13 yıl önce Eyüp mezarlığında 10 yerinden bıçaklanarak öldürülen Musevi asıllı işadamı Üzeyir Garih cinayeti dosyasının kayıp olduğunun ortaya çıkması şok etkisi yaptı. Ankara savcılığının paralel yapının bazı cinayetlerle bağlantısının araştırılması talimatının ardından gelen bu gelişme şüpheleri güçlendirdi. Garih'in dosyası, paralel yapı ile irtibatı sonradan ortaya çıkan Zekeriya Öz, Muammer Akkaş ve Cihan Kansız döneminde sırra kadem bastı. Savcıların bu dosyalara mesai harcamayıp 17 Aralık ve diğer yargısal darbe girişimleri için yoğunlaştıkları ileri sürülüyor. Buna dair çarpıcı bilgiler veriliyor. Cemaat tabanlı paralel yapının Başbakan ve hükümetine karşı ne zaman ve nasıl harekete geçtiğinin detayları önemli.. Sadece Garih değil başka cinayetlerde de paralel şüphe gündemde.. O dosyalarda da ihmal iddiaları sözkonusu. Ancak daha da ötesi, paralel yapının bu cinayetlerde doğrudan rol aldığına dair somut bulgular da var. Dink ve Hablemitoğlu cinayetleri gibi..
07.08.2014 16:09 Soruşturmaya daha önce bakan operasyon savcıları Zekeriya Öz, Cihan Kansız ve Muammer Akkaş'ın ise hiçbir işlem yapmadıkları ve mesailerini yargı darbesi odaklı soruşturmalara harcadıkları tespit edildi. 25 Ağustos 2001 yılında Eyüp Sultan Mezarlığı'nda 10 yerinden bıçaklanarak öldürülen Alarko Şirketler Topluluğu Başkanı Üzeyir Garih cinayeti dava dosyası kayıp.
-Paralel yapıyla ilişkili mi?-
17 ve 25 Aralık yargı darbesi girişimlerinin ardından paralel yapıyla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında, Emniyet'ten son yıllarda yaşanan önemli eylemlerin araştırılması istenmişti. Savcılığın konuyla ilgili talimat yazısında "Cemaat üyelerinin Türkiye'nin son 10 yılında işlenen önemli olaylara azmettiren, yardım eden ya da doğrudan suç işleyen sıfatıyla katılıp katılmadıklarının belirlenmesi, cemaat üyelerinin rolleri bulunduğu iddia edilen Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink'in öldürülmesi, Danıştay saldırısı, Zirve Kitabevi Katliamı, Necip Hablemitoğlu ve Üzeyir Garih'in öldürülmesi gibi olaylar ile irtibatlarının araştırılması..." ifadeleri yer almıştı. Bir yandan bu iddialar araştırılırken diğer yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda süren Garih cinayeti soruşturmasında önemli bir gelişme yaşandı. Soruşturmayı derinleştirmek için harekete geçen savcı, dava dosyasını istedi ancak dosyanın kayıp olduğu bildirildi.
-2008'de yeniden başladı-
17 ve 25 Aralık yargı darbesi girişimlerinin ardından HSYK tarafından yapılan atamalar ve Meclis'te çıkartılan yeni yasal düzenlemeler sonucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda önemli düzenlemeler yapıldı. HSYK, yargı darbesi operasyonlarının başında bulunan birçok savcının görev yerini değiştirirken, yasal düzenlemeler gereği özel yetkili savcılık ve mahkemeler de kaldırılmıştı. Paralel yapının yargı içindeki uzantılarının yürüttüğü birçok soruşturma ve dava dosyası sil baştan ele alınarak incelendi. Bu dosyalardan biri de işadamı Üzeyir Garih cinayeti.
-Üç savcı da bağlantılı çıktı-
İhmaller olduğu gerekçesiyle yeniden açılan dosyaya Ergenekon soruşturmasının başında olan savcı Zekeriya Öz, katil zanlısı Yener Yermez'in ifadesini alarak başlamıştı. Dosya daha sonra savcı Cihan Kansız'a devredilmişti. Dosya 2010 yılında 25 Aralık soruşturmasının bildirici savcısı Muammer Akkaş'a verildi. Akkaş'ın, gazeteci Hrant Dink cinayeti soruşturmasında olduğu gibi Garih cinayetindeki iddiaları da hiç incelemediği ortaya çıktı.
Muammer Akkaş'ın görev yerinin değişmesiyle beraber elindeki tüm soruşturma dosyaları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla başka savcıya devredildi. Garih cinayeti soruşturma dosyasını inceleyen yeni savcı, 6 yıl boyunca hiçbir tahkikat yapılmadığını tespit etti. Soruşturmayı sil baştan ele alan yeni savcı, incelemek üzere şu an Bakırköy Adliyesi'nde bulunan dava dosyasını istedi. Dosyayı bekleyen savcıya gelen cevapta 'Üzeyir Garih cinayetiyle ilgili yapılan yargılama dosyası arşivimizde bulunamamıştır' denildi. Dosyanın kayıp olmasını manidar bulan savcılık, katil zanlısı olan ve Tokat Cezaevi'nde kalan Yener Yenmez'i ifadeye çağırdı. Savcı şimdi dosyayı arıyor.
GARİH SORUŞTURMASI YENİ SAVCIDA
Üzeyir Garih cinayeti soruşturması Mayıs 20014'te tekrar açılmıştı. Garih ailesi bilgilerine başvurulmak üzere terör savcılığı tarafından ifadeye çağrıldı. Ailenin ifadesine 13 yıldır ilk kez başvurulması da dikkat çekici. Dosyaya bundan önce paralel yapılanmaya bağlı olduğu ileri sürülen Ergenekon savcıları Zekeriya Öz, Cihan Kansız ve Muammer Akkaş bakmıştı. Ancak bu savcıların dosyada hemen hiç işlem yapmadığı ortaya çıktı. Cinayeti işleyen sanık Yener Yermez müebbet hapisle cezalandırılmıştı. Ancak olayın örgütlü işlendiğine ve derin bir infaz olduğuna dair somut bulgulara dayanan iddialar gündeme geliyor. Paralel yapının bu cinayetin işlenmesinde olmasa bile örtbas edilmesinde rol aldığı şüphesi ortaya çıkmış bulunuyor. Üçü de paralel olan savcıların dosyada hemen hiç bir işlem yapmaması, ailenin ifadesine bile başvurmaması bu şüpheyi güçlendiriyor. Paralel yapıya mensup bu savcıların asıl mesailerini, hükümete yönelik düzenlenecek paralel darbe girişimlerine yoğunlaştırdıkları ileri sürülüyor.
İŞTE CEMAATİN DARBE GİRİŞİMİNE KALKIŞMA KRONOLOJİSİ
Paralel kesimin AK Parti'ye karşı harekete geçtiği olayın 2009 yılında İsviçre'nin Davos kentinde yaşanan "one minute" olayı olduğu ileri sürülür. İsrail Cumhurbaşkanının o gün içine düştüğü acziyet ve şaşkınlık içindeki yüz ifadesine yansıyan şok tüm dünyada gündem oldu. Erdoğan, bölgesel politika değişikliğine geçerken MİT'in başına da çok güvendiği bir isim olan Hakan Fidan'ı getirdi.
Bu iki olay bir takım mekanizmaların harekete geçmesine neden oldu. Karanlık köşelerde harekete geçme kararı alındı. Hemen ardından 2010'da yaşanan anayasa referandumunda cemaatin yargı kadroları HSYK ve dolayısıyla yüksek yargı ile adli yargıya hakim oldu. Referandumda cemaat kesimi inanılmaz bir hararetle hükümeti ve "evet" kampanyasını destekledi. Dönemin cemaat medyasına bakıldığında bu açıkça görülecektir. İşte yargı kadrolarını bu süreçte kuran, emniyette ise zaten çok daha önceden kurmuş olan paralel kesim, 2010'da sözde Selam-Tevhid terör örgütü üyeliği şüphesiyle aralarında Başbakan Erdoğan'dan üst düzey devlet yetkililerine, gazetecilerden işadamlarına, mankenlerden sanatçılara kadar binlerce kişiyi doğrudan ya da dolaylı dinleme aldı. Haklarında bir kaç yıl boyunca bilgi toplandı. Kişisel, ticari ve ya da diğer sırlar öğrenildi. Toplanan bilgiler dinleme havuzu adı verilen veritabanında biriktirildi. Bu bilgiler Pensilvanya'ya da gönderildi. Gülen'in alüfteli buluşmaların kendisine haber verildiğinden bahsettiği sohbet konuşması hatırlandığında bu iddia güçleniyor.
Hükümet "one minute" diyerek ve İsrail'i hedefe koyarak başlattığı bölgesel politika değişikliğini çeşitli şekillerde kararlılıkla sürdürmeye devam ederken, paralel yapı ilk adımı atmaya karar verdi.
Başbakan Erdoğan'ın rahatsızlığı nedeniyle ağır bir ameliyata girmek üzere olduğu saatlerde o adım atıldı. 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve diğer 4 MİT üst düzey yetkilisi 'şüpheli' sıfatıyla ifadeye çağrıldı. KCK'ya sızan MİT ajanları vasıtasıyla bombalama molotoflu saldırılar gibi terör eylemlerinin talimatını vermekle yani terörü kışkırtmakla suçlandılar. İşte bu Cemaatin Başbakan Erdoğan'a karşı görünüre çıkan ilk darbe girişimi oldu. Başarılabilseydi ve Fidan tutuklanabilseydi, ona yetki verenin Başbakan Erdoğan olduğu kamuoyunda tartışılmaya açılacak ve böylece zan altında bırakılan Erdoğan'a da dokunulmuş olacaktı. Ancak Başbakan Erdoğan'ın hasta halde olaya müdahil olması ve çok sert tepki vermesi bu ilk darbe girişimini boşa çıkardı.
Erdoğan'ın bu ilk girişimden yeteri kadar uyanamadığı, bizzat daha sonra kendi açıklamalarından da anlaşılıyordu.
YOĞUN MESAİDEKİ SAVCILAR GARİH'LE NASIL UĞRAŞSIN. DAHA ÖNEMLİ DOSYALARI VAR!
Kurt politikacı Başbakan Erdoğan etrafındaki tehlikeyi hissetmişti. MİT'e daha fazla ağırlık verdi. Şahsi korumasını dahi MİT üstlendi. Korumalar sık sık değiştirildi. Başbakanlıkta korumalar arasında birbirine silah çekme olayı dahi yaşandı. Başbakan'ın ofisi ile evine dinleme cihazları yerleştirildi. 7 Şubat 2012'de başaramadığını bir sonraki hamlede başarmak ve onu devirmek isteyen çete tüm imkanlarını kullanarak Erdoğan'ı yakın takibe aldı.
Başbakan Erdoğan da boş durmadı. MİT, cemaat yapılanmasına karşı istihbarat toplamaya ağırlık verdi. Bu yönde Taraf gazetesinde çıkan haberleri hatırlayalım. Taraf gazetesinin o günlerde nasıl kabuk değiştirdiğini ve cemaatin yönetimine geçtiğini de hatırlayalım. Geriye dönük olarak bugün daha rahat söylenebileceği gibi Başbakan da cemaat tehlikesini hissetmiş ve alarm durumuna geçmişti. O dönem Ergenekon ve Balyoz davası aleyhinde, sanıklar lehinde söylediklerini, örneğin İlker Başbuğ hakkındaki açıklamalarını hatırlayalım. Hastanede yatan Balyoz generallerini ziyaretlerini hatırlayalım. Savcı Zekeriya Öz'ün görevden alınmasını hatırlayalım.
Ardından 2013 ortasında Taksim gezi olayları patlak verdi. O olaylarda cemaat polislerinin ve kışkırtıcı rol oynadığı dile getirilmişti. Başbakan Erdoğan Gezi eylemcilerine "çapulcu" demişti. Fetullah Gülen cevabı hemen yetiştirdi: "Onlara çapulcu demeyin. İçlerinden belki geleceğin kahramanları çıkabilir." İşte bu ve benzer somut örnekler ışığında Gezi'de cemaatin de eylemciler tarafında ve Başbakan ile hükümete karşı rol aldığı görüldü. Anlaşılıyor ki, cemaat 7 Şubat girişiminin ardından Gezi'de de bu uluslararası bir darbe girişimi koalisyonunda yer aldı.
Ardından bir kaç ay sonra, 2013 sonunda dersane tartışmaları gündeme geldi. O tartışmalara dikkatle bakıldığında bir şey çok net görülecektir. Tartışmalar "Dersaneler kapatılacak" diyerek Başbakan tarafından başlatıldı. Cemaat medyası inanılmaz bir saldırıya geçti. Başbakan'a ve hükümete yüklenmeye başladı. Yeraltında olan bitenden habersiz olan ve gelişmeleri kolayca okuyamayan kamuoyu cemaatin dersanelerin kapanmasını engellemek için verdiği mücadelenin şiddeti karşısında şok oldu. İlerleyen günlerde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan ortamı yatıştırmaya çalışan bir açıklama geldi. "Dersanelerin kapatılacağı haberleri doğru değil" gibi bir açıklamaydı. Ancak hemen ardından bir yerdeki bir toplantıda konuşma yapan Başbakan'dan çok net mesaj geldi: "Dersaneler kesin olarak kapatılacak!.." İşte bu son mesaj dersaneler kapatılacak mı kapatılmayacak mı tartışmasını bitirdi. Durum netleşti.
Başbakan kendilerine yönelik bazı hamlelerin geleceğini de ilan ediyordu: "Ne yaparsanız yapın. Ardınıza koymayın. Sizden korkmuyoruz. Bize millet yeter." Nitekim o günlerde medyada hükümetin kasetlerinin ve onu zor durumda bırakacak belgelerin ortaya çıkacağı iddiaları dolaşmaya başlamıştı.
Ardından cemaat gazetecilerinden Mehmet Baransu gizli bir MGK belgesini açıklayarak hükümetin Gülen cemaatini bitirmeye 2004'te karar verdiğini iddia etti. Saptırma amaçlı bir haber olduğu kısa sürede ortaya çıktı. İçeriği farklı olan bir MGK belgesine kendi yorumlarını katarak kamuoyunu manipüle etme girişimi kısa sürede geri tepti. Bir çok gazeteci konuyu değerlendirdi. İddianın doğru olmadığını delilleriyle ortaya serdi. Ancak olayda dikkat çeken taraf, Taraf gazetesinin, yani cemaat medyasının, yani paralel medyanın hükümete savaş ilan etmesiydi. Baransu belgeyi açıklarken hükümete bir de tehdit yöneltmişti. "Başka belgeler de var. Daha bavulu açmadım." diye twit mesajı atarak ilerleyen günlerde başka belgeleri açıklayacağını haber verdi.
Bu kriz tam yatışmışken hemen ardından 17 Aralık operasyonları geldi. Çok ilginç bir ayrıntı ile birlikte.. Kamuoyu ve hükümet operasyonlardan şok olmuşken, polisin amirleri olan İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdürü gibi en üst düzey yetkililer dahi detaylardan haberdar değilken operasyon belgeleri ve gözaltına alınacakların listesi Mehmet Baransu tarafından bir web sitesinden yayınlanmaya başladı. Hükümet, TİB kanalıyla derhal olay müdahale edip sitenin yayını durdurduysa da, ilk saatlerde bir çok belge açıklanmıştı bile.
Daha sonra operasyonları efsanevi savcı Zekeriya Öz'ün yürüttüğü ortaya çıktı. Kamuoyunu şok eden bu detaya ilerleyen saatlerde şaşırtıcı yeni detaylar da eklendi. Bizzat Başbakan, Öz'ün, kendisini Ergenekon savcılığı görevinden alan hükümete karşı sağda solda intikam alacağını söylediği duyumlarının kendisine daha önce gelmiş olduğunu açıkladı.
Cemaat gazetecisi Baransu'nun ulaşabildiği çok gizli bilgilerden en üst yetkililer habersizdi. Bu da Baransu'nun çok derin bir gazeteci olduğunu, gazetecilikten öte onun bir medya tetikçisi olduğunu ispatladı. Bu konuyla ilgili onun hakkında suç duyuruları yapıldı. Bu suç duyuruları dikkate alınarak Mehmet Baransu, diğer Taraf gazetecisi Emre Uslu ve Taraf yöneticileri hakkında "paralel yapıyla bağlantılı olarak hükümete yönelik darbe girişiminde bulunmak" suçlamasıyla Şubat ayında soruşturma başlatıldığı ortaya çıktı. İstanbul'daki bu soruşturmanın halen devam ettiği biliniyor.
Baransu olayındaki o çok çarpıcı detay hemen dikkatleri çekti. Cemaat gazetecisi Baransu'nun 17 Aralık soruşturmasının çok gizli belgelerini daha gözaltı operasyonlarının ilk anlarından itibaren medyadan açıklamaya başlaması onun 17 Aralık soruşturmasını yürütenlerle bağlantısına dair açık bir delil teşkil etti.
Bir başka delil daha vardı. O da Zekeriya Öz'ün soruşturmanın ilk günlerinde İstanbul Emniyet istihbarat'tan bir yetkiliyi gözaltına aldırmaya çalışmasıydı. Ancak yeni Emniyet Müdürü buna izin vermedi. Yasal bilgiler ışığında gözaltının yapılamayacağını bildirdi. Gerekçesini gösterdi. Öz'ün o istihbarat yetkilisini suçlama nedeni, soruşturma bilgilerini öğrenmeye ve bunu İçişleri Bakanına ulaştırmaya çalışmaktı. Oysa bu suçlama doğru olamazdı. Çünkü İçişleri Bakanı bu operasyonların bilgisini öğrenmiş olsaydı ya da sezmiş olsaydı kendi oğlu da dahil 4 bakan oğlunun gözaltına alınmasına engel olur, hem kendilerinin hem hükümetin itibarını kurtarırdı. Öz'ün bu tavrı şaşırtma taktiği olarak yorumlandı. Çünkü Öz aynı tavrı Baransu'dan esirgedi. İkinci delili işte bu "kollama" oluşturuyordu. Öz, Baransu'nun belgeleri yayınlamasına karşı en ufak şekilde bile harekete geçmedi.
Üçüncü bir delil daha ortaya çıktı. Diğer cemaat gazetecisi Emre Uslu, operasyonlardan 4 ay önceki bir twit mesajında operasyonların olacağını bildiğini ve İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlunun gözaltına alınacağını ima ediyordu. Bu şok mesajı Başbakan yardımcısı Bülent Arınç hayretle dile getirdi.
Görüldüğü gibi hükümete yargısal darbe girişimi olduğu anlaşılan 17 Aralık operasyonlarının savcısı Zekeriya Öz ile bundan bir hafta sonra yapılmaya kalkışılan 25 Aralık operasyonlarının savcısı Muammer Akkaş çok önemli ve derin konularla meşgul idiler. Bu nedenle Hrant Dink ve Üzeyir Garih gibi dosyalarla ilgilenemediler!..
Bu savcıların ya da onların dahil olduğu paralel yapılanmanın Dink, Garih, Hablemitoğlu cinayetleri dosyalarıyla ihmal şüphesi dışında başka ilgileri olup olmadığı halen araştırılıyor. Zaten Garih dosyası da bu araştırma nedeniyle tekrar gündeme geldi. Ama dosyası halen kayıp. Şüpheler arttı.
Diğer bazı cinayetlerde ise paralel yapının bizzat aktif rol aldığına dair somut şüpheler ortaya çıkmıştı zaten. Bunlar iyice güçlenmiş oldu. Örneğin cemaat mensubu emniyetçilerin Dink cinayetinde rol aldıkları şüphesi zaten yıllardır konuşuluyordu. (1)
Bir başka örnek Necip Hablemitoğlu cinayeti.. Bu cinayette paralel yapının rol aldığı şüphesi gündeme geldi. Şaşırtıcı bulgular ortaya çıktı. (2)
Çok şeyler daha söylenebilir. Ancak şu ana kadarkiler dahi soyut iddialar değil. Hepsi somut bulguya dayanıyor. Ankara'da yürütülen soruşturmanın paralel yapıya yönelik en büyük soruşturma niteliğinde olduğu ileri sürülüyor. Savcının bu cinayetleri de araştırma kapsamına dahil etmesi soruşturmanın gerçekten de çok büyük olduğunu ve giderek daha da büyüyeceğini gösteriyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(1) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-dink
(2) Kontrgerilla.com/mansetgoster.asp?haber_no=6158
(07 Ağustos 2014, 16:09)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: