Türkiye yargıdaki kilitlenmeyi açmak için 2010'da anayasa referandumuna giderken peşpeşe çok ilginç olaylar yaşandı. Paralel yapı, Baykal kasedi, Balyoz kumpası gibi bir dizi operasyonla ülkeyi dizayn etti. Referandum sonrası ele geçirdiği HSYK ve yargı eli ile de 17-25 Aralık darbesi için düğmeye bastı. 'AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı' iddiası ilk kez Taraf ve diğer paralel medya eliyle gündeme getirildi ve bu iddia sürekli ön planda tutuldu. Meşru AK Parti iktidarına yönelik tehlikeyi ön planda tutan Gülen örgütü kendini ustaca kamufle etti. Müthiş bir strateji yürüttü. TSK, emniyet ve yargı içindeki örgüt üyelerinin zirveye çıkan çabalarıyla sahte kanıtlar hazırılandı. Gerçek olan ancak yetersiz kalabileceği düşünülen kanıtlarla birlikte devreye sokuldu. En büyük rakip TSK'nın devre dışı kalmaya başladığı anlaşılınca örgüt durmaksızın 2. hedefe yöneldi. 'Başbakan Erdoğan'ı devirme ve Ak Parti'yi kontrol altına alma planı' devreye sokuldu.
21.03.2015 21:06 17-25 Aralık Darbe Girişimleri’nin temeli 2010 yılında Paralel Yapı’nın ülke üzerindeki algı operasyonlarıyla atıldığı 2015’teki yargı kararlarıyla açıkça ortaya çıktı. ‘Arınç’a suikast iddiası ile Kozmik Oda araması’, ‘Taraf Gazetesi’nin yayınladığı Balyoz belgeleri ile emekli ve muvazzaf general tutuklamaları’, ‘Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner’in makam odasında gözaltına alınması’ ve dönemin ‘CHP lideri Deniz Baykal’a kaset tuzağı’ 2010 yılındaki önemli gelişmelerdi. Asker, yargı ve siyaset dünyasında büyük depremler yaratan bu olaylar silsilesinin sonunda Paralel Yapı, hedefine koyduğu 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu için Türkiye’yi dizayn etti. 17-25 aralık darbesini de, operasyonları yürütecek savcı ve hakimlerin çöreklendiği HSYK eliyle yönetti. Paralel Yapı, referanduma giden süreç öncesinde adli ve idari yargıya sızmak için kronolojik olarak şu hamleleri yaptı:
-ARINÇ’A SUİKAST VE KOZMİK ODA ARAMASI : Türkiye Aralık 2009’da Bülent Arınç’a suikast ihbarı ile çalkalandı. Arınç’ın evinin yakınlarında yakalandığı iddia edilen Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli Albay E.Y.B üzerinden polis ve paralel yapıya yakın bazı savcı ve hakimler devletin en mahrem bilgilerinin saklı olduğu Kozmik odaya girdi. Yargılama sonunda baskına giden tüm sürecin algı yönetimi ve yalanlar örüldüğü ortaya çıktı.
-BALYOZ BAVULU: 20 Ocak 2010’da Paralel Yapı’nın gazetesi Taraf, Balyoz darbe planı manşetiyle çıktı. Taraf yazarı Mehmet Baransu, elindeki Balyoz bilgilerinden oluşan bir bavulu savcılığa teslim etti. Bu süreçte onlarca emekli muvazzaf general subay tutuklandı. Paralel Yapı medyası askeri vesayet manşetleriyle algı operasyonları yaparken ilk kademe yargıdan mahkumiyet alan sanıklar Anayasa Mahkemesi’nin ‘hak ihlali’ kararı ile yeniden yargılandı. Yargılama sonucunda Balyoz CD’lerinin sahte olduğu ortaya çıktı. Balyoz belgelerini temin eden Mehmet Baransu ise ‘devletin gizli belgelerini temin ve yayımlamaktan’ tutuklandı.
-BAŞSAVCIYA TUTUKLAMA: Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı iken Fethullah Gülen ile ilgi soruşturma başlatan İlhan Cihaner, kimliği bugüne kadar açıklanmayan bir ihbar mektubuyla makamında polisler tarafından gözaltına alındı. Pek çok yargı mensubu Cihaner vakasıyla sindirildi.
-BAYKAL’A KASET TUZAĞI: Referanduma giden yolda bu kez hedef CHP oldu. Dönemin CHP lideri Deniz Baykal’a kaset tuzağı kuruldu. Baykal, Mayıs 2010’da istifa etti. Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan seçildi. Baykal istifa ederken de “Pensilvanya’dan aldığım üzüntü mesajlarının samimiyetine de inanıyorum” dedi. Gülen’in yaşadığı Pensilvanya’yı işaret eden Baykal’dan sonra işbaşına gelen Kılıçdaroğlu 17-25 Aralık darbe süreci ve sonrasında Paralel Yapı ile iş birliği yaptı.
HSYK referandumla ele geçti
12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu sonrasında HSYK’ya sızan Paralel Yapı, 17-25 Aralık darbe girişiminin zeminini yapılacak operasyonlar için kendi hakim ve savcılarını atayıp, Paralel Yapı çıkarlarına karşı hareket eden hakim ve savcılara da ceza vererek gerçekleştirdi.
AZ VEYA ÇOK BAŞARDILAR
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu durumu, 5 Mart’ta Niğde ve Osmaniye mitingleri dönüşünde gazetecilere şu sözlerle açıkladı: “2010 referandumu, onların dikkat ederseniz onların çok çırpındığı bir referandum oldu. Sizlerden de bir adım önde gittiler. Meğerse bu iyi niyetli değilmiş. Şimdi onları düşünüyorum. Niye iyi niyetli değilmiş. Çünkü o referandumda bunların tek hedefleri vardı. İdari ve adli yargıyı ele geçirmek. Ve bunu başardılar. Az veya çok başardılar.”
Başbakan: Yerle yeksan olacaklar
Erdoğan'ın Başbakan iken 8 Nisan 2014 tarihinde yaptığı bir açıklamada da benzer bilgiler yer alıyordu. Erdoğan şunları söylüyordu:
“Haremimize varıncaya kadar iftiralar atıldı. Tabii bunun bir de hesap günü var. O gün gelince hesaplaşacağız. Yerle yeksan olacaklar. Zaten kaçan kaçana... Pensilvanya'ya, New York'a, Brüksel'e... Daha da kaçacaklar.. Anayasa Mahkemesi verdiği kararla yasaları tersyüz etti. İnsan 'Anayasa Mahkemesi'nde de mi Paralel Yapı var' diye düşünüyor. ABD de onların avukatlığına soyundu.. Bu komplolar 17 Aralık'ta başlamadı. Onun öncesinde Gezi eylemleri var. Onun öncesinde Anayasa referandumunun ardından yargıda oluşan yapı var.. Eskiden hakaret davalarında lehimize karar verenler şimdi aleyhte karar alıyorlar. Alt mahkeme bize hak veriyor, yukarıdan 'Hakaret değil, ağır eleştiri' gerekçesiyle dönüyor.. Medyaya da sindirme davaları açıyorlar. Gazetelere tazminat davaları, kanallara yayın durdurma cezaları..”
HOCANIN KOYUNU, SONRA ÇIKAR OYUNU!..
O dönemde yaşananlar filmlere konu olacak kadar yoğun ve sürükleyici.. Olayları daha iyi anlayabilmek biraz daha detaya inmekte fayda olabilir. Türkiye yargıdaki kilitlenmeyi açmak için 2010'da anayasa referandumuna giderken peşpeşe çok ilginç olaylar yaşandı. Paralel yapı, Baykal kasedi, Balyoz kumpası gibi bir dizi operasyonla ülkeyi dizayn etti. Referandum sonrası ele geçirdiği HSYK ve yargı eli ile de 17-25 Aralık darbesi için düğmeye bastı.
AK PARTİ VE GÜLEN'İ BİTİRME PLANI
'AK Parti ve Gülen'i Bitirme Planı' iddiası ilk kez Taraf ve diğer paralel medya eliyle gündeme getirildi ve bu iddia sürekli ön planda tutuldu. 'Islak imzalı irtica eylem planı' olarak da bilinen o planı kamuoyuna tanıtırken öne çıkarılan o cümleden de görülebileceği gibi meşru AK Parti iktidarına yönelik tehlikeyi ön planda tutan Gülen örgütü kendini ustaca kamufle etti. Müthiş bir strateji yürütüldü. TSK, emniyet ve yargı içindeki örgüt üyelerinin zirveye çıkan çabalarıyla sahte kanıtlar hazırlandı. Gerçek olan ancak yetersiz kalabileceği düşünülen kanıtlarla birlikte devreye sokuldu. En büyük rakip TSK'nın devre dışı kalmaya başladığı anlaşılınca örgüt durmaksızın 2. hedefine yöneldi. 'Başbakan Erdoğan'ı devirme ve AK Parti'yi kontrol altına alma planı' devreye sokuldu.
Filmleri andıran olaylar perde gerisinde yaşandı. Erdoğan'ın bağırsaklarından ciddi bir ameliyata girmesine denk getirilen 7 Şubat operasyonu inanılmaz ölçüde kritik bir gecikme nedeniyle başarısız kaldı. Çoğu değerlendirmeye göre o an Türkiye'de tarihin döndüğü an oldu. Sadece Erdoğan değil, o günleri öncesiyle birlikte -dikkatle- takip edenler, yaşananların birbiriyle nasıl da hayret verici şekilde örtüştüğünü ve tek bir anlama geldiğini birden farkettiler. Bu farkediş sonrası mevcut gözlükler çıkarılarak olaylara daha farklı bir gözlükle bakılmaya başlandı.
Niçin İsrail daha önce olmayan bir şekilde açıkça Hakan Fidan'ın MİT başına getirilmesine karşı çıkmıştı?.. Niçin Mavi Marmara'da 9 Türk vatandaşının İsrail askerlerince öldürülmüş olmasına karşın cemaat İsrail'i savunmuş ve otorite olarak tanımlamıştı?.. Niçin Taraf ve Zaman gibi cemaat gazeteleri yayın politikasını değiştirmiş, sürekli MİT'in açıklarını arar hale gelmişlerdi?.. Niçin Erdoğan için 2 yıl ömür biçilmişti?.. Niçin Ergenekon, Balyoz ve diğer darbe soruşturmalarında aksine dair bir çok örnek bilindiği halde 'görevden alınan savcıların hep haklı çıktığı görülmüştür' diyerek MİT'e yönelik operasyon savunulmaya başlanmıştı?.. Cemaat medyası 7 Şubat operasyonuna niçin bu kadar hayret verici ölçüde sahip çıkar hale gelmişti?..
ALARM ZİLLERİ ÇALMAYA BAŞLADI
Çok fazla başka somut bulgu daha sayılabilir bu farklılaşmayı kanıtlayan. Perde gerisinde bir şeyler yaşandığı açıktı. Açık tehlikeyle mücadele etmek kolayken, örtülü olanıyla mücadele ise doğası itibarıyla çok zor. Anlaşılıyor ki, tehlikenin farkına varan Erdoğan MİT Müsteşarlığına getirdiği Hakan Fidan'a daha bir önem atfetti. Alarm durumuna geçen MİT, ağırlığını bu iç tehlikeyi araştırmaya verdi. Aydınlık gazetesinin daha cemaat ve paralel yapı tartışmaları ortada yokken verdiği bir haber MİT'in cemaat tehlikesine karşı çalışmaya başladığını kanıtlıyordu. (1)
Yer altında yürüdüğü anlaşılan mücadele, Gezi olaylarına cemaat desteği ve o süreçte Fetullah Gülen'in Erdoğan'a yönelik aşağılayıcı nitelemeleri ile devam etti.
Erdoğan, Gülen'e açık çağrı yaparak Türkiye'ye, vatanına dönmesini istedi. Bunun samimi olmayan taktiksel bir çağrı olduğu bugün daha iyi görülebiliyor. Belli ki Erdoğan bir karşı operasyona hazırlanıyordu. Ardından Erdoğan cemaate en hassas bir yerinden darbe vurdu. Bu darbe öyle ustaca ve hassastı ki cemaat tüm dengesini kaybetti. Cemaatin ya da daha doğru ifadeyle paralel yapının en önemli finans ve eleman kaynağı dersanelerin kapatılacağını Erdoğan'ın açıkladığı iddia edildi.
Bu cemaatte şok etkisi yaptı. Bunu cemaat medyasının tam sayfa manşetten tepki göstermesi izledi. Gerilim giderek arttı. İlerleyen günlerde Başbakan yardımcısı Bülent Arınç bir açıklama yaparak bu iddianın doğru olmadığını dile getirdi. Hemen ardından bizzat Başbakan Erdoğan'dan gelen açıklama ise olayı netleştirdi. Dersaneler kapatılacaktı!..
Dersanelerin kapatılması kararıyla kimyası bozulan cemaat ne dediğini şaşırdı. Paralel yapı tartışmaları o süreçte ilk kez ortaya çıktı. Erdoğan sık sık birilerinin kendilerine yönelik kirli planlar devreye sokmak üzere olduğunu açıklamaya başladı. Hemen ardından Taraf muhabiri Mehmet Baransu gizli bir MGK belgesini çarpıtarak yayınladı. AK Partinin ilk yıllarında yaşanan bir MGK toplantısında hükümete dayatılan belgeyi sanki hükümet gönül rızasıyla kabul etmiş ve tüm cemaatlere karşı önlem alınmasına onay vermiş gibi kamuoyuna yansıtıldı. Oysa bu belge hükümet tarafından uygulanmayarak kadük bırakılmış bir belgeydi. Taraf'ın çarpıtmasına her kesimden denebilecek şekilde, aralarında eski Taraf yazarlarının da olduğu çeşitli basın mensupları ve siyasilerce tepki gösterildi.
Taraf'ın bu başarısız kışkırtmasından kısa süre sonra asıl operasyon geldi. Yerel seçimlere 3 ay kala AK Partili yerel yöneticilere ve hükümet Bakanlarına yönelik yolsuzluk operasyonları geldi. İlki 17 Aralık'ta cemaat mensubu bir savcı olduğu daha önce İşçi Partililerce sık sık dile getirilmiş olan Ergenekon savcısı Zekeriya Öz tarafından başlatıldı. Ardından çeşitli illerde başka operasyonlar geldi. Bir diğer önemli operasyon 25 Aralık'ta İstanbul'dan geldi. İlginç olan ise operasyonların bir soruşturma dosyasının devamı olmayıp birbirinden bağımsız olmasıydı.
Operasyonların cemaate darbe sayılan dersane tartışmalarının ardından gelmesi.. Birbirinden bağımsız dosyaların aynı anda devreye sokulması.. Yolsuzluk operasyonlarından Başbakan ve bakanlar ile emniyet üst düzey yöneticilerinin haberi olmamasına karşın operasyon belge ve bilgilerinin Taraf'ın iki gazetecisi tarafından ilk andan itibaren internet üzerinden kamuoyuna aktarılmaya çalışılması.. İşte bu ayrıntılar hükümete yönelik bir yargı kumpası kurulduğuna dair kamuoyunda izlenime yol açtı ve büyük tepki doğurdu.
Başbakan Erdoğan'ın ilk anda yapmış olduğu 'Bu bir kumpastır. Direneceğiz, pes etmeyeceğiz' şeklindeki açıklaması kamuoyundaki etkisi büyük oldu. Hemen bir kaç miting düzenleyen Erdoğan'a halktan şaşırtıcı ölçüde yoğun destek geldi. Kısa sürede çeşitli illerde toplanan kalabalıkların krizin dönüm noktası olduğu söylenebilir.
Erdoğan mitinglerle yetinmedi. Öncelikle emniyet yetkilileri görevden alınarak yerlerine başkaları getirildi. Yoğun görev kaydırmaları yaşanmaya başladı. Kumpas savcılarının ısrarla devam etme çabaları yeni emniyet yetkilileri tarafından hukuki gerekçeler öne sürülerek engellendi. Bunu hazmedemeyen savcıların jandarmayı devreye sokma çabası jandarma yetkililerince engellendi. Devreye giren bir başka kurum İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı oldu. Başsavcı ve vekilleri dosyaları o savcılardan aldı. Bunu da hazmedemeyen savcılar adliye önünde daha önce görülmemiş bir şekilde bildiri dağıttılar. Kendisinin bile haberdar olmadığı dosya içeriklerinin medyaya sızdırıldığını açıklayan Başsavcı ise bildiri dağıtan savcıya sert tepki gösterdi. Ardından HSYK devreye girerek o savcıları başka illere atadı.
Diğer taraftan ağırlık İstanbul olmak üzere çeşitli illerde savcılıklara suç duyuruları yağmaya başladı. Çok sayıda somut delillerin sıralandığı suç duyurularında emniyet-yargı-medya içinde örgütlenmiş bir yapının yolsuzluk soruşturması kılıfı altında hükümeti devirmeye çalıştığı ileri sürülüyor, bunun ortaya çıkarılması ve cezalandırılması talep ediliyordu.
17 Aralık'ta başlayan ve cemaatin son büyük hamlesi olarak nitelendirilen darbe girişiminin ayrıntıları bunlarla sınırlı değil. Ancak bu girişimin paralel yapı tartışmalarının başladığı eşik olduğu söylenebilir. Emniyet ve yargıda yoğun şekilde yaşanan görevden alma ve değişiklikler sonrası yeni göreve gelenler hukuki açıdan inkar edilemeyecek açık deliller tespit etmeye başladı. Telekulak, yani cemaat mensubu polislerin hedeflerindeki kişilere yönelik yasadışı dinlemeleri konulu çok sayıda dava açıldı. Sanık avukatları ve yakınlarınca dile getirilen bir savunma, olayın cemaatle bağlantısının olmadığı ve cemaate iftira atıldığı şeklinde idi. Ancak somut deliller ele geçirildi ve cemaatin doğrudan suçlandığı, diğer deyişle paralel bir yapılanmayı konu alan soruşturmalar başlatıldı. Bu yapının lideri olarak Fetullah Gülen gösterildi ve hakkında iki farklı dosyadan yakalama kararı çıkarıldı. Asıl büyük iki soruşturmanın ise Ankara ve İstanbul'da yürütüldüğü ve delillerin toplanmakta olduğu biliniyor.
Paralel yapı tartışmaları sürecinde çarpıcı bir başka ayrıntı daha ortaya çıktı. Bu yapılanmanın sadece bugünün konusu olmadığı, AK Parti'den önce de Türkiye'de tehlike olarak soruşturulduğu farkedildi. 1990'lı yıllarda ve 2000'li yılların hemen başında çeşitli emniyet dosyaları hazırlanmıştı. 2000'de ise bir dava açılmıştı.
O günlerde ortaya çıkan detaylara bakıldığında ise adeta bugün ilk kez karşılaşıldığı sanılan bazı bilgilerin, özellikle polis teşkilatı içindeki cemaat yapılanmasına dair bilgilerin o günlerde ortaya çıkarıldığı, ancak ortaya çıkaranların bir şekilde devre dışı bırakıldığı görülüyor. O dönemde cemaat yapılanmasına yönelik en detaylı çalışmaları laik bir akademisyen yapmış. Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu. Bir suikast sonucu hayatını kaybeden bu ismin, o dönem yazdıklarına bakıldığında hayret verici şekilde sanki bugünü anlattığı görülüyor.
Paralel darbe referandumda planlandı
İşte tüm bu detaylar, paralel örgütün 2010'daki anayasa referandumunu nasıl manivela olarak kullandığını, hükümete yönelik darbe tehlikelerini ön plana çıkarak kendisini arka planda sakladığını ve tüm ülkeyi ele geçireceği gün için sabırla hazırlanıp eyleme geçtiğini gösteriyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=4760
(2) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=5372
(2) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=5726
(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-gezi
(21 Mart 2015, 21:06)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: