Bejan Matur: Ergenekon soruşturmasıyla yaşadığımız saflaşmanın bize gösterdiği en önemli şey; devletin derinliğinin ne kadar baş döndürücü olduğudur. O kadar derin ki, o mesafeden bakıp suçu soyutlamak çoğu iyi niyetli insan için mümkün görünmüyor. Sahiden trajik bir durum. Toprağın altından çıkan onca silah heyecan yaratmıyor, yol kenarlarına bırakılan el bombaları, lav silahları heyecan yaratmıyor, İbrahim Şahin gibi, Levent Ersöz gibi suç makinelerinin içeride olması heyecan yaratmıyor... İleri sürdükleri itiraz, ´bu bir siyasal hesaplaşma, bu bir başka derin iktidar yapılanması olabilir´. Bu itirazı öne sürenler hakkında yapılmış bir istatistik var mıdır acaba? Belki de suçun yarattığı tahribattan uzak, steril bir hayat yaşadılar ve belki de sahiden suçun sonuçlarından bihaberler. Devletin her türlü baskısından fazlasıyla nasiplenmiş Kürtlerin, gerçek solcuların, askerin yaptığı bütün darbelerin, polisin bulaştığı bütün hukuksuzlukların davacısı olması beklenirdi. Bazı kesimler, şifreleri çözülen bu suç odaklarının dağılmasından heyecan duymayarak aslında Mumcu için tuttukları yasın sahiciliğine de gölge düşürüyorlar. Çünkü Mumcu, bu şebekenin derin aklına bakma cesareti gösterdiği için öldürüldü.
Uğur Mumcu için ağlayanlar onların katilleriyle aynı safta olabiliyorlar
Ergenekon soruşturmasıyla yaşadığımız saflaşmanın bize gösterdiği en önemli şey; devletin derinliğinin ne kadar baş döndürücü olduğudur. O kadar derin ki, o mesafeden bakıp suçu soyutlamak çoğu iyi niyetli insan için mümkün görünmüyor. Sahiden trajik bir durum. Toprağın altından çıkan onca silah heyecan yaratmıyor, yol kenarlarına bırakılan el bombaları, lav silahları heyecan yaratmıyor, İbrahim Şahin gibi, Levent Ersöz gibi suç makinelerinin içeride olması heyecan yaratmıyor... İleri sürdükleri itiraz, ´bu bir siyasal hesaplaşma, bu bir başka derin iktidar yapılanması olabilir´. Bu itirazı öne sürenler hakkında yapılmış bir istatistik var mıdır acaba? Belki de suçun yarattığı tahribattan uzak, steril bir hayat yaşadılar ve belki de sahiden suçun sonuçlarından bihaberler. Devletin her türlü baskısından fazlasıyla nasiplenmiş Kürtlerin, gerçek solcuların, askerin yaptığı bütün darbelerin, polisin bulaştığı bütün hukuksuzlukların davacısı olması beklenirdi. Bazı kesimler, şifreleri çözülen bu suç odaklarının dağılmasından heyecan duymayarak aslında Mumcu için tuttukları yasın sahiciliğine de gölge düşürüyorlar. Çünkü Mumcu, bu şebekenin derin aklına bakma cesareti gösterdiği için öldürüldü.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi´nde talebeyken ceza hocamız Eralp Özgen, idam cezası hakkında ne düşündüğümüzü sormuştu. Beklemediğimiz bir soruyla karşılaşmanın şaşkınlığıyla parmak kaldırmıştık.O gün sınıfta idam cezasını savunanlar, karşı olanlardan kat kat fazlaydı. Hocamız, Çocuklar şimdi size bir şey göstereceğim ve fikrinizi öyle alacağım. dedikten sonra bir idam mahkumunun infazını gösteren görüntüler yansıtmıştı duvara. İdamı savunduğunu söyleyen sınıfın yarısından çoğu o görüntülerden sonra mahcubiyetle sessizliğe gömülmüştü. Hocamız, ikinci defa parmağını kaldıracak gücü kendinde bulamayan talebelere bakarak, Soyutlayamıyorsunuz çocuklar! demişti. Suç ve cezaya bakışımı değiştiren o anıyı, Ergenekon dolayısıyla yeniden hatırladım.
İnsan, suçu ve cezayı soyutlayabildiği ölçüde insandır. Elbette kamuoyu dediğimiz geniş yığınlardan böylesi bir soyutlama beklemek haksızlık olur. Geniş yığınların vicdanında bir kanaat oluşturacak olan, en nihayetinde suçun somut delilleridir. Ama bu durum, okuyan, yazan, aydın dediğimiz kesimlerin soyutlama yeteneğine dair beklentimizden bizi vazgeçirmemeli. Bu beklentiyi ötelemek, insanlığımızı ötelemek olur.
Bir röportajda, ´Veli Küçük´ün içeride olması belki de 40 kişinin hayatını kurtarmıştır.´ şeklinde kurduğum cümle pek çok internet sitesinde, ´Veli Küçük´ün içeride olması, 40 kişinin hayatını kurtardı.´ şeklinde verildi. İronik ama gerçek! Veli Küçük hakkında edilen o cümleyi başkaları için çarpıcı kılan suçu somutlaştırmasıydı. Çünkü Veli Küçük, suçu tasarlayan, yönlendiren figür olarak yine de geniş yığınların gözünde gerçek suçlu profiline denk düşmüyordu. Tuhaf olan bu durum, Veli Küçük´ün kendisi için de geçerli. Hala kendisini savunacak cesareti bulabildiğine göre... Talimat veren, yönlendiren oydu belki ama kurşunu sıkan hep başkaları oldu. Veli Küçük´ten çok daha uzak halkalarla davaya bağlanan üst düzey asker ve bürokratlar içinse suç, duygu düzeyinde dahi kavranabilmiş değil. Vatan için yapıldı! Ama vatan için yapılanı tahayyül etmek ve onun, birilerinin canına mal olduğunu bilmek, verilen talimatların, yapılan toplantıların 17.500 faili meçhule neden olduğunu bilmek kabullenilecek bir gerçek değil hiçbiri için. Çünkü soyutlayamıyorlar! Yahut soyutladıkları yerde vatan gibi başka değerler, masumların hayat hakkından daha öncelikli oluyor.
Bütün bunları anlatma nedenim şu: Başkaları ne düşünür bilmiyorum, bana kalırsa Ergenekon soruşturmasının dönüm noktası İbrahim Şahin´in krokisinden çıkan silahlardır. O güne kadar ne medyada yer alan Ergenekon haberleri, ne kapsamlı iddianame ne de herkesi şoke eden tutuklamalar suçun gerçekliği hakkında kamuoyunda derin bir kanaat oluşturmamıştı. İbrahim Şahin´in evinde bulunan krokiden hareketle Gölbaşı´ndaki arazide arama yapan ekiplerin çalışmasını ekrandan izlerken içimden geçen düşünce şuydu; eğer bu kazıdan bir şey çıkmazsa Ergenekon hayaleti, daha da belirsizleşen bir hayalet olarak varlığına devam edecek. O kazıdan çıkan silahları ve sonrasındaki tutuklamaları biliyorsunuz...
İbrahim Şahin´in krokisinin gerçek olması, Ergenekon´u soyut bir dava olmaktan çıkardığı ve fazlasıyla somutlaştırdığı için önemli. Çünkü Susurluk´tan başlayarak suç ilişkilerinin odağında ve icraat faslında olan bir figür olarak, ortalama insanda kanaat yaratacak deliller ancak İbrahim Şahin´den çıkabilirdi. Çünkü geniş yığınların vicdani kanaati, gördüklerinden hareketle oluşur. Somut olarak önümüze serilen lav silahları, patlayıcılar, suikast planları, yaşadığımız ülke ve sistem hakkında derin şüphe ve şaşkınlık duymamıza neden oluyor bugün. Açığa çıkan onca suç unsuru ve bağlantıları nasıl bir ´suç imparatorluğu´nda yaşadığımızı gösteriyor. Adı konulmamış bir yüzleşme bu. O dev suç imparatorluğuna kendi sıradan hayatlarımızda hiç farkında olmadan hangi duygu ve düşüncelerle müdahil olduğumuz da görünür hal alıyor. Türkiye´de yaşayan, Cumhuriyet´in değerlerine inanan, iyi niyetli ve suça bulaşmamış pek çok kişi, yastığa başını koyduğunda içindeki küçük askerciklerle yüzleşme gereği duyuyor. O derin şeriat korkusunun bu toplumun derin katmanlarında demokrasi fikrini nasıl yerle yeksan ettiğini, çoğumuzun düşüncesinin bir adım gerisinde askere duyduğumuz koşulsuz güvenin aslında ona darbe yapma yetkisi vermek olduğunu artık soyutlayabileceğimiz günlerdeyiz. Hepimiz içimizdeki küçük darbecinin, suça bulaşmış sistemin devamında bir fayda görmenin demokrasi fikriyle nasıl çeliştiğinin soyutlamasını yapıyoruz şu günlerde.
Ancak suça bulaşarak ayakta kalabilen bir sistemin destekçisi olan, yapılan temizliğe destek vermekten imtina edenlerin, suçu nerede ayırdıklarını sormak gerekiyor. Ergenekon soruşturmasına karşı çıkmanın ölümü savunmak anlamına geleceğini söylemek elbette naif kalır ama şüphe edenlere; ´öncelikleriniz neler, hangi değerleri insan hayatından üstün tutuyorsunuz?´ diye sormak gerekir. Toplumda bir kanser halini almış suçun aydınlanması mı? Bir siyasal hesaplaşma ihtimalini düşünerek, var olan suç mekanizmalarının dağıtılmasını ertelemek mi?
Ergenekon soruşturmasından heyecan duymayan, temiz bir gelecek için ümide kapılmayan insanların değer sıralamalarını bilmemiz mümkün olsaydı keşke. Söz konusu olan faili meçhullerin ya da Hrant´ın ölümünün engellenebilme ihtimaliyse, nasıl hala aynı sorular aynı yanlış mantıkla sorulabiliyor? Sanırım bunun cevabı; değerler sıralaması. İnsanın yaşama hakkını her şeyin üzerine koyan evrensel yasaların neleri temel aldığı konusundan belki de bihaberler! Tuhaf olan, bugün Uğur Mumcu için ağlayanlar onların katilleriyle aynı safta olabiliyorlar. Bu saflaşmanın bize gösterdiği en önemli şey; devletin derinliğinin ne kadar baş döndürücü olduğudur. O kadar derin ki, o mesafeden bakıp suçu soyutlamak çoğu iyi niyetli insan için mümkün görünmüyor. Sahiden trajik bir durum. Toprağın altından çıkan onca silah heyecan yaratmıyor, yol kenarlarına bırakılan el bombaları, lav silahları heyecan yaratmıyor, İbrahim Şahin gibi, Levent Ersöz gibi suç makinelerinin içeride olması heyecan yaratmıyor... İleri sürdükleri itiraz, ´bu bir siyasal hesaplaşma, bu bir başka derin iktidar yapılanması olabilir´. Bu itirazı öne sürenler hakkında yapılmış bir istatistik var mıdır acaba? Belki de suçun yarattığı tahribattan uzak, steril bir hayat yaşadılar ve belki de sahiden suçun sonuçlarından bihaberler. Devletin her türlü baskısından fazlasıyla nasiplenmiş Kürtlerin, gerçek solcuların, askerin yaptığı bütün darbelerin, polisin bulaştığı bütün hukuksuzlukların davacısı olması beklenirdi.
Bazı kesimler, şifreleri çözülen bu suç odaklarının dağılmasından heyecan duymayarak aslında Mumcu için tuttukları yasın sahiciliğine de gölge düşürüyorlar. Çünkü Mumcu, bu şebekenin derin aklına bakma cesareti gösterdiği için öldürüldü. Diğer yandan Türkiye´de kendinde bu gücü bulacak bir siyasal hesaplaşma, bölgesel dengelere, konjonktüre rağmen var olamaz. Ülkenin genel gidişatı, gelecek tahayyülü hesaba katılmadan yapılan bir akıl yürütme her zaman eksik kalır. Türkiye, zihinsel bir dönüşüm içinde. Ne komplocu olmak lazım ne de karamsar. Çünkü olanları tek bir nedenle açıklama kolaycılığı saf tutmada da aynı sığlığı getiriyor.
(27 Ocak 2009)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: