Ne MGK toplantısı, ne öncesinde Genelkurmay Başkanı ve TSK´nın basın toplantısı ne şu ne bu; Türkiye geçtiğimiz hafta tarihinin en önemli keskin virajlarından birini aldı. 26 Haziran 2009, tarihimize sivil iradenin kendi otoritesini kullanarak rejimin karakterinde bir değişiklik yaratma yönünde ilk fiili adımdır. TBMM 26 haziran gecesi ve sabahında Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu´nda yaptığı değişiklikle siyasi rejimimize vesayet damgası basan en önemli ayaklardan bir tanesini değiştirdi. Yapılan bu değişiklikle artık her ne olursa olsun sivilleri askeri mahkemeler yargılayamayacak ve her ne olursa olsun askerler de disiplin suçları dışındaki fiilleri nedeniyle sivil mahkemelerde yargılanacaklar. Böylece Türkiye, çift başlı yargı gibi demokrasi adına yüz kızartan bir garabetten kurtulmak için ileri bir adım attı. 27 Mayıs darbesinden bu yana sivil iktidarlar askeri vesayet karşısında hep savunmadaydılar. Höt denince iktidarlar ve milletvekilleri şapkalarını alıp savuşuyorlardı. İlk kez 27 Nisan muhtırasına Başbakan Erdoğan direnç gösterdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de öyle. Bu direnç şimdi, kendini savunma konumundan, ?inisiyatif alma? düzeyine yükseldi.
Siviller savunma konumundan inisiyatif almaya yükseldi
Ne MGK toplantısı, ne öncesinde Genelkurmay Başkanı ve TSK´nın basın toplantısı ne şu ne bu; Türkiye geçtiğimiz hafta tarihinin en önemli keskin virajlarından birini aldı. 26 Haziran 2009, tarihimize sivil iradenin kendi otoritesini kullanarak rejimin karakterinde bir değişiklik yaratma yönünde ilk fiili adımdır. TBMM 26 haziran gecesi ve sabahında Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu´nda yaptığı değişiklikle siyasi rejimimize vesayet damgası basan en önemli ayaklardan bir tanesini değiştirdi. Yapılan bu değişiklikle artık her ne olursa olsun sivilleri askeri mahkemeler yargılayamayacak ve her ne olursa olsun askerler de disiplin suçları dışındaki fiilleri nedeniyle sivil mahkemelerde yargılanacaklar. Böylece Türkiye, çift başlı yargı gibi demokrasi adına yüz kızartan bir garabetten kurtulmak için ileri bir adım attı. 27 Mayıs darbesinden bu yana sivil iktidarlar askeri vesayet karşısında hep savunmadaydılar. Höt denince iktidarlar ve milletvekilleri şapkalarını alıp savuşuyorlardı. İlk kez 27 Nisan muhtırasına Başbakan Erdoğan direnç gösterdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de öyle. Bu direnç şimdi, kendini savunma konumundan, ?inisiyatif alma? düzeyine yükseldi.
Şimdi tartışılıyor, bu yasa Cumhurbaşkanı Gül´den döner mi, Meclis´te yeniden görüşülür mü, CHP Anayasa Mahkemesi´ne götürürse mahkeme bu yasayı anayasaya aykırı bulur mu, falan da filan! İsterse bunların hepsi olsun, cam fanus çatlamıştır bir kez, dağılmıştır. Yapıştırılamaz. Bu yasanın Meclis´ten tartışmasız biçimde, oybirliğiyle çıkmasının anlamının altını bir kez daha çizmek istiyorum. Çünkü çok önemli. Bir olayın, olgunun görünenin ötesine taşan, yayılan (sudur eden) anlamını ortaya çıkarmak siyaset felsefesinin olduğu kadar doğrudan siyaset yapmanın da bir biçimidir. Bugüne dek halkın oylarıyla parlamentoda temsil yetkisini kullanan sivil otorite siyasi rejim üstünde kritik dönemeçlerde söz sahibi olamamıştı. Evet, Meclis, AB´ye tam üyelik amacıyla bir dizi uyum yasaları çıkarmıştı, bunların hepsi de demokrasimizin geleceği açısından çok önemliydi ama hiç biri kritik dengeye veya eşiğe dokunan yasalar değildi. Herkes kıyametin ileride olduğunu seziyor, fark ediyor, biliyor ve bekliyordu. Türkiye, isterse AB müktesebatının gereklerinin hepsini yerine getirsin ama rejimin askeri vesayetçi karakterini değiştirmedikçe AB´ye üye olamazdı. Bunu AB yetkilileri her fırsatta söylüyorlardı. Bu konunun üstüne basmıyorlar, yüksek sesle dillendirmiyorlardı; çünkü onlar da hem işin zorluğunun farkındaydılar, hem de bu işin nasıl çözüleceğini biliyor değillerdi. Bizler de öyle.
Belgenin gerçek ya da sahteliği ikincil önemde. Asıl önemli olan..
Ta ki, ?AK Parti ve Gülen Cemaatine Karşı Eylem Planı? kamuoyunun gündemine düşene kadar. Doğrusu bu plan metnini Taraf´ta okuduğumda heyecanlanmıştım, bu belgenin açıklanmasıyla siyasi mücadelenin yeni bir döneme girdiğini düşündüm. Başlangıçta salt bir sezgiydi bu. Önemli şeyler olabilirdi. Öyle de oldu. Aslına bakarsanız açıklanan metnin içeriği hiç bilmediğimiz birşeyi bize söylüyor değildi, daha önceki andıçlamalar da farklı değildi. 28 Şubat pratiğinden de, nasıl kışkırtmalar yapıldığını bilmekteydik. Bu belgenin gerçek olup olmadığı meselesi de bence başlangıç için ikincil önemdeydi. O halde bu belgeyi önemli kılan neydi?
Türkiye ne kadar da değişti..
Milli Güvenlik Kurulları hep toplanır, sonra yarım sayfalık bir bildiri çıkar, güvenliğimizi tehdit eden birinci, ikinci konular kamuoyuna açıklanırdı. Örneğin irtica tehdidi veya bölücülük, terör vs. Peki, bu açıklamalar halkı, kapısını, penceresini sıkı sıkıya kapatması için uyarı anlamına mı geliyordu, bundan mı ibaretti? Elbette hayır. Bu tehditlere karşı bir takım önlemler uygulamaya sokulacaktı, sokuluyordu. İşte ?İrtica ile Mücadele Eylem Planı? belgesi ?olağanı? ortaya koyduğu için ?olağanüstü? etki yarattı. Herkes ?kral çıplak? dedi. Aynı nedenle Askeri Savcılığın da takipsizlik kararı vermesi dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Askeri Savcılığın kararı, bu kararı Genelkurmay Başkanı´nın savunması çift başlı yargı olgusunu bütün haşmetiyle ortaya koydu. Yani, çift başlı kartalın o tüyü dökülmüş haliyle ortalarda gezinmesi kamuoyunda ?Bu böyle olmaz, bu iş böyle gitmez? tepkisini doğurdu. Bu konuda kamuoyunda bir sağduyu oluştu ve herkesi ya da çoğunluğu birleştirdi. Bu baskının önünde durulamazdı. Başka deyişle çift başlı yargı vesayet rejiminin çözülmesinin anahtarı veya yumuşak karnı, tutulacak halka oldu. İşte görüyoruz, Askeri Savcılığın takipsizlik verdiği Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek´i sivil yargı tutukladı.
Meclis ve milletvekillerinin aşağılanıp askerin yüceltilmeye çalışıldığı zamanlardan bugünlere gelindi
Şimdi başa, Ceza Muhakemeleri Kanunu´nu değiştiren yasanın önemine dönelim. 27 Mayıs darbesinden bu yana sivil iktidarlar askeri vesayet karşısında hep savunmadaydılar. Höt denince iktidarlar ve milletvekilleri şapkalarını alıp savuşuyorlardı. İlk kez 27 Nisan muhtırasına Başbakan Erdoğan direnç gösterdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de öyle. Bu direnç şimdi, kendini savunma konumundan, ?inisiyatif alma? düzeyine yükseldi. Bir nitelik değişmesi oldu. Bu sivillerin saldırısı değil, böyle nitelemek yanlış, kanımca doğru tanım ?inisiyatif almak? tanımıdır. Fakat unutmayalım, bu henüz bir inisiyatif almadır, her şey demek değil.
(02 Temmuz 2009)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
Nabi Yağcı, Taraf
Yasa değişikliğini işleyen ´Meclis egemenliğini kullanıyor: Askeri Yargıya tırpan´ konulu manşetlerimiz