İşte Dündar'a TIR cezasının gerekçesi (Tam metin)
Can Dündar ve Erdem Gül'ün yargılandığı "MİT TIR'ları Davası"nda mahkeme,
verdiği kararın gerekçelerini açıkladı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Dündar
ve Gül lehine "ihlal" kararı veren ve tahliye edilmelerine yol açan AYM'nin,
'sonuca yönelik değerlendirme yaparak yetkisini aştığını' belirtti.
17.05.2016 20:38
MİT'e ait yardım tırlarının durdurulması olayına ilişkin gizli kalması gereken
bilgi ve fotoğraflara gazetede yer verdikleri gerekçesiyle Cumhuriyet Gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ın 5 yıl 10 ay, Erdem Gül'ün ise 5 yıl hapis
cezasına çarptırıldığı davanın gerekçeli kararında, sanıklarla ilgili "ihlal"
kararı veren Anayasa Mahkemesi'nin, "yargılama konusuyla ilgili sonuca yönelik
değerlendirme yaparak yetkisini aştığı" belirtildi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin hazırladığı, soruşturma ve dava süreci ile
sanıkların savunmaları ve savcılık mütalaasına yer verilen 64 sayfalık gerekçeli
kararda, sanıkların tahliye edilmesine yol açan Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) 25
Şubat 2016 tarihli "ihlal" kararıyla ilgili değerlendirmeler dikkat çekti.
"İhlal" kararından sonra, "AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını
bağlayıcı nitelikte olması" karşısında sanıkların tahliye edildiği belirtilen
gerekçeli kararda, Anayasa değişikliği ile 2010 yılında Anayasa Mahkemesi’ne
bireysel başvuru yolunun açıldığı ve çerçevesinin Anayasa koyucu tarafından açık
ve kesin ifadelerle belirlendiği bilgisi verildi.
"Maddi gerçekler AYM tarafından irdelenecek hususlar değildir"
Gerekçeli kararda, şu ifadeler yer aldı:
"İşin esası itibariyle bireysel başvurunun konusu olmayan ve ilk derece
mahkemesinde yapılan yargılama sonucu ortaya çıkacak olgular ve maddi gerçekler
Anayasa Mahkemesi tarafından irdelenecek hususlar değildir. Anayasa
Mahkemesi'nin bireysel başvuruda üstlendiği yargı görevi ve denetimden dolayı
devam eden yargılamalarla ilgili olarak kendisine yapılan başvuruların maksadını
aşacak şekilde işin esasına girmeme kuralına bağlı kalması gerekmektedir. Maddi
vakıa ve delil değerlendirmesi yapmamalıdır. Anayasa Mahkemesi yerel yargı
makamını etkilemeye elverişli kanaat de bildirmemelidir.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile maddi hakikate
ulaşmayı amaçlayarak ceza yargılaması yapan mahkemenin usullerinin birbirine
karıştırılmaması gerekir. Anayasa Mahkemesi'nce Anayasa'da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece yerel mahkemelerin kararlarındaki kanunun
yorumu ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. "
"AYM asıl yargı makamı yerine geçmemeye özen göstermeli"
Sanıkların ilk tutuklama kararına karşı Anayasa Mahkemesi'ne başvurdukları ve
mahkemenin suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ve
hukukilik denetimi ile sınırlı bir inceleme yaptığı aktarılan kararda, "Kişi
hürriyeti ve güvenliği ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS)
5/1-C Maddesi kapsamında bireyin tutuklanması için şüphe olmadığına dair
şikayetlerin incelemesini yapan AİHM ve benzer yetkiye sahip Anayasa
Mahkemesi'nin dosyada yer alan delillerin yeterli şüpheyi oluşturup
oluşturmadığını doğal olarak incelemeleri gerekir. AYM suç şüphesini gösteren
somut delillerin bulunup bulunmadığını tutukluluğun ön şartı olarak inceleme
yetkisine sahiptir. Bu mahkemenin devam eden yargılamada asıl yargı makamı
yerine geçmemeye ve karar vermemeye özen göstermesi gerektiği tartışmasızdır."
denildi.
AYM’nin, somut olayın içeriğine ve gerektiğinde maddi vakıanın ayrıntılarına
girme durumunda kalabileceği, ancak bitmemiş yargılamalarda "dürüst yargılama
hakkı"nın ihlali iddialarını inceleyemeyeceği belirtilen kararda, Anayasanın 19.
Maddesi kapsamında koruma altına alınan "kişi hürriyeti ve güvenliği" hakkının
tutuklanmak suretiyle ihlal edildiğine ilişkin bireysel başvuruların basın ve
ifade özgürlüğüne yönelik ihlal iddiaları ile birlikte incelenemeyeceği, ancak
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ele alınabileceği vurgulandı.
"AYM kararı takdir yetkimizi daraltma sonucunu doğurdu"
Basın ve ifade özgürlüğü açısından henüz yargısal aşamaları tamamlanmamış bir
uyuşmazlığın sadece tutukluluk incelemesi kapsamında ele alınabilecekken
genişletici bir yorum ile ele alınarak hak ihlali sonucuna ulaşılmasının hukuk
devleti ilkesine aykırı olacağı kaydedilen kararda, "Aksi halde Anayasa
Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla kendisine Anayasa tarafından çizilen sınırın
aşılmasına sebebiyet vermiş olacaktır ki bu durumda da Anayasa Mahkemesi'nin
'ikincil bir yargı yolu' olduğu hususunun gözardı edilmesi söz konusu
olacaktır." ifadesi kullanıldı.
"Sanıklar hakkındaki tutuklama kararının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında
incelenmesi, mahkememize açılan kamu davasının daha ilk duruşmasının dahi
yapılmamış olması karşısında somut olayın şartları açısından bu aşamada temel
hak ve özgürlüklerin korunmasında asıl yetkili ve görevli olan mahkememizin
yargısal mekanizmalarının işlememesine neden olmuş, ki bu durum 'tabii
yargıçlık' ilkesine, kovuşturmanın bağımsız ve etkin şekilde yerine
getirilmesine, yargının bağımsızlığına açıkça aykırılık oluşturmuştur" ifadesi
kullanılan kararda, "Sanıkların eylemlerinin gazetecilik faaliyeti dışında, FETÖ
/ PDY silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda yürütülen bir faaliyet
olduğunun iddia edilmesi karşısında, Anayasa Mahkemesi'nin sanıkların bireysel
başvurusunu basın ve ifade özgürlüğü kapsamında ele alması mahkememizce
yürütülen kovuşturmayı etkileme ve delillerin değerlendirmesinde mahkememizin
takdir yetkisini daraltma sonucunu doğurduğu açıktır.” denildi.
"AYM kendisini görevli yargı merciinin yerine koyarak..."
Sanıklara isnat edilen eylemlerin basın ve ifade hürriyeti kapsamında yürütülen
gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılmayacağının, suç oluşturup oluşturmayacağının
yargılama sonucunda toplanan delillere göre davaya bakan mahkeme tarafından
belirleneceğine dikkat çekilen kararda, "Aynı şekilde bu belirlemenin hukuka
uygunluğu kanun yollarında incelenebilecektir. Mahkemelerin takdir yetkisi
kapsamında olan hususlarda Anayasa Mahkemesinin maddi vakaya yönelik
değerlendirmede bulunması mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi somut olayda
kendisini görevli yargı merciinin yerine koyarak maddi vaka incelemesi
yapmıştır. Bu durum bireysel başvurunun Anayasa'da ifadesini bulan kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı hükmü ile bireysel
başvuru için kanun yollarının tüketilmiş olma şartı ile bağdaşmamıştır.
İddianamede ileri sürülen iddialar ile sanıklara atfedilen suçlamaların sadece
basın özgürlüğü ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilebilecek hususlardan
olmadığı açıktır." denildi.
AYM'nin görev ve yetkisi kapsamında sanıkların tutuklanması ile
tutukluluklarının devamına ilişkin kararları, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
bağlamında değerlendirerek hak ihlali sonucuna ulaştığı ve bu karara Anayasa'nın
153/6 Maddesi gereğince mahkemece zorunlu olarak uyulup sanıkların tahliyesine
karar verildiği aktarılan kararda, "Anayasa Mahkemesi ifade ve basın özgürlüğü
konusunu gerekçeli kararında geniş bir şekilde irdeleyerek hak ihlali
yapıldığına ilişkin hüküm kurarak mahkememizin yargılama konusuyla ilgili sonuca
yönelik değerlendirme yaparak yetkisini aşmıştır." ifadesi yer aldı.
İşte 'MİT TIR'ları Davası'nın gerekçeli kararı:
"T.C. İSTANBUL 14. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Tefrik / Beraat / Mahkumiyet
DOSYA NO : 2016/37
KARAR NO : 2016/162
C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2016/3972
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
GEREKÇELİ KARAR
BAŞKAN : CANEL RÜZGAR 39902
ÜYE : CEM KARACA 43103
ÜYE : BÜNYAMİN KARAKAŞ 153289
C. SAVCISI : EVLİYA ÇALIŞKAN 38127
KATİP : METİN KAYAOKAY 122667
DAVACI : K.H.
KATILAN : RECEP TAYYİP ERDOĞAN, TC Kimlik No: 1..0, Ahmet ve Tenzile oğlu,
26/02/1954 İSTANBUL doğumlu, RİZE, GÜNEYSU, Dumankaya mah/köy nüfusunda kayıtlı
olup, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Merkez / ANKARA adresinde mukim
VEKİLLERİ : AV. AHMET ÖZEL - AV.HATİCE ÖZAY - AV. FERAH YILDIZ, Tozkoparan
Mahallesi Haldun Taner Sokak No: 27 K.4 D.14 Alparslan İş Merkezi Merter,
Güngören / İSTANBUL
AV. SARA KANALKA, Tozkoparan Mahallesi General Ali Rıza Gürcan Caddesi Alparslan
İş Merkezi No:25 Kat:9 Daire:29 Güngören / İSTANBUL
AV. ALİ ÖZKAYA, Söğütözü Mah. 2177. Cad. No:10/B Via Twins Kat:17 Daire:119
06530 Çankaya/ ANKARA
AV. MUAMMER CEMALOĞLU, Mustafa Kemal Mahallesi 2131.Cadde No:16/4 Çankaya/
ANKARA
AV. MUHAMMED KİOMERS GANBARİ, General Ali Rıza Gürcan Cd.N.29 Alparslan İş
Merkezi Kat.9 Merter Güngören/ İSTANBUL
AV. SEÇİL ÖZKAZANÇ, Tozkoparan Mah. General Ali Rıza Gürcan Cad. No:29 Alparslan
İş Merkezi K:9 D:27 Merter Güngören/ İSTANBUL
AV. BURHANETTİN SEVENCAN, Mustafa Kemal Mahllesi 2146. Sokak 14/9 Atlas Plaza
Çankaya / ANKARA
AV. FATİH ŞAHİN, Kızılırmak Mahallesi 1450. Sokak No:9/20 Çukurambar Çankaya/
ANKARA
KATILAN : MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI, Gayret Mahallesi Ahmet Hamdi
Sokak MİT Müsteşarlığı Kompleksi Yenimahalle / ANKARA
VEKİLLERİ : AV. ÜMİT ULVİ CANİK, Başbakanlık MİT Müsteşarlığı Cem Ersever
Caddesi - Yenimahalle Çankaya / ANKARA
AV. AYŞE ERDENUR BAYKAL, İstanbul Maliye Ve Muhakemat Müdürlüğü Merkez /
İSTANBUL
SANIK : CAN DÜNDAR, TC Kimlik No: 1..8, Ali Rıza ve Öznur oğlu, 16/06/1961
ANKARA doğumlu, ANKARA, YENİMAHALLE, Ragıptüzün mah/köy nüfusunda kayıtlı.
Çengelköy Mah. Alzambak Sk. No:3 İç Kapı No:1 Üsküdar / İSTANBUL adresinde
oturur.
SANIK : ERDEM GÜL, TC Kimlik No: 4..4, Ziya ve Fatma oğlu, 02/05/1967 TRABZON
doğumlu, GİRESUN, EYNESİL, Gümüşçay mah nüfusunda kayıtlı. İşçi Blokları
Mahallesi 1489 Cadde No:7 İç Kapı No:26 Çankaya / ANKARA adresinde oturur.
TUTUKLAMA TARİHLERİ : 26/11/2015, İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği'nin 26/11/2015
tarih ve 2015/490 sorgu sayılı kararı
TAHLİYE TARİHLERİ : 26/02/2016, (İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2016/37
esas sayılı kararı ile Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan)
MÜDAFİİLERİ : AV. ABBAS YALÇIN - AV. BÜLENT UTKU - AV. TORA PEKİN, Prof.
Nurettin Mazhar Ökten Sokak No: 2 Şişli / İSTANBUL
AV. AKIN ATALAY, Cumhuriyet Gazetesi Prof. Nurettin Öktel Sok. No:2 Şişli /
İSTANBUL
AV. BAHRİ BAYRAM BELEN, Tünel İstiklal Cad.No.483 Union Han Kat 2 Beyoğlu /
İSTANBUL
AV. FİKRET İLKİZ, Maçka Cad. No.11 K.2 D.3 Kazım Gerçel Apt. 34367 Şişli /
İSTANBUL
AV. İSMAİL AZİZ ERGİN CİNMEN, Bitez Kubilay Sk. No:2/3 Bodrum / MUĞLA
AV. MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR, Serasker Cad. Pavlonya Sokak 34/4 Kadıköy / İSTANBUL
AV. KAMİL TEKİN SÜREK, Tarlabaşı Bulvarı Kamerhatun Mah. Al Hatun Sk. Emek Apt.
No:25 Beyoğlu / İSTANBUL
SUÇ : Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme,
Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Gizli Kalması Gereken
Bilgileri Siyasal ve Askeri Casusluk Maksadıyla Temin Etme, Devletin Güvenliğine
ve Siyasal Yararlarına İlişkin Gizli Kalması Gereken Bilgileri Siyasal ve Askeri
Casusluk Maksadıyla Açıklama, Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Tamamen veya Kısmen
Engellemeye Teşebbüs Etme
SUÇ TARİHLERİ : 29/05/2015 - 12/06/2015
SUÇ YERİ : ŞİŞLİ / İSTANBUL
KARAR TARİHİ : 06/05/2016
Anayasanın 9.maddesi uyarınca Türk Milleti adına yargılama yapmaya ve hüküm
vermeye görevli ve yetkili mahkememizce yukarıda açık kimliği yazılı sanıklar
hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
İDDİA :
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nca
düzenlenen 25/01/2016 tarih ve 2016/3972 esas sayılı iddianame ile; İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/41637 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör
Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda 1 Ocak 2014 tarihinde
Hatay ili Kırıkhan ilçesinde ve 19 Ocak 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan
ilçesinde FETÖ / PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen ve
yöneticilerinden Emre Uslu'nun talimatları doğrultusunda yapılan sahte
ihbarlarla FETÖ / PDY silahlı terör örgütü yöneticisi ve üyeleri tarafından
silah kullanılarak ve MİT mensuplarına yönelik darp, cebir ve şiddet uygulanmak
suretiyle durdurularak aranan Suriye Türkmenlerine yönelik yardım faaliyeti
yürütmekle görevli MİT tırlarındaki yardım malzemelerinin devletin güvenliği
veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken niteliğe
sahip olduğunun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yetkili birimleri tarafından
yapılan açıklamalarda kamuoyuna duyurulduğu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının
talebi üzerine Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 14/01/2015 tarih ve 2015/197 değişik
iş sayılı kararıyla 5187 sayılı Basın Kanununun 3/2 maddesi uyarınca yayın
yasağı kararı verildiği, ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatının 06/02/2014 tarihli
cevabi yazısı ile tırların 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli
İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT Müsteşarlığına verilen görev ve yetkiler
uyarınca ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler
kapsamında olduğunun bildirildiği,
Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gül'ün, Suriye Türkmenlerine yardım malzemesi
götüren Milli İstihbarat Teşkilatına ait tırların FETÖ / PDY silahlı terör
örgütü yöneticisi ve üyeleri tarafından cebir, şiddet uygulanarak ve silah
kullanılarak durdurularak aranmasının ve yardım malzemelerinin görüntülerinin
alınmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve devletini El - Kaide terör
örgütüne yardım ediyor kurgusuyla Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılatma
amacı doğrultusunda çekilen görüntüleri ve bu malzemeler hakkında hazırlanan
inceleme raporlarını 07/06/2015 tarihindeki genel seçimlerden bir hafta önce
Cumhuriyet Gazetesinin 29/05/2015 ve 12/06/2015 tarihli nüshalarında ısrarla
yayınladıklarının tespit edildiği,
Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkili organları ve Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılan kamuoyu bilgilendirmelerine ve mahkemece verilen yayın yasağı kararına
rağmen sanık Can Dündar'ın genel yayın yönetmenliği görevini yürüttüğü
Cumhuriyet Gazetesinde 29/05/2015 tarihinde sanık Can Dündar imzasıyla
yayınlanan "işte Erdoğan'ın yok dediği silahlar" başlıklı ve diğer sanık Erdem
GÜL'ün ise gazetenin Ankara temsilcisi olarak 12/06/2015 tarihinde kendi imzası
ile yayınlanan "Jandarma var dedi" başlıklı haberde 19 Ocak 2014 tarihinde Adana
ili Ceyhan ilçesinde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatına ait devlet sırrı
kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırlara ait devletin güvenliği veya iç veya
dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken
nitelikteki bilgi, belge ve fotoğrafları FETÖ / PDY silahlı terör örgütünün
nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti devletini sahte ihbar ve delillerle teröre
yardım eden ülke konumuna sokarak, Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmasını
sağlamak" şeklindeki gayesine yardım için temin ederek ve devlet sırrını ifşa
maksadıyla yayınladıkları,
Sanıkların kastının Türkiye Cumhuriyeti devletine sahte ihbar ve delillerle
tuzak kuran ve halen Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/1 esas sayılı dava
dosyasında sanık olarak yargılanmakta olan yargı mensupları ve asker şahıslar
ile aynı kasıtla Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetini terörle
ilişkilendirip görevini yapamaz hale getirmek olduğu, bu amaca giden yolda
sanıkların soruşturmadaki konumunun FETÖ / PDY terör örgütünün işbirlikçiliği
olduğu, bunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki karşılığının da FETÖ / PDY
silahlı terör örgütüne üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek olduğundan
bahisle her iki sanığın da Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal
veya Askeri Casusluk Maksadıyla Temin Etme, Devletin Gizli Kalması Gereken
Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Maksadıyla Açıklama, Cebir ve Şiddet
Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini
Yapmasını Kısmen yada Tamamen Engellemeye Teşebbüs Etme, Silahlı Terör Örgütüne
Üye Olmaksızın Bilerek İsteyerek Yardım Etme suçlarından eylemlerine uyan 5237
sayılı TCK'nun 220/7 maddesi delaletiyle TCK'nun 314/2, 328/1, 330/1, 312/1, 53,
63/1 ve 58/9 maddeleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 5. maddesi
gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları istemiyle mahkememize kamu davası
açılmıştır.
İddianame ile birlikte sanıklar hakkındaki duruşmaların kapalı yapılmasına karar
verilmesi talep edilmiş olup, mahkememizce duruşmanın ilk oturumunda alınan ara
karar ile, Başbakanlık MİT Müsteşarlığının Adana Cumhuryet Başsavcılığına
göndermiş olduğu yazılarında dava konusu olaya ilişkin bilgi ve belgelerin
devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği
itibarıyla gizli kalması gereken devlet sırrı kapsamında olduğunun belirtilmiş
olması, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgilerin taraflarca
duruşmaların icrası sırasında her an için iddia ve savunma kapsamında dile
getirilebilir ihtimalinin bulunması, bu durumun da söz konusu bilgilerin
içeriğinin her an davanın tarafı olmayan üçüncü kişiler tarafından içeriğine
vakıf olunma riski arz etmesi, dava dosyasının birleştirme talepli açıldığı
sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü dosyası olarak da bilinen mahkememizin 2015/297
esas sayılı dava dosyası ile irtibatlı oluşu, bahsi geçen dosyada kapalılık
kararı verilmiş olması, Yargıtay 16. Ceza Dairesince MİT tırlarıyla ilgili ana
dava dosyasında duruşmaların kapalı icra ediliyor oluşu, iddianamede sanıkların
aynı zamanda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 328 ve 330'uncunun maddelerine
mümas siyasal ve askeri casusluk maksadıyla devlet sırrı kapsamında yasaklanan
bilgileri temin etme ve ifşa etmekle suçlanmaları hususları hep birlikte
gözetilerek kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı bir başka deyişle
zorunlu kıldığı halin varlığı kabul edilerek 5271 sayılı CMK'nın 182/2-3, 186/1
madde ve fıkraları uyarınca duruşmaların tamamının kapalı yapılmasına ancak
CMK'nın 155/1-2, 187 ve 262.maddeleri hükümleri gözetilerek sanıkların eş ve
çocuklarının kapalı duruşmalarda hazır bulunmasına izin verilmesine, bu kişilere
duruşmalara katıldıklarında duruşmaların kapalı icra olunmasını gerektiren
hususları ifşa etmemeleri bakımından yasal ihtaratta bulunulmasına, aksi
davranışın TCK'nın 285. maddesi gereğince yasal sorumluluk doğuracağının da
ihtar edilmesine karar verilmiş, bu ara karar doğrultusunda duruşmalar kapalı
icra olunmuştur.
SAVUNMA :
A-SAVCILIK İFADELERİ :
Sanık Can Dündar İstanbul C. Başsavcılığında alınan 26/11/2015 tarihli
ifadesinde; "Ben 35 yıllık gazeteciyim. Çeşitli gazetelerde yazar, genel yayın
yönetmeni olarak çalıştım. Bana sormuş olduğunuz FETÖ / PDY terör örgütü olarak
isimlendirdiğiniz oluşumla uzaktan yakından ilgim olamaz. Ne Fetullah Gülen ne
de Emre Uslu ile hiçbir münasebetim yoktur. Ben şu anda hakkımda yürüttüğünüz
soruşturmanın mağduruyum. Zira bir basın mensubu olarak yıllardır devlet
içerisindeki bu oluşumların sakıncalarından bahsettim. Adana'da MİT tırlarının
durdurulması olarak adlandırılan olay nedeniyle gazetemde attığım manşet tamamen
bir gazetecilik faaliyetidir. Bunun dışında ne casusluk ne örgüte yardım ne de
bir başka suçla kesinlikle hiçbir ilgim olamaz. Sizin FETÖ olarak
adlandırdığınız bu oluşuma "ne istediler de vermedik" diyenler yargılanmalıdır.
Yapmış olduğum bu haber sadece gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Susurluk'ta
nelerin yaşandığı, devlet sırrı olarak adlandırılan eylemlerin nerelere vardığı
ortadadır. Aynı zamanda bir öğretim üyesi olarak master tezimi "devlet sırrı"
konusunda hazırladım. Ben neyin sır olup olmadığını değerlendirebilecek
konumdayım. Devletin bu olay sebebiyle iki kurumunun birbirine düşmesi ayrıca
vahimdir. Bir gazeteci olarak bu olay benim için bir haberdir. Amacım kamuoyunu
uyarmak ve bilgilendirmektir. Aynı zamanda bir takım hataların önlenmesi için
devletin de çıkarınadır. Nitekim aynı gün yazdığım başyazı ile bu yayını neden
yaptığımızı gerekçeleriyle izah ettim. Ayrıca şunu da ifade etmek isterim ki;
gerek Watergate ve gerekse İrangate skandalları olarak bilinen hadiseler de
vakt-i zamanında devlet sırrı olarak kabul edilen ve bu haberler sebebiyle
gazetecilerin yargılanmaya çalışıldığı olaylardır. Ancak aradan geçen yıllardan
sonra devlet adına bu operasyonları yürütenler yargılanıp mahkum edilmişlerdir.
Ben bu bilgi ve belgeleri nereden aldığımı gazetecilik etiği gereği söyleyemem,
ancak şunu ifade edebilirim ki hiç kimse veya örgüt bana bu konuda hiçbir
talimat veremez. Meslek hayatımda bunun hiçbir örneği yoktur. Yaptığım tamamen
gazetecilik faaliyetidir. Kaynağımı açıklamak istemiyorum ama şunu
söyleyebilirim kesinlikle cemaatle bir ilgisi yoktur. Ben gazeteci olarak
kamuoyunu uyarma görevimi yaptığımı düşünüyorum. Kesinlikle cemaat eliyle devlet
aleyhine hiçbir eylemim söz konusu olamaz, bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde
Aydınlık gazetesinde yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı görüntüler
farklıdır. Haber değeri vardır. Bu nedenle faaliyetim gazetecilik faaliyetidir.
Başka hiçbir amaç taşımamaktadır" şeklinde beyanda bulunmuştur.
Sanık Erdem Gül İstanbul C. Başsavcılığında alınan 26/11/2015 tarihli
ifadesinde; "Ben 20-25 yıllık gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı
açıklayamam. Bu nedenle kusuruma bakmazsanız bu konuda herhangi bir bilgi
veremem. Ben Basın - Yayın Yüksekokulu mezunuyum. Ankara gazetecisiyim. Bunu
şunun için vurguluyorum. Ankara gazetecisinin ilgi alanı devlet bürokrasisidir.
Bunu da bu refleksle yayınladım. Bunun dışında yasal olmayan hiçbir amacım
maksadım yoktur. Gazeteciyim, haber değeri taşıyan her şeyi yayınlarım. Herhangi
bir örgütün, oluşumun amaçları doğrultusunda hiçbir faaliyet yürütmedim. Özel
bir maksadım yoktur. Bu haberi yayınlarken birilerinin yararına, birilerinin
zararına hesap etmedim. Benim amacım halkın bilgilenmesidir. Ben Bayram Kaya
ismini şu anda tam olarak hatırlayamadım. Emre Erciş'i ise sosyal medyadan
tanıyorum. Bunun dışında ikisiyle de görüşmem olmadı. Yaptığım haber gazetecilik
refleksi gereğidir. Olayları savcı yada hakim gibi düşünemem. Suç işleme kastım
yoktur. Herhangi bir örgüte yardım niyetim de bulunmamaktadır. Ben 20 küsur
yıllık gazeteciyim. Bütün meslek hayatım devletin milletiyle beraber barışık
olmasıdır. Bütün haberlerim ve yayınlarım bu minval üzeredir. Bunun dışında
hiçbir yasadışı kastım söz konusu olamaz" şeklinde beyanda bulunmuştur.
B-SULH CEZA HAKİMLİĞİNDEKİ İFADE VE SORGULARI :
Sanık Can Dündar İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliğinde yapılan 26/11/2015 tarihli
sorgusunda; "Ben 35 yıldır gazetecilik yapıyorum. Sicilim ve sabıkam yoktur.
Daha önce böyle bir suçlamaya maruz kalmadım. Yaptığım faaliyet gazeteciliktir.
Bahsettiğiniz örgütleri bilmiyorum. Bütün bu örgütlerden haberdar değilim. Şunu
biliyorum devletin içinde bir yapılanma vardı, hala vardır. Ben kişisel olarak
bu yapılanmanın ne kadar zararlı olduğunu yazdım. Gazetem ve çalışanları
tutuklandı, mağdur oldu. Biz Türkiye'ye ne kadar mağdur olduğumuzu gösterdik.
Biz bunları yaparken Devlet vardı. Bu tezgahı birlikte kurdular, ortaktılar ve
hepimizin bildiği gibi kurdukları kumpas bir yerde bozuldu ve ayrıldılar.
Cumhurbaşkanı "ne istediler de vermedim" dedi ve ihanete uğradığını söyledi.
İşin garipliğine bakın ki biz olayın mağduru olan gazete ve gazeteciler bu
yapının ne kadar tehlikeli olduğunu yazan yazarlar, o yapıya yardımcı olmakla
suçlanıyoruz. O yapının ortağı olan ne istediğini verdiğini söyleyen
Cumhurbaşkanı bizden şikayetçi oluyor. MİT tırlarına gelirsek bu olayı ilk yazan
ben değilim. Bahsettiğimiz iki yapının kavgasından dolayı ortaya çıkan
birşeydir. Nasıl olur da bir ülkenin jandarması ile istihbaratçıları karşı
karşıya gelir. Bu korkunç ikili yapının sonuçlarıdır bunlar, bu bir sır
değildir. Bunu yazan ilk ben değildim, savcılar belirttiler neden o tırları
çevirdiğini, fotoğraflar çıktı, o tırların nasıl çevrildiğine dair görüntülerine
ulaştık. İlk elde devlet farklı tepkiler verdi. MİT dedi ki biz ülke dışına
silah sevk etmedik, ülke içinde silah nakli yapıyordu. Başbakan dedi ki gıda ve
yardım malzemesi gönderiyorduk. Daha sonra silah olduğu çıkınca Türkmenlere
gönderiyorduk dediler. Tuğrul Türkeş "silahın vallahi billahi Türkmenlere
gitmediğini biliyorum" dedi. Tanık olarak dinlenebilir. Bu görüntüler elimize
ulaştı. Bir gazeteci olarak vermemiz gereken karar şuydu: ülkenin istihbarat
teşkilatı kendi görev tanımında olmayan bir silah nakli gerçekleştiriyor. Yani
suç işliyor. Bu ulusal hukukta da suç, uluslararası alanda da suç, bize
savcılığın suçlamasını sayarken dediniz ki ülkenin milli menfaatleri için gizli
kalması gereken bilgileri ifşa etmişiz. Ben ülkenin menfaatlerinin yalan
söylemekten geçtiğini inanmıyorum. Ben bu ülkenin milli menfaatlerinin
istihbarat teşkilatının silah ticaretinde olduğuna inanmıyorum. Hiçbir suç gizli
damgası ile örtbas edilemez. Devlet yurttaşına yalan söyleyerek adil bir devlet
olamaz. Bir devlet adamının görevi böyle durumlarda devletini düştüğü zor
durumdan kurtarmak olabilir. Hatırlatmak isterim ki gazeteci devlet memuru
değildir. Benim görevim halk adına devleti denetlemektir. Devlet bir hata
yapıyorsa, hükümet yanlış bir olaya bulaşmışsa kamu adına bunun hesabını sormak.
Uluslararası çapta yankısı olan bir olay, silah nakli, devlet adamları o
tırlarda ilaç vardı diyor, ilaç olan kutuları kaldırdığınız zaman silahları
görüyorsunuz. Nereye gittiğini görmüyoruz. Nereye gittiği beni ikinci derece
ilgilendiriyor. Bunun hesabını birisinin sorması lazım, bu bir devlet içi
çatışma olabilir, uluslararası bir tezgah olabilir. Devlet radikal islamcıları
silahlandırıyor olabilir ve hiçbir milli menfaat bunu legalize edemez, meşru
gösteremez. Gazeteci olarak benim görevim kamuyu bundan haberdar etmektir. Kamu
derken okuyucularımızı kastediyorum, bunları yayınlayarak devleti bir yanlıştan
kurtardık. Daha önce bunu Susurluk'ta gördük, devlet suçluları kullanabiliyor,
suç işliyor. Yaptıkları vahim hataları gizli damgaları ile kendini aklamaya
çalışıyor. O dönemde de biz bunlara karşı çıktık ve yayınlayarak devletin daha
temiz bir topluma evrilmesine yardımcı oldum. Bugün de böyle bir durum var.
Bugün ne yazık ki, devlet bütün uluslararası toplumun tepki gösterdiği bir silah
ve insan ticaretine aracılık ediyor. Benim doktora tezim "devlet sırları yasası"
üzerinedir. Dünya örneklerini inceledim. En bilinen örneği Watergate ve İrangate
skandallarıdır. Günümüzde Wikileaks belgelerinin yayınlanması yine bunları
gündeme getirdi. Burada temel mesele devletin güvenlik ihtiyacı bunun karşısında
da halkın bilme hakkı ve gazetecinin ifade özgürlüğü var. Bunlar çatıştığı zaman
ne olur, asıl konuştuğumuz şey budur. Ben burada ifade özgürlüğünün devletin
güvenlik ihtiyacının önüne çıktığını düşünüyorum. Hiçbir şekilde devletin suç
işleme özgürlüğü yok. Hiçbir güvenlik gerekçesi bunu örtmez. Biz bu haber
nedeniyle tutuklanıp yargılanıp mahkum olursak bu hem Türkiye'de hem
uluslararası kamuoyu önünde bir yalan haber yaptığımız için olmayacak. Bu
devletin halkına yalan söylediğini belgelediğimiz için olacaktır ve bütün
mahkeme sürecinde biz bütün belgeleriyle bu yalanı ortaya koyacağız.
Watergate'de de aynı şey oldu ve Başkanın istifası ile sonuçlandı. İrangate
Amerika'nın İran'a silah satışını belgeledi, bütün sorumlular mahkeme önünde
ifade verdi. Wikileaks Amerika'nın bütün usulsüz belgelerini ortaya koydu.
Burada beni casuslukla ile itham edebileceğiniz herhangi bir kanıt yoktur.
Hiçbir ülke ile ilgim yoktur. Kendi ülkemin istihbaratı dahil, belirttiğimiz
FETÖ örgütü ile hiç bir ilgim yoktur. Bu zamana kadar mücadele ediyorum. Bir
casus düşünün ki ulaştığı bilgiyi aynen gazeteye basıyor, bir casus düşünün ki
paylaştığı haberden 5,5 ay sonra geliyor, 5,5 aydır elini kolunu sallayarak
geziyor. Ben yapılanın iyi bir gazetecilik olduğunu düşünüyorum. Bugün olsa yine
yayınlarım. Kamuoyu iyi ki bunları öğrendi, iyi ki Cumhurbaşkanı dün "silahsa
silah ne olmuş yani" deme noktasına geldi. Böyle diyerek bu görüntülerin montaj
olduğu, sahte olduğu, yanıltıcı olduğu iddialarını da boşa çıkarmış oldu. Yani
kabul etti. Bu bile bize yönelik suçlamanın düşmesi için yeterlidir diye
düşünüyorum. Cumhurbaşkanı silahsa silah ne olmuş diyorsa ben de haberse haber
diyorum ne olmuş yani. Bir kez daha hiçbir çıkar grubu ile cemaat ile istihbarat
ile ilgim olmadığını ve gazetecilik dışında bir mesleğim ve amacım olmadığını
vurgulamak istiyorum. Ben MİT yasasında silah ticareti yani tırlara silah
yükleyip komşu ülkelere gönderme görevi olduğunu bilmiyorum. Eğer MİT kendisine
verilmeyen bir yetki ile silah taşıyorsa bu kanaate varıyorum. Yayın yasağı
gelir gelmez görüntüleri sitemizden kaldırdık. Görüntüye yönelik yasak gelmişti.
Halen de sitemizde yoktur. Ama konu devam ediyordu. Konuya ilişkin yeni
tanıklıklar çıkmıştı, belgeler ve bilgiler onları yayınladık. Gelen belgeler
asla cemaat kaynaklı değil, haber kaynağımı gazeteci olarak açıklamama hakkım
vardır" şeklinde beyanda bulunmuştur.
Sanık Erdem Gül'ün İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliğinde alınan 26/11/2015 tarihli
sorgusunda; "Bugün davet üzerine savcılıkta ifademi verdim. İlk kez orada
yazdığım bir haber üzerine devletin sır bilgilerini edinip ifşa etmek. Jandarma
var dedi, jandarmanın belgesi dolayısı ile savcılıktaki ifadem sırasında
devletin sır bilgilerini ifşa etmek, ayrıca terör örgütü olmadan isteyerek
yardımcı olmak suçlamalarına maruz kaldık. Bu suçlamaları mantığım almıyor.
Çünkü gazetecilik zor bir şeydir. 20 yıldır gazeteciyim, bazen iktidarların
devlet gücünü devlet otoritesini kullanan yetkilerle çatışmalarını içerir.
Dünyanın 5. kuvveti denilmesinin sebebi de budur. Bir gazeteci olarak bu tür
sıkıntıların farkındayım. Asla bir terör örgütü ile bir haberimin yan yana
anılması, ya da casusluk faaliyeti bilgi birikimim bakımından bunu bir çerçeveye
oturtamıyorum. Haberle ilgili somutlarsam, genel yayın yönetmenimiz de anlattı,
ben onun görüşleri tekrar olmaması için Ankara gazetecilğinden bahsetmek
isterim. Savcılık ifademde de söyledim. Biz Basın - Yayın'da öğrenciyken bize
neyin haber olacağı anlatılırken Ankara gazeteciliğine gelirken devlet
organlarının faaliyetlerini izlemek, haberleştirmek olarak anlatılırdı. Dolayısı
ile buradaki sizin sorularınıza da yanıt verirken ayrıntılı olarak olur,
Devletin bir numaralı organlarından olan Jandarma'nın hazırladığı bir belgedir.
Benim için cemaat ile hükümetin kavgası önemli değildir. Ben haber yaparken kim
kiminle kavga ediyor. Bu haber kimin işine yarayabilir, kime zarar verebilir,
sorularını sormam. Sadece tek bir soru benim gazetecilik anlayışım, halkın
yararı ve sağlığı, ülkenin barışı. Benim için önemli olan toplumun güvenliği ve
barışıdır. Devlet organı kullanan iktidarların yaptığı eylemler kimi zaman
şeffaf değilse halktan bunu saklıyorsa bunu ortaya çıkarmaktır. Devletin
güvenliğinin halkın güvenliği varsa olabileceğini düşünüyorum. Silahlar meselesi
de benim açımdan olmazsa olmaz haber yapılması gereken birşeydir. Halkın
güvenliği halkın barış içinde yaşaması ancak silahsızlanma ile mümkündür.
Devletin kendi ordusu silahlı güçleri var. Ancak bunların dışında silahlı
faaliyetleri zarar vereceğinden gazeteci bunu halka haber vermelidir. Örneğin
ağır salgın bir hastalık olabilir, iktidar olan bir parti seçimi kaybetmemek
için bunu halktan saklayabilir. Bunu yazmayan gazetecinin bunu yazmaması suçtur.
Ben silah meselesini de bu şekilde düşünüyorum. Bunu yazan sadece biz değiliz,
bununla ilgili olarak haberlerde, medyada, sosyal medyada devamlı yazılıyor.
Benim oradaki amacım sadece halkın bilgilendirilmesini taşıyor. Savcılık
tutuklanmamı istedi. Sonuçta ben hiçbir örgütün üyesi değilim. Hiçbir örgütün
üyesi olmayı kafamdan hiç geçirmedim. Casusluk suçlamasını çok üzücü buluyorum.
Bu haber nedeniyle yazdığım bir haber nedeniyle yargılanırsam, bu suçlardan
yargılanırsam ülkedeki düşünce ifade özgürlüğü, halkın haber alma hakkı ve
medyanın iktidarları denetleme görevi dolayısı ile 4. güç olma görevi ve imkanı
çok azalmış olacaktır. Buradaki bu suçlamalarla yargılanmak medyayı daha fazla
korkutacak, sansür, otosansür gibi halkın gerçekleri bilmesinin önüne geçen bir
süreç medyada başlayacaktır. O yüzden suçlamaları reddediyorum. Serbest kalıp
haber yapmak istiyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur.
C-MAHKEMEMİZDEKİ SAVUNMALARI :
Sanık Can Dündar mahkememizde 01/04/2016 tarihli celsedeki savunmasında; "Sayın
başkan, sayın üyeler, savunmama başlamadan önce bir talebimi dile getirmek
istiyorum. Bliyorsunuz yargılanma nedenimiz; Milli İstihbarat Teşkilatına ait
tırlarda birtakım mühimmat malzemelerinin taşındığına dair görüntüleri
yayınlamak ve bu aracılığıyla devlet sırlarını ifşa ettiğimiz söyleniyor,
bununla suçlanıyoruz. Fakat biz bunların, bu görüntülerin halkın bilme hakkı ve
gazetecilerin öğrenme hakkı çerçevesinde olduğunu belirtiyoruz. Bu görüntüler
dosyanızda var, bir DVD içinde, kapalı oturum kararı da bu milli gizlilik, milli
sır kapsamında olduğu için alındığına göre, izniniz olursa ben savunmamda o
görüntüleri izleyerek, üzerinde izah ederek ve neden bu görüntülerin
yayınlanmasının zorunlu olduğunu anlatmak istiyorum, onun için izniniz olursa
dosyadan o DVD'nin alınarak mahkeme salonuna gösterilmesini ve benim onun
üzerinde izahat yapmama izin verilmesini istiyorum.....Sayın başkan, sayın
üyeler, doğrusu bugün sizin yerinizde olmak istemezdim çünkü çok zor bir
duruşmaya başlıyoruz, çünkü biliyorsunuz ortada bir Anayasa Mahkemesi kararı var
ve Anayasa Mahkemesinin bizim tahliyemize ilişkin ve yapılan işin gazetecilik
olduğuna, basın özgürlüğü kapsamına girdiğine ilişkin bir kararı var ve bu
karardan sonra sayın Cumhurbaşkanı bu kararı tanımadığını, bu karara
uymayacağını söyledi ve mahkemenize talimat niteliğinde bir demeç verdi, o
demeci burada aynen okumak istiyorum, dedi ki, ilk derece mahkeme kararında
direnebilirdi, dirense olaylar farklı gelişirdi, diren bakalım, Anayasa
Mahkemesi ne yapacak bunu görelim. Bu demeç bildiğim kadarıyla Cumhuriyet
tarihimizde bir ilktir, ilk kez bir Cumhurbaşkanı, hukuku hiçe sayarak, Anayasa
Mahkemesinin verdiği kararı tanımadığını söylüyor ve size de tanımamanız
gerektiği konusunda bir çağrı yapma cüreti gösteriyor. Bu herhalde işinizi
yeterince zorlaştıracak bir talimattır diye düşünüyorum. Bitmiyor arkasından bir
başka demeç verdi. Bu hukuksuzluk eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne
giderse, oradan da en fazla tazminat cezası çıkabileceğini söyledi ve neredeyse
parası neyse veririz demeye getiren şu demeci verdi. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi de Anayasa Mahkemesinin istikametinde karar verirse o da sadece
tazminat bakımından bağlayıcıdır, devlet o tazminatı öder. Bu sözler daha sonra
yandaş basınında yer aldı ve hem Anayasa Mahkemesi Başkanı, hem Anayasa
Mahkemesi üyeleri, sonra da heyetinizin üyeleri hakkında bir karalama kampanyası
başlatıldı ve yeniden tutuklanmamız yönünde de yandaş medyada bir kampanya
açıldı. Yetmedi duruşmaya neredeyse saatler kala duruşmanın savcısı
değiştirildi, geleneklere aykırı olarak ve mahkeme heyetine yedek biliyorsunuz
bir heyet oluşturuldu. Anladığım şu benim, yani sizlerden biri Allah muhafaza
bir sağlık sorunu olursa, oradan birileri heyete eklenecek, ben size sağlıklar
diliyorum. Hem hukuk sağlığınız açısından, hem sizlerin sağlığı açısından çünkü
böyle bir değiştirmenin politik anlaşılması elbette kaçınılmaz olacaktır. Tabii
bu da bitmiyor, savcılık sürekli yeni belgeler ekliyor dosyaya, günden güne,
nereden biliyorsunuz derseniz, yandaş medyadan okuyoruz hakkımızdaki
suçlamaların neler olacağını, öncelikle gazetelere sızdırılıyor, biz oradan
okuyoruz, sonradan dosyaya konduğunu tahmin ediyoruz ya da umuyoruz, dolayısıyla
mahkemeye gelmeden basından okuduğumuz bazı suçlamalarla karşı karşıyayız.
İlginç bir şekilde belgeler şeffaf, mahkeme gizli. Bu da tabii mahkemenin
seyrine dair bize bir şey söylüyor, kamuoyu önünde bir yargılama yapılıyor
aslında ama duruşma nedense gizli tutuldu, burada bütün bu koşullar altında
yapılacak savunma ve yargılama elbette sadece basın özgürlüğü açısından değil,
ülkemizde hukukun üstünlüğü açısından da son derece bir önem taşımaktadır ve bir
gösterge olacaktır. Bütün dünyanın gözü önünde yapılan bir yargılama, ne yazık
ki bunu biz istemedik, bu gizlenmeye çalışıldıkça açığa çıkarılan bir belge
niteliği taşıdı ve ister istemez dünya çapında bir önem kazandı, o yüzden Türk
yargısının da bağımsız olup olmadığının bir göstergesine dönüştü ne yazık ki,
onun için hepinize kolaylıklar diliyorum başlarken. Sayın başkan önce neyle
suçlandığımızı kısaca hatırlatmak istiyorum başlıklar halinde. Biz devletin
gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin
etmekle suçlanıyoruz önce, sonra devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması
gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklamakla suçlanıyoruz, üçüncüsü cebir
ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve
görevlerini yaptırmaya kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüsle suçlanıyoruz.
Dördüncüsü silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek, isteyerek yardım
etmekle suçlanıyoruz. Bunları izninizle tek tek değerlendireceğim, fakat buna
gelmeden huzurunuza bizi getiren süreci bir özetlemek istiyorum önce. Şimdi
gazeteci iseniz ve bir gazetenin yöneticisi pozisyonundaysanız, her gün önünüze
çok sayıda belge ve bilgi gelir. Bu kaçınılmazdır üstelik bu sizin
gazeteciliğinizin önemli kaynaklarından biridir, değişik yollarla gelir, haber
kaynaklarından gelir, postayla gelir, hiç tanımadığınız insanlardan belge ve
bilgiye ulaşır size. Biz uzun süredir Cumhuriyet Gazetesinde Türkiye'nin Suriye
politikasını eleştiren yayınlar yapıyorduk, bu politikanın yanlış olduğunu,
Türkiye'ye zarar vereceğini, bölgede bir iç savaşı tetikleyeceğini söylüyorduk,
Suriye'de iç savaşı tetikleyici rolü olduğunu dile getiriyorduk, biliyorsunuz
Türkiye'nin özellikle oradaki radikal islamcı unsurlarla çok yakın ilişkide
olduğuna, onlara silah ve mühimmat desteği verdiğine dair çok sayıda haberler
çıkıyordu, oradaki militanların Türkiye'ye getirildiği, Türkiye'de kamplarda
onlara silah eğitimi verildiği, çatışmaya gönderilirken sınırda kolaylıkların
sağlandığı, daha sonra çatışıp döndüklerinde yaralı olanlara tedavi hizmeti
verildiği ve İstanbul'da belli bölgelerde üstlendiklerine dair çok sayıda haber
çıkıyordu, hem yerli basında hem uluslararası basında Türkiye IŞİD'e yardımcı
oluyor görüntüsü nedeniyle uluslararası alanda sıkıştırılıyordu ve Türkiye'nin
Suriye politikasını eleştirenler arasında başta gazetem de vardı. Bu nedenle biz
bunun sakıncalarına dikkat çeken yayınlar yapıyorduk ve bu nedenle de çok sayıda
belge ve bilgi elimize ulaşıyordu. Geçen yıl Mayıs ayı sonunda benim elime bir
görüntü ulaştı, bu gelen görüntü de birazdan izleyeceğimiz görüntü de, 19 Ocak
2014 günü Adana'da çekilmişti, görüntü, Ceyhan ilçesi Sirkeli gişeleri önünde.
Önce izleyeceğimiz görüntünün öncesinden bahsedeyim. Görüntüde üç tır var,
bunlar İl Jandarma Komutanlığına bağlı askerlerce durduruluyor, önünde bir sivil
araç var, eskortluk yapıyor, jandarma müdahale ediyor, çok sayıda jandarma var
orada, tam sayısını zannediyorum 150 olarak bildirdiler, 150 jandarma personeli
bir tırı durduruyor, tırdaki şoför konumunda olan ve şoförün yanındakilere
araçtan inmelerini söylüyor, araçtakiler kendilerinin Milli İstihbarat Teşkilatı
görevlileri olduğunu belirtiyor, aralarında bir tartışma yaşanıyor, sonra
araçtakiler yaka paça indiriliyor, devletin istihbarat görevlileri yüzü koyun
yere yatırılıyorlar, elleri kelepçeleniyor ve bütün bunlar kaydediliyor
kameralar tarafından. Yani özetlemek gerekirse devletin bir silahlı gücü,
devletin istihbarat görevlilerine silah çekiyor, zor kullanıyor, kelepçeliyor ve
bütün bunlar kayıt altına alınıyor. O sırada jandarma komando ekipleri de
eskortluk yapan araçtakilere silahlarını doğrultuyorlar ve onları teslim olmaya
zorluyorlar. Müdahale sırasında görüntülerde görüyoruz, kelepçelenenler ısrarla
kendilerinin MİT mensubu olduğunu söylüyor ve bunu yapmamaları için ikaz ediyor
fakat jandarma ısrarla onları yerde tutmaya devam ediyor ve az sonra da olay
mahalline devletin polisi geliyor ve polis de birbiriyle çatışan jandarma ve
istihbarat birimlerinin etrafında konumlanıyor. Bu herhalde bu da Cumhuriyet
tarihinde ilk kez oluyor, belki en son Talat Aydemir'in darbe girişimi sırasında
devletin silahlı güçleri birbirine silah çekmiştir, şimdi gözünüzün önüne
getirin bir devlet, bir ülke, ülkenin istihbaratçıları ile jandarması arasında
bir çatışma var ve polis de gelip bunu kamufle etmek için orada bulunuyor. Ve
bize bunun sır olarak saklanması söyleniyor, bir defa önce şu sır meselesine
değineyim, bunun garabetini anlatmadan önce, bu haberin ilk kez bizim
gazetemizde yayınlandığı zannediliyor, zannediyorum iddianameden da okuyunca
öyle anlaşılıyor, bu yanlış. Bu bir hafıza kaybı olsa gerek çünkü olayın
olduğunun hemen ertesi günü, yani bizim haberimizin çıkmasından 14 ay önce olay
gazetelerde yer aldı. Bakın bu gazete Cumhuriyet gazetesinden yine örnek
vereyim, 20 Ocak 2014 günü "Yedi Tırlık Kriz" şeklinde manşetten verilmiş bu
haber ve silah yükü ihbarıyla yeti tır durduruldu, MİT'in kontrolündeki üç araç
aranmadı diyor. Savcılara talimat gönderildiği belirtiliyor, şoförlere kelepçeli
gözaltı diye haber verilmiş, Sadece Cumhuriyet'te değil bütün gazetelerde çıktı.
Tırı aratmadılar diyor aynı gün, 20 Ocak haberin devamında 7 adet tırda silah
araması yapıldı, Aydınlık gazetesi 20 Ocak 2014 pazartesi günü, bir başka gazete
Adana'da şüpheli yedi tır didik didik arandı demiş, farklı haberler alma,
birinde arandı diyor diğerinde aranmadı diyor ama bütün haber yayınlanmış. 20
Ocak'ta başka ne olmuş, o gün, hemen ertesi gün Cumhuriyet Halk Partisi genel
başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tırlarda silah taşındığı demecini vermiş, MİT'in
silah kaçakçılığı görevi olduğunu söylememiş, Türkiye'nin uluslararası alanda
meşruiyeti tartışmalı konuma geliyor demiş, yani sır o gün darmadağın olmuş,
ifşa edilmiş, ortalığa saçılmış, Türkiye'de tartışılmaya başlanmış. AKP sözcüsü
Ömer Çelik açıklama yapmak zorunda kalmış, tırlarda ne olduğu kimseyi
ilgilendirmez demiş, CHP grup başkanvekili İNCE, bizim vergilerimizle
El-Kaide'ye, Özgür Suriye Ordusuna silah gönderiyorsanız, ülkemizin
başını belaya sokuyorsanız, elbette bizi ilgilendirir demiş. Bütün bunlar bizim
şu anda devlet sırrını ifşa ettiğimiz suçlamasına binaen daha önce çıkan
haberler, üstelik 14 ay öncesinden bahsediyorum. Konu meclise gelmiş, meclis
gündeminde günlerce tartışılmış, aydınlatılması için soru önergeleri verilmiş,
reddedilmiş, Cumhurbaşkanı, dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakan bu konuda demeçler
vermiş ve konu tamamen alenileşmiş, yani haberimizin çıkmasından bir buçuk yıl
önce konu sır vasfını tamamen yitirmiş, eğer mesele görüntü is o da Aydınlık
Gazetesinin 21 Ocak 2014 günkü manşeti ile "işte tırdaki cephane" fotoğrafıyla
gördüğünüz gibi yer almış gazetede ve bizim yayınımızdan önce bu konuda gündeme
gelmiş ve deşifre olmuş. Yani şunu anlıyorum, biz yazınca büyük olay olmuş,
buradan tabi kendi gazetem adına ve kendim adına bir iftihar payı çıkarıyorum,
demek ki öbürlerini çok kaale almamışlar, bizimkini daha önemsemişler. Bununla
tabii ki övünmek isterim, ne kadar büyük bir etkileme kudretine sahip olduğumuzu
anlıyoruz ama işin sır olmadığını da buradan ortaya koyabiliyoruz. Bu
görüntüleri izniniz olursa hızlı şimdi bir görebilir miyiz? (Görüntülerin
izlenmesi esnasında) Tırlarda ne varmış bir bakalım şu anda devletin görevlileri
tır'ın arkasındaki malzemelerin bulunduğu kasaların kapağını açıyorlar ve bu
çelik kasalar, o durdurulan üç tır'ın arkasındaki kasalar. Kasalar açılıyor,
içinden kutular çıkıyor. Kutular, karton kutular da tekrar görevlilerce
açılıyor, o sırada kameralarda kayıtta. Kayıtta olan kameralar basın kameraları
değil, zannediyorum hem jandarma, hem sivil görevliler kayıt yapıyor orada ve
kameralar önünde kutular açıldığında, kutuların içinde önce bir takım ilaç
kutuları çıkıyor, şimdi onları göreceğiz. Evet bunlar ilaç kutuları, çünkü
Türkiye oraya insani yardım malzemesi gönderdiğini iddia ediyor, kamuoyuna böyle
ilan etti, dünya kamuoyuna da böyle ilan etti, çıkanlar ilaç kutuları fakat
görevliler bu ilaç kutularını biraz sonra kaldırdıklarında altındaki
cephanelikle karşılaşıyorlar. Bunlarda içinden çıkan mühimmat, burada 2000 havan
ve top mermisi var, şu gördükleriniz ve 80.000 makineli tüfek mermisi var.
Bunlar da envantere kaydediliyor jandarma tarafından, tabii aslında suça konu
değil o görüntüler ama tırın durduruluş ve bütün istihbaratçıların gözaltına
alınma görüntüleri de var elimizde ve orada da bu devletin silahlı kuvvetlerinin
nasıl birbirine düşürüldüğünü çok net bir şekilde bütün vehametiyle görme
şansımız var. Evet bunlar detaylar, bunlar işte hemen yayınlandıktan sonra yayın
yasağı getirilen görüntüler bunlar, şu anda bunlar üzerinde yayın yasağı
var...Şimdi bir istihbarat teşkilatı düşünün ki, bir tırın içine silah yüklüyor,
İstihbarat Teşkilatı'nın böyle bir görevi yok yasal olarak, yani Yasasında MİT
silah taşır diye bir hüküm yok. İlaç taşır diye bir şey de yok, yani Milli
İstihbarat Teşkilatı bir başka ülkeye, tırlar içerisinde mühimmat sevk ediyor.
Yasasında olmayan bir şey bildiğim kadarıyla illegal demektir yani illegal bir
şey yapıyor yani suç işliyor, yani ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı suç
işlerken, ülkenin jandarması tarafından yakalanıyor, suçüstü yakalanıyor ve
bunun görüntüleri çıkıyor ortaya. Jandarma subaylarıyla Milli İstihbaratın
elemanları birbirine silah çekiyorlar ve bir çatışmanın eşiğine getiriliyor
ülke. İstihbaratçılar kelepçeleniyor, o sırada devletin Valisi giriyor devreye,
çünkü muhtemelen dönemin Başbakanı Valiyi uyarıyor ya da İçişleri Bakanı tırları
bırakın diye jandarmaya talimat veriyor yani illegal bir eylemin sürmesi yönünde
talimat veriyor. Jandarma onları dinlemiyor, trların önünü kesen istihbaratçılar
o sırada boşluktan yararlanarak anahtarları alıp kaçıyorlar, yumruklaşmalar
oluyor, jandarma o yumruklaşma sırasında anahtarı geri alıyor ve tırları parka
çekiyor, tırlar içindeki mühimmatla götürülüyor, bütün bunlar şehrin ortasında
ve büyük bir mühimmat yani bir patlama tehlikesinin olduğu yerde herkesin
birbirine silah çektiği bir ortamda yaşanıyor, bütün bunlar olurken MİT Bölge
Başkanının bütün bu olup bitenden haberi yok yani resmi bilgi sahibi olması
gereken makamlara bilgi verilmemiş, daha sonra ortaya çıkıyor bu, Savcı geliyor,
tırların kasasının açılmasına, biraz önce izlediğimiz görüntülere nezaret ediyor
ve onları kayıt altına aldırıyor, o sırada Emniyet Müdürü gelip polislere bu
tırların etrafını çevirme emri veriyor ve tırlar yeniden polis gözetiminde MİT'e
teslim ediliyor, peki gitmesi engelleniyor mu, hayır, tırlar o park yerinden
alınıp silah yüklü bir şekilde sınırı geçip tekrar Suriye'ye gidiyor. Baştan
sona bir devletin bittiği yer, bir devlet fiyaskosu, yani devletin istihbarat
teşkilatı belli ki gizli bir operasyon düzenlemiş, bir şekilde açığa çıkmış,
rezil olmuş, Türkiye'yi rezil etmiş, jandarma gelmiş, devletin istihbaratına
silah çekmiş, kelepçelemiş, polis gelmiş bu yolsuzluğu önleyici yerde, bu
hırsızlığı ya da neyse silah kaçakçılığına göz yummuş, devletin Başbakanı girmiş
devreye, Valisi girmiş, Emniyet Müdürü girmiş, MİT Bölge Başkanı girmiş,
devletin bütün kuvvetleri birbiriyle çatışma haline gelmiş ve ona rağmen bu
hukuksuzluk, bu illegal ticarete göz yumulmuş ve devlet rezil olma pahasına
bütün bu suçüstü durumunu kapatmaya çalışmış, hemen bunun duyulmaması için ne
gerekiyorsa yapılmış ve tırlar gene de oraya gitmiş. Biz bu görüntülere
ulaştığımızda Cumhuriyet gazetesinde "Devletin Bittiği An" başlığını attık,
gerçekten de ben şu anda ona inanıyorum, gerçekten de devletin bittiği an bu
andır. Peki sonra ne olmuş yani şunu burada söylemek zorundayım, dünyanın
neresinden, uygar dünyadan bir gazeteciyi bulup getirirseniz burada tanık olarak
dinleyin, eğer bir tanesi bile bu haber değildir derse ben mesleği bırakmaya
razıyım. Bu dünyanın her yerinde uluslararası çapta bir skandaldır ve aslında
hükümet devirecek çapta bir skandaldır, bir Cumhurbaşkanının, bir Başbakanın
bütün bu ilişkiler ağırını içinde olması, bir ülkenin istihbarat teşkilatının,
jandarmasının, polisininin birbirine silah çekmesi olağanüstü büyük bir
uluslararası skandaldır ve bırakın gizlenmeyi yani burada asıl sorumluların
yargılanmasını gerektiren çok büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Sonra ne
oldu bir de ona bakalım, biz bunu nasıl düzelteceğiz paniği başladı devlette,
şimdi rezil olduk, bunu nasıl toplarız, tamam basını susturacağız ama duyuldu
artık gazetelere haber oldu, jandarma biliyor, polis biliyor, emniyet biliyor,
şimdi panik halinde hata yapmaya başladı devlet peşpeşe, önce İstanbul Başsavcı
Vekili dedi ki görüntüler kurgudur, bu yayınlanan görüntüler ve hemen erişim
yasağı getirdi aman görünmesin bu rezalet diye. Soruşturma başlattı bizim
hakkımızda yani olayı yapanlara hiçbir şey yok ama yayınlayanlara niye
gösterdiniz bu rezaleti diye soruşturma başladı. Adana Savcılığı gerçeği
yansıtmayan sahte görüntüler yayınlamakla suçladı bizi, işte sahte görüntüler
dedi biraz önce izledik ve soruşturma açtı. Dedik ki, sahte falan değil yani
sahte olduğuna dair bir şey biliyorsanız hemen düzeltelim, kaldı ki devlet
sırrını ifşadan soruşturma açıldı, görüntü gerçek değilse biz niye sırdan
yargılanıyoruz, eğer sırsa demekki gerçek demektir, o zaman gerçek olmadığı
iddianız doğru değil diye, sonra bunun komik olduğunu anladılar yani bu iddiadan
vazgeçtiler, gerçek değil iddiasından, bu sefer gerçekti ama silah yoktu insani
malzeme vardı dediler, bunların insani malzemeler olmadığı görüntüleri çıktı bu
kez ortaya, MİT nasıl toparlayacağını bilemedi, onun üzerine dedi ki, aslında
Türkiye'deki birimler arasındaki işlemi yapıyorduk biz dedi, ki böyle bir
yetkisi de yok yani silah taşıyamıyor, kaldı ki bu da yalandı, çünkü sınır
dışına çıktı bildiğimiz kadarıyla o görüntüler, malzemeler. Başbakan Davutoğlu,
29 Mayıs'ta bir açıklama yaptı, Fransız haber ajansına dedi ki, yardım Özgür
Suriye Ordusuna gidiyordu, ertesi gün Ankara'da fikir değiştirdi, dedi ki o
yardımlar Suriye'de Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu diye düzeltti çünkü
ilkinde yaptığı hatanın büyük sorun çıkaracağını, diplomatik kriz çıkaracağını
geç anladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan onun üzerine bu açıklamaya sarıldı,
Türkmenlere insani yardım yolluyorduk dedi. Tabii insani yardım değildi
gönderilen, o da ortaya çıkmıştı, iyice zor durumda kaldılar, bunun üzerine o
dönemin Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan yardımcısı Tuğrul Türkeş dedi
ki, bizim bölge ile çok yakın irtibatımız var, huzurunuzda yemin ediyorum,
vallahi de, billahi de, bu silahlar Türkmenlere gitmiyordu dedi. Kendisi
biliyorsunuz şu anda Başbakan Yardımcısı koltuğunda ve mahkemede ihtiyaç olursa
kendisinin tanıklığına başvurmak istiyoruz, acaba fikrini değiştirdi mi yoksa
silahlar hala Türkmenlere gitmedi mi, bu konuda yeminine sadık kalacağını
umuyoruz bu arada tabii Bayırbucak Türkmen komutanları açıklama yaptı, bizlere
öyle bir şey gelmedi, yardım gelmedi, biz burada canla başla çalışıyoruz diye
kaldı ki gönderilen kapı zaten Türkmenlere yakın bir kapı değil, El-Nusra'ya
yakındı ve Reyhanlı Kapısı özellikle onun için tercih edilmişti ve muhtemelen
giden silahlar oradaki radikal islami unsurlara gidiyordu, biz haberimiz de bu
konuda bir detay vermedik, ama bu tartışma giderek yaygınlaştı. Elbette
Türkmenlere gidiyor olabilir, denilebilir ki her devlet bunu yapıyor, illegal
yoldan, her devlet oraya silah yığmaya çalışıyor ama her devlet yakalanmıyor ve
yakalandığı zaman hesabını veriyor ve Türkmenlere gidiyor olması tabii bir
devletin illegal silah ticareti yapmasını aklamaya yetmiyor, dolayısıyla sadece
insani yardım açısından oraya müdahale şansı var devletlerin, hukuken bildiğim
kadarıyla. Sonunda artık anlaşıldı ki bunlar silah ve Suriye'ye gidiyor ve
oradaki iç savaşta bir tarafı Türkiye ve Cumhurbaşkanı tartışmayı şöyle
noktaladı. Silahsa silah ne olmuş yani. Tartışma bitti aslında yani
Cumhurbaşkanı kabul etti, silah yolluyoruz ne var kardeşim dedi ve bizim
açımızdan ne sır kaldı, ne devlet sırrı kaldı, ne oraya
yapılarının gizli kalma zorunluluğu kaldı, tamamen alenileşti olay ve
Cumhurbaşkanının bu sözüyle de bitti yani devlet istihbarat teşkilatı eliyle
komşusuna mühimmat sevk ettiğini itiraf etti bir anlamda. Sonra bu silahların
neler olduğunu Jandarma Kriminal Laboratuvarı raporlarıyla belgelendi, rapora
döküldü ve o raporlar da Erdem Gül'ün haberiyle gazetemizde yer aldı ve biz
şimdi o raporlardan dolayı da yargılanıyoruz, yani tırların içindeki silahların
dökümünü yayınladığımız için, yani gerçeği açıkladığımız için, bu aslında hem
ulusal bir suç, hem uluslararası bir suçtur. Fakat suçlular değil bu suçu ortaya
serenler karşınızda şu anda ve onlar yargılanıyor, orada çevirme kararını veren
savcı tutuklandı, emri uygulayan jandarma komutanları yargılanıyor, tutuklandı,
hakimler tutuklandı, hatta devlet bunlarla da yetinmedi, operasyon sırasında
silahları koklayarak bulan polis köpeğini de görevden aldılar, görev yerini
değiştirdiler, Köpek zannediyorum Silivri kargo şubesinde görevli şu anda. Fakat
ilginç bir şekilde bütün bu operasyonda asıl suçlu olması gereken devletin
istihbarat teşkilatını bu duruma düşüren, gizli bir operasyonu açığa çıkaran, ne
istihbaratçılar, ne kamu görevlileri, ne devlet yetkilileri, ne Bakanlar, ne
dönemin Başbakanı suçlanmadı ve hükümetin işlediği bu suçların ve istihbarat
teşkilatının beceriksizliğinin hesabını biz veriyoruz burada ve suçu ortaya
serenler yargılanıyor ve suçlular değil biz karşınızda bulunuyoruz. Ben burada
oturma düzeninde bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum, biz müştekiyiz devletimizin
bu hale getirilmesinden ve asıl şüphelilerin burada müşteki pozisyonunda olanlar
olması gerektiğini düşünüyoruz ve bir gün onların da yargılanacağına yürekten
inanıyoruz. Neden yayınladık bu haberi diye o gün bir başyazı yayınlamıştık kısa
bir başyazı yayınlamıştık, ben kaleme almıştım, izin verirseniz onu burada hızla
okumak istiyorum, bu haberi neden yayınladık: "Patlaması halinde bir şehri yok
edecek kadar çok silah, bu ülkenin havalimanına gizlice indiriliyorsa, o
silahlar TIR'lara yüklenip bu ülkenin şehirlerinden, topraklarından,
sınırlarından geçiriliyorsa, o silahlar, o ülkenin bütün denetim kurumlarından,
meclisinden, halkından habersizce, komşudaki bir savaşın taraflarından birine
destek olmak için gönderiliyorsa, gönderilen taraf, bu ülkenin sınırları içinde
silahlı eylem yapmış, bu ülkeyi sık sık tehdit etmiş, vahşi bir terör örgütüyse,
gönderen hükümet, bu silahların mevcudiyetini ısrarla reddediyor, bu silahları
durduran askeri yetkilileri görevden aldırıyor, bu silahlar hakkında soruşturma
açan savcıları tutuklatıyor, yargılatıyorsa, bu ülkenin halkı, bu silahlar
dolayısıyla karşı karşıya olduğu riskleri bilmiyor, bu sevkiyatın hayati,
siyasi, hukuki, diplomatik sonuçlarından haberdar olamıyorsa, yapılan örtülü
operasyon başlı başına bir suçsa ve hiçbir yasa, bir suç eylemini
meşrulaştırmaya kifayet etmiyorsa, bir gazetenin, bir gazetecinin görevi okurunu
bilgilendirmek, halkı bu tehlikeden, bu tehditlerden haberdar etmek, bu maceraya
kalkışan yetkilileri ikaz etmektir. Cumhuriyet, bu sorumluluğun bilinciyle bu
görüntüleri yayınlıyor" Bu gazetecilik sorumluluğu üzerine de birkaç cümle etmek
istiyorum izin verirseniz. Dünyanın hiçbir yerinde kendisine gazeteciyim diyen
hiç kimse, hiçbir basın mensubu, böyle bir haberi görmezden gelemez, eğer
görmüyorsa ona gazeteci denemez. O devlet memurudur olsa olsa. Sayın başkan
hiçbir gazeteci önüne gelen bir haberi yayınlayıp yayınlamamaya karar verirken
bu devlet sırrı mı, Cumhurbaşkanımızın hoşuna gidecek mi, Başbakanımız gücenecek
mi, acaba hakimler ne der ve saire diye düşünmez. İki şeye bakarız, bir haber
gerçek mi, doğru mu, en önemli kıstas budur. İki, bu haberin ve yayınlanmasında
kamu yarari var mı, buna bakarız. İlki daha kolay bir sorudur ama ikincisi biraz
subjektif bir ister istemez çünkü kamu yararı subjektif bir kavramdır ve
insandan insana değişir, kurumdan kuruma, ülkeden ülkeye değişir. Burada tabii
iş geliyor ve bunun yayınlanmasında bir kamu yararı var mı? sorusuna
düğümleniyor. Ben habere baktığım zaman, evet bunun gerçekliğinden hiç şüphe
etmedim, bu gerçekti, çünkü daha önce deşifre olmuş bir bilginin, bir
istihbaratın teyidi mahiyetindeydi, doğruluyordu, sadece fotoğrafların
görüntüleri vardı elimizde, ama görüntüler çok daha çarpıcıydı. Dolayısıyla
bunun yayınlanmasında gerçeklik açısından hiçbir sakınca görmedim. Kamu yararı
burada %100 diye düşündüm. Yani bir %1'lik bile bir kuşku duymadım. Çünkü hem
ülkenin meclisinden gizli, hem kamu otoritesinden gizli, hem parlamenterlerden,
kamuoyundan olayın en azından Adana halkından yani oradan bir silah geçiyor, çok
ciddi bir mühimmat geçiyor ve elbette istihbarat teşkilatı bunu davul zurnayla
yapacak değildi, ama orada bir patlama olsaydı ki, oldu daha önce Reyhanlı'da, o
patlamanın ne olduğu, kaç cana mahal olduğunu biliyorsunuz. Türkiye'nin en büyük
facialarından birini yaşadık ve öyle bir patlama halinde bunun hesabını verecek
olanlar, muhtemelen ortaya çıkmayacaklardı. Oysa bu operasyonda, ki bizler
onların kimler olduğu gördük, kamu yararı %100'dü. Yani bunun yayınlanmaması söz
konusu olamazdı ve benim gazetecilik kıstasıma göre, kaldı ki haberi
yayınlamadan önce gazeteciliğimizin gereğini yaptık, Milli İstihbarat
Teşkilatını aradık ve görüş bildirmelerini istedik, bir cevap alamadık.
Dolayısıyla gazeteciliğin evrensel ilkesi olan double check dediğimiz olayın
karşı taraflarından görüş alma zorunluluğuna da uymaya çalıştık. Şunu anlıyorum
devletlerin sırları olabilir ve her devlet kendi sırrını korumakla yükümlüdür ve
hepsini kamuoyuyla paylaşmak zorunda değildir. Ama siz de şunu anlayın, hiçbir
suç devlet sırrı görüntüsü altına saklanamaz. Eğer suç işleniyorsa onun
üstündeki çok gizli damgası geçerliliğini kaybeder. Çünkü o zaman bizim devlete
inanmamız için hiçbir neden kalmıyor ortada, o zaman her suçlu eğer yetkili
makamdaysa belgenin üzerine çok gizli damgasını vurduğu anda kendini suçsuz ilan
edebilir ve suçunu örtbas edebilir. Bizim görevimiz buna izin vermemek. Bizim
gazeteci olarak görevimiz halka karşı ve okurumuza karşıdır ve bir suç varsa,
orada sır olamayacağını savunmak ve bunu sergilemek zorundayız. Eğer ülkenin
istihbarat teşkilatı kendi Yasasında olmayan bir yetkiyi kullanıyorsa bunu
bildirmek bizim görevimiz, Meclis haberdar edilmemişse bunu uyarmak bizim
görevimiz. Eğer bu ülkenin halkı tehdit altındaysa bir patlama tehdidi
altındaysa uyarmak bizim görevimiz. Bir devlet Cumhurbaşkanından, Başbakanına
kadar halkına yalan söylüyorsa bunu teşhir etmek bizim görevimiz, biz
yapmayacaksak kim yapacak ki bunu, yani ülkenin Cumhurbaşkanı diyor ki, orada
silah yoktu, ilaç vardı. E yalan, şimdi ben ne yapacağım. Cumhurbaşkanımız yalan
söylüyor ama idare edelim mi diyeceğim. Yoksa bir ülkenin Cumhurbaşkanının
halkına yalan söyleme hakkı yoktur mu diyeceğim. Ülkenin istihbarat teşkilatının
Yasasını açık bakıyorum, silah taşıma diye bir sorumluluğu yok, ama taşıyor. Ne
yapacağım ben burada?, ya işte devletimizin çıkarları demek ki böyle
gerektiriyor. Biraz önce iddianamede sayın yargıç değindi. Diyor ki orada;
devletin, halkın çıkarı doğrultusunda gibi bir ifade var zannediyorum, not
almıştım okurken, peki, evet, diyor ki; ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda
yürütülen faaliyetler Milli İstihbarat Teşkilatınca, ne malum, nasıl emin
olacağız ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda bu faaliyetler, bence değil.
Kim buna karar verecek, bu yürütülen faaliyet gerçekten bu benim milli
menfaatime mi, yoksa aykırı mı? şu geldiğimiz o günden bugüne geldiğimiz noktaya
bakın, Suriye iç savaşındaki duruma bakın, oradaki radikal islami hareketin
yükselişine bakın ve bugün Allah aşkına kendi kendinize düşünün, oraya yapılan
silah sevkiyatı gerçekten ülkenin hayrına mı olmuştur, milli menfaatimiz
doğrultusunda mıdır? bence biz oradaki ateşe, yangına benzin döktük ve ülkenin
başına belayı soktuk ve şimdi belki de büyükşehirlerimizdeki patlamaların bir
nedeni de o yardımları bir süre sonra kesmek zorunda kalmamız, Çünkü deşifre
olması, bunu bilmemiz için belki de böyle değil bilmiyorum, ama bunu tartışmamız
lazımdı. Bundan meclisin haberdar olması lazımdı. Kamuoyunun haberdar olması
lazımdı ve benim görevim gazeteci olarak, bunu tartışmaktı. Biz bunun ülkenin
gerçekten milli menfaatin olup olmadığını, sadece istihbarat teşkilatının
başındaki bir şube müdürüne bırakamayız. Buna ne cüretle kendisi karar
verebilecek ki, hangisi ülkenin, ne ülkenin menfaatine, ne değil ve basit bir
şekilde buna sırdır deyip geçebilecek. Devleti yönetenlerin yasa dışına çıkmak
gibi bir ayrıcalığı yok. Devleti yönetenlerin halka yalan söylemek gibi bir
ayrıcalığı yok. Eğer bunu yaparlarsa bunun deşifre etmek de gazetecinin en doğal
hakkı ve görevi, hatta sorumluluğudur. Sayın Başkan bitmiyor, Cumhurbaşkanı
haberin yalan olmadığı ortaya çıkıp da kendisinin söylediğinin yalan olduğu
anlaşılınca, bu kez tehdit yoluna gitti. Haberin yayınlanmasından hemen sonra
devlet televizyonuna çıktı ve aynen şu cümleyi kurdu; 'bu haberi yapan kişi
bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu' burada bahsedilen ben oluyorum.
Sanıyorum bu da Cumhuriyet tarihimizde bir ilktir. İlk kez bir Cumhurbaşkanı bir
gazeteciyi yaptığı doğru haberden ötürü açıkça tehdit etti. Bununla da
yetinmedi, şahsen davacı oldu. Adeta ortaya çıkan kendi sırrıymış gibi ve basın
tarihimizde bir Cumhurbaşkanının, bir gazeteci için istediği en ağır cezayı
istedi ve böylece buraya geldik. Şimdi başta sıraladığım suçlamalara tek tek
kısaca değinmek istiyorum. İlki bu gizli kalması gereken bilgileri ifşa
ettiğimiz, temin ettiğimiz bölümü, bir defa bu tabiri de kısaca değerlendirmemiz
lazım, gizli kalması gereken bilgilerin kararını kim veriyor? ve neden bu
bilgilerin gizli kalması gerekiyor? halk için mi? o radikal islamcı örgütler
için mi? bu suçu işleyenler için mi? Hükümetin o günkü menfaatleri için mi gizli
kalması gerekiyor,
bu bilgilerin? bilgi doğru, bilgi suç, devlet suç işliyor ve bu bilginin gizli
kalması gerekiyor. Başbakan yalan söylüyor ve bu bilginin yalanlanmaması
gerekiyor, kimin için, ben niye Başbakanın siyasi çıkarını düşünmek zorundayım.
Niye MİT'in beceriksizliğini örtbas etmek zorundayım. Benim gazeteci olarak
böyle bir görevim yok. Benim görevim; üstelik bu devletin sağlığı için, sağlıklı
işlemesi için, devletin silahlı kuvvetlerinin birbirine silah çekememesi için,
devletin bu hallere, bu durumlara düşürülmemesi için, halkın bilgi alma hakkı
için, gazetecilerin haber verme hakkını savunmak için, benim çıkarım bu
bilgilerin gizli kalmaması yönünde, benim inancım şu ki, ortaya çıkan sır
devletin sırrı değildi. Devletin içinde odaklanmış bir grubun kendi başına
verdiği bir macera kararının sonucuydu ve onların sırrıydı ve bu sırrın ortaya
çıkmasını hazmedemediler ve bu yüzden şahsen şikayetçi oldular. Ama ne yazık ki,
zaten gizli kalmamıştı bilgi ve ben yazdığımda çoktan ifşa edilmiş durumdaydı.
Dolayısıyla biz gizli kalmamış bir bilgiyi ifşa etmekle suçlanıyoruz karşınızda,
milli menfaat meselesine de değindim. Dolayısıyla temin etmekte hiçbir sakınca
görmedim bu bilgileri, ikinci suçlama casusluk, bu başlı başına bir komedi,
çünkü ben 37 yıllık gazeteciyim. Bırakın casusluk yapmayı, bana böyle bir şeyi
teklif edenin alnını karışlarım. Ben casusluk suçlaması olsa olsa bir mizah
eseri olabilir yada benimle şaka yapılıyor olabilir. Bugünün de 1 Nisan olması
hasebiyle, hangi ülkenin casusu olduğumu bilmiyorum. İddianamede yazmıyor,
nereye askeri, siyasi bilgi temin etmişim, nasıl temin etmişim. Neden şaşkın bir
casus olarak götürüp bulduğum bilgiyi ertesi gün gazeteye basmışım ve ilk işimde
yakalanmışım. Bunların gerçekten cevabı yok. Buna ancak gülmekle
yetinebiliyorum. Hangi devlet bu öyle bir iddianamede, bir insan casuslukla
suçlanırsa sen şu devlete çalışıyordun, şundan bilgi aldın, şuraya sattın, bunun
karşılığında şunu aldın denmez mi ve buna ilişkin belgeler ortaya konmaz mı? kim
talimat vermiş, ne cüretle ve ben hangi talimatı yerine getirmişim, bugüne kadar
sicilimde böyle bir şey var mıymış? bunları ortaya koymadan savcılığın böyle bir
şeyi bu kadar kırık dökük bir iddianameye karşımıza getirilmesine ancak
gülebiliyorum. Tanık yok, kanıt yok, casusluk sadece böyle bir suçlama ve iddia
var ve iddianameyi keşke vaktimiz olsaydı da böyle özetlemeyip okusaydık. Orada
görecektiniz ki savcılık 52 köşe yazımı alıp, oradan bir derleme yapmış ve benim
yayın evleriyle sık sık yaptığım bir yazı koleksiyonumu oraya koymuş, teşekkür
ediyorum kendilerine, yazılarımı böyle kıymetli bulup yayınladıkları için, ama
bunları delil olarak casusluk delili olarak koyması, kendisinin belge bulmadaki
yeteneğini kanıtlıyor, bunu bütün okurlarımız okudu zaten, bu kadar gizli
belgenin yazı olarak gazetede yayınlanmasına nasıl inanıp da oraya koydular,
gerçekten ben şaşıyorum. Kariyerimize bakarsanız Erdem'in de, benim de bırakın
casusluk gibi bir leke sürmeyi, en ufak bir ne hakaret, ne buna ilişkin bir defo
bulacaksınız. Biz sadece haberciliği savunduk bugüne kadar, gazetecilik dışında
hiçbir iş yapmadık. Hiçbir gelir kaynağımız olmadı, bütün hesaplarımız
zannediyorum, didik didik edilmiştir. Orada bir kuruşluk bir iddia
bulabilirseniz ben bugün mesleği bırakmaya hazırım. Gazetecilik, yazı dışında en
ufak bir faaliyetimiz, casusluk dışında da herhangi bir memuriyet veya başka bir
ilişkiye ilişkin bir kuruşluk bir çıkar ilişkisi göremezsiniz. Ama şuna
inanıyorum, bu silahları nakledenler bu silahları sınır ötesinde bir yerlere
gönderenler, gerçekten casusluk gibi bir suçu işlemiş olabilirler ve bunun
soruşturulması gerekecek, ben bunun soruşturulacağına da inanıyorum. Ülkenin
çıkarları aleyhine eğer birileri komşu ülkeye silah naklettiyse bakın o işte
casusluk olabilir. Bakın o işte vatana ihanet olabilir. O zaman biz müşteki
konumda olacağız ve o zaman onlar sanık sandalyesinde oturuyor olacak, bir ara
Julian Assange örneği verildi. Adalet Bakanı tarafından ve bu yapılanın
Avrupa'da da cezalandırıldığı söylendi. Yani gazetecililer dünyanın neresinde
devlet sırrını ortaya koyarsa orada yargılanır, işte Julian Assange dedi, işte
Edward Snowden dedi Bakan. Bu benzetme için sayın Bakana teşekkür ederim. Çünkü
bizim müdafaamıza destek verme amacı taşıyor bu vurgu, tam da biz de bunu
vurgulamak istedik. Wikileaks örneğini verdi. Wikileaks skandalı Kasım 2010'da
patladı ve Amerika Birleşik Devletleri arşivinden 2000 kadar belge yayınlandı.
Bunların belgeleri çok gizli damgası taşıyordu ve devlet sırrı mahiyetindeydi.
Belgelerin önemli bölümde Amerikan ordusunun Afganistan savaşındaki yazışmaları
vardı ve orada yaptıkları yargısız infazlar, sivil katliamları belgeleniyordu.
Belgeleri sızdıran Bradley Manning diye bir erdi. Amerika bunu çok tartıştı o
günlerde, ben tesadüfen Orta Doğu Teknik Üniversitesinde doktora tezimi devlet
sırları yasası üzerine yazmıştım ve basın ilişkileri üzerine bu konuda
uluslararası müfredata hakimim. Amerika'da çok tartışıldı, ben de çok yakından
izledim. Hep tartışılan şuydu, Amerikan Devleti Afganistan savaşında sivilleri
öldürdüyse bu bilgi sır kalabilir mi ve devlet sırrı mahiyetinde midir,
kamuoyunun buna verdiği cevap hayır, devlet eğer orada bazı sivilleri
katlettiyse bu devlet sırrı olamaz, bir suç devlet sırrı sayılamaz, buna karar
verdiler ve belgeler 26 Kasım tarihinden itibaren Amerika ve İngiltere
gazetelerinde yayınlandı. İşte Guardian Gazetesi, Afgan savaşındaki gizli
belgeler diye, birinci sayfadan manşetten yayınladı. Washington Post, NSA
belgeleri diye sızan belgeleri yayınladı. Türkiye'de Taraf Gazetesiyle
anlaştılar. Wikileaks Türkiye belgeleri diye, belgeleri sır belgeleri
yayınladılar. Newyork Times sızan gizli belgeler diye birinci sayfadan yayınladı
ve Der Spiegel gazetesi Almanya'da birinci sayfadan, Amerikalıların suçları diye
verdi ve böylece Amerikan hükümetinin nasıl illegal yollara başvurduğunu
öğrenmiş oldu. Peki Bakan diyor ki; 'orada da yargılandılar' doğru
yargılandılar, iyi de kim yargılandı, orada haberi sızdıranlar yargılandı. Yani
bu belgeleri sızdıran devlet yetkilileri yani Er Bradley MANNİNG tutuklandı ve
gazetecilere ne oldu, NSA belgelerini yayınlayan Washington Post ve Guardian
gazeteleri o yılın Pulitzer ödüllerini aldılar. Dünyanın en büyük gazetecilik
ödülüdür ve o gazeteler hakkında en ufak bir işlem yapılmadı ve gazeteciler
hakkında da yapılmadı. Dünyada batı dünyasında kural budur. Suç belgeyi
sızdırmaktır, gazeteci belgeyi yayınlamakla suçlanmaz, ödüllendirilir ve
açıkçası bu davada biz daha çok casus bölümünde değil, Washington Post,
Guardian, Der Spiegel gibi konumdayız. Bu belgeleri yayınlayan konumundayız.
Dolayısıyla ödüllendirilmemiz gerekiyordu, ödülleri de aldık. Bu haberle
ödüllendirildik. Şimdi birkaç suç daha kaldı, bir tanesi cebir kullanarak
Cumhuriyeti ortadan kaldırmak, tabii bu casusluktan bile gülünç bir iddia yani
bir haberle Cumhuriyeti nasıl ortadan kaldırabildiğimiz konusu hakikaten bize
hakketmediğimiz bir kudret yüklüyor. Cumhuriyete de hak etmediği bir zayıflık
atfediyor. Çok şükür ki biz ne o kadar güçlüyüz, ne de Cumhuriyetimiz o kadar
zayıf, bir haberle ortadan kalkacak kadar, ama şu filmi izlediniz. Devletin
jandarması, istihbaratına silah çekiyor ve polis gelip her ikisine de silah
çekiyorsa o devletin cebir kullanılarak nasıl Cumhuriyetin ortadan
kaldırıldığının belgesidir bu film ve asıl Cumhuriyeti cebir kullanarak ortadan
kaldıranların kimler olduğunu hepimiz orada gördük ve siz onları çağırmıyorsunuz
huzurunuza bizi çağırıyorsunuz ve bizi yargılıyorsunuz. Biz sadece o rezaleti
belgelemekle burada suçlanıyoruz. Buna hiç kimse inanmaz ve ben o rezaleti
ortaya serenlerin de bir gün burada hesap vereceğini çok iyi biliyorum. Biz
cebir falan kullanmadık, hiçbir kalem o kadar güçlü değildir. Sadece cebir
kullananları teşhir ettik. Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya çalışanları halkımıza
gösterdik. Gene eğlenceli bir bölüme geleceğim. Silahlı terör örgütüne yani
Fethullah GÜLEN'e yardım meselesi, efendim, biz üye değilmişiz çok şükür, bu da
bir şey tabii, Fethullah GÜLEN'in silahlı terör örgütü varmış, biz ona üye
değilmişiz ama bilerek isteyerek yardım etmişiz, tabii burada savcı biraz
insaflı davranmış, bizi yıllardır mücadele ettiğimiz bu örgüte üye yapmayarak,
bir cömertlik göstermiş, sadece yardımcılıkla taltif etmiş, ben hayatımda
Fethullah GÜLEN'i görmedim, tanımadım, yazışmadım, hiçbir toplantılarına
katılmadım. Gülen okullarında CIA ajanlarının görev yaptığına dair bir
haberimden dolayı da karşılıklı davalaştık ve karşılığında davalık oldum.
Telefonlarımı dinlediler, dinlenen telefonlar arasında benimki de var ve halen
de soruşturma sürüyor, telefonlarımın Fethullah GÜLEN'e bağlı polislerce
dinlendiğine dair, hadi ben neyse Cumhuriyet gazetesi 1974'den beri bu örgütle
savaşıyor. Bu örgütün Türkiye için ne kadar zararlı olduğunu ta 1974'de
saptamış, o günden beri yazılar, makaleler, yazı dizileri, kitaplar yayınlamış
ve paralel bir örgütlenmenin devletin nasıl felç ettiğini belgeleriyle ortaya
koymuş, devleti, sorumluları uyarmış ve bunu anlatmak için çırpınmış adeta
Cumhuriyet gazetesi bu yüzden kumpas hedefi olmuş, birçok kumpasta üzerine
gelinmiş, telefonları dinlemiş, yazarları tutuklanmış, yıllarca hapis
yatırılmışlar ve bu örgütü doğrudan hedefi olmuş Cumhuriyet gazetesi ve bizler,
peki bizi yataklık etmekle suçladığınız o örgütle böyle canla, başla mücadele
ederken, bu örgütlenmeyi, bu paralel örgütlenmeyi kim inşa etti diye sorarsanız,
iki isim geliyor aklıma, birisi Recep Tayyip ERDOĞAN, diğeri Fethullah GÜLEN bu
iki isim el ele vererek bu devleti böyle inşa ettiler. Bir devlet yapılanması
kurdular, paralel, polisi, yargıyı ele geçirdiler, üniversiteyi ele geçirdiler,
medyayı ele geçirdiler, bütün bunlar gözümüzün önünde yaşandı. Birbirlerine
düşene kadar son derece yakın ilişkiler içinde dünyanın her yerinde okullar
kurdular. Bakanlar onları açmaya gitti. Devletin hava yolları şirketi oralara
seferler düzenledi. Devletin eğitim teşkilatı onların emrine verildi. Devletin
polisi tamamen kontrol altına verildi ve gün geldi aralarında bir kırgınlık
olduğu zaman ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp ne dedi, ne istediniz de vermedik dedi.
Sonra da pardon kandırılmışız dedi. Pardon ama biz kandırılmadık. Biz
biliyorduk, yıllarca yazdık. Üstüne gittik, hükümeti uyardık. Tehlikenin
farkında mısınız dedi bu gazete, bas bas bağırdık yapmayın bunu, bir devlet
böyle olamaz dedik, şimdi utanmazlığa bakın ki bizim uyardığımız bütün bu
insanlar kalkmışlar bizi o örgüte destek olmakla suçluyorlar. Buna kargalar bile
güler ve buna nasıl inandırabileceklerini bilmiyorum. Bu gazetenin arşivinden
herhangi bir cildi getirelim buraya bugün karşınıza serdiği 1000 tane evraktan
çok daha fazlasını orada haber olarak göreceksiniz. Burada suçlanması gereken
iki isim var. Erdoğan ve Gülen bunun hesabını vermesi gereken onlardır. Biz bu
paralel yapılanmanın, gizli örgütlenmenin suçlusu değil, mağduruyuz ve mağdur
olarak onların suçluluğunu ilan etmekle yükümlüyüz. Cumhurbaşkanı kandırıldıysa
bunun bedelini ödemelidir. Bizden soramaz. Biz kandırılmadık, inatla, sabırla,
cesaretle söyledik, üstüne gittik, yargılandık bu yüzden, suçlandık, hedef
alındık, şimdi hiç kimse bize böyle bir işbirliği ve ortaklık iddiasını atamaz
ve böyle bir kara leke süremez. Çok kısaca ifade sürecimizden de bahsetmek
istiyorum. Sulh Ceza Hakimliğindeki ifade sürecimizde bütün bu sorgularda bize
ne casusluğumuz soruldu, ne silahlı örgüte üyelik iddiası soruldu, ne hangi
hükümet lehine, aleyhine çalıştığımız soruldu, ne kimden talimat aldığımız
soruldu, ne örgüt bağlantımız soruldu, bize sadece bu haberi yaptınız mı, siz mi
yaptınız, nereden aldınız diye soruldu, biz de biz yaptık dedik. Bitti sorgu,
bilmiyorum, siz daha iyi bilirsiniz, bir insana iki kez hayat boyu hapis cezası
verilecek kadar önemli bir suçlama yöneltilirken bunlar mı sorulur ve bir tanık
gösterilmez mi? hiçbir soru sorulmaz mı? bir belge gösterilmez mi? o casusluğa
dair, bilmiyorum, sonuçta anlaşıldı ki sayın savcı bizi yardım yataklıkla
suçladığı örgütten öğrendiği taktiklerle yani Fethullah Gülen taktikleriyle
kanıtsız, tanıksız bir şekilde bizi bir örgüt çuvalının içine atmaya çalışıyor
ve orada aynı suçlamaların hedefi yapmaya çalışıyor. Ayrıca ifademiz alınırken,
bize hükümeti devirmek gibi bir suçlama atfedilmemişti. Sonradan bunun
iddianameye eklendiğini de belirtmeliyim. Bu garabet sonucu biz tutuklandık ve
92 günü tecrit koşullarında geçirdik. Tutuklu kaldık Silivri Cezaevinde,
tutukluluğumuz süresince Başbakan ve hükümet sözcüsü defalarca sağ olsun,
tutuksuz yargılanmamamız gerektiğini söylediler. Herhalde yetkili değildi
kendisi!. Bu gazetecilerin tutuksuz yargılanması konusunda önlerinde şans vardı,
Mecliste bu konuda yasa teklifleri vardı. Bülent ARINÇ dava bile açılmamalıydı
dedi ve sonuçta zaten biz gazeteciler için açık hava hapishanesi olarak
nitelenen Türkiye bir kez daha basın özgürlüğünün utanç verici sayfalarından
biriyle karşı karşıya geldi. Bütün uluslararası örgütlerin listelerinde son
sıralara itildi ve nihayet Anayasa Mahkemesi hukuksuzluğu gözler önüne serdi ve
yapılanın bir terör eylemi değil, bir gazetecilik faaliyeti olduğunu tescilledi
ve mahkemeniz o gün bu karar doğrultusunda tahliyemize karar verdi. Ne var ki,
sonra Cumhurbaşkanı bu karara ilişkin biliyorsunuz sözleriyle hukuk devletinin
nasıl ayaklar altına alınabildiğini kanıtladı. Sonuç; sayın başkan, sayın üyeler
Anayasanın açık hükmüne, Anayasa Mahkemesinin kararına uymayacağını açıkça ilan
eden bir Cumhurbaşkanı karşısında bizim sığınağımız yine sizsiziniz. Adalettir,
güçlüler her zaman haklı olmayabilir. Ama haklılar her zaman güçlüdür. Biz
gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Tarihin bazı dönemlerinde güçlüler haklıları
sindirebilir. Ama siz bu haksızlığın uzun sürmeyeceğinin güvencesi olmalısınız.
Adaletin güç karşısında boyun eğmeyeceğini bize ve dünyaya kanıtlamalısınız.
Cumhurbaşkanı emretti, mahkeme de boyun eğdi algısını yaratacak bir hukuksuzluğa
geçit vermemelisiniz. Tersine hiçbir gücün mahkemeye gücünün yetmeyeceğini
ortaya koymalısınız. Adaletin güvencesi olmasınız. Hatırlıyorsunuz, Türkiye 1960
yılında Yassıada'da bir yargıcın, bir Başbakanın yüzüne "sizi buraya tıkan
kudret böyle istiyor" dediğini işitti ve o günden beri biz o hukuksuzluğun
utancı ile yaşıyoruz ve onun bedelini ödüyoruz. Bir daha bu utancı yaşamak
istemiyoruz. Adaletin bir gün herkese lazım olacağını biliyoruz ve yarın
Başbakan, Cumhurbaşkanı yargı önüne çıkarsa onların da adaletle yargılanması
için çabalayan yine bizler olacağız, hiç kuşkunuz olmasın, gazetecilik açısından
bakıldığındaysa bu dava basın özgürlüğüne bir darbe olarak görünmektedir. Mesele
sadece bizim yargılanmamız da değil, kararda da belirtildiği gibi bu yargılama
diğer gazeteciler üzerindeki caydırıcı etki gücüyle de çok önemlidir. Yani
medyanın toptan baskı altına alınmasına vesile olmaktadır. Dolayısıyla kamunun
bilgilenme hakkına da darbe vurmaktadır. Biz yaptığımızın tamamen bir habercilik
faaliyeti olduğuna inanıyoruz. Halkın yöneticileri hakkında gerçekleri öğrenme
hakkını savunuyoruz. Basın ve ifade özgürlüğünden güç alıyoruz. Bizi
casuslulukla suçlayanları haberimiz biz aynı iddiayla suçluyoruz. Yakın bir
gelecekte onların da aynı suçlamayla yargılanacağını inanıyoruz. Sayın başkan
geçen duruşmada itirazımıza rağmen kapalı yapılması kararı aldınız. Böylece
sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da yakından izlediği bir davanın gözlerden
gizlendiği kuşkularına neden oldunuz. Cumhurbaşkanının gözlem için gelen
diplomatlara yaptığı suçlamayla olay bir uluslararası diplomatik krize dönüştü.
Bizim bu davayla ilgili utanılacak, saklayacak bir şeyimiz yok. Adaletin inanmak
istediğimiz gerçek suçluları ortaya çıkartmasını beklediğimiz mahkemenizin
dünyanın gözü önünde yargılama yapması gerektiğine inanıyoruz. Kapalı kapılar
ardında yargılanmayalım. Açalım kapıları, herkes hukuk nasıl işliyor görsün.
Başa dönersem, işiniz zor, bu ortamda hem adi karar vermek, hem yargının en
kudretli şahsiyetten bile bağımsız olduğunu ispat etmek, hem de basın ve ifade
özgürlüğünü gözetmek sorumluluğuyla karşı karşıyasınız ve bunu bütün dünyanın
gözünün çevrildiği kapalı bir duruşma salonunda yapacaksınız. Hayatı boyunca
adil olmaya özen göstermiş bir gazeteci olarak sadece şahsım değil, aynı zamanda
mesleğim adına tarih ve yargı huzurunda beraatimi talep ediyorum, teşekkür
ederim" demiştir.
Sanık Erdem Gül mahkememizde alınan 01/04/2016 tarihli savunmasında: "Öncelikle
bizim buraya sanık olarak bugün gelişimize neden olan haberleri yazdığımız
dönemi biraz anlatmak istiyorum. 29 Mayıs birinci haber. İkinci haberimiz 11
yada 12 Haziran gibi bir tarih. Türkiye açısından da çalkantılı bir tarih. Esas
olarak geriye doğru bir çalkantının da neden olduğu başka çalkantıları da içinde
taşıyan bir tarih. Çünkü arka planında Türkiye'nin neredeyse 5 yılı bulan Suriye
politikası esas olarak fonda esas unsur. Geriye doğru hani biz bir gazetenin iki
yöneticisi olarak aynı zamanda altında haberlerde imzaları olan iki isim olarak
karşınızdayız bugün sanık olarak. Ama o tarihlerde altına imza attığımız ve
gazetenin manşetinden yayınlanan bu haberler aslında geriye doğru tartışılan
Türkiye'nin Suriye politikasında muhalefetin net bir biçimde uzunca bir süredir
Türkiye'yi belki bir Ortadoğu bataklığına sürükleme politikası diye net bir
biçimde dile getirdiği, gazetenin de buna yönelik uyarılar, yayınlarıyla,
yaklaşımlarıyla, haberleriyle uyarılarda bulunduğu bir dönem esas olarak söz
ettiğimiz Suriye politikası. Bizim yazdığımız ikisi de MİT tırları diye bilinen
iki haberdeki konu da yine kamuoyunda bir buçuk senedir çok sıkı ve canlı ve
kimi zaman çeşitli suçlamalarla birlikte hatta burada da biraz önce konu
edindiği bir biçimiyle bazı gizlilik kararlarıyla birlikte çok tartışılan ama
aynı zamanda Suriye'den kaynaklanan, Suriye'deki savaşın Türkiye'ye yansıması
biçiminde, bugünlerde daha çok hissettiğimiz ama o tarihlerde biraz daha az
yaşamaya başladığımız bir katliam korkusunun da olduğu bir dönem esas
itibariyle. Hatay Reyhanlı'yı bu anlamda hatırlamalıyız. Sanırım 52 kayıp var.
Yani geliyordu bize de. Hani Ortadoğu'da sürekli gördüğümüz pazarda patlama oldu
50 kişi hayatını kaybetti, cami'de oldu 100 kişi oldu. Türkiye buna çok alışık
değildi. Geçmişte Türkiye'de belki siyasal çatışmalar yaşanmış ama hiç örneğin o
tarihlere kadar çok ciddi hayatımızda bugünlerde artık can güvenliği sorunu
olarak canlı bomba olayımız, geçmişimiz yoktu. Yada bir büyük katliamlar
deneyimimiz bu türlü yoktu büyük büyük patlayıcılarla. Bize gelen haber sadece
gazete bakış açısıyla evet burada biz çok ağır suçlamalar altındayız sadece
haber ve yazı nedeniyle ama gelen habere bakışımız şu biçimdedir. Acaba
Türkiye'yi bekleyen bir silah, patlama, katliam halkın, devletin,
kurumlarımızın, insanlarımızın, çocuklarımızın ve geleceğimize ait acaba bir can
güvenliği tehlikesi, katliam tehlikesi var mı yok mu bakış açısından
kaynaklanmaktadır. Kamu yararı dediğimiz doğrudan zaten bunun kendisidir.
Gazetecinin görevi aynı zamanda uyarmaktır. Dolayısıyla haberlere çok kısaca
değinirsem. Biraz önce biraz daha teknik olarak yada detaylı tartışıldı.
Haberlerdeki unsur esas olarak ülkemizde belki bizi ileride tehlikelere
sokabilecek bir takım yasa dışı, yasal ülkenin resmi güvenlik güçlerinde
bulunması gereken değil onun dışında bir takım silah, mühimmat işleri var mı yok
mu şeklindeki tartışmanın bir belgesi elimize geldiği zaman biz bunu bastık.
Bastıktan sonra dönem bu dönemdi. Asıl olarak şöyle bir gelişme oldu. Hemen
arkasından hatırlayalım. 7 Haziran seçimleri yapılmıştı. Suruç'ta bir katliam
oldu. Çok ağır bir katliam. Belki hani yavaş yavaş işaret fişeği çakılan bir
katliamdı. Arkasından Ankara tren garında bir katliam oldu sonra artık gitgide
sayılarını şaşıracağımız kadar katliamlar olmaya başladı. Bugünlerde de Ankara
ve İstanbul'da, büyük şehirlerimizde acaba Taksim'de bomba patlar mı? Kızılay'ı
tekrar patlatabilirler mi endişeleriyle günlük hayatımızı zaten yeni baştan
gözden geçirmek zorunda kalıyoruz hepimiz. Bizim haberimiz esas olarak habere
ilişkin ben bir gazetecilik görevi bakımından söyleyeceğim. Türkiye bir
katliamla karşı karşıya ise gazetecinin görevi bunu yazmaktır. Buradaki hani
bana sorulabilecek bu konudaki hangi saikle yazdın sorusuna vereceğim tek yanıt
gazetecilik saikidir. Şimdi gazetecilik meselesine de birazcık hani bir iki bir
şey söylemek istiyorum. Çünkü ben yani o tarihte bu haberi yazarken, başka
yazdığım haberler de var benim. Ben 25 yıllık geriye doğru Ankara'da mecliste de
görev yapmış bir siyasi muhabirim. Şöyle düşünmedim yani bu haberden dolayı
Pulitzer alırım hani bizim mesleğin en saygın ödülü. Pulitzer alırım diye de
düşünmedim ama hapse girerim diye asla düşünmedim. Tersine gazete yöneticilerim
iyi oldu yani benim buradaki tek ödülüm nedir? Manşet olmaktır. Manşet olmuşsam
hakikaten demek ki iyi haber yakalamışım. Ha bu suçlanabilir, eleştirilebilir,
gazetecilik mesleği içinde bunun iyi gazetecilik kötü gazetecilik, etik yada
değil açısından tartışmaları yapılabilir ama bu bir ceza yargılamasının konusu
asla değildir. Anayasa Mahkemesinin biz Silivri ceza evinde tutukluyken ve sizin
karşınıza 25 Mart'ta çıkmayı beklerken ilk kez mahkememize çıkmayı beklerken
verdiği hak ihlali kararı yaptığımız eylemin savcılığa göre bir ağırlaştırılmış,
bir müebbet, bir normal müebbet ve artı 30 yıllık cezanın doğrudan gazetecilik
olduğu Anayasa Mahkemesi kayıtlarına da geçti. Şimdi Türkiye'de bir basın
meselesi hani basının durumu üzerinde de biraz konuşmamız gerekir. Şimdi örneğin
bugünlerde hepimiz basın hakkında bazı fikirlere sahibiz. Genellikle hani bende
diyebilirim ki basının içinden bir gazeteci olarak. Bugünlerde basının ağırlıklı
olarak neredeyse birilerine kara çalmak, birilerine karşı tetikçilik yapmak gibi
toplumun fikir ve düşünce hayatını geliştiren yada toplumun ilerlemesini
sağlaması gereken işlevlerini yerine getiren değil bir takım güç ve iktidar
odaklarına tetikçilik yapan bir basın biçimine dönüşme tehlikesi var bugünlerde
ama bu çok konjonktürel bir şey. Yani Türkiye'de basının gerçek durumu bu değil.
Geriye doğru basının çok güçlü bir geleneği var Türkiye'de. Batıda basın
özgürlüğü, düşünce özgürlüğü esas batıya ait bir kavramdır, Avrupa'da gelişmiş
bir kavramdır, batının bir değeridir. Ama bizde de artık azımsanmayacak derecede
düşünce özgürlüğünün, basın özgürlüğünün sınırları çok gelişkindir. Anayasa
Mahkemesi bunu net olarak o kararında net olarak ortaya koyuyor ve sizin de
bildiğiniz hepinizin elinde olan içtihatla AİHM çok daha net bir biçimde
koyuyor. Biz normalde hani biz şimdi güvenlikçi bir devlet olmalıyız. Çünkü bir
katliam tehlikesi karşısındayız. O halde özgürlüklerden biraz daha taviz
verilebilir. Daha güvenliğimizi düşünmek zorundayız gibi bugünlerde yoğun
tartışmalar yapılıyor. Ancak batıda burada tek bir örnek verilemez ki ülkede bir
olağanüstü gelişme olduğu zaman ilk müdahale basına yapılsın. Hiç
hatırlamıyorum. Yani basının var olan haklarını geriletici, onlara bir takım
cezai yaptırımlar uygulayacak, meclisten yasa çıkaracak yada kolluk güçlerinin
basına yönelik uygulamalarını yoğunlaştıracak hiçbir girişim, eylem, yasa yada
uygulama hatırlamıyorum. Ama bizde ilk olarak ilk özgürlükleri elinden alınan
kesim basın olmuştur. Şimdi biz bir yandan da şöyle bir bakış açısı vardır.
Basın ülkenin aynasıdır. Bakalım aynamıza ama bunu bütün geriye doğru bütün
basın ve gelecekteki basın için söylemiyorum. Çok konjonktürel olarak
söylüyorum. Bizim Can Dündar ile ikimizin yazdığımız yazılar ve haberler
nedeniyle bu kadar ağır cezalarla huzurunuza, karşınıza getirilmemiz Türkiye'de
artık gazeteciliğin kolayca yapılamıyor oluşunun en açık delilidir. Bir zaten
Türkiye'de belli yöntemlerle sansür uygulanmaktadır ama bu açık bir oto
sansürdür. Yani ben hiçbir arkadaşımın artık MİT tırları ile ilgili hiçbir haber
yazabileceğine inanmıyorum. Yazamaz. Yazması için çok çok yani bizim
yaşadıklarımızın tamamını yaşamak zorunda kalacak ve buda çok ağır bir bedel.
Biz tabiki ceza ve yargılanma konusu hiçbir meslek grubuna, basına hiçbir meslek
grubuna olmadığı gibi basının da ceza yargılamasından muaf olması düşünülemez.
Hiç kimsenin böyle bir talebi yok. Bizde basının özgürlüğünün biraz daha geniş
olması, daha geniş yorumlanması sanki gazeteciler yargılanmak istemiyorlar, suç
işleyebilirler, suç işleme özgürlüğü istiyorlar gibi yansıtılıyor. Bu özellikle
iktidarlar tarafından yoğun biçimde söylenen, anlatılmak istenen bir yaklaşım
ama bu doğru değil. Evet her meslek grubu, her toplumsal grup gibi basın da
gazeteciler de suç işlediklerinde yargılanabilmelidirler. Yargılanırlar zaten ve
yargılanıyorlar. Ama bu suçlara bakalım, ne olabilir bu suçlar? Halkı
uyardıkları için örneğin yargılanmaz gazeteciler tersine ödül alırlar.
Türkiye'yi bir tehlike bekliyorsa, devletin güvenliği deniyor örneğin. Devletin
güvenliği Türkiye'nin güvenliği ve halkın güvenliği ile aynı şeydir bana göre.
Eğer Türkiye'yi bir tehlike bekliyorsa gazeteciler burada bir uyarı görevi
haberleriyle, yazılarıyla yaptıkları için yargılanmazlar tersine
ödüllendirilirler. Savaş kışkırtıcılığı yapıyorsa gazeteci görevini yapmış
demektir. Gazeteci hırsızlık yaptığı zaman elbette yargılanacaktır. Gazeteci
insan öldürdüğü zaman tabiki yargılanacaktır ama gazeteci haber yaptığı için
müebbetle yargılanmaz. Ben bir hukukçu değilim ama bir insan olarak yaptığım
haberler nedeniyle müebbetle yargılanmayı aklım mantığım almıyor. Belki hani bu
yargılama sırasında bunun izahatını burada bende görmek istiyorum yani bende
merak ediyorum. Bu soruyu kendime soruyorum. Can Dündar bu gazetenin genel yayın
yönetmeni ben Ankara temsilcisiyim. Aslında bir açıdan genel yayın yönetmenini
ve Ankara temsilcisini yazdıkları yazı ve haberler nedeniyle tutuklamak ve bu
kadar ağır hapis cezaları ve tehditle yargılamak bir gazeteye de müdahaledir.
Ben savcılığın düzenlediği bu iddianameyle aynı zamanda gazeteye yönelik de bir
müdahalede bulunduğunu düşünüyorum. Benim açımdan bu, bu anlama gelir. Aynı
zamanda savcılık bu tavrıyla bence insanlığın ulaştığı düzey açısından yani
tarih geriye doğru tarihi bir hatırlayalım. Hepimizin bir entelektüel düzeyi
var. Ortaçağ'da yazıyı, haberi, düşünceyi, resmi, sanatı, sinemayı, tiyatroyu
yargılarsınız, yargıladılar ama geldiğimiz
dünyada siz yazı yazıyorsunuz, haber yazıyorsunuz diye yargılamanın önüne o
kadar çok engel getirdiler ki basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü gelişsin,
akıl gelişsin, bilim gelişsin. AİHM'nin hepimizin net olarak bildiği şok edici
ifadelerin bile her türlü şekilde seslendirilebileceği sonuna kadar ifadesini en
çok bu salonda bulunanlar hatırlayacaktır. O nedenle ben ikimizi de bu
iddianamenin şüphelisi, sanığı hadi şekil olarak böyle, usul olarak böyle ve
suçlusu olarak asla görmüyorum. Evet burada şimdi bizim sıfatımız, titrimiz
sanık ama burada bu davada sanık olmayı sadece gazeteciliği savunmak için kabul
etmiş sayıyorum kendimi. Bu iddianame gazeteciden suçlu yaratma iddianamesidir.
Kötü hazırlanmış, entelektüel düzeyi düşük, kendi içindi intihaller var.
Suçlamaların hiçbir şekilde bir delile dayandırmaması gibi bir takım detayları
biraz daha avukatlara bırakarak ben o detaylara girmiyorum. Kendim hukukçu
değilim ama bir kere baştan itibaren savcılık oturmuş yazdığımız yazı ve
haberden niyet okuma tavrına girmiş. Bizim niyetimizi okumuş yani bir tür
savcılık makamı oturmuş benim beynime girmiş. Benim mesela bir silahlı bu haberi
yazarak bir silahlı terör örgütüne üye olmadan ama bilerek ve isteyerek yardım
ettiğime örneğin kanaat getirmiş. Haberle bu haberi yazarak. Aynı zamanda benim
gene devletin bazı bilgilerini, gizli sırlarını siyasi ve askeri casusluk
maksadıyla temin edip deşifre ettiğimi iddia etmiş. Bir de bir suçlama daha var
gene o ağırlaştırılmış müebbet istenen suçlama. Yazı yazarak ve haber yazarak
cebir ve şiddet yöntemiyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetini görevini yapamaz hale
getirmek yada düşürmeye teşebbüs etmişiz. Ben bu suçlamaların bu mahkemeden
döneceğine inanıyorum. Mahkeme de bu suçlamaları bence yeterince hani bir niyet
okumadan kaynaklanan yeterince delillendirilmeyen suçlamalar olduğu ve olumsuz,
gazeteciye kötü bir bakıştan kaynaklandığını bence mahkeme heyeti görecektir.
Ben öyle düşünüyorum. O yüzden buradan bir mahkumiyet kararı çıkabileceğini hiç
düşünmüyorum. Ben sayın heyetin de burada bir gazeteciliği yargılama faaliyeti
içinde olacağını düşünmüyorum. Basın için ağır bir yani biz burada iki gazeteci
yargılanırken aynı zamanda Türkiye'de basını da yargılamış oluyoruz çünkü ben
size bunu anlatabilirim. Hepimizin hayatı için bu çok önemli. İlk savcılıktaki
savunma veya daha sonraki ifadelerimizde de ben söylemiştim. Şimdi biz haber
geldiği zaman biz şöyle bakamayız habere. Devletin bu haber örneğin devlet
içinde şunlara mı yarar, ana muhalefet partisine mi yarar, bir takım devlet
içinde paralel yapılara mı yarar, Başbakana mı yarar, Cumhurbaşkanına mı yarar,
Başbakan Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında bazı yöntem
farklılıkları var. Acaba bu haberi yazarak biz Davutoğlu'na bir prim kazandırmış
olalım da Recep Tayyip Erdoğan kaybetsin diye bakamayız habere. Haber ne ise
odur, haber değeri vardır. Bu biraz bizim kendi içimizde belli kriterleri
oluşmuş haber değerleridir. MİT tırları haberleri de böyledir. Biz bu haberleri
yazarken devlet içinde bir takım kesimler çatışmış mı, eskiden kol kolaydılar,
iç içeydiler. Geçmişte halen bu hükümeti oluşturan kesimlere şimdi paralel
yapılanma diye kesimler için her türlü suçlama yöneltirken her türlü kalkanı
olmuş bir iktidar var karşımızda. Ayrıştıkları nokta 2013'ün Aralık ayıdır. 17
Aralık meselesidir. Daha öncesinde bu paralel yapılanmaya ilişkin gelen
suçlamaların tamamını reddetmişlerdir. Şimdi bana kalkmış savcı diyorsa ki:
Adana'daki MİT tırları meselesi aslında Jandarma paralel yapının adamıydı, orada
soruşturmaya giden savcı da paraleldi, görevlerini yapmakta olan MİT
yöneticilerini yasa dışı bir biçimde durdurdular diyorlarsa. Ben devletin
içindeki kavgayı bilmek zorunda olan ben değilim. Etmeseydi devlet. Yani bize
öğretirler ki. Şöyle olabilir. Devlet dediğimiz zaten böyle mutlak ve kaim
değişmez bir şey değil ki. Devleti partiler yönetir. Bir takım insanlar gelirler
ve giderler. Bu parti bugün iktidarda olan parti yarın muhalefette olabilir.
Dolayısıyla ben bilemem ama şöyle bir şeyi bilirim. Yani orada bir silah varsa
bana bu gelmişse ben bunu yazmak zorundayım. Bizim gazetecilik yaklaşımımıza
göre böyle bir tehlike varsa yazmamak suçtur. Bir de şunu eklemem belki
gerekebilir. Türkiye Norvet değil. Yani Türkiye İsveç değil, Danimarka değil.
Türkiye; Türkiye. Örneğin yargı sistemi açısından bakalım geriye doğru beş yıl
önceye gidelim. Biz hepimiz gene gazeteciyiz. Ergenekon davası görülüyor, Balyoz
davası görülüyor. Ben mecliste bir takım siyasi faaliyetleri izliyorum. O sırada
şöyle şeyler tartışılıyor. Şimdiki adalet bakanın hatta adalet bakanı olduğu
dönem de var. Ben çok yakın mesai yaptım kendisiyle. Mesliste şöyle bir şey
tartışıyoruz. Avrupa Birliği yasaları var, gazetecilere daha fazla özgürlük
verelim, bu tutuklama denilen garabeti artık belli kurallara bağlayalım, bu
tutuklama neredeyse imkansız hale gelsin, bunun için alt alta kriterleri
yazalım. İşte kaçma şüphesiydi, delil saklama şüphesiydi. Hani bunları yazalım
kı şeye bağlamayalım, nedir inisiyatife kalmasın bunlar diye bir sürü
tartışmaları bizzat izleyerek geldim. Sonra geldik 2013 oldu denildi ki sil
baştan hayır Türkiye tekrar antidemokratik bir takım uygulamalara dönecektir.
Yani bir de Norveç değil, İsveç değili bu yüzden de söylüyorum. Hani bir anda
çok büyük tehlike altındasın, can güvenliği tehliken var buna uygun yaşamak
zorundasın. Bir yandan da haber yaparken bir tutuklanırsın, müebbet alırsın.
Böylesi bir tehdit altındayız. Anayasa Mahkemesi neyse ki biz daha sizin
karşınızda gelmeden, başka türlü itirazlarımızın tamamı reddedilmişti Sulh
Hakimliğince aynı gerekçelerle. Buraya gelecekken Anayasa Mahkemesi bence
Türkiye'nin eğer Avrupa Birliği değerlerine sahip çıkıyorsa özgürlük, basın
özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, insanların her türlü düşünceyi taşıma ve ifade
özgürlüğü konusunda bence Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en yaklaşan kararını
verdi ve bu tutukluluğu kaldırdı. Kimse burada bir yargılama ortadan kalksın
demiyor. Kaldırılan tutukluluktur ama kaldırılırken bazı bir takım kriterler de
ortaya koydu Anayasa Mahkemesi. Dedi ki bu mahkemede bazı deliller hani bir ceza
yargılaması yapılması için gereken deliller yeterince olgunlaştırılmamış. Ayrıca
dedi ki burada Anayasa'daki basın özgürlüğü maddemiz ihlal edildi. Kişi
güvenliği de ihlal edildi dedi. Dolayısıyla ben bu noktadan itibaren daha sonra
biraz önce tekrar etmiyorum Can Dündar'ın savunmasında da geçti. Cumhurbaşkanı
çıktı dedi ki: Ben Anayasa Mahkemesinin kararını tanımıyorum, uymuyorum. Şimdi
dolayısıyla Can Dündar ve ben Cumhurbaşkanının bu açıklamasından sonra bu
yargılamada Anayasa Mahkemesinin hukukunu da savunma şeyiyle karşı karşıyayız.
Burada bu mahkememizin huzurunda eğer bu karara karşı Cumhurbaşkanı burada
müdahil de oldu kendisi. Eğer bu kararın arkasından bir tutuklama isteyecekse
Cumhurbaşkanı açık açık istiyor zaten, hani kendisi beyanlarında istiyor.
Dolayısıyla biz ikimizin omuzlarına Türkiye'nin en önemli, en yüksek yargı
kurumu olana Anayasa Mahkemesinin hukukunu koruma sorumluluğunu da üstümüze
almış bulunuyoruz. E onu da savunacağız burada tabi ki doğal olarak. Ayrıca bir
de şöyle bir şey söyleyeyim her ikimiz açısından da sadece bizim yargılanmamız
meslektaşlarımız açısından bir net bir, koyu bir oto sansür anlamı ifade ediyor.
Ama bizim açımızdan da biz neredeyse üç ay hapis yattık, ondan sonra bu
yargılama süreci profesyonel sanık haline geldik. Hani mesleğimizi Türkiye'de
gazetecilik adına Norveç değil diye bunun için söyledim. Yapılacak o kadar çok
haber, uyarılacak o kadar çok geniş toplum kesimleri var ki profesyonel sanık
haline dönüşmüş iki insan olarak kendi mesleğimize odaklanamıyoruz. Yani
Türkiye'de basını susturmanın yöntemlerinden biri haline de bu yargılama bence
gelmiş durumda. Ayrıca suçlandığım haberle de ilgili çok kısa, çok uzatmayacağım
savunmayı. Çok kişisel olarak bir adli soruşturma dosyasındaki kriminal rapor
benim ayrıca yazdığım haber. Onun da bir altını çizeceğim. Bir de döneme
bakarken şöyle bir şey var. Karşınızda gazeteciler var dolayısıyla bizim ceza
yargılamamız basın kanunundaki bir takım maddelerle ilgili. Hani orada ne diyor,
basın yasamız ne diyor. Dolayısıyla biz 29 Mayıs'ta ve 12 Haziran'da bu
haberleri yazmışız. 26 Kasım'da ilk kez savcı bizim ifademizi aldı. Yani 6 ay
sonra. Basın kanununda da dava açma süresi 4 ay diye biliyorum. Dolayısıyla 4
aylık süre de aşılmış. Bize bir yargılama yapmak için gereken 4 aylık süreyi de
savcı aşmış görünüyor. Savcının burada görevini doğru dürüst yapmadığını da ben
belirtirim ama bu bana düşmez, bu yargının kendi sorunudur. Ama bizde olsa belki
hani gazetecilik alanında görevini yapmamak olsa başka türlü bir müeyyide ile
karşılaşabilirdi. Bu 4 aylık süreyi de aştığı için de bize işte paralel devlet
yapılanması örgütlenmesine üye olmadan yardım etmek filan gibi bir takım
tahminen sizin katalog diye ifade ettiğiniz suçlamaları yöneltmeye kalkışmış.
Ayrıca iddianame de inanılmaz maddi hatalar. Ben bunları tek tek sayacak
değilim. Muhtemelen avukatlarımız bunları yargılama sırasında anlatacaklardır.
İki haber dışında örneğin bana koydukları bir üçüncü haber var sanırım 4 aylık
süreyi aşmak için koyuyor ki hani benim suçun siz ne diyorsunuz devam eden bir
örgütlü suç gibi görünsün diye muhtemelen bunu koymuş. Oradaki kast ettiği 15
Ekim tarihli haber doğrudan bana da ait değil, bana aitmiş gibi koymuş örneğin.
Neyse bunlar daha fazla da örnekler bulabilirim. Bunlar üzerinde daha fazla
kişisel olarak durmak istemiyorum. Son zamanlarda basın hakikaten geriye doğru
bu ülkenin kazanımı olan özgürlüklerini, haklarını kendi mücadelesiyle ve bu
ülkenin verdiği haklarını kaybetme, elinden kaçırma gibi bir takım güçlüklerle
karşı karşıya. Bu davada sizin karşınıza basın açısından önemli bir sınav davası
olarak gelmiş durumda. Türkiye'de iki tane adında, sıfatında tarafsız ve
bağımsız
olan iki kurum var. Birisi yargı, öbürü basın. Şimdi bu iki kurum huzurunuzda
Can ile ben olduğum zaman sanık konumunda karşı karşıyayız. Tarafsız ve bağımsız
basın, tarafsız ve bağımsız yargının karşısında. Biz yargının bağımsız ve
tarafsız olacağına inanıyoruz. Ancak son zamanlarda ki bütün basının yaşadığı
güçlüklerin tamamını siyasi iktidardan ve güçlülerden kaynaklanan sıkıntıların
tamamını da dile getirerek diyorum ki: Gazetecilik adliye binasından çıkarılsın,
gazetecilik adliye binasında faaliyet gösteren bir sektör olmamalıdır. Türkiye
böyle, batıdan da böyle görünüyor. Batı ki basın özgürlüğünün en önemli değer
olduğu ülkedir. Oradan bakanı bir ülke artık Türkiye'de adliyede görüyor basını.
Buradan çıkarmak tarafsız ve bağımsız yargının elindedir. Bizi buradan çıkarın
ve hepimiz için, bütün Türkiye için ihtiyaç olan haberleri bulacağımız haber
alanlarına gönderin. Dolayısıyla benim talebim bu davanın düşürülmesi ve bizim
beraat ettirilmemizdir" demiştir.
İDDİA MAKAMI ESAS HAKKINDAKİ YAZILI MÜTALAASINDA:
"FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının yaptığı operasyonlara bakıldığında;
Örgüt lideri Fetullah Gülen'den gelen talimat doğrultusunda hedef aldıkları kişi
yada kurumlarla ilgili, önce örgüt mensubu yazarların, basın yayın
kuruluşlarında konuyu işlemeye başladıkları, belirli mesafe alındığında, Örgüt
lideri Fetullah Gülenin ya kendilerine ait medya kuruluşlarına mülakat vererek
yada kullandığı www.herkul.org isimli internet sitesinden açıklama yaparak algı
oluşumuna katıldığı,
Daha sonra örgüt lideri tarafından verilen bu mesaj, örgütün kontrolünde olan
televizyon kanallarında defaatle haber yapılarak, yorumlanarak açık oturumlara
konu edilerek işlendiği, hatta Şefkat Tepe ve Tek Türkiye gibi kendi
kanallarında yayınlanan dizilerde, sırf bu amaçla oluşturulan, Karanlık Kurul ve
Karar Kurulu sahnelerinde,yapılacak operasyonlar ve verilen mesajlarla ilgili
replikler kullanılarak, hedef alman kişi yada kurumlarla ilgili olumsuz algı
olşumunun tamalandığı,son olarakta kolluk birimlerinde görevli, örgütle
bağlantılı kişilerin isimsiz ihbarlarıyla yada sahte gizli tanık beyanlarıyla,
hedef alınan kişi yada kurumlarla ilgili operasyona başlandğı görülmüştür.
Örgütün başta Selam Tevhid ve Tahşiye (kolluğun Mehmet Doğan grubu olarak
başlattığı operasyonun ismini Fetullah Gülenin konuşma içeriğine göre
değiştirmesi...vs.) olmak üzere yaptıkları tüm sözde operasyonlarda belirtilen
yöntemi kullandığı tespit edilmiştir.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün MİT Tırlan'mn durdurulması eyleminde de aynı
yöntemi kullandığı anlaşılmıştır.Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte ihbar ve
delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokup Uluslararası Ceza
Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlayarak, o dönem görevde olan 61.Hükümeti
ortadan kaldırmayı,görevini yapmasını kısmen yada tamamen engellemeyi amaçlayan
Örgüt'ün, önce FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi Emre (Emrullah) Uslu'nun
19/09/2013 günlü Taraf gazetesinde "El Nusra'yı MİT'in desteklediğini, bu
desteğin Mavi Marmara'yı organize eden örgüt IHH üzerinden verildiğini MİT ne
kadar yalanlaşa da uzun bir müddet IHH üzerinden personel, silah ve büyük
miktarda para yardımı yaptığını " iddia eden"El Nusra'yı Kim Destekliyor"
başlıklı yazısı yayınlanarak kamuoyu ve algı oluşturma çalışmasına başladığı,
Daha sonra FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen'in 25/09/2013
günü aynı konuda www herkul org isimli internet sitesinden "din adına işlenen
cinayetler"konulu konuşmasının yayınladığı,akabinde örgüte ait Zaman Gazetesi
27/09/2013 günü bu konuşmayı İslamafobia'ya vurgu yaparak haberleştirildiği,
28/09/2013 günü,Örgütü'ün amaçları doğrultusunda propaganda görevi yürüten STV
isimli televizyon kanalında yayınlanan;
"Şefkat Tepe" adlı dizide "Karanlık Kurul" sahnesinde "İslamafobia" konusunun
işlendiği, oyuncular arasında "Türkiye 'nin teröre destek veren ülkeler arasına
sokulacağı, dünya çapında terör örgütü kabuledilmiş illegal yapılara yardım
ettiğininin raporlamp, uluslararası arenada ciddi bir yalnızlığa itileceği, El
Kaide'ye ve illegal İslami radikal terör örgütlerine yardım ediyor algısı
oluşturularak yalnızlaştırılacağı" şeklindeki diyalogların geçmesi sağlanarak
algı oluşumunun sürdürüldüğü,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi Emre (Emrullah) Uslu'nun, Türkiye'yi
şikayet etmek ve Türkiye aleyhine aynı konuda uluslararası kamuoyu oluşturmak
amacıyla İngilizce olarak yayımlanan "Today's Zaman" isimli gazetede yazdığı
"Disengaging From Al-Qaeda" başlıklı 06/10/2013 tarihli yazısında; 'Türkiye'nin,
El Kaide militanlarının Türkiye sınırından Suriye'ye geçmesine göz yumduğunu,
hatta bu gruplara MİT'in yardım ettiğini, bazı sivil toplum kuruluşlarının
MİT'in El Kaide'ye yaptığı yardımlarda aracı olduğunu" iddia ettiği,
Yine FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün amaçlan doğrultusunda propaganda görevi
yürüten STV isimli televizyon kanalında, 12/10/2013 günü yayınlanan "Şefkat
Tepe" isimli dizinin "Karanlık Kurul" sahnesinde "Batı düşmanlığı ve radikal
dini gruplarla işbirliği yapıyor imajı tuttu, devam etmeliyiz " şeklinde
diyalogların kullanıldığı,
Son olarak FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi Emre (Emrullah) Uslu'nun
Taraf Gazetesi'nde yayımlanan "MİT Haberleri Neden Sızdı, Ne Olur" başlıklı ve
24/10/2013 tarihli yazısında "El Kaide'nin faaliyetlerinin Türkiye üzerinden
koordine edildiği konusunda batıklarda ciddi kuşkuların olduğu, MİT'in sistem
dışı faaliyetlerinin Türkiye'nin izole olmasına neden olacağı, hatta Türkiye'nin
terörü destekleyen devletler arasına sokulabileceği" yönlü maksatlı iddialarını
yenilediği,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün tüm bu olumsuz algı oluşturma çabasının
ardından, 17-25 Aralık girişiminin de sonuçsuz kalmasıyla, 01/01/2014 günü Hatay
Kırıkhanda MİT'in yardım tırma yönelik ilk eylemi ika ettiği, ancak MİT
görevlilerinin karşı koymasıyla istedikleri sonucu alamadıkları anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün 01/01/2014 günü MİT tırlarım durdurma
eyleminin kendileri açısından başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, sahibi
olduğu basın yayın kuruluşları aracılığıyla yeniden kamuoyu ve algı oluşturma
çabasına başladığı, görülmüştür.
Bu kapsamda, 11/01/2014 günü örgüte ait STV'de yayınlanan "Şefkat Tepe"
dizisindeki "Karanlık Kurul" sahnesinde; "Bir taraftan ülkenin kılcallarına
kadar sızarak genleriyle oynuyoruz diğer taraftan aldığımız paralarla
Suriye'deki katliamı arttırıyoruz. Stratejimizherşeye rağmen korku, panik,
kaçırma, TIR-latma olacak. Herşey MİT haline sokulursa olaylar da bitleşecek"
şeklindeki diyaloğun,
Yine FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi Emre (Emrullah) USLU'nun Twitter
isimli sosyal paylaşım sitesindeki hesabından 13/01/2014 günü saat 10:50'de "Çok
yakında çok güzel şeyler olacak. Benden söylemesi...", saat 10:53 'te "çokyoğun
bir fırtınanın arkasından güneş açar ortalık muhteşem bir duruluk ve sessizlik
ve güzelliğe bürünür ya. Öyle güzel şey...", demesinin,
14/01/2014 tarihinde Örgüt mensubu Serdar Bayraktutan'ın Şube Müdürü olarak
görev yaptığı, Van Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin sözde El-Kaide
soruşturması kapsamında Kilis İli'nde bulunan İHH Vakfı bürosunda arama
yapmasının,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün kontürolündeki basın yayın kuruluşlarında
sürekli olarak "MİT'in İHH üzerinden El Kaide'ye yardım ettiği" iddiasını dile
getirir şekilde aktarılmasının,
Son olarak da FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi Emre (Emrullah) USLU'nun
15/01/2014 günlü Taraf Gazetesi'nde yayımlanan "El Kaide, İHH, TIR vs." başlıklı
köşe yazısında "El Kaide'ye yönelik başlatılan operasyonda bazı İHH bürolarının
basılmasının, Türkiye El Kaide'ye yardım mı ediyor, sorusunu yeniden gündeme
getirdiğini, Türkiye'nin El Kaide'ye yardım ettiğini, bu yardımı istihbarat
teşkilatları üzerinden yaptığını,Adana'da yakalanan havan başlıklarının sahibi
olan Heysem Topalca'nın istihbarat elemanı olduğunu, gözaltına alındığını ama
tutuklanmadığını, muhtemelen MİT tarafından kurtarıldığını,önceki haftalarda
Ankara'dan beş tır insani yardım malzemesinin Suriye'ye gönderilmesi için İHH
tarafından tören düzenlendiğini ancak tören alanında üç tırın bulunduğunu, aynı
gün jandarma'nın Hatay'da bir tırı durdurduğunu ancak MİT'in o tırı
aratmadığını, o tırın İHH ile irtibatlı olduğunu" iddia etmesinin,
Aslında ve doğrudan örgütün MİT Tırlarma yapacağı yeni operasyonun işaretini
verdiği, bunun da kolluk mensubu, köşe yazarı, medya çalışanı hatta dizi
senaristi olarak farklı görev ifa etselerde, hepsinin tek bir örgütsel karar ve
amaç doğrultusunda, belirli bir algıyı oluşturmayı hedeflediklerini ortaya
koyduğu görülmüştür.
Böylece FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, sahibi olduğu basın yayın ve medya
kuruluşları ile yurt dışında bulunan örgüt mensuplarının lobi faaliyetleri
aracılığıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkında "teröre destek veren ülke"
algısı oluşturmaya çalıştığı, bu algıyı delillendirmek ve nihai amacına ulaşmak
içinde, Milli İstihbarat Teşkilatının Suriye Türkmenlerine yardım götüren
Tır'larını hedef aldığı anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün bu amaç doğrultusunda, önce Jandarma İsdihbarat
birimi içerisinde bulunan örgüt mensubunun gerçeğe aykırı ihbarına dayalı olarak
01/01/2014 günü Suriye Türkmenlerine yardım götüren MİT Tırını Hatay Kırıkhan'da
durdurarak aramak istemiş, MİT görevlilerinin izin vermemesi üzerine örgüt
amacına ulaşamamış, örgüt bunun üzerine 19/01/2014 günü daha organize ve daha
fazla örgüt mensubunun katılımıyla Suriye Türkmenlerine yardım götüren MİT
tırlarını Adana Ceyhan'da, 2937 s.y.nın 26.md.sine aykırı şekilde zorla
durdurulmuş, araçta bulunan MİT mensuplarına silah doğrultarak şiddet
uygulanmış, "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararı bakımından
niteliği gereği gizli kalması gereken" yardım malzemelerinin görüntüleri
kaydedilerek, malzemeden numuneler alınmıştır,
HSYK tarafından TMK 10. Maddesi kapsamındaki görev ve yetkisi alman C.Savcısı'na
imzalatılan talimatla, alınan numuneler 22.01.2014 tarihinde Ankara'da bulunan
Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği'ne teslim edilmiş,burada normal şartlarda
3- 4 ayda tanzim edilecek uzmanlık raporunun, görülmemiş hızda ve bir günde
örgüt mensularmca 23/01/2014 tarih ve 2014/67 sayıyla tanzimi sağlanmıştır.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, MİT'e ait yardım farlarından alman ve devlet
sırrı kapsamında olan malzemelerle ilgili alelacele uzmanlık raporu tanzim
ettirmedeki amacının,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'yle ilgili başta Uluslararası Ceza Mahkemesine,
olmak üzere Birleşmiş Milletler ve diğer Uluslararası kuruluşlara "teröre destek
veren ülke" isnadıyla sunulacak dosyaya delil sağlamak olduğu anlaşılmıştır.
Nihayet eylemden kısa süre sonra Suriye'nin Türkiye Cumhuriyeti Devletini, El
Kaide ve El Nusra gibi terör örgütlerine yardım ettiği ve öldürücü silahlar
sağladığı iddiasıyla Birleşmiş Milletler ve Uluslararası örgütlere şikayet
etmesi, ulusal ve uluslararası basında aynı iddianın sıklıkla yer alması
hususları birlikte değerlendirildiğinde,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, 19.01.2014 günü cebir şiddet uygulyarak ve
silah kullanarak, Suriye Türkmenleri'ne yardım malzemesi götüren MİT'e ait
farları, durdurup arama yapma, yardım malzemelerinin görüntülerini ve uzmanlık
(kriminal) raporlarını alma eylemini,
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke
konumuna sokup, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlayarak, o
dönem görevde olan 61. Hükümeti ortadan kaldırmayı, görevini yapmasını kısmen
yada tamamen engelleme amacıyla ve özünde de bir Casusluk faaliyeti olarak ika
ettiği anlaşılmıştır.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının MIT'e ait tırları, durdurmaları
üzerine olay mahalline gelen MİT ve devlet yetkililerinin, tırların MİT'e ait
olduğunu malzemelerin ve faliyetin devlet sırrı kapsamında olduğunu, müdahalenin
yasadışı ve hukuksuz olduğunu bildirmelerine rağmen, örgüt mensupları uyan ve
ikazları dinlemeyerek,hatta MİT mensuplanna cebir ve şiddet uyguluyarak,
başlangıçta belirtilen, amaç doğrultusunda malzemelerden numune
alarak,görüntülerini kaydetmişlerdir.
MİT Müsteşarlığı 06.02.2014 tarih ve 112-54128131 sayılı yazıyla 'İlgi yazıya
konu kişiler ve araçların, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT
Kanunu ile MIT Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli
menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğunun"
bildirerek, yapılan faaliyetin niteliğini ve örgütün eyleminin huksuzluğunu
otaya koymuştur.
Sözkonusu eylemi ika eden FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensupları hakkında önce
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı,akabindede İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
soruşturma açmış,böylece soruşturma dosyası kapsamında bulunan belge ve
delillerle özelliklede örgüt mensuplarının kaydettikleri görüntülerin temin ve
yayınlanması CMK'nun 157/1 md'si uyarınca yasal gizllik kapsamına girmiş,
Aynca bununlada yetinilmeyerek soruşturma dosyaları "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararı bakımından niteliği gereği gizli kalması gereken" bilgi
ve belge içerdiğinden önce Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, Adana Sulh Ceza
Elakimliğinden 14.01.2015 tarih ve 2015/197 D.İş sayılı, sonra İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliğinden 29/05/2015 tarih ve
2015/1330 D.İş sayılı karan alarak, dosya içerikleri hakkında basım ve yayım
yapılmasının, yasaya aykırı ifşahat yapılmasının önüne geçmek istemiştir.
Böylece FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplannın casusluk ve örgütsel faliyet
kapsamında temin ettikleri "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararı
bakımından niteliği gereği gizli kalması gereken" bilgi,belge ve görüntülerin,
temin edilmesi,açıklanıp yayınlanması hem belge ve bilgilerin nitelikleri,hem
yasa hükmü hemde mahkemelerce verilen karar uyarınca memnu hale getirilmiştir.
Ancak tüm bu yasal zorunluluğa, mahkeme kararlanna,üst düzey devlet ve ilgili
kurum yetkililerinin "ulusal güvenlik, ulusal menfaat ve devlet sırrı"
uyarılarına rağmen,
Sanık Can Dündar FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının, 19/01/2014 günü,
ulusal güvenlik ve devlet sim kapsamında görev ifa eden, MİT'e ait yardım
tırlarım durdurarak, casusluk ve örgütsel faaliyet kapsamında elde ettikleri
"devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararı bakımından niteliği gereği
gizli kalması gereken" bilgi, belge ve görüntüleri temin ederek 29/05/2015 günü
Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı Cumhuriyet Gazetesinde kendi imzasıyla, "İşte
Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı haberle açıklayıp yaymış, örgüt
mensuplarının kaydettikleri aynı kapsamdaki görüntüleri gazetenin internet
sitesinden paylaşmıştır.
Yine Sanık Erdem Gül 12/06/2015 günü, Sanık Can Dündar'ın temin ettiği ve
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplannın casusluk ve örgütsel faliyet
kapsamında düzenlettikleri "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken " bilgi ve
görüntüler içeren, Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğinin 23/01/2014 tarih ve
2014/67 sayılı kriminal inceleme raporunu ve içeriğini Genel Yayın
Yönetmenliğini Sanık Can Dündar'ın yaptığı Cumhuriyet Gazetesinde, kendi
imzasıyla "Jandarma Var Dedi" başlıklı haberle açıklayıp yaymıştır.
Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gül ün açıklayıp yaydıkları "devletin güvenliği
veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması
gereken " bilgi ve görüntüler, Sanık Can Dündar'ın kendisinin temin ettiğini,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/03/2016 tarihli yazısıyla dosya içerisine
giren, "Tutuklandık" isimli kitabında, açıkça ikrar ettiği gibi, FETÖ/PDY
Silahlı Terör Örgütü mensuplarının, 19/01/2014 günü,ulusal güvenlik ve devlet
sırrı kapsamında görev ifa eden, MİT'e ait yardım tırlarmı durdurarak, casusluk
ve örgütsel faliyet kapsamında elde ettikleri bilgi ve görüntülerdir.
Dolaysıyla birleştirme talebinde de dile getirldiği üzere, Sanıklar Can Dündar
ve Erdem Gül'e isnad edilen suç ve eylemleri, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
mensuplarının MİT tırlarına yönelik ika ettikleri,yukarıda detayıyla anlatılan
suç ve eylemlerden bağımsız düşünüp, doğru nitelendirimenin mümkün olmadığı
açıktır.
Mahkeme örgüt mensuplarının sözkonusu eylemleri nedeniyle yargılandıkları
Yargıtay 16.CD.nin 2015/1 Esas sayılı dosyasıyla iş bu dosyayı birleştirme
talebini kabul etmediğinden, özellikle FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün
"Türkiye Cumhuriyeti Devletini, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden
ülke konumuna sokup uluslararası ceza mahkemesi'nde yargılanmasını sağlayarak,
görevde olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırma,görevini yapmasını
kısmen yada tamamen engelleme"amacına,
Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gülü'ün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye
olmaksızın bilerek isteyerek yardım ve bu şekilde suça iştirak eylemlerini,
Örgüt mensuplarının yargılandıkları Yargıtay 16.CD.nin 2015/1 Esas sayılı
dosyasından bağımsız düşünmek,sadece işbu dosya içeriğiyle değerlendirme
yapıp,hüküm vermek mümkün değildir.
Bu nedenle Yargıtay 16.CD.nin 2015/1 Esas sayılı dosyası üzerinden yapılan
yargılama sonucunu beklemek üzere, Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gülü'e isnad
edilen "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme, Silahlı Terör Örgütüne
üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etme" suçlarıyla ilgili dosyanın işbu
dosyadan tefrik edilmesi usuli zorunluluktur.
Yine elde etme amacı, elde etme şekil ve yöntemi, zamanlaması ve elde edildikten
sora bir başka ülke tarafından kullanılması nedeniyle, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütünün Casusluk faliyeti kapsamında temin ettiği konusunda,tereddüt
bulunmayan "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlan bakımından
niteliği itibariyle gizli kalması gereken" bilgi ve görüntüleri, temin edip
açıklayan,
Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gülü'ün eylemlerinin ,örgüt mensuplarının
yargılandığı Yargıtay 16.CD.nin 2015/1 Esas sayılı dosyasından ayrı
düşünülmesi,özellikle yukarda belirtilen silahlı terör örgütü,silahlı terör
örgütüne yardım ve amaç suça iştirak etme eylemleri değerlendirilmeden, Sanıklar
Can Dündar ve Erdem Gül'e isnad edilen Casusluk ve Casusluk amacıyla belge bilgi
temin edip açıklama suçunun unsur bakımından,gerçekleşip gerçekleşmediğinin
sadece işbu dosya içeriğiyle,değerlendirilmesinin de mümkün olmadığı,
Birleştirme olmadığından ve sadece işbu dosya içeriğindeki deliller, kişiler ve
eylemler üzeriden değerlendirme yapılması zorunlu olduğundan, Sanıklar Can
Dündar ve Erdem Gül'e isnad edilen, Casusluk ve Casusluk amacıyla belge bilgi
temin edip açıklama suçlarının, Yargıtay içtihatlarında bu suçlar için
öngörülen(lehine casusluk yapılan ülke...vs) unsurların, sanıklar açısından
sübut bulunmadığının kabulünün gerektiği,
Söz konusu Yargıtay içtihatları çerçevesinde değerlendirme yapıldığında da,
Sanık Can Dündar'ın eyleminin, "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgi ve
görüntüleri, temin edip açıklama, temin ettiği bilgi ve görüntüleri Sanık Erdem
Giıl'le paylaşarak onun suçuna iştirak", Sanık Erdem Gül'ün eyleminin ise görev
yaptığı gazetenin genel yayın yönetmeni olan Sanık Can Dündar'ın temin ettiği"
Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlan bakımından niteliği
itibariyle gizli kalması gereken" bilgi ve görüntüleri,açıklama suçunu
oluşturacağı kanaatine varılmıştır.
Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gül savunmalarında özet olarak, davanın süresinde
olmadığını, gazeteci olduklarım, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüyle ilgilerinin
olmadığını, kaynaklarını açıklamayacaklarını, yaptıkları haberlerin daha öncede
yapıldığını, ulusal yarar ve devlet sim kavramını, mahkeme kararlarını kabul
etmediklerini, ölçülerinin gazetecilik olduğunu, haber değeri olması nedeniyle
söz konusu haberleri yaptıklarını ifade etmişlerdir.
Öncelikle Sanıklara isnad edilen, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri, temin
etme, casusluk ve Türkiye Cumhuriyeti Elükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçları
nitelikleri itibariyle basın yoluyla işlenebilen suçlar olmadığından, 5187
sy'nin 26/1 md.sindeki dava şartıda geçerli değildir.
Bilgi ve görüntülerin daha önce yayımlandığı iddiasıda doğru değildir, Zira
Sanık Can Dündar'ın ifşa ettiği, şekil ve içerikte, gazetenin internet sitesine
konulan görüntü eşliğinde söz konusu bilgi ve belgelerin daha önce basım ve
yayımının yapılmadığı, Yine Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğinin raporunun
daha önce Sanık Erdem Gülün ifşa ettiği şekil ve içerikte basım ve yayımının
yapılmadığı,aksi iddianın gazetecilik mantığıylada uyuşmadığı zira, daha önce
açıklanıp haberleştirildiği iddia olunan ve güncelliğini kaybeden konunun
yeniden aynı içerik ve şekilde açıklanıp haberleştirilmesinin, hayatın olağan
akışı ve güncel gazetecilik uygulamalarıylada bağdaşmadığı,
Sanık Can Dündar'ın söz konusu, bilgi ve görüntüleri temin ettiği kaynağı
gizleme ihtiyacı duyması, bilgi ve görüntüleri, açık kaynaklardan, gazete
arşivinden yada internetten temin ettiğini beyan etmeyerek, daha önce
açıklandığı yayınlandığı belirtilen bilgi ve görüntüleri "yayından iki gün önce
gizemli bir kişiden gizemli bir buluşmayla temin ettiğini" beyan etmesi hatta bu
gizemli bilgi ve görüntü temini için birde kitap yazması, bilgi ve görüntülerin
daha önce açıklanıp yayımlanmadığının,isnada konu edildiği şekil ve içerikte ilk
defa Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gül tarafından yayımlandığının en önemli
göstergesidir.
Yine Düşünce ve İfade Özgürlüğünün, özel bir yansıması, demokratik toplumlarmda
vazgeçilmezi olan, Basın Hürriyetinin, Sanıkların savunmalarında dile
getirdikleri gibi, "ulusal güvenlik, ulusal menfaat devlet sırrı ve mahkeme
kararlarını" yok sayması, ulusal ve uluslararası hukuk normlarının ve çağdaş
devlet uygulamalarının buna cevaz vermesi söz konusu değildir.
Ulusal ve uluslararası hukuk normları, Basın Özgürlüğünün sınırsız olmadığını,
her hak ve özgürlüğük gibi, Basın Özgürlüğünün de sınırlarının bulunduğunu,
sanık savunmaları aksine "ulusal güvenlik,ulus al menfaat, devlet sırrı ve
mahkeme kararlarının" bu sınırı belirlemede temel değerlerden olduğunu, çağdaş
ülke uygulamalarınında bu yönde olduğunu bize göstermektedir.
2010 yılında ABD de ordu faliyetleriyle ilgili yaklaşık 92.000 belgeyi ifşa
etmesi nedeniyle Bradley Manning ismli asker 35 yıl hapis cezasına çarptırılmış,
ABD daha sonra söz konusu belgleri sorumlusu olduğu organizasyona ait wikileaks
isimli internet sitesinden yayınlayan Julian Assange'ı ABD nin ulusal
güvenliği'm ihlal etmekle itham etmiş, akabinde ABD vatandaşı olmayan, ABD de
yaşamayan Julian Assange'ı terörist ilan edip, aynı şekilde cezalandıracağını
deklere ettmiş, bunun üzerine Julian Assange yakalanmamak için 2012 yılından
itibaren sığındığı Ekvator'un Londra Büyükelçiliğinde tek bir odada yaşamak
zorunda kalmıştır.
2013 yılında ABD de Edward Snowden, gizli servisler CIA ve NSA in 122 ülkenin
devlet yada hükümet başkanlannı dinlediğini gösteren belgeleri sızdırmış,
kendisi casus ilan edilmiş,ABD yi terketmek ve Rusyaya sığınmak zorunda kalmış,
ABD belgelerin ulusal güvenlikleriyle ilgili olduğunu deklere etmiş, dünyanın en
büyük haber kanallarından biri olan CNN "ulusal güvenlikle ilgili gizli
bilgilerin ifşasına araç olmayacağın " belirterek belge içeriklerini yayınlamayı
reddetmiş,
Belgelerin tamamı elinde olan The Guardian gazetesi, belgelerin sadece yüzde
birlik kısmını yayımlamış, İngiliz hükümeti belgelerin kendi gizli servis
faaliyetlerini de içerdiğini yayının ulusal güvenlik'lerine zarar verdiğini,
gizli servis çalışanlarının yaşamlarını riske attığım belirterek, yayının derhal
durdurulmasını istemiş, gazete bunu reddetmiş,bu defa hükümet yaklaşık ikiyüz
yıllık gazetenin kapatılabileceğini,gazetecilerinde cezalandırılacağını ilan
etmiş, bunun üzerine The Guardian gazetesi yetkilileri, özür dileyip belgelerin
yayımını durdurarak, gizli servis elemanlarının gözetiminde ellerindeki bilgi ve
belgleri imha etmişlerdir.
2015 yılında Almanya'da gazeteciler Marcus Beckdahl ve Andre Meister
netzpolitik.org ismli internet sitesinden, Anayasayı Koruma Teşkilatı (iç
isdihbarat servisi)' nin internet yayınları üzerindeki denetimini artırmayı
planladığına dair belgeyi yayımlamışlar, Almanya Başsavcılığı "basın
özgürlüğünün değerli olduğunu ancak sınırsız olmadığını" beyan ederek (orada
mahkemeden alınmış gizlilik kararı olmamasına, devlet ve ilgili kurum
yetkililerinin devlet sırrı beyanının bulunmamasına rağmen) sırf yayınlanan
belgenin gizli servis faliyetiyle alaklı olması nedeniyle, yayının" devlet
sırrı'nin ifşası niteliğinde olduğunu belirtip,gazeteciler hakkında "vatana
ihanet" suçlamasıyla soruşturma açmıştır.
2016 yılında Hollanda da mahkemenin vermiş olduğu gizlilik kararına rağmen
yargılama dosyasında bulunan, belge ve fotoğrafları açıklayıp yaydığı için, elli
üç yaşındaki bayan gazeteci Florence Hartmann, katıldığı etkinlik sırasında,
basın mensuplarının gözü önünde tartaklanarak tutuklanmıştır.
Dolaysıyla ulusal güvenlik, ulusal menfaat, devlet sırrı ve mahkeme kararlarını
yok sayan, özellikle sanık Can Dündar m savunmasında yaptığı gibi bu değerleri
aşağlayan, onu suç işlemenin aracı ve örtüsü kılan, dejenere bir Basın Özgürlüğü
anlayışının, ne ulusal- uluslararası hukuk normlarıyla nede Çağdaş Ülke
uygulamalarıyla bağdaşır yönü bulunmamaktadır.
İzahtan da anlaşılacağı üzere Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gül'ün ika ettikleri
eylem bir gazetecilik eylemi değil bir suç eylemidir. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 30/03/2016 tarihli yazısıyla kovuşturma dosya içeriğine
giren,"Tutuklandık" isimli kitabında, Sanık Can Dündar, temin ettiği belge ve
bilgilerle ilgili Avukatının,"...tırları durduran savcıları, askerleri
tutukladılar, devletin sırrını ifşa ağır ceza gerektiren suçtur, tutuklama
kaçınılmaz" diyerek kendisini uyardığını beyan etmştir. Bu beyan Sanıklar Can
Dündar ve Erdem Gül'ün savunmalarının aksine gazetecilik değil bir suç faliyeti
içerisinde olduklarını bilerek, hareket ettiklerini göstermektedir.
Belirtiler ve izah olunan nedenlerle;
1- Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gülü'e isnad edilen "Silahlı Terör Örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye
teşebbüs etme" suçlarıyla ilgili dosyanın işbu dosyadan TEFRİK edilmesine,
2- Sanık Can Dündar'ın sübut bulan"devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri, temin
edip açıklama ve bu suça iştirak" eylemleri nedeniyle, TCK'nun 37/1 del. 327/1,
329/1, 43/1,53, 63 maddeleri delaletiyle,
3- Sanık Erdem Gül'ün sübut bulan "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri
açıklama" eylemi nedeniyle, TCK'nun37/ldel. 329/1,53,63 maddeleri delaletiyle
cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve mütaala olunmuştur.
DELİLLER :
1-Dosyada tanık olarak dinlenen Bayram Kaya ve Emre Erciş benzer mahiyet ve
içerikteki yeminli beyan ve anlatımlarında; gazetecilik yaptıklarını, Cumhuriyet
gazetesinin 29/05/2015 tarihli nüshasında yayımlanan suç konusu haberden birgün
önceki gece 28/05/2015 sosyal medya üzerinden aralarında haberleştiklerini,
tanık Bayram'ın 29/05/2015 tarihli çıkacak olan Cumhuriyet gazetesinin nüshası
ile ilgili internet üzerinde önemli bir haber yapılacağına ilişkin bu gazetenin
internet sayfasında haber görmesi üzerine bu haberi sıfırlama talepleri ile
ilgili olabileceğini düşünerek bu yönde twitter paylaşımında bulunduğunu, bunun
tamamen tahmin olduğunu, bu hususta diğer tanık Emre ile haberleştiklerini,
ancak tahmin ettiği haber dışında başka bir haberin yayınlandığını, yanlış
değerlendirmede bulunduklarını, suça konu olayla ilgi ve alakalarının olmadığını
belirtmişlerdir.
2-Davaya katılma hususu ile ilgili olarak; T.C. Başbakanlık ve MİT
Müsteşarlığının 06/02/2014 ve 27/03/2014 tarihli yazılarında iddiaya konu
personel, araç ve faaliyetlerin 2937 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yürütülen
faaliyetler kapsamında ve Kuruma ait olduğunun belirtilmesi, sanıklara atılı
eylemin de bu faaliyetin ifşasına yönelik olduğunu iddia edilmesi karşısında
sanıklara isnat olunan "devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken
nitelikteki bilgileri temin etme ve açıklama" suçlarından zarar görme ihtimali
bulunmakla Başbakanlık MİT Müsteşarlığının katılma talebi yerinde görülmüş;
ayrıca katılma talebinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ın MİT tırlarının
durdurulması eylemi sırasında 61. Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı sıfatını haiz
oluşu, MİT Müsteşarlığının doğrudan Başbakana bağlı oluşu, sanıklara yüklenen
suçlamalardan birinin durdurulan tırlara ait "devlet sırrı" kapsamındaki bilgi
ve belgelerin yayınlanmasıyla Türk Ceza Kanununun 37/1 maddesi bağlamında
irtibatlı oldukları iddia edilen ve silahlı terör örgütü yapılanması niteliğini
haiz olduğu belirtilen Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması
(FETÖ / PDY) ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunu
oluşturduğunun iddia edilmesi karşısında suçtan zarar görme ihtimali mevcut
görülmekle Recep Tayyip Erdoğan'ın münhasıran TCK'nın 312/1 maddesine mümas
"Hükümete Karşı Suç" yönünden 5271 sayılı CMK'nın 237 ve devamı maddeleri
hükümlerine istinaden katılan sıfatıyla dava ve duruşmalara kabullerine karar
verilmiş,
Sanıklara yüklenen "silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmaksızın
örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme" suçunun, yerleşik Yargıtay
içtihatlarında da belirtildiği üzere katılmaya elverişli suçlardan olmaması ve
adı geçen müştekilerin de mezkur suçtan doğrudan doğruya zarar görmeleri söz
konusu olamayacağından hükümle birlikte eldeki dava dosyasından tefrik edilen bu
suçlama yönünden katılmaya yönelik karar verilmemiştir.
3-Kamuoyuna duyurma; İstanbul C. Başsavcılığının 29/05/2015 tarihli basın
açıklaması ile, C. Başsavcılığının 2014/41637 sayılı soruşturması kapsamında MİT
tırlarının durdurulması olayı ile ilgili 26'sı tutuklu olmak üzere şüpheliler
hakkında terör örgütü kurmak ve yönetmek, örgüte üye olmak, siyasal veya askeri
casusluk, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından soruşturma yürütüldüğü, Cumhuriyet
gazetesinin 29/05/2015 tarihli nüshasının bazı sayfalarında ve bazı internet
sitelerinde sanıklardan Can Dündar imzasıyla C. Başsavcılığının 2014/41637
sayılı soruşturma dosyası kapsamında haklarında soruşturma yürütülen sivil ve
asker şahısların durdurduğu Milli İstihbarat Teşkilatına ait yardım tırlarına
ait olduğu ididasıyla bazı görüntülerle birlikte haberlerin yayınlanmaya
başlandığında savcılık soruşturma dosyası kapsamında bu görüntülere ilişkin
hiçbir bilgi ve belgenin olmaması sebebiyle 5237 sayılı TCK'nun 327, 328 ve
330.maddeleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 6 ve 7. maddeleri
uyarınca devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasi veya askeri
casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör örgütünün
propagandasını yapma suçlarından söz konusu yayınları yapanlar hakkında C.
Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı kamuoyuna duyurulmuştur.
4-Mahkemelerce verilen erişim ve yayın yasağı; Adana 5. SCH'nin 14/01/2015 tarih
ve 2015/197 değişik iş sayılı kararı ile 01/01/2014 tarihinde Hatay ili Kırıkhan
ilçesi ve 19/01/2014 tarihli Adana Ceyhan ilçesindeki MİT 'e ait tırların
durdurulması ve aranması olayı ile ilgili Adana CBS'nın 2014/19640 ve 2014/30800
nolu soruşturmalara ilişkin bazı şüpheliler hakkında devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarı ile gizli kalması gereken
bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etme ve açıklama, suç
işlemek amacıyla örgüt kurma veya üye olma suçlarından soruşturmalar
yürütüldüğünden bahisle bazı internet sitelerinde gizli nitelikte belgelerin
paylaşılması, yayınlanması ile MİT'in kurum olarak kişilik haklarının ihlal
edilmesinin söz konusu olduğu anlaşıldığından erişimin engellenmesi kararı
verildiği, yine Adana CBS 'nin 2014/78107 soruşturma dosyası ile yürütülen
soruşturma ile ilgili haber ve yayınların yazılı , görsel ve internet medyasında
her türlü yayınının yapılmasının yasaklanmasına, olay ve suçun niteliği ile kamu
düzeni ve güvenliği dikkate alınarak karar verilmiştir. Söz konusu bu soruşturma
dosyasının da MİT tırlarının durdurulmasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Böylece MİT tırlarının 01/01/2014 ve 19/01/2014 tarihlerinde durdurularak
aranması olayı ile ilgili internet sitelerindeki haberlere erişimin engellenmesi
kararı verilmiş, yine aynı olayla ilgili yazılı, görsel ve internet medyasında
her türlü yayın yapılmasının yasaklandığı belirtilmiştir.
İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliğinin 29/05/2015 tarih ve 2015/1330 d.iş sayılı
kararı ile yayınlanan haberin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ulusal ve
uluslararası yararları ve milli güvenliği bakımından sakınca doğuracak mahiyette
bulunduğu gerekçesi ile içeriklere erişimin engellenmesine karar verildiği
anlaşılmıştır.
5-Soruşturma sürecinde; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 29/05/2015 tarihinde
konu ile ilgili soruşturma başlattığını kamuoyuna duyurması ve soruşturma süreci
ile ilgili mezkür bazı gelişmeler yaşanmasından sonra sanıklar 26/11/2015
tarihinde savcılığa çağrılmıştır ve ifadeleri alınmış, aynı gün İstanbul 7. Sulh
Ceza Hakimliğine sevk edilmişler ve sanıkların "silahlı terör örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme", "devletin ulusal ya da
uluslararası yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken
bilgileri siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin etme" ve "devletin
güvenliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri siyasal ve askeri casusluk
maksadıyla açıklama" suçlarından tutuklanmalarına karar vermiştir.
Tutuklama kararına yapılan itirazlar reddedilmiş, sanıkların tutukluluk
hallerinin devamına karar verilmiştir.
6-Dosyamız sanıkları Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili 05/02/2016 tarihli
tensip ara kararı gereğince tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiş,
sanıklar müdafiilerince 25/02/2016 tarih ve 18:33 saati itibarı ile tahliye
talep edilmiş, tahliye talep dilekçesine Anayasa Mahkemesinin basın duyurusu ve
bülteni eklenmiş, buna mukabil mahkememizce Anayasa Mahkemesi kararı
gönderildiğinde işlem yapılacağı dilekçeye derc edilmiş, bunu müteakip Anayasa
Mahkemesi Genel Kurulu'nca sanıklarla ilgili bireysel başvuruya dair verilen
gerekçeli karara esas 25/02/2016 tarih ve 2015/18567 başvuru numaralı kısa
kararın mahkememize aynı gün saat 20:40 itibariyle UYAP ortamından gönderilmesi
ve gelen karar içeriğinde sanıklar hakkında Anayasanın 19/3 madde ve fıkrasında
güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine oy
çokluğuyla karar verilerek hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için
kararın gereğinin ifası amacıyla mahkememize gönderilmesine karar verildiğinin
anlaşılması karşısında bu kez taleple alakalı olarak iddia makamından 25/02/2016
tarih ve saat 21:30 itibariyle mütalaa alınmış, belirtilen tarih ve saat
itibariyle mahkememizin gece saat 24:00'a kadar süren başka bir dosyasının
duruşması olması ve mahkeme heyetinin o an itibariyle adliyede bulunması
hasebiyle sanıkların tahliye talepleri ve Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali
kararı dikkate alınarak Anayasa'nın 153/6 maddesine istinaden 26/02/2016 tarih
ve 00:20 saatli ara kararı ile sanıkların ayrı ayrı tahliyelerine karar
verilmiştir.
7-Gazete nüshaları; MİT TIR'ları operasyonu ile ilgili davaların açılmasından
yaklaşık bir yıl sonra Cumhuriyet gazetesinin 29/05/2015 tarihli nüshasında
sanık Can Dündar tarafından kaleme alınan "İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar",
"Dünya gündemini sarsacak görüntüler ilk kez yayımlanıyor", "İçişleri Bakanı Ala
'İçindekileri biliyor musunuz?' demişti", "Artık biliyoruz", "İlaç taşıyor
dediler", "Türkmenlere yardım götürüyordu dediler", "Silah iddiasını ısrarla
reddettiler", "TIR'ı durduran savcıyı, arayan jandarma komutanını gözaltına
aldılar", "Ama sonunda MİT'e ait TIR içinde Suriye'ye götürülen silahların
görüntüleri ortaya çıktı", "Cumhuriyet, 19 Ocak 2014'te ihbar üzerine durdurulan
TIR'ların görüntülerine ulaştı. MİT TIR'ları ağzına kadar silah dolu" ve
"İlaçların altına gizlenmiş" şeklinde birçok haberin yapıldığı ve yayınlandığı
nüshasından anlaşımıştır. Yine söz konusu haberler içerisinde tır'lar içerisinde
bulunduğu iddia edilen silahların sayısı ve menşei ile ilgili açıklamalara yer
verilmiş, hatta bazı kamu görevlileri, milletvekilleri, devlet adamları ve
tır'lara ilişkin operasyonda görev yapmış olan bazı yargı mensuplarının
açıklamalarına da değinilmiştir. Olaya ilişkin çok sayıda görüntü
paylaşılmıştır.
Sanıklardan Erdem GÜL'ün ise MİT tırlarının durdurulmasına ilişkin aynı olayla
ilgili olarak 12/06/2015 tarihinde aynı gazetede yaptığı haberde, "Jandarma var
dedi", "Erdoğan'ın var ya da yok dediği MİT tır'larındaki silahları Jandarma
tescilledi", "Adana'da durdurulan MİT tır'larındaki silahlar üzerinde Jandarma
Genel Komutanlığınca yapılan inceleme raporunda ürkütücü tespit ve bilgiler yer
aldı" ve "yüksek infilak güçlü patlayıcı, zırhlı delici, yangın çıkarıcı,
öldürücü, yaralayıcı, yakıcı, yıkıcı" şeklindeki başlıklarını kullanarak haber
yaptığı anlaşılmıştır. Söz konusu haberlerin içeriğinde ise "Adana'daki MİT
tır'larında yakalanan silahlarla ilgili jandarma raporunda ürkütücü tespit ve
bilgiler yer aldı. Jandarma Genel Komutanlığının geçen yıl 19 Ocak'ta tır'ların
yakalanmasından tam dört gün sonra 23 Ocak 2014 tarihinde hazırladığı uzmanlık
raporunda silahlar için "gecikmeli veya anında infilak edebilen, mevcut halde
çarpma halinde infilak edebilecek konumda. TCK'da patlayıcı madde kapsamında
mütalaa edilebilecek nitelikte canlılar için öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar
için yakıcı, yakıcı, tahrip edici" şeklinde tespitlerin yapıldığını
belirtmiştir. "Gerçekleştiği günden bu yana Türkiye'nin gündeminden düşmeyen ve
yayın yasakları nedeni de yeterince aydınlatılmayan Adana'daki MİT tır'ları
olayındaki belirsizlikler, Jandarma Genel Komutanlığı'nın uzmanlık raporu ile
biraz daha aralanıyor" denildikten sonra, Adana / Ceyhan Sirkeli TEM Otoyolu
gişelerinde durdurulan TIR'lardan çıktığı iddia edilen silahların menşei ve
silahların teknik özellikleri hakkında bilgiler vermiştir. Haberde ayrıca
TIR'daki malzeme örneklerini Jandarma Kriminal Laboratuvarına gönderen Savcının
tutuklandığını, Valinin bu operasyonda görev olan savcıları HSYK'ya şikayet
ettiğini ve yine bu haberin alt kısmında bu haberle direkt veya dolaylı ilgisi
olan "Dışişlerinden kaçamak yanıt: Dışişleri, IŞİD'e Türkiye'nin destek
verdiğini yalanlarken 'diğerlerine' yapılan yardımı görmezden geldi" ve
"Başsavcılıktan mahcup açıklama" şeklinde sanık Erdem Gül tarafından diğer
haberlere de yer verildiği anlaşılmıştır.
Aydınlık gazetesinin 21/01/2014 tarihli nüshasında manşet haberi olarak "işte
tır'daki cephane" şeklinde haber yapıldığı, söz konusu haberin içeriğinde
"Adana'da durdurulan MİT'e ait 3 tır'dan mühimmat çıktı, Aydınlık, arama
fotoğraflarına ulaştı, tır'larda insani malzeme değil top mermisi taşındığı
belirlendi" şeklinde haber yapıldığı, haberin yanında top mermileri olduğu iddia
edilen bir adet fotoğrafın bulunduğu, yine gazete nüshasına bu haberle ilgili
dokuzuncu sayfasında "Aydınlık mühimmatın fotoğrafına ulaştı", "boru değil top
mermisi!", "Aydınlık tır'lardaki kasalardan birinde yüklü olan top mermilerinin
fotoğraflarına ulaştı. Altı çelik kasada gizlenmiş mühimmat olduğu ortaya çıktı"
şeklinde haber yapıldığı, bu haberlerin bulunduğu sayfaya içerisinde mühimmat
bulunduğu belirtilen tır dorsesindeki kasaların fotoğrafının konulduğu, yine bu
kasalardan birinde top mermisi olduğuna ilişkin manşet haberindeki fotoğrafın
burada da paylaşıldığı anlaşılmıştır.
8-Anayasa Mahkemesinin sanıklar tarafından yapılan bireysel başvuruya dair
kararının "kişi özgürlüğü ve güvenliği" hakkı yönünden incelenmesi; Anayasa
Mahkemesinin tutuklamanın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı yönünden hak ihlali
doğurduğu iddiası ile ilgili olarak sanıklar tarafından Yüksek Mahkemeye yapılan
bireysel başvurunun incelenmesi neticesinde aşağıdaki tespit ve belirlemelerde
bulunduğu anlaşılmıştır.
Anayasanın 19/3 madde ve fıkrasına göre tutuklama için kişinin suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunması gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu
ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına
bağlıdır (AYM Hanefi Avcı kararı) Tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde
toplanmış olması şart değildir. Tutuklama nedenlerinin de bulunması
gerekmektedir. Bunlar 5271 sayılı CMK nun 100. maddesinde belirtilmiştir.
Tutuklama nedenlerinin varlığının objektif bir gözlemciyi ikna edecek biçimde
ortaya konulması gerekir. (AYM Engin Demir kararı)
Tutuklama tedbiri somut olayın koşullarına göre gerekli olmalıdır. Gereklilik
Anayasanın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerinin sınırlanması
ölçütleri arasında sayılan "ölçülülük" ilkesinin unsurlarından birisidir.
Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece, derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya
hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz.
Tutukluluk ile ilgili kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylar uygulanması da
derece mahkemelerinin taktir yetkisi kapsamındadır. (AYM Ramazan Aras kararı)
Ancak Anayasanın 19/3 maddesinde sayılan koşulların bireysel başvuru konusu
yapılmış olan tutuklama kararlarının gerekçelerinde gösterilmiş olup olmadığının
ve somut olayın koşulları altında tutuklama tedbirine başvurulurken Anayasının
13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının ölçütleri
arasında yer alan ölçülülük ilkesine uyulunup uyulmadığını denetlemek Anayasa
Mahkemesinin görevidir.
Anayasa Mahkemesi tutuklama kararının gerekçesinde kuvvetli suç şüphesini
gösteren somut olguların gösterilip gösterilmediği konusunda kısıtlı inceleme
yapmıştır. Başvuruculara başvuruya konu haberler yayınlanması dışında isnat
edilen suçlarla ilgili olabilecek başka bir olguya yönelik herhangi bir soru
yöneltilmediğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak şu tespitleri
yaparak oy çokluğu ile hak ihlali sonucuna varmıştır;
a-Söz konusu haberlerin siyasal veya askeri casusluk maksadıyla yayınlandığını
ilişkin kuvvetli suç şüphesini başvuruculara isnat edilebilecek hangi somut
olgulardan hareketle ulaşıldığı açıklanmamıştır. Yayınladıkları haberlerin
hakkında soruşturma devam eden terör örgütü ile ilgili olduğunu mesleki durumu
itibarı ile bilmeleri kanaati dışında yardım etme suçlamasına dayanak teşkil
edecek somut bir olgu gösterilmemiştir.
b-Daha önce yayınlanan ve fotoğrafla desteklenen bir habere benzer hususları
içeren haberlerin daha sonra başka bir gazete tarafından yayınlanmasının milli
güvenlik açısından oluşturduğu sakıncanın devam edip etmediğnin haberlerle
ilgili başvurulacak tedbirin gerekçesinde belirtilmesi önemlidir.
c-Anayasının 13. maddesindeki ölçütlerden biri olan ölçülülük ilkesi kapsamında
tutuklama tedbirine gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Aradan
geçen süreler dikkate alınarak başvurucular hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinde ve tutuklama
kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır. Bu sebeplerle temel haklardan olan
kişi güvenliği ve özgürlüğü yönünden hak ihlalinin oluştuğuna oy çokluğu ile
karar vermiştir.
9-Anayasa mahkemesinin basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası ile ilgili
olarak; ifade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya
önemsenmeyen bilgi ve düşünceler için değil devleti ya da toplumun herhangi bir
kısmını inciten şoka eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler içindir.
Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve
açıkgörüşlülük bunu gerektirir.(AİHM Handyside kararı)
İfade ve basın özgürlüğü mutlak olmayıp sınırlanabilir. Anayasanın 26/2 , 28/4,
5,7,9 maddelerinde sınırlandırma sebepleri vardır. Buna göre; milli güvenlik,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, devlete ait gizli bilgilerin
açıklanmasının önlenmesi amacıyla sınırlandırma yapılabilir. Bu amaçlar
doğrultusunda milli güvenlikten dolayı devlete ait gizli bilgilerin basın
yoluyla açıklanmasının suç olarak düzenlenmesi ve cezalandırılması mümkündür.
AİHM'e göre de basının görevini yerine getirirken gazetecilik etiğine göre
hareket etmesi gerekir.
Anayasının 13. maddesindeki sınırlandırma ölçütleri arasında demokratik toplum
üzerinde gerekli olma ve ölçülülük ilkesi bulunmaktadır. İfade ve basın
özgürlüklerine yapılan müdahalelerde seçilen aracın elverişli, gerekli ve
orantılı olup olmadığı değerlendirilebilir. Bu bağlamda müdahalenin gerekli olup
olmadığnın zorlayıcı toplumsal bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının
değerlendirilmesi gerekir. Başvurucuların tutuklanmasıyla ulaşılmak istenen amaç
ve kanuni dayanağın bulunması yeterli değildir. Bunun yanı sıra somut olayın
demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük koşulları yönünden
incelenmesi gerekir diyerek Anayasa Mahkemesi şu tespitlere yer vermiştir;
a- Suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun başvuruya konu haberlerin
yayınlanması olduğu gözetildiğinde, tutuklama gibi ağır bir tedbir ifade ve
basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir
müdahale olarak kabul edilemez.
b- Aradan geçen süreler, başka gazetede haber yapılmış olması hususları
karşısında ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesi hangi zorlayıcı
toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığı ve milli güvenliğin korunması bakımından
demokratik toplum üzerinde gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve
tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır.
c- Tutuklama gerekçelerinde yayınlanan haberler dışında herhangi bir somut olgu
ortaya konmadan ve tutuklamanın gerekliliğine ilişkin gerekçeler belirtilmeden
başvurucuların tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı
bir etki doğurabilecektir. Bu sebeplerle Anayasa Mahkemesi temel haklardan olan
basın ve ifade özgürlüğü yönünden hak ihlalinin oluştuğuna oy çokluğu ile karar
vermiştir.
10-Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 27/03/2014 tarih ve
55643272 sayılı yazısına göre; MİT tırlarının durdurulmasına ve ele geçen
malzemelere ilişkin yapılan soruşturma içeriğindeki bilgi ve belgelerin 2937
sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı kanununda
belirtilen görevlere ilişkin devlet sırrı niteliğinde olan ve gizlilik taşıyan
bilgi ve belgeler olduğu, bu bilgi ve belgelerin devlet sırrı olması nedeni ile
gizlilik kapsamının devam ettiği 2937 sayılı Kanunun 27. ve 5237 sayılı TCK nun
327, 328, 329 ve 330. maddelerindeki gizliliğinin korunması gerektiği ve cezai
yaptırımının olduğu belirtilmiştir.
11-Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 06/02/2014 tarih ve
54128131 sayılı yazısına göre; MİT tırlarının durdurulması ile ilgili olarak
kişiler ve araçların 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli
İstihbarat Teşkilatı kanunu ile MİT müsteşarlığına verilen görev ve yetkiler
uyarınca ülkenin menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında
bulunduğu belirtilmiştir.
12-Sanıklara ait olduğu belirtilen cep telefonları ve sabit telefon hatlarına
ilişkin 2013-2014-2015 yılları ile ilgili baz istasyonlarını içerir vaziyette
arayan ve aranan dökümlerinin alınması için İstanbul nöbetçi Sulh Ceza
Hakimliğine başvurulması üzerine, İstanbul 3.Sulh Ceza Hakimliğinin 06/11/2015
tarih ve 2015/4106 değişik iş sayılı kararı ile sanıklardan Erdem Gül hakkında,
yine İstanbul 10.Sulh Ceza Hakimliğinin 06/10/2015 tarih ve 2015/3090 değişik iş
sayılı kararı ile sanıklardan Can Dündar hakkında baz istasyonu içerir vaziyette
HTS kayıtlarının alınmasına karar verilmiş, buna ilişkin kayıtlar
telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'ndan alınarak dosya içerisine konulmuştur.
13-Dosya içerisine İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün 12/01/2016 tarih ve 1292
sayılı yazısı ile; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan
2015/126342 sayılı soruşturmaya esas olmak üzere, www.herkul.org isimli internet
sitesi içerisinde bulunan diğer linkler başlığı altında bulunan bamteli arşiv
bölümünde www.herkul.org/bamteli/bamteli-ibadetlerin-ihmali-ve savaş-endişesi/
isimli internet sayfasında 14/12/2013 tarihinde yayınlanan "ibadetlerin ihmali
ve savaş endişesi" başlığı altında video yayınlandığı ve videonun 28.dakikası
04.saniyeside; Fethullah Gülen'in "hani birinci cihan savaşında ne oldu o gün
öldürücü silahlar öyleydi. Şimdi değişik gazlar adlarını bile bilmiyorum ben. Ve
bunlar orda Suriye'de de kullanılmış. O aynı zamanda bu meselenin
cehpaneciliğini işte lojistik imkanlarını elinde tutanlarda belli, mücimlerde
belli, yakın bir tarihte onlarda ortaya çıkacak ve hesabı sorulacak, Uluslar
arası muhakemelrde hesabı sorulacak bunların..." şeklinde konuşma geçtiğinin
belirtildiği anlaşılmıştır.
14-Katılan Recep Tayyip Erdoğan dosyaya vekilleri aracılığı ile sunduğu
dilekçesinde; sanıklardan Can Dündar'ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı
Cumhuriyet Gazetesi'nin 29/05/2015 tarihli nüshasındaki "İşte Erdoğan'ın yok
dediği silahlar" başlıklı haberi ile ilgili paralel örgüt tarafından kendisine
sızdırılan bu sahte görüntü ve bilgileri yayınlayarak bahse konu yardım
tırlarının planlanan kurgu çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör
örgütüne yardım ettiği algısını oluşturmak amacıyla sahte ihbar ve sahte
delillerle tuzak kurarak tamamen hukuka aykırı bir biçimde arayan örgüt
mensuplarının eylemlerine iştirak ettiğinden 5237 sayılı TCK'nun 312, 327, 328,
330, 220, 285 ve 288.maddeleri gereğince cezalandırılmasını talep etmiştir.
15-Mahkememizin 2015/297 esas sayılı dosyası getirtilmiş ve yapılan tetkikinde:
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunca
düzenlenen 23/10/2015 tarih ve 2014/41637 soruşturma, 2015/39902 esas nolu
iddianame ile;
İstanbul CBS'nin 2014/41637 sayılı soruşturması kapsamında haklarında kamu
davası açılan sanıkların Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması
(FETÖ / PDY) içerisinde yer alarak "Selam - Tevhid" olarak bilinen 2011/762
sayılı sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması kapsamında sahte gizli
tanık ifadeleri ve ihbarlar ile uydurma deliller doğrultusunda Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapamaz hale getirmeye
yönelik faaliyetlerde bulundukları, bu bağlamda 2011/762 soruşturma numaralı
sözde "Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması kapsamında başta Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı (Başbakanlık görevini yürüttükleri tarihte) Recep
Tayyip Erdoğan ve Başbakan (Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttüğü tarihte)
Ahmet Davutoğlu'nun başdanışmanları olmak üzere birçok üst düzey devlet
yetkilisi, milletvekili, siyasetçi, yazar, sanatçı, akademisyenin hedef şahıs
kapsamına alınarak resmi ve özel telefonlarının hukuka aykırı olarak
dinlenildiği, üst düzey devlet yetkililerinin yaptıkları ve Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin milli güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli
kalması gereken nitelikteki görüşmelerinin kayıt altına alındığı, örgüt üyesi
sanıkların ayrıca bu görüşmelerin bir bölümünü iletişim tespit tutanağı haline
getirerek üst düzey devlet yetkililerini sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü ile
irtibatlı göstermeye çalıştıkları,
01/01/2014 ve 19/01/2014 tarihlerinde Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına
ait yardım tırlarının durdurulması eylemlerinin de FETÖ / PDY örgütü lideri
sanık Fetullah Gülen'in talimatları doğrultusunda örgüt güdümündeki basın yayın
kuruluşları ve özellikle de 2014/41637 sayılı soruşturma kapsamında halen firari
sanık durumunda olan örgüt yöneticisi Emre (Emrullah) USLU'nun kamuoyu oluşturma
çalışmalarının ardından gerçekleştirildiği, suç tarihlerinde Hatay, Ankara ve
Adana İl Jandarma Komutanlıklarında rütbeli olarak görev yapan FETÖ / PDY örgütü
üyesi sanıkların Milli İstihbarat Teşkilatına ait tırları hukuka aykırı şekilde
durdurarak arama yapmaları eyleminin örgüt liderinin talimatı doğrultusunda
gerçekleştirildiği, bu eylemlerin öncesi ve sonrası tarihlerde Milli İstihbarat
Teşkilatının İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) aracılığı ile
terör örgütü El-Kaide'ye silah yardımında bulunduğu kurgusunun sahnelenerek
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin terörü destekleyen ülkeler arasında gösterilmeye
çalışıldığı, 01/01/2014 ve 19/01/2014 tarihli eylemleri de 2011/762 sayılı
soruşturmadaki sözde örgüt mizansenine şiddet eylemleri olarak dahil etmeyi
amaçladıklarından bahisle;
-Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ / PDY) adlı silahlı
terör örgütü lideri olduğu iddia edilen sanık Fetullah Gülen'in,
-Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ / PDY) adlı silahlı
terör örgütü yöneticisi olduğu iddia edilen sanık Emrullah Uslu'nun,
-01/01/2014 tarihli suç tarihi itibariyle Hatay İl Jandarma Komutanlığında görev
yapan ve MİT'e ait bir tırın hukuka aykırı olarak durdurulması ve aranmak
istenilmesi olayı ile ilgili olarak haklarında suç isnat edilen sanıklar Mehmet
Fırat, Gökhan Bakışkan, Halil Alp ve Hayati Özcan'ın,
-19/01/2014 tarihli suç tarihi itibariyle Adana İl Jandarma ve Ceyhan İlçe
Jandarma Komutanlıklarında görev yapan ve MİT'e ait tırların hukuka aykırı
olarak durdurularak içerisindeki malzemelerin görüntülenmesi ve analiz amacıyla
numune alınması olayı ile ilgili olarak haklarında suç isnat edilen sanıklar
Selahaddin Özenli, Bekir Karataş, Önder Kır, Hakan Kaplan, Hüseyin Özmen,
Celalettin Bardakcı, Yener Yılmaz, Nihat Yılan, Ahmet Pola, Kemal Çöp, İbrahim
Aslan, İsmail Önder Ata, Ömer Muharrem Güneş, Mehmet Şirin Aslan, Galip Arslan,
Rahmi Ala, Mehmet Sağlam, Serdar Güçlü, Gürhan Esmeray, Yasin Yalçınkaya, Orhan
Şahin (Kırıkhan'daki 01/01/2014 tarihli olayla ilgili), Sezai Akyüz, Mesut
Çelik, İdris Karaçizmeli'nin,
-19/01/2014 tarihli suç tarihi itibariyle Ankara İl Jandarma Komutanlığında
görev yapan ve bahse konu tarihte MİT'e ait tırların hukuka aykırı olarak
durdurularak içerisindeki malzemelerin görüntülenmesi ve analiz amacıyla numune
alınması olayı ile ilgili olarak haklarında suç isnat edilen sanıklar Erdal
Turna, Hakan Gençer, Gültekin Menge, Halil İbrahim Köse, Mahmut Özcan, Ahmet
Yüksel, Cumali Katırcı'nın,
-19/01/2014 tarihinde tırlardan elde edilen numuneler üzerinde inceleme yaparak
23/01/2014 tarihli uzmanlık raporunu düzenleyen Jandarma Genel Komutanlığı
Jandarma Kriminal Laboratuvarları Daire Başkanlığı Ankara Merkez Kriminal
Laboratuvarında görevli sanıklar Mehmet Kılıç, Mustafa Kayıkçı, Berkant Aydın,
Baycan Görücü, Yemliha Kale, Vedat Sadak ve Mehmet Mustafa Yardımcı'nın,
Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme (sanıklar Fetullah Gülen ve Emrullah
Uslu yönünden), Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma (diğer sanıklar yönünden),
Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk
Maksadıyla Temin Etme ve Açıklama (tüm sanıklar yönünden) ve Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Kısmen veya Tamamen
Engellemeye Teşebbüs Etmek (sanıklar Mehmet Kılıç, Mustafa Kayıkçı, Berkant
Aydın, Baycan Görücü, Yemliha Kale, Vedat Sadak ve Mehmet Mustafa Yardımcı
haricindeki diğer tüm sanıklar yönünden) suçlarını işlediklerinden bahisle
eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK'nın 37/1, 220/5 maddeleri delaletiyle 314/1-2,
312/1, 328/1, 330/1, 35/1-2 (bir kısım sanıklar yönünden), 53, 58/9, 63 ve 3713
sayılı TMK'nın 5.maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile mahkememize
kamu davası açıldığı,
Mahkememizdeki yargılamanın devamı sırasında 01/01/2014 ve 19/01/2014
tarihlerinde cereyan eden iddia konusu olaylara ilişkin dönemin Adana Cumhuriyet
Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, TMK.nun 10.Maddesi ile Görevli C.Başsavcı Vekili
Ahmet Karaca, Cumhuriyet Savcıları Aziz Takcı ve Özcan Şişman ile Adana İl
Jandarma Alay Komutanı Özkan Çokay hakkında aynı suçlardan Yargıtay 16. Ceza
Dairesi nezdinde son soruşturma (dava) açıldığının ve 2015/1 esas nolu dosyasına
kayden yargılamasının devam ettiğinin anlaşılması karşısında Yargıtay 16. Ceza
Dairesi (İlk Derece)'nin 2015/1 esas sayılı dosyası ile mahkememiz dava
dosyasının yukarıda isimleri zikredilen bir kısım sanıkları arasında hukuki,
fiili ve şahsi irtibat bulunmasına nazaran isimleri geçen toplam 44 sanıkla
ilgili davanın mahkememizin 2015/297 esas sayılı dava dosyasından tefriki
cihetine gidilerek bu sanıklarla ilgili tefrikle oluşturulan 2016/99 esas sayılı
dava dosyasının Yargıtay 16. Ceza Dairesi (İlk Derece)'nin 2015/1 esas sayılı
dava dosyası ile birleştirilmesi yönünde karar verildiği anlaşılmıştır.
16-Dosyaların birleştirilmesi; bilindiği üzere ceza muhakemesinde genel kural,
açılan her dava üzerine ayrı bir yargılamanın yapılması olup, ancak
uyuşmazlıklar arasında bağlantı olduğu zaman bağlantının özelliği gereği bu
kuraldan ayrılmak olanaklıdır. Buna göre istisnai hallerden biri olan
yargılamaların birleştirilmesine karar verilebilmesi için davalar arasında
bağlantı olmalı, davaların birleştirilmesinde yarar görülmeli ve birleştirme
yasağı söz konusu olmamalıdır. Yasa koyucu, açılan her dava üzerine ayrı bir
yargılama yapılmasını kural olarak benimseyip istisnai durumlarda davaların
birleştirilebileceğini hüküm altına alırken, birleştirmede fayda bulunup
bulunmadığının her olayda araştırılmasını arzu etmiş, bunu da mahkemenin
takdirine bırakmıştır.
Bu genel ilkeler ışığında somut olay yönünden değerlendirme yapıldığında;
mahkememizin eldeki dava dosyası ile yine mahkememizin 2015/297 (daha sonra
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/1 esas sayılı dava dosyası olmuştur) esas
sayılı dosyası ile birleştirilmesi yönündeki talep her iki dosyadaki sanıkların
suç nevilerinin ve suç tarihlerinin farklı oluşu, mahkememizin dosyasının
geçirdiği safahat ve gelinen aşama ile sanıkların konumları dikkate alınarak
birleştirilmelerinde fayda görülmediğinden bahisle birleştirme talebi
reddedilmiştir.
Mahkememizce bu yönde değerlendirme yapılırken; yargılamaların birlikte
görülmesini mutlak biçimde aramanın, davaların uzamasına neden olacağı ve makul
sürede sonuçlanmasını engelleyeceği gibi hakkında hüküm verilmesi dışında
yapılacak bir muhakeme işlemi kalmamış bulunan kişilerle ilgili davaların
zamanaşımına uğramasına, bozulan kamu düzeninin kısmen de olsa düzeltilmesi
imkanının kaybedilmesine ve dolayısıyla da toplumdaki adaletin gerçekleşmesini
görmeye yönelik beklentilerin karşılanamamasına neden olacağı ihtimalleri
gözönünde bulundurulmuş, bu bağlamda dava dosyası sanıkları hakkında eldeki
dosyada bir kısım suçlardan hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme
işleminin kalmamasına nazaran yargılamasının uzun bir süre alacağı anlaşılan çok
sanıklı başka bir yargılama dosyasıyla (Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 2015/1
esas sayılı dava dosyası) birleştirilmesinin nedensiz yere davanın uzamasına
neden olacağı ve makul sürede sonuçlanmasını engelleyeceği, bunun da toplumda
adaletin gerçekleştirmesini görmeye yönelik beklentinin karşılanamamasına neden
olacağı dikkate alınmıştır.
17-Can Dündar'ın ev satışı ile ilgili olarak; İstanbul C. Başsavcığının
21/03/2016 tarih ve 2016/9898 sayılı soruşturma dosyası ile ilgili olarak
gönderilen yazı ve eklerinde; dosyanın sanığı Can Dündar'la ilgili olarak Ankara
İli Karakusunlar Mahallesinde bulunan villasını 2012 yılında bir buçuk milyon
dolar bedelle satışa çıkardığı, ancak 3 yıl süreyle satamadığı, ancak MİT
tırlarının durdurulmasına ilişkin Cumhuriyet gazetesinde suça konu yayınlar
yapıldıktan sonra 25/06/2015 tarihinde Bekir Mustafa Yılmaz isimli kişiye bir
buçuk milyon TL'ye satıldığı, ancak satış bedelinin daha fazla bir rakam olduğu,
satın alan Bekir Mustafa Yılmaz'ın Sönmez Ahi isimli kişi ile ortak oldukları,
Sönmez Ahi isimli bu kişinin Adana Bölge Jandarma Komutanı Hamza Celepoğlu'nun
avukatı olduğu, Hamza Celepoğlu'nun MİT tırlarının durdurulmasından sonraki
süreçte Sönmez Ahi ile yoğun biçimde telefon irtibatlarının bulunduğu, bu
sebeplerle sanık Can Dündar'ın yayınladığı haberin gazetecilik faaliyeti ve
basın hürriyeti kapsamında olmadığı, 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen önce
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarından temin edilen maddi menfaat
karşılığında örgütün nihai amacı doğrultusunda yayınlandığı, sanık Can Dündar'ın
maddi menfaat temin ederek bu yayını yaptığı, İstanbul C. Başsavcılığının
2016/9898 numaralı soruşturma dosyasında Sönmez Ahi ve Bekir Mustafa Yılmaz'ın
tutuklu oldukları, açıktan alınan para miktarı ile ilgili MASAK tarafından
araştırmanın devam ettiği belirtilmiştir.
18-Can Dündar'ın "tutuklandık" isimli kitabıyla ilgili olarak; Sanık Can Dündar
tahliye olduktan sonra yayınladığı "Tutuklandık" isimli kitabının bir bölümünde
" nihayet 27 Mayıs Çarşamba günü öğleden sonra solcu bir milletvekili dostum
getirdi görüntüleri... Izleyince kafamda hiçbir şüphe kalmadı; MİT , Suriye'ye
silah taşıyordu... bu tür durumlarda iki soru sorarsınız kendinize; gelen belge
gerçek mi? Yayımlanmasında kamu yararı var mı? İkisinin cevabı EVET ise
yayınlamak değil çekmeceye saklamak ihanettir. Görüntüleri hemen bizim yazı
ekibiyle paylaştım; herkes çok heyecanlandı yayımlanması konusunda en ufak bir
tereddüt bile duymadık... eldeki malzemeyi pek az kişi biliyordu görüntülerden
en belirgin kareleri seçip sayfaya yerleştirdik. Manşet bir yalanı belgeliyordu.
" işte Erdoğan'ın yok dediği silahlar ! O aşamada bombamızı gazetemizin icra
kurulu başkanı Akın Atalay'a göstermek aklıma geldi. Yazı işleri ile vakıf
arasındaki hassas çizgiyi özenle koruyan bir yöneticiydi. Ancak aynı zamanda
gazetenin ve benim avukatımdı. Bu tür duyarlı haberlerde ona danışmak adetim
değildir. Görüntüleri izleyince, önce içindeki gazeteci, heyecanla ayağa kalktı;
sonra içindeki avukat, onu itidale davet edip oturttu. " bunun sonuçlarını
düşündün mü? " dedi. Bu alarm zili demekti. 28 Mayıstaki acil toplantıya böyle
girdik... sonra Akın toplantıyı açarken gayet net konuştu: "bunun devlet sırrı
olduğunu söylecekler. Tırları durduran savcıları askerleri tutukladılar,
devletin sırrını ifşa ağır ceza gerektiren suçtur. Tutuklama kaçınılmaz... "
şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Sanık Can Dündar'ın yazmış olduğu kitaptaki
bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere sanıklar tarafından yayınlanan bilgi ve
belgelerin devlet sırrı olduğu yönünde gazetenin avukat olan yöneticileri ile
konuşulduğu , tırların durdurulması sebebi ile bazı savcı ve askerlerin suç
işledikleri iddiası ile tutuklandıkları ve bu eylemin devlet sırrını ifşa olup
ağır cezalık suçlardan olduğu, tutuklamanın kaçınılmaz olacağı konuşulmuştur. Bu
sebeple sanıkların olaylardan haberdar oldukları ve eylemlerinin ne gibi
sonuçlar doğuracağı yönünde önceden bilgi sahibi oldukları anlaşılmaktadır. Yine
burada sanıkların devlet sırrı niteliğinde olduğu değerlendirilebilecek bilgi ve
belgeleri yayınlayacakları ve bunun da ağır bir yaptırımı olduğunun konuşulması
karşısında suç işleyebilecekleri yönünde daha önceden bilgi sahibi oldukları
açıktır.
Anayasa Mahkemesi kararının mahkememizce değerlendirilmesi :
Mahkememiz dava dosyası ile ilgili olarak henüz ilk duruşma yapılmadan, deliller
tam olarak toplanarak tartışılıp karara bağlanmadan önce Anayasa Mahkemesinin
25/02/2016 tarih ve 2015/18567 başvuru numaralı Genel Kurul kararı ile sanıklar
hakkında Anayasanın 19/3, 26, 28.maddeleriyle güvence altına alınan kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğü haklarının ihlal
edildiğine oy çokluğuyla karar verilmesi ve ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın mahkememize gönderilmesi üzerine Anayasanın 153/6.
maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı
organlarını bağlayıcı nitelikte olması karşısında sanıkların ayrı ayrı
tahliyelerine karar verilmiştir.
2010 yılı Anayasa değişikliği ile hukuk sistemimize giren bireysel başvuru
yolunun çerçevesi Anayasa koyucu tarafından açık ve kesin ifadelerle
belirlenmiştir. Buna göre bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir.
İşin esası itibariyle bireysel başvurunun konusu olmayan ve ilk derece
mahkemesinde yapılan yargılama sonucu ortaya çıkacak olgular ve maddi gerçekler
Anayasa Mahkemesi tarafından irdelenecek hususlar değildir. Anayasa
Mahkemesi'nin bireysel başvuruda üstlendiği yargı görevi ve denetimden dolayı
devam eden yargılamalarla ilgili olarak kendisine yapılan başvuruların maksadını
aşacak şekilde işin esasına girmeme kuralına bağlı kalması gerekmektedir. Maddi
vakıa ve delil değerlendirmesi yapmamalıdır. Anayasa Mahkemesi yerel yargı
makamını etkilemeye elverişli kanaat de bildirmemelidir.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM ile maddi hakikate ulaşmayı amaçlayarak ceza
yargılaması yapan mahkemenin usullerinin birbirine karıştırılmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesince Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği
sürece yerel mahkemelerin kararlarındaki kanunun yorumu ya da maddi veya hukuki
hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Anayasa
Mahkemesi tutukluluk konusunda ancak kanun veya Anayasaya bariz şekilde aykırı
yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik bulunması halinde hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararları başvuruda incelenmesi
gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz.
Dosyamızda sanıklar ilk tutuklama kararına karşı Anayasa Mahkemesine başvuruda
bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru sisteminin uygulandığı
tarihten bu yana ilk tutuklama kararlarına karşı yapılan başvurularda, suçun
işlemiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ve hukukilik denetimi
ile sınırlı bir inceleme yapmıştır.
Kişi hürriyeti ve güvenliği ile ilgili AİHS'in 5/1-c maddesi kapsamında bireyin
tutuklanması için şüphe olmadığına dair şikayetlerin incelemesini yapan AİHM ve
benzer yetkiye sahip Anayasa Mahkemesinin dosyada yer alan delillerin yeterli
şüpheyi oluşturup oluşturmadığını doğal olarak incelemeleri gerekir. Anayasa
Mahkemesi suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunup bulunmadığını
tutukluluğun ön şartı olarak inceleme yetkisine sahiptir. Bu mahkemenin devam
eden yargılamada asıl yargı makamı yerine geçmemeye ve karar vermemeye özen
göstermesi gerektiği tartışmasızdır. Somut olayın içeriğine ve gerektiğinde
maddi vakıanın ayrıntılarına girme durumunda kalabilir. Ancak bitmemiş
yargılamalarda "dürüst yargılama hakkı"nın ihlali iddialarını inceleyemez. Somut
delillerin varlığını dikkate alarak tutuklama tedbirinin hukukiliği ile ilgili
sınırlı inceleme yapabilirler. Birincil mahkemelerin kuvvetli suç şüphesi ile
ilgili tutuklamalarda somut gerekçeleri göstermeleri gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi ve AİHM'si ölçülülüğe ve her bir somut olayda bireyselleştirme
zorunluluğuna uyulup uyulmadığını incelemelidir.
Anayasanın 19.maddesi kapsamında koruma altına alınan "kişi hürriyeti ve
güvenliği" hakkının tutuklanmak suretiyle ihlal edildiğine ilişkin bireysel
başvurular basın ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlal iddiaları ile birlikte
incelenemez. Ancak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ele
alınabilir.
Anayasa Mahkemesi mahkemelerce tatbik edilen tedbirlerden dolayı kişi hak ve
özgürlüklerinin zarar gördüğü iddiaları ile sınırlı inceleme yapmalıdır. Bu
kapsama uzun süren yargılamalara ilişkin olarak makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edilip edilmediğinin incelenmesi de dahildir. Bu sebeplerle ceza
yargılaması aşamalarında uygulanan koruma tedbirlerinde ve makul sürede
bitirilemeyen yargılamalarda hak ihlali iddiası ile Anayasa Mahkemesine taşınan
başvurular, henüz yargılama sonuçlanmasa ve olağan kanun yolları tüketilmese de
koruma tedbiri bakımından kendine özgü kanun yolları tüketildiğinde ve
yargılamanın özelliği itibarıyla makul süre aşıldığı düşünüldüğünde bireysel
başvurunun usulen kabul edilebilir olduğuna karar verilerek gerekli inceleme
yapılabilmelidir.
Sanıkların basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine dair başvuruları,
yargılaması devam eden davanın sonunda ele alınacak hususlardandır. Dava
dosyasının ana konusunu oluşturan bu husus dosyadaki bilgi, belge ve deliller
çerçevesinde tartışılarak belli bir sonuca varılacaktır.
Basın ve ifade özgürlüğü açısından henüz yargısal aşamaları tamamlanmamış bir
uyuşmazlık sadece tutukluluk incelemesi kapsamında ele alınabilecek iken,
genişletici bir yorum ile ele alınarak hak ihlali sonucuna ulaşılması hukuk
devleti ilkesine aykırı olacaktır. Aksi halde Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
yoluyla kendisine Anayasa tarafından çizilen sınırın aşılmasına sebebiyet vermiş
olacaktır ki bu durumda da Anayasa Mahkemesinin "ikincil bir yargı yolu" olduğu
hususunun gözardı edilmesi söz konusu olacaktır.
Sanıklar hakkındaki tutuklama kararının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında
incelenmesi, mahkememize açılan kamu davasının daha ilk duruşmasının dahi
yapılmamış olması karşısında somut olayın şartları açısından bu aşamada temel
hak ve özgürlüklerin korunmasında asıl yetkili ve görevli olan mahkememizin
yargısal mekanizmalarının işlememesine neden olmuş, ki bu durum "tabii
yargıçlık" ilkesine, kovuşturmanın bağımsız ve etkin şekilde yerine
getirilmesine, yargının bağımsızlığına açıkça aykırılık oluşturmuştur.
Sanıkların eylemlerinin gazetecilik faaliyeti dışında, FETÖ / PDY silahlı terör
örgütünün amaçları doğrultusunda yürütülen bir faaliyet olduğunun iddia edilmesi
karşısında, Anayasa Mahkemesinin sanıkların bireysel başvurusunu basın ve ifade
özgürlüğü kapsamında ele alması mahkememizce yürütülen kovuşturmayı etkileme ve
delillerin değerlendirmesinde mahkememizin takdir yetkisini daraltma sonucunu
doğurduğu açıktır.
Sanıklara isnat edilen eylemlerin basın ve ifade hürriyeti kapsamında yürütülen
gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılmayacağı, suç oluşturup oluşturmayacağı
yargılama sonucunda toplanan delillere göre davaya bakan mahkeme tarafından
belirlenecektir. Aynı şekilde bu belirlemenin hukuka uygunluğu kanun yollarında
incelenebilecektir. Mahkemelerin takdir yetkisi kapsamında olan hususlarda
Anayasa Mahkemesinin maddi vakaya yönelik değerlendirmede bulunması mümkün
değildir. Anayasa Mahkemesi somut olayda kendisini görevli yargı merciinin
yerine koyarak maddi vaka incelemesi yapmıştır. Bu durum bireysel başvurunun
Anayasada ifadesini bulan kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamayacağı hükmü ile bireysel başvuru için kanun yollarının tüketilmiş olma
şartı ile bağdaşmamıştır. İddianamede ileri sürülen iddialar ile sanıklara
atfedilen suçlamaların sadece basın özgürlüğü ve ifade hürriyeti kapsamında
değerlendirilebilecek hususlardan olmadığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi görev ve yetkisi kapsamında sanıkların tutuklanması ile
tutukluluklarının devamına ilişkin kararları kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
bağlamında değerlendirerek hak ihlali sonucuna ulaştığından, bu karar Anayasanın
153/6 maddesi gereğince yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığından
mahkememizce bu karara zorunlu olarak uyularak sanıkların tahliyesine karar
verilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi ifade ve basın özgürlüğü konusunu gerekçeli kararında
geniş bir şekilde irdeyelerek hak ihlali yapıldığına ilişkin hüküm kurarak
mahkememizin yargılama konusuyla ilgili sonuca yönelik değerlendirme yaparak
yetkisini aşmıştır. Yüksek Mahkemenin Anayasa ile Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki Kanununa aykırı olan bu şekildeki değerlendirmesi mahkememizce
yerinde görülmemiştir, ki bu durum açık bir şekilde yargının bağımsızlığına,
tabii yargıçlık ilkesine, kovuşturmanın etkin şekilde yerine getirilmesine
aykırılık teşkil ettiği gibi kanun yolları sürecinin etkisiz kılınması
tehlikesini de beraberinde getireceği kuşkusuzdur.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ULAŞILAN KANAAT :
Çoğulcu demokrasilerde doğal haklardan kabul edilen ifade özgürlüğü vazgeçilemez
ve devredilemez haklardandır. İfade/düşünce hürriyeti, özgürce edinilen fikir ve
kanaatleri meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve özgürlüğüdür. İfade
özgürlüğü birçok hak ve özgürlüğün temelini oluşturur. Kişisel ve toplumsal
gelişmenin kaynağıdır. Bu bağlamda basın özgürlüğü de bilgi edinme, yayma,
eleştirme, yorumlamayı gerektirir. Ancak bunları yaparken basının tamamen özgür
olduğunu söylemek mümkün değildir. Basın özgürlüğünün de diğer özgürlükler gibi
bazı sınırlamaları vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 26. maddesinin ikinci fıkrası ile 28.
maddesinin beşinci fıkrasına göre ifade ve basın özgürlükleri "milli güvenlik,"
"kamu düzeni", " kamu güvenliği", "suçların önlenmesi", "suçluların
cezalandırılması", "devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması" ve "devlete ait gizli bilgilerin açıklanmamasının önlenmesi"
amaçlarıyla sınırlanabilir. Yine aynı şekilde 5187 sayılı Basın Kanunun 3/2
maddesi gereğince "milli güvenlik", "kamu düzeni", " kamu güvenliği", "devlet
sırlarının açıklanmasının ve suç işlenmesinin önlenmesi", "yargı gücünün otorite
ve tarafsızlığının sağlanması" amaçları ile sınırlanabilir. AİHS'nin 10/2
maddesi gereğince ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin
sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve
tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına göre
sınırlandırmalar getirilebilir. Buradan da anlaşılacağı üzere basın özgürlüğüne
ulusal ve uluslararası normlar ile bir takım sınırlandırmalar getirilmiştir.
Devlet ve güvenlik politikaları tabiatı gereği sürekli değişkenlik gösterir.
Devlet sırları kamu gücünü kullanan kişilerin tercihleriyle şekillenir. Devlet
sırlarına ilişkin bilgilere erişimin engellenmesi ve basına kapalı tutulmaları
doğrudur. Ülkenin iç ve dış güvenliği ile ilgili konular ortaya konularak
tartışılabilir, hatta hesap sorulabilir. Ancak devlet sırrı niteliğindeki bilgi,
belge ve görüntülerin ele geçirilerek başkalarıyla paylaşılmaması gerekir.
Devletin anayasal düzenini, dış ilişkilerini tehlikeye düşürebilecek, milli
savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek bilgilerin ele geçirilerek
açıklanması basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Sınırlandırmaların
basın özgürlüğü ileri sürülerek ortadan kaldırılması hukuki dayanaktan
yoksundur. Aksi halde bu eylemleri cezalandıran kanun maddeleri hükümsüz hale
getirecektir.
Devlet sırrıyla ilgili olarak; 5237 sayılı TCK nun 47/1 maddesinde
"...açıklanması devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli
güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike
yaratabilecek nitelikteki bilgiler devlet sırrı sayılır" denmektedir. Devlet
sırrıyla ilgili kanunlarda özel bir düzenleme olmadığı için suçta ve cezada
kanunilik ilkesi gereğince nelerin devlet sırrı sayılacağı belirsizdir. Bu sorun
TCK'nun 47/1 maddesindeki tanım ile devlet sırrına ilişkin suçları düzenleyen
TCK'nun 327 ila 330 maddelerindeki tanımlar, gerekçeler ve somut olayın
özelliklerine göre giderilebilir.
Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının yazılarına göre MİT
tırlarının durdurulması ile ilgili olarak kişiler ve araçların Milli İstihbarat
Teşkilatı kanunu ile MİT Müsteşarlığına verilen görev ve yetkiler uyarınca
ülkenin menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında bulunduğu,
ele geçen malzemelere ilişkin yapılan soruşturma içeriğindeki bilgi ve
belgelerin, devlet sırrı niteliğinde olan ve gizlilik taşıyan bilgi ve belgeler
olduğu, bu bilgi ve belgelerin devlet sırrı olması nedeni ile gizlilik
kapsamının devam ettiği bildirilmiştir.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 18/06/2014 tarih ve 2014/4290 - 7360 E - K sayılı
kararında ".....devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibarıyla gizli kalması gerektiği Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma
Genel Komutanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müşteşarlığı yazıları ile tüm
dosya kapsamından anlaşılan belge ve bilgilerin..." denilmekle gizli kalması
gereken belge ve bilgilerin ne tür bilgi ve belgeler olduğu hususu Milli
İstihbarat Teşkilatı Müşteşarlığı yazılarından anlaşılabilecektir. Kaldı ki, bu
Kurumun kendi görev alanına giren işlerden olması dolayısı ile hangi bilgi ve
belgelerin devlet sırrı niteliğinde olabileceğine daha ziyade vakıf olacağı
aşikardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli güvenliği, iç savaşa sürüklenmiş komşu
ülkeler karşısında ulusal yararların gözetilmesini gerekli kılabilir. Ülkenin
milli güvenliğini tehdit edebilecek unsurların gelişmesini engellemek amacına
yönelik plan, belge ve çalışmalar da hukuk kuralları içinde kalmak şartıyla
devlet sırrı kapsamında kabul edilmelidir. Bu bilgi, plan, belge ve çalışmaların
açığa çıkarılması ve tartışılması ulusal güvenlik açısından ciddi tehlikelere
yol açabilir.
Devletin politikalarını belirleyenlerin, hukuka aykırı olduğu iddia edilen
tercih ve kararlarıyla ilgili devlet sırrı kapsamında olduğu kabul edilen bilgi,
belge ve görüntülerin ele geçirilerek açıklanmaları devletin güvenliğini ve
ülkenin iç ve dış siyasal yararlarını tehlikeye düşürmemelidir.
Kendi çalışma alanına giren ve görevi gereği daha ayrıntılı bilgiye sahip bir
istihbarat teşkilatı olan Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı yazılarına
göre, sanıkların yayınladıkları bilgi ve belgelerin devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken
devlet sırrı niteliğinde olduğunun belirtilmesi, Yargıtay 9. CD'nin 18/06/2014
tarih ve 2014/4290 - 7360 E-K sayılı kararından anlaşılacağı üzere Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı yazı içeriğinin devlet sırrının varlığı
yönünden önem arzetmesi, kamu görevlilerinin suça konu bilgi ve belgelerin
devlet sırrı olduğu yönündeki açıklamaları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en
uzun kara sınırı olan Suriye ülkesindeki iç savaşın halen devam ediyor olması,
bu ülkenin ülkemiz ile komşu kuzey sınırında çok sayıda silahlı terör örgütünün
halen daha faaliyet gösteriyor olmaları, bu örgütlerin Suriye ülkesi içinde
olduğu gibi ülkemizde de canlı bomba eylemleri gibi çok sayıda ölüm ve
yaralamalı terör eylemlerini gerçekleştirmeleri karşısında milli güvenlik
açısından sakıncaların ve hassasiyetlerin suç tarihleri öncesi ve sonrasında
halen devam ediyor olması, MİT tırları olayıyla ilgili getirilen yayın
yasakları, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının basın duyurusu, sanıkların
eylemlerine esas teşkil eden MİT tırlarının durdurulmasıyla ilgili çok sayıda
yargı mensubu ve kolluk görevlisinin tutuklu olarak yargılanmaları ve tüm bu
hususların sanıklar tarafından biliniyor olması, somut olayın özellikleri ve
dosya kapsamı karşısında sanıklar tarafından MİT tırlarıyla taşınan malzemelere
ilişkin yayınlanan görüntülerin ve bu malzemelere ilişkin alınan raporun daha
önce hiçbir yerde yayınlanmayarak aleniyet kazanmamış olmaları, ilk kez
yayınlanıyor olmaları dikkate alındığında bu bilgi, belge ve görüntülerin
devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği
itibarıyla gizli kalması gereken devlet sırrı niteliğinde oldukları sonuç ve
kanaatine varılmıştır.
Milli güvenlik ile ilgili yapılan değerlendirme; ifade özgürlüğünün
demokrasilerin vazgeçilmez bir unsuru olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Basın
özgürlüğünün ise ifade özgürlüğü bağlamında özgürlükler lehine daha korunaklı
bir alan olduğunda şüphe yoktur. Bunun yanı sıra her iki özgürlük de tamamen
ortadan kaldırılamayan ve fakat Anayasa ve AİHS'de belirlenen kriterlerle
sınırlanabilen özgürlüklerdendir..
Milli güvenlik gerek Türk hukukunda, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve
gerekse Amerikan hukukunda ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın
özgürlüğünün sınırlandırma nedenlerinden birisidir. Basın özgürlüğünün ulusal
güvenlik nedeniyle sınırlandırılması devletin ve toplumun korunması kategorisi
içerisindedir.
Devletler coğrafi sınırları içinde ve dışında milli güvenlik ve ulusal çıkarları
gereği bazı faaliyetler yürütmektedirler. Milli güvenlik ile ulusal çıkarlar
devletlerin varlığını sürdürmelerinde büyük önem arzetmektedir. Devlet
otoriteleri milli güvenliğe ilişkin bilgi ve belgelerin görsel ve sosyal medyada
yayınlanmasını kabul etmezler. Devletler milli güvenlik, devlet sırrı, ulusal
çıkar ve casusluk konularında farklı tepkileri ortaya koyabilirler. Mesela
Edward Snowden isimli ABD vatandaşı Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA)
ve Ulusal Güvenlik Ajansına (National Security Agency - NSA) ait gizli bilgileri
bir İngiliz gazetesine sızdırdığı için ülke dışında yaşamak zorunda kalmıştır.
Yine istihbarat verileri olan Wikileaks belgelerini yayınlayan Julian Assange
halen Ekvador ülkesinin İngiltere'nin Londra Büyükelçiliğinde siyasi sığınmacı
olarak bulunmaktadır. İngiltere ve ABD'nin iade talepleri reddedilmiştir.
AİHM si milli güvenlik ile ilgili olarak ülkelerin koşulları, konumları gereği
değişkenlikler olabileceğini ve bu konuda ulusal makamlara geniş bir takdir
alanı bırakılması gerektiğini belirtmektedir. Ancak milli güvenlik gerekçesiyle
ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin asgari bir sınırı olmalıdır.
Anayasanın 26. maddesinin ikinci fıkrası ile 28. maddesinin beşinci fıkrasına
göre ifade ve basın özgürlükleri "milli güvenlik," "suçların önlenmesi,"
"suçluların cezalandırılması," "devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması" ve "devlete ait gizli bilgilerin açıklanmamasının
önlenmesi" amaçlarıyla sınırlanabilir. Bu amaçlar doğrultusunda milli güvenliği
ilgilendiren devlete ait gizli bilgilerin basın yoluyla açıklanmasının suç
olarak düzenlenmesi ve cezalandırılması mümkündür. Bu kapsamda yapılacak
soruşturma ve kovuşturmalar sırasında bu tür eylemleri gerçekleştirdiği iddia
edilen basın mensupları hakkında, Anayasa'nın 13. maddesi çerçevesinde tutuklama
tedbiri uygulanması kabul edilebilir bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim AİHM'e göre de basının görevini yerine getirirken gazetecilik etiği
temelinde hareket etmesi gereklidir.
Somut olayda ifade ve basın özgürlüğünün sınırlama ölçütlerinden öne çıkan
husus, gizli bilgilerin açıklanmasından öte "milli güvenlik" kriteridir ve bu
sadece "devlet sırrı" olarak nitelendirilen gizli bilgilerin açığa çıkarılması
olarak tanımlanamaz. Milli güvenlik, bugüne kadar tanımı yapılmamış, uygulandığı
olaylarda çerçevesi somut olaya göre değişkenlik göstermiş bir ölçüdür. AİHM
uygulamalarında, her ülkenin kendi şartlarına göre değişkenlik göstereceğinin
kabul edildiği kararları da bulunmaktadır. Bu değişkenlik ifade özgürlüğünün
kullanılmasındaki görev ve sorumluluk bilinci, ülkenin demokrasi tecrübeleri,
jeopolitik konumu, dış politikadaki gücü, terör sorunu, savaş tehlikesine
açıklığı ile doğrudan ilgili olmaktadır. Olağan bir zamanda toplum içinde sorun
oluşturmayan ya da tepki çekmeyen düşünce, söylem ya da fiiller, olağanüstü
şartların ortaya çıkmasıyla kapsamını, etkisini ve aldığı tepkiyi
değiştirebilmektedir.
Siyasal otorite devlet politikalarını belirlediği gibi dış ilişkilerdeki hassas
dengeleri de en iyi şekilde bilir. Bu sebeple her şeyden önce milli güvenlik
kavramının içeriğini tespit etme önceliğe sahiptir.Milli güvenlik kavramı,
siyasi önceliklerin ön plana çıktığı bir ölçüttür. Ancak bu önceliğin
kullanımında hukukun üstünlüğünü temin edecek ölçütlerin kullanımı da siyasal
irade için bir zorunluluktur. Devleti yöneten otorite milli güvenliği tehlikede
görüyorsa ve bunu bazı argümanlarla ortaya koyarak milli güvenliğe yönelik
riskin ciddi boyutlarda olduğunu dile getiriyorsa bunun görmezden gelinmesi,
ifade özgürlüğünden beklenen görev ve sorumluluklarla çelişmektedir.
Türkiye'nin kara sınırları itibariyle en uzun sınıra sahip olduğu Suriye
ülkesinde devam eden süresi belirsiz bir iç savaşın ülkemizi tehdit eder duruma
gelmiş olması, acil önlemlerin geçicilik durumunun devamlılık şekline dönüşmesi
ihtimalinin bulunması, bir çok ülkenin buradaki olaylara müdahil olması, sınır
ihlallerinin yaşanması sebebiyle angajman kurallarının her an ve fiilen
uygulanması, burada yaşanan çatışmalar sebebiyle bir çok insanın Avrupa
ülkelerine göç etmeleri ve Türkiye'yi güzergah olarak kullanmaları, mülteci
sorunu altında teröristlerin rahatça ülkeye girdiği sıcak bir ortamın bulunması,
Suriye ülkesinin Türkiye ile sınır olduğu kuzey bölgesinde birçok silahlı terör
örgütünün bulunması, bu örgütlerin Suriye ülkesi içerisinde birçok eylem
gerçekleştirmelerinin yanı sıra ülkemizde de çok sayıda terör eylemlerini
gerçekleştirdikleri ortadadır. Nitekim 6 Ocak 2015 tarihinde İstanbul'da İŞID
isimli terör örgütünün gerçekleştirdiği Diana Ramazova adlı terörist tarafından
yapılan canlı bomba saldırısı üzerine 2 kişinin öldüğü, 1 kişinin yaralandığı,
20 Temmuz 2015 tarihinde Şanlıurfa ili Suruç ilçesinde yine aynı terör örgütünün
gerçekleştirdiği eylemde 34 kişinin ölüp, 100'den fazla kişinin yaralandığı, 10
Ekim 2015 tarihinde Ankara'da gerçekleştirilen saldırıda 109 kişinin öldüğü,
500'den fazla kişinin yaralandığı, aynı örgütün 12 Ocak 2016 tarihinde
İstanbul'da gerçekleştirdiği eylemde 11 kişinin ölüp, 15 kişinin yaralandığı,
yine 10 Mart 2016 tarihinde aynı örgütün gerçekleştirdiği İstanbul'daki
saldırıda 5 kişinin öldüğü, 36 kişinin yaralandığı, 17 Şubat 2016 tarihinde
Ankara'da gerçekleştirilen ve silahlı terör örgütü PKK'nın gerçekleştirdiği
saldırıda 29 kişinin öldüğü, 61 kişinin yaralandığı, 13 Mart 2016'da Ankara'da
gerçekleştirilen PKK isimli silahlı terör örgütünün eyleminde de 38 kişinin
ölüp, 120'den fazla kişinin yaralandığı bu eylemlerin tarihlerine dikkat
edildiğinde sanıkların suç işledikleri tarihler öncesi ve sonrası birçok terör
saldırısının meydana geldiği anlaşılmaktadır. Yine Avrupa ülkelerinde meydana
gelen terör saldırıları ve terörün tırmandırıldığı bir ortam olması karşısında
ülkemizin dış politika mücadele ortamı da dikkate alınarak Türkiye Cumhuriyeti
devleti açısından milli güvenlik ile ilgili hassasiyet ve sakıncaların had
safhada olduğu bir süreçte söz konusu haberlerin yapılmasının yasaklanmasının
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığı aşikardır. Hatta buradaki
zorlayıcılık meydana gelen ciddi gelişmeler karşısında inandırıcıdır. Bu durum
aynı zamanda milli güvenliğin korunması bakımından söz konusu haberlerin
yapılmasının yasaklanmasının demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu, meşru
amaca uygun olup, orantılı olduğu sonucunu da ortaya koymaktadır. Hatta sanıklar
yayın yasaklarına rağmen bu haberleri yaparak basın ve ifade özgürlüğünün
sınırlandırma sebeplerinden olan yargı gücünün otoritesinin ve tarafsızlığının
sağlanmasına engel olmuşlardır. Bu sebeplerle Milli İstihbarat Teşkilatına ait
tırlara ve taşıdığı malzemelere ilişkin haber ve bilgilerin milli güvenlik
olgusu bağlamında ele alınması gerektiği açıktır. Bu açıdan bakıldığında
sanıkların basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmak mümkün
değildir.
Sanıklar tarafından yapılan suça konu haberlerle ilgili olarak bu haberlerin
yapılmasının ülke içerisindeki toplumsal tartışmalara katkı sağlamayacağı,
aksine haberin konusunun eskimesinin önüne geçilecek devletin dış politika
alanındaki tercihlerinin zora sokulabileceği, böylece milli güvenlik aleyhine
yönlendirme olabileceği anlaşılmaktadır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; kamuoyunda MİT tırları
soruşturması olarak bilinen yargılama süreci, olayların başlangıç noktası,
ülkemizin dış politika dengesi, ülkenin en uzun kara sınırı olan Suriye
sınırında yaşanan gelişmeler, mahkemelerce konulan yayın yasakları, erişimin
engellenmesi kararları, bu yasaklardan sanıkların haberdar olduklarının
anlaşılması karşısında sanıkların suça konu haberleri yayınladıkları zaman ve
haberlerin içeriklerindeki ifadeler dikkate alındığında "milli güvenlik"
sınırlama ölçütü karşısında, sanıkların eylemlerinin ifade ve basın özgürlüğü
kapsamında korunması gereken bir ifade biçimi olduğu sonucuna varılamayacağı
yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur.
Sanıklar hakkında siyasal ve askeri casusluk suçlamasıyla ilgili olarak; 5237
sayılı TCK'nun 328/1 ve 330/1 maddesi gereğince, devletin güvenliği veya iç veya
dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarı ile gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek ve açıklamaktan
dolayı cezalandırılmaları talep edilmiştir. Bir başka deyişle, sanıkların
siyasal veya askeri casusluk maksadı ve özel kastı ile hareket ettikleri iddia
edilmektedir.
Casusluk suçuyla ilgili yargı kararlarına bakıldığında Askeri Yargıtay'ın
27/01/1942 tarih ve 1723 - 1819 E - K sayılı kararında mahkemece ".....tespit
edilen suçun tavsif şekline nazaran fiil alelade ifşadan ibaret olup hadisede
casusluk kastının vücudu anlaşılabilmek için suçun muktazi unsuru olan sırrın
yabancı bir devlete veya onun namına hareket eden şahsı ittilama isali şart
olup....." denilmek suretiyle casusluğun tarifi yapılmıştır. Buna göre casusluk
suçunun oluşumu için aranan şart casus ile lehine casusluk edilen devlet
arasında anlaşmanın olmasını gerekli kılmaktadır.
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 02/10/1997 tarih 98-114 E - K sayılı
kararında "....casusluk, bir devlet menfaatine bir başka devletin askeri, siyasi
ve iktisadi durumuna ilişkin gizli bilgilerin veya belgelerin araştırılması,
sağlanması ve yabancı devlete ulaştırılmasıdır" olarak tarif edilmiştir.
Dolayısıyla casusluk, casus ile casusluğu talep eden arasında talep edilen
kimsenin devleti için sır niteliği taşıyan bilgi ve belgelerin karşı tarafa
aktarılmasına yönelik bir anlaşmanın bulunmasını gerekli kılar. Yargıtay 9.
CD'nin aynı mahiyet ve yöndeki 08/05/1975 tarih ve 11-16 E - K sayılı kararı,
Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nun 29/06/1978 tarih 70 - 58 E - K sayılı
kararları da bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK nun 328. maddesinin gerekçesinde; siyasal casusluktan maksat
yabancı bir devlet yararına Türkiye Devletinin veya vatandaşlarının veya
Türkiye'de oturmakta, ikamet etmekte olanların zararına olarak bilgilerin
toplanması şeklinde açıklanmıştır. Kamu sağlığına ilişkin, mali veya milletin
maneviyatına dair gizli kalması gereken bütün bilgiler siyasal casusluğun
kapsamı içerisindedir. Askeri casusluktan maksat ise yabancı devlet yararına ve
Türkiye Cumhuriyeti Devleti zararına askeri bilgilerin toplanmasıdır şeklinde
belirtilmiş olup, bu durum casusluk meselesi bağlamında yargısal makamlarla
kanun koyucunun aynı görüşte birleştiğini göstermektedir.
Yargıtay 9. CD'nin 18/06/2014 tarih ve 2014/4290 - 7360 E - K sayılı kararında
"... askeri veya siyasi casusluk amacıyla temin edilen devletin güvenliği veya
iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması
gerektiği Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Müşteşarlığı yazıları ile tüm dosya kapsamından anlaşılan belge ve
bilgilerin..." denilmekle bu Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgi
ve belgelerin hangi türlü bilgi ve belgeler olduğunun Genelkurmay Başkanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı veya Milli İstihbarat Teşkilatı Müşteşarlığı
yazılarından anlaşılabilecektir. Kaldı ki, daha önce de ifade edildiği üzere bu
kurumlar hangi bilgi ve belgelerin devlet sırrı nitelinde olabileceğine kendi
görev alanlarına giren işler olduğundan daha çok vakıflardır.
Kısacası casusluk suçu Türkiye Cumhuriyet Devleti zararına olarak, yabancı bir
devlet yahut herhangi bir terör örgütü yararına işlenen bir suçtur. Casusluk
fiiline konu belge ve bilgilerin casusluğu talep eden lehine casusluk yapılan
devlete veya terör örgütüne iletilmek amacıyla temin edilmesi gerekir.
Dosyamızdaki somut olayda; sanıkların Milli İstihbarat Teşkilatı yazılarından
anlaşılacağı üzere devlet sırrı niteliğinde olduğu kabul edilen bilgi ve
belgeleri yukarıda değinilen yargı kararları ve madde gerekçesi karşısında
casusluk amacıyla elde ederek yabancı bir devlet yahut herhangi bir terör
örgütüyle aralarında anlaşma yaptıklarına dair dosya içerisinde hukuka uygun
kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından delil yetersizliği sebebiyle sanıklar
hakkında 5237 sayılı TCK'nun 328/1 ve 330/1 maddeleri gereğince uygulama
yapılmamıştır. 5237 sayılı TCK'nun 327/1 maddesinde ise devletin güvenliği veya
iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması
gereken bilgileri temin eden kimseye ceza verileceği, bu temin edilen bilgilerin
açıklanması halinde ise aynı Kanunun 329/1 maddesi gereğince cezalandırma
cihetine gidileceği belirtilmiştir. Tüm bu sebeplerle, sanıkların casusluk
kastıyla hareket ettiklerine dair dosyada hukuka uygun bilgi, belge ve delil
bulunmaması sebebiyle haklarında devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin
edip yayınlamak suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
Basın mensubu olan sanıkların bu sıfatları nedeniyle gazetecilik etiğine uygun
hareket etmeleri gerekmektedir. Sanıkların gazeteci ve basın mesleğini icra eden
kişiler olmaları, kendilerine demokratik hukuk devletinde denetleyicilik ve
gözlemcilik görevinden dolayı özel koruma ve mesleki faaliyetleri yönünden
hukuka uygunluk kazandırabilecektir. Bu durum bir nevi dokunulmazlık olarak da
algılanabilir. Ancak bunun sınırsız olmadığı, hukuk kurallarıyla ifade ve basın
hürriyetine bazı sınırlamalar getirilebileceği tartışmasızdır.
Anayasanın 26/2 ve 28/5 maddelerine göre ifade ve basın özgürlükleri, milli
güvenlik, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak
usulünce bildirilmiş bilgilerin açıklanması ve devlete ait gizli bilgilerin
açıklanmasının önlenmesi amaçlarıyla sınırlandırılabilir. Bu gerekçelerle milli
güvenlik açısından devlete ait gizli bilgilerin basın yoluyla açıklanması suç
olarak düzenlenebilir ve cezalandırılabilir. Bu sebeple de bu tür eylemleri
gerçekleştirdiği iddia edilen basın mensupları hakkında tutuklama tedbirine
başvurulmasında yasal bir engel yoktur. Sorumlu gazetecilik anlayışı
çerçevesinde kamu yararına veya kamusal tartışmalara katkı sağlayabileceği
değerlendirilen haber ve fikirlerin halka ulaşması, ulaştırılması gazetecinin
görevidir. Ancak gazeteciler bu görevlerini yaparken gazetecilik etiğine uygun
davranmalıdırlar. Hatta görevlerini yerine getiren gazetecilerin gazetecilik
etiğine uygun olarak hareket etmeleri gerektiği AİHM kararlarında da
belirtilmiştir. Milli güvenlik gibi çok hassas bir konuda gazetecilerin yapacağı
haberlere yönelik devletin sınırlama getirmesi ve bu bağlamda bazı haberlerin
yapılmasının kamu otoritelerince engellenmesi mümkündür (Observer ve Guardian /
Birleşik Krallık AİHM kararı 61-65) .
Basın Kanunu'nun 11. maddesinin basın mensupları ile ilgili cezai sorumluluğu
düzenlemiş olup, gazetecilerin haber yaparken içinde yaşadıkları ve vatandaşı
oldukları devletin kanunlarına ve yargı kararlarına uymak zorunda oldukları
tartışmasızdır. Bu ilkeler ışığı altında milli güvenlik konusunda yapılan
açıklamalar, hassasiyet ve sakıncaların devam ettiği ve had safhada olduğu bir
aşamada sanıkların gazetecilik etiğine uygun davrandıkları söylenemez.
Sanıkların üzerlerine atılı suçların basın yoluyla işlenmesi sebebiyle 5187
sayılı Basın Kanunun 26/1 maddesindeki dört aylık hak düşürücü süre geçtiğinden
bahisle dava şartının yokluğu gerekçesiyle haklarındaki ceza davasının
düşürülmesi gerektiği yönündeki iddia ve savunmalara ilişkin olarak; sanıklara
isnat olunan "örgüte yardım etme" ve "devletin güvenliğine ve siyasal
yararlarına ilişkin bilgileri açıklama" suçlarını basın yoluyla işledikleri
belirtilmiş ise de, sanıkların bu suçlarla birlikte işledikleri iddia olunan
"devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri temin etme" ile
"cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya
veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme"
suçlarının basın yoluyla işlenmesi mümkün olmaması karşısında müsnet
suçlamaların sayısı, niteliği ve ağırlığı dikkate alınarak sanıklar hakkında
5187 sayılı Basın Kanunun 26/1 maddesindeki hak düşürücü sürenin geçerli
olmadığı takdir ve kabul olunmuştur. Kaldı ki, bu suçlar münhasıran basın
yoluyla işlenebilen suçlardan değildir. Bir başka deyişle, sanıkların eylemleri
ile ilgili dosya kapsamına ve ortaya çıkan gelişmelere göre birden fazla suçtan
kamu dava açılması dikkate alındığında ve nitekim bu suçlardan bir kısmının
basın yoluyla işlenemeyecek suçlardan olması gözetildiğinde tüm olaylar birlikte
değerlendirilerek nihai bir karara varılması gerektiğinden hak düşürücü sürenin
geçtiğinden bahsetmek mümkün değildir.
Devlete ait gizli bilgilerin açıklanabilmesi için öncelikle temin edilmesi
gerekmektedir. Yasa koyucu ise temin etmeyi de suç olarak tarif etmiş ve
düzenlemiştir. Bu suç basın yoluyla işlenemeyen suçlardandır. Bu sebeple
sanıkların somut olaydaki eylemleri suça konu bilgi ve belgeleri yayımlamadan
önce zaten kanundaki suç tarifi kapsamında kalmaktadır. Bu durumda da sanıkların
basın yoluyla suç işledikleri kabul olunarak sanıklar hakkındaki kamu davasının
hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle düşürülmesine karar verilemeyeceği
sonucuna varmak gerekmiştir.
Ayrıca devlete ait gizli kalması gereken bilgilerin açıklanmasından maksat,
devlet sırlarının yayılması, meydana çıkarılması, açığa vurulması, yani bir veya
birden fazla kişiye her ne suretle olursa olsun bildirilmesi, nakli anlamına
gelir. Açıklama basın yoluyla da olabilir. Ancak bu durum suçu sırf basın
yoluyla işlenebilen bir suç haline getirmez. Mahkememizce suçun basın yoluyla
işlenmesi, yayınlanan basın yayın organının ulusal - yerel olması, sayısı,
tirajı ile suçun işlenmesindeki özellikler dikkate alınarak TCK'nın 61.maddesi
uyarınca temel cezanın belirlenmesinde esas alınarak cezanın alt sınırdan
uzaklaşma gerekçesi olarak kabul edilmiştir.
Kaldı ki; İstanbul C. Başsavcılığı'nın 29/05/2015 tarihli basın açıklamasına
göre MİT Tırlarının durdurulması ile ilgili 2014/41637 sayılı soruşturma
kapsamında şüpheliler hakkında terör örgütü kurmak ve yönetmek, örgüte üye
olmak, terör örgütünün faaliyeti kapsamında siyasal veya askeri casusluk,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Cebir ve Şiddet Kullanarak Ortadan Kaldırmaya
veya Görevlerini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs suçlarından soruşturma
yürütüldüğü, bu soruşturma kapsamında dosyada bulunmayan bilgi, belge ve
görüntülerin sanık Can DÜNDAR tarafından gazetede yayınlanması sebebiyle
İstanbul C. Başsavcılığı'nca Devletin Güvenliğine İlişkin Belgeleri Temin Etme,
Siyasi ve Askeri Casusluk, Gizli Kalması Gereken Bilgileri Açıklama ve Terör
Örgütünün Propagandasını Yapma suçlarından soruşturmaya başlanıldığının
belirtildiği, söz konusu yayınların dayanağını teşkil eden suçlamalarla ilgili
yukarıda anlatıldığı üzere birçok basın yoluyla işlenemeyecek suçtan
soruşturmaların bulunması ile sanıklar hakkındaki suçlamaların bu suçlamalarla
bağlantılı olması ve isnat olunan bir kısım suçların basın yoluyla
işlenemeyeceğinin anlaşılması karşısında soruşturma aşaması da dikkate alınarak
hak düşürücü süreden bahsedilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.
AİHM'in emsal olaylara ilişkin kararları çerçevesinde somut olay yönünden
yapılan değerlendirmede;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir bilginin yayımlanmasının "milli güvenlik"
nedeniyle sınırlandırılabileceğini belirtmekle birlikte, böyle bir sınırlamanın
ihlal oluşturmaması için "demokratik bir toplumda gerekli olması" ve "zorlayıcı
bir toplumsal ihtiyaç baskısından kaynaklanmış olması" gerektiğini dile
getirmektedir. Mahkeme bu anlamda, devlet sırrı niteliğinde ve yayımlanması
ulusal güvenliğe aykırı olan bilgileri içeren kitap, dergi, gazete gibi
yayınların toplatılmasını, bu yayınların halihazırda elde edilebilen veya büyük
oranda elde edilmiş, bir başka deyişle "aleniyet kazanmış" olması durumunda, hem
demokratik bir toplumda gerekli olmadığı hem de toplumsal ihtiyaç baskısının
oluşmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine aykırı
bulmaktadır.
-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Zana / Türkiye, 25/11/1997 tarihli kararına
konu olayda; Diyarbakır eski Belediye Başkanı Mehdi Zana 30/08/1987 tarihli
Cumhuriyet Gazetesinde haber yapılan ve yayınlanan demecinde "katliamlardan yana
olmadığını" söylerken, öte yandan "PKK ulusal kurtuluş hareketini
desteklediğini" belirterek söylemlerini "herkes hata yapar, PKK kadın ve
çocukları yanlışlıkla öldürüyor" şeklinde devam ettirmiş, bu beyan ve yorumları
üzerine hakkında açılan dava neticesi yapılan yargılamada Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesinin 26/03/1991 tarihli kararı ile yasanın cürüm saydığı bir
fiili savunduğu ve umumun emniyetini tehlikeye düşürdüğü için 12 ay hapis
cezasına mahkum edilmiş, olay Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne intikal
etmiştir.
Yüksek Mahkeme, Zana'nın başvurusu neticesi yaptığı değerlendirmede; ifade
özgürlüğüne ilişkin ortaya konulan ilkelerin terörizme karşı mücadelede "milli
güvenlik" ve "kamu güvenliği"nin sürdürülmesi için alınan önlemler açısından da
geçerli olduğunu, bu bağlamda her olayın özel koşullarının ve devletlerin takdir
yetkisinin göz önünde tutularak bireylerin ifade özgürlüğüne ilişkin temel
hakları ile demokratik bir toplumun meşru hakkı olan kendisini terörist
örgütlerin eylemlerine karşı korumak arasında adil bir dengenin kurulup
kurulmadığının araştırılması gerektiğini, bu itibarla Zana hakkında verilen
mahkumiyet kararının "zorlayıcı bir toplumsal gereksinim"e yanıt verip
vermediğini ve bunun "izlenen meşru amaçla orantılı" olup olmadığının
değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek başvurucunun mahkumiyet kararına konu
olan sözlerinin içeriğini o dönemde Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde hüküm süren
durum ve olayların ışığında çözümlenmesinin önemli olduğunu belirtmiş,
Yüksek Mahkeme yapmış olduğu değerlendirmenin devamında, olayın somut koşulları
içerisinde özel bir anlamı olduğunu, nitekim açıklamanın yapıldığı tarihte
gerginliğin doruk noktada bulunduğunu, Türkiye'nin Güneydoğusu'nda terör örgütü
PKK'nın sivillere yönelik kanlı saldırıları ile aynı zamana tekabül ettiğini, bu
koşullar altında yapılan röportajda Güneydoğunun ön önemli kenti olan
Diyarbakır'ın eski belediye başkanı olan başvurucunun "ulusal kurtuluş hareketi"
olarak tanımladığı PKK'ya verdiği desteğin, bu bölgedeki patlamaya hazır havayı
daha da ağırlaştıracağının düşünülebileceğini, bu şartlar altında başvurucu
hakkında verilen mahkumiyet kararının "zorlayıcı bir toplumsal gereksinim"e
yanıt verdiğinin kabul edilmesi gerektiğini ve "müdahalenin izlenen meşru amaçla
orantılı" olduğunu belirterek nihai olarak Sözleşmenin 10.maddesinin ihlal
edilmediği sonucuna varmıştır.
-AİHM, The Observer ve Guardian / İngiltere, 26/11/1991 kararında ise, Sunday
Times, The Observer ve Guardian isimli İngiliz gazetelerinde yapılan bir yayın
dolayısıyla ifade özgürlüğünün sınırlarını milli güvenlik açısından
değerlendirmeye çalışmıştır. Dava konusu olay emekli bir İngiliz istihbarat
teşkilatı mensubunun anıları ile ilgili kitabının belli bölümlerinin söz konusu
gazetelerde yayınlanmasıyla ilgilidir. Observer ve Guardian gazetelerinin 1986
yılının Haziran ayında istihbarat görevlisinin anı kitabından ilgi çekici bazı
kesitler ve bölümler yayınlaması üzerine İngiltere Başsavcılığı anılan gazeteler
aleyhine milli güvenliği tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle dava açarak söz konusu
yayınların durdurulmasını talep etmiş ve nitekim İngiliz mahkemesi de bu başvuru
üzerine yayınları durdurma kararı vermiştir. Yayına ve karara konu anı kitabı bu
kez ABD'de aynı yılın Temmuz ayı içerisinde yayınlanmış ve çok sayıda okuyucu
kitlesine ulaşan en çok satan eserlerden olmuş, İngiliz vatandaşları tarafından
da satın alınan kitapla ilgili İngiliz makamlarınca yurda sokulması yönünde
yasaklayıcı yönde herhangi bir karar almamıştır.
Bilahare, İngiliz Sunday Times gazetesi kitaptan bazı bölümleri yayınlamaya
başlamış, bunun üzerine İngiliz Lordlar Kamarası 30 Temmuz 1987'de daha önceki
mahkeme kararına dayanarak mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ve saygınlığı
açısından anılan gazete ve diğer bütün medya araçlarına yayın yasağı
getirmiştir. Anı kitabı bu süreçte başka birçok ülkede yayınlanmıştır. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, İngiliz mahkemesinin, Observer ve Guardian gazetelerine
koyduğu geçici yayın yasağının milli güvenlik açısından gerekli olduğuna
işaretle Sözleşmeye aykırılık görmemiştir. Sunday Times ve diğer medya
araçlarına konan ikinci yayın yasağını ise demokratik bir toplumda gereksiz bir
müdahale olarak nitelendirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, ABD'de
yayınlandıktan sonra aleniyet kazanan söz konusu anı kitabının gizliliğinden
bahsedilemeyeceğinden milli güvenliği koruma gerekçesi artık ortadan kalkmıştır.
Mahkeme ayrıca yayın yasağı konulması için istihbarat teşkilatının etkinlik ve
itibarının korunmasını tek başına yeterli bir gerekçe olarak görmemiştir.
-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 9/2/1995 tarihli "Bluf!/Hollanda" davasında da
"milli güvenlik" ile "ifade özgürlüğü" kavramları arasındaki ilişki ve
karşıtlığı farklı bir perspektifte incelemiştir. Mahkeme, söz konusu kararında
demokratik bir toplumun işleyişinin, istihbarat örgütleri gibi bir takım
kurumların gizli çalışmasını gerektirebileceğini benimsemiş ve kabul etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre bu durum, devlete, kendisini demokratik
bir toplumun temel değerlerini yıpratmaya çalışan kişi veya grupların
faaliyetlerine karşı koruma olanağı verecektir. Böylelikle, Mahkeme elkoyma ve
toplatma şeklindeki müdahalenin "milli güvenliği" koruma "meşru amacına" sahip
olduğunu kabul etmiştir. AİHM'nin Bulf! / Hollanda kararına konu olayda,
Hollanda gizli servisinin 6 yıl öncesine ait gizli nitelikteki bir belgesinin
Bulf isimli dergiye ilave eki olarak dağıtılmak için basıldıktan sonra dergi ve
ekinin toplatılması, dergi ve ekinin gizli basılıp caddelerde satılması ve
takipsizlik kararından sonra toplatılan dergilerin iade edilmemesi vuku
bulmuştur. Toplatma kararından hemen sonra gizli nitelikteki belge yayıncılar
tarafından çok sayıda basılarak Amsterdam sokaklarında çok sayıda kişiye
satılmıştır. Bu bağlamda sözü geçen derginin toplatılmasına karar verildiğinde
esasen yayına konu gizli belge geniş kitlelere yayılmış ve aleniyet kazanmıştır.
Bu itibarla, Mahkeme daha önce belirli bilgilerin zaten açıklanmış ya da gizli
olmaktan çıkmış olduğu görüldüğünde bu bilgilerin açıklanmasını engellemenin
gereksiz olduğuna hükmetmiş, bu noktada söz konusu bilgilerin çok sayıda insanın
ulaşımına ve bunları başkalarına aktarım olanağına sahip olduğuna vurgu yapmış
ve bu sayede gizlilik niteliği ortadan kalkmış olan bilgilerin devlet sırrı
olarak muhafazasının artık haklı gösterilemeyeceğine işaret ederek dergi ile
alakalı elkoyma ve toplatma biçimindeki tedbirin demokratik bir toplumda gerekli
olmadığı ve Sözleşmenin 10.maddesi yönünden bir hak ihlali mevcut bulunduğu
sonucuna varmıştır.
Observer ve Guardian ile Bluf! davalarında verilen kararlardan şu sonuçlara
ulaşılmaktadır. Bu sonuçlardan ilki, milli güvenlik ile ilgili bilgi ve belgeler
kamusal alana çıktıktan bir başka deyişle aleniyet kesbettikten sonra bir daha
yasaklanamayacak ve yayınlar artık toplatılamayacak, bu sebeple de bilgi ve
belgelerin yayılmasına aracı olanların cezalandırılmasına karar
verilemeyecektir. Ulaşılan bir diğer sonuç ise; milli güvenlik sebebiyle her
türlü bilgi ve belgenin kayıtsız ve koşulsuz gizli olarak nitelendirilmesinin
olanaksız olmasıdır. Bu tür bilgilere ulaşma imkanına önceden peşin bir kabul
ile sınırlandırma getirme konusunda devletlere bir yasak getirilmiştir.
Zana / Türkiye başvurusunda verilen karardan ise şu sonuca ulaşılmaktadır. Söz
ve ifadenin açıklandığı veya haberin yapıldığı tarihteki koşullar ve devletlerin
içerisinde bulunduğu şartların önemli olduğu, ifade özgürlüğü ile demokratik bir
toplumun meşru hakkı olan milli güvenlik ilkesi arasında adil bir denge kurulup
kurulmadığının tespiti bakımından ülkenin içinden geçtiği koşulların ve ortaya
çıkan bölgesel veya uluslararası gelişmelerin önem arz ettiği, bu bağlamda ifade
özgürlüğüne yönelik getirilebilecek sınırlama ve müdahalenin izlenen meşru
amaçla orantılı olup olmadığı ve zorlayıcı bir toplumsal gereksinime yanıt verip
vermediği konusundaki tespit ve değerlendirmenin de ülkenin içinde bulunduğu
özel şartlara göre yapılacağı ve bu konuda devletlere bir takdir yetkisi
verildiği noktasındadır.
AİHM tarafından verilen sözü edilen kararların içeriğinden "Observer ve
Guardian" kararında söz konusu kitabın tamamının yayınlandığı, keza "Bluf"
kararında da gizli belgenin tamamen yayınlanmış olduğu, nitekim kitap ve gizli
belge dışında başkaca herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı ve yayın da
yapılmadığı anlaşılmaktadır. Oysa ki, sanıklarla ilgili davada ise Milli
İstihbarat Teşkilatına ait yardım malzemesi taşıyan tırların Adana ili Ceyhan
ilçesi TEM Otoyolu Sirkeli gişelerinde kolluk güçlerince MİT personeline silah
çekilmek suretiyle durdurulması olayının, olayın vuku bulduğu 19/01/2014
tarihinden 2 gün sonra 21/01/2014 tarihinde Aydınlık gazetesince haber yapılarak
bir tıra ait görüntü ve bu tırdaki kasa içerisindeki top mermileri olduğu iddia
edilen görüntünün verildiği, Aydınlık gazetesindeki haberde bundan başkaca
herhangi bir bilgi, belge ve görüntünün bulunmadığı anlaşılmıştır. Ancak sanık
Can Dündar tarafından yapılan haber ve yayınlanan görüntülerin Aydınlık
gazetesindeki görüntülerden çok daha farklı görüntü, bilgi ve belgeler olduğu ve
hatta Can Dündar'ın kendi ifadesi ile "haber değeri taşıdığı" anlaşılmıştır.
Sanık Can Dündar'ın yine söz konusu haberi yapış tarzı, haberin tüm dünya
gündemini sarsacak şekilde veriliş şekli, ilk kez yayınlanıyor olduğu yönündeki
anlatımlar dikkate alındığında sanık Can Dündar tarafından devletin güvenliği
veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken devlet sırrı
niteliğindeki bilgi, belge ve görüntülerin daha önce yayınlanmadıkları için
aleniyet kazanmamış oldukları halde sanık tarafından ilk kez yayınlandığı,
sanığın bu suretle devletin güvenliğine ve iç veya dış siyasal yararlarına
ilişkin bilgileri açıklama suçunu işlediği mahkememizce takdir ve kabul
olunmuştur.
Sanık Erdem Gül'ün de MİT Müsteşarlığına verilen görev ve yetkiler uyarınca
ülkenin menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında bulunan
tırlarca taşınan devlet sırrı niteliğinde gizlilik taşıyan malzemelere ilişkin
bilahare 23/01/2014 tarihinde düzenlenen jandarma kriminal raporunu yayınladığı,
söz konusu raporun daha önce herhangi bir yerde yayınlanmaması sebebi ile
aleniyet kazanmadığı, adı geçen sanık tarafından Cumhuriyet gazetesinin
12/06/2015 tarihli nüshasında ilk kez yayınlanmış olduğu anlaşılmakla, sanık
Erdem Gül'ün devletin güvenliği ve iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin
bilgileri açıklamak suçunu işlediği mahkememizce takdir ve kabul olunmuştur. Söz
konusu raporun devlet sırrı niteliğindeki malzemelere ilişkin olarak düzenlenen
rapor olması karşısında raporun da devlet sırrına ilişkin bilgileri içerdiğinden
mahkememizce devlet sırrı niteliğinde olduğu kabul edilmiş ve benimsenmiştir.
Ancak sanıkların silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek
yardım etmek, devletin gizli kalması gereken bilgilerini temin etmek ve
açıklamak ile cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetini
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından
cezalandırılmalarının talep edilmiş olması, sanıkların yapmış oldukları
haberlerin konusunu içeren olaylar, olgular ve gelişmeler gözetildiğinde bu
haberlerden bir yıl dört ay önce haber konusu yapılmış oluşu, MİT tırlarının
durdurulmasına ilişkin olaya dair bilgi ve belgelerin devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken nitelikte olduğunun
yetkili devlet makamlarınca kamuoyuna duyurulmuş olması, MİT tırlarının
durdurulması ve aranması olayının yargıya intikal ederek olayda görev alan yargı
mensubu ve asker kişilerin yargılanmakta oluşu, ilk haberin yapılmasını müteakip
sanıklarca haber yapılıncaya değin başkaca basın - yayın organı ve kuruluşunca
konu ile ilgili hiçbir haberin yapılmamış oluşu, sanık Can Dündar tarafından
yapılan ilk haberin dünya gündemini sarsacak nitelikte olduğu belirtilerek
veriliş şekli, keza ilk haberden sonra geçen süre dikkate alınarak habercilik
açısından olayın güncelliğinin kalmadığı söylenebilecek iken sanıkların bu
konuyu bu kadar süre geçtikten sonra haber içeriklerinde belirtildiği şekilde ve
ilk haber yapıldığı gazetede yer alan içerikten çok daha farklı içerik ve
nitelikte tekrar haber yapıp kamuoyunun gündemine taşımalarının milli güvenlik
konusu bağlamında ortaya çıkabilecek sakıncaları öngörmeleri gerekmektedir.
Sanıklar tarafından haberlerin yapıldığı tarih öncesi ve sonrasında ortaya çıkan
gelişmeler karşısında milli güvenlik yönünden sakıncaların ve hassasiyetin devam
ettiği ortadadır. Sanıkların MİT tırları ile ilgili yaptıkları suça konu haber
ve yayınların "daha önce başka bir gazetede haber yapılmış bir hususun basın ve
ifade özgürlüğü kapsamında yeniden haber yapılması" şeklinde salt ve yalın
olarak değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım olarak kabul edilemeyecektir.
Sanıklar Türk devletinin aleyhine milli güvenlik, iç ve dış siyasal yararlar
bakımından çok ciddi gelişmelerin olduğunun farkındadırlar. Adana ve Hatay'da
MİT tırlarının durdurulması ile ilgili düzenlenen iddianamenin Tarsus 2.Ağır
Ceza Mahkemesince kabul edilmesi ve yargılamayı yapacak ilk derece mahkeme
sıfatıyla dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderilmesi karşısında,
sanıkların gazetecilik mesleği ile iştigal ediyor olmaları, olayların üzerinden
geçen zaman, siyasilerin ve kamu görevlilerinin olayın hemen ardından devlet
sırrıyla ilgili yaptıkları açıklamalar, mahkemelerce konulan erişimin
engellenmesi ve yayın yasakları kararları, Yargıtay 16. Ceza Dairesinde
görülmekte olan dava kapsamında yargı mensupları ve kolluk görevlilerinin
tutuklu yargılandıklarını bilmeleri hep birlikte dikkate alındığında sanıkların
bu gelişmelerden haberdar olmadıklarını söylemeleri mümkün değildir. Hatta
Anayasa Mahkemesine sundukları bireysel başvuru dilekçelerinde eylemlerinin
yargısal makamlarca yürütülmekte olan soruşturmanın gizliliğini ihlal suçu
kapsamında değerlendirilebileceğini ifade etmeleri de bunu doğrulamaktadır.
Sanıkların mezkur olaya ilişkin gizli görüntü ve fotoğrafları gazete ve internet
sitelerinde yayınlamaları bunu göstermektedir, ki nitekim sanıklar da
savunmalarında bu hususları bildiklerini söylemektedirler.
Dosyada toplanan tüm bilgi, belge ve deliller birlikte değerlendirildiğinde;
-Sanıklardan Can DÜNDAR ile ilgili olarak suçun sübutuna ilişkin olarak
mahkememizce yapılan değerlendirme ;
Sanık Can Dündar Adana 5. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/01/2015 tarih ve 2015/197
değişik iş sayılı kararı ile MİT 'e ait tırların durdurulması ve aranması olayı
ile ilgili devletin güvenliği veya iç veya dış yararları bakımından gizli
kalması gereken bilgi, belge ve görüntülerin yayınlanması sebebiyle bazı
şüpheliler hakkında soruşturmalar yürütüldüğünden bahisle yazılı, görsel ve
internet medyasındaki haberlerle ilgili her türlü yayın yapılmasının
yasaklandığını ve erişimin engellenmesi kararının verildiğini bilmektedir.
Sanığın gazetecilik mesleğini ifa etmesi, olay üzerinden geçen süre, siyasilerin
ve kamu görevlilerinin olayın hemen ardından devlet sırrıyla ilgili yaptıkları
açıklamalar, Anayasa Mahkemesine sunduğu bireysel başvuru dilekçesinde eyleminin
yargısal makamlarca yürütülmekte olan soruşturmanın gizliliğini ihlal suçu
kapsamında değerlendirileceğini ifade etmesi, yaptığı suç teşkil eden yayın ile
kendi savunmaları hep birlikte dikkate alındığında sanığın eylemini
gerçekleştirmeden önce tüm gelişmelerden haberdar olup, tırların durdurulması
sebebiyle suç işlendiği iddiası ile birçok yargı mensubu ve kolluk görevlisinin
tutuklu olduğunu bildiği anlaşılmaktadır.
Sanık dava kapsamında tutuklu yargılanıp, Anayasa Mahkemesinin hak ihlali
kararına istinaden tahliye edildikten sonra yazdığı "Tutuklandık" isimli
kitabında avukatı ve aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinin icra kurulu başkanı
olan Akın Atalay ile suça konu görüntülerin yayınlanması ile ilgili konuşurken
Akın Atalay'ın kendisine hitaben "......bunun devlet sırrı olduğunu söylecekler.
Tırları durduran savcıları, askerleri tutukladılar, devletin sırrını ifşa ağır
ceza gerektiren suçtur. Tutuklama kaçınılmaz..." şeklinde açıklamada bulunduğunu
belirtmesi karşısında sanık Can Dündar'ın suça konu görüntüleri yayınlamadan
önce bunların devlet sırrı niteliğinde olduğunu, ağır cezalık suçlardan olup
tutuklanabileceğini, hatta görüntülere esas teşkil eden tırların durdurulması
sebebi ile yargı mensubu ve kolluk görevlilerinin tutuklandığını bildiğini
göstermektedir. Bu itibarla, sanığın en azından bu hususlarda hukukçu bir kişi
tarafından ağır cezalık bir suç işleyeceği ve tutuklanabileceği hususunda
önceden uyarıldığı bizzat kendi kaleme aldığı kitap içeriğinden de sabittir.
Sanık suça konu olayla ilgili gazete haberinde; "İşte Erdoğan'ın yok dediği
silahlar", "Dünya gündemini sarsacak görüntüler ilk kez yayımlanıyor", "İçişleri
Bakanı Ala: 'İçindekileri biliyor musunuz?' demişti", "Artık biliyoruz", "İlaç
taşıyor dediler", "Türkmenlere yardım götürüyordu dediler", "Silah iddiasını
ısrarla reddettiler", "TIR'ı durduran savcıyı, arayan jandarma komutanını
gözaltına aldılar", "Ama sonunda MİT'e ait TIR içinde Suriye'ye götürülen
silahların görüntüleri ortaya çıktı", "Cumhuriyet 19 Ocak 2014'te ihbar üzerine
durdurulan TIR'ların görüntülerine ulaştı. MİT TIR'ları ağzına kadar silah dolu"
ve "İlaçların altına gizlenmiş" şeklinde haber yaparak çok sayıda belge ve
görüntüleri paylaşmıştır.
Haber içeriklerinde tırlar içerisinde bulunduğu iddia edilen silahların sayısı
ve menşei ile ilgili açıklamalara yer vermiş, hatta savunmasında da tırların
durdurulmasına ilişkin ilk haberi yapan ve sadece top mermisi olduğu iddia
edilen görüntünün yayınlandığı Aydınlık Gazetesinin 21/01/2014 tarihli
nüshasındakinden farklı ve haber değeri olan birçok yeni görüntü ve bilgiyi
haberinde verdiğini açık bir şekilde beyan etmiştir. Sanığın söz konusu bilgi ve
belgelere ilişkin "Tutuklandık" ismiyle kaleme almış olduğu yeni kitabında suça
konu görüntüleri bir milletvekilinden temin ettiğini belirterek bunları "bomba"
haber olarak nitelendirmesi, suça konu ve ilk kez kendisi tarafından yayınlanan
görüntülerin daha önce başka bir yerde yayınlanmadıklarının açıkça anlaşılması
karşısında sanığın daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış ve aleniyet kazanmamış
bilgi, belge ve görüntüleri ilk kez genel yayın yönetmenliğini yaptığı
Cumhuriyet Gazetesinin 29/05/2015 tarihli nüshasında yayınladığı sonucuna
varılmıştır. Kaldı ki, daha önce açıklanıp haberleştirilen ve güncelliğini
kaybeden bir konunun yeniden aynı içerik ve biçimde bir gazetede manşet haberi
yapılması güncel gazetecilik anlayışıyla bağdaşmayacağı gibi bu husus hayatın
olağan akışına da aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin yabancı devletlerin de müdahil olduğu iç savaş
halindeki Suriye ülkesi ile komşu olup, 900 kilometrelik çok uzun bir kara
sınırının olması, Suriye ülkesinde 2011 yılından beri devam eden iç savaş
ortamında birçok uluslararası çapta silahlı terör örgütü ve bir kısmı kamuoyunca
malum uzantıları ve türevlerinin faaliyet göstermesi, söz konusu terör
örgütlerinin ülkemiz sınırları içerisinde bu süreçte birçok terör eylemi
gerçekleştirmiş olmaları ve bunun tekrarlanması riskinin yüksek düzeyde olması,
iç savaş ortamı ile çatışmalardan kaynaklanan ve Avrupa ülkelerini de etkileyen
mülteci sorunu karşısında milli güvenlik açısından hassasiyet ve sakıncaların
halen devam ettiği bir ortamın varlığı hususunda herhangi bir ihtilaf ve çekişme
bulunmamaktadır.
T.C. Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının yazılarında ülkenin
ulusal menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler sırasında durdurulan MİT
tırlarından ele geçen malzemelere ilişkin bilgi ve belgelerin "devlet sırrı"
niteliğinde olan ve gizlilik taşıyan bilgi ve belgeler olduğu belirtilmiştir.
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının bir istihbarat teşkilatı olması,
kendi faaliyet alanıyla ilgili ve ayrıntılı bilgi sahibi olduğu hususlardaki
bilgi ve belgelerin devlet sırrı olduğu yönündeki yazı ve değerlendirmeleri,
olayın oluş şekli, meydana gelen gelişmeler ile dosya kapsamındaki sair deliller
hep birlikte değerlendirildiğinde; suça konu bilgi ve belgelerin devlet sırı
niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.
Sanık Can Dündar'ın tüm bu hususlar muvacehesinde daha önce hiçbir yerde
yayınlanmamış ve açıklanmamış olması sebebiyle aleniyet kazanmadığı için "devlet
sırrı" olma niteliğini kaybetmemiş gizli nitelikteki bilgi, belge ve görüntüleri
yayınlayarak üzerine atılı devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin
bilgileri açıklamak suçunu işlediği yönünde mahkememizde tam bir vicdani kanaat
oluşmuştur.
Sanığın suça konu haberi tüm dünya gündemini sarsacak şeklinde, haberin ulusal
yayın yapan ve 50.000'in üzerinde trajı olan bir gazetede manşetten verilmesi
karşısında suçun işleniş şekli, sanığın her iki suç tarihinde gazetenin genel
yayın yönetmeni olması, gazetedeki konumu gereği diğer sanık Erdem Gül'ün
yaptığı haberinin yayınlanmasından habersiz olamayacağı, buna göre suç kastının
ağırlığı, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun işlendiği zaman ve yer, suç
konusunun önem ve değeri, milli güvenlik yönünden ortaya çıkan tehlikenin
ağırlığı dikkate alınarak verilen cezanın alt sınırından uzaklaşılarak ceza
tayini cihetine gidilmiştir.
Sanık Can Dündar ile ilgili olarak diğer sanık Erdem Gül'ün yayınladığı jandarma
kriminal raporuna ilişkin bilgi ve belgeleri sanık Can Dündar'ın temin ederek
sanık Erdem Gül'e verdiğine ilişkin dosyada hukuka uygun, kesin ve inandırıcı
delil bulunmamaktadır. Hatta sanık Erdem Gül de savunmasında haber kaynağını
açıklamayacağını belirtmiştir. Bu sebeple sanık Can Dündar'ın diğer sanık Erdem
Gül'e devlet sırrı niteliğindeki bilgi, belgeyi verdiği hukuki anlamda sübut
bulmamıştır. Bu suretle sanık Erdem Gül'ün eylemine diğer sanık Can Dündar'ın
onunla fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek katılıp müsnet suçu
işlediği sabit olmadığından, sanık Can Dündar'a bu eyleme ilişkin herhangi bir
ceza verilmemiştir. Yine sanık Erdem Gül'ün üzerine atılı devlet sırrı
niteliğindeki bilgileri açıklama suçunu işlemesinde sanık Can Dündar'ın Basın
Kanununun 11/3 maddesi gereğince herhangi bir cezai sorumluluğu bulunmadığı
anlaşılmıştır.
Sanık Can Dündar hakkında 5237 sayılı TCK'nun 43.maddesinin uygulanması talep
edilmiş ise de, adı geçen sanığın diğer sanık Erdem Gül'ün eylemine iştirak
ettiği sabit olmadığından sanık hakkında bu madde hükmü uygulanmamıştır. Kaldı
ki, suça konu görüntü ve haberlerin yayınlandığı suç tarihleri olan 29/05/2015
ve 12/06/2015 tarihleri arasında geçen kısa zaman dilimi dikkate alınarak müsnet
suçun değişik zamanlarda işlendiğinden bahsedilemeyeceği açık olduğundan sanık
TCK'nun 43. maddesi gereği zincirleme suç hükümleri uygulanmamıştır.
-Sanıklardan Erdem Gül ile ilgili olarak suçun sübutuna ilişkin olarak
mahkememizce yapılan değerlendirme;
Sanığın diğer sanık Can Dündar gibi Adana 5. Sulh Ceza Hakimliğinin kararı ile
MİT'e ait tırların durdurulması ve aranması olayı ile ilgili devletin güvenliği
veya iç veya dış yararları bakımından gizli kalması gereken bilgi, belge ve
görüntülerin yayınlanması sebebiyle bazı şüpheliler hakkında soruşturmalar
yürütüldüğünden bahisle yazılı, görsel ve internet medyasındaki haberlerle
ilgili her türlü yayın yapılmasının yasaklandığından ve erişimin engellenmesi
kararı verildiğinden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Sanık Erdem Gül'ün
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 29/05/2015 tarihli basın açıklaması ile MİT
tırlarının durdurulması olayı ile ilgili bir kısmı tutuklu şüpheliler hakkında
örgüt yöneticiliği ve üyeliği, siyasal ve askeri casusluk suçlarından soruşturma
yürütüldüğünü ve ayrıca Cumhuriyet gazetesinin 29/05/2015 tarihli nüshasındaki
görüntüler ile ilgili devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme ve
açıklama suçlarından soruşturma yürütüldüğünü bildiği ortadadır. Sanığın
gazetecilik mesleği yapması, olay üzerinden geçen süre, siyasilerin ve kamu
görevlilerinin olayın hemen ardından devlet sırrıyla ilgili yaptıkları
açıklamalar, Anayasa Mahkemesine müdafileri aracılığı ile sunduğu bireysel
başvuru dilekçesinde eyleminin yargı makamlarınca yürütülmekte olan
soruşturmanın gizliliğinin ihlal suçu kapsamında değerlendirileceğini ifade
etmesi hususları hep birlikte dikkate alındığında, eylemini gerçekleştirmeden
önce tüm gelişmelerden haberdar olup, tırların durdurulmasından dolayı suç
işlendiği iddiası ile birçok yargı mensubu ve kolluk görevlisinin tutuklu
olduğunu bilmektedir. Hatta sanığın jandarma kriminal raporunu yayınlaması bu
durumu bildiğini açık bir şekilde göstermektedir.
Sanık suç tarihi olan 12/06/2015 tarihinde yapmış olduğu haberde "Jandarma var
dedi, MİT tırlarındaki silahları jandarma tescilledi, jandarma genel
komutanlığınca yapılan inceleme raporunda ürkütücü tespit ve bilgiler yer aldı"
şeklinde haberler yaparak 23/01/2014 tarihli jandarma kriminal raporunu
yayınlamıştır. Bu rapor MİT tırlarından ele geçen malzemelere ilişkin olarak
düzenlemiş bir rapordur. Söz konusu rapor daha önce hiçbir yerde
yayınlanmadığından aleniyet kazanmamıştır. Zaten daha önce açıklanıp
haberleştirilen ve güncelliğini kaybeden bir konunun yeniden aynı içerik ve
şekilde gazetede manşet haberi yapılması güncel gazetecilik anlayışıyla
bağdaşmayacağı gibi hayatın olağan akışına da aykırıdır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin yabancı devletlerin de müdahil olduğu iç savaş
halindeki Suriye ülkesi ile komşu olup, 900 kilometrelik çok uzun bir kara
sınırının olması, Suriye ülkesinde 2011 yılından beri devam eden iç savaş
ortamında birçok uluslararası çapta silahlı terör örgütü ve bir kısmı kamuoyunca
malum uzantıları ve türevlerinin faaliyet göstermesi, söz konusu terör
örgütlerinin ülkemiz sınırları içerisinde bu süreçte birçok terör eylemi
gerçekleştirmiş olmaları ve bunun tekrarlanması riskinin yüksek düzeyde olması,
iç savaş ortamı ile çatışmalardan kaynaklanan ve Avrupa ülkelerini de etkileyen
mülteci sorunu karşısında milli güvenlik açısından hassasiyet ve sakıncaların
halen devam ettiği bir ortamın varlığı hususunda herhangi bir ihtilaf ve çekişme
bulunmamaktadır.
T.C. Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının yazılarında ülkenin
ulusal menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler sırasında durdurulan MİT
tırlarından ele geçen malzemelere ilişkin bilgi ve belgelerin "devlet sırrı"
niteliğinde olan ve gizlilik taşıyan bilgi ve belgeler olduğu belirtilmiştir.
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının bir istihbarat teşkilatı olması,
kendi faaliyet alanıyla ilgili ve ayrıntılı bilgi sahibi olduğu hususlardaki
bilgi ve belgelerin devlet sırrı olduğu yönündeki yazı ve değerlendirmeleri,
olayın oluş şekli, meydana gelen gelişmeler ile dosya kapsamındaki sair deliller
hep birlikte değerlendirildiğinde; suça konu bilgi ve belgelerin devlet sırı
niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.
Sanık Erdem Gül tarafından yayınlanan suça konu jandarma kriminal raporu da bu
bilgi ve belgelere ilişkin ele geçen malzemelere dair düzenlemiştir. Bilgi ve
belgeler ile taşınan malzemelerin devlet sırrı niteliğinde olması karşısında
bunlara ilişkin düzenlenen raporun da devlet sırrı olarak kabulü gerekir.
Sanığın tüm bu gelişmeler karşısında daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış ve
açıklanmamış olması sebebiyle aleniyet kazanmadığı için devlet sırrı olma
niteliğini kaybetmemiş belge niteliğinde olan jandarma kriminal raporunu
yayınlayarak üzerine atılı devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin
bilgileri açıklamak suçunu işlediği yönünde mahkememizde tam bir vicdani kanaat
oluşmuştur.
Sanığın haberi veriş şekli, haberin ulusal yayın yapan ve 50.000'in üzerinde
trajı olan bir gazetede manşetten verilmesi karşısında suçun işleniş şekli, suç
kastının ağırlığı, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun işlendiği zaman ve
yer, suç konusunun önem ve değeri, milli güvenlik yönünden ortaya çıkan
tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak verilen cezanın alt sınırından
uzaklaşılarak ceza tayinine gidilmiştir.
Sanıklar her ne kadar savunmalarında MİT'in bir başka ülkeye silah nakletme ve
taşımasının özel kanunu ile belirlenen görev tanımı içerisinde yer almadığı,
böylelikle kanuni görev tanımı içerisinde yer almayan bir faaliyet icra ederek
suç işlediği, kendilerinin de istihbarat biriminin ulusal ve uluslararası
anlamda suç teşkil eden bir faaliyet ve eylemini kamuoyunun ve halkın bilgilenme
hakkı çerçevesinde haber yaptıklarını ve ortaya koyduklarını, ayrıca yaptıkları
haberlerin daha önce başka bir gazetede haber yapılmış olması sebebiyle aleniyet
kazandığından "sır" niteliğini kaybettiğini belirtmiş iseler de; mahkememizdeki
yargılamanın konusunu Milli İstihbarat Teşkilatının faaliyet ve eylemlerinin
kendi özel kanunu niteliğindeki 2937 sayılı Kanun hükümlerine uygun olup
olmadığı, yasa dışı olup olmadığı veya suç teşkil edip etmediği hususlarının
oluşturmadığı, bunun ancak 2937 SK hükümleri gereğince Başbakan'ın iznine dayalı
ayrı bir soruşturma ve / veya kovuşturmanın konusunu teşkil edebileceği, MİT
tırları içerisinde taşınan malzemelerin niteliğinin yukarıda ayrıntılı olarak
izah edildiği üzere ülkenin milli güvenliği ile alakalı bir husus olduğu,
devletin milli güvenliği konusundaki politikalarını belirleyici konumda
olanların hukuka aykırı olduğu ve suç teşkil ettiği iddia edilen tercih, karar,
uygulama ve faaliyetlerinin mahkememizdeki yargılamanın konusunu teşkil etmediği
vicdani kanısı ile bu yöndeki savunmalara itibar edilmemiş; ayrıca sanıklar
tarafından yayınlanan belge ve görüntülerin daha önce hiçbir yerde
yayınlanmayarak aleniyet kazanmamış olmaları, ilk kez yayınlanıyor olmaları,
hatta sanıklardan Can Dündar'ın yazdığı kitapta buna ilişkin olarak "bomba
haber" değerlendirmesinde bulunması, haber değeri taşıdığını ve önceden Aydınlık
gazetesinde yayınlanan görüntülerden farklı olduğunu belirtmesi karşısında
habere konu görüntü ve belgelerin aleniyet kazanmadığı ve sır niteliğinin devam
ettiği takdir ve kabul olunarak sanıkların bu yöndeki savunmalarına itibar
edilmemiştir.
Kaldı ki, suça konu görüntü ve belgelerin daha önce başka bir yayın organında
yayınlandığı, bu suretle aleniyet kazandığı ve sır niteliğini kaybettiği
yönündeki savunmaya yukarıda açıklanan gerekçeler ışığında mahkememizce itibar
edilmemekle birlikte bir an için böyle olduğu düşünülse bile, suça konu görüntü
ve belgelerin yayınlandığı dönemde milli güvenlik açısından mevcut olan ve
yukarıda tafsilatlı olarak izah olunan bölgesel ve uluslararası hassasiyet ve
sakıncaların halen devam ettiği bir süreçte, yapılan ilk yayından 16 ay sonra
yapılan yayınlara getirilecek sınırlama ve müdahalenin "bireysel ve genel yarar
arasındaki denge ve tercih" ölçütü de dikkate alındığında demokratik bir
toplumda gerekli olduğu ve zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç baskısından
kaynaklandığı vicdani sonuç ve kanısına varılmakla savunmalara bu yönden de
itibar edilmemiştir.
Sanıklar hakkında yukarıda açıklandığı üzere siyasal veya askeri casusluk
maksadıyla üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair dosyada hukuka uygun, kesin
ve inandırıcı delil bulunmadığından 5237 sayılı TCK'nun 330/1 maddesi gereğince
değil ve fakat 329/1 maddesine göre uygulama yapılmıştır.
5237 sayılı TCK nun 44/1 maddesinin "işlediği bir fiil ile birden fazla farklı
suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren
suçtan dolayı cezalandırılır" şeklindeki hükmü gereğince, sanıkların devlet
sırrı niteliğindeki bilgileri temin ettikten kısa bir süre sonra bu bilgileri
yayınladıkları, temin etme ve açıklamanın yasada iki ayrı suç olarak
tanımlanması karşısında, sanıkların bir fiil ile birden fazla suç işlemeleri
sebebiyle daha ziyade cezayı gerektiren devletin güvenliğine ve siyasal
yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçunu işledikleri takdir ve kabul
olunarak münhasıran bu suçtan cezalandırılmaları cihetine gidilmiştir.
-Her ne kadar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/01/2016 tarih ve
2015/71221 soruşturma, 2016/3972 esas nolu iddianame ile; sanıklar Erdem GÜL ve
Can DÜNDAR'ın, 01/01/2014 ve 19/01/2014 tarihlerinde Milli İstihbarat
Teşkilatına ait malzeme taşıyan tırları sahte ihbarlar yoluyla delil uydurmak ve
bilahare silah kullanmak suretiyle durdurarak görevli MİT mensuplarına yönelik
darp, cebir ve şiddet uygulamak suretiyle tırlarla taşınan malzemeler üzerinde
arama faaliyeti icra eden, bir kısmı devlet sırrı kapsamındaki söz konusu
malzemelerden hukuka aykırı biçimde aldıkları numuneleri incelemek üzere Ankara
Merkez Jandarma Kriminal Laboratuvarına götürerek kriminal rapor tanzim
edilmesini sağlayan ve bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetini
uluslararası terörle ilişkilendirip görevini kısmen veya tamamen yapamaz hale
getirmek amaç ve kastı ile hareket eden silahlı terör örgütü FETÖ / PDY'nin
yöneticisi ve üyesi oldukları iddia edilen Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/1
esas sayılı dava dosyasının sanıkları olan sivil ve asker şahıslar ile işbirliği
içerisinde hareket ettikleri, tırların durdurulması ve sonrasında gelişen
eylemlerin resmi hiyerarşinin dışındaki ast - üst ilişkisi içerisinde
gerçekleştirilen bir silahlı terör örgütü faaliyeti ve eylemi olduğu, bu
bağlamda sanıkların silahlı terör örgütü FETÖ / PDY'nin sözü edilen amacı
doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken ve milli güvenlik
açısından açıklanması sakıncalı olan devlet sırrı kapsamındaki yardım
malzemesine ait bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadı ile temin ederek
genel yayın yönetmeni ve Ankara temsilcisi oldukları Cumhuriyet Gazetesinin
29/05/2015 ve 12/06/2015 tarihli nüshalarında yayımlamak suretiyle ifşa
ettikleri, bu sayede silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil
olmaksızın nihai amaç ve hedefini bilerek ve isteyerek örgüte yardım
ettiklerinden bahisle silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek
yardım etme suçunu işledikleri iddiası ile eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK'nın
314/3 ve 220/7 maddeleri delaletiyle 314/2, 53/1, 63/1, 58/9 ve 3713 SK'nın 5/1
maddeleri gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi istemiyle kamu davası
açılmış ise de;
Sanıkların, hiyerarşik yapısına dahil olmaksızın amaç ve maksadını bilerek ve
isteyerek yardım ettikleri iddia edilen ve FETÖ / PDY olarak adlandırılan
silahlı terör örgütünün varlığı yönünde kesin bir yargı hükmü mevcut olmadığı,
söz konusu yapılanmanın silahlı bir terör örgütü niteliğini haiz olduğu iddiası
ile ilgili olarak Türkiye genelinde yürütülmekte olan soruşturma ve
kovuşturmaların halen devam etmekte olduğu, ayrıca örgütün iddianamede MİT
tırlarının durdurulması eylemi ile "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan
Kaldırma veya Kısmen veya Tamamen İşlemez Hale Getirme" şeklinde açıklanan nihai
hedef ve amacı ile ilgili cezai uyuşmazlığa dair Yargıtay 16. Ceza Dairesindeki
yargısal faaliyetin halen devam etmekte olduğu, varlığı yönünde henüz kesin bir
yargı hükmü mevcut olmayan bir örgüte yardım etmek şeklinde yüklenen suçtan bu
aşamada herhangi bir surette hüküm kurulamayacağı cihetle ayrıca usul ekonomisi,
davaların makul sürede sonuçlandırılması gerekliliği, diğer suçlardan açılan
davalar yönünden hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işleminin
bulunmaması hususları da gözetilerek sanıklar hakkında "Silahlı Terör Örgütüne
Üye Olmaksızın Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme" suçundan açılan kamu
davalarının eldeki dava dosyasından tefrikine karar verilmiş,
Her ne kadar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/01/2016 tarih ve
2015/71221 soruşturma, 2016/3972 esas nolu iddianame ile sanıklar Erdem GÜL ve
Can DÜNDAR'ın, "Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Kısmen ya da Tamamen Engellemeye
Teşebbüs Etmek" suçunu işledikleri iddiası ile eylemlerine uyan 5237 sayılı
TCK'nın 37/1 maddesi delaletiyle 312/1, 53/1, 63/1, 58/9 ve 3713 SK'nın 5/1
maddeleri gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi istemi ile kamu davası
açılmış ise de;
Bu hususta dayanak olarak gösterilen 19/01/2014 tarihli MİT tırlarının darp,
cebir ve şiddet uygulanarak ve silah kullanılmak suretiyle aranması eyleminin
gerçekleştirildiği tarih ile sanıklara yüklenen suçlamaya esas fiil ve yayın
tarihleri dikkate alınarak ayrıca amaç - araç suç ilişkisine nazaran silahlı bir
terör örgütünün yöneticisi veya üyesi sıfatı ile örgütün nihai amacı
doğrultusunda hareket ettiklerine dair örgütle organik ilişkilerinin varlığı da
iddia edilmeyen ve suçun yasal unsuru niteliğindeki cebir ve şiddedi
kullanmadıkları da açık olan sanıklar yönünden atılı suçun işlenemeyeceği,
tırları durduran ve yargılanmakta olan sanıklarla önceye dayalı veya eylem
sırasında herhangi bir irtibat ve ilişkilerinin bulunmaması karşısında atılı
suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı ve sanıkların eyleminin kanundaki
yasal suç tarifine uymadığı vicdani sonuç ve kanısına varılmakla sanıkların
üzerlerine atılı "Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Kısmen ya da Tamamen Engellemeye
Teşebbüs Etmek" suçundan ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiş ve sonuç
itibariyle aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM; GEREKÇESİ YUKARIDA AÇIKLANDIĞI ÜZERE :
1-Her ne kadar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/01/2016 tarih
ve 2015/71221 soruşturma, 2016/3972 esas nolu iddianame ile;
Sanıklar Erdem GÜL ve Can DÜNDAR'ın, 01/01/2014 ve 19/01/2014 tarihlerinde Milli
İstihbarat Teşkilatına ait malzeme taşıyan tırları sahte ihbarlar yoluyla delil
uydurmak ve bilahare silah kullanmak suretiyle durdurarak görevli MİT
mensuplarına yönelik darp, cebir ve şiddet uygulamak suretiyle tırlarla taşınan
malzemeler üzerinde arama faaliyeti icra eden, bir kısmı devlet sırrı
kapsamındaki söz konusu malzemelerden hukuka aykırı biçimde aldıkları numuneleri
incelemek üzere Ankara Merkez Jandarma Kriminal Laboratuvarına götürerek
kriminal rapor tanzim edilmesini sağlayan ve bu suretle Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ve Hükümetini uluslararası terörle ilişkilendirip görevini kısmen veya
tamamen yapamaz hale getirmek amaç ve kastı ile hareket eden silahlı terör
örgütü FETÖ / PDY'nin yöneticisi ve üyesi oldukları iddia edilen Yargıtay 16.
Ceza Dairesinin 2015/1 esas sayılı dava dosyasının sanıkları olan sivil ve asker
şahıslar ile işbirliği içerisinde hareket ettikleri, tırların durdurulması ve
sonrasında gelişen eylemlerin resmi hiyerarşinin dışındaki ast - üst ilişkisi
içerisinde gerçekleştirilen bir silahlı terör örgütü faaliyeti ve eylemi olduğu,
bu bağlamda sanıkların silahlı terör örgütü FETÖ / PDY'nin sözü edilen amacı
doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken ve milli güvenlik
açısından açıklanması sakıncalı olan devlet sırrı kapsamındaki yardım
malzemesine ait bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadı ile temin ederek
genel yayın yönetmeni ve Ankara temsilcisi oldukları Cumhuriyet Gazetesinin
29/05/2015 ve 12/06/2015 tarihli nüshalarında yayımlamak suretiyle ifşa
ettikleri, bu sayede silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil
olmaksızın nihai amaç ve hedefini bilerek ve isteyerek örgüte yardım
ettiklerinden bahisle silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek
yardım etme suçunu işledikleri iddiası ile eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK'nın
314/3 ve 220/7 maddeleri delaletiyle 314/2, 53/1, 63/1, 58/9 ve 3713 SK'nın 5/1
maddeleri gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi istemiyle kamu davası
açılmış ise de;
Sanıkların, hiyerarşik yapısına dahil olmaksızın amaç ve maksadını bilerek ve
isteyerek yardım ettikleri iddia edilen ve FETÖ / PDY olarak adlandırılan
silahlı terör örgütünün varlığı yönünde kesin bir yargı hükmü mevcut olmadığı,
söz konusu yapılanmanın silahlı bir terör örgütü niteliğini haiz olduğu iddiası
ile ilgili olarak Türkiye genelinde yürütülmekte olan soruşturma ve
kovuşturmaların halen devam etmekte olduğu, ayrıca örgütün iddianamede MİT
tırlarının durdurulması eylemi ile "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan
Kaldırma veya Kısmen veya Tamamen İşlemez Hale Getirme" şeklinde açıklanan nihai
hedef ve amacı ile ilgili cezai uyuşmazlığa dair Yargıtay 16. Ceza Dairesindeki
yargısal faaliyetin halen devam etmekte olduğu, varlığı yönünde henüz kesin bir
yargı hükmü mevcut olmayan bir örgüte yardım etmek şeklinde yüklenen suçtan bu
aşamada herhangi bir surette hüküm kurulamayacağı cihetle ayrıca usul ekonomisi,
davaların makul sürede sonuçlandırılması gerekliliği, diğer suçlardan açılan
davalar yönünden hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işleminin
bulunmaması hususları da gözetilerek sanıklar hakkında "Silahlı Terör Örgütüne
Üye Olmaksızın Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme" suçundan açılan kamu
davalarının eldeki dava dosyasından TEFRİKİ İLE, mahkememizin başka bir esas
numarasına kaydedilmesine, dosyanın onaylı bir suretinin çıkarılarak yeni esas
numarası altında oluşturulacak dosya içerisine konulmasına, bahse konu suçtan
yargılamanın yeni oluşturulacak iş bu dava dosyası üzerinden YÜRÜTÜLMESİNE,
2-Her ne kadar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/01/2016 tarih
ve 2015/71221 soruşturma, 2016/3972 esas nolu iddianame ile sanıklar Erdem GÜL
ve Can DÜNDAR'ın, "Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Kısmen ya da Tamamen Engellemeye
Teşebbüs Etmek" suçunu işledikleri iddiası ile eylemlerine uyan 5237 sayılı
TCK'nın 37/1 maddesi delaletiyle 312/1, 53/1, 63/1, 58/9 ve 3713 SK'nın 5/1
maddeleri gereğince cezalandırılmalarına karar verilmesi istemi ile kamu davası
açılmış ise de;
Bu hususta dayanak olarak gösterilen 19/01/2014 tarihli MİT tırlarının darp,
cebir ve şiddet uygulanarak ve silah kullanılmak suretiyle aranması eyleminin
gerçekleştirildiği tarih ile sanıklara yüklenen suçlamaya esas fiil ve yayın
tarihleri dikkate alınarak ayrıca amaç - araç suç ilişkisine nazaran silahlı bir
terör örgütünün yöneticisi veya üyesi sıfatı ile örgütün nihai amacı
doğrultusunda hareket ettiklerine dair örgütle organik ilişkilerinin varlığı da
iddia edilmeyen ve suçun yasal unsuru niteliğindeki cebir ve şiddedi
kullanmadıkları da açık olan sanıklar yönünden atılı suçun işlenemeyeceği,
tırları durduran ve yargılanmakta olan sanıklarla önceye dayalı veya eylem
sırasında herhangi bir irtibat ve ilişkilerinin bulunmaması karşısında atılı
suçun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı ve sanıkların eyleminin kanundaki
yasal suç tarifine uymadığı vicdani sonuç ve kanısına varılmakla sanıkların
üzerlerine atılı "Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Kısmen ya da Tamamen Engellemeye
Teşebbüs Etmek" suçundan 5271 sayılı CMK'nın 223/2-a maddesi uyarınca ayrı ayrı
BERAATLERİNE,
3-Her ne kadar İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/01/2016 tarih
ve 2015/71221 soruşturma, 2016/3972 esas nolu iddianame ile sanıklar Erdem GÜL
ve Can DÜNDAR'ın "Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Kalması Gereken Nitelikteki
Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Maksadıyla Temin Etmek ve Açıklamak"
suçlarını işledikleri iddiasıyla eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK'nın 328/1 ve
330/1 maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına karar verilmesi istemi ile kamu
davası açılmış ise de;
Sanıkların siyasal veya askeri casusluk maksadı ile hareket ederek üzerlerine
atılı fiili özel kastla işlediklerinin ve yargısal içtihatlara nazaran atılı
fiil yönünden varlığı zorunlu olan "başka bir devletle veya törör örgütü ile
anlaşma olgusu"nun dosya kapsamı itibariyle hukuka uygun şekilde elde edilmiş
delillerle ispat edilemediği, sanıkların eyleminin oluş ve kabule göre bir bütün
halinde devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri temin etmek ve açıklamak
suçları kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu bağlamda suçla korunan hukuki
yarar ve menfaate nazaran sanıkların işledikleri bir fiil ile 5237 sayılı
TCK'nın 327 ve 329.maddelerinde düzenlenen birden fazla suçun oluşumuna
sebebiyet verdikleri, TCK'nın "fikri içtima" başlıklı 44/1 maddesi gözetilerek
bunlardan daha ağır cezayı gerektiren 329/1 maddesi gereğince ayrı ayrı
cezalandırılmalarına karar verilmesi gerektiği vicdani sonuç ve kanısına
varılmakla;
A) Sanık Can DÜNDAR'ın eylemi oluş ve kabule göre "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken
bilgilerini açıklamak" suçunu oluşturduğu takdir ve kabul olunarak, sanığın suça
konu haberi ulusal çapta yayın yapan genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetede
manşet haberi olarak yayınlaması, görüntülerin sayısı ve niteliği karşısında
suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun işlendiği zaman
ve yer, meydana gelen tehlikenin ağırlığı, suç konusunun önem ve değeri, sanığın
kasta dayalı kusurunun ağırlığı ve yoğunluğu dikkate alınarak 5237 sayılı
TCK'nın 329/1 maddesi gereğince takdiren ve teşdiden 7 YIL HAPİS CEZASI İLE
CEZALANDIRILMASINA,
Sanığın sübut bulan eyleminin 3713 SK'nın 3 ve 4.maddelerinde belirtilen terör
ve terör amacı ile işlenen suçlardan olmaması karşısında sanığa verilen cezada
3713 SK'nın 5/1 maddesi uyarınca artırım yapılmasına KANUNEN YER OLMADIĞINA,
Sanık hakkında yasal koşulları oluşmadığından 5237 sayılı TCK'nın 43/1
maddesinin uygulanmasına takdiren YER OLMADIĞINA,
Sanığın geçmişi, sabıkasız oluşu ile cezanın geleceği üzerindeki olası etkileri
dikkate alınarak lehine takdiri indirim hükümlerinin tatbiki ile sanığa verilen
cezada 5237 sayılı TCK'nın 62/1 maddesi uyarınca takdiren 1/6 oranında indirim
yapılarak 5 YIL 10 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanık hakkında yasal ve takdiri başkaca artırım ve indirim hükümlerinin
uygulanmasına takdiren YER OLMADIĞINA,
Sanığın kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetinin kanuni
sonucu olarak; 5237 sayılı TCK'nın 53/1 maddesinin uygulanması yönünden (a),
(c), (d) ve (e) bentleri ile (b) bendinde yazılı seçme, seçilme ve diğer siyasi
hakları kullanmaktan YOKSUN BIRAKILMASINA; aynı Kanunun 53/2 maddesinin
uygulanması açısından, 53/1 maddesinin (a), (c), (d) ve (e) bentleri ile (b)
bendinde yazılı seçme ve diğer siyasi hakları ve aynı maddenin 3.fıkrası
uyarınca, (c) bendinde yazılı kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve
kayyımlık yetkilerini mahkum olduğu hapis cezasından koşullu salıverilinceye
kadar KULLANMAMASINA,
B) Sanık Erdem GÜL'ün eylemi oluş ve kabule göre "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken
bilgilerini açıklamak" suçunu oluşturduğu takdir olunarak, sanığın suça konu
haberinin ulusal yayın yapan çapta gazetede manşetten verilmesi, haberin
niteliği ve içeriği karşısında suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde
kullanılan araç, suçun işlendiği zaman ve yer, meydana gelen tehlikenin
ağırlığı, suç konusunun önem ve değeri, sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı
ve yoğunluğu dikkate alınarak 5237 sayılı TCK'nın 329/1 maddesi gereğince
takdiren ve teşdiden 6 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanığın sübut bulan eyleminin 3713 SK'nın 3 ve 4.maddelerinde belirtilen terör
ve terör amacı ile işlenen suçlardan olmaması karşısında sanığa verilen cezada
3713 SK'nın 5/1 maddesi uyarınca artırım yapılmasına KANUNEN YER OLMADIĞINA,
Sanığın geçmişi, sabıkasız oluşu ile cezanın geleceği üzerindeki olası etkileri
dikkate alınarak lehine takdiri indirim hükümlerinin tatbiki ile sanığa verilen
cezada 5237 sayılı TCK'nın 62/1 maddesi uyarınca takdiren 1/6 oranında indirim
yapılarak 5 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,
Sanık hakkında yasal ve takdiri başkaca artırım ve indirim hükümlerinin
uygulanmasına takdiren YER OLMADIĞINA,
Sanığın kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetinin kanuni
sonucu olarak; 5237 sayılı TCK'nın 53/1 maddesinin uygulanması yönünden (a),
(c), (d) ve (e) bentleri ile (b) bendinde yazılı seçme, seçilme ve diğer siyasi
hakları kullanmaktan YOKSUN BIRAKILMASINA; aynı Kanunun 53/2 maddesinin
uygulanması açısından, 53/1 maddesinin (a), (c), (d) ve (e) bentleri ile (b)
bendinde yazılı seçme ve diğer siyasi hakları ve aynı maddenin 3.fıkrası
uyarınca, (c) bendinde yazılı kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve
kayyımlık yetkilerini mahkum olduğu hapis cezasından koşullu salıverilinceye
kadar KULLANMAMASINA,
4-Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucu
doğuran bütün haller nedeniyle gözaltında ve tutuklulukta geçen sürelerin
TCK'nın 63/1 maddesi uyarınca sanıklara verilen cezalardan ayrı ayrı MAHSUBUNA,
5-Sanıklar hakkında iddianamede tatbiki istenilen TCK'nın 58/9 maddesinin
uygulanma koşulları oluşmadığından uygulanmasına KANUNEN YER OLMADIĞINA,
6-Sanıklar hakkında hükmolunan cezaların süresi ve tutuklu kaldıkları sürelere
nazaran tahliyelerine dair karar ile birlikte 5271 sayılı CMK'nın 109/3-a
maddesi uyarınca verilen yurt dışı çıkış yasağına dair adli kontrol
tedbirlerinin ayrı ayrı KALDIRILMASINA,
7-Sanıklar hakkında TCK'nın 312/1 maddesine mümas suçtan beraat kararı verilmiş
olmakla birlikte TCK'nın 329/1 maddesi gereği mahkumiyetlerine karar
verildiğinden ve vekalet ücreti de bölünemeyeceğinden maliye hazinesi aleyhine
ve sanıklar lehine vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
8-Katılan Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı yargılama sırasında kendisini
vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibariyle yürürlükteki AAÜT
uyarınca maktuan tayin ve takdir olunan 3.600,00-TL vekalet ücretinin
sanıklardan eşit olarak tahsili ile katılan kuruma ÖDENMESİNE,
9-Katılan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak davaya katılma kararının
dayanağını oluşturan 5237 sayılı TCK'nın 312/1 maddesinden açılan davada
sanıkların ayrı ayrı beraatlerine dair hüküm kurulması karşısında adı geçen
katılan lehine vekalet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
10-Mahkememiz kararı kesinleştiğinde sanık Erdem Gül'ün adli sicil kaydındaki
kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin kararlar ile ilgili gereğinin takdir ve
ifası için İstanbul 10. Anadolu Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazılmasına,
Sanıkların beraat ettikleri suçtan dolayı ayrıca bir yargılama gideri yapılmamış
olması da dikkate alınarak, sanıkların mahkumiyetine karar verilmiş olmakla
yargılamaları sırasında sebebiyet verdikleri (-1.926,00-) TL yargılama giderinin
5271 sayılı CMK'nın 325/1 maddesi gereğince sanıklardan eşit olarak tahsili ile
hazineye İRAT KAYDINA,
Yürütülen kapalı yargılama sonunda Cumhuriyet Savcısının katılımıyla, talebe
kısmen uygun;
Sanıklar Can DÜNDAR ve Erdem GÜL ile müdafiileri Av. Akın ATALAY, Av.Bülent
UTKU, Av. Abbas YALÇIN, Av. Tora PEKİN, Av. Fikret İLKİZ, Av.Mustafa Kemal
GÜNGÖR, Av.Bahri Bayram BELEN, Av. İsmail Aziz Ergin CİNMEN, Av.Abdurrahman
Bayramoğlu, Av.Ahmet Dindar, Av. Ahmet Kıraz, Av. Ahmet Özmen, Av. Akçay Taşçı,
Av. Ali Dalgın, Av. Arin Manca, Av. Aslı Kavak, Av. Ata Yazıcıoğlu, Av.Basri
Akyüz, Av. Başak Alp, Av. Başak Yıldırım, Av. Begül Kılıççöte, Av. Birgül
Değirmenci, Av. Çağla Anarat, Av. Çetin Yüksel, Av. Devrim Avcı Özkurt, Av.
Emine Barış Aybay, Av. Emine İnci İşbulur, Av. Faruk Nafiz Ertekin, Av. Fuat
Topdemir, Av. Gözde Fil, Av. Gürkan Kocabıyık, Av. Gürsel Demir, Av. Hafize
Sabancı, Av. Halil İbrahim Şen, Av. Haydar Erol, Av. İlknur Alcan, Av. Kamil
Tekin SÜREK, Av. Keleş Öztürk, Av. Leyla HAN TÜZEL, Av. Lütfi Topaç, Av. Mehmet
Uğur Kuranlıoğlu, Av. Melike Polat, Av. Mevhibe Canan Arın, Av. Muazzez Özkan,
Av. Muhterem Aktaş, Av. Nazan Kaynak, Av. Nebahat Aksoy, Av. Necati Erdem, Av.
Neslihan Canpolat, Av. Neşe Yılmazdemir, Av. Ömer Kavili, Av. Öncel Onur Akbaş,
Av. Özden Özdemir, Av. Özgür Murat Büyük, Av. Rozerin Kip, Av. Savaş Ersoy, Av.
Sebu Aslangil, Av. Seher Demirel Tosun, Av. Selin Nakıpoğlu, Av. Selvi
Yüzbaşıoğlu Saltan, Av. Semih Mutlu, Av. Sevinç Şeker, Av. Şeref Turgut, Av.
Turan Taşkın Özer, Av. Tülay Doğan, Av. Volkan Gültekin, Av. Yegane Güley, Av.
Yelda Koçak Urfa, Av. Yıldız İmrek, Av. Zerrin Duralı, Av. Zeynel Öztürk, Av.
Zeynep Kaya Akdeniz, Av. Zeynep Gönenç Parmaksızoğlu, Av. Seda Gür ARISOY, Av.
Metin Yaltı, Av. Özgür Eryılmaz, Av. Muharrem Erkek, Av. Serhat Çakmak, Av.
Cansu AKDAĞ, Av. Tülay Odabaş, Av. Hamit Albayrak, Av. Bedri YARAYICI, Av. Efkan
BOLAÇ, Av. Fatma HOŞGÖR, Av. Hacer TUNA, Av. Halil FIRAT, Av. İsmail Salih
SALTTÜRK, Av. Nesimi ÖZVARIŞ, Av. Sertaç KÖSE, Av. Tuğba ÜTEBAY, Av. Veysel OK,
Katılan Recep Tayyip ERDOĞAN vekilleri Av. Hatice ÖZAY, Av. Sara KANALKA, Av.
Murat İLVAN,
Katılan Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı vekilleri Av. Ümit Ulvi CANİK,
Av. Fuat MİDAS,
Katılan Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı adına Hazine vekili Av. Ayşe
Erdenur BAYKAL, katılan Recep Tayyip Erdoğan, diğer sanık müdafii ve katılan
vekillerinin yokluğunda,
Verilen karar ve içeriğine karşı yüze karşı verilen kararın tefhiminden itibaren
yedi günlük yasal süresi içerisinde mahkememize verilecek bir dilekçeyle veya
mahkememiz zabıt katibine tutanakla tevsik olunacak ve hakim tarafından
onaylanacak beyanla, mahkememiz yargı sınırları dışında bulunanların ise en
yakın Ağır Ceza Mahkemesine, ağır ceza teşkilatı olmaması halinde en yakın
Asliye Ceza Mahkemesi veya Sulh Ceza Hakimliklerine dilekçe vererek veya zabıt
katibine beyanda bulunarak Yargıtay nezdinde temyiz isteminde bulunulabileceği,
yasal süresi içerisinde başvurulmaması halinde hükmün kesinleşeceği açıklanıp,
5271 sayılı CMK'nın 231/1 maddesi uyarınca 232/6 maddesine uygun hüküm fıkrası
tutanağa geçirilerek,
5271 sayılı CMK'nın 182.maddesi uyarınca kapalı yargılama neticesi oybirliği ile
verilen karar alenen okunup gerekçesi ve ana çizgileri usulen anlatıldı.
06/05/2016"
Dündar ve Gül'e 5 yıl hapis
Paralel yapı-29 Mayıs (2015) 'Can Dündar'a MİT TIR görüntülerini yayınlama'
soruşturması manşetlerimiz
Paralel yapı-19 Ocak (2014) TIR baskını ve soruşturması manşetlerimiz
Paralel yapı-Selam-Tevhit kumpası manşetlerimiz
Dündar'ın tahliyesine tepki gösteren Erdoğan: Ey AYM, anayasaya uy
(17 Mayıs 2016, 20:38) |