Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimine ilişkin 156'sı Kara Harp Okulu öğrencisi, 8'i rütbeli 164 sanık hakkında açılan davaya başlandı.
06.05.2017 12:12 Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimine ilişkin 156'sı Kara Harp Okulu öğrencisi, 8'i rütbeli 164 sanık hakkında açılan davaya başlandı.
02.05.2017 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesinin, Sincan Cezaevi kampüsü içindeki duruşma salonunda gördüğü davanın duruşmasına sanıklar ile avukatları katıldı.
İddianamenin özetlenmesinin ardından sanık savunmalarına geçildi.
Davanın öğleden sonraki bölümünde savunma yapan sanık eski üsteğmen Hasan Ali Seyrek, cuntacı komutanlar tarafından kandırıldıklarını belirterek, "Darbeciler bizi, halk ve polisle karşı karşı karşıya getirerek çatıştırmak istedi." dedi. Seyrek, darbe girişiminden dört gün önce Kara Harp Okuluna atandığını, bu nedenle karargahtaki birçok kişiyi tanımadığını belirtti.
Merkez Orduevinde bulunduğu sırada, 3. Bölük Komutanı Ahmet Önder Biberoğlu'nun kendisini arayarak karargaha gelmesi için emir verdiğini anlatan Seyrek, okula geldiğinde Biberoğlu'nun teçhizat ve silah almasını istediğini savundu.
Seyrek, "Onun emriyle yerdeki piyade tüfeklerinden rastgele birini aldım. Karargah bahçesinde beklemeye başladık. Saat 02.00'de albay rütbeli bir şahıs bahçede bizi topladı. Harp Okulunun rütbeli personeli ile bölük komutanı Nadir Özsoy, Ahmet Önder Biberoğlu ve diğer bölük komutanları da oradaydı." dedi.
Söz konusu albayın kendisinin de aralarında bulunduğu takım komutanlarına görev verdiğini anlatan Seyrek, Rıdvan Bozdemir ile 4 Nolu nizamiyede bulundukları sırada askerin tören alanında toplanması için alarm verildiğini ifade etti.
Bu alana geldiklerinde kursiyer subayların 15'erli gruplar halinde helikopterlere bindirildiğini gördüğünü dile getiren Seyrek, ismini bilmediği bir yarbaya öğrencilerin nereye gönderildiğini sorduğunu, bunun üzerine yarbayın da "Fazla konuşma" diyip kolundan iterek kendisini helikoptere bindirdiğini iddia etti.
Kursiyer öğrencilerle saat 03.00'te Genelkurmay Başkanlığı Karargahına getirildiklerini ifade eden Seyrek, bu sırada içeriden ve dışarıdan ateş edildiğine şahit olduğunu söyledi.
Rütbelilerden birine neler olduğunu sorduğunda, kendisine DEAŞ'ın karargahı basacağına dair istihbarat aldıklarının söylendiğini bildiren Seyrek, bunun üzerine terör saldırısına karşı karargahın güvenliğini sağlamak için getirildiklerini düşündüğünü kaydetti.
Sanık Seyrek, şöyle devam etti:
"Kursiyerlerle 04.30'a kadar bekledik. Bilgi almak için karargah hizmet taburuna doğru gittiğimde Özel Kuvvetler Komutanlığından bir asker bana silah doğrultarak, gitmeme engel oldu. Yaşanan gelişmelerin bir terör saldırısı olmayabileceğini düşünerek kursiyerleri, kışla hizmet taburuna çekerek, onlara zarara gelmemesini sağladım. Üsteğmen Salim Başaran kursiyerleri hizmet taburuna çektiğimi görünce beni tehdit ederek, bölgenin açıkta kaldığını, kursiyerleri geri çekmememi söyledi. Ben de emirlerinin geçersiz olduğunu, bu işin doğru olmadığını, kursiyerleri çekmeye devam edeceğimi söyledim. Bunun üzerine Salim Başaran elindeki MP5 silahı göstererek beni tehdit etti."
"Polisten yardım istedik"
Başaran ile girdikleri tartışmadan sonra kursiyerlerin silah ve mühimmatlarını hizmet taburuna teslim ettiğini söyleyen Seyrek, kursiyerlerden birinin polis akrabasına telefonla ulaşarak kandırıldıklarını, zorla bulundukları yere getirildiklerini söylediğini aktardı.
Karargahtan güvenilir bir şekilde ayrılmaları için söz konusu polisten yardım istediklerini ifade eden Seyrek, polis akademisi tarafındaki nizamiyeye giderek, buradan akademiye ulaştıklarını kaydetti.
Genelkurmay Karargahında bulunduklarında polis ve vatandaşlara ateş etmediklerini iddia eden Seyrek, olayları önlemek için elinden gelen gayreti gösterdiğini savundu.
İradesi dışında gelişen olayların içine çekildiklerini öne süren Seyrek, "Kandırılarak helikopterlere bindirildik. Darbeciler bizi, halk ve polisle karşı karşı karşıya getirerek çatıştırmak istedi. Darbe girişimini anladığım andan itibaren cuntacılara asla prim vermeyerek şaşkın ve suçsuz kursiyerleri olay yerinden uzaklaştırmak için elimden geleni yaptım. Türk milletinin namusunu ve şerefini korumakla görevli bir subay olarak 'FETÖ'cü darbeci' olarak suçlanmayı asla kabul etmiyorum." şeklinde konuştu.
"Tek suçum, yanlış zamanda yanlış yerdeydim"
Sanık eski yüzbaşı Kenan Çakar da darbe girişiminden önce Kara Harp Okulu İstihbarat Kısım Amirliğinde görev yaptığını belirtti.
15 Temmuz'da evinde bulunduğu sırada uçakların alçaktan uçmasının ardından İstanbul'daki köprülerin askerler tarafından tutulduğunu televizyondan izlediğini anlatan Çakar, ilerleyen saatlerde birinci sicil amirinin emri ile Kara Harp Okulu karargahına geldiğini ifade etti.
Kara Harp Okulu öğrencilerinin de karargaha gelmesi için onlara mesaj atması yönünde emir aldığını iddia eden Çakar, "Bu gelişmeler olurken Albay Rafettin Öztürk de orada bulunuyordu ve kendisi şu an görevindedir. Bana kursiyerlerin çağrılması için 23.00 sıralarında emir verildi ancak ben bu çağrı mesajını saat 00.30'da gönderdim. Eğer darbecilerin tarafından olsaydım mesajı, emri ilk aldığım anda atardım." ifadelerini kullandı.
Emir üzerine attığı mesaj nedeniyle yargılandığını savunan Çakar, "Bu durumun hukuk ve vicdan açısından sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Kanunsuz bir emri uygulamadım, bu şekilde de bir emir vermedim." iddiasında bulundu.
Genelkurmay Başkanlığı Karargahından silah seslerinin gelmesi üzerine alarm verildiğini belirten Çakar, toplanma alanına gittiğinde teçhizatlı askerler ile helikopterleri gördüğünü söyledi.
Burada eski Kara Harp Okulu Kurmay Başkanı Albay İlhami Polat'ın alanda hazır bekleyen personeli kontrol ederken gördüğünü anlatan Çakar, şunları kaydetti:
"Aslında bütün mesele yanlış zamanda yanlış yerde olmak. Başka suçum yok. İlhami Polat bizi helikoptere bindirdi. Nereye gideceğimizi söylememişti. Helikopterden inerken Genelkurmay Başkanlığı karargahı olduğunu anladım, başka bir helikopterden bize ateş açıldı. Burada bir askere ne olduğun sordum, saldırı olduğunu karargahı koruyacağımızı söyledi. Sabah saatlerine kadar hiçbir olaya karışmadan, kimseye zarar vermeden bekledik."
Kursiyer subayların, yargılanmasını doğru bulmadığını savunan Çakar, "Onların burada olmaması gerekiyordu. Benzer bir durumu yaşayan Hava Kuvvetleri Komutanlığındaki kursiyerler şu an dışarıdalar. Buradakiler ise 10 aydan beri tutuklu." diyerek savunmasını tamamladı.
Duruşma yarına ertelendi.
03.05.2017 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsündeki mahkeme salonunda görülen davanın duruşmasında savunma yapan sanık eski yüzbaşı Hakan Güreşci, İzmir Maltepe Askeri Lisesi Komutanlığında görevli olduğunu, geçici görevlendirme ile 26 Temmuz'a kadar Kara Harp Okuluna gönderildiğini belirtti.
İstanbul'daki köprülerin askerler tarafından kapatıldığını televizyondan izlediğini dile getiren Güreşci, bir süre sonra sanık eski yüzbaşı Halil Öztürk'ün kendisini arayarak Mamak 28. Mekanize Tugayına katılma emrini aldığını söylediğini aktardı.
Bunun üzerinden gelişmeler hakkında bilgi almak için Kara Harp Okuluna gittiğini ifade eden Güreşci, ilerleyen saatlerde verilen alarm üzerine tören alanında gittiğini, burada bir albayın sıraya geçmeleri için emir verdiğini anlattı.
Albayın emriyle kursiyer subaylarla alandaki helikoptere 15'erli gruplar halinde bindirildiklerini belirten Güreşci, kısa bir süre sonra Genelkurmay Başkanlığı Karargahına getirildiklerini kaydetti.
Karargahta sivillerin olduğunu, bu kişileri dışarı çıkmaları için ikna ettiklerini savunan Güreşci, sivillerin karargahı terk etmesinden sonra sabaha kadar beklemeye başladıklarını söyledi.
Bu süre zarfında sivillere karşı silah kullanmadıklarını, kötü muamelede bulunmadıklarını iddia eden Güreşci, buldukları ilk fırsatta karargahtan kaçarak Polis Akademisine sığındıklarını sözlerine ekledi.
"Fotoğraflardaki ben değilim"
Sanık eski yüzbaşı Halil Öztürk de üzerine atılı suçlamaları reddettiğini belirterek, İzmir Maltepe Askeri Lisesinde görevliyken bir aylığına Kara Harp Okuluna geçici olarak gönderildiğini savundu.
Görevinin üçüncü haftasına denk gelen 15 Temmuz'da mesaisini tamamladıktan sonra birlikten çıktığını belirten Öztürk, saat 22.00 sıralarında kendini üsteğmen olarak tanıtan birinin telefonla aradığını ve harekat merkezinin 28. Piyade Tugayına katılması emrini ilettiğini söyledi.
Yüzbaşı Güreşçi ile görüştükten sonra Kara Harp Okuluna gitmeye karar verdiklerini anlatan Öztürk, buraya geldikten bir süre sonra eski Kara Harp Okulu Kurmay Başkanı Albay İlhami Polat'ın verdiği emirler çerçevesinde helikoptere bindiklerini ifade etti.
Genelkurmay Başkanlığına indirildiklerini, yarbay rütbeli bir kişinin çevre emniyetini sağlamalarına yönelik emir verdiğini belirten Öztürk, sonrasında Güreşci ile karargahın bahçesinde buluştuklarını ve sabaha kadar burada beklediklerini ileri sürdü.
Sabah saatlerinde Güreşci'nin kardeşiyle görüşmesi ve meşru bir durum içinde olmadıklarını söylemesi üzerine alandan uzaklaşmaya çalıştıklarını ancak dışarı çıkamadıklarını savunan Öztürk, bir süre sonra nizamiyeden askerlerin çekilmesiyle polise sığındıklarını kaydetti.
Olay gecesi Genelkurmay Başkanlığında çekilen bazı fotoğraflardaki kişinin kendisi olmadığını, kendisi gibi bir çok askerin hain emeller içinde kullanılmaya çalışıldığını öne süren Öztürk, "Milletime karşı herhangi bir hukuksuz eylem içine girmedim." savunmasını yaptı.
"Subay bizi vurmakla tehdit etti"
Sanık kursiyer Teğmen Abdulkadir Berk de Kara Harp Okulunda bulundukları sırada silah seslerinin geldiğini, bunu üzerine rütbelilerin kendilerini yemekhane götürdüklerini söyledi.
Daha sonra bir subayın tören alanında toplanmaları için emir verdiğini anlatan Berk, "Tören alanında buranın güvenli olmadığını, daha güvenli bir yere götürüleceğimizi söylediler. Bizi rastgele gruplar halinde helikoptere bindirdiler. Geldiğimiz yerin Genelkurmay Başkanlığı Karargahı olduğunu sonradan öğrendim." dedi.
Helikopterin bulundukları yere rastgele ateş ettiğini ifade eden Berk, Üsteğmen Hasan Ali Seyrek'in yanlarına gelerek, "Burası güvenilir değil, bizi kandırdılar" diyerek kendisi gibi kursiyer subayları hizmet binasına götürdüğünü anlattı.
Burada karşılaştıkları bir subayın karargahtan ayrılmaları halinde kendilerine ateş etmekle tehdit ettiğini savunan Berk, "Bunun üzerine üsteğmen Seyrek, lavaboya götürme bahanesiyle bizi gruplar halinde çıkaracağını söyledi. Daha sonra Polis Akademisine sığındık." ifadesini kullandı.
"Öğrencileri dağıt, burayı savunsunlar"
Eski teğmen Rıdvan Bozdemir de geçici görevle 6 aylığına Kara Harp Okuluna geldiğini ve takım komutanı olduğunu belirtti.
15 Temmuz'da orduevinde bulunduğu sırada İstanbul'da tankların köprüyü kapatmasını izlediğini ve terör saldırısına karşı güvenlik tedbiri olabileceğini düşündüğünü söyledi.
Televizyondaki bir alt yazıda Başbakan Binali Yıldırım'ın "kalkışma olduğu" ifadesini gördüğünü ifade eden Bozdemir, kısa bir süre sonra arkadaşı Fatih Göktaş ile göreve çağrıldıklarını savundu.
Okula geldiğinde her şeyin normal gözüktüğünü ancak saat 02.40 civarında eski Albay İlhami Polat'ın kursiyerleri güvenlikli bir bölgeye götürmesi için emir verdiğini, buna rağmen 02.50'de Genelkurmay Başkanlığı güney nizamiyesine indirildiklerini aktardı.
Silah seslerini duyduğunu anlatan Bozdemir, tanımadığı bir binbaşının "öğrencileri dağıt, burayı savunsunlar" diye emrettiğini, bu sırada nizamiyedeki askerlerin dışarı çıkıp havaya ateş ettiklerini kaydetti.
Durumdan şüphelendiği için binbaşıya üzerinde mühimmatının bulunmadığını söylediğini bildiren Bozdemir, o günkü kaos ortamında öncelikli görevinin personelin emniyetini sağlamak ve hukuksuz durumun önüne geçmek olduğuna karar vererek bodrum katındaki bir odaya girdiklerini anlattı.
Burada personelin silah ve teçhizatını çıkarttığını belirten Bozdemir, hiçbir olaya karışmadıklarını ve bodrum katındaki mescitte beklediklerini, sonrasında polise sığındıklarını sözlerine ekledi.
"Genelkurmay'a geldiğimizi askerler söyledi"
Sanık kursiyer Teğmen Ahmet Demir de Afyonkarahisar'da gerçekleştirilecek tatbikat için getirilen kumanyaları almak amacıyla tabur binasına gittikleri sırada üsteğmen Ahmet Önder Biberoğlu'nun "silah başına alarmı" verdiğini anlattı.
Bunun üzerine eğitim silahlarını alıp otoparka gittiklerini kaydeden Demir, terör olayı yaşandığı, açık alanda beklemelerinin tehlikeli olacağının söylenmesi üzerine yemekhaneye geçtiklerini dile getirdi.
Demir, "03.00 civarı güvenli bölgeye götürmek için tören alanına topladılar. Okulun güvenli olmadığı söylendi, gruplar halinde helikopterlere bindirildik. 5-10 dakika havada kaldıktan sonra bize bir yere bıraktılar. Genelkurmay Başkanlığı olduğunu indikten sonra askerlerden öğrendim." dedi.
Silah sesleri üzerine bir yere saklanıp çıkmadığını öne süren Demir, saat 05.00 civarı Üsteğmen Hasan Ali Seyrek'in buranın güvenli bölge olmadığını, aldatıldıklarını söylediğini iddia etti.
Demir, Seyrek'in kursiyerlerin tek tek hizmet binasına geçmesini istediğini ifade ederek, bunun üzerine hizmet binasına gitmek için harekete geçtiğinde bir albay tarafından önlerinin kesildiğini ve geri dönmelerinin istendiğini belirtti.
Ahmet Demir, durumu üsteğmen Seyrek'e anlattığını, onun da albaya yalan söyleyerek hizmet binasına geçmelerini sağladığını iddia etti.
Polisi aradıklarını ancak bulundukları alana onlar gelemeyince TÜİK binasına geçtiklerini daha sonra polis gelince silahlarını bırakarak onlara sığındıklarını savundu. Demir, üzerine atılan suçlamaları kabul etmeyerek, FETÖ ile bir bağlantısı bulunmadığını öne sürdü.
"Genelkurmay'a saldırı var denildi"
Sanık kursiyer teğmen Adnan Elçiboğa da sınıf öğretmenliği mezunu olduğunu, 2015'te sözleşmeli subaylık sınavını kazandığını belirterek, intibak eğitimi için Kara Harp Okulunda bulunduğunu söyledi.
Genelkurmay Başkanlığından silah seslerinin gelmesinin ardından tanımadığı bir subayın "seferberlik hali" ilan edildiğini söylediğini aktaran Elçiboğa, "Tören alanında bizi helikoptere bindirerek Genelkurmay Başkanlığına getirdiler. 'Buraya saldırı var, koruyacaksınız' denildi. Dışarıda ateş ediliyordu. Bulunduğumuz yerden hiç çıkmadık. Daha sonra arkadaşlarla Polis Akademisine kaçtık." savunmasını yaptı.
Benzer savunma yapan sanık kursiyer teğmen Anıl Aysel de FETÖ üyesi olmadığını, darbe girişiminde yer almadığını belirterek tahliye talebinde bulundu.
04.05.2017 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında Kara Harp Okulunda yaşanan eylemlere ilişkin, aralarında kursiyer subayların da bulunduğu 164 kişinin yargılandığı dava, sanık savunmalarıyla devam etti.
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsündeki mahkeme salonunda görülen davanın duruşmasında savunma yapan sanık sözleşmeli subay adayı Bekir Yıldırım, işletme bölümünden mezun olduktan sonra sözleşmeli subaylık için girdiği sınavları kazandığını, İzmir'de eğitim gördükten sonra intibak için Kara Harp Okuluna gönderildiğini söyledi.
Yıldırım, 15 Temmuz akşamı yat içtimasından sonra alarm verildiğini belirterek, bunun üzerine şarjörsüz tüfeğini alarak toplanma alanına geçtiğini anlattı.
Uçakların alçaktan uçması nedeniyle burada yapılan konuşmaları duyamadığını savunan Yıldırım, o an için kursiyer subaylar olarak ne yapacaklarına dair bir fikirlerinin olmadığını ifade etti.
Tanımadığı subayların terör saldırısı ihtimaline karşı kendilerini daha güvenilir bir bölgeye sevk edileceklerini söylediklerini aktaran Yıldırım, bunun üzerine bulundukları yerden, helikopterlerin havalanacağı tören alanına geldiklerini söyledi.
Komutanlarının burada rastgele kursiyer subaylardan gruplar oluşturduklarını anlatan Yıldırım, "Bir rütbeli, daha güvenilir bir bölgeye götüreceklerini söyleyerek bizleri 15'erli gruplar halinde helikoptere bindirdi. Kısa bir uçuştan sonra indiğimiz yer, duvarlarla çevrilmiş bir alandı. Buranın Genelkurmay Başkanlığı karargahı olduğunu sonradan öğrendik." diye konuştu.
"Bizi ölüme atan komutanlara karşı gelemezdik"
Karargahta silah sesleri geldiğini, nizamiye bölgesinde içeri girmeye çalışan halkı gördüğünü söyleyen Yıldırım, kanunsuz bir emre muhatap olmamak için arkadaşlarıyla o bölgeden kaçmaya çalıştıklarını ancak Özel Kuvvetler Komutanlığında (ÖKK) görevli askerler tarafından engellendiklerini iddia etti.
Üsteğmen Hasan Ali Seyrek'in yanlarına gelerek, "Çocuklar bizi kandırdılar, buradan kaçmamız gerekiyor" dediğini aktaran Yıldırım, tuvalete gitme bahanesiyle hizmet taburuna geldiklerini, daha sonra korkuluklardan atlayıp polise sığındıklarını ifade etti.
Polis Akademisinde tanık sıfatıyla ifade verdiklerini belirten Yıldırım, şöyle devam etti:
"Buradaki polisler suçumuzun olmadığını söyleyerek iki gün bize çok iyi davrandılar. Daha sonra TEM polisleri bizi buradan alarak bir spor salonuna getirdi. İnsanlık dışı muamelelerde bulundular. Zorunlu askerlik vazifesini bile yapmayan, sadece 4 aylık kursiyerlik geçmişi olan biriyim. Darbenin ne olduğunu bilmiyorum. O gün bizi ateşe atan, ölüme terk eden komutanlara karşı gelmemiz mümkün değildi. Buna rağmen kanunsuz bir işin parçası olmamak adına oradan kendi imkanlarımızla kaçtık. Kimlik tespiti dışında iddianamede ismim geçmiyor. Tahliyemi istiyorum."
"Bizi ölümün ortasına atmışlardı"
Sanık sözleşmeli subay adayı Bilal Eken de vatan ve millet aşkı için askerlik mesleğini seçtiğini ancak iradesi dışında gelişen olaylar nedeniyle darbeci ilan edildiğini savunarak, buna sebep olan komutanlarından şikayetçi olduğunu ifade etti.
Helikopterle Genelkurmay Başkanlığı karargahına geldiklerinde buradaki çatışma ve kaosa şahit olduklarını anlatan Eken, "Bizi bu şekilde ölümün ortasına atmışlardı. Kimin vatan haini, kimin bunlara karşı olduğunu bilmiyorduk. Bir grup arkadaş ile buradan kaçarak hizmet bölük binasına sığındık." dedi.
İddianamede darbenin başarısız olması nedeniyle teslim olduklarına yönelik tespiti kabul etmeyen Eken, karargahta çatışmalar devam ettiği sırada darbecilerden kaçarak polise sığındıklarını savundu.
"Darbeci olmadığımızı ve darbeye destek vermediğimizi gören karargahtaki bazı askerler bize silah doğrulttu." diyen Eken, "Askerlik mesleğini geleceğimi güvence altına almak, vatanıma ve milletime borcumu ödemek, ailemi gururlandırmak için seçtim. Vatan haini olmak için seçmedim. Ben ve arkadaşlarım darbe talimatı almadık. Sorumlu olup da sorumsuz gibi davranan subaylardan şikayetçiyim." ifadelerini kullandı.
"Kaçmamıza mani oldular"
Sanık sözleşmeli subay adayı Barış Yalçın ise eski Kara Harp Okulu Kurmay Başkanı İlhami Polat'ın tören alanında bulunan kursiyer subaylara sıkıyönetim ilan edildiğini söylediğini, emir üzerine şarjörsüz tüfeklerini alarak otoparka gittiklerini anlattı.
Burada helikopterlerle güvenilir bölgeye sevk edileceklerinin bilgisini aldıklarını ifade eden Yalçın, şöyle devam etti:
"Komutanlar tarafından helikopterlerle güvenilir bölgeye sevk edilecektik. Ancak indirildiğimiz yer Genelkurmaydı. Tanklar nizamiyeyi tutmuştu, silah sesleri geliyordu. Özel Kuvvetler Komutanlığından bir rütbeli, kim olduğumuzu sordu. Öğrenci olduğumuz söyledik. Bizi Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bakan nizamiye götürdü. Sabaha kadar orada bekledik. Durumdan şüphelenip çıkmak istedik ancak silahlı askerler bize mani oldu. Daha sonra bir yolunu bulup Polis Akademisine geçtik. Silahımız boştu, kimseye ateş etmedik."
ByLock kullanıcısı olduğu iddialarını kabul etmeyen Yıldırım, hayatı boyunca hiçbir terör örgütüne yakınlık duymadığını savunarak, tahliyesini talep etti.
"İçeri girmek isteyenleri vurun"
Sanık sözleşmeli subay adayı Batıkan Türkdönmez, Genelkurmay Başkanlığı karargahına getirildiklerinde kendilerini karşılayan bir üsteğmenin, içeri girmek isteyen sivillere ateş etmeleri için kendilerine emir verdiğini belirterek, "Ancak bu kişi amirimiz değildi ve verdiği kanunsuz emri hiçbir şekilde uygulamadık. Bunun üzerine şarjörlerdeki mühimmatları çıkardım. Bulduğum ilk fırsatta bir sütrenin arkasına saklandım. Daha sonra Üsteğmen Hasan Ali Seyrek, yanımıza gelerek kanunsuz bir işin içine çekilmek istendiğimizi söyleyerek bizi ilk fırsatta oradan çıkaracağını anlattı. Akabinde gruplar halinde Seyrek'in öncülüğünde oradan kaçtık." savunmasını yaptı.
"Gazi bir babanın oğluyum"
Sanık sözleşmeli subay adayı Batuhan Kaya da babasının gazi olduğunu, çocukluğundan beri subay olmak istediği için sözleşmeli subaylık sınavına girdiğini söyledi.
Başarılı olduktan sonra eğitim için önce İzmir Menteş, ardından Ankara'ya geldiklerini anlatan Kaya, "Harp Okulunda dördüncü ayımızdı. 15 Temmuz akşamı yaşanan gelişmeler üzerine burada güvende olmayacağımızı söyleyen komutanlarımız, bizi güvenli bölgeye götürme bahanesiyle Genelkurmay Başkanlığına getirdiler. Sürecin bu şekilde gelişmesinde, daha asker bile sayılamayacak bizlerin katkısı olması mümkün değildir." diye konuştu.
Ordu içindeki katı hiyerarşik yapı nedeniyle üst rütbeli askerlerin bile emir komutayı sorgulamaya yetkili olmadığını ifade eden Kaya, "Kaldı ki daha rütbe hak etmemiş bizler, eğitim sürecinde olan kursiyer öğrencileriz. Bu konumda olan birinin, kendisine emir veren albayın kararlarını sorgulamasını beklemek gerçekçi olmayacaktır." dedi.
Emekli bir generalin oğlu olarak hayatı boyunca hiçbir illegal örgütle ilişkisinin olmadığını, vatanına ve değerlerine sadık olduğunu söyleyen Kaya, "Eğitim süresi boyunca gördüğümüz rütbelilere selam duruyorduk. Şunu vurgulamalıyım ki bu selam, o şerefli üniformayaydı, içindeki hainlere değildi." ifadelerini kullandı.
Duruşmanın öğleden sonraki bölümünde savunma yapan sanık kursiyer Erdem Duman, akşam alarm verilmesi üzerine toplanma alanına geldiklerinde tanımadığı bir komutanın "TSK ülke yönetimine el koydu. Artık askeri kanunlar geçerlidir." dediğini aktardı.
Bu durum karşısında şaşkınlık yaşadıklarını dile getiren Duman, yine tanımadıkları başka komutanların, güvenli bir bölgeye sevk edileceklerini söyleyerek kendilerini helikopterlere bindirdiklerini ifade etti.
Kısa bir süre sonra Genelkurmay Başkanlığına iniş yaptıklarını anlatan Duman, şöyle devam etti:
"Üzerimizde mühimmat yoktu. Her tarafta çatışmalar vardı. Kendimizi korumak için sabaha kadar bir bölgede bekledik. Üsteğmen Hasan Ali Seyrek bizi buradan çıkaracağını söyledi. Komutanımızın eşliğinde ilerlerken bir bordo bereli bize silah doğrultularak, yerdeki silahları alarak halka ateş etmemizi istedi ancak bunu kabul etmedik. 'Benim abim de polis, ateş etmem' dedim. Daha sonra karargahın arka tarafından dışarı çıkarıldık."
"İlk kez düzenli bir işim olacaktı"
Sanık kursiyer Ahmet Ülüş arkadaşlarıyla Genelkurmay Başkanlığı karargahına götürülmeden önce komutanları tarafından kendilerine açıklama yapılmadığını belirterek, "Oraya hangi amaçla götürüldüğümüz konusunda bir fikrimiz yoktu. Asker statüsünü bile kazanamamış bizlerin bu emri sorgulamaya ne gücü ne de o anki psikolojisi elveriyordu." dedi.
O gece kedilerine verilen tüfeklerde şarjör olmadığını savunan Ülüş, balistik inceleme raporlarının da bunu doğruladığını söyledi.
Karargahta bulunduğu sürede darbecilerin emirlerini yerine getirmediğini, sabah saatlerine kadar arkadaşlarıyla birlikte kurtarılmayı beklediklerini dile getiren Ülüş, buldukları ilk fırsatta korkuluklardan atlayarak polise sığındıklarını anlattı.
Ülüş, subay olmak isteme nedenini de şu sözlerle anlattı:
"Mezun olduktan sonra çalışma hayatına atıldım ama düzenli bir iş bulamadım. Fındık toplamaya gittim, bahçıvan oldum, inşaatlarda çalıştım, hamallık yaptım. Yaşım geçiyordu, düzenli bir işim olsun istiyordum. Polisliğe başvurdum, alınmadım. Sonra sözleşmeli subaylığı kazandım ama o da FETÖ'ye denk geldi ve bugün karşınızdayım."
Sanık kursiyer Bekir Can Sinmez ise götürüldükleri Genelkurmay Başkanlığı Karargahı çevresinde ateş edilmesi üzerine bulundukları yerden ayrılmak istediklerini ancak silahlı askerlerin buna engel olduğunu söyledi.
Sinmez, sabah saatlerine kadar burada kaldıklarını, daha sonra arkadaşlarıyla Polis Akademisine sığındıklarını söyledi.
"Komutanlardan şikayetçiyim"
Sanık kursiyer Beytullah Arslan da Genelkurmay Başkanlığına getirildiklerinde helikopterden üzerlerine ateş açıldığını ve kolundan yaralandığını anlattı.
Üsteğmen Hasan Ali Seyrek'in emriyle TÜİK tarafındaki demir parmaklıkların bulunduğu yerden çıkıp polise sığındıklarını anlatan Arslan, vatandaşa karşı silah kullanmadıklarını iddia etti.
Arslan, 15 Temmuz'da kendilerine sahip çıkmadığını öne sürdüğü tabur komutanı Dilaver Uysal ile alay komutan yardımcısı Rafettin Öztürk'ten şikayetçi olduğunu belirtti.
"Komutanlarımıza güvenmiştik"
Sanık kursiyer Bayram Altunbaş, emirleri sorgulayamadıkları için helikoptere binmek zorunda kaldığını iddia etti.
Altunbaş, "Komutanlarımıza güvenmiştik. Böyle bir şey için 4 aylık bir öğrenciyi kullanacakları aklımdan geçmedi. Güvenli bölgeye götürüleceksiniz denilince güvenip helikoptere bindik." dedi.
O gece Genelkurmay Başkanlığı bahçesinde öleceğini düşündüğünü söyleyen Altunbaş, bir arkadaşının vurulduğunu ancak kimin vurduğunu görmediğini savundu.
Silahını kullanmadığını iddia eden Altunbaş, 15 Temmuz'da iki ateş arasına atıldıklarını belirtti.
FETÖ/PDY ile bağlantısı bulunmadığını öne süren Altunbaş, 2 ay önce de bağırsak kanseri teşhisi konulduğunu aktararak, tedavisi için tahliyesini talep etti.
Sanık kursiyer Bilal Gülfidan ise yatakhanedeyken kursiyerlerin "silah başı" diye bağrışmalarından dolayı rasgele şarjörsüz bir silah alıp otopark bölgesine gittiğini, ardından tören alanından "Güvenli bölgeye gidilecek" diye helikopterlere bindirildiklerini anlattı.
İndirildikleri yerin Genelkurmay Başkanlığı olduğunu sonradan öğrendiğini öne süren Gülfidan, bir subayın "Hedef olacaksınız" diyerek kendilerini kör bir noktaya götürdüğünü belirtti.
Gülfidan, olaylar devam ederken Üsteğmen Seyrek'in "Kimseyle konuşmayın, benimle gelin." diyerek kendilerini bir binanın bodrum katına götürdüğünü, ardından da TÜİK tarafında bekleyen polislere sığındıklarını savundu.
"Helikopterden atılan mermi yanıma düştü"
Sanık kursiyer Bilal Yıldız Genelkurmay Başkanlığına getirilmelerinin ardından yaşanan olaylar nedeniyle oradan ayrılmak için arayışa girdiklerini dile getirdi.
Tutuklu bulunduğu sırada annesinin vefat ettiğini belirten Yıldız, ondan helallik isteyemediğini, ayrıca izin alamadığı için cenazesine katılamadığını sözlerine ekledi.
Sanık kursiyer Cemil Turan da cezaevindeki düzeni bozacak olumsuz bir davranışta bulunmamasına rağmen 172 günden beri hücrede tutulduğunu söyleyerek, "Bu durumun gerekçesi bana izah edilmiyor. Sözde Yurtta Sulh Konseyi üyesi Cemil Turan ile olan isim benzerliğinden dolayı bana bunu uygulandıklarını düşünüyorum. Bu durumun düzetilmesini istiyorum." diye konuştu.
Sanıklardan Bilal Karaduman, Beşir Karadaş, Cengiz Bozyiğit, Arif Hadi Canlı ve Ahmet Aksu da savunma yaptı.
05.05.2017 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında Kara Harp Okulu'nda yaşanan eylemlere ilişkin, aralarında sözleşmeli subay adaylarının da bulunduğu 164 kişinin yargılandığı davada, sanık Ekrem Özdemir, "Bizi canlı kalkan olarak kullandılar" dedi.
Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesince Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'ndeki mahkeme salonunda görülen duruşmanın dördüncü gününde savunma yapan sanık kursiyer Ekrem Özdemir, suçsuz olduğunu iddia ederek, kendisini bu hale düşürenlerden şikayetçi oldu.
15 Temmuz'da her şeyin normal seyrinde ilerlerken içtima sonrası verilen "silah başı" emri ile silahlıktan rastgele bir silah aldığını ve otopark alanında arkadaşlarından tümgeneral rütbeli bir komutanın "sıkıyönetim olduğu, seferberlik ilan edildiği" şeklinde konuştuğunu öğrendiğini anlatan Özdemir, güvenlik için önce yakındaki ağaçlar altında, daha sonra yemekhanede toplanmalarının emredildiğini belirtti.
Özdemir, yine güvenlikleri için başka bir yere sevk edileceklerinin söylenmesi üzerine tören alanına gelen helikopterlere bindirildiklerini ifade ederek, Genelkurmay Başkanlığına geldiklerini sonradan öğrendiğini, burada bir olaya karışmadığını savundu.
Bir duvarın dibinde sabaha kadar beklediğini, duyduğu "Halkı korkutmak maksadıyla havaya ateş edin" emri doğrultusunda Genelkurmay Başkanlığı içinden havaya ateş edildiğini anlatan Özdemir, güvenli olmadığı için bir rütbelinin kendilerini oradan götürüp kapalı bir yere aldığını, sonradan polisin geldiğini ve onlara sığındıklarını söyledi.
Özdemir, "Ben ve arkadaşlarım darbe talimatı almadık. Emir komuta zincirine göre hareket ettim. Burada bizi iki ateş arasında bıraktılar. Ölüme terk ettiler, canlı kalkan olarak kullandılar." ifadelerini kullandı.
Kendisini bu duruma düşürenlerden şikayetçi olduğunu söyleyen Kursiyer Emre Atalan da alarm üzerine rastgele silah aldığını, sözleşmeli subay adayları ile astsubaylıktan subaylığa geçmek isteyen kursiyerlerin birbirinden ayrı gruplar haline getirildiğini öne sürdü.
"Bildiğim duaları okudum"
Sanık kursiyer Ebu Bekir Dere de şarjörsüz ve mühimmatsız gittiği bir yerde komutanlarının kendilerini ateşin ortasına atabileceğinin aklından geçmediğini belirterek, Genelkurmay Başkanlığına geldiklerinde etrafta helikopter, ateş sesleri ve kargaşa olduğunu söyledi.
Helikopter ateşi sırasında yüzüne gelen bir taş parçasıyla yanağından yaralandığını anlatan Dere, saklandığı duvar dibinde bildiği tüm duaları okuduğunu ifade etti.
Üsteğmen Hasan Ali Seyrek'in çabasıyla Genelkurmay Başkanlığından çıkmak üzereyken önlerinin kesilmesi üzerine başka bir noktadaki demir parmaklıklar üzerinden atlayıp Polis Akademisine doğru koşarak buradaki polislere sığındığını anlatan Dere, FETÖ/PDY ile bağlantısı olmadığını ileri sürdü.
Duruşmada kursiyer Cihan Yapıcı, Emrullah Kaya, Emrullah Önül, Engin Dağcı, Engin Kaplan da savunma yaptı.
Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz'daki darbe girişimi sırasında Kara Harp Okulunda yaşanan eylemlere ilişkin görülen davada, duruşma savcısı Aytekin Canikli, 15 Temmuz için "kontrollü darbe" diyen sanık avukatı Musa Can'a tepki gösterdi.
Davanın öğleden sonraki bölümünde, sanık Engin Dağcı savunmasını yaptı. Daha sonra avukatı Can, savunma ve taleplere ilişkin söz aldı.
Türkiye'de bugüne kadar birçok darbe ve cunta girişiminin yaşandığını hatırlatan Musa Can, bu darbelerle ilgili bilinen bazı gerçeklerin zamanla değiştiğini belirtti.
Benzer durumun bir kez daha yaşanabileceğini savunan Can, 15 Temmuz'daki darbe girişimi için "kontrollü darbe" ifadesini kullandı.
Bunun üzerine duruşma savcısı Canikli, "kontrollü darbe" tanımlamasına tepki göstererek, "Avukat bey 'kontrollü darbe' diyerek, 15 Temmuz gecesi vatanı, milleti uğruna göğsünü darbecilere karşı siper eden 248 şehit hakkında saygısızlıkta bulunmuştur. Hakkında suç duyurusunda bulunularak, gerekli işlemlerin yapılmasını kamu adına talep ediyorum." dedi.
Sanık ve avukatlarının savunma hakkının dokunulmaz olduğunu, iddia makamı olarak buna daima saygı gösterdiklerini ifade eden Aytekin Canikli, ancak bazı avukatların davanın esası dışına çıkarak, iddianameyi hazırlayan savcı başta olmak üzere birçok konu hakkında "etik olmayan" söylemlerde bulunduğunu kaydetti.
15 Temmuz'daki kanlı darbe girişimine "kontrollü darbe" denilmesinin kabul edilemez olduğunu vurgulayan Canikli, "Kontrollü darbe ifadesi en hafif tabirle saygısızlıktır. İddianameyi eleştirmenize saygı duyuyorum. Ancak bunca şehidin verildiği bir olayı 'kontrollü darbe' olarak tanımlamak doğru değildir." tespitinde bulundu.
Savcı tarafından yanlış anlaşıldığını savunan avukat Can ise "Ben düşündüğümü söyledim. Siz böyle algıladıysanız özür dilerim. Lütfen öyle algılamayın. Bu bir iddiadır, zamanla ortaya çıkar. Yıllar sonra gerçekler yazılır." ifadelerini kullandı.
Savcı Canikli de "Burada benimle alakalı bir özür durumu yok, şehitlerle ilgili bir durum söz konusu." karşılığını verdi.
Davanın öğleden sonraki bölümünde, sanıklardan Emrah Aydın, Emrah Ümitalan, Emre Çalışkan, Emre Yıldız, Engin Ümüştü, Cengiz Cihan, Abdullah Karahan ve Ahmet Kızıkoğlu savunmalarını tamamladı.
Böylece dört gün devam eden duruşmalarda, 49 sanığın savunması alındı.
Davanın bir sonraki duruşması, 8 Mayıs Pazartesi günü sanık ve avukatlarının savunmalarıyla devam edecek.
İDDİANAMEDEN
Çoğunluğu astsubaylıktan subaylığa geçen sanıkların, "anayasayı ihlal" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapsinin yanı sıra "terör faaliyeti çerçevesinde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme" suçundan da cezalandırılmaları talep ediliyor.
İddianamede, FETÖ'nün darbe girişimi sırasında Kara Harp Okulunda subaylık eğitimi gören askeri personelin Genelkurmay Başkanlığı karargahına helikopterlerle nakledildiği belirtildi.
Sanıkların, "sivil halk katliamı yapmak için Genelkurmay Başkanlığına götürüldüğü ancak kursiyerlerin kullandığı eğitim tüfeklerine karargahtaki mühimmatların uymadığı" kaydedilen iddianamede, "Ankara'da topluca, aceleyle ve teçhizatlı olarak kışladan çıkmanın ancak askeri bir darbe sırasında mümkün olduğunu her mantıklı kişinin bilebileceği" vurgulandı.
Sanıklardan Muhammed Veli Karaboğa ve İsmail Tunç'un üst aramasında birer, Sedat Ayvaz'ın okuldaki odasında 2, Murat Orbay'ın Tandoğan Orduevindeki eşyaları arasında bir ABD doları bulunduğu bildirilen iddianamede, 37 sanığın ise ByLock kullandığı, bir kısmının da anne, baba ya da kardeşlerinin bu programın kullanıcısı olduğunun belirlendiğine yer verildi.
Paralel yapı-15 Temmuz (2016)-08 Mart (2017) 'Ankara Kara Harp Okulu Darbe Yapılanması 164 sanık' davası
(06 Mayıs 2017, 12:12)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: