Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) lider kadrosuna yönelik hazırladığı 'çatı iddianamesi' mahkemece kabul edildi. İddianamedeki gizli tanık ifadelerinde, yapılan toplantılarda AK Parti karşısında seçimlerde her bölgedeki en güçlü partinin desteklenmesi talimatının verildiği bildirildi.
22.07.2016 23:38 Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) lider kadrosuna yönelik hazırladığı 'çatı iddianamesi' mahkemece kabul edildi. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamenin, "İhbarlar, Şikayetler ve Tanık İfadeleri" başlıklı bölümünde, FETÖ/PDY'nin usulsüz dinlemeleri araştırmak için görevlendirilen mülkiye müfettişleri ve polis başmüfettişlerine ikram ve hediyeler sunduğu, müfettişlerin araştıracağı konuların önceden tahmin edilerek senaryo kurgulandığı, uydurma, sahte isimler ile iletilmiş belge ve bilgiler üretildiği, ikna ve baskı odalarında gerçeği anlatması muhtemel kişilerin baskı altına alındığı ve FETÖ/PDY baskısıyla ifadeler verildiği kaydedildi.
İhbar dilekçelerinde Fetullah Gülen'in kurduğu örgütün suç örgütü olduğu, bazı savcı, hakim, polis, öğretmen ve müfettişlerin PDY emrine girdiği, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Adalet ve İçişleri bakanlıkları, Emniyet Genel Müdürlüğü ile siyasi parti üyesi milletvekilleri ve Başbakan'ın ailesinin özel konuşmalarının dinlendiği, şantaj ve tehditte bulunulduğu, çeşitli gazete ve yayın kuruluşlarının gerçek gibi konuşmaları ve tapeleri yayınladıkları, hükümete darbe girişimi yapıldığı, Gülen'in Pensilvanya'dan bunları yönettiği, Gezi Parkı eylemlerine benzer sokak eylemlerinin başlatılması talimatı verdiği, huzuru bozmaya çalıştığı, 17 Aralık'ta yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla Başbakan ve ailesine yönelik harekete geçildiği, yapılan yayınların çarpık olduğu ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) üzerinden kriptolu telefonların dinlendiği kaydedilerek, FETÖ/PDY ile hareket edenlerden şikayetçi olundu.
"AK Parti'ye HDP dışında kimse zarar veremez"
İddianamede, çalışmaları dolayısıyla "ana mütevelli heyeti"ne alınan gizli tanığın ifadelerine de yer verildi.
Gizli tanığın ifadelerinde, üst mütevelli heyetinin Türkiye ve Amerika'da, bazen de başka kıtalarda toplantı yaptığı, Aralık 2014'te Fatih Üniversitesi Kampüsü'nde yapılan toplantıda AK Parti'nin karşısında her bölgeden ikinci parti kimse desteklenmesi talimatı verildiği, AK Parti'ye HDP dışında kimsenin zarar veremeyeceği belirtilerek, alt birimlerin has daireyi toplayıp bu konuda HDP'yi destekleme kararı aldıkları, bunun dinen en büyük hizmet algısı olduğunun yerleştirilmesi talebinin has daireden gelmiş gibi olmasını kararlaştırdıkları, kült iş adamlarının yurtdışına çıkarılıp kullanılmalarına karar verildiği, her ülke lobisini kullanarak Recep Tayyip Erdoğan'ın yolsuzluk yaptığı konusunda algı oluşturulmasının asıl öncelik olduğunun kararlaştırıldığı yönünde bilgiler yer aldı.
FETÖ/PDY'nin yurtdışında Ermeni diasporası, Yahudi lobisi, Mason loca başkanlarıyla irtibatlı olduğu, Fetullah Gülen'in de bunlarla hediyeleştiği, yurtdışında futbolcu transferi ile de ilgilenildiği kaydedilen gizli tanık ifadelerinde, Temmuz 2015'te kıta imamlarının toplandığı, Türkiye'de imamlar toplantısının bir daha yapılmamasının, her kıtanın kendi içinde toplantı yapmasının kararlaştırıldığı, Türkiye'deki cemaatin deşifre olmuş yetkili imamlarının yurt dışına çıkarılarak yerlerine yeni yüzlerin görevlendirilmesi kararı alındığı belirtildi.
Gizli tanık, 1 Kasım seçimlerinde AK Parti'nin tek başına iktidar olması üzerine bir imamın kendilerini toplayarak, "Bizim mensuplarımıza biri söverse siz de onlarla beraber sövün, 'Kandırıldık' deyin, devlette deşifre olmamış arkadaşlarınız var, onlarla irtibatı kesin. O arkadaşlarınız sürekli cemaate sövüp deşifre olmayarak devlet içerisinde kalıyorlar." dediğini, cemaatin bu yolu izlediğini, ikinci emre kadar cemaat düşmanı olarak görünmelerinin emredildiğini kaydetti.
Gizli tanık, 30 Mart yerel seçimlerinde AK Parti'nin kazanması üzerine tabanın moralinin bozulduğunu, toplantı yapıp yeni strateji belirlendiğini, muhalefetle ilişkiler ve Kürt halkına yönelik kararların burada alındığını, bulunduğu ülkeye PKK üst düzey yöneticilerinin geleceğinden cemaat üst düzey imamının haberi olduğunu, imamlar ile PKK'lıların düzenli görüştüğünü, bu görüşmeleri ülke imamları ve kıta imamlarının yaptığını, değişik zamanlarda PKK'lı yöneticilerle bunların görüştüklerine şahit olduğunu anlattı.
Almanya'da 2015 yılında bir toplantı düzenlendiğini, bu toplantıda "Propagandamız işe yaradı, bunlar gidiyorlar. Sıkı çalışmaya devam edin." kararı alındığını belirten gizli tanık, paraların Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Afrika ülkelerine çıkarılmasının kararlaştırıldığını, yabancı devletlerdeki öğrencilere biner dolarlık burs parası yatırıldığını, bu paranın cemaat tarafından çekildiğini, öğrencilere verilmediğini, Türkiye'den yurtdışına para transferinde öğrenci hesaplarının kullanıldığını bildirdi.
Abdullah Gül de dinlendi
Hanefi Avcı, Oktay Vural, Yaşar Okuyan, eski Ağrı Valisi Mehmet Çetin, eski Ankara Valisi Kemal Önal'ın 2008 yılında takip edildiği, eski İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın makam odasına cemaat tarafından dinleme cihazı yerleştirildiği yönünde ifade veren bir başka gizli tanık da eski İçişleri Bakanı Atalay'ın makam odasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile gerçekleştirdiği görüşmenin çözümünü yaptığını belirtti.
İçişleri Bakanlığındaki cihazın eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin döneminde de sökülmeyip usulsüz dinlemenin devam ettirildiğini öne süren gizli tanık, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çankaya Köşkü'ndeki görüşmelerinin ortam dinlemesi ile kaydedildiği, bu ses kayıtlarının geldiğini, görüşme yaptığı masa veya yakınında bir yerde böcek bulunduğunu, Gül'ün Başbakan, MHP Genel Başkanı, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile görüşme tapelerini çözdüğünü, bu kayıtları istihbarat şube müdür yardımcısının, iki kez de bir komiserin getirdiğini bildirdi.
Gizli tanık, iddianamede dinlemelerin harici disk ve flash belleklerle getirildiğini, bilgisayarlara yükleme yapmadıklarını, ses tapelerini çözerken 11. Cumhurbaşkanı Gül için "Diken", eski İçişleri Bakanı Atalay için "Mekir", eski İçişleri Bakanı Şahin için "Dursun", Başbakanlığı döneminde Erdoğan için "Ozan" şifrelerini kullandıklarını, bunu emniyet amiri ve komiserin istediğini, diğer devlet adamlarının ise kendi isimlerinin yazıldığını anlattı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının "Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)" ile ilgili iddianamesinde, "Türkiye'de bu cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur. Paralel devlet, millet ve devlet üzerindeki cemaat vesayetidir." ifadeleri kullanıldı.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, FETÖ'nün dini maske olarak kullanıp, dine hizmet ettiği gerekçesiyle kendisini meşrulaştırmak istediği belirtildi.
İddianamede, cemaatin, "İslam'ın yayılmasına hizmet eden, dindar gençlik yetiştirilmesine, ülkesine, devletine bağlı, çalışkan, hayırsever bir topluluk oluşturulmasına, ülkeyi barışa, huzura ulaştırmak için çalışan, okul ve yurt açarak gençlerin okuması ve ülkenin kalkınmasına adayan, gariban ülkelere ilim, irfan götüren, ülkemizin milli marşını, dilini, kültürünü öğretmek için çabalayan topluluk olarak topluma algılatıldığı" kaydedildi.
Gerçeklerin ise hizmet hareketinin masum olmadığını, devlet ve toplum nazarında devleti ele geçirme amacını başarılı şekilde gizlediğini gösterdiği bildirilen iddianamede, Gülen cemaatinin, başlangıçta devletin pek ilgi göstermediği din eğitimine önem vererek, toplumda genel kabul gördüğü ifade edildi.
CEMAAT BİR YANDA İÇKİ İÇENLERİ BÜNYESİNE ALIRKEN...
Cemaatin, modernite ile İslam'ı bağdaştırmış gibi yaparak hem dindar ve hem modern kesimlerinden destek ve ilgi gördüğü vurgulanan iddianamede, "Cemaat, bir yanda içki içenleri, kumarbazları, tefecileri bünyesine alırken, diğer yanda dindar ve muhafazakar kesimlere hitap etmiştir. Toplumdaki her kesime veya kişiye nabza göre şerbet verilerek meşruluk sağlanmıştır. Din, onlara toplum nezdinde önemli bir meşruluk alanı sağlamıştır." değerlendirmeleri yer aldı.
İddianamede, cemaatin, meşruluk kazanmada yurt içi ve dışındaki eğitim faaliyetini etkili şekilde kullandığına işaret edilerek, bu yolla meşruluk kazandığı, toplumun örgüte olumlu bakmasını sağladığı anlatıldı.
Öğrenci çocukların eğitim bahanesiyle evlere alıştırılıp militanlaştırıldığına işaret edilen iddianamede, başı dara düştüğünde, eğitim ve yurt dışı okullarının faaliyetini öne çıkararak engellerden sızmayı beceren cemaatin, yurt dışında okullar açarak devlet nezdinde prestijini artırdığı, bir yandan devlet ve kamuda kadrolaştığı, bir yandan bu hizmetlerin devamı için şirketlerine ihaleler aldığı, devlet imkanlarını sınırsız kullandığı, bedelsiz arsa, para, ekonomik kaynak topladığı bildirildi.
İddianamede, şu ifadelere yer verildi:
"Cemaat şirketlerinin her yıl olağanüstü büyümesinin altında yatan sebep, cemaatin meşruluk kazanıp mali kaynak toplamasıdır. Cemaat, okulları, yurtları, dershaneleri, basın yayın kuruluşları, haber ajansı, bankaları ile örgüt için istihdam alanı yaratmıştır. Bu alanlarda çalıştırdığı kişiler üzerinden de meşruluk kaynağı sağlamaktadır. Cemaat bu yolla ülke ekonomisine katkı sağladığını iddia ederken, kendi mensuplarına da eserleriyle övünen her yer ve alanda cemaatin var olduğu ifade edilerek gurur duymaları sağlanmaktadır. Cemaat, bilgisayar ve teknik işlerde uzmanlaşmaya önem vermiştir. Devletin hemen her konudaki teknik personelini ve bilişim uzmanlarını yetiştirmiştir. Örgüt, devletin ihtiyaç duyacağı bütün alanlarda teknik personel yetiştirmiş, kalifiye eleman için kendisi dışında hiç kimse kalmamasına özel bir özen göstermiştir. Bu durum ona bir meşrulaşma alanı açmıştır. Toplu olarak kopya çekip devlette kadrolaşana kadar Fetullahçıların özellikleri, kamu kaynakları ve devlet imkanlarını kullanan, iyi eğitim almış, yüksek lisans veya doktora yapmış, yurt dışını görüp tanımış veya yaşamış, yabancı dil bilen, kamu idarelerinde verilen emre sonuna kadar itaat eden, en iyi şekilde çalışan, işini iyi yapabilen, disiplinli, işi için elinden gelen gayreti gösteren, en sorunsuz, kalite ve kalifiye bakımından meziyetli, kabiliyeti yüksek ve zeki, teknolojiye meraklı, çağın bilgisini öğrenmeye çalışan, açıktan olmasa bile dini vecibelerini yerine getirmeye çalışan kimselerdir. Ancak bir abinin talimatıyla, bu kadar zeki ve donanımlı kimselerin her türlü tehlikeye atılan, suç işleyebilen, örgüt menfaati için her türlü ahlaksızlığı, hukuksuzluğu, çirkinliği, günahı, ayıbı işleyebilir hale gelmeleri anlaşılamamaktadır. Asker disiplinine sahip örgütte zamanla bozulma başlamış, kadrolar devlete düşman bir kitle haline getirilmiştir. Bu durumu fark edenler susturulmuştur. Örgütün işlediği suçlar, başka suçlar işlenerek üzeri örtülmüştür."
SÖZDE DARBE PLANI
Örgütün genellikle yargı, silahlı asker ve emniyeti araç olarak kullandığı vurgulanan iddianamede, FETÖ'nün, "başbakan ve bakanlara suikastları önlemiş" gibi propaganda yaptığı, hükümete karşı askeri bürokrasinin darbe yapacağı iddiasıyla birçok "sözde darbe planı" ortaya çıkardığı ve hükümet nezdinde vazgeçilmez bir güç olduğunu ortaya koyarak mükafat beklediği belirtildi.
Bütün bunların FETÖ'yü toplum gözünde meşrulaştırırken, sivil siyasetin güçlendiği ve askeri bürokrasinin vesayetinin kırıldığı iddiasıyla kamuoyu desteği sağladığı bildirilen iddianamede, örgütün, onları kendi amaçları için kullanmak isteyen siyasi parti ve kurumların desteğini aldığı, birçok kişi ve kuruma boyun eğdirip üstünlüğü ve gücünün büyüklüğünü kabul ettirdiği kaydedildi. Dünya görüşü olarak ters gibi görünen kişi ve siyasi partilerin kurumsal desteğini almasının, FETÖ'ye meşruluk kazanmada katkı sağladığı aktarılan iddianamede, "Toplumun her kesiminde örgütle baş edilemeyeceği, çok organize oldukları ve gücüne erişilemeyeceği kanaati oluşmuş ve hemen herkes ülkedeki iyi veya kötü her şeyi örgütten bekler hale gelmiştir." ifadeleri kullanıldı.
Yargıdaki cemaat operasyonları
Türkiye'nin yakın geçmişinin, askeri darbe ve askerin siyaset üzerindeki etkisi altında geçtiği hatırlatılan iddianamede, askerin 2002 seçimleri sonrası siyaset üzerindeki gölgesinin açıkça hissedildiği bildirildi. AK Parti'nin Kasım 2002'de iktidara gelmesiyle askerin, hükümete karşı fiili tavır alacağına ilişkin emareler üzerine, FETÖ'nün Türk Silahlı Kuvvetlerindeki kadrolarının, dışarıya sürekli bilgi, belge taşıdığı, hükümete askeri belgeleri gösterip, bilgi vererek, onları bu faaliyetlere inandırdığına işaret edildi. Cemaatin sahte askeri belgelerle hükümetin şüphesini pekiştirdiğine dikkati çekilen iddianamede, belgelerin sahteliğinin uzun süre tespit edilemediği belirtildi.
Askeri yetkililer ve bazı komutanların "Müdahale ederiz, rejimi değiştirtmeyiz, laiklikten taviz vermeyiz, rejimin sahibiyiz" türü konuşma ve açıklamaları, "Genç subaylar rahatsız" gibi gazete beyanları, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının parti kapatma dosyasının askerlerce verilen belge ve bilgilerden oluşması, askerin ölçüsüz bir tavır içerisinde hükümete karşı olduğunu belirtmesi, 27 Nisan 2007 bildirisi, Cumhurbaşkanlığı seçimine askerin engel olmaya çalışmasının bu kanıyı güçlendirdiği vurgulanan iddianamede, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 27 Nisan 2007'da askerin doğrudan müdahale ederek, muhtıra verdiği, "sözde değil, özde cumhuriyete bağlılık" siyasi sözleriyle seçimi yaptırmayacağını ilan ettiği anlatıldı.
İddianamede, şu bilgiler paylaşıldı:
"Bu ortamda, 2007'de FETÖ'nün kadrolaştığı özel yetkili savcılar (mahkemeler), militarizm ve cuntalarla, kirli geçmiş ile hesaplaşma, faili meçhul olaylarla yüzleşme adına soruşturmalar başlatmıştır. 'Türkiye demokratlaşıyor, kirli mazisini ve bağırsaklarını temizliyor' algısı oluşturulmuş, bu beklenti toplumdan önemli destek almıştır. Başlayan davaların geçmişle hesaplaşacağı, bu sayede demokrasi standardının yükseleceği, hukukun egemen olacağı, askerlerin batı ülkeleri gibi asıl mevzilerine çekileceği, sivil siyasetin hakim olacağı düşünülmüştür. Böyle ortamda sivil toplum, demokratlar ve aydınlar bu gelişmeleri başlangıçta genel olarak desteklemiştir. Özel yetkili mahkemelerin hukuka aykırı bazı işleri bile 'Bu tip şeyler olabilir, gelip geçicidir, düzeltilebilir, mesafe alınması, demokratik adım atılması ve büyük bir hesaplaşma içerisinde küçük hata olabilir' düşüncesiyle desteklenmiştir. Bütün bunların cemaat operasyonu olduğu, temelinin haksız olduğu su yüzüne çıkana kadar toplumun geniş kesimleri gelişmeleri desteklemiştir. Özel yetkili mahkemelerin cemaat egemenliği sağlamak için haksızlık yaptığı ve cemaati egemen kılmak için devlet sistemine sızan Truva atları olduğunun fark edilmesi üzerine bu davalar aldığı desteği kısa sürede yitirip toplumsal tepkiye yol açmıştır."
"Cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur"
Türkiye'de vesayetin, toplum mühendisliğine duyulan istek anlamına geldiği belirtilen iddianamede, "Türkiye'de bu cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur. Paralel devlet, millet ve devlet üzerindeki 'cemaat vesayetidir'. Bu yeni tip vesayet, askere karşı oluşturulan nefret ve toplum algısıyla yönetilmiştir." ifadeleri kaydedildi.
Cemaatin, TSK'ya karşı hükümeti kendi yanına çekmek için, askerin hükümet yetkililerine karşı suikast yapacağı iddiasını yayarak, kozmik odada arama yaptığı, "Başbakana suikast yapılacağı" iddiasıyla operasyonlar düzenlediği aktarılan iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:
"Başbakanın evinin yakınındaki cami minaresine kazaen uçak çarpması, bazı askeri yetkililerin eşi başörtülü olduğu için bakanlara selam vermek istemediğinden tavır ve davranış geliştirmeleri, cemaatin usulsüz dinlediği kişilerin abartılı, ölçüsüz ses kayıtlarını kamuoyuna servis etmesi, askerin hükümeti istemediği ve ihtilal yapabileceği kanaatini kuvvetlendirmiştir. Örgüt, hükümete karşı karşıya olunan tehlikeyi ileri sürerek, toplumu bile bir tür kendisine mahkum etmiştir. Operasyonlar sonrası polis ve savcılar el altından medyaya dağıtıp yaptıkları yayınlarda karanlık örgütlerin hükümeti devireceği, suikast yapacağı, sabotajlar olacağı, bunları illegal örgütlerin yönettiği havası ile hükümet algı olarak idare edilmiştir. Örgüt, polis ve özel yetkili mahkemelerde görevli hakim ve savcılar eliyle yapmak istediği her şeyi yargı üzerinden usulsüz olarak yaptırmıştır.
FETÖ, kamu idarelerinde ülkedeki bütün kurumlarda hakimiyet sağlamak üzere kadrolaşmıştır. Muhtemel bir askeri müdahalede kadrolarının ezilmemesi için tedbirli hareket etmiş 2003 ila 2007 yıllarında pasif durumda kalmıştır. Örgüt, 2007'den sonra örgütlenmesini tamamlamış, güç dengesini lehine çevirmiş ve operasyon hünerini ortaya koymuştur. Anayasa değişikliği, örgütü devlet içinde çok ileriye taşımıştır ve 12 Eylül 2010 sonrasında artık örgüt kendini devletin tek fiili hakimi olarak görmeye başlamıştır. Bu durum 17 Aralık 2013 gününe kadar devam etmiştir."
İddianamede, Türkiye'nin, sırf Fetullah Gülen cemaatinden olmanın kamuda atama ve yükselmede yeterli tek kriter olduğu bir dönem yaşadığı belirtildi.
Kainat imamı inancı ve 7 katlı piramidal yapılanmanın İsmailiye mezhebi ve köken olarak Zerdüştlük dininden alındığı aktarılan iddianamede, Zerdüştlük dini ve ondan mülhem İsmailiye mezhebinde 7 kat gök gibi örgütlenildiği, İsmailiye sofilerinin 7 dereceye ayrıldığı, bu esasları aynen Fetullah Gülen'in de tatbik ettiği aktarıldı.
Gök ve uzayla ilgilenen ve birçok okul veya şirket ismini buradan seçen örgüt mensuplarının da benzer bir 7 derece takıntısı ile hareket edilerek Gülen tarafından 7 tabakaya ayrıldığı bildirildi.
İddianamede, "İsmailiye tarikatının piri 7'nci derecede oturur ki bu mertebe, Allah'tan doğrudan emir alan imamlık makamıdır. İmam, helali haram ve haramı helal yapabilir. Ona mubah olmayan hiçbir şey yoktur. Bu esaslar aynen Fetullah Gülen'in örgütünde de geçerlidir." denildi.
FETÖ'de hiyerarşide itaat ve teslimiyetin katı bir kural olduğu vurgulanan iddianamede, şu ifadelere yer verildi:
"FETÖ, sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden bağlı kuruluşlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve bakanlıklar, onun denetimine girip kolluk gücüne dönüşmektedir. Bu durumda devlete paralel şekilde dikey örgütlenen paralel yapılanma, kayıtsız, şartsız bir cemaat egemenliği oluşturmuştur. Egemenliği, örgütlenmeyi fiilen yöneten Fetullah Gülen kullanmaktadır."
Örgütün, insanlara egemenlik kurduğu alan sunup buna inandırarak teşkilatlanmasını güçlendirdiğine işaret edilen iddianamede, bu şekilde devletin egemenliği dışında, ondan ayrı ve paralel bir yapılanma ve dikey örgütlenmeyle paralel devlet yapılanmasının oluştuğu anlatıldı.
İddianamede, cemaatin kendini devletin dışında ona hasım ve ondan üstün yeni bir egemen güç olarak örgütlediği belirtilerek bu yapının, kaynağını ve meşruiyetini dine dayandıran, hukuk düzeni dışında ve üzerinde, hukuk düzeniyle çatışan bir güç olduğu kaydedildi.
7 tabaka
Örgütün, 7 tabakadan oluşan katı bir hiyerarşik kast sistemine dayandığına dikkat çekilen iddianamede, kastlar arasında geçişin mümkün olduğu ancak 4'üncü tabakadan sonrasını liderin belirlediği vurgulandı.
Gülen cemaatinde bağımlılık ve kademelenmenin en aşırı düzeyde olduğu belirtilen iddianamede, örgütün 7 tabakası aşağıdan yukarı sırasıyla "Halk tabakası, sadık tabaka, ideolojik örgütlenme tabakası, teftiş kontrol tabakası, organize eden ve yürüten tabaka, has tabaka, kurmay tabaka" olarak sıralandı.
Bu tabakalar dışında bir de örgüte sempati besleyenlerden oluşan alt tabaka bulunduğuna yer verilen iddianamede, sempatizanların örgüt hiyerarşisi içinde bulunmadığı, örgüte karşı herhangi bir olumsuz düşünce taşımadığı, örgütün bütün faaliyetlerini illegal bile olsa desteklediği anlatıldı.
Bu kişilerin zaman zaman örgüte maddi yardım yaptığı, devamlı olmamak şartıyla örgüt lehine bazı faaliyetlere de katıldığı belirtilen iddianamede, "Bunlar örgütün iç yüzünü bilmeyen, görünüşteki yüzünü gerçek sanan kimselerdir. Siyasetçi, sanatçı, yazar, gazeteci, akademisyen gibi birçok alana yayılmış geniş bir sempatizan çevresi bulunan örgüt, zamanı geldiğinde ve en kritik anlarda bu tabandan yararlanarak lehine fiili durum oluşturmaktadır." değerlendirmesinde bulunuldu.
7 KATMANIN EN ÜSTÜNDE
İddianamede, yapının 7 katmanının en üstünde "Fetullah Hoca Arşı"nın yer aldığı aktarılarak, 5, 6 ve 7'nci katmanların örgütü yönettiği, 7 ve 6'ncı katmandakilerin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmediği, 6'ncı katmandakilerin, Gülen'in bildiği ve takip ettiği hayati hizmetler olarak tanımlanan işleri yaptıkları bildirildi.
5'inci katmanda ise çok nadir örgütten kopmalar olduğu ancak kopanların mutlaka örgüt tarafından takip edilerek etkisiz hale getirildiği vurgulanan iddianamede, örgütü 4'üncü katmanın bir arada tuttuğu, hizmet denen işleri ise ilk 3 katmandakilerin yaptığı belirtildi.
Hücre tipi zincir yapılanma
FETÖ'nün, örgütün deşifre olmaması ve devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için ayrıca örgütü hücre tipinde yatay örgütlediği bilgisine yer verilen iddianamede, hücrelerin genellikle en fazla 5 kişiden oluştuğu ve bir abla/abiye bağlı olduğu ifade edildi.
İddianamede, hücredeki kişi sayısının bazı kurumlar için 3, TSK gibi bazı kurumlar için 1 olduğu, örgütün, her lokması 1 hücreden oluşan zincirler şeklinde üst imamlara ve nihayet ülke, kıta ve üst örgüt yöneticilerine bağlandığı anlatıldı.
Örgütün, kamu kurumları içinde bir hücre ile başlayıp kadrolaşma sağlandıkça başka hücrelerin eklenmesiyle veya büyüyen hücre bölünerek yeni hücre oluşturulup sohbet grubu şeklinde yapılandığı, her hücreye sorumlu bir imam atanarak yapılanmanın genişlemesinin sağlandığı bildirildi.
Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önderin Gülen olduğu ve örgüt içinde kainat imamı görüldüğü ifade edilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Şüpheli Fetullah Gülen, terör örgütü kurup bilfiil yöneterek devletin anayasal düzeninin üzerinde bir cemaat vesayeti kurmak, demokratik devlet özelliğinin ortadan kaldırılması suretiyle gizli bir güç olarak perde arkasından devleti yönetmek üzere faaliyet yürütmektedir. Örgütün işlediği bütün suçları üstlenmiştir ama devlet için paralel bir yapılanma olmadığını ileri sürmektedir. Ortaya çıkan vahim olaylar ve sabotajlar, hükümeti devirmek için başlatılan sistemli, devamlı hareketler, devlet organlarının birbirine düşürülmesi, casusluk, usulsüz dinleme ve izleme, hukuka aykırı fişleme gibi binlerce suçu işleyen örgütü yöneten kişidir. Bütün bu suçlar ve haksızlıklar onun şahsi kaprisi, kibri, kendini ve örgütünü üst bir seviyede seçilmiş ve ilahi bir vazifeli olarak görmesi, hırsı ve iktidarı ele geçirme, yönetme arzusundan dolayı işlenmiştir. Kainat imamlığı, örgütün her türlü işi ile ilgilenip üst karar veren temel ideolojik ve doktriner birimidir. Bütün işler, örgütte kainat imamının talimatıyla yürümektedir. Örgüte kainat imamı her hafta sesini internet üzerinden duyurmaktadır. Örgütün kadrolarının topladığı bütün bilgi ve belgeler, örgütü yöneten kişide toplanır."
"Gülen'i yarı tanrı konumuna getirmek için..."
Gülen'in şahsi bilgilerine ve kısa hayat hikayesine de yer verilen iddianamede, tam isminin "Fetullah" olduğu, bu ismin 1844 yılında İran Şahı'na suikast düzenleyen Bahai fedaisi "Fethullah Kami" adlı kişiden alındığı aktarıldı.
Gülen'in doğum tarihi 27 Nisan 1942 iken, yılın nüfus kayıtlarında 1941 olarak düzeltildiği anlatılan iddianamede, yaşını vaiz sıfatıyla memur olmaya yeterli gelmediğinden büyüttüğü belirtildi.
İddianamede, Gülen'in, sohbetlerinde doğum tarihini 11 Kasım 1938 olarak açıkladığına işaret edilerek "Kendini mehdi olarak gördüğünden, deccal kabul ettiği Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm tarihini kendisine doğum tarihi seçmiştir. Mehdinin ahir zamanda zuhur edeceğine inandığı için 'deccal öldü, mehdi doğdu' inancından dolayı bunu iddia etmektedir." denildi.
Gülen'in, doğum tarihi ve seyitlik konusundaki tahrifatının, geçmişte en yakın adamlarından Nurettin Veren tarafından, "Fetullah Gülen'i yarı tanrı konumuna getirmek için sinsice yollara döşenen mihenk taşlarıdır." sözleriyle anlatıldığına yer verilen iddianamede, en çok kullandığı mahlası olan "Dahhak"ın İran mitolojisinde, zalim, insan beynini yarasına süren kişiyi ifade ettiği vurgulandı.
İddianamede, Fetullah Gülen'ın, istihbarat örgütleriyle irtibatlı olduğu ve istihbari bilgiler aldığı da belirtildi.
İstihbari kurumların örgüt hakkında 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar takip yaptığı, darbe sonrasında ise hiçbir adli soruşturma ve takibata uğramadığı anlatılan iddianamede, Gülen hakkında çıkarılan yakalama kararının 6 yıl infaz edilmediği, 6 yıl sonra yakalandığında aynı gün dönemin Başbakanı ve İçişleri Bakanı'nın devreye girmesiyle serbest kaldığı ifade edildi.
Gülen'in yakalanmamasının onun kerameti olmadığı, dönemin devlet adamlarının din adamı görünümünden dolayı merhamet edip, koruyup kollamalarından kaynaklandığı kaydedildi.
CIA ile ilişkisi
Gülen'in CIA ilişkisinin 1983 yılında Moon Tarikatı'nın Türkiye'deki uzantısı Kasım Gülek üzerinden sağlanan irtibatla başladığı aktarılan iddianamede, şunlara yer verildi:
"Resmi adı Birleştirme Kilisesi olan Moon Tarikatı'nı kullanarak komünizme karşı blok oluşturmak isteyen ABD, Türkiye'de komünizmle mücadele kuruluşlarına destek vermektedir. Komünist harekete karşı olan Fetullah Gülen'in de bu politika çerçevesinde Türkiye'de desteklenip büyümesini sağlamış, lise ve kolejler açmasına izin verilmiştir. Komünizmin yıkılmasından sonra okulları yabancı ülkelere de yayılmış, Gülen'e bağlı vakıf ve şirketler, 1992'den sonra Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Kafkasya ve Balkan ülkelerinde kolejler açmışlar, Asya ve Afrika'ya da bu okullar yayılmıştır.
ABD, Fetullah Gülen'in okullarının yayılmasına yardımcı olmuş, her ülkenin kapısı cemaat için açtırılmıştır."
Türkiye'de 28 Şubat sürecinin tek kazananının Gülen olduğu ifade edilen iddianamede, yurt dışına çıktığı tarihe kadar Ankara'da Samanyolu Koleji'nde, İstanbul'da ise FEM Dershanesi Altunizade Şubesi'nde kendisine tahsis edilmiş özel mekanlarda konakladığı anlatıldı.
GÜLEN 28 ŞUBAT'TA PANİĞE KAPILDI
İddianamede, "Gülen, kendisini önemli göstermek için 1990'lı yıllarda Türkiye'deki önemli devlet adamları ve siyasetçilerle yakınlık kurup Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit ile görüşmüştür. Amerikan gizli servisi CIA Başkanlığına getirilen Morton Abromowitz ile 1983 ve 1990 yılları arasında görüşüp dostluk kurmuştur. Abraham Foxman ile Papa II. John Paul ile görüşmeler yapmıştır. Siyasi yönden cemaatin oy potansiyeli fazla olduğuna inanıldığı için siyasiler kendisini muhatap almış ve bunu fırsat bilerek siyaset alanına zaman zaman yön verip etkili olmuştur." değerlendirmelerinde bulunuldu.
Gülen'in 28 Şubat döneminde paniğe kapıldığı, uzun süre ABD'de kaldığı, hükümet ve CIA yetkilileri ile görüştüğü belirtilen iddianamede, bu hareketiyle kendisine Türkiye'de karşı olan kesimleri "arkamda Amerika var" mesajı ile tehdit ettiği ve bunda başarılı olduğu kaydedildi.
Gülen'in, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından korunan şahıslardan biri olduğu ve kendisine resmi koruma tahsis edildiği vurgulanan iddianamede, usullere aykırı olarak bu koruma faaliyetinin yurtdışında da sürdürüldüğü bildirildi.
İddianamede, ABD'de eğitim için bulundurulduğu iddia edilen bazı emniyet personelinin gerçek amacının onu korumak olduğu belirtildi.
Gülen'in, ABD'nin Pensilvanya eyaletindeki karargah olarak kullandığı çiftliklerden oluşan merkezden örgütünü yönettiği ifade edilen iddianamede, şu tespitlerde bulunuldu:
"Gülen, birçok kez devletin üst düzeyindeki yöneticilerin geri dönmesi için yaptığı çağrılara uymayarak, devleti ele geçireceği günü örümcek ağı kurup sabır ve sebat ederek beklemiştir. Örgüt lideri, önceden batıya karşı çıkıp söylem geliştirirken, sonradan bu ifadelerinden çark edip onlara yaranmak, dinde radikal olmadığını, onların istedikleri ölçüde ılımlı olduğunu, dinler arası diyaloğu baş tacı yapacağını gösteren ifadeler kullanmıştır. Küresel sermayenin Türkiye'deki çıkarlarını savunmak için örgütünü kullandırmaya başlamıştır. ABD'de açtığı dava üzerine araya konan, 'referans' denen torpil ve verilen sözlerle süresiz oturma hakkı sağlayan yeşil kart sahibi olmuştur."
İddianamede, Gülen'in ABD vatandaşlığına geçtiğine dair iddialara da yer verilerek, yaklaşık 100 bin dönüm arazi üzerinde kurulu 8 villa ve bir ikametgahtan oluşan kampüste, olağanüstü güvenlik tedbirleri altında yaşadığı ve örgütü buradan idare ettiği bildirildi.
GÜLEN'İN EĞİTİMİ
Gülen'in toplam iki ya da iki yıldan biraz fazla süre eğitim gördüğü, akademik ve profesyonel eğitiminin bulunmadığı, söylediklerinin sığ bilgilerden oluştuğu anlatılan iddianamede, basit bilgileri ağlayıp sızlayarak, kendinden geçerek karşısındaki kitleye anlattığı, hitabet gücü ve ustalığı sayesinde Adolf Hitler gibi muhataplarını etkilemeyi becerebildiği belirtildi.
Örgütün internette yayınladığı ve kamuoyuna "hocanın bedduası" olarak yansıyan videodaki hal ve hareketlerin Gülen'in içinde bulunduğu ruh halini ve psikolojik durumu sergilediği, gerçek bir din adamının hoşgörü ve sakinliğinin onda bulunmadığı aktarıldı.
Emekli bir vaiz olan ve başka bir geliri bulunmayan Gülen'in, ABD'de, örgütün din adına kandırıp topladığı himmetlerinden aktarılan gelirle müreffeh bir hayat sürdüğü aktarılan iddianamede, "Şüpheli, Türkiye'de ekonominin önemli bir kısmına hükmeden devasa bir örgütü yönetmektedir. Bu örgütlenme, kendisinin masraflarını, geçimini ve Pensilvanya'da rahatça yaşamasını temin etmek için elinden geleni yapmaktadır. Türkiye'de çeşitli yollarla toplanan himmetin yüzde 10-15'i doğrudan şüpheli Fetullah Gülen'in kasasına gitmektedir." ifadeleri yer aldı.
Gülen'in örgütünü devlete karşı kışkırttığı ve siyaseten taraf olduğu belirtilen iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:
"Gülen, örgütün daha fazla suça karışmasını önlemek yerine açıklamalarıyla örgütü daha da terörize edip devlet ve siyasal iktidar düşmanı haline getirmiş, gizlediği amacını gerçekleştirecek ordu olarak örgütünü görmüştür. Sağlık problemlerine ve yaşı ilerlemiş olmasına rağmen, kendisine bağlı gazetelerin yayın politikasından, TV'de yayınlanan bir dizinin senaryosuna, ziyaret edilecek bir iş adamına verilecek hediyeden, Afrika'daki bir devlet görevlisine gönderilecek kutlama mesajına kadar kendisinden talimat alınan bir lider konumundadır. Çeşitli internet sitelerinde yer alan ses kayıtlarından da bu durum açıkça anlaşılmaktadır."
Gülen'in, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili açıklamalarına da yer verilen iddianamede, "Yazıcıoğlu'nun ölümünün hemen peşinden bu açıklamanın yapılması ve unutturulmaya çalışılması oldukça tuhaftır. Konuşmadaki siyasi özel vurgular, onun ve örgütünün bu işte parmağı olabileceğini ve unutturmak için çalıştıklarını göstermektedir." ifadeleri kullanıldı.
İddianamede, Gülen'in örgüt yöneticisi olduğuna delil olarak, çok sayıda konuşma ve açıklaması da yer aldı. Örgütün yurt içi ve dışındaki yapılanmasına ilişkin ayrıntılara da yer verilen iddianamede, kurum imamları, bölge imamları da tek tek sayıldı.
TSK'daki örgütlenme
Fetullah Gülen ve cemaatinin, 1971 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmeye çalıştığı ifade edilen iddianamede, örgüt içinde faaliyet gösteren talebe imamları aracılığıyla örgüt evlerinde, okullarda ve yurtlarda askeri lise ve harp okullarına öğrenci hazırlandığı belirtildi.
Bu faaliyetlerin 1984'ten sonra yoğunluk kazandığı aktarılan iddianamede, o dönemde TSK içine yerleştirilen bu öğrencilerin birçoğunun şu anda kurmay albay veya general rütbesinde olduğu bildirildi.
TSK'dan 1983-2014 döneminde Fetullah Gülen grubuna mensup olduğu gerekçesiyle 400 personelin ihraç edildiği bilgisine yer verilen iddianamede, TSK'nın 2003 yılından sonra Fetullahçı olduğunu bildiği hiç kimsenin ilişiğini kesmediği, bundan sonra inisiyatifin örgüte geçtiği ve TSK içinde bu örgütten olmayan veya muhalif olan herkesin tasfiye edilmeye başlandığı kaydedildi.
İddianamede, FETÖ'nün, askeri denetim altına almak için çok çalıştığı vurgulanarak, Ergenekon ve diğer askeri davaların, sivil siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılması için değil, örgütün TSK üzerinde egemen olması için gerçekleştirildiği ifade edildi.
Bugün TSK içinde, önemli oranda kurmay subay olarak FETÖ mensubu bulunduğu iddiasına yer verilen iddianamede, "Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki FETÖ yapılanması endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Askeri disiplin ve hiyerarşinin dışında bir de örgütlü TSK cemaat yapılanması bulunmaktadır. Bu yapıyı kuranlardan tanık K.Ö, TSK'nın içinde en az yüzde 60 ile yüzde 80 FETÖ mensubu olduğunu anlatmıştır." ifadesine yer verildi.
TSK içindeki FETÖ mensuplarına yönelik hiçbir ciddi çalışma yapılamadığı öne sürülen iddianamede, "Somut delil olmaması, Balyoz, Ergenekon gibi davalarla TSK'nın yıprandığı, bir de FETÖ unsurlarına yönelik yapılacak çalışmanın TSK'yı huzursuz edeceği, motivasyonu düşüreceği ileri sürülerek, FETÖ'nün askeri yapılanmasının araştırılması önlenmektedir. Gerçekte somut deliller olmasına rağmen TSK bünyesindeki FETÖ mensuplarına karşı etkili bir tedbir alınmamaktadır. FETÖ, en çok bu kuruma sızıp TSK'yı darbeci, hükümet düşmanı, ateist bir yapı olarak algılatmış, itibarsızlaştırıp, kağıttan kaplan olduğunu ilan ettirmiştir." denildi.
Emniyetteki örgütlenme
İddianamede, Gülen'in 1970'li yıllardan itibaren çekirdek bir kadro oluşturup 13-18 yaş grubu öğrenciler üzerinde çalışmaya başladığı, emniyete kadro yetiştiren polis koleji, polis akademisi ve polis okullarının örgüt mensuplarını yönlendirdiği belirtildi.
1980'li yıllarda Gülen'in yetiştirdiği öğrencilerin polis koleji ve polis akademisine girdiği, gizli olarak yıllarca faaliyet yürüttüğü ve Emniyet Genel Müdürlüğünün kadroları içinde bu yapının üyelerinin teşkilatlandığı anlatılan iddianamede, 1990'lı yıllarda emniyette yaşanan bazı olayların Gülen ile ilişkisi anlatıldı.
Emniyet teşkilatında polis kolejleri, polis akademisi ve polis okullarında, ışık evlerinden yetişmiş birçok örgüt mensubunun sızarak kadrolaştığı belirtilen iddianamede, "FETÖ, emniyet içindeki gücünü giderek artırmış ve tedbir uygulayıp gizlenerek mevcut sistemle savaşmak yerine, devletin kurumlarını ele geçirme hedefini izleyerek kadrolaşmaya devam etmiştir. Örgüt emniyet içindeki güç dengesi lehine döndüğünde, arşivleri örgüt amacına kullanmış, istihbaratı örgüt istihbaratı gibi tekeline almış, toplumun bütün kesimlerinin özel bilgilerini ele geçirip bu bilgileri kullanmış, usulsüz dinlemeler yaparak herkesi takip edip örgüt amacına göre toplumu baskı ve korku altına almıştır." ifadelerine yer verildi.
İddianamede ayrıca, örgütün, kamu görevlilerini itibarsızlaştırmak, meslekten ihracını sağlamak için operasyonlar gerçekleştirmek gibi örgütsel hedefler doğrultusunda Emniyet Genel Müdürlüğünün kaçakçılık ve organize, terör, istihbarat gibi stratejik operasyonel birimlerini kullandığı belirtildi.
Örgütün güçlü bir istihbarat ağına sahip olduğu aktarılan iddianamede, kamu kurumlarında çalışan örgüt mensuplarının elde ettikleri bilgileri örgüte aktardığı ve toplanan tüm bilgilerin bir havuzda toplandığı bildirildi.
İddianamede, örgütün hedeflerine ulaşmak için bu havuzdaki bilgi ve belgeleri amaca uygun hale getirerek hasım cephedeki kişi ve kurumlar aleyhinde kullandığı, bu sürecin de olayın örgüte yakın medyaya sızdırılması ve kamuoyu oluşturulmasıyla başladığı kaydedildi. Bu kapsamda örgüt tarafından yapılan usulsüz dinlemeler, fişlemeler de iddianamede yer aldı.
FETÖ'nün silahlı gücü ve silah kullanma kapasitesi
İddianamede, küçük yaşlardan itibaren çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ'nün bir neferi olarak emniyet teşkilatındaki meslek hayatlarına başlayan örgüt mensuplarının da şeklen "devletin personeli" gibi gözükse de bu kişiler için aslında örgüt aidiyetinin diğer tüm aidiyetlerden önce geldiği belirtildi. İddianamede, şunlar kaydedildi:
"Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde yapılanan FETÖ, emniyet birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Devletin idari mekanizmasındaki kadrolarını ele geçirip, kamu gücünü ve yetkisini kullanarak, soruşturma ve dava sürecinde yine devletin yasal mevzuata göre verdiği silah ve diğer mühimmatları, sahte, kumpas ve komplo kurmak için amaca aykırı kullanılmak suretiyle hedefte olan kişi ve kurumları etkisiz hale getirmek, cebir ve şiddet unsurunu taşımaktadır. FETÖ mensubu kamu görevlileri, kendilerine verilen silahın soruşturma ve tahkikat görünümü altında zorlayıcılık etkisini örgüt amacı için kullanmaları nedeniyle terör örgütünün silah unsurunu gerçekleştirmişlerdir."
"En büyük tehlike, tehlikeyi fark edememektir" ifadesi kullanılan iddianamede, FETÖ'nün, kaba kuvvet kullanan klasik terör örgütlerinin aksine alışılmışın dışında taktik ve stratejiler izlediği, bu yüzden örgüt jargonunda "tedbir" olarak tanımlanan gizliliğe büyük önem verildiği vurgulandı.
Uyguladığı gizlilik-takiye-tedbir nedeniyle görünür olmayan bir örgütle mücadelenin zorluğuna işaret edilen iddianamede, "Algı yönetimini profesyonelce yapan, insan kaynağı, ekonomik yapısı ve öğretisi şeffaf olmayan böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenerek bugünlere gelen FETÖ, hukuki görünümlü hukuksuzluğu temel yöntemi haline getirmiş, elde ettiği kamu gücünü topluma hizmetten ziyade kendi örgütsel çıkarları doğrultusunda kullanmış, gizlendiği mevzilerden farklı maskelerle konjonktüre göre kendisine müttefik olarak seçtikleriyle birlikte hareket ederek, müttefiklerini ve rakiplerini teker teker ortadan kaldırmış, böylece tüm anayasal kurumlarıyla devleti, siyaseti ve toplumu ele geçirmeyi amaçlamıştır." değerlendirmesinde bulunuldu.
Örgütün yargı ayağı
Örgütün yargıdaki yapılanmasına da değinilen iddianamede, FETÖ'nün karşısına çıkan her engelin yargı kullanılarak aşıldığı belirtildi.
FETÖ'nün, 12 Eylül 2010'da yapılan anayasa referandumu sonrasında yeni oluşturulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda (HSYK) seçimle gelen üyelikleri elde ettiği aktarılan iddianamede, bu HSYK'nın örgüte mensup 160 hakim ve savcıyı Yargıtay üyeliklerine atadığı, yeni seçilen üyelerle örgütün Yargıtay'da tek söz sahibi olduğu ifade edildi.
İddianamede, özel yetkili mahkemelerin baktığı örgütün kumpaslarından oluşan davaların, Yargıtay'da onaylanmaya başladığı, hiç kimsenin artık örgütün elinden kurtulamayacağının fiilen ispatlandığı belirtilen iddianamede, Balyoz gibi bazı haksız kararları Yargıtay'da onaylatan FETÖ'nün, örgütün yargı kanadının gerçekleştirdiği bütün hukuksuzlukları hukuka uygunmuş gibi topluma algılattığı kaydedildi.
Cemaatin illegal kanadının, 17 ve 25 Aralık'ta emniyet ve yargı üzerinden hükümete en etkili darbeyi vurmak üzere harekete geçtiği ifade edilen iddianamede, "Örgüt, yolsuzluk soruşturmaları bahane edilerek, Selam Tevhid, İran casusluğu gibi soruşturmalarla hükümeti yıkmayı, başbakanı siyasetin dışında bırakmayı denemiştir. Hükümetin küçük ama etkili hamlesi FETÖ'ye zamanlama hatası yaptırmış, başbakanın direnişi, halkı yanına alarak meşru zeminde destek bulması, darbe teşebbüsünü başarısız kılmıştır. Yargıyı araç olarak kullanıp hükümeti devirmeye teşebbüs etmek örgütün yargıda çok güçlendiğini göstermektedir." denildi.
Cemaat emriyle karar veren yargı mensuplarının Türkiye'de yaptıklarını kabullenmenin akla ziyan bir sapkınlık olarak nitelendirildiği iddianamede, "Yargı dün bir cemaat abisinin tekelinde ve emrinde hareket ederken, bugün devletin egemen bir erki olarak hareket etmekte, bağımsız ve tarafsız davranmaktadır. Türkiye Devleti, Cumhuriyetten vazgeçip bir cemaat devletine dönüştürülememeli, küresel egemen güçlerin emrinde taşeron bir cemaatin oligarşik hakimiyeti, devlet üzerinde egemen olmamalıdır." ifadeleri kullanıldı.
HİMMET PARALARI SERVET HALİNE GELDİ
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, FETÖ/PDY'nin burs, himmet, bağış, zekat, yardım, kurban gibi çeşitli adlarla toplanan fakat ihtiyaç sahiplerine hayır için harcanmayıp çalınan para ve malları devlete ve sisteme karşı kullandığı ve şahsi servet haline getirdiği belirtildi.
Fetullahçı paralel yapının milyar dolarlara hükmeden şirketlere ve holdinglere sahip hale gelmesinin, mali kaynaklarla mümkün olduğu kaydedilen iddianamede, "Kişiler, Allah ve din ile aldatılarak ekonomik kaynak toplanmış, örgüt hiç hesap vermeden bu kaynakları yabancı ülke menfaatine kullanmıştır." ifadesi kullanıldı.
FETÖ'nün imamlar üzerinden bütün üyelerini ve toplumun önemli kısmını "himmet" adıyla bir tür cemaat vergisine bağladığı aktarılan iddianamede, örgütün denetimindeki dershanelerde yaklaşık 600 bin öğrencinin ders gördüğü, bunların yıllık toplam gelirinin milyar dolarları aştığı belirtildi.
İddianamede, örgütün, gerçekte dini cemaat olmayıp, hatta dini konularda hiçbir hassasiyeti bulunmayan, milyar dolarlara hükmeden holdingleşmiş, rant elde eden yapı olduğu kaydedildi.
ABD'de geniş bir çiftlikte müreffeh bir hayat süren Fetullah Gülen'in kitap teliflerinin geliriyle geçindiğini, bulunduğu çiftliğe 5 bin 500 dolar kira ödediğini açıkladığına yer verilen iddianamede, Gülen'in telif gelirinin, yaşadığı çiftliğin masraflarını karşılamaya yetmeyeceğine dikkati çekilerek, şu bilgilere yer verildi:
"Gerçekte onun ve maiyetinde yaşayanların giderlerini örgüt karşılamaktadır. Gülen'in kurup yönettiği örgüt, Türkiye'de ve dünyada toplam 150 milyar dolar ekonomik değeri bulunan banka, üniversiteler, okullar, yurtlar, dershaneler, medya kuruluşları, matbaalar, yayınevleri, kargo şirketleri ve diğer ticari şirketler, holdingleri bünyesinde barındıran kompleks bir yapıdan oluşmaktadır. Büyüklüğü en az 150 milyar doları bulan bu ekonomik gücün başlı başına varlığı, dini cemaat tabiatıyla çelişki arz etmektedir. Ekonomik boyutu dikkate alındığında cemaat, hayır amacı güden dini bir yapılanma değildir."
Örgütün gelir kaynaklarının şahıslardan ve iş adamlarından alınan bağış, himmet gelirleri ile kurumsal gelirler olarak iki ana gruba ayrılabileceği aktarılan iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Bağış ve himmet gelirleri de iki gruba ayrılır; şahıslardan alınan ve iş adamlarından alınanlar olmak üzere. Himmet, şahıslardan alınanların ilk grubunu, Fetullah Gülen taraftarı veya sempatizanı olan alt gelir grubundaki şahıslardan toplanan paralar ve ikinci olarak ise Gülen taraftarı veya sempatizanı memurların maaşlarından, memurların FETÖ desteğiyle aldıkları taltiflerden ve yurt dışı görev harcırahlarından belirli oranlarda alınan paralar oluşturmaktadır. Şahıslardan alınan paralar, en küçük birim olan semt/mahalleden, ilçe, il ve bölge koordinatörlerine doğru toplanarak ilerlemektedir. Her ilde, gelir ve gider kalemlerini tutan ve bunu bir üstüne rapor eden muhasipler vardır. Devlet memurlarının (özellikle hassas görev icra edenler için) para toplama faaliyetleri ise söz konusu kurumun o yerleşim yerindeki sorumlusu (imamı) tarafından organize edilmektedir.
Himmet iş adamlarından da alınmaktadır. İş adamlarından kazançları oranında alınan himmet adı altında ayni ve nakdi yardımlar ile iş adamlarının üye oldukları kuruluşlara üye aidatı olarak yatırılan paralardır. FETÖ’ye bağlı Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) bünyesindeki iş adamlarından, gelir durumlarına göre her yıl düzenli olarak alınan paralar himmet geliridir. Bu paralar, bulundukları illerin büyüklüğüne ve ekonomik potansiyeline göre oradaki ilçe veya il sorumlularına bağlı muhasipler tarafından toplanmaktadır. Sanayinin yoğun olduğu yerlerde, iş adamlarının bağlı olduğu TUSKON üyesi derneklerden sorumlu ayrı bir imam da duruma göre tayin edilebilmektedir."
"İşlerinin rast gitmesi ve cemaat kadrolarına çarpılmamak için..."
Gülen'in talimatıyla örgütün, kendisine bağlı iş adamlarını, TÜSİAD ve MÜSİAD dışında bir çatı altında toplamak ve ayrı bir güç olarak ortaya çıkmak amacıyla 2005'te TUSKON'u kurduğu belirtilen iddianamede, TUSKON'un, bağlı 7 federasyon ve bunlara bağlı 211 üye dernekle faaliyet gösterdiği, 2014 itibarıyla üye iş adamı ve girişimci sayısının 55 bin civarında olduğu, bunlar arasında Boydak Holding, Koza-İpek Holding gibi büyük cirolara sahip işletmelerin yanı sıra, küçük bir hırdavatçı ya da eczacı da bulunduğu ifade edildi.
Örgütün, TÜSİAD üyesi büyük şirketlerden ve holdinglerden yardım aldığına işaret edilen iddianamede, bunların doğrudan paralel yapı örgütüyle bağlantılı kurum ve kuruluş bünyesine girmediği ve himmet adıyla para vermediği, ancak sponsorluk, reklam bedeli, ayni yardımlar, vb. adlarla yapılanmaya maddi destek sağladığı vurgulandı ve "Büyük holdinglerden maddi yardım temini, TUSKON Genel Sekreteri ya da başka bir üst düzey yöneticinin anılan holding patronlarını öncelikle ziyareti ve akabinde alt düzeyde tarafların yetkililerinin görüşmesi neticesinde gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de kamuoyunun bildiği iş dünyasının patronları, işlerinin rast gitmesi ve cemaat kadrolarına çarpılmamak için kerhen örgüte yardım yapmak mecburiyetinde kalmıştır." ifadesine yer verildi.
Kamuda kadrolaşan örgütün, bu gücünü de nakde çevirmeye başladığı kaydedilen iddianamede, "Örgüt, himmet vermeyi reddeden iş adamlarını olağan dışı denetimler, gerçeğe aykırı raporlar, adli veya idari soruşturmalar ile cezalandırmıştır. Örgüt, adliye ve emniyet içerisinde yer alan mensupları aracılığıyla haklarında soruşturma bulunan iş adamlarından himmet talep etmiş, karşılığında ise soruşturmaların kapatılması vaat edilmiştir. Gayrimeşru işlerden gelir elde eden kişiler, 'himmet' adı altında adeta haraca bağlanmıştır. Himmet uygulaması öyle yaygın hale gelmiştir ki; birçok iş adamı, ticaretini sağlıklı şekilde sürdürebilmek için FETÖ'ye para vermesi gerektiğine inanır hale gelmiştir." değerlendirmesi yapıldı.
71 ilde 3 bin 257 dernek
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının raporuna göre, 71 ilde Fetullahçı Terör Örgütünün toplam 3 bin 257 dernek, vakıf ve şirket olmak üzere faaliyet yürüttüğünü, ekonominin her alanında güç oluşturmak, devlet içerisine sızıp yerleşmek, bankada usulsüzlük ve uluslararası para aklama organizasyonları ile sivil toplum kuruluşlarında girift bir suç organizasyonu ve örgüt gücü bulunduğunu bildirdiğine yer verilen iddianamede, örgütün 2 bin 356 şirket ve 347 kişi firması üzerinden yürüttüğü ekonomik faaliyete ilişkin bilgilerin, Gümrük ve Ticaret Bakanlığından alınarak deliller arasına konulduğu belirtildi.
İddianamede Fetullahçı terör örgütlenmesinin gelirlerini, "şirket ya da şirketler üzerinden ticari faaliyet görüntüsü verilerek bankacılık sisteminin kullanılması", "suç gelirlerinin fiziken yurt dışına çıkarılması" gibi altı yöntemle akladığı anlatılan iddianamede, "Asya Katılım Bankası'nın örgütün bir kurumu olduğu, örgütsel amaç ve hedefler için kullanıldığı, çok sayıda farklı hesaba suç gelirlerinin yatırılıp sisteme sokulduğu, yüksek miktarda örgüt emrindeki kuruluşlara kredi kullandırıldığı, kredilerin suç geliri olan himmet ve bağışlarla ödendiği tespitlerine yer verilmiştir." ifadesi kullanıldı.
İddianamede, örgütün mütevelli heyetleri üzerinden hayır amacıyla toplanan paranın şirketlere sermaye yapıldığı, perde arkasından paranın örgüt tarafından yönetildiği, şirketlerin rasyonel piyasa oyuncusu gibi davranmak yerine örgüt abisinin emrine göre davranan sermaye yapılanmaları olduğunun altı çizdi.
Örgütün ekonomik yapılanmasının yatay olarak üç türlü olduğuna yer verilen iddianamede, örgüt emrindeki ticari şirket, dernek, vakıf ve diğer tüzel kişilerden bir kısmının cemaatin sermayesiyle kurulduğu, bir kısmının kuruluş sermayesi cemaate ait olmamakla birlikte cemaat kontrolüne girdiği, bir kısmının da sonradan cemaate maddi kaynak ve destek sağladığı anlatıldı.
Örgütün topladığı maddi kaynaklarla kurulan ve doğrudan örgüt tarafından yönetilen şirketlerin görünürdeki sahipleri ile gerçek sahiplerinin genellikle farklı olduğuna işaret edilen iddianamede, 17 Aralık 2013 sonrası örgüt yer altına çekilebilmek, görünürlüğünü azaltmak ve dikkat çekmemek için gerçek sahibi cemaat olan şirketlerin hızla kısa sürelerle el değiştirip aynı örgütten deşifre olmamış başka kişilere devredildiği bildirildi.
Diğer yandan FETÖ mensubu gerçek kişilerin Türkiye'deki şirketleri ve mal varlığını satıp, kayyım atanmasını veya mal varlığına el konulmasını önlemek için hızla paraya dönüştürdüklerine dikkati çekilen iddianamede, "Şirketler muvazaalı olarak gerçek sahiplerinden başkasına devredilip gerçek sahipleri gizlenmeye çalışılırken, kişiler üzerindeki mal varlığını da başkasına devrederek örgütle irtibatının sağlanmasını engelleyerek el konulmasını önlemeye çalışmaktadır. Bu suretle elde edilen paralar yurt dışına taşınmakta, şirketler ve kişilerin mal varlığı, düşük değerlere elden çıkarılıp başka kişiler üzerine aktarılmaktadır. Örgütün elindeki okullar, kar amacı güden şirketler tarafından işletilirken denetimi daha zor ve ceza muhakemesine göre kayyım atanması mümkün olmayan vakıflara devredilmekte, okulların şirketler tarafından işletilmesinden vazgeçilmektedir." bilgileri verildi.
Madde madde örgütün gelir kalemleri
İddianamede, "FETÖ'nün mali yapılanmasının daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak seçilen bazı şirketler ve kuruluşlar" başlığı altında bazı holding, üniversite, okul, dershane, şirket, medya kuruluşu ve vakıfların isimleri sıralandı, örgütün gelir kaynakları ise şöyle gösterildi:
"Kamu kaynaklarından elde edilen gelirler: Kamu ihalelerinin örgütle bağlantılı firmalara verilmesi, örgütle ilişkili firmaların rakipleri hakkında adli veya idari işlemler yaparak piyasanın örgüt firmalarına teslim edilmesi, kurumların gizli kalması gereken finansal ve yatırım planlamaları bilgilerinin ilişkili firmalara sızdırılması, kamu arazi tahsislerinin örgütle ilişkili vakıf, dernek veya eğitim kurumlarına bedelsiz devredilmesi, belediyelerce yapılan imar değişikliklerinin, örgütle ilişkili vakıf, dernek veya şirketler lehine yapılması, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansında görevli adamları vasıtasıyla iş adamlarının yurt dışı iş bağlantılarını sağlama karşılığı örgüt adına onlardan para alınması, kamu hibe, destekleme ve teşviklerinin takibi ve proje kabullerinde FETÖ firmalarının kayrılması.
-İş adamlarından sağlanan gelirler: İş adamlarından, adli-idari süreçlerdeki işlemlerini iş adamları lehine sonuçlandırma karşılığı alınan paralar; iş adamlarının özel hayatları ile ilgili çeşitli zafiyetlerini ses ve görüntü kaydına aldırarak tehdit ve şantaj yoluyla alınan paralar; iş adamlarından, iş bağlantılarını sağlama karşılığı alınan paralar,
-Gönüllülük esaslı gelirler: Kurban Bayramı öncesi iş adamlarından firmalardan ve esnaftan, adlarına kurban kesileceğini belirterek kurban adı altında toplanan paralar; il ve ilçelerde iş adamlarının katıldığı mütevelli heyetleri oluşturarak zekat ve burs adı altında toplanan paralar; memur maaş ve ödüllendirmelerinden himmet adı altında toplanan paralar,
-Örgütün şirket, holding, banka, vakıf ve dernek faaliyetlerinin gelirleri,
-Eğitim faaliyet gelirleri: Yurt dışında bulunan örgütle ilişkili eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerden alınan paralar; yurt içinde faaliyet gösteren örgütle ilişkili eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerden alınan paralar; eğitim kurumlarında okuttukları öğrencilerden ücret aldıkları halde, iş adamlarından fakir öğrencilerin okutulacağından bahisle burs adı altında toplanan paralar,
Örgütün basın ve yayın organlarının reklam ve abonelik gelirleri,
-STK'lardan sağlanan gelirler: TUSKON ve bağlı federasyon, dernek, şirket ile vakıflardan toplanan aidatlar; yazılı ve görsel medya sektöründen sağlanan gelirler; Kimse Yok Mu Derneği benzeri örgüte bağlı kuruluşlar aracılığı ile yardım adı altında vatandaşlardan toplanan paralar; ticaret odaları yönetimlerini ele geçirerek, kamu hizmet alımlarındaki rayiç bedel belirlenmelerinde örgütle ilişkili vakıf, dernek ve firmalar lehine hareket edilmesi."
Paralel yapı-11 Aralık (2015) 'Ankara/FETÖ'nün Lider Kadrosu' soruşturması manşetlerimiz
(22 Temmuz 2016, 23:38)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: