Tahşiyeciler isimli gruba kumpas kurulduğu iddiasıyla yürütülen soruşturmanın iddianamesi mahkemece kabul edildi. Gülen yapılanmasına yönelik bu ilk büyük dava 90'lı yıllarda yapılanmaya dikkat çeken Prof. Necip Hablemitoğlu'nu akıllara getirdi
04.10.2015 17:35 Tahşiyeciler isimli gruba kumpas kurulduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan 333 sayfalık iddianame, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Bu dava Gülen yapılanmasına yönelik açılan ilk büyük dava oldu. Gülen için, 'Silahlı terör örgütü kurmak' suçundan 22,5 yıl, 'zincirleme nitelikli resmi belgede sahtecilik' suçundan 21 yıl, 32 kez, 'nitelikli iftira' suçundan da 192 yıl olmak üzere toplam 70 yıl 10 aydan 235,5 yıla kadar değişen hapis cezası isteniyor.
PARALEL MEDYADAN TEPKİ
Tahşiye iddianamesinin kabul edilmesi Paralel medyada tepkiyle karşılandı. Paralel medya olarak adlandırılan Gülen cemaati medyasının konuyla ilgili haberlerine bakıldığında gerçekten de adeta örgütsel bir dayanışmayı ispatlarcasına konunun en uç yönlerinin ele alındığı, savcı ve iddianameyle alay edildiği açıkça gözleniyor. Buna dair sadece bir örnek olarak Büşra Erdal'ın "Tahşiye iddianamesinde delil yok, mahkeme iade etmeli" başlıklı 29 Eylül tarihli Zaman'daki yazısı gösterilebilir. İşte o yazı:
"Tahşiye iddianamesinde delil yok, mahkeme iade etmeli
Özgür basını susturmayı amaçlayan Tahşiye iddianamesinde suç delili yok. Bunun yerine köşe yazıları, dizi replikleri, internetteki sohbetler, emniyetin yasal işlemleri ‘delil' diye sunuldu. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 174'üncü maddesine göre delil olmadığı için mahkemenin iddianameyi savcıya iade etmesi gerekiyor.
Diziden terör örgütü çıkaran Tahşiye iddianamesi, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) açısından tarihe geçecek bir ibret vesikası. Savcılık, kurgu bir diziden hayali bir terör örgütü çıkardı. Dizi repliklerini, köşe yazılarını, emniyet ve yargı birimlerinin kanunlara göre yaptığı işlemleri ‘suç delili' olarak sundu. Kanuni çerçevede açılmış bir dava, sanıkların şikayeti dışında somut bir delil sunulmadan 5 yıl sonra ‘kumpas' iddiasıyla suçlama konusu yapıldı. İstanbul Başsavcılığı tarafından hazırlanan bu metnin, CMK'daki düzenlemelere uygun olup olmadığı irdelendiğinde ise iddianamenin hukuki ve kanuni vasıflardan uzak olduğu, savcıya iade edilmesi gerektiği anlaşılıyor.
Suçlama konusu ‘Tahşiye dosyası', kanunen yetkili ve görevli savcılığın, adli kolluk olarak hareket eden emniyet mensupları eliyle yürüttüğü Tahşiye soruşturmasının, yine kanunlara göre yetkili ve görevli mahkemece davaya dönüştürülmüş hali. İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi ‘önleyici dinleme' ile yapıyı takip etmiş. Somut delil bulununca da soruşturma açılmış. Milli İstihbarat Teşkilatı ve Genelkurmay da bu yapıyı mercek altına almış. Bu noktada bazı iktidar yandaşı yazarlar “MİT, Tahşiye ile ilgili bilgi notunu Emniyet'le paylaşmamış. Emniyet nasıl Tahşiye'ye delilsiz soruşturma açar?” diye güya zekice (!) bir soru yöneltiyor. Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu (PVSK) ek 7'nci madde, polisin istihbarat görevini düzenliyor. Polis, MİT talimatı ya da bilgi notu ile soruşturma yürütmez. Savcıların talimatı ve mahkeme kararıyla işlem yapar.
Darbe delilleri: 4 köşe yazısı, 2 dizi repliği, internetteki 1 sohbet konuşması
Kanuna uygun açılmış bir davadan ‘kumpas' ve ‘terör örgütü' çıkaran savcı, 333 sayfalık iddianamesinde buna dair hangi delilleri sunmuş? Şüpheli avukatlarının tespitine göre, ‘silahlı bir terör örgütü' suçlamasına 15 ayrı delil gösterilmiş. Bunların dört tanesi iki ayrı gazetede yer alan köşe yazısı, iki tanesi bir dizide yer alan konuşmalar, bir tanesi internette yer alan sohbet konuşması, geri kalanlar ise emniyet tarafından yapılan yasal işlemler. ‘Tahşiye kumpası'nın temellendirildiği iki ana iddia da operasyon talimatının dizi aracılığıyla verildiği ve operasyon yapılan evde bulunan bombaların polis tarafından konulduğu. Bu iki iddia ispatlanmazsa iddianame çökmüş olur. Nitekim ‘dizi ile operasyon talimatı' iddiasının mantıksız olduğunu bizzat savcı kendisi ifade ediyor. Aynı şekilde, ‘bombaları polis koydu' iddiasının ispatlanamadığını da yine savcı söylüyor. Hal böyleyken, “Tahşiye kumpası iddianamesi çöktü” tespiti sıradan bir tanımlama değil. CMK 174'e göre “Suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen” iddianamelerin iadesi zorunlu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Tahşiye kumpası iddianamesini davaya dönüştürmeden savcısına iadesi etmesi gerekiyor.
İddianamede ‘darbe teşebbüsü' suçlamasına tek delil Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin, Ekim 2013'te verdiği Balyoz kararı. Tahşiye savcısı, delil olarak ‘silah ya da silahlı bir eylem' gösterilmeyen iddianamesinde, Hizmet Hareketi için Yargıtay'ın bu kararını delil olarak sunup ‘manevi cebir ve şiddet unsurlarına sahip olması nedeni ile aynı zamanda silahlı terör örgütü olarak vasıflandırılması' gerektiğini öne sürüyor. Savcı Hasan Yılmaz, bu unsurların nasıl gerçekleştiğine dair tek bir açıklama yapmıyor. Halbuki Yargıtay'ın Balyoz kararında TSK'ya mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmadığı tespit ediliyor. TSK için yapılmış bu değerlendirme, sivil toplum kimliğindeki Hizmet Hareketi'ne nasıl emsal teşkil edebilir? Bugüne kadar üç darbe yapıp, muhtıralarla Türk demokrasi hayatına kasteden bir güç ile bir sivil yapı nasıl eş tutulabilir? Zaten bu mantıksızlık ortada olduğu için savcı hiç ayrıntıya girmeden doğrudan karara atıf yapıp mahkemeyi ve kamuoyunu kandırmaya teşebbüs ediyor.
‘Ebcet' hesabı iddianamede!
Savcı Yılmaz'ın ilginç girişimleri bunlarla sınırlı değil. Bir müştekinin Hizmet Hareketi'ni ‘ebcet' hesabıyla ‘paralel yapı' yapan tespitini de iddianameye delil diye koymuş. Tabii hayal gücünün yüksek olması iyidir, düşünceyi zenginleştirir. Ama iddianameler hayal gücüyle değil delille yazılır. En azından CMK bunu emreder. Aksi halde savcı değil polisiye roman yazarı olmaları gerekir. CMK madde 174, hayal gücü ile yazılmış iddianamelerin davaya dönüştürülemeyeceğini düzenliyor."
BEDDUA OLAYI
Evet Büşra ablanın değerli değerlendirmeleri aynen böyle.. Paralel medyadaki örgütsel dayanışmayı gösteren bu tip yayınlar, bu yaklaşım şekli, tıpkı 17 ve 25 Aralık soruşturmaları sonrası geniş ölçüde başlayan polisteki yer değişikliği ve görevden almalara Fetullah Gülen'in gösterdiği o meşhur "beddualı" tepkiyi hatırlatıyor. O günleri anımsayanlar Gülen'in bu kadar büyük bir tepki göstermesi ve bununla da yetinmeyerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e duruma müdahil olmasını isteyen mektup yazmasının kamuoyunda nasıl şaşkınlıkla karşılandığını, bir dini liderin soruşturmalara bu kadar müdahil olmasının dikkat çektiğini hatırlayacaklardır. Bu gelişmelerin üzerine bir de Gülen'in; Bank Asya konusunda, Tüpraş'a mali denetim ve benzeri ticari konularda devlet kademelerindeki cemaat mensuplarının devreye sokulabileceğini dile getirdiği o şok telefon görüşmeleri ortaya çıkınca Gülen'in tepkisinin örgütsel kapsamda olduğu iddiası geldi. Ardından da savcılıklara "Gülen'in liderliğindeki paralel örgütlenmenin ortaya çıkarılmasını" talep eden çeşitli suç duyuruları yapıldı. Bu suç duyuruları soruşturmaya dönüştürüldü. Tahşiye ve çok sayıda diğer davalar açılmaya başladı.
En büyük delillerden bazılarını Gülen'in bizzat kendisi vermişti. Şimdi yine bir başka delili paralel medyanın yayınları oluşturuyor.
ERGENEKON SÜRECİNİN BENZERİ YAŞANIYOR
İnsan bir iddianameyi eleştirebilir, beğenmek zorunda değildir. Belki sanıklar masum da olabilir. Tıpkı Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde olduğu gibi.. Esasen mahkeme sonuçlanmadığı sürece tüm sanıklar masum sayılır. Bu hukukun temel kaidesidir. Ancak haklarında somut iddialar da mevcuttur. Ve bu nedenle sanıklar birer şüphelidir. Bu da bir başka hukuk gerçeğidir. İddianameyle dalga geçmek, savcıları yerden yere vurmak, sanıklarla ilgili "hayatın doğal akışıyla açıklanamayacak" diye tabir edilen somut şüphelere hiç değinmemek, sürekli masum olduklarını dile getirmek, evlerinde çocuklarının mağdur olduklarını falan dile getirmek.. Bank Asya önünde cevşen okutmak.. Bunlar -neredeyse- birebir Ergenekon sürecinde yaşanan olaylar aslında. O dönem benzer davranışları eleştiren cemaat şimdi aynı taktikleri kendisi kullanıyor. Ne tuhaf..
Daha bir çoğu sayılabilecek tüm bu detaylar, örgütsel bir dayanışmayı ve cemaat tabanlı paralel devlet yapılanması olduğu iddialarını güçlendirmekten başka işe yaramıyor. Cemaat tabanlı paralel örgütlenmenin gerçekliği kamuoyuna hiç bu kadar ikna edici şekilde yansıtılamaz. İşte paralel medya ile paralel kesimin ileri gelenlerinin farkında olmadığı da bu.. O nedenle de kamuoyu kendilerini yıllardır çok güçlü gösteren ancak tabanda desteği olmayan seçkinci bir azınlık olan bu kesime sahip çıkmadı. Çıkması da mümkün değil.
HABLEMİTOĞLU ÖLDÜRÜLDÜ
Bu yapılanma bugünün konusu da değil aslında. Geç kalmış gelişmeler yaşanıyor bugün. 1990'lı yılların sonunda Prof. Necip Hablemitoğlu bas bas bağırmış. Adeta kendini yırtmış. Poliste bu yapılanmanın nasıl etkinlik gösterdiğini sürekli dile getirmiş. Yoğun tehditler almış. Kısa süre sonra da suikastle öldürülmüş.
İlginçtir Hablemitoğlu'nun ölümünde Akın İpek altın madeni de gündeme gelmiş o günlerde.. Doğrudur yanlıştır bilemeyiz. Sadece o günlerde gündeme gelmiş bu iddia..
Hablemitoğlu'nun dile getirdiklerini alın okuyun, adeta bugünleri anlatıyor. Paralel yapı soruşturmalarında ortaya çıkanlar onun tespitlerini doğruluyor. Dolayısıyla paralel yapı tartışmaları bugünün ve AK Parti'nin sorunu da değil. Bir devlet sorunu.
"GEÇMİŞTE İYİYDİNİZ, ŞİMDİ NİYE DÜŞMANSINIZ" ?!!!..
Belki niye geç farkına vardı diye suçlanabilir Erdoğan ya da hükümet. Ancak bilerek suça göz yumdukları kanaatinde kesinlikle değiliz. Geç farkına varmanın açıklanabilir nedenleri olduğu kanaatindeyiz. Hiç kimse tanrı değildir. İyi niyet o kadar açıktı ki cemaate yakın Prof. Ahmet Akgündüz'ün, dershane ve cemaat tartışmalarının yaşandığı o ilk günlerde basına yaptığı açıklaması, havaalanında karşılaştığı Başbakan Erdoğan'ın Rusya'ya Putin'le niçin görüşmeye gittiğine dair anısı bunu kanıtlamaya yeterlidir. İnsan şahit olmadığı bir suçtan dolayı sorumlu tutulamaz. Ancak farkettikten sonra ne yapıldığı önemli. Göz mü yumdu yoksa gereğini mi yaptı. "Geçmişte aranız iyiydi şimdi niye düşman oldunuz" gibi saçma sapan sorular ancak soranın artniyetini gösteriyor. Bir insan bir başka insanla geçmişte dost ise ancak bir gün yanlışı farkedip yollarını ayırdıysa geçmişte beraber olmaları nasıl suçlama konusu yapılabilir. Bir insan birisiyle geçmişte iyiyse hep öyle devam etmek zorunda mıdır?.. İşte bir kesim ısrarla bu suçlama ve manipülasyonu yapmaya gayret ediyor.
AKÇAY VE AVCI GÜNDEMİ SARSMIŞTI
İlk başlarda inanmak istemiyorduk. Örneğin Beşiktaş adliyesindeki hakim Şeref Akçay'ın diğer hakimleri suçlayan iddiaları ya da daha sonraki aylarda Hanefi Avcı'nın gündemi sarsan iddiaları.. Avcı'nın dile getirdiği "her taşın altında cemaat var" iddialarını duyduğumuzda çok şaşırmış, sonra da tevil etmeye çalışmıştık. "Bu kadar büyük çaplı bir örgütlenme ve kumpas ağı kurulamaz, delillerle oynanamaz. Bunlar birer paranoya. Suçlamalardan kurtulmak için ortaya atılmış bir savuşturma taktiği" demiştik. Ama bir bir ortaya çıkmaya başladı. Paralel yapıya yönelik her yeni soruşturmada ortaya çıkan detaylarla tıpkı bir puzzlede parçaların yerine oturtulmasıyla resmin giderek belirgin hale gelmesi gibi.. Anlaşılıyor ki masum bir çok insana kumpas kurulmuş, anlaşılıyor ki delillerle oynanmış. İnanıyoruz ki gerçekten de var olan delillere müdahale edilmiş. Yeterli olmayabilir denilerek yeni -ve tabi sahte- deliller eklenmiş. Belki delillerin pek azı belki de pek çoğu. Ama sonuçta işe sahtelik ve kumpas karışmış. Bu haberin konusu olan "Tahşiye" olayında olduğu gibi rakipleri olan bir dini grubu yollarından çekmek ve/veya onların tasfiyesini başka hedeflere ulaşmak için kullanarak hareket etmişler. Bir evin etrafını çok sayıda polisle sararak istihbarat toplamış, müsait anda da eve bomba ve diğer suç delillerini yerleştirmişler. Tahşiye evinden çıkan bombalarda sanıkların parmak izleri çıkmazken polislerin izlerinin çıkması şaşırtmıştı. O evin etrafını saran polislerin o olayı nasıl kayıt dışı yani talimat olmadan yaptıkları da ortaya çıkmıştı.
İzmir'de görülen casusluk davasında mahkeme hakiminin nasıl şok bir ayrıntıya dikkat çektiğine dikkat çekmiştik. Yukarı çıkan bir polisin yasaya aykırı olmasına karşın yalnız şekilde arama yaptığını ve bir kaç dakika sonra aşağıya elinde bir eşya ile indiğini görmüştük.
İŞTE BİR KAÇ UFAK(!) DELİL
Yani paralel yapının varlığı şüphesini güçlendiren o kadar somut delil ortaya çıkmaya başladı ki şu son 1,5-2 yıllık paralel yapı tartışmaları döneminde, hangi birisini şu an burada sayalım şaşırmamak mümkün değil. Yine de sabırla hepsini gücümüz yettiğince tasnif etmeye çabalıyoruz.
(http://www.kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-delil)
(http://www.kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-fgdelil)
(http://www.kontrgerilla.com/parlinks.asp)
Bir kaç örnek vermek gerekirse;
-17 Aralık yolsuzluk soruşturması dosyasına "birbirinden bağımsız" üç ayrı dosyanın sokulmuş olması,
-Ankara'da İzmir'de İstanbul ve diğer bir kaç ilde "birbirinden bağımsız" yolsuzluk soruşturmalarının düğmelerine aynı günlerde basılmış olması,
-Poliste geniş görevden almaların başlaması sonrası görevden alınmadan hemen önce o polislerin bilgisayarlarda temizlik yaptığının ortaya çıkmış olması,
-Hatta kameralarla da tespit edildiği gibi şubelerin arka kapılarından nasıl çuval çuval soruşturma evrakı kaçırdıklarının ortaya çıkmış olması,
-Polisteki görevden almalar üzerine Fetullah Gülen'in o canhıraş bedduayı yapmış ve Cumhurbaşkanı Gül'e mektup yazmış olması,
-Türkiye'den kendisine gece yarısı gelen bir telefonda bir bürokratın bir hayat kadınıyla buluşmak üzere olduğunun bildirildiğini ve o kişinin uyarılmasının istendiğini ve bunun gibi "10 olay" daha sayabileceğini belirtmiş olduğu o vaazı,
-Zekeriya Öz gibi Ergenekon soruşturmasını başlatan ve adeta efsanevi bir konuma gelmiş bir cumhuriyet savcısının yurtdışına kaçmış olması ki, bu kaçış diğer hiç bir firar olayıyla karşılaştırılamayacak kadar simgesel bir öneme sahiptir.
ŞAHİT OLDUKLARIMIZ
Kimbilir daha neler çıkacak. Bu örgütlenme yaklaşık 40 yıllık bir yapı. Değmediği kurum ve kuruluş kalmamış görünüyor.
80'li üniversite yıllarımızdan beri bu cemaat yapısının nasıl devletin üst makamlarına gelebilmek için kendisini gizlediğini, deşifre olmamak için namaz kılmaktan vazgeçtiğini, içki dahi içtiğini duyar dururduk. İlerleyen yıllarda üniversitelerde nasıl kadrolaştıklarını hatta dini inanca sahip rakiplerini dahi nasıl kumpaslarla devre dışı bıraktıklarını da yine duyar, somut örnekler bilirdik.
2013 başında piyasaya çıkan "Bülent Arınç'a suikast" konulu kitabımızın cemaate bağlı NT grubunda satışının yasaklandığını duyunca -ki daha o günlerde paralel yapı tartışmaları henüz yoktu ve kitapta da paraleli rahatsız edecek bir içerik yoktu- çok şaşırmış, bir anlam verememiştik. Ancak 7 Şubat 2012'de meydana gelen MİT krizinin ardından, yani NT olayından 1 yıl kadar önce bir TV programında, krizin ardında cemaatin olabileceğine dair şüphelerimizi dayanaklarıyla birlikte paylaştığımızı hatırlayınca "tamam, olsa olsa bu nedenle kitap satışına yasak getirilmiştir" demiştik. O yayını izleyenler bilir ki şüphelerimiz paylaşırken de çok dikkatli bir dil kullanmış, bulguları sıralamış ve bunların bir yöne işaret ettiğini belirtmekle yetinmiştik.
İlerleyen aylarda; önce Gezi olaylarında cemaatin tavrı, ardından dershanelerin kapatılma kararı üzerine bu kesimde ilan edilen topyekün savaş, hemen ardından bir eski MİT belgesinin çarpıtılarak açıklanması , ardından 17/25 Aralık soruşturmalarının gelmesi, Fetullah Gülen'in beddua ve diğer açıklamalarının peşpeşe yaşanması.. Meğerse derinlerde ne hareketlenmeler yaşanıyormuş da farkında değilmişiz.
HOCANIN RUHUNA
Durdurulması ve geri dönüşü mümkün olmayan bir zincirleme reaksiyon başlamış bulunuyor. Adeta uzun süre büyüyen ve sonra patlayan bir çıbandaki gibi çok miktarda pislik saçılmaya başladı ortaya. Kimbilir daha neler çıkacak. 25 Aralık iddianamesini hazırlayan savcının da dediği gibi bu örgütlenme çok fazla açık veriyor. Daha önce dikkatle bakan Hablemitoğlu bunları farketmişti. Ancak yoğun tehditler aldı ve belki de bu güç tarafından öldürüldü. Ona yönelik tehditler ve cemaatin bu reaksiyonu bir gerçekti. AK Parti'yle bir alakası da yok. Çünkü daha eski bir olay.
Cemaate dokunmaya çalışanların başına neler geldiğine dair yine kamuoyundan çok fazla örnek var. Polisteki ve yargıdaki etkinlikleriyle yıllardır bu tehditleri etkisizleştirmeyi başarabilen yapılanma artık bunu yapamıyor. Tüm gözler ve dikkatler onun üzerinde . Onun için de delillerin hızla ortaya çıkmasına şaşmamalı. Çıkmaya devam edeceğinden de kuşku duyulmamalı. Hep denildiği gibi, devlet mekanizması geç harekete geçmiştir. Ama geçtikten sonra önüne gelen her şeyi de ezip geçmeye başlamıştır. Ne cevşen ne de beddua okumalar bu süreci durduramaz. Aksine hızlandırır. Hocalarının "bedduanız ve dualarınız tutmuyor, galiba ihlasınız yok" diye müritlerini suçladığı basına yansımıştı. Ancak asıl yokluğun kimde olduğu belli değil mi?.. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(04 Ekim 2015, 17:35)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: