28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın yargılandığı davaya devam edildi. Davada müşteki avukatı olarak dinlenen Cüneyt Toraman, Türkiye'de gerçek anlamda darbe yargılamasına 15 Temmuz'dan sonra başlandığına işaret ederek, 'Yani 40'dan fazla açılmış dava var, iddianamelerin çoğu elimizde, bakıyoruz. Keşke bu davanın iddianamesi de bu şekilde hazırlansaydı. Mesela o davada medya sorumluları var, siyasiler var, iş adamları var, askerler var, çoğu tutuklu. Bu davada niçin yok, nasıl bir darbe davası? Bu çelişkiye dikkati çekmek istiyoruz.' dedi. Diğer müşteki avukatlarının da davanın genişlemesi için yaptıkları talep mahkemece reddedildi. Müdahil avukatlarının talebini değerlendiren mahkeme heyeti, darbenin medya ve STK ayağına ilişkin yürütülen soruşturmanın beklenilmeden davaya devam edilmesine karar verdi. Mahkeme heyeti, bunun yerine avukatların Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulabileceğini ifade etti. Savcıya esas hakkındaki mütalaası için süre verilmesine karar veren mahkeme, davayı 21 Kasım'a bıraktı. Müdahil avukatları, 28 Şubat davasının medya ve STK ayağına ilişkin soruşturma için Başsavcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.
10.09.2017 14:47 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın yargılandığı davaya devam edildi.
6 Eylül'de Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki 28 Şubat davasının duruşmasına, sanıklar, bazı müdahiller ve taraf avukatları katıldı.
Sanık avukatlarının, duruşmadaki Genelkurmay Başkanlığından bazı belgelerin istenmesi talebini Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy 'delillerin toplandığı' gerekçesiyle reddetti.
Bu sırada söz alan sanıklardan emekli Tümgeneral Ümit Şahintürk, 'Burada bulunan silah arkadaşlarımla olmaktan gurur duyarım. Ancak atılı suçla ilgili tarih ve yere baktığımız zaman, benim böyle bir yerde bulunmadığım ortada. Ayrıca burada suçlanan çalışma grubuyla ilgili hiçbir yerde adım geçmiyor.' diye konuştu.
Çevresindekilerin duruşmalara gelirken kendisine '28 Şubat davası daha bitmedi mi? Nereye gidiyorsun?' diye sorduğunu aktaran Şahintürk, 'Dava sürecinde bazı arkadaşlarımız vefat etti. Yargılama çok ağır ilerliyor, böyle giderse yakında yargılayacak kimseyi bulamayacaksınız. Bize davayı açanlar şu an hapiste. Bizler bu ülkeye büyük hizmet yaptık. Davadan beraatimi talep ediyorum.' ifadelerini kullandı.
Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Yiğitsoy, 'Ölenlere Allah rahmet eylesin. Biz de davayı bitirmeye çalışıyoruz. Bir yandan talepte bulunuyorsunuz bir yandan da 'Davayı bitirin.' diyorsunuz. Ben bunu anlamadım.' karşılığını verdi.
- 'Gerçek bir darbe'
Duruşmada daha sonra müdahillerin dinlenmesine geçildi.
Kara Kuvvetleri Komutanlığında öğretmen kıdemli yüzbaşı olarak görev yaparken 28 Şubat sürecinde rütbesi piyade ere düşürülüp ordudan ihraç edilen İbrahim Keleş, o dönemin 'postmodern bir darbe' olarak adlandırılmasına rağmen gerçek bir darbe olduğunu söyledi.
Keleş, 'REFAHYOL hükümeti görevi bırakmasaydı, darbeyle yönetime el konulacaktı, darbe yapılacaktı. İlgili yerlerden o döneme ilişkin güncellenmiş sıkıyönetim planı istenirse bu görülecektir.' değerlendirmesini dile getirdi.
Müdahil Keleş, 28 Şubat sürecinde, yaşam şekilleri ve inançları yüzünden baskıya maruz kaldıklarını vurgulayarak, disiplin ve çalışkanlığıyla herkesin takdirini toplamasına rağmen eşinin kıyafetinin sorun olarak görüldüğünü anlattı.
Sanıklardan şikayetçi olduğuna dikkati çeken Keleş, kendisi gibi milyonlarca mağdur insan adına hukuk ve adaletin yerine getirilmesini temenni ettiğini söyledi.
- 'Vatanperver insanlar tasfiye edildi'
Müdahil Fatma Türkkol da 28 Şubat sürecinde başörtüsüyle okumak istediğini ancak buna izin verilmediğini ifade etti.
Başörtülü olarak girmek istediği üniversite sınavından terörle mücadele polisleri eşliğinde çıkarıldığını kaydeden Türkkol, 'Kimseye bir şey yapmadım. 'İrtica ile mücadele' diyenler bana yıllarımı kaybettirdi. Yurt dışında okumak zorunda kaldım. Beni inançlarımla ideallerim arasında seçim yapmak zorunda bırakan, memleketimden uzaklaştırılan bu insanlardan şikayetçiyim.' şeklinde konuştu.
Müdahil doktor Hasan Hüseyin Uludağ ise 28 Şubat döneminde eşi tesettürlü, vatanperver ve dinine bağlı insanların tasfiye edildiğini belirtti. Kendisinin de bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) atıldığını bildiren Uludağ, sanıklardan şikayetçi oldu.
TSK'dan atıldıklarını kaydeden diğer müdahiller de 28 Şubat sürecinde yaşam şekilleri ve inançları yüzünden baskı gördüklerini dile getirdi. Müdahiller, sanıkların gerekli cezaya çarptırılması talebinde bulundu.
Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda, avukatların beyanları dinlendi.
Duruşmada söz alan müşteki avukat Cüneyt Toraman, 28 Şubat darbesine benzer Türkiye'de ve dünyada pek çok darbe olduğunu belirterek, bu benzerliklerin 28 Şubat'ı inkar edenlere karşı söylenmesi gerektiğini anlattı.
Uluslararası sempozyumlara gelen pek çok araştırmacı ve hukukçunun ülkelerinde 28 Şubat'a birebir benzer girişimler olduğunu öğrendiklerini vurgulayan Toraman, 'Gerek Türkiye'de ve dünyada gerçekleşen darbeler, gerekse darbelerle ilgili yargılamalar davamız açısından önemli. Türkiye'de ilk darbe yargılaması, gerçek anlamda 15 Temmuz'dan sonra başladı. Yani 40'dan fazla açılmış dava var, iddianamelerin çoğu elimizde, bakıyoruz. Keşke bu davanın iddianamesi de bu şekilde hazırlansaydı. Mesela o davada medya sorumluları var, siyasiler var, iş adamları var, askerler var, çoğu tutuklu. Bu davada niçin yok, nasıl bir darbe davası? Bu çelişkiye dikkati çekmek istiyoruz.' diye konuştu.
Müşteki avukatı Yasin Şamlı da mahkemeye sunulan iddianame sanıkları ve müdafileri tarafından ağır eleştirilere maruz kaldığını dile getirerek, on binlerce kişinin iştirakiyle işlenen ve milyonlarca mağduru olan bir suçla ilgili olarak düzenlenen 19 ek ve yüzlerce sayfadan ibaret bir iddianamede hataların olabileceğini söyledi.
'Gerçeği tersyüz etmeye yönelik iddialardır'
Sanıklar ve müdafilerinin iddianameyle ilgili asılsız ithamlarda bulunduklarını anlatan Şamlı, şöyle devam etti:
'Sanık müdafilerinin, Anayasayı ihlal suçu açısından 28 Şubat olarak bilinen olaylar zincirinin darbe olmadığı ve iddianameyi düzenleyen savcının FETÖ iddiasıyla meslekten atıldığını beyanla 28 Şubat davasının amacının Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi üst düzey generallerin ve subayların makamlarını ele geçirmek amacıyla müvekkillerine kumpas kurulduğuna yönelik iddiaların tamamına yakını hukuki temelden yoksundur. 28 Şubat'ın darbe olmadığına yönelik itirazlar gerçeği tersyüz etmeye yönelik iddialardır.'
28 Şubat postmodern darbesinin bir darbenin bütün unsurlarını taşıdığını inceleyen herkesin görebileceğini ifade eden Şamlı, mahkeme huzurunda dinlenen Hasan Celal Güzel, İlnur Çevik, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener ve Başbakanı Tansu Çiller'in 28 Şubat darbesini açık dille anlattığını söyledi.
Şamlı, sanık müdafilerinin, Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi müvekkillerine de kumpas kurulduğu yönündeki iddiasının da temelsiz olduğunun altını çizerek, 'Ergenekon ve Balyoz davaları ile bu davanın yargılama konusu 28 Şubat, nitelikleri itibarıyla farklıdır. Ergenekon ve Balyoz davaları darbe hazırlığı iddiasına dayandığı halde mahkemenizdeki darbe davasının fiilleri milyonlarca kişinin ve hatta bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etmiştir. 28 Şubat darbesi failleri de mağdurları da belli olan, gerçekleşmiş, tamamlanmış bir darbedir.' şeklinde konuştu.
'28 Şubat'ın mağdurları, İslami hassasiyeti bulunan kişilerdir'
Avukat Necip Kibar da İsmail Hakkı Karadayı ile Tansu Çiller'in beyanlarının, Batı Çalışma Grubunun (BÇG) darbe girişimiyle o günkü hükümeti bertaraf ettiğini gösterdiğini, sadece bu kişilerin beyanlarının dahi sanıkların cezalandırılması için yeterli olacağını belirtti.
BÇG'nin bir tepe örgüt olduğunu savunan Kibar, dosya kapsamında yargılanan sanıkların yanı sıra, BÇG'nin talimatı ve yönlendirmesiyle 28 Şubat darbesine katılan o dönemde farklı görevlerdeki diğer kişilerin de haklarında dava açılıp yargılanmaları gerektiğini dile getirdi.
28 Şubat mağdurlarının tamamının davaya katılma taleplerinin de kabülünü isteyen Kibar, '28 Şubat'ta direnenlerin çocukları, 15 Temmuz'da Türkiye'yi bir felaketten kurtardı. 28 Şubat'ın mağdurları, İslami hassasiyeti bulunan kişilerdir. O dönem FETÖ ile gerçekten mücadele edilseydi 15 Temmuz sürecini yaşamazdık. Anlaşılıyor ki birlikte iş tuttular ve onların orada kalmasını sağladılar.
Benim müvekkillerim 28 Şubat sürecinde diri diri toprağa gömüldü. Sanıklar, bunun hesabını vermekle mükellefler.' ifadelerini kullandı.
Avukat İbrahim Öztürk ise daha önce görevsiz mahkemede verdikleri savunmaları yok sayılarak sanıklardan yeniden savunma alınmasını talep etti. Öztürk, ayrıca sanıkların tutuklu yargılanmalarını istedi.
Avukat Ahmet Taylan da 28 Şubat sürecinin çok sayıda bileşeni bulunduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
'28 Şubat'ı gerçekleştirenler sadece buradakiler değil. Küçük bir paydaşı burada. Bunun siyasi ayağı, basın ayağı, iş dünyası ayağı, üniversite ve yargı ayağı burada yok. Şu anda yapılan yargılama çok sathi bir yargılamadır. Her unsur ayrı ayrı yargılanmalı. Savcının iddianamesi o kadar eksik ki ne tür bir karar verilirse verilsin kamu vicdanını tatmin etmeyecek. Sadece burada bulunanların yargılanmasını davanın bütünlüğü açısından çok eksik olarak görüyorum.'
Taylan, 28 Şubat sürecine katılan diğer kişilerin de yargılanmasını talep ettiklerini belirtti.
21 Kasım'a ertelendi
Sanık avukatları da karşı taraf avukatlarının taleplerinin reddini istedi.
Talepler hakkındaki görüşü sorulan duruşma savcısı, davanın geldiği aşamanın göz önüne alınarak taleplerin reddine hükmedilmesini istedi ve esas hakkındaki mütalaası için süre talep etti.
Talepleri değerlendiren mahkeme heyeti, savcıya esas hakkındaki mütalaası için süre verilmesine karar verdi. Diğer talepleri reddeden heyet, davayı 21 Kasım'a bıraktı.
DARBENİN MEDYA AYAĞI DA DAVAYA DAHİL EDİLSİN
Öte yandan Türkiye gazetesine konuşan 28 Şubat davasına ilişkin müdahil avukatlardan Ahmet Taylan 28 Şubat darbesini gerçekleştirme amel ve niyetinde olan paydaşlardan birinin de medyanın olduğunu ileri sürdü. Dönemin medyasının ortak bir yerden emir almışçasına ‘Ülkede irtica var aman darbe yapın’ , ‘Bunu siyasetle çözemeyiz aman darbe yapın’ diyerek vurgu yaptığını iddia eden Taylan “Bu mahkemede gelip yargılansalardı o günkü köşe yazarlarının atılan başlıkların hepsi tahlil edildiğinde görülecekti ki adeta darbe çığırtkanlığı yaptıkları anlaşılırdı” dedi.
O dönemki gazete manşetlerinin medya patronlarının bilgisi dahilinde olmadan bu tip başlıklar atılmasının mümkün olmadığını ifade eden Avukat Taylan “At sahibine göre kişner. Onların mahkemede huzura gelip bizim sorularımızı cevaplaması gerekirdi. Bütün milletin nezdinde 28 Şubat’ta paydaş olaraktan medyanın da bu organizasyonun içerisinde olduğu şeklinde kanaat oluştu. Diğer unsurlar yargılanmadan gerçekler açığa çıkmadan mahkemenin vereceği kararın toplum vicdanını rahatlatacağı kanaatinde değilim” dedi.
28 Şubat Davasının Üzeri Örtülüyor mu?
Türkiye Gazetesi Yazarı Nuri Elibol ise, '28 Şubat darbe girişiminin medya ve finans ayağı namusluca araştırılıp ortaya çıkarılsın. FETÖ ve Doğan'ı akıl hocaları generaller mi kullanmış? Onlar mı generalleri kullanmış? Bu sorunun cevabı adil, tarafsız ve bağımsız bir yargılama ile ortaya çıksın' çağrısında bulundu. Türkiye Gazetesi Yazarı Nuri Elibol, bugün köşesinde '28 Şubat davasının üzeri örtülüyor mu?' başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı:
'28 Şubat post modern darbesi, sonuçları, oluşturduğu tahribat, sebep olduğu yıkım ve mağduriyetler açısından 12 Eylül darbesinden daha tehlikeli ve yıkıcı olmuştur. Eğer 28 Şubat darbesi adam gibi sorgulanıp planlayıcı aktörlerinden yargı önünde hesap sorulabilseydi iddia ediyorum bu ülke AK Parti kapatma davasını, 367 garabetini, 27 Nisan e-muhtırasını, 17-25 Aralık darbe girişimini, Gezi kalkışmasını ve nihayet 15 Temmuz kanlı darbe girişimini yaşamazdı. Çünkü 28 Şubat'ın belirleyici ve karar verici aktörleri ile 17-25 Aralık'ı-Gezi kalkışmasını planlayan-PR'ını ve algı yönetimini yapan aktörler aynı aktörlerdir. Bu aktörlerden biri FETÖ elebaşıdır. FETÖ elebaşı, Amerikan Derin Devleti'nin, Alman istihbaratının ve İsrail'in bir numaralı adamıdır.
28 Şubat darbesinin medya ve iş dünyası ayağını organize eden ve koçbaşı görevi yapan isim de Aydın Doğan'dır. Aydın Doğan da Alman ve İsrail Derin Devleti ile madalyalarla ödüllendirilecek kadar içli ve dışlı bir isimdir. Doğan Medya Grubunun 28 Şubat sürecindeki rolü ve o dönemdeki operasyonel faaliyetlerinden dolayı henüz hesaba çekilmemiş olması 28 Şubat davasının en büyük eksikliğidir.
Terörist başı Gülen, 29 Mart 1997'de Samanyolu TV'deki mülakatında; 'Bugün Türkiye'yi idare edenler, gerekli performansı ortaya koyamadılar zannediyorum. Ülkemiz kriz içinde. Bu krizi, gücü temsil edenler önlemelidir. 'Bu hükümeti değiştirin demek' daha demokratik olur. Askeriye 'muhtıra verdi' diye suçlanmak isteniyor. Askerler isteselerdi; 'bu böyle olacak' diyebilirlerdi. Ama böyle yapmadılar ve oturup meseleyi altı saat mülahaza ettiler. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler' sözleriyle REFAHYOL Hükümeti'nin istifasıyla sonuçlanan MGK bildirisine övgüler diziyor.
Yine 16 Nisan 1997'de Kanal D'de; 'Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları şeylerden ötürü bazı çevrelerce antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Asker 'milletimizin güvenliğini sağlama sorumluluğumuz var' mülahazasıyla davranmıştır. 'Müdahale etmezsek tarih önünde suçlu oluruz' mülahazasıyla hareket edilmişse onlar masumdur. Konuya Fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşıldığında, içtihat hataları bir sevap da kazandırır' sözleriyle darbecilerin muhtıra vererek 'sevap' kazandıklarını iddia edecek kadar onlara destek veriyor terörist başı. Kayıtlarda, FETÖ elebaşının 28 Şubat müdahalesini haklı gösteren ve seçilmiş hükümeti istifaya çağıran onlarca açıklaması var.
'Refah bunalımı', 'Ya uy ya çekil', 'Çankaya Devrede', 'Gerekirse silah bile kullanırız', 'TOBB: Hükümet hemen bitmeli', 'Sivil toplum ayakta', 'Gülen de uyardı' ve 18 Nisan 1997 Cuma günü güya Türk basınının amiral gemisi Hürriyet gazetesinin manşeti. Gazete 'Beceremediniz artık bırakın' başlığı ve 'Fetullahçıların Lideri Fetullah Gülen, önceki gün Kanal D'de yaptığı ilginç açıklamalarda geçmişten örnekler vererek Refahyol'a emaneti iade edip çekilme çağrısında bulundu' alt başlığı ile FETÖ elebaşının destek sözlerini manşetine taşımıştı.
TBMM Muhtıraları ve Darbeleri Araştırma Komisyonu, Aydın Doğan'a 28 Şubat için ne düşündüğünü soruyor. Doğan'ın cevabı; 'Olağanüstü bir dönemdi. Sivil yönetim zaafa düşünce, koalisyon da kendi içinde sağlam değildi, siyasiler yönetemediği için askerler öne çıktı' oluyor. Hürriyet gazetesinin o günlerdeki 'Bu defa silahsız kuvvetler halletsin' manşetine çok pişkince 'sözler dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı'na ait. Biz resim çekip halkın önüne koyarız. Yorumu halk yapsın' cevabını veriyor. O dönemi olağanüstü hale getiren sizin medyanızın kesintisiz asparagas haberlerden oluşan yayınlarıydı. Siz askerlerin yanında değil de seçilmiş hükümetin yanında yer alsaydınız askerler öne çıkabilir miydi?
Rahmetli Erbakan'ın hiçbir açıklamasına yer vermezken, Tansu Çiller'in açıklamalarını görmezden gelirken, demokrasinin çanına ot tıkmaya kalkışan, seçilmiş hükümete ayar vermeye çalışan bir darbe heveslisi amiralin sözünü manşete taşımak zorunda mıydınız? Hani siz demokrasiden yanaydınız? Siz hep kafanıza koyduğunuz ve kurgulanmasında pay sahibi olduğunuz resmi çekip halkın önüne koydunuz. Beyaz TV'deki Med-Cezir programına bağlanan Doğan, 28 Şubat darbesi ile ilgili sorulara şu ilginç cevapları veriyor; 'MİT ve Emniyet bizi kullanmış olabilir ama haber kaynağımızın da kullandığı olmuştur bizi. Gazetecilerin hepsinin yazgısında vardır bu.' Ne kadar masumane değil mi?
Aydın Doğan; Refahyol Hükümetini kastederek 'ya onlar beni yakacaktı, ya ben onları. Sonunda ben onları yaktım' sözleriyle medyasının gücü ile neler yaptığını özetliyor zaten.
28 Şubat Darbesi ile ilgili 2011 yılında başlatılan, iki yıllık uzun bir soruşturma sürecinden sonra Haziran 2013'te davası açılan süreçle ilgili son durum şöyle: Tutuklu sanık yok. İddianameyi hazırlayan savcı FETÖ'cü çıktı. ByLock kullandığı tespit edildi. Şu anda cezaevinde. FETÖ kendi kurduğu tuzağın iddianamesini de kendisi hazırlamış oldu. FETÖ'nün hazırladığı iddianameden FETÖ'cülere ve onlara destek verenlere bir zarar gelmesi düşünülemezdi. Güya dava devam ediyor. 6-8 Eylül'de 90'ıncı duruşması görülecek. Karar aşamasına yaklaşıldı. Kesinlikle bu dava yeniden açılmalı. FETÖ'nün kendi hazırladığı darbenin sadece siyasi ve askeri ayağını kapsayan bu iddianame medya ve finans ayağını kapsayacak şekilde yeniden açılmalıdır. HSYK ve Başsavcılar bu oldubittiye göz yummamalı. Bu soruşturma hakkı ile yapılmadan 17-25 Aralık girişiminin-Gezi kalkışmasının ve 15 Temmuz darbe girişiminin perde arkası karanlık kalacaktır.
28 Şubat darbesi yüzünden hayatı karartılan; itilen-kakılan neredeyse bütün özlük hakları ellerinden alınan, işini kaybeden, 'yeşil sermaye' etiketi ile zora sokulan-batırılan, operasyon çekilen mağdur bir neslin hesabı ahirete mi kalacak? Suçlular kim?
28 Şubat darbe girişiminin medya ve finans ayağı namusluca araştırılıp ortaya çıkarılsın. FETÖ ve Doğan'ı akıl hocaları generaller mi kullanmış? Onlar mı generalleri kullanmış? Bu sorunun cevabı adil, tarafsız ve bağımsız bir yargılama ile ortaya çıksın.'
28 Şubat'ın Hesabı Sorulmayacak mı?
Türkiye Gazetesi Yazarı Yücel Koç da, 28 Şubat sürecinin sorumlularından hesap sorulması gerektiğini belirterek, 'Millete silah doğrultan, ülkeyi laik-dindar diye bölen, 'milli' olanı perişan eden, Hazine'yi soyan, Türkiye'yi Batılı sahiplerine peşkeş çekmek için yapmadıklarını bırakmayan asker ve sivil sorumlulara hesap sorulmayacak mı?' dedi. Türkiye Gazetesi Yazarı Yücel Koç, bugün '28 Şubat'ın hesabı sorulmayacak mı?' başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı:
'Her şerden bir hayır çıkar ya...Aydın Doğan iyi ki tetikçisini üstümüze saldı. Yoğun gündemde dikkatimizden kaçırılan çok önemli bir davayı, tam da üzeri kapatılmaya çalışılırken kamuoyuna hatırlatmak bize nasip oldu. En azından üzerimize düşeni yaptık, vebalinden kurtulduk.
Bir arpa boyu mesafe alınamayan 28 Şubat davasının detaylarını geçen hafta Nuri Elibol yazdı.
Vaziyet ibretlik Türk halkının cebinden en az 200 milyar doların hortumlandığı, beyaz Türkler ve FETÖ'ye rakip tüm şirketlerin 'yeşil sermaye' diye batırıldığı, bu şirketlere 'bizim' diye sahip çıkan yüz binlerce insanın 'dindarlara sahip çıkarsan sonun böyle olur' diye mağdur edildiği, 'Taksiler ve belediye otobüsleri de kamusal alan, türbanlılar binmesin' kepazeliklerinin tartışıldığı, 'Bu nüfus Türkiye'ye zaten fazla. 30 milyonu eksilse ne olur?' tehdidiyle muhafazakarlara gözdağı verildiği, kadınlarımızın, kızlarımızın Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit gibi alçak profilli siyasetçiler, onları iş başına getiren Aydın Doğan'ın gazeteleri-televizyonları ve omzu kalabalık paşalar tarafından aşağılandığı, başörtülülere, dindarlara; sokakta, okulda, her yerde her türlü hakaretin edildiği, on binlerce kişinin 'irtica' yaftasıyla işsiz kaldığı, darbecilere direnmeye çalışan yazarların kalemlerinin elinden alındığı, halkın oylarıyla iş başına gelen hükümetlerin yıkılıp, partilerin kapatıldığı, bu darbenin yol açtığı ağır ekonomik krizle binlerce iş yerinin battığı, milletin umut olarak gördüğü Recep Tayyip Erdoğan'ın uydurma bahanelerle hapse atıldığı, velhasıl, görünüşte laik Atatürkçü, gerçekte Batı'nın uşağı darbecilerin, PKK'nın, FETÖ'nün değil, milletin çanına ot tıktığı, memleketi soyup soğana çevirdiği bir postmodern darbeye ilişkin davadan bahsediyoruz.
Trajik durum şu; 28 Şubat mağdurlarının kurduğu, 28 Şubat mağduru vatandaşın oylarıyla iktidara taşıdığı AK Parti'ye rağmen, 28 Şubat Darbesi soruşturması 2011'de başlayabildi. İki yıllık uzun bir soruşturmadan sonra, Haziran 2013'te dava açılabildi. Tam da Gezi'nin başladığı günler!..
28 Şubat'ta Aydın Doğan'la, laik Kemalist paşalarla ittifak yapan FETÖ, burayı boş bırakır mı? Elbette bırakmadı.
O dönem yaptığımız onca baskıya rağmen, sivil ayak, iddianameye tek kelime yansımadı.
Büyük bir umutla salona koşan mağdurlar ve yakınları, karşılaştıkları lakayıtlık karşısında dondu kaldı.
103 sanıklı davada bugün bir tek tutuklu bile kalmadı.
İddianameyi hazırlayan savcı ise ByLock'tan cezaevinde
Dün 90'ıncı duruşması görülen dava, hiçbir sonuca varmadan kapanmak üzere
Şimdi söyleyin;
Millete silah doğrultan, ülkeyi laik-dindar diye bölen, 'milli' olanı perişan eden, Hazine'yi soyan, Türkiye'yi Batılı sahiplerine peşkeş çekmek için yapmadıklarını bırakmayan asker ve sivil sorumlulara hesap sorulmayacak mı?
Sadece İhlas'a, Enver Ağabey'e yaptıklarını ortaya döksek bile ne mal oldukları ortaya çıkacak bu darbecilere göz yummak, bu davanın üstünü kapatmak vicdanları yaralamayacak mı?
Şunu bilin ki, siz kapatmaya çalışsanız bile, biz bu milletin hakkını alana kadar susmayacağız...
Mutlaka dikkatinizi çekmiştir
FETÖ elebaşını koruyup kollayan ABD, geçtiğimiz günlerde bir rapor yayınladı.
Raporda, 'Türkiye'de tarikat ve cemaatler yasaklansın, Ayasofya cami olmasın' deniliyordu.
Hiç şaşırtıcı olmayan biçimde, Doğan Grubu hemen hareketlendi.
Namaz kılan otobüs şoförü, şalvarlı asker, Atatürk heykeline saldırılar, Menzil Şeyhi'nin torununa görkemli taht yalanı gibi haberlerle 28 Şubat'ı hortlatma çabaları hızlandı.
Bir de Türkiye'nin yüzde 40'ı ensest iftirasıyla dindar Türk toplumunu aşağılama çabası
Üstelik, patronlarının porno yayıncılıktan hüküm giydiğini göz ardı ederek
'Bu toplum bozulduysa bile en büyük müsebbibi sizsiniz' diyen yok nasılsa
Bunlar böyle
FETÖ gibi hiç boş durmazlar
Milletin, ülkenin aleyhine ne yapabiliyorlarsa sonuna kadar zorlarlar
Hep başkalarını ülke yönetimine göz dikmekle suçlarlar, oysa gerçekte kendi iktidarlarını korumaya çalışırlar.
Birini hedef seçmişlerse hem onu bitirirler, hem de faturayı mağdur ettiklerine kesip, suyun üstüne çıkıverirler
Şimdi yapmaya çalıştıkları da eski alışkanlıklarının devamı
İstiyorlar ki, manşetleri, köşeleri eskisi gibi belirleyici olsun.
İktidar, bunun ABD'nin, Almanya'nın, İsrail'in talimatı olduğunu bilsin, kendine çekidüzen versin.
Onlar ne istiyorsa, o şekilde hareket etsin
Haklılar tabii
Bugüne kadar işledikleri hangi günahın, ülkeye-millete verdikleri hangi zararın hesabını verdiler ki
Şimdi gelsin yeni 28 Şubat'lar
Ama bu millet, bir daha izin verir mi?
Onu da yaşayıp öğrenecekler
2009 Temmuz'u
Alman Büyükelçiliğinin Tarabya'daki yazlık rezidansı, çok özel bir tören için hazırlandı.
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan, Almanya Federal Cumhuriyeti tarafından Federal Liyakat Nişanı ile onurlandırıldı.
Aydın Bey, gamalı haç şeklindeki nişanı, göğsüne büyük bir gururla taktı.
Büyükelçi Eckart Cuntz, politik, ekonomik, kültürel ve manevi (!) alanlardaki başarıyı ödüllendirmek üzere verilen birinci sınıf Federal Liyakat Nişanı olduğunu anlattı.
Kasım 2016
Almanya'nın ödüllendirdiği bir başka isim Can Dündar...
MİT tırı ihanetinden serbest kalır kalmaz, soluğu Almanya'da aldı.
Hakkında tekrar yakalama kararı çıkarılan Dündar, Almanya Cumhurbaşkanı Gauck tarafından sarayda ağırlandı.
ABD'nin bayrağına dolanmış yatarken fotoğraflar da paylaşan Dündar, şu günlerde Türkiye düşmanlığıyla oy toplamaya çalışan Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı Schulz'dan da Gustav Heinemann Ödülü aldı.
Farkındaysanız, Can Dündar'a gösterilen ihtimam, Doğan'la mukayese edildiğinde hayli zayıf
Fransa'nın, 'Paris fahri hemşehrisi' nişanı vermesi gibi uyduruk ödüller
Eee!
Almanya, en büyük nişanı Aydın Doğan'a verdiğine göre, herhalde vardır bir bildiği'
28 Şubat davası duruşmaları
28 Şubat soruşturması manşetlerimiz
28 Şubat süreci manşetlerimiz
28 Şubat davasında 'paralel' tartışması
28 Şubat iddianamesinde arama yap
(10 Eylül 2017, 14:47)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: