak yapılanmanın yargı ayağına –şimdilik- uzanılamıyor. Çünkü HSYK açıkça direniyor.
Ancak ne gariptir 4 yıl önce de yine aynı sorun vardı. 4 yıl önce de HSYK krizi Türkiye'nin en önemli gündem maddelerinden biri idi. O kadar ki, millet olarak sandıklara gitmiş, tarihimizde ilk kez referandum yaparak HSYK ağırlıklı anayasa değişikliklerine onay vermiştik.
Çünkü Ergenekon, Balyoz, Temizöz ve benzeri darbe davalarına bakan savcı ve hakimler görevden alınmak, soruşturmalar engellenmek isteniyordu. 2005 yılında Şemdinli davasında bunun çarpıcı bir örneği yaşanmıştı. Korsan kararname çıkarma girişimleri, korsan bildiriler o dönem peşpeşe yaşanıyor, gündemi sarsıyordu.
Kriz o kadar tırmandı ki, Hsyk üyesi Ali Suat Ertosun, "Adalet Bakanı (Sadullah Ergin) toplantılara katılmazsa 6 kişi toplanıp karar alırız, kararname çıkartırız" diye tehdit yöneltecek kadar ileriye gitti.
Ve 4 yıl sonra yine HSYK krizi ilk gündem maddemiz haline geldi. Önceki HSYK'nın jargonuna, yani kullandığı kelime ve cümlelere, itirazlara ve savunmalara bakıldığında bugünkü ile hemen hemen aynı olduğunu görebiliriz. Paralel hakim ve savcı beyler yaptıklarını hukukun üstünlüğü için yaptığını söylüyor. 4 yıl öncekiler de öyle söylüyordu.
-Postala hayır, cüppeye evet mi?..-
Ama son kararı millet veriyor. Sel gider kum kalır misali millet sonunda seli gönderiyor, geride kendi seçtiklerini bırakıyor. Bu kez de öyle olacak. Başka türlüsü mümkün değil. Bir darbe postal giyilince kötü oluyor, engellenmesi gerekiyorsa, cüppe giyilince masum mu görülecek?.. Böyle bir şeye hiç bir hükümet hiç bir iktidar izin vermez. Veremez. Verirse kendisini seçenlere ihanet olmuş olur.
-Paralel yapı tehlikesi yeni değil-
Cemaatin devletin derinlerinde nasıl kadrolaştığını 1999 yılındaki DGM savcısı Nuh Mete Yüksel'in Fetullah Gülen iddianamesinden de okuyabilirsiniz. Yine Prof. Necip Hablemitoğlu'dan da okuyabilirsiniz. Yine 1999 yılındaki emniyet raporlarından da okuyabilirsiniz. Yine İlker Başbuğ’dan ya da önceki askerlerden de duyabilirdiniz. 40 yıllık bir yapılanma süreci yaşanmış. Yani paralel devlet tehlikesi AK Parti'den önce de var idi. Ancak sadece kadrolaşmakla yetinmekteydiler. 2012'deki MİT krizi ile birlikte eyleme geçip iktidara sahip olmak istediler. Evet burada kesinlikle Ak Parti'nin de hataları var. Şüphesiz. Ancak bu tehlikeyi bile bile bu hatayı yapmış, bu adamlara yol vermiş değiller. Tehlikeyi farkeder etmez de en sert şekilde üstüne gitmeye başladılar.
Şurası da rahatlıkla söylenebilir ki hiçbir hükümet ve yönetim AK Parti kadar bu tehlikeyle mücadele edemez. Çünkü dini değerleri istismar etmesi nedeniyle bu tehlike en masum bir poza kolaylıkla bürünebilmektedir. Bu şekilde de kendisiyle mücadele edilmesini halk desteğini sağlayarak engelleyebilmektedir. Ancak şimdi bunu başaramamaktadır. AK Parti'den daha iyi kimse bu yapıyla mücadele edemez. 28 Şubat'ın koyu şekilde hüküm sürdüğü 1999'da bu yapılanmaya yapılabilenleri hatırlayalım. Sadece dava açılabildi. O da Yargıtay'da beraatle sonuçlandı.
Sonuca gelecek olursak, 19 Ekim'deki seçimlerin nasıl sonuçlanacağı çok önemli. Ama bir o kadar da önemsiz. Çünkü başarılı olsa bile bu yapılanmanın alabileceği yol kısıtlı. İş oraya gelirse, bir yeni referandum bu krizi çözmek için devreye sokulabilir. Yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yetkilerini nasıl yorumlayacağı ve devreye sokacağı da merak ediliyor. Ama yine de gelişmeleri izlemek gerek. Bize göre Erdoğan sağ olduğu, yetkili konumda bulunmaya ve kararlı olmaya devam ettiği sürece paralel yapı sadece sonunu geciktirebilir. Paralel yapının en nefret ettiği ve en çok korktuğu şey aslında tartışılıyor olmak. Gözlerin kendisine çevrilmesi.. 27 Nisan muhtırasını hatırlayalım. Postallılar hükümete posta koymaya kalktılar. Şimdi cüppeliler aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Ve millet tüm bunları dikkatle izliyor.. (Cafesiyaset / Abdullah Harun)
Daha fazlasını oku: Hükümet, HSYK'ya da mı operasyon düzenleyecek? - Cafesiyaset http://www.Cafesiyaset.com/hukumet-hsykya-da-mi-operasyon-duzenleyecek_417994.html#ixzz3B1nEYHUX
(21 Ağustos 2014, 15:12)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: