Gazeteci-yazar Abdurrahman Dilipak, geçtiğimiz günlerde hakkında takipsizlik kararı verilen bir soruşturma dosyası ile ilgili olarak, müşteki Gülen'in itirazı sonucu, Bakırköy 5. Sulh Ceza Hakimliğinin kesin kararına itiraz etti. Dilipak, itiraz gerekçesini karardaki maddi hatalara dayandırdı ve hiç bir hukuk düzeni ve yasanın hukuksuzluğu korumayacağını belirterek, kararın yanlış bir varsayım ve eksik incelemeye dayandığının görüldüğünü ve bu sebeple kararın yeniden esas yönünden incelenmesini beklediğini ifade etti.
17.01.2015 11:46 Yeni Akit yazarlarından Abdurrahman Dilipak, geçtiğimiz günlerde hakkında takipsizlik kararı verilen bir soruşturma dosyası ile ilgili olarak, müşteki Gülen'in itirazı sonucu, Bakırköy 5. Sulh Ceza Hakimliğinin kesin kararına itiraz etti. Gazeteci-yazar Abdurrahman Dilipak, Gülen, bir yazısından dolayı Dilipak hakkında şikayette bulunmuş, 5 yıla kadar hapis cezası talep edilmişti. Savcılığın basın özgürlüğü gerekçesiyle takipsizlik kararı vermesine rağmen Gülen'in itirazı üzerine, Bakırköy 5. Sulh Ceza hakimliği, müştekinin adının yazıda geçip geçmediğine hiç bakmaksızın ve şikayet başvurusunda sözü edilmemesine karşın Dilipak'a dava açmıştı. İtiraz başvurusunda Dilipak, yazının bütünü ele alındığında, her akıl sahibi ve insaf sahibi kişinin, ilk bakışta şüphelinin ifadesinin alınmasına ihtiyaç duyulmayacak kadar açık gerçeklikler sözkonusu olduğunu, Yargıtay kararları, AİHS ve AİHM kararları çerçevesinde başvurunun baştan reddedilmesinin gerektiğini belirtti. Dilipak, Basın özgürlüğü ve yolsuzluklar konusunda bu kadar hassas olduklarının propagandasını yapan çevrelerin, kendileri sözkonusu olduğunda yolsuzluk ve rüşveti en geniş çerçevede eleştiren bir yazı karşısında, adı geçmediği halde bu şekilde tepki vermelerine de tepki gösterdi.
'KARARIN YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ GEREKİYOR'
Abdurrahman Dilipak, Bakırköy 5. Sulh Ceza Hakimliğinin kesin kararına itiraz gerekçesini karardaki maddi hatalara dayandırdı ve hiç bir hukuk düzeni ve yasanın hukuksuzluğu korumayacağını belirterek, kararın yanlış bir varsayım ve eksik incelemeye dayandığının görüldüğünü ve bu sebeble kararın yeniden esas yönünden incelenmesini beklediğini ifade etti...
Dilipak konuyu gerekirse Anayasa Mahkemesi ve AİHM'e ve/veya BM İnsan Hakları Komiserliğine, diğer ulusal ve uluslararası Hukuk ve Basın kuruluşlarına taşıyabileceğini ve konunun TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Adalet Bakanlığı ve HSYK tarafından incelenmesini isteyebileceğini söyledi.. Ancak öncelikle ilgili mahkemenin bu konuda vereceği kararı beklediğini belirtti. Dilipak dava dilekçesinde ayrıca şu görüşlere yer verdi: Dosya üzerinden “Kesin” olarak karar verilmişse de kararda aşağıda belirteceğim maddi hatalar bulunmakta olup, bu maddi hatalara dayalı hüküm bina edilmiş olmakla, maddi hatanın düzeltilmesi yanında kararın da yeniden gözden geçirilmesi gereği hak ve hukukun tecellisi açısından bir zarurettir..”
Dilipak Müştekinin adının karar metninde yanlış yazılmasına da itiraz etti. “Müştekinin adı FETTULAH değil. FETULLAH’dır.” dedi. Ayrıca. “Mahkemenizin kararında ifade edildiği şekli ile “Hizmet adı altında gasp yapıldığı” değil, bu husus şikayet dilekçesinde “Himmet adı altında gasp yapıldığı ve bunun için bahane ve yalan uydurulduğu” şeklinde yer almaktadır. “HİMMET” ayrı bir kavramdır ve “HİZMET” ayrı yapıyı işaret etmektedir.. Mahkeme kendiliğinden suç icad ve isnat etmek sureti ile bir karar ittihaz etmiştir.. Bu çerçevede, yukarıda belirtilen iki madde çerçevesinde kararın teknik olarak tashihinin ötesinde, hükmün yenilenmesi zarureti vardır.. Ve bu husus aşağıda ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Yazı bir bütün olarak ele alındığında, isnat edilen suçun gerçek olmadığı görülecektir.. Gerçek olmayan bir suç isnadı konusunda şüphelinin ifadesinin alınmasına da gerek yoktur.. Bu çerçevede verilecek kararın “efradına cami, ağyarına mani” olması gerekir.. Müşteki şahıs, MGKnın gündeminde tehdit olarak görülen ve kırmızı bültenle aranan bir şahıstır.. (…) hedef seçilen kişiler üzerinde baskı oluşturmak ve kamuoyunda küçük düşürülmek, dahası, sürekli olarak zan altında tutulması yanında, sürekli meşgul edilmesi ile adeta cezalandırılmış olacaktır.. Yazıda adı geçmeyen bir şahsın, genel bir eleştiri ile ilgili dava açabildiği gerçeği gözönünde tutulursa, yüzlerce kişi, farklı günlerde, arkası arkasına dava açabilir ve bu da, yüzlerce kez mahkemeye gitmek, savcıya ifade vermek anlamına gelebilir.. Bu davetlere icabet edilmemesi halinde, örnek mahkeme kararında olduğu gibi, savcılara iddianın ciddiyeti, ileri sürülen iddiaların gerçekliği konusunda güven verici bulunmaması halinde, yargı bir takım şaibeli kişi ve kuruluşların art niyetli propaganda malzemesi haline getirilmek istenebilir.. Savcılıkların bu gibi suç isnatları konusunda şüpheliyi İHZAR / ZORLA GETİRME / YAKALAMA kararları yargıyı polemik konusu haline getirebilir ve gereksiz tartışmalara sebeb olabilir.. Yargının saygınlığını ve istismarını korumak, ilk önce yargı mensuplarına düşen bir görevdir.. İddia makamının bir takdir yetkisi vardır. Elbette bu yetkinin kullanımı yargıç denetimine tabi olmalıdır. Zaten bu konu yasayla düzenlenmiştir. Ancak yargı konuyu hükme bağlarken azami titizliği göstermek zorundadır, aksi halde yasa koyucunun gayesi gerçekleşmemiş, yasa ruhunu kaybetmiş olacaktır.. Savcılık ciddi bulmadığı, somut bilgi ve belgelerle örtüşmeyen iddia ve isnatlar karşısında şüpheliyi dinlemeden de karar verebilir.. Mahkemenizin bu kararı, bu açıdan da yeniden değerlendirilmesi gereken bir karardır.. Her ne kadar verdiğiniz karar KESİN de olsa, sanığın adı ve suç isnadı konusunda yanlış bir değerlendirme sözkonusu olduğuna göre, uygulamada ,yasa ve hukukun varlık ve meşruiyeti ile çelişen bir durum sözkonusudur ve Anayasanın 90. Maddesi delaleti ile, uluslararası sözleşmelerle korunan, Norm hukuk kapsamında olan kamu yararı ve hukukun temel ilkeleri ile çelişen bir işlem konusunda, mevcut karar hukukun koruması altında değildir ve olamaz.. Dolayısı ile, kararın yenilenme talebi, klasik “TASHİHİ KARAR” çerçevesinde değerlendirilecek bir husus değildir.. Özgün bir hukuksal sorunla karşı karşıyayız. Sorunun çözümü “Mekasıdışşeria” yani “hukukun maksadı” ile ilgili hukuk felsefesi içinde yorumlanması gereken bir husustur. Bu konu, TEMYİZE tabi bir konu olmamakla birlikte, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı kapsamında değerlendirilebilecek bir husustur.. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgi alanı içine de girmektedir.. Bu konu, esasen bugün için fiili bir sonucu olmamakla birlikte, şahsım ve diğer kişiler hakkında emsal oluşturacak bir örneklik teşkil etmektedir. Bu açıdan da kararın yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.. Bu konudaki hassasiyetimin asıl sebebi de budur.. “Benim katlanmak zorunda kaldığım bir uygulamanın, benden sonrakilerin başına gelmemesi için” bu başvuruyu yapıyorum.. İddia makamının , şikayetçinin başvurusu karşısında verdiği karar, usul ve esas açısından hukuka uygundur. İddialar ve aktüel gerçeklerin karşılaştırılması halinde, ayrıca yazının bütünü ele alındığında, her akıl sahibi ve insaf sahibi kişinin, ilk bakışta şüphelinin ifadesinin alınmasına ihtiyaç duyulmayacak kadar açık gerçeklikler sözkonusu olduğundan, Yargıtay kararları, AİHS ve AİHM kararları çerçevesinde zaten başvurunun reddedilmesi gerekirdi.. Basın özgürlüğü ve yolsuzluklar konusunda bu kadar hassas olduklarının propagandasını yapan çevrelerin, kendileri sözkonusu olduğunda yolsuzluk ve rüşveti en geniş çerçevede eleştiren bir yazı karşısında, adı geçmediği halde bu şekilde tepki vermeleri karşısında, iddia makamının yargının bu şekilde istismar edilmesine karşı çıkarak takipsizlik kararı vermesi konusunda tasarrufunun bu çerçevede yeniden değerlendirilerek kararın yenilenmesi gerektiğini düşünmekteyim” dedi.
Dilipak'ın itiraz başvurusunda şu ifadeler yer aldı:
“Uygulamada ,yasa ve hukukun varlık ve meşruiyeti ile çelişen bir durum sözkonusudur ve Anayasanın 90. Maddesi delaleti ile, uluslararası sözleşmelerle korunan, Norm hukuk kapsamında olan kamu yararı ve hukukun temel ilkeleri ile çelişen bir işlem konusunda, mevcut karar hukukun koruması altında değildir ve olamaz.. Dolayısı ile, kararın yenilenme talebi, klasik “TASHİHİ KARAR” çerçevesinde değerlendirilecek bir husus değildir.. Özgün bir hukuksal sorunla karşı karşıyayız. Sorunun çözümü “Mekasıdışşeria” yani “hukukun maksadı” ile ilgili hukuk felsefesi içinde yorumlanması gereken bir husustur. Bu konu, TEMYİZE tabi bir konu olmamakla birlikte, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı kapsamında değerlendirilebilecek bir husustur.. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgi alanı içine de girmektedir.. Bu konu, esasen bugün için fiili bir sonucu olmamakla birlikte, şahsım ve diğer kişiler hakkında emsal oluşturacak bir örneklik teşkil etmektedir. Bu açıdan da kararın yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.. Bu konudaki hassasiyetimin asıl sebebi de budur.. “Benim katlanmak zorunda kaldığım bir uygulamanın, benden sonrakilerin başına gelmemesi için” bu başvuruyu yapıyorum.. İddia makamının, şikayetçinin başvurusu karşısında verdiği karar, usul ve esas açısından hukuka uygundur. İddialar ve aktüel gerçeklerin karşılaştırılması halinde, ayrıca yazının bütünü ele alındığında, her akıl sahibi ve insaf sahibi kişinin, ilk bakışta şüphelinin ifadesinin alınmasına ihtiyaç duyulmayacak kadar açık gerçeklikler sözkonusu olduğundan, Yargıtay kararları, AİHS ve AİHM kararları çerçevesinde zaten başvurunun reddedilmesi gerekirdi.. Basın özgürlüğü ve yolsuzluklar konusunda bu kadar hassas olduklarının propagandasını yapan çevrelerin, kendileri sözkonusu olduğunda yolsuzluk ve rüşveti en geniş çerçevede eleştiren bir yazı karşısında, adı geçmediği halde bu şekilde tepki vermeleri karşısında, iddia makamının yargının bu şekilde istismar edilmesine karşı çıkarak takipsizlik kararı vermesi konusunda tasarrufunun bu çerçevede yeniden değerlendirilerek kararın yenilenmesi gerektiğini düşünmekteyim.”
İŞTE GÜLEN'İ RAHATSIZ EDEN PARALEL YOLSUZLUK YAZISI
"Ah şu bizimkiler.. İnsan bu! Cahili, alimi, şeyhi müridi yok! Biz hepimiz insanız.. Hiç birimiz masum değiliz ve nefsimize taht kurup oturan bir Şeytan var.. “Şeytanın isteği”ne uymayalım! O bize yeryüzünde bir cennet ve ölümü düşünmemizi unutturarak, sanki bize ebedi bir hayat mümkünmüş gibi bir algı oluşturuyor zihnimizde.. Çileyi ve hüznü unutturup, zevk ve hazzı öğütlüyor..
-20 himmet alan paralelci ile -20 rüşvet alan kamu görevlisi arasında ne fark var olabilir ki?.. İkisi de zorunlu bağış değil mi? Ha! Sonra alıştırırsınız adam artık verir ve karşılığını da alır. “Kazan kazan”, “al gülüm, ver gülüm” Herkes ötekinin Şeytanını taşlarken, kendi Şeytanının altına taht kurmasın!
Tezgah öyle kurulmuş zaten, biri alıyor, biri veriyor, iki taraf da kazanıyor. Bedel ödeyen ise bu halk.. Açıkgözler, biliyorlar tabii, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyeceğini.. Sana sınav sonuçlarını veriyor, terfi ettiriyor.. Bir de yalan uyduruyorlar, cenneti kazanacağınızı söylüyorlar..
O himmetçilere ve rüşvetçilere sesleniyorum: “Vay o namaz kılanların haline ki!” diye başlayan ayeti hatırlıyor musunuz, o cami, Kur’an kursu, öğrenci yurdu diye topladığınız paralara haram kattı iseniz, amelleriniz boşa gitmiştir. Siz helal olana haramı karıştırdı iseniz, cenneti değil cehennemi kazandınız ve laneti hakettiniz.. Lanet olsun o zaman hepinize ve yaptığınız işe! Rüşvetin adını himmet koyarak kendinizi kandıramazsınız..
Şeytan herkese gaspını meşrulaştıracak bir bahane, bir yalan buluyor. Her birini “kutsal bir fahişe”ye dönüştürüyor.
Biliyorsunuz değil mi, fuhuş/fahşa, “haddi aşmak, kırmızı çizginin ötesine geçmek” demektir.. Kur’an kursu bahanesi ile öğrenci yurdu bahanesi arasında fark yok aslında..
Bu yanlışa bulaşmış olanlar, kendi gözlerindeki çöpü çıkarmadan ötekisinin gözünde çöp aramasınlar. Başkalarına öğütleyip durduğunuz şeyler konusunda önce siz kendi nefsinizi arındırmalısınız..
Yeni seçilen başkanları uyarıyorum: Şeytan size vakıf ve dernek bahanesi ile gelmesin. Teşkilat ve milletvekili bahanesi ile gelmesin. İşi ehline verin. Torpil yapmayın.. Daha ilk günden bu adlarla kapınızı çalarlar. Siz orada otururken birileri malı götürmeye başlar. Vebali size ait olan bir işte herkes malı götürürken, madem onlar yiyor, ben niye yemiyorum diye düşünmeye başlarsınız. Siz de önce cami, dernek diye başlarsınız.. Yapmayın.
Tamam, işi alıp, parasını tahsil eden işadamına öğütleyin, yardım etsinler.. Ama bunu işin şartı olarak önceden söylemeyin.. Bu taahhüde girmeyin. Herkese iyilik yapmayı öğütleyin, elbette zenginlerimiz servetlerini hayırda harcasınlar, o kadar.. Kamu yararı olan konularda elbette yardım da yapılır, ama bunun da sınırı vardır..
Bilirim; bu işler söylendiği kadar kolay iş değil. Ama o makamı ben değil, siz istediniz..
Ben nice adamlar bilirim, seçildiklerinde ilk gün odalarının kapısını söken, duvarına “rüşvet alan da, veren de mel’undur” yazan, sonra da binasını toptan değiştiren ve eski günleri unutan. Evet, bekara karı boşamak kolay. Oraya gelmeden verilen sözlerle, geldikten sonraki gerçekler çok farklı oluyor bazan..
Yeniden seçilip de bu haltı yiyenler, şimdi tevbe etsinler bari.. Belki Allah da sizi affeder. Halk da!
Bakın bundan sonra işiniz zor. Bu halk, yiyicileri bu kez affetmeyecek! İhbar edecek. Oğul babayı, eş kocayı ihbar edebilir.. Uçkur ve küçük menfaat hesapları uğruna koca bir davayı ayaklar altına alamazsınız.. Kadrolaşma adına beceriksiz adamlara makam, mevki dağıtamazsınız..
Kuşkusuz herkes aynı değil. Biz; parmak uçlarımız gibi farklıyız.. Bir insanın her günü de aynı değil. İyiler kötülüğe bulaşabilir. Kötüler de iyi olabilir..
Bakın! Gerçekleri görelim! Haram lokma toplumu ifsat eder.. Bazı ailelerin çocukları uyuşturucu, alkol kullanmaya, fuhşa sapmaya başladılar. Aile çatırdıyor.. Mütedeyyin ailelerin çocuklarına kadar ulaştı esrar-eroin! Para ve iktidarın ahlaki erozyona dönüşmemesi gerek. Akıl ve imanımızın güç ve servetimizden büyük olması gerek. Yoksa bu güç ve servet bizi cehenneme taşıyan bir aygıta dönüşür..
Durmadan İmam-Hatip açıyoruz. Ama öğretim üyelerimiz yeterli değil.. Mekanlar güzelleşiyor ama ya öğrencilerin hali! Ya dağılan ailelerin çocukları ya da baba alkolü bırakmış, çocuğu serseri olmasın diye İmam-Hatib’e teslim edilen çocuklar.. Başarılı uslu çocukları koleje gönderen aileler, haylaz çocuklarını adam olsun diye İmam Hatiplere gönderiyorlar. Ama ortam buna çok da hazır değil.. Çocuklarımızı İmam-Hatib’e, kursa göndermekle bu işlerin yoluna gireceğini mi sanıyorsunuz siz! Muhafazakar semtlerde yaşananların farkında mıyız..
Sadece yöneticilerimiz değil, bizim de aklımızı başımıza toplamamız gerek..
Güneydoğu dindarı en bol olan bölge.. Medreselerimiz hâlâ etkili. Ama en fazla elektrik-su kaçağı orada. Nasıl oluyor bu iş.. Allah (haşa) görmüyor mu? Hırsızlık değil mi bu yapılan.. Devletin de olsa, şirkete ait de olsa, “kul hakkı”na girmez mi bu! “Kamu malı” “Yetim malı” hükmünde değil mi?
Yani, demem o ki, bu hastalık sadece siyasiler ve bürokratlarla sınırlı değil. STK’lar ya da tekil bireyler olarak da aynı bataklıkta debeleniyoruz..
İtiraf edelim ki “inni küntü minezzalimin”, “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helak eder misin Allahım!”, “Şeytan bizi Allah’la kandırmasın.”
Bakın! Sakının! Allah her şeyi görüyor, biliyor, duyuyor.. Polisin dinlemesinden önce kiramen katibinin kaydından korkalım.. Haram işlerden ve haram lokmadan sakınalım. Haram sözden ve haram nazardan da.. Haramdan sakınalım! Selâm ve dua ile..”
(17 Ocak 2015, 11:46)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: