DDK: Özal'ın mezarı açılmalı
Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın şüpheli ölümünü inceleyen
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, raporunu nihayet kamuoyuna
açıkladı. Kurul, ölümü şüpheli buldu ve mezarın açılarak otopsi yapılması
gerektiğini belirtti. Özal'ın ölümüyle aynı kapsamda soruşturulmaya
başlanan ve o dönemde peşpeşe yaşanan komutan ölümlerinde ortaya çıkan
şüpheler üzerine iki Albayın mezarı 17 yıl sonra açılmıştı. Yapılan otopsilerde ölümlerin
cinayet olduğunu gösteren şok bulgular ortaya çıkmıştı.
13.06.2012 12:27 Cumhurbaşkanı Gül'ün talimatı üzerine Sekizinci
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatını inceleyen Devlet Denetleme Kurulu,
raporunu kamuoyuna açıkladı. Bilindiği gibi Sekizinci Cumhurbaşkanı
Turgut Özal 17 Nisan 1993 tarihinde vefat etmiş, aile fertleri,
yakınları ve diğer kişiler tarafından ölümü ile ilgili olarak çeşitli
iddialar zaman zaman gündeme getirilmişti. Söz konusu iddiaları
kapsayacak nitelikte bugüne kadar herhangi bir idari
araştırma/inceleme/soruşturma ise yapılmamıştı. Olay etrafındaki
toplumsal duyarlılıkları dikkate alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
kendisine bağlı Devlet Denetleme Kurulu'na 1 Ekim 2010 tarihinde,
konunun ayrıntılı bir biçimde incelenmesi talimatını vermişti. Bu
kapsamda, Devlet Denetleme Kurulunca; Sekizinci Cumhurbaşkanı Merhum
Turgut Özal'ın vefatı ile ilgili olarak yaşanan süreç içerisinde gerek
Köşk yerleşkesinde gerekse Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde
yürütülen sağlık hizmetlerine dair idari iş ve işlemler ile olayın oluş
şekli ve ölüm sebebine ilişkin olarak kamuoyuna yansıyan iddialarla
ilgili tüm hususlar kapsamlı bir şekilde araştırılıp incelendi. Bu
çerçevede hazırlanan rapor kamuoyunun dikkatine sunuldu.
-Akıl tutulması mı örtbas mı?-
Raporun sonucunda, "Merhum Turgut Özal, görevi başında vefat eden bir
Cumhurbaşkanıdır. Ölümü, uzun süreli devam eden ağır bir hastalık
neticesinde olan ve beklenen bir ölüm değildir. Ölümü, ani bir ölüm
şeklinde gerçekleşmiştir. Görevi başında ve ani şekilde ölen bir
Cumhurbaşkanının ölümü her zaman "şüpheli" bir ölümdür. Bu itibarla,
ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi ve/veya Köşk
yerleşkesinde delil tespiti benzeri işlemlerin yapılmamış olması tam
anlamıyla "akıl tutulması" ile izah edilebilecek bir durumdur"
ifadelerine yer verildi. Raporda ayrıca Özal’ın mezarının açılarak
otopsi yapılmasının uygun olacağı kanaatine varıldığı belirtildi.
OTOPSİ ŞÜPHELERİ DOĞRULAYABİLİR
Turgut Özal'ın mezarının açılarak otopsinin yapılması halinde
zehirlenerek öldürüldüğüne dair şüpheleri doğrulayabilecek bulguların
ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Ülkenin en üst makamında bulunan bir
kişi olmasına rağmen fenalaştığında hastaneye sevkedilmesi için ambulans
olmadığı, hastaneye giderken güzergah değiştirilerek ölümcül vakit kaybı
yaşandığı, hastaneye geldiğinde ise hayatını kaybettiği ortaya çıkmıştı.
Tüm bunlara ek olarak otopsisinin yapılmaması da dikkat çekiciydi.
Özal'ın ölümünde yaşanan şüpheler aynı kapsamda değerlendirilen ve
peşpeşe yaşanan komutan ölümlerinde de söz konusuydu. Jandarma Komutanı
Eşref Bitlis'in bindiği askeri uçak kalkıştan kısa süre sonra düştü.
Olay buzlanma diye kapatıldı. Oysa kazayı inceleyen bilirkişiler
buzlanma olamayacağını net olarak vurguladılar. Bitlis'in cenazesi hemen
kaldırılarak olay kapatıldı. Bitlis'e bağlı bazı Jandarma subaylarının
ölümlerinde de benzer şüpheler sözkonusu. Bitlis'in ardından peşpeşe
hayatını kaybeden bazı komutanların yeniden yapılan otopsilerinde
ölümlerin cinayet olduğunu gösterecek kemik kırıkları ile kurşun
delikleri gibi şok bulgular ortaya çıktı. Bu komutanlardan biri olan
Albay Kazım Çillioğlu'nun otopsisinde ek bulgu olarak arseniğe de
rastlandı. Komutan cinayetlerine bakan çeşitli illerdeki savcılıklar
ölüm olayları arasında ortaya çıkan çeşitli delil ve bulgular nedeniyle
dosyalarda ortak delil arama kararı aldılar. Çillioğlu soruşturmasını
yürüten Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, sürpriz bir kararla Turgut Özal
ve Eşref Bitlis dosyalarını da incelemeye aldı. Bu ölümlerle birlikte terörü bitirmeyi amaçlayan
Barış Projesi rafa kaldırılmıştı. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
İŞTE RAPORUN TAM METNİ
T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI Devlet Denetleme Kurulu ARAŞTIRMA VE İNCELEME RAPORU
RAPORUN KONUSU
Sekizinci Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatı ile ilgili olarak yaşanan
süreç içerisinde gerek Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesinde gerekse Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yürütülen sağlık hizmetlerine dair iş ve işlemler ile
olayın oluş şekli ve ölüm sebebine ilişkin olarak kamuoyuna yansıyan diğer
iddiaların araştırılması ve incelenmesi.
Aynı konu ile ilgili olarak Savcılıkça yürütülmekte olan hazırlık
soruşturmasının gizliliği ve diğer hususlar nedeniyle internet sayfamızda Rapora
sınırlı olarak yer verilmiştir.
Tarihi : 04 / 06 / 2012 Sayısı : 2012 / 2 Eki : -
HİZMETE ÖZEL
İÇİNDEKİLER...I
KISALTMALAR...II
GİRİŞ...3
ÇALIŞMAYA İLİŞKİN BİLGİLER...3
I- ÇALIŞMANIN KONUSU VE DAYANAĞI...3
II- ÇALIŞMANIN KAPSAMI VE YÖNTEMİ...3
BİRİNCİ BÖLÜM...20
TURGUT ÖZAL'IN ÖLÜMÜNE YÖNELİK İLERİ SÜRÜLEN İDDİALAR HAKKINDA YAPILAN
İNCELEMELER...20
I - SEKİZİNCİ CUMHURBAŞKANI MERHUM TURGUT ÖZAL'A İLİŞKİN BİLGİLER...26
II- CUMHURBAŞKANLIĞI ÇANKAYA YERLEŞKESİNİN (KÖŞK) İŞLEYİŞİNE İLİŞKİN
BİLGİLER...29
III- KÖŞK'TEKİ SÜRECE İLİŞKİN İDDİALAR....64
IV- HACETTEPE HASTANESİNDEKİ SÜRECE İLİŞKİN İDDİALAR...241
V- ZEHİRLENMEYE İLİŞKİN İDDİALAR...347
VI- MERHUM TURGUT ÖZAL'IN ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ HUSUSLARIN YETERİNCE
ARAŞTIRILMADIĞINA İLİŞKİN İDDİALAR...391
İKİNCİ BÖLÜM...409
ÖLÜM SEBEBİNİN TESPİTİNE YÖNELİK YAPILAN İNCELEMELER...409
I- TIBBİ UZMANLAR HEYETİ İNCELEME RAPORU...409
II- ÖLÜM SEBEBİNE İLİŞKİN TESPİT VE DEĞERLENDİRMELER...446
III- OTOPSİ İHTİYACININ BELİRLENMESİNE YÖNELİK TESPİT VE DEĞERLENDİRMELER...469
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM...480
GENEL DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER...480
SONUÇ...584
(SAYFA 584-625 ARASI SONUÇ BÖLÜMÜ ŞU ŞEKİLDEDİR)
SONUÇ
Sekizinci Cumhurbaşkanı Sayın Turgut ÖZAL'ın ölümüne ilişkin olarak, aile
fertleri, yakınları ve diğer kişiler tarafından çeşitli iddialar gündeme
getirilmiştir. Sözkonusu iddiaların kamuoyunda uzun zamandır tartışılmasına
rağmen, konu ile ilgili olarak tüm iddiaları kapsayacak nitelikte bugüne kadar
herhangi bir idari araştırma/inceleme/soruşturma yapılmamıştır.
Özellikle 2010 yılında aile fertleri tarafından iddiaların tekrar yoğun bir
şekilde yazılı ve görsel medyada gündeme getirilmesi ile birlikte, konu hakkında
hem Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı hem de Cumhurbaşkanımızın talimatı üzerine
Kurulumuz tarafından soruşturma/inceleme başlatılmıştır. Kurulumuzca yapılan
çalışmada merhum Turgut Özal'ın ölümü ile ilgili olarak dile getirilen
iddialardan; ağırlıkla, idari iş ve işlemlerle ilgili olanların araştırılması ve
incelenmesi üzerinde durulmuştur.
Bu kapsamda, Merhum Turgut ÖZAL'ın rahatsızlanması ve ölümü sürecinde, gerek
Köşk yerleşkesinde gerekse Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yürütülen sağlık
hizmetleriyle ilgili iş ve işlemlerin mevzuata ve bilimsel esaslara uygun olarak
yerine getirilip getirilmediğinin ve ölüm sebebine ışık tutabilecek hususların
tespitine çalışılmıştır. Ayrıca, ölümün oluş şekli ve sebebiyle ilgili
tartışmaların araştırılması yanında, kamuoyunda çeşitli defalar dile getirilen
merhum Turgut Özal'ın öldürüldüğüne ilişkin iddiaların somut ve güvenilir
delillere dayanıp dayanmadığı hususu da incelenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Yüce Katının talimatları uyarınca yürütülen çalışmada;
- Öncelikle aile üyelerinin bilgisine başvurulmuş, daha sonra konuyla ilgili
bilgisi olan kişiler tespit edilerek beyanları alınmış,
- Merhum Cumhurbaşkanının ölüm günü yaşanan sürece ilişkin kayıtların ve
sonrasında vefatının tartışıldığı ve çeşitli iddiaların yer aldığı yazılı ve
görsel medya ile dergi ve kitaplar taranarak kamuoyuna yansıyan iddiaların
tespitine çalışılmış,
- Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinden Merhum Cumhurbaşkanının vefatına
ilişkin Köşk'ün arşivinde mevcut belgeler temin edilmiş,
- Merhum Cumhurbaşkanının vefatı ile ilgili bilgi ve belgeleri temin etmek ve
konuyla ilgili bugüne kadar herhangi bir araştırma/inceleme/soruşturma yapılıp
yapılmadığını tespit etmek için ilgili kurumlardan yazı ile bilgi istenmiş,
- Köşk'te sağlık hizmetlerinin organizasyonu ile bu hizmetlerin nasıl ve kimler
tarafından yerine getirildiği hususu tespit edilmiş, Merhum Turgut ÖZAL'a
sunulan sağlık hizmetleri ve vefatından sonra yapılan işlemlerin
değerlendirilebilmesi için önceki Cumhurbaşkanlarına ait bu yöndeki belgeler
üzerinde çalışma yürütülmüş,
- Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatından önceki sağlık durumunun bilinmesinin ölüm
sebebini izahta faydalı olabileceği düşüncesiyle Türkiye'deki ve Amerika
Birleşik Devletleri'ndeki geçmiş sağlık bilgi ve belgeleri ile vefatında
Hacettepe Üniversitesi Hastanesince düzenlenen hasta dosyası temin edilmiş,
toplanan bilgi ve belgeler ile ifadeler işbu raporun ilgili bölümlerinde
ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca, Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın vefatından önceki sağlık durumunun
belirlenmesi, bu durumun vefatına etkisi, vefatı sırasında uygulanan tıbbi
müdahalenin etkinliğinin/yerindeliğinin irdelenmesi, kayıtlarda gösterilen ölüm
sebebinin değerlendirilmesi, eldeki bulgular ışığında başkaca bir ölüm sebebi
ihtimalinin araştırılması ile ölümün doğal bir ölüm olup olmadığının tespiti
amacıyla, kardiyoloji, kalp damar cerrahisi, anesteziyoloji ve reanimasyon,
üroloji, iç hastalıkları (nefroloji- gastroenteroloji), tıbbi farmakoloji,
biyokimya ve adli tıp uzmanlarından oluşan on iki kişilik Tıbbi Uzmanlar Heyeti
oluşturulmuştur.
Yürütülen çalışma sırasında; özellikle merhum Turgut Özal'ın rahatsızlanma anı,
hastaneye götürülmesi süreci ve hastanede yapılan işlemlerin berraklaştırılması
ile öldürüldüğüne dair çeşitli iddiaların araştırılması hususlarında
karşılaşılan güçlükler/kısıtlar aşağıda gösterilmiştir.
- Ölüm günü olan 17 Nisan 1993 tarihinden çalışmanın yapıldığı tarihe kadar 19
yıl gibi uzun bir sürenin geçmiş olması nedeniyle, bilgisine başvurulan
kişilerin olayları tam olarak hatırlamakta güçlük çektikleri görülmüştür.
- Bilgilerine başvurulan ve beyanları tespit edilen kişilerin kendilerine ve bir
başkasına sorumluluk gelebileceği endişesinden hareketle bazı bilgileri
"hatırla(ya)mıyorum" gerekçesiyle paylaşmaktan imtina ettikleri müşahade
edilmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının vefatıyla ilgili iddiaların muhtelif zamanlarda
-özellikle son yıllarda- yazılı ve görsel medya aracılığıyla gündeme ge(tiri)lmiş
ve kamuoyunda tartışılmış olması nedeniyle, bir kısım beyan sahibinin yaşadığı
olayları bu tartışmaların etkisinde kalarak edindiği bilgilere göre yorumladığı
ve yönlendirmeye çalıştığı görülmüştür.
- Alınan beyanlar arasında bazı çelişkiler ve/veya hayatın olağan akışına aykırı
hususlar tespit edilmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği 17 Nisan 1993 tarihinin öncesinde ve
sonrasında yaşanan sürece tanıklık eden bazı kişilerin (dönemin Genel Sekreteri
Em. Org. Kemal Yamak, Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu, Genelkurmay II. Başkanı
Org. Fikret Küpeli, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine intikalde ambulansta
refakat eden yakın koruma görevlisi Turan İnanç, Merhum Cumhurbaşkanının kan
örneğinin saklanmasının kamuoyuna yansıdığı dönem (19951999) Hacettepe
Üniversitesi Rektörü olan Prof. Dr. Süleyman Sağlam vb) vefat etmiş olması
nedeniyle bilgilerine başvurulamamıştır. Öte yandan bilgisine başvurulan bazı
kişilerin sorumluluk gerektirebilecek durumlarda ölen kişilere atıf yaparak
konuyu açıklamaya çalıştıkları görülmüştür.
- Merhum Cumhurbaşkanının vefatının üzerinden uzun bir zaman geçmiş ve konuya
ilişkin belgelerin arşiv mevzuatı gereği saklama yükümlülüğünün sona ermiş
olması nedeniyle talep edilen bir kısım bilgi ve belgeye imha edilmiş oldukları
için erişilememiştir.
- Çalışma sırasında bilgisine başvurulan bazı kişiler ile belge talebinde
bulunulan bir kısım kurumun inceleme/araştırma konusuna ilişkin evrakın
Cumhurbaşkanlığı arşivinde olduğunu/olabileceğini/olması gerektiğini
belirtmesine rağmen, Cumhurbaşkanlığı arşiv hizmetlerinin yürütüldüğü Eğitim ve
Araştırma Müdürlüğünde Merhum Turgut ÖZAL'ın görev dönemine ilişkin
inceleme/araştırma konusuyla alâkalı hemen hemen hiç bir dokümanın bulunmadığı
tespit edilmiştir.
- Bilgisine başvurulmak üzere ilgili kurumlarda o dönemde fiilen görevli olan
personelin isim ve iletişim bilgileri kurumlarında temin edilmek istenmiştir.
Ancak, kurumlarda gerek görevli personele gerekse o gün yaşanan sürece ilişkin
herhangi bir tespit/kayıt/tutanak tanzim edilmediği için çoğunlukla bu bilgiye
erişilememiştir. Sözkonusu personele haricen edinilen bilgiler ile ulaşılmaya
çalışılmış, bir kısım kişilerin (Hacettepe Üniversitesi Hastanesi büyük acil
servisindeki intörnler gibi) isim ve iletişim bilgilerine de ulaşılamamıştır.
- Merhum Cumhurbaşkanının vefatı ile ilgili iddiaların önemli bir bölümünü dile
getiren Sayın Semra Özal ve T. Ahmet Özal'dan beyanlarında vereceklerini ifade
ettikleri bilgi ve belgeler ile Merhum Cumhurbaşkanının ölümünün
aydınlatılmasına matuf her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesi 10.02.2011 ve
19.10.2011 tarihli yazılarımızla ayrı ayrı ikişer defa istenilmiş olmasına
rağmen adı geçenlerce Kurulumuza, kamuoyuna yansıtılanlar dışında her hangi bir
bilgi ve belge sunulmamıştır.
- Merhum Cumhurbaşkanının, gerek Türkiye'de gerekse yurtdışında tedavi gördüğü
kurumlardaki sağlık dosyasının temininde Raporun ilgili bölümünde belirtilen
güçlükler ve çok uzun süren gecikmeler yaşanmıştır. Bu nedenle Tıbbi Uzmanlar
Heyeti incelemesini 15.05.2012 tarihinde tamamlayabilmiştir.
- Kurumların zaman içinde teşkilat yapılarında ve çalışma mekânlarındaki
değişiklikler olması ile personel sirkülâsyonu, bazı tespitlerin yapılmasını ve
iddiaların araştırılmasını güçleştirmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği yıldaki teknolojik alt yapı ile bugünkü
teknolojik alt yapı arasındaki gelişmişlik farkı nedeniyle günümüzde yapılabilme
imkânı olan bazı araştırma ve inceleme tekniklerindan (kamera görüntüsü,
iletişimin tespiti ve kaydı gibi) yararlanılamamıştır. Örneğin, 17 Nisan 1993
tarihinde yaşanan sürecin belirlenmesinde katkısı
olabileceği düşüncesiyle Türk Telekom A.Ş.'den Cumhurbaşkanlığı Köşk'üne ait
telefon kayıtları yazılı olarak istenmiş, sistem değişikliği nedeniyle mevcut
olmadığı bildirilmiştir.
-Yapılan çalışma, Anayasanın 108. maddesinde yer alan sınırlı yetkiler nedeniyle
idari araştırma ve inceleme kısıtları içerisinde yürütülmüştür.
Yapılan çalışma neticesinde ulaşılan tespit ve değerlendirmelere ilişkin
açıklamalar işbu raporun ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınmış olup
aşağıda kısaca özetlenmiştir.
1 - Merhum Turgut Özal'ın vefat ettiği dönem itibariyle Köşk'ün işleyişine
ilişkin hususların aşağıdaki gibi olduğu tespit edilmiştir.
- Köşk'ün iş ve işlemleri, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Teşkilatı
Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
Teşkilatı Görev ve Sorumlulukları Yönetmeliği ve Cumhurbaşkanını Koruma
Hizmetleri Yönetmeliği çerçevesinde yürütülmektedir. Köşk'ün genel işleyişi ve
hizmetlerin yürütülmesinden Genel Sekreterin birinci derecede görev, yetki ve
sorumluluğunun bulunduğu, idari ve sosyal hizmetlerden sorumlu Genel Sekreter
Yardımcısı, Başyaver ve Personel İdari Mali İşler Başkanının da bu kapsamda
görev ve sorumluluklarının olduğu anlaşılmıştır.
- Başyaverliğin sorumluluğunda Merhum Cumhurbaşkanının resmi ve özel günlük
faaliyetlerinin kaydedildiği ceride defterinin her gün itibariyle nöbetçi yaver
tarafından tutulduğu, tutulan ceride defterinin beklenen amaca hizmet etmekten
uzak olduğu, daha önce görev yapan Cumhurbaşkanları döneminde tutulan ceride
defterlerindeki kayıtlar ile karşılaştırıldığında, defterin sol tarafında yer
alan özel meşguliyetlere ilişkin bölümüne, hiç bir bilginin dercedilmediği,
ceride defterinde Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği günün sabahı
rahatsızlanması anına kadar geçen süreye ilişkin herhangi bir kaydın ve tespitin
bulunmadığı görülmüştür.
- Konut'ta çalışan personelin seçiminde herhangi bir usul ve esasın
belirlenmediği, Konut'ta Cumhurbaşkanı ve ailesi için hazırlanan yemeklerin
kontrol edilmesine yönelik bir sistemin oluşturulmadığı, hazırlanan yemeklerden
numune alınmadığı belirlenmiştir.
- Cumhurbaşkanının zatına ve ailesine sağlık hizmeti vermek üzere "özel
doktorluk" müessesinin oluşturulmadığı, gerek Köşk'te gerekse Konut'ta 7 gün 24
saat esasına göre sağlık hizmetinin planlanmadığı, bu kapsamda görevlendirilmiş
sağlık müdürü, doktor ve diğer sağlık personelinin bulunmadığı, mevcut doktorun
da yarım gün mesai ile tüm Köşk personeline hizmet verdiği ve hafta sonu çalışma
zorunluluğunun olmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan ne Cumhurbaşkanının zatına ne
de Cumhurbaşkanlığı örgütünün tümüne hizmet verecek herhangi bir tam donanımlı
ambulansın bulunmadığı tespit edilmiştir.
2 - Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanarak vefat ettiği gün Çankaya Köşk'ünde
görevli doktor, hemşire ve diğer sağlık personeline aynı anda bilinçli olarak
izin verildiği,
Cumhurbaşkanlığı resmi doktoru Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'ya ulaşılamadığı, acil
müdahalelerde kullanılmak üzere hazırlanan ilk yardım çantasının ve bunu
kullanacak sağlık personelinin bulunamadığı ve bu nedenlerle rahatsızlandığı
anda acil tıbbi yardım alamadığı hususlarının kamuoyunda tartışılan iddialar
arasında olduğu tespit edilmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının görev döneminde Köşk'teki sağlık hizmetlerinin
organizasyonu ve işleyişi ile personelin görev, yetki ve sorumlulukları,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Teşkilatı Görev ve Sorumlulukları
Yönetmeliği ile Sağlık Müdürlüğünün Görev ve Sorumlulukları Yönergesinde
düzenlenmiştir. Buna göre, sağlık müdürüne Merhum Cumhurbaşkanına doğrudan
sağlık hizmeti sunma mükellefiyetinin yüklenmediği, doktorun ise, görevlendirme
yapılmadıkça/emir verilmedikçe bizzat Sayın Cumhurbaşkanına yönelik sağlık
hizmeti sunma mükellefiyetinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca yapılan çalışma
esnasında, Cumhurbaşkanının görev süresi içerisinde rahatsızlanması halinde
yapılacak iş ve işlemlere yönelik herhangi bir mevzuata ya da iç düzenlemeye
rastlanılmamıştır.
Cumhurbaşkanlığı Köşk'ünde 1993 yılı itibariyle tüm personele ve bakmakla
yükümlü olduğu aile fertlerine sunulan sağlık hizmetlerinin, bir hekim, bir diş
hekimi, bir diş teknisyeni, bir hemşire ve bir memur-daktilograf tarafından
yürütüldüğü, mevcut hekimin ise yarım gün esası ile çalıştığı anlaşılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı teşkilat düzenlemelerinde yer alan "Cumhurbaşkanlığı özel
tabipliği" kadrosunun oluşturulmadığı ve Sağlık Müdürlüğü kadrosuna da
28.09.1992 tarihinden itibaren atama veya görevlendirme yapılmadığı görülmüştür.
Merhum Cumhurbaşkanının bizatihi bulunduğu makamın gereği ve sağlık öyküsü
dikkate alındığında, özel tabiplik kurumunun ihdas edilmesinin zorunluluk arz
ettiği değerlendirilmektedir. Ancak, teşkilat düzenlemelerinde yer almasına
rağmen Cumhurbaşkanlığı Özel Tabipliği kadrosuna işlerlik kazandırılmadığı gibi
Cumhurbaşkanlığı örgütü resmi doktoru olan Prof. Dr Hilmi Özkutlu'ya da bu yönde
bir görev tevdi edilmemiştir.
Kamuoyunda Merhum Cumhurbaşkanının resmi doktoru olarak bilinen, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp-Damar ve İç Hastalıkları öğretim üyesi Prof. Dr.
Hilmi Özkutlu ile 7. Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren döneminde 09.05.1983
tarihinde Hacettepe Üniversitesindeki asli görevi devam etmek kaydıyla yarım gün
çalışma esasına dayalı hizmet sözleşmesi yapılmıştır.
Bu sözleşmede, Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'nun görevleri arasında Sayın
Cumhurbaşkanının kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerine sağlık
hizmeti sunmak olduğu halde, daha sonraki yıllarda yapılan sözleşmelerde bu
yükümlülüğe yer verilmeyerek görev tanımlamasının kısmen daraltıldığı, Sayın
Cumhurbaşkanının kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerine yönelik
sağlık hizmetleri ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği gibi Prof. Dr.
Hilmi Özkutlu'nun görev tanımının dahi yapılmadığı, ayrıca mesai saatlerinin de
gösterilmediği,
Merhum Turgut ÖZAL'dan önceki Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren zamanında Prof.
Dr. Hilmi Özkutlu ile yapılan ve o tarihten ayrıldığı zamana kadar devam eden
hizmet sözleşmeleri ve çıkarılan kararnamelere göre çalışma saatlerinin hafta
sonunu kapsamadığı anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar çerçevesinde, 17 Nisan 1993 tarihinin Cumartesi günü olması
nedeniyle Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'nun özel bir işi için Köşk dışına çıkmasının,
yapılan hizmet sözleşmesi ve anılan kararname hükümlerine aykırı olmadığı tespit
edilmiştir.
Öte yandan, kamuoyunda Merhum Cumhurbaşkanının özel doktoru olarak bilinen,
kendisini de bu şekilde tanımlayan ve 17 Nisan 1993 tarihinde Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde düzenlenen tıbbi tutanağı da bu unvanla imzalayan Dr.
Cengiz Aslan'ın özel tabip olarak resmi bir şekilde görevlendirilmediği
anlaşılmıştır. Merhum Cumhurbaşkanına verdiği sağlık hizmeti dikkate alındığında
özel tabiplik fonksiyonunu karşılayan bir görev ifa etmediği de görülmüştür.
Zira İstanbul ilinde ikamet eden ve özel bir hastanede beyin cerrahı olarak
görev yapan Dr. Cengiz Aslan'ın; Merhum Cumhurbaşkanının yurtdışı seyahatlerinin
tamamına yakınına katılmakla birlikte, genellikle yurtiçi seyahatlerine
katılmadığı, Türkiye'de bulunduğu dönemlerde 7/24 esasına göre aktif bir sağlık
hizmeti vermediği, ara sıra İstanbul'dan gelmek suretiyle bir nevi sağlık
danışmanlığı yaptığı, Merhum Cumhurbaşkanı ile uzun süreye dayanan
tanışıklığının tesis ettiği karşılıklı güven ilişkisi ve aile dostluğu
nedeniyle, Merhum Cumhurbaşkanının sağlığı ile ilgili kararların
alınması/uygulanması konusunda etkin bir konumda bulunduğu, gerek kendi gerekse
bilgisine başvurulan diğer kişilerin beyanlarından anlaşılmıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının sağlığından özel olarak sorumlu bir kişinin olmadığı,
yakınında 7 gün 24 saat sağlık hizmeti veren personelin bulunmadığı, sağlık
personelinin hafta sonu çalışma mecburiyetinin olmadığı tespit edilmiştir.
Ancak, bu durumun sadece Merhum Cumhurbaşkanının görev yaptığı döneme ve vefat
ettiği güne münhasır olmadığı, önceki Cumhurbaşkanı döneminde de Köşk'te böyle
bir sağlık sisteminin (7/24) bulunmadığı anlaşılmıştır. Buna göre, Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği hafta sonunda (Cumartesi günü) sağlık personelinin
çalışma esaslarının diğer hafta sonlarına göre bir farklılık taşımadığı, sağlık
personeline çalışma mecburiyeti bulunmadığından o gün için izin verilmesinin söz
konusu olmadığı değerlendirilmiştir.
Bütün bu hususlar göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
tarafından, Köşk'te yeterli bir sağlık sisteminin oluşturulmadığı gibi Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlanması halinde kimlere haber verileceği, hangi sağlık
kuruluşuna gidileceği, hangi güzergâhın takip edileceği, ilk tıbbi müdahalenin
nerede, nasıl ve kimler tarafından yapılacağı, sağlık kuruluşuna intikalin ne
şekilde sağlanacağı gibi hususlarda yeterli, öngörülü ve alternatifli her hangi
bir süreç planlamasının yapılmadığı da görülmüştür.
Yukarıda ifade edilen tespitler çerçevesinde, gerek dönemin Genel
Sekreterliğinin gerekse o dönemde Merhum Cumhurbaşkanı'nın özel doktorluğunu
yaptığı ifade edilen kişilerin, Köşkün sağlık sisteminin oluşturulmasında ve
uygulanmasında ciddi bir şekilde hatalı/kusurlu oldukları kanaatine varılmıştır.
3 - Acil müdahalelerde kullanılmak üzere hazırlanan ve konutta bulunduğu beyan
edilen ilk yardım çantasının, Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı ilk anda
kullanılamadığı/bulunamadığı iddia edilmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı esnada ilk yardım kitinin herhangi bir
şekilde kullanılmış olduğuna ve/veya arandığına yönelik tespitte
bulunulmamıştır. Bu itibarla Köşk'te söz konusu acil yardım kitinin bulunup
bulunmadığını kesin olarak tespit etmek mümkün olamamakla birlikte, bu tespitin
pratik bir faydasının olmadığı da açıktır. Çünkü söz konusu sağlık kiti mevcut
olsa bile bunu kullanarak ilk müdahaleyi yapacak bir sağlık görevlisinin o gün o
saatlerde Konut'ta bulunmadığı, uygulana gelen sağlık sistemine göre de bulunma
ihtimalinin olmadığı tespit edilmiştir.
Sağlık öyküsü ve fiziki özellikleri bilinen ve Devletin başı konumunda olan
Cumhurbaşkanının sağlık hizmetlerinin uzman bir ekip eliyle yürütülmesi asıl
olmalıdır. Bununla beraber her türlü ihtimal düşünülerek, Merhum Cumhurbaşkanına
yakın olarak çalışan (yaverlik personeli, koruma ve kat görevlileri gibi)
kişilere acil durumlarda ilk müdahaleyi yapabilmelerini sağlamak amacıyla eğitim
verilmesinin gerekliliği kuşkusuzdur. Böyle bir eğitimin verildiğine dair her
hangi bir beyan ve bulguya rastlanılmamıştır. Aksine özel doktoru Cengiz
Aslan'ın beyanından "Merhum Cumhurbaşkanının sağlık kitinin kullanımı ile ilgili
kendisinden bilgi istediği" anlaşılmıştır. Sağlığı yakından takip edilmesi
gereken Merhum Cumhurbaşkanının sağlık kitinin kullanımını merak ederken, o
dönem Genel Sekreterlikte Cumhurbaşkanına sunulacak sağlık hizmetini belirleme
yetki ve sorumluluğu olan ilgililerin bu durumu düşünmemeleri ve gerekli
tedbirleri almamaları dikkat çekici bulunmuştur.
4 - Köşk yerleşkesi içerisinde yapımı düşünülen sağlık ünitesi ile mevcut sağlık
hizmetlerinin iyileştirilmesi yönünde alınacak tedbirlerin, dönemin Hükümeti
tarafından yeterli ödenek ayrılmaması sebebiyle gerçekleştirilemediği iddiası
zaman zaman dile getirilmiştir.
Yapılan incelemede, 49. Cumhuriyet Hükümeti ile Merhum Cumhurbaşkanı arasında
kamuoyuna da yansıyan bir "uyumsuzluğun" olduğu, bu hususun bütçe görüşmeleri
sırasında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu ve Genel Kurulunda yapılan açıklamalardan
ve kamuoyuna yansıyan bilgilerden de anlaşıldığı, ancak Cumhurbaşkanlığınca
teklif edilen bütçe ödeneklerinden TBMM'deki görüşmeler sırasında komuoyunda
iddiada edildiği önemde bir tenkisin olmadığı,1992 yılında TBMM'ndeki görüşmeler
sırasında tenkis edilen ödenek içerisinde tam donanımlı bir ambulans alımına
ilişkin talebin bulunmadığı, tenkisin daha ziyade
diğer araç alımlarına ilişkin olduğu görülmüştür.
5- Merhum Cumhurbaşkanının, 1993 yılı başından vefat güne kadar gerek yurtiçi
gerekse yurtdışı çalışma programlarının planlandığı şekilde aksatılmadan
yürütüldüğü, ancak sözkonusu programların mevcut sağlık problemleri dikkate
alınmaksızın yoğun bir şekilde hazırlandığı ve belirgin bir sağlık sorunu
görülmemekle birlikte yorgunluk ve fazla kilo gibi belirtilerin ortaya çıktığı
anlaşılmıştır.
6 - Merhum Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde rahatsızlanmasının sebebi
olarak, "spor yaptığı sırada/sabah jimnastiği sırasında rahatsızlandığı",
"yatakta rahatsızlandığı", "yataktan kalkarken rahatsızlandığı", "yürürken
rahatsızlanarak aniden düştüğü" şeklinde kamuoyunda farklı açıklamaların ve
bunun üzerine inşa edilen çeşitli ölüm sebeplerine ilişkin iddiaların/yorumların
yer aldığı görülmüştür.
Merhum Cumhurbaşkanının spor yaparken rahatsızlandığı yönünde vefatını izleyen
günlerde aileye atfen medyada haber ve yorumların yer alması, Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün internet sitesinde sabah jimnastiğini yaparken
rahatsızlandığı bilgisinin bulunması, vefat ettiği gün kamuoyuna yapılan
açıklamalarda spor yaparken rahatsızlandığının belirtilmesi, daha sonra yazılı
ve görsel medyada bu yönde beyan ve açıklamaların bulunması, bu beyan ve
açıklamaların aile veya yakınları tarafından düzeltildiği yönünde herhangi bir
bilgi ve belgeye ulaşılamaması, Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü G. Kaya
Toperi'nin 17 Nisan 1993 tarihinde TRT televizyonunda yayımlanan açıklamasında,
Merhum Cumhurbaşkanının sabah yatakta rahatsızlandığının belirtilmesi,
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden 17 Nisan 1993 saat 13.28'de dağıtımı yapılan
Anadolu Ajansı kaynaklı haberde G. Kaya Toperi'ye atfen Merhum Cumhurbaşkanının
sabah yataktan kalkarken rahatsızlandığının ifade edilmesi, 2000'li yılların
başından itibaren özellikle son yıllarda Sayın Semra Özal tarafından "ısrarlı"
bir şekilde vefat ettiği gün spor yapmadığı, yürürken aniden düştüğü yönünde
açıklamaların yapılması, Merhum Cumhurbaşkanının o sabah nasıl
rahatsızlandığının tespiti hususunda ciddi tereddütlerin oluşmasına neden
olmuştur. Bütün bu anlatımlardan, 17 Nisan 1993 tarihinde Merhum Turgut ÖZAL'ın
spor yapıp yapmadığı ile neden ve nasıl rahatsızlandığı kesin olarak ortaya
konulamamaktadır.
Merhum Cumhurbaşkanının nasıl rahatsızlandığı hususunun bilinmesi, raporun
ilgili bölümlerinde daha ayrıntılı olarak irdelendiği üzere, gerek o gün
yaşananların anlamlandırılmasında, gerekse ölüm sebebinin belirlenmesinde önem
arz etmektedir. Çünkü Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde tanzim edilen tıbbi
tutanak ve ölüm raporunda imzaları bulunan doktorların tamamının ortak beyanı,
Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin "koroner arter ve kardiyak arrest" olarak
belirlenmesinde diğer etkenlerin yanında kendilerine Merhumun spor yaparken
rahatsızlandığı bilgisinin verilmesinin etkili olduğu şeklindedir. Bu
nedenle o gün sabah konutta yaşananların doğru olarak ortaya konulması; Merhumun
ölüm sebebinin değerlendirilmesi, buna bağlı olarak ölüm günü itibariyle, otopsi
yapılmamasına ilişkin uygulamanın yerindeliğinin/doğruluğunun belirlenmesi
açısından da ehemmiyet taşımaktadır.
Öte yandan, alınan beyanlardan/kamuoyuna yansıyan açıklamalardan, Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği sabah konutta yaşananlar net olarak ortaya
konulamamakla birlikte, yaşanan sürece ilişkin;
- Merhum Cumhurbaşkanının sabah saatlerinde rahatsızlandığı, bu rahatsızlıktan
Sayın Semra Özal'ın ve garsonlardan Nesrin Fidan'ın (Blackwood) bilgisinin
olduğu,
- İstanbul'da olduğu anlaşılan özel doktoru Cengiz Aslan'a telefon ile
ulaşıldığı, Cumhurbaşkanlığı resmi doktoru Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'ya ulaşılmaya
çalışıldığı, GATA Komutanlığı telefon ile aranarak Köşk'e doktor istendiği,
- Köşk üst kat personeli, yakın korumalar ve nöbetçi yaverliğe haber verildiği,
bu kişiler tarafından Köşk üst kat çıkışından kayıtlarda ambulans olarak görünen
araca Merhumun taşındığı ve hastaneye hareket edildiği
kanaati edinilmiştir. Ancak, yaşanan bu sürecin hangi zaman aralığında, hangi
saatlerde ve hangi sıralama ile olduğu hususunda tespitte bulunmak mümkün
olamamıştır. Zira, alınan beyanlarda birbiriyle çelişen ifadeler ortaya
çıkmıştır.
Köşk'te 16-17 Nisan 1993 tarihlerinde yaşananlara ilişkin beyanlarda geçen
aşağıdaki hususlar;
- Sayın Semra Özal'ın, Merhum Cumhurbaşkanının 16 Nisan akşamı Köşk'te yemek
yemediğini beyan etmesine karşılık, garson Ayhan Yahyalı'nın akşam yemeğinin
menüsünü verecek şekilde yemek yediğini belirtmesi,
- Sayın Semra Özal'ın Merhumla birlikte saat 24.00 sıralarında istirahata
çekildiklerini söylediği halde garson Mustafa Arslan'ın saat 03.30-04.00
sıralarında Merhum Cumhurbaşkanının halen bilgisayarında çalıştığını beyan
etmesi,
- Prof. Dr. Hilmi Özkutlu ve eşi Prof. Dr. Süheyla Özkutlu'nun Sayın Semra
Özal'ın 16 Nisan 1993 Cuma gecesi saat 23.30-24.00 sıralarında tansiyon
yükselmesi şikayetiyle rahatsızlandığını ve müdahale ettiklerini belirtmelerine
rağmen, Semra Özal'ın böyle bir olayı hatırlamadığını hatta Prof. Dr. Süheyla
Özkutlu'yu hiç görmediğini ve tanımadığını ifade etmesi,
- GATA nöbetçi subayı Dr. Mustafa Sarsılmaz'ın, 17 Nisan 1993 tarihinde nöbeti
devraldığı saat 09.00 sıralarında GATA Komutanı Prof. Dr. Ömer Yılmaz Şarlak
veya emir subayının Merhum Cumhurbaşkanının sağlık kontrolü yaptırmak amacıyla
GATA'ya geleceğini kendisine söylemesine karşılık, Prof. Dr. Ömer Yılmaz Şarlak
ve emir subayının beyanlarında bu hususu teyit etmemesi,
- Prof. Dr. Süheyla Özkutlu'nun sabah saat 09.15'te Köşk santralinden aranarak
eşi Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'nun sorulduğunu beyan etmesi, GATA Komutanı Prof.
Dr. Ömer Yılmaz Şarlak'ın saat 10.00 civarında GATA'nın aranarak Köşke doktor
istenildiğini ifade etmesi, beyanına başvurulan yakın koruma, garson ve diğer
köşk çalışanlarının önemli bir kısmının Merhum Cumhurbaşkanının saat 10.00
sıralarında rahatsızlandığını belirtmesi, Nöbetçi Yaveri Remzi Karaca'nın Merhum
Cumhurbaşkanının saat 10.30 sıralarında rahatsızlandığı ve saat 10.50 de
hastaneye hareket ettiklerini beyan etmesi, yaverlikçe tutulan ceride de
hastaneye hareket saatinin 11.00 olarak yazılması, Merhum Cumhurbaşkanının özel
doktoru olarak bilinen Cengiz Aslan'ın kendisinin Sayın Semra Özal tarafından
aranma saatini 10.30 olarak beyan etmesi,
- Merhum Cumhurbaşkanının sabah ne şekilde rahatsızlandığına ilişkin farklı
açıklamaların (spor yaparken/spor sonrası/aniden düşme/yatakta/yataktan
kalkarken) yapılması,
- Merhum Cumhurbaşkanını ilk gören kişinin kim olduğu ile hangi halde ve nerede
gördüğüne ilişkin farklı beyanların bulunması,
- 16 Nisan akşamı ve 17 Nisan 1993 sabahı Köşk'te kimlerin bulunduğuna ilişkin
değişik beyanların olması,
- Mustafa Arslan ve Sadiye Kürsülü'nün Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı
saatte Köşk'te olmadıklarını beyan etmelerine rağmen bu kişilerin o saatte
Köşk'te olduklarını beyan eden birden fazla kişinin bulunması,
- Merhum Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde rahatsızlandığı yerin (yatak
odası/spor odası şeklinde) farklı ifade edilmesi,
- Sayın Semra Özal beyanlarında, Merhum Cumhurbaşkanının araca/ambulansa
sedyesiz koluna girilerek taşındığını ifade etmesine rağmen, alınan beyanların
önemli bir kısmında Köşk alt katta bulunan sedye ile araca/ambulansa
götürüldüğünün belirtilmesi,
- Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı ilk anda kendisine müdahale yapılıp
yapılmadığı yönünde farklı beyanların bulunması,
- Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanmasından hemen sonra bu süreci yaşayan
görgü tanıklarından bazılarının Köşk'te iken öldüğü yönünde beyanda bulunmasına
karşın, bir kısım beyan sahibinin ise henüz yaşam belirtilerinin sona ermediği
yönünde ifadelerinin olması,
- Sayın Semra Özal 17 Nisan 1993 Cumartesi günü İstanbul'a gideceklerini
belirtmesine rağmen, Merhum Cumhurbaşkanının dağıtılan günlük programında
İstanbul seyahatinin 18 Nisan 1993 Pazar günü olarak görünmesi
birlikte değerlendirildiğinde;
- 16 Nisan 1993 gecesi yaşananların,
- 17 Nisan 1993 sabahı Merhum Cumhurbaşkanının güne başlaması ile
araca/ambulansa konulması arasında yaşanan sürecin zaman aralığının,
- Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı saatin,
- Rahatsızlanma sonrası ilk kimin tarafından görüldüğünün,
- Sabah birden fazla rahatsızlık geçirip geçirmediğinin,
- Köşkte kendisine müdahale edilip edilmediğinin,
- Rahatsızlanma sebebi ve şeklinin,
- Rahatsızlandığı yer ve bulunduğu konumun,
- Kimlere ne zaman haber verildiğinin,
- Ambulansa ne şekilde götürüldüğünün,
- 17 Nisan 1993 tarihine ilişkin günlük programının kesin olarak
belirlenebilmesi mümkün olamamıştır.
Bu nedenle, 17 Nisan 1993 Cumartesi sabahı Köşkte yaşanan olaylar açık olarak
ortaya konulamamakta ve yaşanan sürecin hangi aşamaları/sırayı içerdiği tespit
edilememektedir.
7 - Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün Köşk'te tam donanımlı bir
ambulansın bulunmadığı; donanımlı ambulansın aküsü bittiği için kullanılamadığı;
hastaneye eski model bir araçla götürüldüğü; ambulans şoförünün izinli olduğu
yönünde iddialar kamuoyunda yer almıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün Hastaneye götürülmesinde kullanılan
aracın; 1970 model, 06 AS 136 plakalı, Mercedes marka, 230 tip, siyah renkli ve
kayıtlarda cinsinin resmi ambulans olarak tescil edildiği görülmüştür.
Görüleceği üzere tartışma konusu olan ambulans, ölümün gerçekleştiği tarihte 23
yaşını doldurmuş bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin talebi üzerine, ekonomik ömrünü dolduran
araç Ankara Tasfiye İşletmeleri Müdürlüğü tarafından 16.09.1999 tarihinde
yapılan açık ihale sonucunda satılmıştır. Aracın kolleksiyoner olan sahibine
ulaşılarak yerinde yapılan tespitte, araç içerisinde tıbbi donanımın
bulunmadığı, sadece basit, eğimli bir sedyenin bulunduğu, şoför mahalli ile arka
bölüm arasında açılıp kapanabilen sürgülü bir camın olduğu, arka bölümde sadece
bir kişinin oturabileceği sabit koltuğun bulunduğu, aracın koldan vitesli
mekanizmaya sahip olduğu görülmüştür.
Aracın, koldan düz vitesli olması, sürekli bir şoförün tahsis edilmemesi,
ihtiyaç duyulduğunda nöbetçi şoförlerden birinin görevlendirilmesi, çok sık
kullanılmaması, eski model olması, sevk ve idaresinde güçlük yaşandığı kanaatini
uyandırmaktadır.
Kayıtların incelenmesinden; Merhum Cumhurbaşkanının hastaneye götürülmesinde
kullanılan 06 AS 136 plakalı araç dışında başkaca bir ambulansın bulunmadığı
anlaşılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanının geçirdiği ameliyatlar ve genel sağlık
durumu göz önüne alındığında
özel donanımlı bir ambulansın Köşk'te bulunmasının gerekliliği aşikârdır.
Tıbbi Uzmanlar Heyeti raporunda söz konusu araca ilişkin; "Merhum Turgut Özal'ın
Cumhurbaşkanlığı Köşk'ünden Hacettepe Üniversitesi Hastanesine götürülmesinde
kullanılan ve kayıtlarda "ambulans" olarak geçen aracın içinde bir sedyeden
başka hiçbir ilk yardım malzemesi ve ilaç bulunmadığı, hastaya müdahale edecek
hekim veya sağlık çalışanının ayakta durabileceği kadar tavan yüksekliği
olmadığı, bu nedenle ambulans olarak nitelendirilemeyeceği, hayati tehlikesi
olmayan ve sadece yürüme problemi olan, örneğin "fizik tedavi" gereken,
hastaların taşınmasına uygun olduğu" şeklinde değerlendirme yapmıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının döneminde Köşk'te yedi gün yirmi dört saat hizmet
verecek şekilde sürekli bekleyen tam donanımlı bir ambulansın bulunmadığı
anlaşılmakla birlikte, bu durumun sadece Merhum Cumhurbaşkanının döneminde
değil, önceki Cumhurbaşkanı döneminde de aynı olduğu bilgisine ulaşılmıştır.
Buna göre, tam donanımlı bir ambulansın aküsünün bittiği iddiasının da doğru
olmadığı anlaşılmıştır.
Ayrıca, ihtiyaç halinde Garaj ve Ulaştırma Amirliğinde müsait şoförlerden her
hangi birinin ambulansı kullanmak üzere görevlendirildiği, ambulans için özel
bir şoför görevlendirilmesi şeklinde sabit bir uygulamanın bulunmadığı da
dikkate alındığında, ambulans şoförünün o gün izinli olduğu yönündeki iddia da
gerçeği yansıtmamaktadır.
Söz konusu araç kayıtlarda her ne kadar ambulans olarak görülmekle birlikte,
aracın eski model, bir adet sedyesi dışında tıbbi açıdan yeterli donanıma sahip
olmayan, acil durumlarda bir ambulanstan beklenilen fonksiyonu ifa etme
kabiliyeti bulunmayan, Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlığına yönelik bir
müdahalenin yapılmasına imkân verecek boyutta (dar ve basık) ve donanımda
olmayan, hayati tehlikesi bulunmayan ve sadece yürüme problemi olan hastaların
taşınması için kullanılabilecek bir hasta nakil aracı olduğu anlaşılmıştır.
8 - Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın'ın Bakanlığı döneminde Cumhurbaşkanının
kullanımına tahsis edildiği belirtilen tam donanımlı bir ambulansın 1991 yılında
kurulan yeni Hükümet (49. Hükümet) zamanında geri çekildiği iddia edilmiştir.
Sağlık Bakanlığı İMİD Başkanlığının 14.03.2011 tarih ve 3926 sayılı yazısında;
Bakanlık İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı bünyesinde oluşturulan komisyon
tarafından yapılan araştırma sonucunda, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel
Müdürlüğünce Cumhurbaşkanlığı Köşk'üne bir adet Fiat Ducato marka ambulansın
tahsis edildiğinin anılan Başkanlıkta çalışan personelin beyanlarında ifade
edildiği, ancak tahsis kararı, tahsis kararının kaldırılması ve ambulansın nasıl
geri alındığına dair Bakanlıklarında herhangi bir belgenin bulunmadığı,
ambulansın ne zaman ve neden geri gönderildiği konusunda bir bilgiye de
ulaşılamadığı belirtilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği İMİB'nin 10.03.2011 tarih ve 60 sayılı
yazısında; Sayın Halil ŞIVGIN'ın Sağlık Bakanlığı döneminde Merhum Sayın Turgut
ÖZAL'ın hizmetlerinde
kullanılmak üzere tam donanımlı bir ambulansın Cumhurbaşkanlığı Köşküne tahsis
edildiğine dair herhangi bir belge veya teslim tutanağının bulunmadığı şeklinde
cevap verilmiştir.
Bunun yanında, inceleme ve araştırma kapsamında bilgilerine başvurulan Köşk
personeli, Sağlık Bakanlığı tarafından Cumhurbaşkanının kullanımına tahsis
edilen tam donanımlı bir ambulansın Köşk'te bulunduğuna dair bir bilgileri
olmadığını, ayrıca Köşk içinde böyle bir ambulansı hiç görmediklerini beyan
etmişlerdir.
Sonuç olarak, iddia edildiği gibi tam donanımlı bir ambulansın Köşk'e tahsis
edilip edilmediği ve tahsis edildi ise hangi esaslarla çalıştığı, ne şekilde ve
ne zaman geri alındığı konusunda net bir bilgiye ulaşılması mümkün olamamıştır.
Öte yandan, tartışma konusu olan ambulansın doğrudan Cumhurbaşkanın zatına
yönelik hizmette kullanıldığına ilişkin herhangi bir delile ve beyana
ulaşılmamıştır. Diğer taraftan, Merhum Cumhurbaşkanının görev yaptığı dönemde de
önceki Cumhurbaşkanı döneminde olduğu üzere, Köşk çıkışında İl Sağlık
Müdürlüğüne ait bir ambulansın konvoya eşlik etmesi şeklinde uygulama yapıldığı
anlaşılmıştır. Bu itibarla, Sağlık Bakanlığınca tahsis edildiği belirtilen ancak
kayıtlarda tahsisine ilişkin herhangi bir belge bulunmayan sözkonusu ambulansın
da İl Sağlık Müdürlüğünün sevk ve idaresinde yukarıdaki şekliyle görev ifa etmiş
olabileceği değerlendirilmiştir.
9 - Köşk yerleşkesi içinde yer alan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı
bünyesinde bulunan sağlık ünitesi, personeli ve ambulansından Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı sırada gerekli tıbbi müdahalenin ve hastaneye
naklin daha hızlı bir şekilde yapılabileceği anlaşılmakla birlikte, sözkonusu
birimden yararlanılması için herhangi bir planlama yapılmamış olması,
rahatsızlığın ciddiyetinin ve aciliyetinin yeterince kavranamamış olması ve
öncelikle GATA'ya haber verilmiş olmasından dolayı bu hizmetin temin edilemediği
izlenimi edinilmiştir.
10 - Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın rahatsızlanması üzerine GATA'ya gitmek
için Köşk'ten hareket edildiği, ancak yolda Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
dönüldüğü, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine bilgi verilmediği, hastaneye
götürülmesi sürecinde yolda gecikildiği iddiaları kamuoyunda yer almıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanması üzerine;
- Köşk'ün konut kısmına gelen Başyaver ve nöbetçi yaver ile koruma polislerinin
duruma nezaret ettiği ve Köşk kayıtlarında ambulans olarak görünen araç ile
GATA'ya hareket edildiği,
- Merhum Cumhurbaşkanının bulunduğu araçta Şoför Ali Ören, aracın ön bölümünde
Başyaver Kur. Alb. Aslan Güner, arka bölümünde Ekip Amiri Başkomiser Turan İnanç
ile koruma polisi Turgay Açıkgöz'ün bulunduğu, araca koruma ekiplerinin refakat
ettiği, trafik ekibinin ise konvoya eskortluk yaptığı,
- Hastaneye seyir halindeyken Kızılay/Sıhhiye civarında Başyaver Kur. Alb. Aslan
Güner'in talimatı -yoldaki trafik yoğunluğu gerekçesiyle- doğrultusunda
Hacettepe Üniversitesi Hastanesine dönüldüğü,
- Hacettepe Üniversitesi Hastanesine "çocuk acilden" girilmesi sebebiyle hastane
içinden dolaşılarak "büyük acile" giriş yapıldığı,
- Hacettepe Üniversitesi Hastanesine Merhum Cumhurbaşkanının geliş nedeni ile
ilgili bir bilgi verilmediği için hastanede herhangi bir hazırlığın yapılmadığı,
geldiğinin öğrenilmesi anında da Cumhurbaşkanının "denetim amaçlı" veya "ziyaret
amaçlı" olarak hastaneye gelmiş olabileceği yönünde genel bir kanaatin olduğu
anlaşılmıştır.
GATA'ya giderken Hacettepe Üniversitesi Hastanesine dönülmesi;
- Tıbbi tutanakta "durumun aciliyeti",
- Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan basın bildirisinde, "durumun
vahameti",
- Nöbetçi Yaver tarafından tutulan ceridede "ulaşımın kısalığı ve Sayın
Cumhurbaşkanımızın durumu"
- Bilgisine başvurulan kişilerin bir kısmının beyanlarında "trafiğin yoğunluğu"
şeklinde gösterilmek suretiyle birden fazla etkene yer verildiği anlaşılmıştır.
Ayrıca, 17.04.1993 tarihinde Osman Yetkin'in ambulans tamiri için
görevlendirilmesinden, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine dönüş sebepleri
arasında "ambulansın arızalanmasının" da yer alabileceği kanaati edinilmiştir.
Tıbbi Uzmanlar Heyeti, "Merhum Cumhurbaşkanına, gerek Köşk'te gerekse hastaneye
götürülmesi sürecinde herhangi bir tıbbi müdahale yapıldığına ilişkin yeterli
beyanın ve tıbbi dokümanın bulunmadığı, bu kısıtlı kayıtlardan dolayı Merhum
Turgut Özal'ın ölüm zamanı ve şekli ile ilgili değerlendirme yapılamadığı,
Köşk'teki olayın olduğu andan hastaneye girişine kadar geçen süredeki saniyeler
ve dakikalar hayati önem arz ettiğinden, yolun makul sürede alındığı kabul
edilse dahi ilk yardım için gerekli sürenin aşıldığı, daha yakın bir hastanenin
tercih edilmemesinin kişinin verilecek tıbbi bakıma yanıtını etkileyecek önemli
bir dezavantaj olduğu" şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.
İnceleme neticesinde;
- Yol güzergâhının değiştirilmesinde öne sürülen, "Cumhurbaşkanının durumunun
aciliyeti-vahameti", "yoldaki trafik yoğunluğu", "en yakın hastaneye ulaşma
düşüncesi" ve "aracın arızalanması" etkenlerinden hangisinin/hangilerinin esas
belirleyici etken olduğu yönünde kesin bir kanaate ulaşılamamıştır.
- Merhum Cumhurbaşkanını hastaneye götüren aracın garajdan çıkış saatinin Garaj
Kayıt Defterinde 10.45 olarak yazılması, nöbetçi yaver tarafından düzenlenen
Nöbet Kayıt Defterinde (ceride) aracın çağrılma saatinin 10.55 olarak
belirtilmesi, bilgisine başvurulan Köşk personeli
tarafından aracın GATA'ya hareket saatinin 10.00 ilâ 11.00 aralığında farklı
saatler olarak ifade edilmesi; Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde açılan hasta
dosyasındaki belgelerde Merhumun hastaneye giriş saatinin 11.15 olarak
kaydedilmesi, nöbetçi yaver tarafından düzenlenen ceridede bu saatin 11.20
olarak yazılması, hastanede yapılan kan gazı tetkikinin çıktısında kayıtlı olan
saatin ise 10.50 olması, bilgisine başvurulan kişiler tarafından Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine varış zamanının 10.17 ilâ 11.15 arasında farklı saatler
olarak beyan edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlanması üzerine Köşk'ten GATA'ya hareket ve Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine varış saatlerinin kesin olarak tespit edilmesi mümkün
olamamıştır.
- Sayın Cumhurbaşkanının içinde bulunduğu ambulansın Köşk'ten hareket ettiği
saat ile Hacettepe Üniversitesi Hastanesine vardığı saat ve takip edilen yol
güzergâhı ile intikal sırasında yolun trafiğe açık bulundurulması yönünde alınan
tedbirler (telsiz ile yapılan bağlantı sonucu trafik eskortunun konvoya dahil
olarak yolu açması) dikkate alındığında ve konuyla ilgili beyanlar
değerlendirildiğinde, Köşk'ten çıkışla Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
varışın "makul bir sürede" sağlandığı, bu veriler ışığında Sayın
Cumhurbaşkanının şehrin içerisinde dolaştırılmadığı ve bir zaman kaybının da söz
konusu olmadığı, yol makul sürede alınsa dahi ilk yardım için gerekli sürenin
aşıldığı değerlendirilmiştir.
- Hacettepe Üniversitesi Hastanesine çocuk acilden girilmesi sebebiyle hastane
içinden dolaşılarak büyük acile gelinme sürecinin ise, çok kısa bir zaman
kaybına sebebiyet verdiği kanaati edinilmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesine getiriliş nedeni ve
sağlık durumu ile ilgili hastaneye yeterli bilginin verilmediği ve herhangi bir
hazırlığın yapılmadığı, ancak bu durumun acil serviste o gün görevli olan doktor
ve diğer sağlık personelinin müdahalesinde bir gecikmeye mahal vermediği
anlaşılmıştır.
11 - Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın hastaneye getirildiğinde ölü mü/sağ mı
olduğu yönünde tereddütlerin muhtelif zamanlarda dile getirildiği görülmektedir.
Merhum Cumhurbaşkanını Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde ilk karşılayan ve
hastanenin büyük acil servisinde kapı nöbetçisi olarak görev yapan Dr. Aysel
Paşaoğlu 27.07.2011 tarihli beyanında, "(...) Benim kanaatim hastaneye ölü
olarak geldiği ve bütün müdahalelere rağmen geri döndürülmediğiyönündeydi. Benim
gördüğümde hiçbir canlılık emaresi yoktu. Nabız ve tansiyon alınamıyordu. Göz
pupilleri dilate olmuştu. El ve ayaklarda morarma başlamıştı, idrarını da
kaçırmıştı. Benim gözlemime göre hastaneye getirildiğinde en az 20-30 dakika
önce ölmüştü, veriler bu durumu gösteriyordu. Ben gördüğümde rahmetliye ne
Köşk'te ne de ambulansta hiçbir müdahale yapılmamıştı. Ambulansta hiçbir donanım
yoktu."şeklinde gözlemini aktarmıştır.
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisinde ilk müdahaleyi yapan
kıdemli dahiliye asistanı Dr. Mustafa Kadri Altundağ tarafından iç hastalıkları
notu başlığı altında düzenlenen doktor gözlem formunda, Merhum Cumhurbaşkanının
durumu, "Saat 11.15 te HÜTF büyük acil polikliniğine gelen Cumhurbaşkanı Turgut
ÖZAL'ın ilk muayenesinde, tansiyonu alınmıyordu. Nabzı alınmıyordu. Solunumu
yoktu. Pupiller fixed dilateydi.(...)" şeklinde tanımlanmıştır.
Dr. Mustafa Kadri Altundağ 25.05.2011 tarihli beyanında ise; "(...) Ben ve diğer
doktor arkadaşlar ile yardımcı sağlık personeli Sn. Cumhurbaşkanını karşıladık.
Ambulansta yanında kimler vardı tam olarak hatırlayamıyorum. Aracın önünde şoför
ve bir kişi vardı, ancak bu kişinin kim olduğunu hatırlamıyorum. Ambulansın
sedyesini çıkartmakta bayağı zorlandık. Rahmetli sedyede yatıyordu, vücudunun
baş kısmının bulunduğu sedyenin arka kısmı 30-45 derecelik bir açıyla nispeten
dik duruyordu. Rahmetlinin başı yana doğru kaymıştı. Benim ilk gördüğümde
bilinci yoktu ve solunumu durmuştu. Ayrıca tansiyonunu ve nabzını alamadık.
Muhtemelen kalbi ve solunumu önceden durmuştu. Rahmetlinin bu haline halk
dilindeki tanımlama ile ölü diyebiliriz, ancak o anki bulgulara baktığımızda
tıbbi anlamda öldüğünü söyleyemeyiz.(...)" şeklinde tespitlerini paylaşmıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının vefatından sonra, Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde
düzenlenen Tıbbi Tutanakta; "(...) Hacettepe Üniversitesi Hastanesi acil
servisine saat 11.15. de girilmiştir. Burada yapılan tetkikte pupillerin
genişlediği, nabız ve solunumun durduğu, kan basıncının alınamadığı tespit
edilmiştir.(...)"şeklinde açıklamaya yer verilmiştir.
17 Nisan 1993 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde acil servis kapı
nöbetçisi olarak görev yapan Dr. Aysel Paşaoğlu, dâhiliye kıdemli asistanı Dr.
M. Kadri Altundağ ve acil serviste müdahaleye katılan diğer doktor ve sağlık
personelinin beyanları ile doktor gözlem formu ve tıbbi tutanakta yer alan
bilgilerden, Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın hastaneye getirildiğinde tıbbi
olarak öldüğü yönünde bir belirleme yapılamamakla birlikte; solunum
aktivitesinin ve kalp ritminin bulunmadığı, göz bebeklerinin büyümüş olduğu (fixed
dilate), nabzının atmadığı ve tansiyonunun alınmadığı hususlarının tespit
edildiği anlaşılmıştır.
Tıbbi Uzmanlar Heyeti de Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi
Hastanesi getirildiğindeki durumuna ilişkin, "Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe
Hastanesine kabulünde yapılan ilk tıbbi muayenelerde kalp aktivitesinin, spontan
solunumunun ve tansiyonun yokluğu ile pupillerin fiks ve dilate olmasının adli
tıp pratiğinde hukuken somatik ölüm olarak kabul edilebileceği" sonuç ve
kanaatine varmıştır. Halk dilinde ölüm olarak kabul edilen somatik ölüm durumu
aynı Raporda "insan vücudundaki üç ana sistemden, dolaşım ve solunum
sistemlerinin yapay destek almaksızın çalışmaması ve santral sinir sistemi
fonksiyonlarının durması" şeklinde tanımlanmıştır.
12 - Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'a Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde asistan
ağırlıklı bir kadro ile ilk müdahalenin yapıldığı, uzman hekimlerin sürece daha
sonra dâhil olduğu gibi yapılan tıbbi müdahalelere ilişkin bazı iddiaların
kamuoyuna yansıdığı görülmüştür.
17 Nisan 1993 tarihinde kıdemli dahiliye asistanı sıfatıyla Merhum
Cumhurbaşkanına ilk müdahaleyi yapan Dr. Mustafa Kadri Altundağ tarafından iç
hastalıkları notu başlığı altında düzenlenen doktor gözlem formunda, Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisinde yapılan işlemler, "Saat 11.15'te
HÜTF büyük acil polikliniğine gelen Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ilk
muayenesinde, tansiyonu alınmıyordu. Nabzı alınmıyordu. Solunumu yoktu. Pupiller
fixed dilateydi. Hasta resusitasyon odasına alındı ve derhal entübe edildi, mayi
yolu açıldı. Eksternal kardiak masaja başlandı. Monitorize edildi. Kardiak
elektrik aktivitesi yoktu. Düz çiziyordu. Adrenalin, Bikarbonat, Atropin ve
Kalsiyum yapıldı. Hasta suni teneffüs ve eksternal kardiak masaj eşliğinde
Kalp-Damar Cerrahisi yoğun bakım ünitesi'ne nakledildi. (Yoğun bakım ünitesine
alınmadan iki kez defibrille edildi.)" şeklinde belirtilmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanına ait hasta dosyası içerisinde bulunan, Kalp-Damar
Cerrahisi yoğun bakım ünitesinde Merhum Cumhurbaşkanına yapılan işlemlere ise
Dr. Erhan Atahan (Çekiç) tarafından düzenlenen doktor gözlem formunda yer
verilmiştir.
17 Nisan 1993 tarihli Tıbbi Tutanakta, Merhum Cumhurbaşkanına Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yapılan tıbbi müdahale ile ilgili işlemler; "(...)
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi acil servisine saat 11.15. de girilmiştir.
Burada yapılan tetkikte pupillerin genişlediği, nabız ve solunumun durduğu, kan
basıncının alınamadığı tespit edilmiştir. Uzman doktorlar hemen kalp masajına
tıbbi tedaviye başlamışlar, bu amaçla bacak toplardamarına katater ve akciğere
de tüp koymuşlardır. Bu girişimler devam ederken Sayın Cumhurbaşkanımız suretle
Kalp-Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesine nakledilmiş ve kalp cerrahları,
kardiyologlar, nörologlar ve anesteziyologlardan oluşan bir konsültasyon
ekibinin derhal sürekli kontrol ve tedavisine alınmıştır. Bu girişimlere
ilaveten hemen geçici kalp pili takılmış, aynı anda intraaortik balon pompasına
bağlanmıştır. Bütün bu girişimlere rağmen Sayın Cumhurbaşkanımızın durumu
ciddiyetini korumuş ve hayati fonksiyonlarında hiçbir gelişme ve geriye dönüş
gözlenmemiştir." şeklinde gösterilmiştir.
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi ve Kalp-Damar Cerrahisi Yoğun
Bakım Ünitesinde yapılan müdahaleleri içeren iç hastalıkları notu, doktor gözlem
formu ile müdahaleye katılan kişilerin beyanları dikkate alındığında; Merhum
Cumhurbaşkanına, büyük acil ile diğer ilgili servislerde o gün görevli (nöbetçi)
olan asistan doktorlar (tıp fakültesi mezunu olup sahasında uzmanlık eğitimi
alan) tarafından acil servis yeniden canlandırma odasında müdahale edildiği,
Genel Cerrahi ABD öğretim üyesi ve bir süre acil servis sorumlusu olarak görev
yapan Doç. Dr. Arif Özdemir'in de acil servisteki müdahaleye katılarak bu süreci
yönettiği, tıbbi tutanak
ile ölüm raporunda isim ve imzası bulunan öğretim üyelerinin ise olay tarihinin
hafta sonu olması nedeniyle kendilerine haber verilmesi üzerine hastaneye
gelerek yoğun bakım servisindeki müdahaleye katıldıkları anlaşılmaktadır.
Merhum Cumhurbaşkanına Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan müdahale
sürecine ilişkin Tıbbi Uzmanlar Heyetinin tespit ve değerlendirmelerine ise
aşağıda yer verilmiştir.
"Hacettepe Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisine Merhum Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın kabulünde kalbin elektriksel aktivitesinin olup olmadığına dair
görsel ve/veya yazılı belge olmayıp hastayı değerlendiren hekimin notunda
monitörde kardiyak aktivitenin olmadığı, düz çizginin görüldüğü ifade
edilmektedir. Bunun üzerine Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın resusitasyon
odasına alınarak entübe edilip eksternal kardiyak masaja başlandığı,
resusitasyon amacıyla verilen farmakolojik tedavi, suni teneffüs ve eksternal
kardiyak masaj eşliğinde kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesine
nakledildiği, bu süreçte Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın iki kez defibrile
edilmiş olduğu anlaşılmıştır.
Kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesine kabul edilen Merhum Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın mevcut tablosunda değişiklik olmaması üzerine eksternal kardiyak
masaja sürekli devam edilip adrenalin, lidokain, bikarbonat, kalsiyum, atropin
ve deksametazon (dekort) içerecek şekilde ilaçlarla resusitasyonun sürdürülmeye
çalışıldığı, ardından arteriyal ve venöz monitorizasyon ve femoral arter yoluyla
da intraaortik balon pompası konularak Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
hemodinamik olarak daha yakın takip edilmeye ve desteklenmeye çalışıldığı,
takiben sağ juguler ven yoluyla sağ ventriküler geçici pacemaker elektrodu
yerleştirilerek kardiyak pacing uygulandığı, pace spike'larının gözlenmesine
rağmen ventrikül cevabı alınamadığı, hemen dopamin infüzyonuna başlanıp iki adet
haemaccel uygulandığı, hastanın tüm bu tıbbi çabalara rağmen klinik, muayene ve
laboratuvar bulgularında anlamlı herhangi bir düzelme olmaması üzerine 14:30'da
eks olarak kabul edildiği belirtilmiştir.
Hasta dosyası incelendiğinde, ALT, AST, LDH, Na, glukoz, kreatinin, CK ve fosfor
düzeylerinin normalden daha yüksek olduğu, protein ve albümin değerlerinin aşırı
düşük olduğu, klor değerlerinin, tetkiklerden birinde normalden yüksek, diğer
iki tetkikte ise normalden düşük olduğu görülmüştür.
Dr. Erhan Çekiç tarafından düzenlenen kalp damar cerrahisi yoğun bakım
ünitesindeki tıbbi kayıtta, "... saat 12:30 dan itibaren endotrakeal tüpten kan
geliyordu. Endotrakeal tüpünden sekresyon kanlı geliyordu, devamlı aspire
ediyordu. Çekilen akciğer grafisinde herhangi bir patoloji tespit edilmedi. ...
" kaydı düşülmesine rağmen bahsi geçen akciğer grafisinin hasta dosyasında
bulunmaması sebebiyle tıbbi dokümanda geçen bilginin teyidini yapmak mümkün
olamamıştır.
Merhum Turgut Özal'la ilgili tıbbi kayıtlarda ve beyanlarda "digoksin"
kullandığına dair bir bilgi olmamasına rağmen o dönemdeki Hacettepe Üniversitesi
Hastanesi Klinik Patoloji Laboratuvarı şefi Dr. Cumhur Özkuyumcu beyanında,
kendisine digoksin düzeyi ölçülmesi için gönderilen kanın hemolizli olduğu,
sonuç alınamadığı, bununla birlikte digoksin düzeyinin çok yüksek değerlerde
olduğu için cihaz tarafından okunamadığı bilgisini aktarmış ve bu bilgiyi not
ettiğini ifade etmiştir. Ancak, hasta dosyasında bu işleme ait bir kayda
rastlanılmamıştır.
Merhum Cumhurbaşkanına Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan müdahaleye
ilişkin hasta dosyasının tetkikinde aşağıdaki tespit ve değerlendirmelere
ulaşılmıştır.
- Genel tıbbi bilgilere göre; nabzı alınamayan, solunumu olmayan, pupillerin
fiks ve dilate olan bir kişi acil servise ilk getirildiğinde, sağlık ekibi
tarafından hava yolları kontrol edilip dışarıdan verilecek havanın akciğerlere
ulaşmasını sağlayan alet (endotrakeal tüp) soluk borusuna yerleştirilir. Yine eş
zamanlı olarak kalp aktivitesinin takibi için kardiyak monitöre bağlanır. Ambu
ile hava verilirken standartlara uygun olarak kalp masajı yapılır. Solunum ve
dolaşım yardımı yapılırken damar yolu açılarak duruma uygun ilaçlar verilmeye
başlanır ve daha sonra yapılan müdahalelerin etkinliği değerlendirilir.
Beyanlardan anlaşılacağı gibi, büyük acil serviste asistan doktorların (tıpta
uzmanlık öğrencisi), 6. sınıf intörn doktorlar ile 5. sınıf stajyer doktorların
bulunduğu, merhum Cumhurbaşkanına ilk tıbbi müdahalenin değişik ana bilim
dallarından gelen asistan doktorlar ile birlikte nöbetçi asistan doktor
tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Merhuma acil serviste yapılan ilk tıbbi
müdahalelerde hangi işlemin kim ya da kimler tarafından yapıldığına dair bir
kayıt olmadığından ve bu yöndeki beyanlarda tutarsızlıklar bulunmaktadır. Ancak,
Merhum Turgut Özal'ın büyük acil servisine kabul edildiği andan yoğun bakım
ünitesine nakledildiği ana kadar kayıtlardan anlaşılacağı üzere yukarıda
belirtilen ilk yardımdaki tüm işlemlerin yerine getirildiği görülmektedir.
- Hacettepe Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde ise, 1993
yılında bu tür olgulara arteriyel ve venöz monitorizasyon, intraaortik balon
pompası, pacemaker elektrodu yerleştirilmesi ve transfemoral kardiyopulmoner by-pass
gibi ileri düzey resüsitasyon işlemlerinin uygulanabildiğinin bilindiği, ancak
arteriyel ve venöz monitorizasyon, intraaortik balon pompası ve pacemaker
elektrodu yerleştirilmesi işlemlerinin yapılmış olmasına rağmen transfemoral
kardiyo-pulmoner by-pass gibi uygulamaların niçin yapılmadığına yönelik tıbbi
kayıtlarda ve beyanlarda açıklama bulunamamıştır.
- Genel tıbbi uygulamalara bakıldığında resüsitasyonun ilk aşamasında sık
aralıklar (yaklaşık 5 dakikada bir) ile kan gazı ölçümü yapılması gerektiği,
daha sonra kan gazı ölçüm aralıklarının hastanın genel durumu ve kan gazı
sonuçlarına göre tekrarlanması gerektiği bilinmektedir. Merhum Turgut Özal'ın
hasta dosyasının tetkikinde toplam 4 adet kan gazı ölçümü
yapıldığı, aralıklarının ise sırasıyla 39-22-48 dakika olduğu, yapılmış olan 4
adet kan gazı sonuçlarında iyiye gidiş görülmediğinin aşikar olduğu
anlaşılmıştır. Kan gazlarındaki oksijen değerlerinin anormal olduğu göz önüne
alındığında söz konusu kan gazı tetkikinin daha sık aralıklar ile bakılmasının
gerektiği, kan gazının neden az sayıda çalışıldığı ile ilgili tıbbi belgelerde
bilgi olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca, biyokimyasal tetkiklerin sayıca az
yapıldığı kanaati edinilmiş, bazı tetkiklerin (tam kan sayımı, kanama/pıhtılaşma
parametreleri gibi) ise, hiç yapılmamış olduğu belirlenmiştir.
- Kayıtlardaki bilgilere göre, resüsitasyon sırasında verilen sodyum bikarbonat
miktarının (toplam 2550 mL) çok yüksek olduğu, bu değerin sağlıklı insan için
bile gerek sıvı gerekse sodyum yükü açısından hayati sonuçlar doğuracağının
bilinmesi gerektiği, nitekim saat 12:39 da çıkan kan gazı sonuç belgesinde elle
yazılı olan sodyum değerinin 182 mmol/L ölçülmesi, daha sonraki ölçümde "out of
inst. range (high)" sonucunun çıkmış olması söz konusu hayati tehlike ihtimalini
teyit ettiği, bu konuyu açıklayacak hastane dosyası içerisinde hekimlere ait bir
değerlendirmenin bulunmadığı anlaşılmıştır.
- ALT ve AST, sodyum ve diğer elektrolit düzeylerinde normalden daha yüksek
değerler saptandığı görülmüştür. Bu değerlerin bir kısmının kardiyo pulmoner
resüsitasyona (kalp akciğer canlandırması, CPR) bağlı olabileceği düşünülmekle
birlikte protein ve albümindeki aşırı düşük değerlerin (albumin değerinin 1.2 g/dL,
normali 3.2-4.5 g/dL, total proteinin ise 2.3 g/dL, normali 6.0-7.8 g/dL
olduğu), Merhum Cumhurbaşkanının bilinen hastalıkları ve mevcut klinik durumu
dikkate alındığında akut bir kardiyak olayla açıklanamayacağı düşünülmektedir.
Ancak, bu konuda herhangi bir incelemenin yapıldığına dair hasta dosyasında da
bir kayda rastlanılmamıştır.
- Hasta dosyasındaki kayıtlara göre, fosforun 12.8 mg/dL (normali 2.3-4.7 mg/dL)
olarak ölçüldüğü görülmüştür. CPR'ın fosforu yükselttiği bilinmekle birlikte üç
kat yükselttiği ile ilgili literatürde bir bilgi bulunamamıştır. Bazı farmasötik
ve toksikolojik maddelerin fosfor değerlerini bir miktar yükselttiği
bilinmektedir. Bu nedenle bu kadar yüksek fosfor değerinin açıklanmaya
ihtiyacıvardır. Ancak, bu konuda herhangi bir incelemenin yapıldığına dair hasta
dosyasında bir kayıt görülememiştir.
- Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde alınan kan örneğinde kan üre azotu normal
iken, kreatinin düzeyi 2.1 mg /dL olarak tespit edilmiştir. Merhum Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın Düzen Laboratuvarı tarafından 1987-1993 yılları arasında yapılan
tetkiklerine bakıldığında, kan üre azotu ve kreatinin düzeylerinin normal
aralıklarda seyretmiş olduğu anlaşılmaktadır. Kan üre azot değeri normal olduğu
halde izole kreatinin yüksekliği yapan durumlara bakıldığında bunların kas
yıkımı, simetidin, trimetoprim, sefalosporin gibi ilaçların kullanımı, kanda
keton, metanol ve isopropil alkolün olabileceği literatürden anlaşılmaktadır.
Ancak, Merhum Cumhurbaşkanının tıbbi kayıtlarında bunlarla ilişkili bir durum
saptanmamıştır. Resüsitasyon sırasında meydana gelen kas
yıkımının az olduğu bilinmektedir. Merhum Cumhurbaşkanının tetkik sonuçlarındaki
CK değerinin CPR uygulamasına bağlı "Ezilme Sendromu" olasılığı ile hafif
yükselmesinin (1642 U/L) kreatinindeki bu yüksekliği açıklamayacağı; netice
olarak, kan üre azotu normal iken kreatinin düzeyinin yüksek bulunmasının
açıklanması gereken bir durum olduğu değerlendirilmiştir. Ancak, hastane
dosyasında veya hekimlerin beyanlarında açıklayıcı bir yorumun yapılmamış olduğu
tespit edilmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Hastanesine kabulünde yapılan ilk tıbbi
muayenelerde kalp aktivitesinin, spontan solunumunun ve tansiyonun olmadığı,
pupillerin fiks ve dilate olduğu tespit edilmiş olması adli tıp açısından
somatik ölüm (insan vücudundaki üç ana sistemden, dolaşım ve solunum
sistemlerinin yapay destek almaksızın çalışmaması ve santral sinir sistemi
fonksiyonlarının durması somatik ölüm olarak tanımlanmaktadır) olarak bilinen
duruma uygun olduğu kanaatini oluşturmaktadır. Ölüm anı Merhumun ilk düştüğü an
olarak kabul edilir ise aradan bu kadar uzun süre geçtikten sonra kişinin hayata
dönmesinin mümkün olmadığı tıbben kabul edilen bir gerçektir."
13 - Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi yapılması hususunun Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde değerlendirildiği, aileye (Sayın Semra Özal) konunun
sorulduğu, ancak otopsi yapılmasının aile tarafından kabul edilmediği ifade
edilmektedir. Sayın Semra Özal ise, otopsi konusunun kendilerine sorulmadığını,
esasen sorulmasının da gerekmediğini, kendilerine önerilen konunun tahnit
olduğunu, bu işleminin de Merhumun naaşının defin merasimine kadar korunduğu
GATA'da yerine getirildiğini belirtmektedir.
Yapılan araştırma ve inceleme neticesinde, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı
üzerinde otopsi yapılması konusunun gündeme gelip gelmediği hususunda aşağıdaki
tespitlere ulaşılmıştır.
- Sayın Semra Özal'ın, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi işleminin
yapılıp yapılmaması konusunda Dr. Cengiz Aslan dahil hiç kimsenin kendisine bir
şey sormadığını, bu nedenle otopsiye izin vermediği yönündeki iddiaların doğru
olmadığını, eğer sorulsaydı otopsinin yapılmasını isteyeceğini, kendisine
sorulan hususun tahnit ve mumyalama olduğunu, bu meyanda sadece mumyalamaya rıza
göstermediğini ifade etmiştir.
- Ölüm raporunda isim ve imzası bulunan Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Ahmet Yüksel Bozer, Turgut ÖZAL'ın vefatında ne bir ihbar, ne bir klinik şüphe
ne de otopsi yapılmasını düşündürecek başka bir durumun olmadığını, kısaca
otopsi yapılmasını gerektirecek bir şüphenin bulunmadığını; yine ölüm raporunda
onayı bulunan Hastaneler Başhekimi Prof. Dr. Celal Çelik Taşar, ölümün şüpheli
olarak görülmediğini beyan etmişlerdir.
- Ölüm raporunda isim ve imzaları bulunan Prof. Dr. İlhan Paşaoğlu, Prof. Dr.
Mehmet Kemal Erdem, Prof. Dr. Ali OTO ve Prof. Dr. Kubilay Varlı'nın ise,
kendilerinin bulunduğu
ortamda otopsi konusunun konuşulmadığını ve gündeme gelmediğini ifade
etmişlerdir.
- Otopsinin sorulmadığı, gündeme gelmediği ve değerlendirilmediği yönündeki
beyanlara karşılık;
Dr. Cengiz Aslan'ın 'Sayın Semra Özal'a doktor arkadaşlar beni aracı olarak
gönderdiler otopsi yapalım mı dedim. Fevkalade üzgündü. "Ben orasını burasını
kestirmem, Öldü işte görmüyor musun, geri mi getireceksiniz? dedi",
Av. Bilgin Yazıcıoğlu'nun, "resmi ölümü açıklandıktan sonra tedavi sürecine
katılan doktorların talebiyle Sayın Semra Özal'a Cumhurbaşkanımızın vücudunda
otopsi yapılması konusunu açtığımda "ben eşimi parçalatmam" diyerek otopsi
yapılmasını istemediğini açıkça ifade etti.",
Musa Öztürk'ün "Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde ölüm sonrası
Cumhurbaşkanımızın naaşı üzerinde otopsi yapılması yönünde Rektör Yüksel Bozer,
Doktor Cengiz Aslan ve müdahalede bulunan üst düzey doktorlar kendi aralarında
konuştuktan sonra Semra Hanıma otopsi yapılması yönünde öneri götürmelerine
rağmen, Semra Hanım otopsi yapılmasını kabul etmedi.",
Arif Yüksel'in, "Ölüm günü saat 22.00 sıralarında cenazesi GATA'yagötürülmüştü.
Burada yıkanması sırasında Kardeşi Korkut Özal, oğlu Ahmet Özal, GATA komutanı
Ömer Şarlak ve Bedrettin Dalan vardı. Başka kişilerde olduğunu hatırlıyorum.
Ancak isimlerini şuan tam bilemiyorum. Ben burada Hâkim olduğumu, Adalet
Bakanlığı Müsteşarlığı yaptığımı belirterek bu ölümün şüpheli olduğunu ve otopsi
yapılması gerektiğini sesli olarak ifade ettim. Ama orada bulunanlar bu talebimi
"aile istemiyor" diye olumsuz karşıladılar. Ben de "bu durum yarın tartışmalı
olabilir, dikkat etmek lazım" diye söyledim.",
yönündeki beyanların otopsi konusunun gündeme gelip değerlendirildiği ve bu
meyanda konunun aileye (Sayın Semra Özal) iletildiği hususunda kanaat
oluşturmuştur. Hüsnü Doğan, Prof. Dr. Hilmi Özkutlu, Halil Şıvgın ve Saffet
Arıkan Bedük'ün otopsi konusunun Sayın Semra Özal'a sorulduğu yönündeki
beyanları da bu kanaati güçlendirmiştir.
- GATA Komutanlığı tarafından Kurulumuza gönderilen yazı içeriğinden de
anlaşılacağı üzere, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde ölü muayene ve otopsi
işleminin yapılmadığı, sadece defin merasimine kadar naaşın korunması için kısmi
tahnit işleminin uygulandığı, ancak yapılan bu işleme yönelik bir tutanağın da
tanzim edilmediği anlaşılmıştır. Görevi başında vefat eden Birinci
Cumhurbaşkanımız Merhum Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ve görevi başında rahatsızlanıp
bilahare vefat eden Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in ölümünü müteakip
yapılan tahnit işleminde hangi maddelerin kullanıldığı ve tahnitin kimler
tarafından yapıldığına dair tutanak düzenlendiği görülmüştür.
Bu açıklamalar neticesinde; otopsi konusunun hiç gündeme gelmediği yönündeki
beyanların, otopsi konusunun gündeme gelip değerlendirildiği yönündeki
beyanlarla
örtüşmediği; gerek Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde gerekse GATA'da Merhum
Turgut ÖZAL'ın naaşı üzerinde otopsi yapılması konusunun bir şekilde gündeme
geldiği, ancak ailesinin (Sayın Semra Özal) istememesi gerekçe gösterilerek
otopsi işleminin yapılmadığı kanaatine varılmıştır.
14 - Merhum Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde vefatından sonra Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde özel doktoru Cengiz Aslan tarafından hatıra ve/veya
zehirlenme iddialarının bertaraf edilmesi amacıyla saçından bir miktar kesilerek
Sayın Semra Özal'a verildiği ifade edilmiştir.
İşbu raporun ilgili bölümünde yer verilen beyanlardan, Merhum Cumhurbaşkanının
saçından bir tutamın kesilerek alındığı anlaşılmaktadır. Alınan saç telini,
Sayın Semra Özal "hatıra olarak sakladığını" belirtmekle birlikte, Dr. Cengiz
Aslan, 'Saç tellerini alırken ilerde zehirlenme iddialarının ihtimalini
düşündüm. Prof. Yahya Laleliye ölümün sebebini biliyorsak ta ileride Fatih
Sultan Mehmet'i de misal göstererek kanında toksikoloji ile ilgili bir araştırma
yapılıp yapılamayacağını sordum. O zamanki teknolojisiyle bir netice çıkaramayız
dedi.' şeklinde beyanda bulunmuştur. Ancak, alınmış olan bu saç telinin hatıra
amacıyla mı yoksa zehirlenme şüphesini izale etmek amacıyla mı alındığı
hususunda kesin bir kanaat oluşturabilmek mümkün olamamaktadır.
Merhum Cumhurbaşkanının alınan saç telleri üzerinde bu güne kadar herhangi bir
inceleme yapılmadığı Sayın Semra Özal ve T. Ahmet Özal'ın beyanlarından
anlaşılmıştır. Diğer taraftan, Sayın Semra Özal beyanında, 'konunun
aydınlanmasına bir katkı sağlayacaksa bu saç tellerini yetkili makamlara
verebileceğini' ifade etmektedir.
Bu konudaki nihai değerlendirme soruşturma ve kovuşturma makamlarına ait olmak
üzere, Dr. Cengiz Aslan tarafından şüphe/hatıra gerekçesiyle alınan saç
tellerinin, alınış tarzı ve sebebi, bugüne kadar nasıl ve nerede muhafaza
edildiği gibi hususlar yeterince açık olmamakla birlikte, günümüzdeki teknolojik
imkânlar nazara alındığında, Merhum Cumhurbaşkanının alınan saç tellerinin
üzerinde inceleme yapılmasının, şüpheli ölüm iddialarının aydınlatılmasına katkı
sağlayabileceği değerlendirilmiştir.
15 - Merhum Turgut ÖZAL'ın oğlu T. Ahmet Özal, 1998 yılında babasının ölümü ile
ilgili katıldığı bir televizyon programı sonrasında, kendisini Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesinde Laboratuvar Şefi olarak tanıtan ve doçent olduğunu
ifade eden bir kişinin kendisini telefonla arayarak, rahmetli babasının
hastaneye getirildiği sırada alınan kan örneğinin halen Hastanede bulunduğunu ve
müracaat etmeleri halinde bu kanı verebileceklerini söylediğini, bunun üzerine
annesi ile görüşüp gerekli müracaatı yapmaya hazırlandığı sırada, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Laboratuvarında çalıştığını beyan eden başka bir
erkek şahıs tarafından arandığını ve bu şahsın kanın içinde bulunduğu tüpün yere
düşerek kırıldığını söylediğini, yazılı ve görsel
medyada değişik zamanlarda gündeme getirmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde
alınan kan örneğinin Hacettepe Üniversitesi Erişkin Hastanesi Klinik Patoloji
Laboratuvar Şefi Doç. Dr. Cumhur Özkuyumcu ve Laboratuvar teknisyeni Hatice
Güngör tarafından üzerinde çalışıldıktan sonra saklandığı ve 1996 yılında Klinik
Patoloji Laboratuvarı Biyokimya Bölüm Şefi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ünsal
tarafından laboratuvarda temizlik yapılması/elektrik kesintisi sırasında
atıldığı adı geçenlerin beyanlarından anlaşılmıştır. Yürütülen çalışma sırasında
bu konunun diğer laboratuvar çalışanları tarafından da bilinen bir durum olduğu
intibaı edinilmiştir.
Doç. Dr. Cumhur Özkuyumcu beyanında, 17 Nisan 1993 tarihinde saat 12.00
sıralarında Hacettepe Üniversitesi Hastanesine geldiğini, saat 14.00 sıralarında
çalışılmak üzere kendisine Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğinin gönderildiğini
ve birden fazla test çalıştığını, digoksin dışında çalıştığı diğer testleri
hatırlamadığını ifade etmekte; laboratuvar teknisyeni Hatice Güngör'de
beyanında, o tarihte icapçı olduğunu, Cumhur Özkuyumcu tarafından saat 12.00
sıralarında protokol hastası olduğu belirtilerek evinden çağrıldığını ve TORCH
grubu ( oxoplazma İgG, İgM-CMV İgG, İgM- Rubella İgG, İgM) olarak ifade edilen
bir kan çalışması yaptığını söylemektedir. Her iki beyan sahibi de, Merhum
Cumhurbaşkanının hasta dosyasında bulunan test sonuçları arasında o gün
kendilerinin çalıştıkları test sonuçlarının bulunmadığını ifade etmişlerdir.
Merhum Cumhurbaşkanının tıbben öldüğü yönünde genel bir kanaat oluştuktan sonra
ve ölümünün resmen açıklanmasından (saat 14.30) kısa bir süre önce yapıldığı
belirtilen (saat 14.00) tetkiklerin hangi amaçla çalışıldığı tespit edilememekle
birlikte; tedavi amaçlı olamayacağı düşünüldüğünde, ölüm sebebini araştırmak
için istenmiş/yapılmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Ancak hangi
tür tetkiklerin istendiği, çalışıldığı ve sonuçlarının ne olduğu bilinemediği
için kesin bir kanaate ulaşılamamıştır.
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğünce, 1999 yılında otomasyona geçilmiş
olduğundan daha eski tarihli bilgi ve belgelere ulaşılamadığı belirtilerek, 17
Nisan 1993 tarihi itibariyle Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Klinik Patoloji
Laboratuvarında yapılabilen tetkik ve tahlillerin listesi bildirilememiştir. Bu
nedenle Doç. Dr. Cumhur Özkuyumcu tarafından Kurulumuza sunulan ve Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi Klinik Patoloji Laboratuvarında 1993 yılında
çalışılabilecek kitlere dair listenin Tıbbi Uzmanlar Heyeti tarafından
değerlendirilmesi sonucunda; belli tetkiklerle sınırlı da olsa laboratuvarda o
tarihte ölüm sebebinin araştırılmasına yönelik çalışma yapılabileceği
anlaşılmıştır.
Saklandığı anlaşılan kan örneğinin kim tarafından ve hangi amaçla alındığı,
laboratuvara tetkik için kimin tarafından gönderildiği, hangi tür tetkiklerin
istendiği, kan örneğinin laboratuvarda ne şekilde teslim alındığı, teslim alınan
kan örneğinin hangi tetkiklerin ne amaçla,
ne zaman çalışıldığı ve ne tür sonuçlara ulaşıldığı, çıkan sonucun talep eden
birime/doktora iletilip iletilmediği, iletilmiş ise ne şekilde iletildiği, hasta
dosyasında bulunmadığı anlaşılan ve kan örneği üzerinde çalışmak üzere evinden
telefonla çağrılan laboratuvar teknisyeni Hatice Güngör'ün beyanına göre
yaklaşık sekiz sayfa olduğu belirtilen sonuçların akıbetinin ne olduğunun tespit
edilebilmesi eldeki bilgi ve belgeler ışığında mümkün olamamıştır.
Kan örneklerinin hangi hallerde ve ne şekilde saklanacağına dair bir
düzenlemenin olmadığı, bu hususun daha ziyade laboratuvar şefi ve/veya bölüm
sorumlusunun inisiyatifinde olduğu, genel uygulama olarak ihtiyaç halinde tekrar
çalışmak üzere birkaç gün ve/veya özellikli durumlarda daha uzun süre kan
örneğinin saklandığı beyanlardan anlaşılmaktadır. Merhum Cumhurbaşkanının kan
örneğini saklayan Doç. Dr. Cumhur Özkuyumcu ise beyanında, Merhum
Cumhurbaşkanının, "Devlet büyüğü olması nedeniyle yarın ihtiyaç olabilir, başka
bir şey sorulabilir diye kan örneğini" sakladığını, bu hususta kimseye bilgi
vermediğini ifade etmektedir. Bu ifadeden başka, kan örneğinin hangi amaçla
saklandığı hususunda başkaca bir bilgiye ulaşılamadığından değerlendirme
yapılamamıştır.
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ünsal beyanında, 1996 yılında laboratuvarda yapılan bir
temizlik sırasında, Merhum Turgut ÖZAL'a ait olduğu söylenen kan örneğinin de
içinde bulunduğu bazı kan örneklerinin atıldığını, bu konuyu o dönem Klinik
Patoloji Laboratuvarı Şefi Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik ile görüştüğünü,
hastane yönetimine ise bilgi vermediğini ifade etmektedir. Konuyla ilgili
bilgilerine başvurulan laboratuvar Başteknisyeni Hüseyin Atiktürk ve laboratuvar
teknisyeni Sevgi Gümüş de, Merhum Cumhurbaşkanına ait kan örneklerinin elektrik
kesintisi sonucu dipfrizlerdeki buzların erimesi nedeniyle özelliğini
kaybettiğinden atıldığını beyan etmektedir. Hangi sebeple atıldığı net olarak
ortaya konulamamakla birlikte, Merhum Cumhurbaşkanına ait saklanan kan örneğinin
atıldığı hususunun beyanlara göre sabit olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu
konunun klinik patoloji laboratuvarı çalışanlarınca da bilindiği kanaati
edinilmiştir.
Diğer yandan, Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğinin saklandığı ve daha sonra
atıldığı/kaybolduğu yönündeki iddialar 1997-1998 yıllarında kamuoyuna basın
yoluyla yansımış ve 20. Dönem Tokat Milletvekili Hanefi Çelik tarafından TBMM
Başkanlığına sunulan ve Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması talep edilen 19.12.1997 tarih ve 7/4034-10031 esas sayılı soru
önergesi ile gündeme gelmiştir.
Bunun üzerine, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğünce Hastaneler Genel
Direktörlüğünden konunun araştırılması talep edilmiştir. Hastaneler Genel
Direktörü Prof. Dr. Mustafa Artvinli tarafından bu araştırma o dönem laboratuvar
sorumluları olan Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik ve Doç. Dr. İbrahim Ünsal'a
yaptırılmış ve çalışma sonucu Hastaneler Genel Direktörlüğünce Rektörlük
Makamına gönderilmiştir.
İşbu raporun ilgili bölümlerinde mahiyetine yer verilen söz konusu çalışma
tetkik edildiğinde aşağıdaki hususların açıklanamadığı/anlamlandırılamadığı
görülmüştür.
- Söz konusu çalışmada Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğini saklayan Doç. Dr.
Cumhur Özkuyumcu ile görüşüldüğü belirtilmesine rağmen kan örneğinin
saklanmasının söylentiden ibaret olduğu, herhangi bir bilgi ve kaydın
bulunmadığından bahsedilmektedir.
- Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ünsal beyanında, 1996 yılında laboratuvarda yapılan bir
temizlik sırasında, Merhum Turgut ÖZAL'a ait olduğu söylenen kan örneğinin de
içinde bulunduğu bazı kan örneklerinin attırdığını ifade etmesine rağmen, Prof.
Dr. Gülşen Hasçelik ile birlikte imzaladıkları 13.02.1998 tarih ve D-8 sayılı
yazıda, saklanan kan örneği ile ilgili herhangi bir bilgi ve kaydın bulunmadığı
ve konunun söylentiden ibaret olduğu belirtilmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının saklanmış olan kan örneğinin, Turgut ÖZAL'a ait olduğu
kendisine personel tarafından hatırlatılmasına rağmen atılması talimatını veren
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ünsal'ın, bu kararı hastane yönetimine haber vermeksizin
tek başına aldığı anlaşılmış, beyanında ise bu kan örneğinin tıbbi açıdan olmasa
da adli açıdan bir değer olduğunu ifade etmiştir.
- Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ünsal, kan örneğinin atılması konusunda o dönem birlikte
çalıştıkları Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik ile görüştüğünü belirtmesine ve
laboratuvarda çalışanların kan örneğinin saklandığı ve atıldığı hususundan
haberdar oldukları kanaati edinilmesine rağmen, Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik
beyanında, bu hususta bilgisinin olmadığını belirtmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğini saklanması ve atılması konusunun, ilgili
personel arasında konuşulan ve basın aracılığıyla kamuoyuna yansıyan bir husus
olmasına rağmen, Üniversite yönetimince 1998 yılında yapılan araştırma sonucunda
konunun tespit edilememesi dikkat çekici bulunmuştur.
- 21. Dönem İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in şikâyetiyle başlayan Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 2006 yılında yaptığı soruşturma sırasında, Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinden istenilen diğer belgeler ile birlikte söz konusu
araştırma sonucunun da gönderildiği görülmüştür. Sözkonusu araştırma sonucunu
havi yazı, adı geçen Başsavcılık tarafından konu hakkında verilen takipsizlik
kararının gerekçeleri arasında yer almıştır.
16 - T. Ahmet Özal, yukarıda yer verildiği üzere, katıldığı bir televizyon
programı sonrası kendisini telefonla arayan ve Merhum Cumhurbaşkanına ait kan
örneğinin halen Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde muhafaza edildiğini
söylediğini, müracaat için hazırlık yaptıkları sırada bir başka kişinin arayarak
söz konusu kanın döküldüğünü söylediğini, bu durumdan şüphelenerek o tarihte
hissedarı olduğu Kanal 6 televizyonundan ismini hatırlayamadığı bir muhabiri
konuyu araştırması için Hacettepe Üniversitesi Hastanesine gönderdiğini, söz
konusu
muhabirin gizli kamera ile yaptığı çekimleri izlediğinde, laboratuvarda görevli
olduğu anlaşılan orta yaşlı bir bayanın, 'babasının kanında bir insanın kanında
bulunmaması gereken bazı maddelere rastlandığını' beyan ettiğini dile
getirmiştir.
Ayrıca, T. Ahmet Özal'ın yukarıda bahsi geçen laboratuvar görevlisi orta yaşlı
bayana ulaşılamadığı ve/veya öldürülmüş olabileceği yönünde beyanlarının da
kamuoyuna yansıdığı görülmüştür.
T. Ahmet Özal 26.10.2010 tarihli beyanında, Kanal 6 televizyonu muhabirinin
gizli kamerayla çektiği ve kendisinin izlediği kaseti bulduğunda Kurulumuza
ulaştıracağını ifade etmiştir. Ancak, iki defa yazılı olarak istenilmesine
rağmen bugüne kadar bahse konu kaset Kurula intikal ettirilmediği gibi gizli
kamerayla çekim yaptığı ifade edilen muhabirin ismi de bildirilmemiştir. Bu
nedenle gerek muhabirin bilgisine başvurulma, gerekse gizli kamerayla yapılan
çekimin mahiyeti konusunda bir inceleme ve tespit yapabilme imkânı
bulunamamıştır.
Kurulumuzca yürütülen çalışma sırasında, "orta yaşlı" olarak nitelendirilen
bayan laboratuvar görevlisinin isminin Dilber Karabulut olduğu, Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi laboratuvarında 1982-2003 yılları arasında sağlık
teknisyeni/teknikeri olarak görev yaptığı, 2003 yılında emekli olduğu tespit
edilmiş ve bilgisine başvurulmuştur.
Dilber Karabulut beyanında, T. Ahmet Özal'ın iddiasında bahsettiği gizli kamera
ile yapılan çekimi teyit etmekle birlikte, esasen Merhum Cumhurbaşkanının kan
tetkik sonuçlarıyla ilgili söylediği hususun sonuçlardaki değerlerin alt ve üst
sınırların (normal değerlerin) çok altında veya üstünde olmasına istinaden
'sonuçların allak bullak' olduğunu belirtmekten ibaret olduğunu, ancak
söylediklerinin yanlış anlaşıldığını, çarpıtıldığını, kendisinin aldığı eğitim
itibariyle söz konusu sonuçları değerlendirebilecek durumda olmadığını ifade
etmiştir. Tıbbi Uzmanlar Heyeti de Raporunda Merhum Cumhurbaşkanının kan
değerlerinde anormalliklerin (ALT, AST, LDH, Na, glukoz, kreatinin, CK ve fosfor
düzeylerinde normalden daha yüksek değerler saptandığı, protein ve albümin
değerlerinin aşırı düşük olarak tespit edildiği, klorür değerlerinin ise,
tetkiklerden birinde normalden yüksek, diğer iki tetkikte ise normalden düşük)
olduğunu ve bunun izahının gerektiğini belirtmiştir.
17 - Sayın Semra Özal 01.12.2010 tarihinde yapılan görüşmede, hatırladığı
kadarıyla 1998 yılında, halen ikamet ettiği İstanbul ili Sarıyer ilçesindeki
evine kendisinin olmadığı bir zamanda, 34 TC 245 plakalı bir araçla gelerek,
kendisini Azeri olarak tanıtan ve görgü tanıklarının beyanlarına göre şivesinden
de öyle olduğu anlaşılan bir şahsın görüşmek istediğini ve çok önemli şeyler
söyleyeceğini ifade ettiği, ikamette bulunan korumaların Sayın Semra Özal'ın
olmadığını söylemesi üzerine, bu şahsın kendisine iletilmek üzere konuttaki
görevlilere "Turgut ÖZAL'ı öldürdüler, katili Azerbaycan'da, ismi Hasan Ali oğlu
(Hasan Ali Og, glikonorinaid ilaç, ERCİYES OTEL, Beyazıt, Şehriyar Purnovruz,
517 91 85" ibarelerinin bulunduğu bir kâğıt
bıraktığını, kâğıdı bırakan kişiye ulaşmak için yakın korumasını Azeri olduğu
iddia edilen kişinin kaldığı otele gönderdiğini, ancak bu kişiye
ulaşılamadığını, konunun İstanbul Emniyet Müdürlüğüne intikal ettirilmesine
rağmen bir sonuç alınamadığını ifade etmiştir. Sayın Semra Özal yaşanılan bu
olay ve bırakılan kâğıttaki bilgiye istinaden eşi Turgut ÖZAL'ın
zehirlendiğinden şüphelendiğini iddia etmektedir.
Raporun Birinci Bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, sözkonusu kağıtta
ismi geçen Şehriyar Purnovruz'un ülkeye resmi yollarla giriş çıkış yapmadığının
belirlenmesi, kaldığı beyan edilen otelin kayıtlarına erişilememesi, geldiği
belirtilen araca ve sürücüsüne ulaşılamaması, adıgeçene ait olduğu beyan edilen
ve diğer tanıklarca Asım Enşenol'a verildiği ifade edilen pasaport fotokopisinin
İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde kime verildiğinin koruma polisi
Asım Enşenol tarafından hatırlanamaması ve bir örneğinin muhafaza edilmemiş
olması, kağıtta yazılı ilacın/maddenin varlığına ilişkin literatürde herhangi
bir bilgiye ulaşılamaması gibi nedenlerle belirtilen iddianın gerçekliği
hakkında somut olarak herhangi bir kanaat edinilememiştir.
18 - Sayın Semra Özal tarafından muhtelif yer ve zamanlarda müteaddit defalar,
Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatından bir gün önceki tarih olan 16 Nisan 1993 Cuma
günü akşam üzeri Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü G. Kaya
Toperi'nin yoğun ısrarıyla katıldığı bir sergide içtiği limonata ile
zehirlendiği hususu iddia olunmuştur.
Söz konusu serginin iddia edildiği gibi Bulgaristan Büyükelçiliğinde değil,
Üsküp Caddesi (eski çevre sokak) Kuloğlu Sokak Kasım Apt. No.5/1 Çankaya
adresinde bulunan Armoni Sanat Galerisinde gerçekleştirildiği belirlenmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının 16 Nisan 1993 tarihli programında, Armoni Sanat
Galerisinde bulunan Türk asıllı Bulgar vatandaşı Vejdi Reşidov'un heykel
sergisine katılacağının belirtilmiş olması, o gün sanat galerisinin etrafında
çevre güvenlik önlemlerinin önceden alınmış olması, Cumhurbaşkanlığı Koruma
Müdürlüğüne bağlı öncü ekip olarak tarif edilen koruma polisleri ile refakat
yaverinin sergi salonunda Cumhurbaşkanının katılımından önce inceleme yapmış
olması, sergiye davet edileceklere ilişkin listenin Cumhurbaşkanlığınca teyit
edilmesi, YÖK Başkanı dahil bazı üst düzey kamu görevlilerinin de sergiye
iştirak etmesi, daha önce açılmış bir sergi olmasına rağmen Cumhurbaşkanı
geleceği için kokteyl ve müzik dinletisi gibi hazırlıkların yapılmış olması,
Merhum Cumhurbaşkanının sergiye katılımının ani bir kararla olmadığına, bilakis
programlanmış bir ziyaret olduğuna işaret etmektedir.
Armoni Sanat Galerisi sahibi Aynur Pehlivanlı'nın Kurulumuza verdiği Merhum
Cumhurbaşkanının sergiyi ziyaretine ilişkin görüntüleri ihtiva eden video
kaydının yer aldığı CD ile TRT Genel Müdürlüğünden temin edilen ziyarete ilişkin
görüntülerin izlenmesinden ve konuya ilişkin alınan beyanlardan; Merhum
Cumhurbaşkanına ikram edilen içeceğin
limonatadan ziyade, taze sıkılmış portakal suyu olabileceği, Merhum
Cumhurbaşkanına ikram edilen portakal suyundan, sergideki bazı konukların ve
kokteylde görev yapan garsonların da içtiği anlaşılmıştır.
Bu itibarla, elde edilen bilgilerden, Merhum Cumhurbaşkanının vefatından bir gün
önce sözkonusu sergiye programına uygun olarak katıldığı ve sergide portakal
suyu içtiği anlaşılmış olmakla birlikte, sözkonusu sergiye katılanlardan dönemin
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Arif Yüksel'in konuya dair şüpheleri dışında
zehirlendiğine ilişkin somut herhangi bir bilgiye, görüntüye ve tanığa
ulaşılamamıştır.
19 - Selman Kayabaşı tarafından yayıma hazırlanan "Devlet Sırrı" isimli kitapta;
Abdurrahman Korkut Özal'ın, ağabeyinin ölümünün bir tertip olduğunu, Köşk'e
birinin sokularak ağabeyinin öldürüldüğünü, Köşk'ün içine kadar girmiş bir
organizasyon olduğunu, rahatsızlanmasından sonra ağzından köpük geldiği
hususunun kendisini ilk görenler tarafından ifade edildiğini, kalpten ölen
kişinin ağzından köpük gelmeyeceğini, kardeşinin açık bir şekilde
zehirlendiğini, emniyet ve istihbaratın içinde bilinen kişilerin bu işin içinde
olduklarını dile getirdiği yönünde ifadeler yer almıştır. Ayrıca, Korkut Özal'ın
katıldığı bir kısım televizyon programlarında da Merhum Turgut Özal'ın
zehirlendiğine ilişkin benzer iddialarda bulunduğu görülmüştür.
İddianın incelenmesi çerçevesinde kendisiyle yapılan görüşmede; "(.) Konuyla
ilgili söylemimin temeli görgü tanıklarıyla yaptığım görüşmelere dayanır.
Zehirlenmesinin temel göstergesi ağzından köpük gelmesidir. Ağzından köpük
geldiğini bana Koruma Müdürü Musa Öztürk Köşk'te taziyeleri kabul ettiğimiz
sırada söyledi. (.)
Köşk'e adam sokularak rahmetlinin zehirlendiği şeklinde benim bir beyanım
yoktur. Aynı şekilde bu hadisede Emniyet ve MİT'in bilgisi olduğuna yönelik bir
beyanım da olmamıştır.(...)" şeklinde beyanda bulunmuştur.
Yapılan incelemede, sözkonusu iddiada belirtilen ağızdan köpük gelmesi hadisesi,
Merhumun rahatsızlanması anında yanında bulunan bazı tanık ifadelerince
doğrulanmış ve Tıbbı Uzmanlar Heyetince yapılan çalışmada sözkonusu beyanlar da
dikkate alınarak değerlendirme yapılmıştır.
İddianın geri kalan kısmı ise Korkut Özal tarafından sözkonusu ifadelerin
kendisine ait olmadığının beyan edilmesi ve mezkur iddiada somut herhangi bir
bilgi ve şahıs isminin geçmemesi nedeniyle iddianın gerçekliği hususu
değerlendirilememiştir.
20 - Merhum Cumhurbaşkanının vefatının üzerinden 19 yıl gibi uzun bir sürenin
geçmiş olması nedeniyle, bilgisine başvurulan kişilerin yaşadığı/şahit
olduğu/duyduğu bazı hadiseleri hatırlamakta güçlük çektiği, kendilerine ve bir
başkasına sorumluluk gelebileceği endişesinden hareketle bazı hususları
hatırla(ya)madığı ve/veya başka anlatımlar ile yazılı ve görsel medya
aracılığıyla kamuoyuna aktarılan haber ve yorumların etkisinde kaldıkları
görülmüştür. Ancak bazı beyanlarda ve/veya kayıtlarda yer alan
çelişkilerin/tutarsızlıkların ise hayatın olağan akışı içerisinde makul olarak
izahının mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu meyanda tespit edilen
çelişkiler ve tutarsızlıklara işbu Raporun "Genel Değerlendirme ve Öneriler"
bölümünde ayrıntılı olarak yer verilmiştir.
21 - Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesinin Büyük Acil
Polikliniği'nde Dr. M. Kadri Altundağ tarafından ilk muayenesinin yapıldığı, bu
muayenede hastanın tansiyon ve nabzının alınamadığı, solunumunun olmadığı,
pupillerinin fiks dilate olduğu kaydedilmiş, dosyada yer alan belgeler ve
yapılan işlemler hakkında bilgi verilmiş, ancak ölüm sebebine ilişkin herhangi
bir görüş belirtilmediği veya tespitte bulunulmadığı anlaşılmıştır. Aynı şekilde
Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde Dr. Erhan Atahan (Çekiç) tarafından
düzenlenen doktor gözlem formunda da bu süreçte yapılan müdahalelere yer
verilmekle ve tüm çabalara rağmen hayati bulgularda düzelme saptanmaması üzerine
Merhum Cumhurbaşkanının saat 14:30'da kaybedildiği not edilmekle birlikte, ölüm
sebebine ilişkin herhangi bir belirlemede bulunulmamıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanmasından ölümüne kadar geçen zaman zarfında
yaşanan sürece ilişkin düzenlenen tıbbi tutanakta da ölüm sebebine yer
verilmediği, ölüm raporunda ise, ölüm sebebinin "koroner arter hastalığı ve
kardiak arrest" olarak tespit edildiği görülmüştür. Merhum Cumhurbaşkanının ölüm
sebebinin Prof. Dr. Ahmet Yüksel Bozer tarafından imzalanan 19.04.1993 tarihli
gömme izin kâğıdında ise "kalp yetmezliği" olarak gösterildiği anlaşılmıştır.
Yürütülen inceleme sırasında, ölüm sebebinin belirlenmesinde hangi tıbbi
verilerin esas alındığına yönelik düzenlenmiş herhangi bir belge ve/veya
tutanağa ulaşılamamıştır. Ölüm raporunda imzası olan doktorlar, yukarıda yer
verilen beyanlarında; Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin "koroner arter
hastalığı ve kardiyak arrest" olarak tespit edilmesinde,
- Daha önce kalp hastalığı geçirmiş olmasının,
- Sağlığı ile ilgili geçmiş yaşam öyküsünün,
- Anlatılanlara göre sabah spor yaparken rahatsızlanmasının,
- Hiper tansiyon hastası olmasının,
- Kalbinin kasılma gücü ile ilgili rahatsızlığının bulunmasının,
- Aşırı kilosu ve yaşının
etkili olduğunu, zehirlenme dâhil ölümünde şüpheyi çağrıştıracak herhangi bir
bilginin kendilerine verilmediğini ifade etmektedirler.
Aynı zamanda, tıbbi tutanakta ve/veya ölüm raporunda isim ve imzası bulunanlar,
ölüm
raporunda yer alan ölüm sebebinin arkasında durmakla birlikte,
- Prof. Dr. İlhan Paşaoğlu 22.08.2011 tarihli beyanında; "Cumhurbaşkanımızın
ölüm nedeni koroner arter rahatsızlığına bağlı kardiak arrest olarak yazılmış
ise de, otopsi yapılmadan normalde kesin ölüm sebebi belirlenmez. Net ölüm
sebebi ancak otopsi ile belirlenebilir. Ancak Cumhurbaşkanımızın geçmiş yaşam
öyküsü ve kalp ameliyatı geçirmiş olması nedeniyle ölüm sebebi olarak koroner
arter rahatsızlığına bağlı kardiak arrest şeklinde yazıldı. Bu şekilde verilen
karar esasen afakîdir.";
- Prof. Dr. Kubilay Varlı 24.05.2011 tarihli beyanında; "Esasen otopsi ölüm
sebebini bilinmesinde önemlidir, ayrıca öğretici de olabilir. Görünürde herhangi
bir sebep olmamakla birlikte Sn. Cumhurbaşkanına otopsi yapılmalıydı diye
düşünüyorum.";
- Doç. Dr. Metin Demircin ise, 05.12.2011 tarihli beyanında; "Kesin ölüm
sebebini belirlemek için otopsi yapılması gerekir."
şeklinde beyanda bulunmak suretiyle kesin ölüm sebebinin otopsi yapılmak
suretiyle belirlenebileceğini ifade etmişlerdir.
Merhum Cumhurbaşkanının hasta dosyasının tetkikinde, Dr. M. Kadri Altundağ ile
Dr. Erhan Atahan (Çekiç) tarafından düzenlenen, doktor gözlem formunun, "hikâye,
muayene ve hastalığın gidişi" bölümünde, muayene ve hastalığın gidişi ile ilgili
bilgi ve bulgulara yer verilmekle birlikte hastanın öyküsüne dair herhangi bir
kaydın bulunmadığı görülmüştür.
Merhum Cumhurbaşkanına Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde müdahalede bulunan
doktorlar, Merhum Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde nasıl rahatsızlandığı
hususunda yakınlarından doğrudan bilgi almadıklarını, sabah spor yaparken
rahatsızlandığı bilgisinin kendilerine kimin tarafından verildiğini
bilmediklerini ifade etmektedirler.
İşbu raporun önceki bölümlerinde belirtildiği üzere, Merhum Cumhurbaşkanının
vefat ettiği gün rahatsızlandığı saatin, rahatsızlanması sonrası ilk kimin
tarafından görüldüğünün, sabah birden fazla rahatsızlık geçirip geçirmediğinin,
Köşk'te kendisine müdahale edilip edilmediğinin, rahatsızlanma sebebi ve
şeklinin, rahatsızlandığı yer ve bulunduğu konumun, ambulansa ne şekilde
götürüldüğünün, hastaneye götürülmesi esnasında tıbbi yardım alıp almadığının
kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olamamaktadır. Eğer Merhum Cumhurbaşkanının
Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde "hasta öyküsü" alınmış olsaydı, yukarıda
belirtilen hususların tespiti ile yaşanan sürece ilişkin tartışmaların önüne
geçilebilmesi ve Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin belirlenmesinde hayati
önemi haiz yeterli veriye dayanılarak sağlıklı değerlendirme yapılması, yapılan
bu değerlendirmeye göre de, Merhum Cumhurbaşkanının ölümünde şüphe olup olmadığı
ve buna bağlı olarak da ölü muayenesi ve otopsiye gereksinim duyulup
duyulmayacağı (görevi başında ölen bir Cumhurbaşkanı gerçeği dikkate alınmasa
bile) hususunda tespit yapılabileceği düşünülmektedir.
Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin ölüm raporunda ve gömme izin kâğıdında
iki farklı terimle ifade edilmiş olması ve ölüm sebebi ile ilgili
değerlendirmeler hususunda Tıbbi Uzmanlar Heyeti tarafından varılan kanaat ve
sonuç aynen aşağıya alınmıştır.
"... Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin ölüm raporunda, "Koroner Arter
Hastalığı ve Kardiyak Arrest" olarak kaydedilmiş iken, Gömme İzin kâğıdında ise
"Kalp Yetmezliği" şeklinde yer aldığı, her iki belgede niçin birbirinden farklı
klinik terimlerin kullanıldığının anlaşılamadığı, kalp yetmezliği ve kardiyak
arrestin bir çok klinik sendrom sonucunda ortaya çıkan klinik bir sonuç olup
kesin ölüm nedeni olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, her iki belgede
birbirinden farklı tanıların (tıbbi terimlerin) yazılması heyetimizde hekimlerin
Merhum Cumhurbaşkanının ölüm nedeni ile ilgili kesin bir tanıya varamadıkları
yönünde kanaat oluşturduğu,
Merhum Cumhurbaşkanının hastaneye kabul edildiği andan ölümünün ilan edildiği
ana kadar yapılan tıbbi tetkiklerde "koroner arter hastalığı ve kardiyak arrest"
ile "kalp yetmezliği"ni gösterir herhangi bir tıbbi bulguya kayıtlarda
rastlanılamadığı,
Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin "koroner arter hastalığı ve kardiyak
arrest" olarak tespit edilmesinde, daha önce kalp hastalığı geçirmiş olmasının,
sağlığı ile ilgili geçmiş yaşam öyküsünün, anlatılanlara göre sabah spor
yaparken rahatsızlanmasının, hipertansiyon hastası olmasının, kalbinin kasılma
gücü ile ilgili rahatsızlığının bulunmasının, aşırı kilosu ve yaşının etkili
olduğu ifade edilmesine rağmen bunlar ölüm sebebini belirlemede tıbbi bulgular
ile desteklenmediğinden tek başına yeterli olmayacağı, dolayısıyla tahmini ölüm
nedeninin kesin ölüm nedeni olarak yazıldığı,
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatından kısa bir süre önce 05.02.1993 tarihinde
The Methodist Hastanesinde yapılan check-up'ında elde edilen mevcut bilgi ve
belgelerden anlaşıldığı kadarıyla Merhumun sırt ve diz ağrısı olduğu, ancak
herhangi bir kardiyovasküler sistemle ilgili yakınması olmadığı, hafif bir kan
şekeri yüksekliği olduğu, ekokardiyografide hafif sol ventrikül hipertrofisi ve
hafif sol atriyum dilatasyonu, Talyum sintigrafisinde hafif düzeyde iskemi
dışında fizik muayenede ve laboratuar bulguları içerisinde ciddi ve anlamlı bir
patolojik bulgu tespit edilmediği, ayrıca sintigrafi tetkiki sırasında yapılan
egzersiz stres testinde normal kan basıncı cevabı ile göğüs ağrısı olmaksızın
6,5 dakika koştuğu ve testin yorgunluk nedeniyle sonlandırıldığı, Merhumun
kilolu oluşu, hafif kan şekeri yüksekliği ve hafif HDL düşüklüğü dışında
kardiyovasküler risk faktörüne sahip olmadığı, kan basıncının normal seyrettiği
ve belirgin hiçbir yakınması olmadığı göz önüne alındığında bu denli düşük risk
profili ile ani kalp ölümü olasılığı tamamen dışlanamamakla birlikte uzak bir
ihtimal olarak görüldüğü,
Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde gerek büyük acil
servisinde gerekse kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesinde hekimin
yükümlülüklerinden olan öyküsünün (yakınlarından) alındığına dair bir kaydın
bulunmadığı, "hasta öyküsü" alınmış olsaydı,
Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin belirlenmesinde daha sağlıklı veriye
dayanılarak değerlendirme yapılmasının mümkün olabileceği,
Merhum Cumhurbaşkanı için risk öngörme yöntemlerinden biriyle yapılan risk
değerlendirmesine göre 5 yıllık sağkalım oranının yaklaşık % 80'e karşılık
geldiği, başka bir yöntemle hesaplanan kardiyak kökenli ölüm riskinin baypas
ameliyatı sonrası 6 yıl geçmiş olması nedeniyle oldukça düşük tahmin
edilebileceği, buna ilaveten egzersiz testinden hesaplanan Duke yürüme bandı
puanına göre 6.5 puana sahip olduğu, dolayısıyla da düşük risk grubuna
girdiğinin görüleceği ve bu hasta grubunda ortalama yıllık ölüm riskinin % 3-4
ve beş yıllık sağkalım oranının da en az % 80-85 arasında tahmin edilebileceği,
son olarak Merhumun tedavisinde kardiyovasküler mortalite, morbidite ve ani kalp
ölümünü azalttığı gösterilen o dönemde alması gereken tüm ilaçları (angiotensin
dönüştürücü enzim inhibitörleri, asetilsalisilik asit, statin, beta bloker)
aldığı göz önünde bulundurulduğunda eldeki bilgi ve belgeler ışığında Merhum
Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın kalp nedenli ani ölümünün beklenmediği ancak bu
ihtimalin tamamen dışlanamadığı, bu bağlamda ani ölümde serebro vasküler olaylar
gibi kalp dışı ve özellikle de doğal ölüm nedenleri dışındaki ihtimallerin de
düşünülmesi gerektiği,
Merhum Cumhurbaşkanının, prostat kanseri nedeniyle geçirmiş olduğu prostat
cerrahisinin ani ölüm açısından belirgin bir risk oluşturmayacağı, Düzen
Laboratuvarı tarafından yapılan takiplerinde son dönemde PSA değerlerinde bir
miktar artış olsa da ani ölüm açısından bir risk teşkil etmeyeceği,
Merhum Cumhurbaşkanının vefatı ile ilgili beyanlar, tıbbi belgeler, ölümünden
sonra kamuoyu gündemine gelen iddialar, vefatın beklenmedik bir anda olması ve
Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan kan analizlerinde klinik durumuyla
açıklanması zor olan anormalliklerin bulunması birlikte değerlendirildiğinde,
ölüm nedeni olarak zehirlenme ihtimalinin de göz ardı edilemeyeceği; Merhum
Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisine
getirildiği sırada bilincinin olmaması, kardiyovasküler kollapsın gelişmiş
olması, solunumunun olmaması ve idrar kaçırma bulgusunun olması, hipoksi
gelişmiş olmasının yanı sıra bronşlardan fazla miktarda köpüklü salgı gelmesi,
laboratuvar incelemesinde sodyum, glukoz, kreatinin, kreatinin kinaz, LDH ve
karaciğer enzimlerinin (AST ve ALT) çok yüksek bulunması, ayrıca, protein ve
albümin değerlerinin aşırı düşüklüğü ile klorür değerlerinin değişken olması
gibi bulguların organofosfat zehirlenmesini de düşündürebileceği,
Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği tarihte Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri
Klinik Patoloji Laboratuvarında kolinesteraz testinin çalışılabildiği, alınan
plazma ya da eritrosit örneklerinde bu test çalışılmış olsaydı ve enzim
aktivitesinde %25-50 aralığında bir düşüş tespit edilseydi, organofosfat
zehirlenmesini düşündürecek önemli bir bulgu ortaya konulabileceği,
sonuç ve kanatine varılmıştır."
Görüleceği üzere, Tıbbi Uzmanlar Heyeti Raporunda; Hacettepe Üniversitesi
Hastanesinde belirlenen ölüm nedeni, tahmini ölüm nedeni olarak
nitelendirilmekte ve gerçek ölüm nedenine ilişkin herhangi bir çalışma
yapılmadığı ortaya konulmaktadır. Ayrıca, aynı Raporda Merhum Turgut Özal'ın
gerek Türkiye'deki gerekse Amerika Birleşik Devletleri'ndeki hastane ve
laboratuvarlardan toplanan tüm sağlık verilerinin değerlendirilmesi sonucunda;
Merhumun ölüm nedeni olarak "ani kalp ölümü olasılığının" tamamen dışlanamamakla
birlikte "uzak bir ihtimal olarak" görüldüğü, "kalp dışı ve özellikle de doğal
ölüm nedenleri dışındaki ihtimallerin" de düşünülmesi gerektiği ve bazı
bulguların ise ölüm nedeni olarak "organofosfat zehirlenmesini" de akla
getirebileceği ifade edilmektedir.
22 - Merhum Cumhurbaşkanının vefatından sonra, ölümünün şüpheli olduğu
iddiaları, muhtelif zamanlarda kamuoyunun ve ilgili kurumların bilgisi dâhiline
girmiş, gerek ulusal gerekse yabancı yazılı ve görsel medyada ölümünün şüpheli
olduğuna yönelik birçok haber/yorum/makale yayınlanmış ve bu konudaki iddiaları
içeren çeşitli kitaplar kamuoyuyla paylaşılmıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği süreçte gerek Köşk'te gerekse Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yaşananlara ilişkin belirsizlikler, kayıtlara geçen
ölüm sebebini destekleyecek yeterli derecede tıbbi verilerin olmaması, ölüm
raporunda imzası bulunan doktorlar da dahil olmak üzere müdahale sürecine
katılan doktorların kesin ölüm sebebinin ancak otopsi ile tespit edilebileceği
yönünde genel kanaatleri, Tıbbi Uzmanlar Heyetinin Merhum Cumhurbaşkanının ölüm
sebebine ilişkin görüşleri dikkate alındığında, kesin ölüm sebebinin tespit
edilebilmesinin otopsi yapılması ile mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Ancak,
Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi yapılmadığı, bilgisine başvurulan
kişilerin beyanlarından ve ulaşılabilen belgelerden anlaşılmaktadır.
Merhum Cumhurbaşkanının ölümünün şüpheli olarak değerlendirilmesine neden
olabileceği düşünülen olaylar/gelişmeler/tespitler ana hatlarıyla aşağıda
belirtilmiştir.
- Merhum Cumhurbaşkanının Genel Başkanı olduğu Anavatan Partisinin 18 Haziran
1988 tarihinde Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonunda yapılan 2. Olağan
Kongresinde, Kartal Demirağ tarafından açıktan silahlı suikast girişimine maruz
kalmış olması,
- Merhum Turgut ÖZAL'ın Cumhurbaşkanı ve Devletin başı olarak Türkiye
Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu tüm risklerin ve tehlikelerin doğrudan
muhatabı olması,
- Kamuoyu tarafından bilinen bazı sağlık sorunları olmakla birlikte yoğun olan
yurtiçi ve yurtdışı çalışma programlarını aksatmadan yürütürken, beklenilmeyen
bir anda ölümünün ani olarak gerçekleşmesi,
- 17 Nisan 1993 Cumartesi sabahı rahatsızlanması ve sonraki süreçte yaşananlara
ilişkin
herhangi bir tespitin adli ve idari makamlarca yapılmamış olması,
- Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı dönemde Köşk'teki sağlık sisteminin
sevk ve idaresinde açık ihmal, zafiyet ve eksikliklerin bulunması,
- Ölüm raporunu imzalayan doktorların ölüm sebebini, herhangi bir tetkik ve
otopsi yapmaksızın belirlemiş olması
gibi hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Merhum Cumhurbaşkanının
vefatında şüpheli durumun varlığını çağrıştıran yeterli emarelerin mevcut olduğu
düşünülmektedir.
Kaldı ki işbu Raporun ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere;
- Merhum Cumhurbaşkanının tıbben öldüğü yönünde genel bir kanaat oluştuktan
sonra ve ölümünün resmen açıklanmasından (saat 14.30) kısa bir süre önce (saat
14.00) Merhumun kan örneği üzerinde tedavi amaçlı olamayacağı düşünülen ve ölüm
sebebini araştırmaya matuf olma ihtimali bulunan bazı tetkiklerin yapıldığı,
- Dr. Cengiz Aslan tarafından Merhum Cumhurbaşkanının zehirlenmiş olabileceği
ihtimali iddialarını bertaraf etmek üzere saç tellerinden bir miktarın kesilerek
alındığı,
- Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi işleminin yapılıp yapılmaması
konusunun değerlendirildiği
hususları göz önünde bulundurulduğunda, Merhumun naaşı daha Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde iken o dönem itibariyle bazı kişilerde Merhum
Cumhurbaşkanının ölümüne ilişkin bir şüphenin de oluştuğu intibaı
edinilmektedir. Ancak, ölümün şüpheli olduğuna dair adli mercilere herhangi bir
bildirimin yapılmadığı ve bu nedenle de ölü muayenesi ve otopsinin yapılmamış
olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan inceleme sürecinde otopsi yapılmamasına neden
ihtiyaç duyulmadığı hususunda bilimsel gerekçeleri ihtiva eden herhangi bir
belgeye de rastlanılmamıştır.
Birinci Cumhurbaşkanımız Merhum Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, hastalığının
başlangıcından itibaren bütün seyrinin doktor gözetiminde olmasına rağmen,
vefatından 24 saat 10 dakika sonra doktorlar heyeti tarafından naaşı üzerinde
"otopsi yapılmasına neden ihtiyaç duyulmadığına" yönelik 11.11.1938 tarihli
tutanak tanzim edilmiştir. Hastalığı başından sonuna yerli ve yabancı doktorlar
tarafından takip edilen Merhum Mustafa Kemal ATATÜRK'ün hastalığının ne olduğu
ve seyrinin nasıl devam ettiği bilinmesine rağmen otopsi yapılmasına neden
ihtiyaç duyulmadığına dair "Devlet ciddiyetinin" gereği olarak gerekçeli tutanak
tanzim etmek lüzumu hissedilmiştir. Ancak, Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatında,
sözkonusu uygulama yapılmamıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, ne şekilde
rahatsızlandığı, rahatsızlığının seyri, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
getirildiğindeki durumunun ne olduğu (ölü mü/sağ mı) yönünde sağlıklı bir
bilgiye erişildiğine ve değerlendirildiğine dair kayıt altına
alınmış bir veri olmaksızın otopsi yapma ihtiyacı duyulmadan ölüm sebebi
belirlenmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının ölümünün şüpheli olduğuna ve otopsi yapılması gereğine
yönelik iddialara ilişkin olarak Tıbbi Uzmanlar Heyetince, varılan kanaat ve
sonuç aynen aşağıya alınmıştır.
"... Nedeni kesin belli olmayan ve/veya tanığı bulunmayan ölümlerin "şüpheli
ölüm" olarak kabul edilmesi gerektiği, Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisindeki ilk muayene bulgularına göre
hukuken somatik ölüm halinin gerçekleşmiş olduğu, ölüm yeri, zamanı ve şeklinin
hastanede müdahaleyi yapan hekimlerce bilinmediği, ölüm raporu ve gömme izin
belgesinde birbirinden farklı tanıların yazılması nedeniyle hekimlerde kesin
ölüm nedeni hakkında bir kanaatin oluşmadığı, tetkik sonuçlarının bir kısmının
normal değerlere göre yüksek/düşük veya değişken olmasının izahının gerektiği,
Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanma şeklinin beklenmedik ve ani bir ölümü
gösterdiği, Dr. Cumhur Özkuyumcu tarafından, ölümün resmi olarak açıklanmasından
kısa bir süre önce "digoksin" düzeyi çalışıldığı (hasta dosyasında buna ilişkin
bir kayıt bulunmamaktadır), naaş henüz Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde iken
otopsi yapılmasının konuşulduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, nedeni
kesin olarak belli olmayan Merhum Cumhurbaşkanının vefatının "şüpheli ölüm"
olarak kabul edilmesinin gerektiği,
Merhum Cumhurbaşkanının şüpheli ölümünün adli makamlara bildirilmesinin zorunlu
olduğu, şüpheli ölümlerde otopsi yapılıp yapılmaması kararının hekimlere veya
aileye ait bir karar olamayacağı, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak keşif
ve/veya ölü muayenesi sonuçlarına göre otopsi yapılıp yapılmayacağına karar
verilmesi gerektiği, adli makamlara bildirim yapılmamış olmasının merî mevzuata
uygun olmadığı,
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümüne yönelik şüphelerin ve zehirlenme
iddialarının açıklığa kavuşturulabilmesi için öncelikle ailede var olduğu beyan
edilen saç telleri üzerinde yapılacak bazı tetkiklerin ölüm nedenine yönelik
-özellikle zehirlenme iddialarına- cevap oluşturabileceği,
Kişilerin kesin ölüm nedenlerinin belirlenmesinde otopsi işleminin "altın
standart" olarak kabul edildiği, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi
yapılmadığı için kesin ölüm nedeninin tespit edilemediği, çürüme olayının
istisnalarının olduğu, kimyasallarla etkileşim durumunda (tahnit) uygun
şartlarda çürümenin kısmen ya da tamamen engellendiği, dolayısıyla birçok adli
tıbbi delilin korunduğu, çürümenin gerçekleştiği cesetlerde dahi uzun yıllar
çürümeden kalan kemik, tırnak, saç artıkları, sarıldığı pamuk, kefen gibi
eşyalarından toksikolojik incelemelerde faydalanıldığı, feth-i kabir suretiyle
yapılacak otopside faydalı bilgilere ulaşılabileceği dikkate alındığında, Merhum
Cumhurbaşkanının ölüm nedeninin belirlenebilmesi ve vefatı ile ilgili şüphe ve
iddiaların izah edilebilmesi için -sonuç alınıp alınamayacağı kesin olarak
bilinememekle birlikte- takdiri adli makamlara ait olmak üzere feth-i kabir
yapılmasının uygun olacağı sonuç ve kaanatine varılmıştır."
Türk hukuk sisteminde görevi başında vefat eden Cumhurbaşkanlarına ve diğer
Devlet ricaline re'sen otopsi işlemi yapılacağına, organ ve/veya doku örneği
alınacağına dair herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak 8. Cumhurbaşkanı
Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatında yaşanan süreçte göz önünde bulundurulduğunda,
görevi başında vefat eden Devlet Ricaline (Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı,
Başbakan, Bakanlar, yüksek yargı organlarının başkanları/başsavcıları,
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları gibi) mutlak surette otopsi
yapılmasını ve vücuttan kan, doku, tırnak gibi örnekler alınmak suretiyle tetkik
yaptırılmasını ve alınan bu örneklerin belli bir süre muhafaza edilmesini
sağlayacak bir düzenleme yapılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.
23 - Merhum Cumhurbaşkanının vefatıyla ilgili süreçte yaşananlara ilişkin
kamuoyuna intikal eden iddialara duyarsız kalındığı, konunun
araştırılması/incelenmesi/soruşturulmasına yönelik olarak yetkili makamlara
yapılan müracaatların da gereği gibi değerlendirilmediği ileri sürülmüştür.
Merhum Cumhurbaşkanının vefatına ve bu süreçte yaşananlara ilişkin şüphe ve
tereddütlere dair araştırma/inceleme/soruşturma yapılmasının gerekliliğini
kamuoyu gündemine getiren talepler ve/veya yetkili makamlara yapılan
müracaatlardan tespit edilebilenlere ilişkin açıklamalara aşağıda yer
verilmiştir.
a) Merhum Cumhurbaşkanının vefatından dokuz gün sonra Gazeteci-yazar Mehmet Ali
Birand tarafından hazırlanan ve Show TV'de 26 Nisan 1993 tarihinde yayımlanan
32. Gün programında; Köşk'teki sağlık ve koruma hizmetlerinin organizasyon ve
işleyişindeki yetersizliklere, Merhumun rahatsızlanmasını takip eden süreçte,
müdahale, hastaneye nakil ve diğer bir kısım konulardaki aksaklık ve ihmaller
ile sürecin sevk ve idaresindeki boşluklara değinilmiştir. Ancak konuyla ilgili
bir inceleme ve araştırma yapılıp, sürecin yönetiminde ihmal ve kasıt unsurunun
olup olmadığı hususunda bir tespit ve değerlendirme yapılmaksızın
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince, eleştirilere cevap olmak üzere
27.04.1993 tarihinde "Mevcut ve mümkün olan bütün imkânlar kullanılmış,
Hacettepe'ye gelişten itibaren hazır tutulan bütün tıbbi gayretler gösterilmiş
ancak "Takdiri İlahi" böyle tecelli etmiştir" şeklinde yazılı bir basın
açıklaması ile yetinildiği görülmüştür.
Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü G. Kaya Toperi'nin,
17 Nisan 1993 tarihinde Köşk'te yaşananlara dair Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca
tarafından hazırlanan raporun Köşk'ün arşivlerinde mevcut olduğu yönünde bazı
basın yayın organlarında kendisine atfen haber ve yorumlar yer almıştır.
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü G. Kaya Toperi, 17 Nisan 1993
tarihinde Köşk'te yaşananlara dair Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca tarafından
hazırlanan raporun Köşk'ün arşivlerinde mevcut olduğu kamuoyuna yansıyan
beyanlarında yer almasına karşın, Kurulumuz tarafından alınan beyanında, rapor
olarak hatırladığı metnin Cumhurbaşkanı Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca'nın Sayın
Cumhurbaşkanına yönelik hislerini anlatan ve el yazısı ile yazılan ve bir
örneğini sunduğu metin olduğunu ifade ederek kendisine atfen yapılan açıklama ve
haberleri tevil etmiştir.
Ayrıca, konunun muhatabı olan Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca ise;
Cumhurbaşkanının ölümüne ilişkin bir rapor hazırlamadığını, bu konuda Kaya
Toperi'nin basında çıkan rapora ilişkin sözlerinin doğru olmadığını, kendisinin
cerideye yazmış olduğu hususları rapor olarak değerlendirmiş olabileceğini beyan
etmiştir.
b) Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın, 17 Nisan 1993 tarihinden kısa bir süre
sonra, Merhum Cumhurbaşkanının vefatında yaşanan sürece ilişkin incelemede
bulunduklarını ve ulaştıkları sonuçları Sağlık Eğitim Vakfı tarafından çıkarılan
"Önce Sağlık" adlı aylık gazetenin "Özal Özel Sayısı" başlığı altında Haziran
ayında yayınladıklarını ifade etmiştir.
Adı geçen gazetenin "Özal Özel Sayısı" incelendiğinde; Merhum Cumhurbaşkanının
ölümünün ele alındığı, konu ile ilgili alınması gereken sağlık tedbirleri,
rahmetlinin rahatsızlanmasına neden olan olgular ve rahatsızlığını takip eden
süreçte yaşanan olayların değerlendirilmesinin yapıldığı ve bu konuda uzman
görüşlerine başvurularak rahmetliyi ölüme götüren ihmaller ile ölümcül hatalara
vurgu yapıldığı görülmüştür.
Merhum Cumhurbaşkanının vefatından yaklaşık iki ay sonra yayımlanan söz konusu
gazetede, Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ı ölüme götüren ihmaller ile ölümcül
hatalara dikkat çekilmesine rağmen, bu yayımdan sonra görevli ve yetkili
makamlar tarafından herhangi bir araştırma/inceleme/soruşturma yapıldığına
ilişkin bilgi veya belgeye ulaşılamamıştır.
c) 20. Dönem Tokat Milletvekili Hanefi Çelik tarafından TBMM Başkanlığına
sunulan ve Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması talep
edilen 19.12.1997 tarih ve 7/4034-10031 esas numaralı soru önergesinde; Merhum
Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ölümünün şüpheli olduğu, ölüm olayının zehirlenme
dolayısıyla olabileceği, ölümünden önce alınan kanın Hacettepe Tıp Fakültesi
Hastanesinde saklandığı ve saklanan kanın kaybolduğu, Kamuoyunda normal ölümle
değil öldürüldüğü şeklinde kanaat uyandığı iddialarına yer verilmiştir.
Bahse konu soru önergesinin cevaplandırılması maksadıyla Devlet Bakanlığı
tarafından, İçişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığından yazılı bilgi talebinde
bulunulmuştur. Devlet Bakanlığının 16.04.1998 tarih ve 00338 sayılı yazısı ile
anılan Bakanlıkların görüşleri TBMM Başkanlığına iletilmiş, "söz konusu önergede
belirtilen hususlarla ilgili herhangi bir bilgi ve belgeye" rastlanılmadığı ve
"Merhum Cumhurbaşkanı'nın kan örneğinin laboratuvarlarda
bulunduğu şeklindeki söylenti ile ilgili olarak yapılan araştırmada, herhangi
bir kayıt veya bilgi ile kan örneğine rastlanılmadığı" ifade edilmiştir. Bahse
konu soru önergesi ile ilgili başkaca bir işlem yapılmadığı tespit edilmiştir.
d) 21. Dönem (1999-2002) Malatya Milletvekili Tevfik Ahmet Özal ve 23 arkadaşı
tarafından verilen 07.05.2002 tarihli Meclis Araştırması açılmasına ilişkin
önerge ve gerekçesinde; " (.) Ölümü anında yanında bulunanların ifadeleri ve
kronolojik gelişmeler değerlendirildiğinde, Merhum Cumhurbaşkanımızın aniden
ölümü ve ölüm sonrası otopsi yapılmadan defnedilmiş olması daha sonraki
gelişmeler bu konuda bir takım kuşkuların doğmasına neden olmuştur.
Hal böyle iken devlet olarak bir araştırmaya gerek duyulmadan hatta otopsi dahi
yapılmadan sıradan bir ölüm gibi değerlendirilerek ebedi istirahatgâhına tevdi
edilmesi pek çok kuşkuyu da beraberinde getirmiştir.
Tüm bu şüpheleri ortadan kaldırmak ve olayı her yönüyle araştırarak, toplum
vicdanını rahatlatmak amacı ile" önergenin hazırlandığı belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen gerekçe dışında, meclis araştırması önergesinin ekinde
konuyla ilgili herhangi bir somut bilgi ve/veya belge sunulmadığı görülmüştür.
Söz konusu önerge Genel Kurulun 21.05.2002 tarihli 102. birleşiminde okunarak
bilgiye sunulmuştur. Genel Kurul gündemine alınan önerge, 21. Dönemin 01.10.2002
tarihinde sona ermesi nedeniyle İç Tüzüğün 77. maddesi uyarınca arşive
kaldırılmıştır. Bu önerge ile ilgili başkaca bir işlem yapılmadığı
anlaşılmıştır.
e) 22. Dönem İstanbul Milletvekili Emin Şirin tarafından Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına 31.01.2006 tarihinde, 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL'ın
öldürüldüğü iddiasını içeren suç duyurusunda bulunulduğu tespit edilmiştir.
Söz konusu suç duyurusunu içeren dilekçenin talep kısmında, "Sayın Semra Özal'ın
röportajında Cumhurbaşkanı Sayın Turgut ÖZAL'ın öldürüldüğüne kesinlikle
inanması, delillerin yok edilmesi, Hacettepe Üniversitesinde kan örneğinin yok
edilmesi, Sayın Özal'ın zorla resepsiyona götürülmesi, kendisine özel limonata
içirilmesi, Sayın Özal'ın zehirlendiği formülün yazılıp bırakılması ve Sayın
Süleyman Demirel'in Sayın Özal'ın öleceğini önceden beyan etmesi gibi önemli
iddiaları da kapsayan ifadelerinin ihbar kabul edilerek, gerekli araştırma ve
soruşturmanın yapılması keyfiyetini arz ederim" şeklinde iddiaların dile
getirildiği, ancak herhangi bir somut bilgi ve belge verilmediği görülmüştür.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan 2006/39285 numaralı soruşturma
neticesinde, 02.03.2006 tarih ve 2006/21921 karar numarasıyla; (...) Suç duyuru
dilekçesinde ve Sayın Semra Özal'ın Sabah Gazetesinde yayınlanan söyleşisinde
yaptığı açıklamaların herhangi bir belgeye dayanmadığı, mevcut Hacettepe
Hastanelerince düzenlenen raporların aksine Sayın
Cumhurbaşkanımız Turgut ÖZAL'ın ölümünün zehirlenme ile ilgisinin olmadığı, kalp
yetmezliğinden meydana geldiği anlaşıldığından, herhangi bir kişi veya kişiler
hakkında kamu davası açılmasına yer olmadığına." şeklinde takipsizlik kararı
verildiği anlaşılmıştır.
f) Yukarıda yer verilen talep ve müracaatların yanında Merhum Cumhurbaşkanının
vefat tarihinde ve sonrasında görev alan üst düzey bazı devlet yetkililerinin,
"konunun bütün yönleri ile araştırıldığı/incelendiği/soruşturulduğu yönündeki"
beyanlarının kamuoyuna yansıdığı görülmüştür.
Bu kapsamda, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Genelkurmay Başkanlığı, Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden alınan cevabi
yazılarda, bugüne kadar Merhum Turgut ÖZAL'ın ölümüyle ilgili herhangi bir
araştırma, inceleme ve soruşturma yapılmadığı bildirilmiştir
Neticede, 2010 yılında Sayın Cumhurbaşkanının Kurulumuza verdiği araştırma ve
inceleme görevi kapsamında yapılan çalışma ile aynı yıl içinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının başlattığı soruşturma dışında adli ve idari makamlarca konunun
kapsamlı olarak araştırılmadığı görülmüştür.
Yukarıda yapılan tespit ve değerlendirmeler itibariyle ulaşılan nihai
değerlendirme ve sonuç aşağıda gösterilmiştir.
Bu kapsamda, bahsedilmesi gereken ilk husus; döneme dair ortaya çıkan ve kısmen
de halen devam eden kamu yönetiminin güvenliği ve işleyişine ilişkin olarak
tezahür eden önemli bir zafiyet ortamının varlığıdır. Merhum Turgut ÖZAL, görevi
başında vefat eden bir Cumhurbaşkanıdır. Ölümü, uzun süreli devam eden ağır bir
hastalık neticesinde olan ve beklenen bir ölüm değildir. Ölümü, ani bir ölüm
şeklinde gerçekleşmiştir. Görevi başında ve ani şekilde ölen bir
Cumhurbaşkanının ölümü her zaman "şüpheli" bir ölümdür. Bu itibarla, ölüm
nedeninin belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi ve/veya Köşk yerleşkesinde
delil tespiti benzeri işlemlerin yapılmamış olması tam anlamıyla "akıl
tutulması" ile izah edilebilecek bir durumdur. Öyle ki, mezkur akıl tutulması
dönemin ilgili Devlet organlarına ve merhumun yakınlarına tam anlamıyla hakim
olmuştur. Bunun sonucunda da, ölüm nedeninin belirlenmesi konusunda gerek
doktorlar ve aile üyeleri tarafından gerekse yargı organları ve diğer Devlet
ricali tarafından otopsi yapılması konusunda gerekli ihtimam ve tavır
gösterilmemiştir.
Kamu oyunda yaygın bir şekilde Merhum Turgut ÖZAL'ın ölümünün doğal bir ölüm
olarak görülmemesi ve öldürülmüş olabileceğine ilişkin ölümün hemen akabinden
itibaren geniş bir yelpazede bir takım iddiaların ortaya çıkmasının temel
sebeblerinden birisisi de budur. Merhum Turgut ÖZAL'ın ölümünün üzerinden 20 yıl
geçmesine rağmen bu süre içerisinde ölümü ile ilgili olarak ortaya atılan
çeşitli iddialar hakkında bugüne kadar herhangi bir idari araştırma ve inceleme
ile kapsamlı bir adli soruşturma yapılmamış olması da aynı akıl
tutulmasının uzun yıllar boyunca devam ettiğine işaret etmektedir. Söz konusu
akıl tutulması, esas itibariyle gerek görev başında ölen gerekse görevini
yapmaya engel teşkil edecek nitelikte ağır hastalığa yakalanan Devlet adamları
hakkında izlenecek hukuki süreç ve yöntemlerin yazılı hukuk kuralları olarak
Anayasa ve diğer mevzuatta tanımlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu konu
tamamıyla geleneğe bırakılmış olup Devlet hayatımızda zaman zaman yaşanan
inkıtalar nedeniyle bu konudaki gelenekler de tam olarak gelişmiş değildir.
Nitekim, gerek merhum Turgut ÖZAL'ın ölümü gerekse merhum Başbakan Bülent
ECEVİT'in hastalık süreci ile ilgili ortaya atılan iddialar ve yaşananlar bu
konudaki eksikliği/zafiyeti tümüyle teyit eder mahiyettedir.
Bahsedilmesi gereken ikinci husus ise dönemin Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde
Cumhurbaşkanlarına sunulan sağlık hizmetlerinin kapasitesi ve kalitesi ile
ilgili ciddi sorunların varlığıdır. Merhum Turgut ÖZAL'ın geçmiş sağlık
bilgileri ve yoğun program trafiği bilinmesine rağmen derhal müdahaleye uygun ve
yeterli sağlık personeli, ekipmanı ve donanımlı bir ambülânsın bulundurulmamış
olması kabul ve izah edilebilir bir yönetim anlayışı ve uygulaması değildir. Bu
açıdan, Merhum Turgut ÖZAL rahatsızlandığı anda; kendisine ne gerekli vasıfta
ilk müdahale yapılabilmiş ne de uygun bir şekilde ve tam zamanında hastaneye
götürülebilmiştir. Söz konusu dönemde Sayın Cumhurbaşkanının acil bir
rahatsızlık geçirmesi anında izlenecek yöntem ve süreçlerin (ilk müdahaleyi
yapacak sağlık personeli ile araç ve gerecin hazır tutulması, takip edilecek yol
güzergahı ve gidilecek sağlık kuruluşu, yol emniyeti ile ilgili tedbirler, son
zamanlarında yediği ve içtiği şeylerin listesi ve numunesi, kullandığı ilaçların
listesi, hasta öyküsüne ilişkin bilgiler vb.) tanımlanmamış olması nedeniyle,
adeta, herhangi bir mahallede aynı şekilde vefat eden bir insan için hane halkı
ve komşular tarafından yapılan iş ve işlemlerin ötesinde herhangi bir uygulama
yapılamamıştır.
Bu itibarla, gerek rahatsızlanma anı ve şekli ile ilgili belirsizlikler ve
çelişkiler gerekse ölüm nedeninin tespitine yönelik olarak gerekli otopsi ve
diğer işlemlerin yapılmamış olması ve alınan kan örnekleri ile ilgili yapılan
tahlillerin akıbetinin belirsizliği gibi hususlar Merhum Turgut ÖZAL'ın ölüm
nedeninin bugün itibariyle de bilinmezliğini koruduğunu göstermektedir.
Kurulumuz tarafından oluşturulan Tıbbi Uzmanlar Heyetinin de ulaşmış olduğu
nihai bilimsel sonuç da özet itibariyle bu istikamettedir. Tıbbi Uzmanlar
Heyetince ulaşılan sonuca; Türkiye'deki hastane ve laboratuarlar ile Amerika
Birleşik Devletleri'ndeki hastanelerden toplanabilen ve sonradan oluşturulan
sağlık dosyası ile ulaşılmış olması ve yıllar geçtikten sonra yapılan bir
çalışma olması nedeniyle belirli bir ihtiyat payı ile yaklaşılması
gerekmektedir. Ancak, yukarıda ifade edilen ölüm nedeninin otopsi yapılmadan
tahmini olarak belirlenmiş olması karşısında; sözkonusu bilimsel incelemenin
yeni bazı değerlendirme ve bulgular içerdiği de açıktır.
Merhum Turgut ÖZAL'ın öldürülmüş olduğuna ilişkin ortaya atılan çeşitli iddialar
hakkında ancak sınırlı bir inceleme yapılabilmiştir. Somut bazı olaylar ve
bilgiler ihtiva eden mezkur iddialardan; özellikle, merhumun zehirlendiğine ve
yeterli tıbbi yardım almadığına ilişkin merhumun yakınları tarafından dile
getirilen bazı iddialar incelenmiştir. Merhum Turgut ÖZAL'ın öldürülmüş olduğuna
ilişkin ortaya atılan iddiaların önemli bir bölümünün ise soyut nitelikte olup
daha ziyade çeşitli ulusal veya uluslarası olgular/gelişmeler temel alınarak
ortaya atılan "öldürülme nedeni" etrafında kurgulanan iddialar olduğu
görülmektedir. Bu nedenle, söz konusu iddiaların bu aşamada araştırılması ve
ispatlanması imkanı bulunamamıştır. Ancak, ölüm nedeninin netleştirilmesinden
sonra sözkonusu iddiaların ciddiyeti/geçerliliği hakkında düşünülebileceği
/inceleme yapılabileceği açıktır.
Bu nedenle, Tıbbı Uzmanlar Heyeti tarafından mevcut tıbbi veriler çerçevesinde
önerilen, ölüm nedeninin belirlenmesine ilişkin yöntem ve süreçlerin
gerekliliğinin; Raporun yukarıdaki bölümlerinde yapılan tespit ve
değerlendirmeler muvacehesinde Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ailesi ile
yargı organlarının takdir edebileceği bir durum olduğu kanaatine varılmıştır.
Yukarıda özetlenen ve ayrıntıları Raporun ilgili bölümlerinde yer alan tespit,
değerlendirme ve önerilerin gereğinin yapılmasını teminen işbu Raporun, 2443
sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca
Başbakanlığa gönderilmesi gerektiği ve ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
da raporun bir örneğinin iletilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Saygılarımızla arz ederiz. 04.06.2012
Cemal BOYALI Başkan, İsmail Hakkı SAYIN Üye, Faik CECELİ Üye,
Mehmet İLHAN Üye, Mehmet Ali ÖZKILINÇ Üye
DDK'nın Özal'ın vefatına dair raporun orjinalini
Cumhurbaşkanlığı sitesinden indirmek için tıklayın
DDK'nın Özal'ın vefatına
dair raporun orjinalini sitemizden indirmek için tıklayın
ÖZAL VE KOMUTAN CİNAYETLERİ BAĞLANTILI ÇIKTI!
DDK Özal'ın ölümüne yoğunlaştı |
Özal suikastinde çember daralıyor
TURGUT ÖZAL SUİKASTİ VE ŞÜPHELİ ÖLÜMÜYLE İLGİLİ MANŞETLERİMİZ
Özal suikasti muhteşem bir Özel Harp işiydi, amacına da ulaştı
Korkut Özal: Kardeşimi Ergenekoncular öldürdü |
Kaynak: Özal'ın o dönem ölmesi birilerince uygundu
Kanlı ve Kara Yıl: 1993.. PKK'nın tasfiyesi durduruldu
Özel Harp Dairesi ile ilgili manşetlerimiz |
Özel Harp Dairesi
sayfamız
Ergenekon
ve bağlantılı iddianamelerde arama yap
(13 Haziran 2012, 13:59)
|