İstanbul'da, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminde Atatürk Havalimanı'na işgal girişiminde bulunulması ve burada çıkan olaylarda 2 kişinin şehit edilmesine ilişkin, 95'i tutuklu 159 sanığın yargılanmasına, sanık savunmalarıyla devam edildi.
19.05.2018 15:00 İstanbul'da, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminde Atatürk Havalimanı'na işgal girişiminde bulunulması ve burada çıkan olaylarda 2 kişinin şehit edilmesine ilişkin, 95'i tutuklu 159 sanığın yargılanmasına, sanık savunmalarıyla devam edildi.
14.05.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri'deki Alibey Spor Salonu'nda yapılan duruşmaya, 95'i tutuklu 150 sanık ve avukatları katıldı.
Başbakanlık, TBMM ve Milli Savunma Bakanlığı avukatları ile şehit yakınları ve müştekiler de salonda hazır bulundu.
Duruşmada savunma yapan tutuklu sanıklardan Kubilay Naycı, olay tarihinde sözleşmeli er olarak Hava Harp Okulu'nda servis şoförlüğü yaptığını anlattı.
15 Temmuz'da 23.30 sıralarında içtimaya çağırıldığını söyleyen sanık Naycı, aldığı emir üzerine askerleri VİP bölgesine götürdüğünü ve şoför olduğu için eline hiç silah almadığını belirterek, "İçtimada tek duyduğum, havalimanında terör saldırısı olabileceğidir. Limanda aprona gelindi. Başçavuş Aslan Özkan, bize yolu kapatma emri verdi. Araçla yolu kapattık. Beklerken ne olup bittiğini anlamak için oradaki polislerin yanına gittim. O sırada silah sesleri duydum. Halk geldi, bize tepki gösteriyordu. Sonra kışlaya döneceğimiz söylendi. Hiçbir olaya karışmadan kışlaya döndüm." sözleriyle kendini savundu.
Tutuklu sanıklardan Mehmet Özer, terör eylemi olabileceği bahanesiyle havalimanına götürüldüklerini ve olay tarihinde Hava Harp Okulu'nda sözleşmeli er olarak görev yaptığını ifade etti. Okulda yapılan içtimadan sonra havalimanına gittiklerini kaydeden sanık Özer, bir süre sonra 2 arkadaşıyla beraber koğuşuna döndüğünü ve sabaha kadar orada saklandığını belirtti. Mahkeme başkanı Abdullah Özer'in sorusu üzerine, sanık Mehmet Özer, pikabın arkasından halka ateş eden ve önceden tanımadığı kişinin tutuklu sanıklardan Muhammed Ömer Saldamlı olduğunu vurgulayarak, sanığı teşhis etti.
Olay tarihinde Hava Harp Okulu'nda sözleşmeli er olarak görev yapan tutuklu sanık Mustafa Abdullahoğlu, savunmasında şunları anlattı:
"Yusuf Özdemir, içtima alanında bizleri toplayıp lojman bölgesine silahlı saldırı olacağını ve bu sebeple oraya gideceğimizi, bizim sadece iştirak edip bir faaliyete katılmayacağımızı söyledi. Araca bin emri verilince bindik. Araçta albay Barbaros Akça'nın telefonu çaldı. 'Tankçı topçu' diye kayıtlı birine, 'Biz pasaport şubeye gidiyoruz, siz de oraya gelin' dedi. Dış hatlara gittik. Barbaros Akça ve başçavuş Aslan Özkan araçtan inip koşarak sağ tarafa gittiler. Bir araç durdurulmuştu. Bombalı araç ihtimaline karşı aracın emniyetini almam istendi. Beklerken araçtan 2 sivil indi. 'Siz burada ne yapıyorsunuz, iki otobüs geliyor, sizi linç edecekler' dedi. Sanırım 5 dakika geçmeden otobüsler geldi, içinden inenler üzerimize doğru bağırarak koşmaya başladı. Arkamızdan silah sesleri duydum. Karanlıktı, silahlı teröristler olabilir diye havaya bir el ateş ettim. Peşimizden koşmaya başladılar. Sonrasında bize darbe girişimi olduğunu söylediler. Bunun üzerine ben ve yanımdaki arkadaşlarım, silahlarımızın şarjörlerini çıkarıp yeleğimizin cebine koyduk. Birliğimize döndük. Barbaros Akça, burada ifade verdiğinde, harbiyeli öğrencileri kurtarmak için birliğe döndükten sonra yeniden çıktığını söyledi. Bizi niye kurtarmadı? Biz kendimiz döndük birliğe, linç edilebilirdik."
Tutuksuz sanıklardan, halen Hava Harp Okulu'nda er yemekhanesinde çalıştığını kaydeden sözleşmeli er Kemal Özkul ise "Havalimanına götürüldük. Komutanımız kurmay albay Yusuf Özdemir, pasaport kontrolü yapacağımızı söyledi. Havalimanı binasına girdiğimizde, polisler halkın tepkisiyle karşılaşacağımızı söylemelerine rağmen Yusuf albay bizi götürmeye devam ediyordu. Benim hayatta pasaportla işim olmadı. İçeride polisler bize 'Siz ersiniz, bunların emir verme yetkisi kalmadı. Silahınızı verin, sizi buradan sağ salim çıkaralım' dediler. Dediklerini yaptık. Bizi işçilerin giyinme odasına götürdüler. Üniformalarımızı çıkardık. Polislerin bize verdiği Türk bayraklı tişörtleri giydik. Sabaha kadar orada bekledik. Hiçbir şiddet eylemine katılmadım, 40 tane mermi verilmişti, 40'ını da teslim ettim." ifadelerini kullandı.
Duruşmaya, yarın sanık savunmalarının alınmasıyla devam edilecek.
15.05.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri'deki Alibey Spor Salonu'nda yapılan duruşmaya, 95'i tutuklu 142 sanık ve avukatları katıldı.
Başbakanlık, TBMM ve Milli Savunma Bakanlığı avukatları ile şehit yakınları ve müştekiler de salonda hazır bulundu.
Duruşmada, Hava Harp Okulu Destek Grup Komutanı Albay Yusuf Özdemir'in şoförü sözleşmeli er tutuklu sanık Selim Demiray savunma yaptı.
Olay günü lojmanlar bölgesinden araçla aldığı Yusuf Özdemir'in okul dekanının yanına gitmek istemesi üzerine, Hava Harp Okulu Dekanlığı'na gittiklerini anlatan Demiray, "Burada yarım saat kadar kaldı. Oradan tekrar lojmana götürdüm. Sonrasında ise makamına götürdüm. Onu beklerken Muhafız Bölük Komutanı Hüseyin Özdemir geldi. Yusuf Albay'ın odasına girdi. Çıktıktan sonra Hüseyin Özdemir'i VİP'e bıraktım. Saat 20.30-21.00 arasında Yusuf Albay'ın kapısında bir araç gördüm. Merdivenlerin üzerinde de 3 kasa mühimmat vardı. Emir üzerine erler bu mühimmatları araca yükledi. Sonra da bu mühimmatları nöbetçi amirliğe bıraktık. Yusuf Albay'ı bir süre sonra önce Destek Bölüğü'ne, sonra da Muhafız Bölüğü'ne götürdüm. Yusuf Albay, Muhafız Bölük Komutanlığı önünde hazırlanmış olarak bekleyen askerlere bir konuşma yaptı. Erlere, bir istihbarat geldiğini, birliği koruyacağımızı söyledi." diye konuştu.
Konuşma yaptıktan sonra VİP bölgesine gitmek isteyen Yusuf Özdemir'i buraya götürdüğünü belirten sanık Demiray, "Uçakların olduğu yerde bir kargaşa vardı. Aracı oraya yanaştırmamı istedi. Orada Kurmay Albay Barbaros Akça vardı. Gidip ona yardım etmemi istedi. Mühimmatları taşıyarak ona yardım ettim. Tekrar Yusuf Albay'ı Muhafız Bölük Komutanlığı'na götürdüm. Kendisi araçtan indi, içeri girdi. Ben bir yere gidip su içtim. Geri geldiğimde Yusuf Albay uzaktan beni gördü ve yanına çağırdı. Birkaç tane silah vardı, onları araca koymamı istedi, yaptım. Kendisini tekrar VİP'e götürdüm. Yarım saat orada kaldık. Askerler ve rütbeliler geldi. Hüseyin Özdemir, turuncu alarm verildiğini söylüyordu. Askerlere silah verildi. Orada sivil biri vardı. Emir üzerine bu sivil kişiyi dekanlığa götürdüm. Burada kamuflaj giydi ve geri götürdüm. Geri döndüğümde silah sesi duydum. Barbaros Akça havaya ateş etti, askerlere 'İçeri girin' diye bağırdı. Bana da 'Araca bin' dedi. Yanıma 4 tane muhafız asker bindi. Yan araca binen Barbaros Akça'ya nereye gittiğimizi sordum. Kendilerini takip etmemi söyledi." ifadelerini kullandı.
"Başçavuş Aslan Özkan, 2 polisin silahını aldırdı"
Sanık Demiray, dışarıyı dolaşmadan, Hava Harp Okulu'ndan havalimanına bağlanan yeri kullanarak içeri girdiklerini anlatarak, şunları söyledi:
"Aracı park ettim. Barbaros Akça askerlere 'Bomba var, etrafın güvenliğini alın' diye emir verdi. Başçavuş Aslan Özkan yanıma geldi. Birkaç tane askeri Barbaros Akça'ya götürmemi söyledi. Araca bindik, 200 metre kadar ilerledik. Barbaros Akça, orada toplanmış halkla konuşuyordu. Bombalı saldırı için geldiklerini anlatıyordu. Oradaki otobüs şoförlerinden birine ileride asker olup olmadığını sordu. Bu sırada iki asker, iki polisle birlikte karşıdan geldi. Aslan Özkan, polislerin silahını aldırdı, tutanak tutacağını, daha sonra geri vereceğini söyledi. Silahları alıp bana verdi, ben de araca koydum. Polislerle aracın başındaydık. Silahlarının karışacağını söylediler. Bir kağıda isimlerini ve silahlarının seri numarasını yazıp araca koydum. Polislere, 'Niye alındı sizin silahlar?' diye sordum. Bir yanlışlık olduğunu söylediler. Bir yanlışlık varsa amirini arayıp sormasını söyledim. Telefonunun polis aracında kaldığını söyleyince, bir asker arkadaş polise telefonunu getirmeye gitti. Bu sırada üzerinde Türk bayrağı olan bir sivil yanımıza geldi. Neden geldiğini sordum. Darbe olduğunu söyledi. Telefonundan haberleri gösterdi. Ben de terör saldırısı olabileceği için orada olduğumuzun söylendiğini aktardım. Silahımın şarjörünü söküp araca koydum. Çevremdeki arkadaşlara da öğrendiklerimi anlattım. O sivil, 'Biz diğerlerine de bilgi veririz, iki otobüs halk geliyor, sizi linç ederler, birliğinize dönün.' dedi. Ben ve yanımdaki askerler, yine havalimanı içindeki geçitten okula döndük."
"Davut Ala 'Devletten misiniz, darbecilerden misiniz?' diye sordu"
Demiray'ın ardından savunma yapan tutuklu sanık tank nişancısı Uzman Çavuş Nurullah Kuşatan da terör saldırısı olabileceğinden havalimanına güvenlik önlemi bahanesiyle götürüldüklerini ifade etti.
Tankın içindeyken dışarıyı görmediğini belirten Kuşatan, "Havalimanının biraz dışına tankı park ettik. Dışarıdan sesler geliyordu ama ne olduğunu görmedim. Eşim aradı, askeri hareketlilikten bahsetti. Tanktaki bir arkadaşı da ağabeyi arayıp bilgi vermiş. Telsizden Serbülent Eken'in 'TSK yönetime el koydu.' anonsundan sonra darbe olduğunu anladım. Tankın silahını söküp aracın içine aldım. Topkule Kışlası'na geri döndük. Sabaha karşı şafak sökmek üzereyken nizamiyede Albay Davut Ala ile Albay Sait Ertürk'ü (15 Temmuz'da darbeciler tarafından şehit edilen piyade kurmay albay) gördüm. Davut Ala ben ve yanımdaki 8-9 kişiye 'Devletten misiniz darbecilerden misiniz?' diye sordu. Devletten olduğumuzu söyledik. Ala, 'Tamam çocuklar, yardım gerekirse sizi çağıracağız. Bir kenara geçin.' dedi." diye konuştu.
Kuşatan, Ala ve Ertürk'ün daha sonra gittiğini aktararak, "Biz Atatürk büstünün orada bekledik. Sonra çatışma sesleri geldi. Silahım üzerimde değildi. Polislerden 'Vuruldu' diye bir bağrışma duydum. Yanımıza gelen polise ormanlık alandan ateş açılmasıyla beraber nizamiyeye doğru koşmaya başladık. Yere yattık." ifadelerini kullandı.
"Neden şehit Sait Ertürk ve Davut Ala'ya desteğe gitmediniz?"
Bir süre sonra polislerin kapıya geldiğini ve gelen polislere yardımcı olduklarını söyleyen sanık Kuşatan, sabah nizamiyeden çıktıklarını ve teslim olduklarını, darbe girişimine göre hareket edenlerle, "mağdur" olarak nitelendiriği kendilerinin ayrılmasını isteyerek, savunmasını tamamladı.
Müdahil avukatlarından birinin, "Sait Ertürk'ü önceden tanıyor muydunuz?" sorusunu, Kuşatan "Evet, daha önce bizim kışlada görev yapmıştı." diye yanıtladı. Kuşatan, "O gece orada, Sait Ertürk şehit düştü, Davut Ala ise 7 kurşunla yaralandı. Neden bir köşede beklemek yerine onlara desteğe gitmediniz?" sorusu üzerine de "Bize verilen tüfeği teslim etmiştim, beylik silahım da yanımda değildi." dedi.
Duruşmaya yarın sanık savunmalarıyla devam edilecek.
16.05.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri'deki Alibey Spor Salonu'nda yapılan duruşmaya, 95'i tutuklu 140 sanık ve avukatları katıldı.
Başbakanlık, TBMM ve Milli Savunma Bakanlığı avukatları ile şehit yakınları ve müştekiler de salonda hazır bulundu.
Duruşmada savunma yapan tutuklu sanıklardan olay tarihinde ZMA sürücüsü uzman çavuş olan Mehmet Rasim Güzel, 15 Temmuz'da kışladakilerin öğleden sonra atışa götürüldüklerini, kendisinin elinin yaralı olması sebebiyle buna katılmadığını söyledi.
Akşam saatlerinde personelin içtima alanında toplandığını gördüğünü dile getiren Güzel, "İstanbul'da terör saldırısı olabileceği, polise desteğe gidilebileceği söyleniyordu. Bir süre sonra askerler aniden alarm diye koşmaya başladı. Bir araca bindirilerek Atatürk Havalimanı'na götürüldük. Limanın çıkışına aracı park ettik. Siviller bir şey konuşuyordu ama ne konuştuklarını anlamıyordum. Orada biraz bekledikten sonra piyade asteğmen 23.50 civarında yanımıza gelerek, darbe yapıldığını öğrendiğini söyledi. Şaşırdım, 'Biz mi yapıyoruz?' dedim. Asteğmenle birlikte birliği toplayıp geri döndük." ifadelerini kullandı.
Hava Harp Okulu'nda olay tarihinde elektrik bölümünde çalışan sözleşmeli er Rıdvan Çelik de savunmasında, astsubay Emrah Çelik tarafından 14 Temmuz saat 23.00'de içtimaya alındıklarını anlattı.
İçtimanın ardından otobüslere bindirilerek birliğin içindeki VIP alanına götürüldüklerini aktaran Çelik, şunları kaydetti:
"Yüzbaşı Hasan Yüksel telefonlarımızı kapattırdı. Bulunduğum yere 2 tane helikopter indi. Albay Yusuf Özdemir, havalimana gideceğimizi, polise yardım edeceğimizi söyledi. Limanla okulun bağlantı noktasından geçtik. Pasaport bölümüne gittik. Yusuf albay, yabancıların giriş çıkışının serbest olduğunu, Türklerin yurda girişinin serbest, yurt dışına çıkışının yasak olduğunu bildirdi. Bir müddet sonra bomba diye bağırıldığını duydum. Herkes yere yattı. Biz de mevzi aldık ve İç Hatlara doğru yürüdük. Vatandaşların birinin vurulduğunu duydum. Halkın yoğun tepkisiyle karşılaştık. Yusuf albay silahlarımızı vermemizi istemiyordu. Ben silahını veren ilk 3 kişiden biriyim. Tahliyemi istiyorum."
"Üst komutadan emir geldi, E-5 trafiğini kesin"
Tutuklu sanıklardan üsteğmen Mehmet Duman ise, olay günü, eğitim maksatlı alarm verildiğini, bunu askerlere duyuran kişinin kendisi olduğunu söyledi.
Askerleri topladıktan sonra, yabancı bir numaradan tanımadığı bir yarbayın aradığını dile getiren sanık Duman, "Yarbay bana hazır kıta verildiğini, yarbay Kadir Yıldız'ın emrine verildiğimi bildirdi. Kadir Yıldız ile durumu konuştum. Çobançeşme'ye gitmemi emretti. Askerlere bir şarjör mühimmat verdirip yola çıktım. Sonra Kadir Yıldız 'Üst komutadan emir geldi, E-5 trafiğini kesin' diye mesaj attı. Nizamiyeden çıkış yaptık. Telefonumundan haberlere baktım. Askerlerin köprüye çıktığını gördüm. Terör eylemi için tek görevlendirilenin kendim olmadığını anladım. Çobançeşme havalimanına yakın olduğu için, limanda olası bir terör eylemine karşı önlem alacağımızı düşündüm." şeklinde savunma yaptı.
İçinde bulunduğu aracın yolda hararet yaptığını beyan eden Duman, şöyle konuştu:
"Tamir ettirdim, yine bozuldu. Kadir Yıldız'ı arayıp bilgi verdim. Diğer araçlardan biriyle gitmemi söyledi. Başka bir araca bindim. Bozuk aracı askerlerden bazılarıyla orada bıraktım. Emniyet şeridinde kalmam emredildi. O sırada yanımızdan 2-3- polis aracı geçti. Trafiği kestiler. Aracı durdurulan şoförler polislerle konuşup geldiler. 'Darbe yapıyormuşsunuz, sizin yüzünüzden yolu kesmişler' dedi. Tekrar telefona baktım, hala bir şey yoktu. Polislerin yanına gittim konuşmaya. Darbeden haberimiz olmadığını, hiçbir olaya karışmayacağımızı belirttim. Saat 02.15'e kadar araçta mahsur kaldık. ByLock kullandığım iddialarını da reddediyorum."
Duruşmaya yarın sanık savunmalarının alınmasıyla devam edilecek.
17.05.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri'deki Alibey Spor Salonu'nda yapılan duruşmaya, 95'i tutuklu 145 sanık ve avukatları katıldı.
Başbakanlık, TBMM ve Milli Savunma Bakanlığı avukatları ile şehit yakınları ve müştekiler de salonda hazır bulundu.
Duruşmada savunma yapan tutuklu sanıklardan sözleşmeli uzman çavuş Mertcan Karacan, olay günü öğle saatlerinde atış talimi yaptıklarını, atıştan döndükten sonra ise kayıp olduğu iddia edilen bir silah nedeniyle silah sayımı yaptıklarını anlattı.
Silah sayımının ardından garajlar bölgesine gittiklerini kaydeden sanık Karacan, "Mesainin bitip bitmediğini öğrenmeye çalışırken yarbay Kadir Yıldız ile karşılaştık. Bize terör saldırısı olabileceğini, polise desteğe gidebileceğimizi, mesainin cumartesi akşam 17.00'de sona ereceğini bildirdi. Bir süre sonra da 3. Kolordu Komutanlığından terör eylemlerine karşı uyarı mesajı geldi telefonuma. Garajlar bölümüne geri döndüğümüzde ise Atatürk Havalimanına terör saldırısı olacağı, önlem almak için oraya gideceğimizi öğrendik. Saat 21.00'de üsteğmen Kaan Sevinç'in emriyle Topkule kışlasından çıktık. Limana yakın bir yerde durduk." diye konuştu.
Havalimanı girişinde önceden tanımadığı bir subay tarafından yönlendirildiğini söyleyen sanık Karacan, savunmasının devamında, şunları söyledi:
"Subay bize iki motosikletli polisi takip etmemizi emretti. Takip ederek içeri girdik. Aracı park ettik. Araç su akıtıyordu, onunla ilgilendik. Bir süre sonra bu polisler yanımıza geri gelip, birliğin geri döndüğünü, bizim dönüp dönmeyeceğimizi sordular. Araç komutanı asteğmen Seyrani Yıldırım, bölük komutanını aradı. Komutan ZMA ile geldi. Halk toplanmıştı, linç edilmeye başlandık. Askerlerden biri fenalaştı. Özel Harekat Polisi geldi. Yaya olarak oradan çıkamadık. Polislerle konuştuk, ZMA aracıyla birlikte karakola gittik."
Sanık Karacan, iddianemede zırhlı bir aracın sivil aracı ezip kaçtığının belirtildiğini, ancak bu zırhlı aracın kendisinin içinde bulunduğu araç olmadığını savundu.
"Darbe yaptığımızı söylüyorlardı"
Tutuklu sanıklardan uzman çavuş Mustafa Mucuk ise Atatürk Havalimanında terör saldırısı ihbarı üzerine saat 22.00'de kışladan çıkış yaptıklarını, yol kenarında bir tank gördüklerini, bunun üzerine bölük komutanı Hakan Aydemir tarafından, tankın güvenliğini almakla görevlendirildiğini iddia ederek, şöyle devam etti:
"Askerlerle tankın başında kaldık. Emniyetini aldık. Askerleri silah kullanmamaları, fevri hareketlerde bulunmamaları konusunda uyardım. Yol kavşağında vatandaşlar toplandı. Darbe yaptığımızı söylüyorlardı. Ne olduğunu anlamadım, sinir krizi geçirdim. 'Bu işte bir terslik var' diye söylenmeye başladım. Bölük komutanını arayıp durumu bildirdim. Kendi bulunduğu yerin de karışık olduğunu söyledi. Kimseden emir almadan kendiliğimden geri dönüş kararı aldım. Askerleri araca bindirdim. Halk bizi taşlamaya başladı. Bir asker bayıldı. Mahsur kalmıştık. Askerler fenalaştı, araçtan çıktılar. Aracın içinde tek başıma kaldım ama kullanmayı bilmiyordum. Hakan Aydemir'i tekrar arayıp durumum hakkında bilgi verdim. Polisler gelene kadar beklememi söyledi. Polisler gelince de teslim oldum."
"Arı kovanına çomak sokar gibi bizi halkın içine attılar"
İddianameye göre darbe girişiminde Atatürk Havalimanında vatandaşların üzerine ateş ettiği ve bazı sanıklar ve müştekiler tarafından da teşhis edildiği belirtilen tutuklu sanık Muhammed Ömer Saldamlı da savunmasında Hava Harp Okulunda spor faaliyetlerinden sorumlu sözleşmeli er olarak görev yaptığını anlattı.
Saldamlı, "Havalimanında başçavuş Aslan Özkan emriyle havaya 4-5 el ateş ettim. Amacım halk arasında mahsur kalmış arkadaşlarımı kurtarmaktı. Ateş ederken yere yatanlar oldu. Bu nedenle halkın üzerine ateş ettiğimi iddia edenler olmuş. Herkesi belli bir yoldan geri döndürürken biz halkın içinde kaldık. Arı kovanına çomak sokar gibi bizi halkın içine attılar. Olaydan ertesi sabah ise silahımı teslim ettim." diye konuştu.
Binbaşı İsa Öztürk'ün kendisinin sicil amirlerinden biri olduğunu belirten sanık Saldamlı, şunları söyledi:
"Ben 15 Temmuz gecesi arkadaşımla dinleniyor, televizyon izliyordum. İsa binbaşı yanımıza geldi. "Sizin burada ne işiniz var? Siz burayı hak ediyor musunuz? Destek Bölük Komutanlığına gidin' diye bize tepki gösterdi. O gece de 'yanımdan ayrılma' diye defalarca emir verdi. Bunun üzerine destek bölüğüyle havalimanına gittim. Benim orada o anki psikolojiyle yaptığım şey arkadaşlarımı kurtarmaktı. Hedef gözeterek ateş etmedim. Havaya sıktım. Arkadaşlarımın bütün suçu üstüme yıkmalarını anlamıyorum. Hiçbirine bir kötülük yapmadım. Neden benim hakkımda böyle ifadeler verdiler bilmiyorum ama ben kışlada sivil gezerdim. Oraya ilk giden sözleşmeli erlerden biriydim. Silah taşımazdım. Destek grupla işim olmazdı."
Duruşmaya 21 Mayıs Pazartesi günü sanık savunmalarının alınmasıyla devam edilecek.
İDDİANAME
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Gökhan Yolasığmaz tarafından hazırlanan 708 sayfalık iddianamede, şehitler Mahir Ayabak ve Zekeriya Bitmez "maktul", 46 kişi "mağdur" ve 129 kişi "müşteki" sıfatıyla yer alırken, suçtan zarar görenler arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 65. Hükümet ve TBMM bulunuyor.
Tüm sanıkların "Anayasa'yı ihlal", "TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüs", "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçlarından üçer kez ağırlaştırılmış müebbet ve "örgüte üye olma" suçundan da 15'er yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, bazı sanıklar hakkında "kasten öldürme", "öldürmeye teşebbüs etme", "kamu kurumu faaliyetini cebir veya tehdit kullanarak engellemek", "kişiyi hürriyetinden yoksun kılma", "hava ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma", "konut dokunulmazlığı ihlali", "silahla tehdit", "kasten yaralama", "mala zarar verme" suçlarından 15 yıl ila 1 kez ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları talep ediliyor.
"Hava sahasının kontrol altına alınması istendi"
İddianamede, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında darbeci askerler tarafından İstanbul'da uluslararası uçuşlara açık bulunan Sabiha Gökçen ve Atatürk havalimanlarının işgal edilmek istendiği anımsatılarak, Avrupa yakasındaki Atatürk Havalimanı'nın işgal girişiminde 66. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'na bağlı birlikler ve Hava Harp Okulu'na bağlı bir grup askerin görev aldığı belirtiliyor.
Darbe girişimini planlayan askerler tarafından uluslararası hava alanları uçuşlara kapatılarak, hem Türk vatandaşlarının yurt dışına çıkışlarını engellemek hem de ülke giriş çıkışlarını kontrol altına almak istendiği kaydedilen iddianamede, ayrıca uçuşların kontrol edildiği "Smart Kule" diye tabir edilen kontrol kulesinin de darbeci askerler tarafından zapt edilerek, hava sahasının kontrol altına alınmasının istendiği vurgulanıyor.
İddianamede, işgal eylemini gerçekleştirmeye çalışan sanıkların 66. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'ndan çıkış yaptıkları anlatılarak, söz konusu tugayda yapılan darbe girişiminin planlandığı toplantılara katılan sanık eski Yarbay Serbülent Eken ve sanık eski Albay Ömer Korkut'un, Atatürk Havalimanı'nın işgalinden sorumlu olarak görevlendirildikleri belirtiliyor.
Paralel yapı-15 Temmuz (2016)-22 Aralık (2017) 'İstanbul 159 sanık Darbe/Atatürk Havaalanının İşgali' davası
(19 Mayıs 2018, 15:00)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: