Paralel örgütün 17 Aralık'ta gözaltına aldığı isimlerden biri olan işadamı Reza Zarrab'ın İran'a yönelik ambargonun delinmesinde aktif rol aldığı gerekçesiyle ABD'de tutuklanması, paralel ve Doğan medyasında heyecan ve destekle karşılandı. ABD'nin menfaatlerine zarar verdiği için Zarrab'ın gözaltına alınmasının bu kesimlerde olumlu yankı bulması, 17 Aralık 2013'te AK Parti yönetimini devirme amaçlı paralel kumpasın ardında ABD olduğu iddialarını bir kez daha gündeme getirdi. 17 Aralık'ın ilk günlerinde dile getirilen bu şüphe giderek güçleniyor. Bu şüpheyi ve ABD Gülen bağlantısını güçlendiren çok sayıda somut bulgu ortaya çıkmıştı. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ofisine dinleme cihazı yerleştirilmesi davasında savcı Serdar Coşkun bu şüpheyi açıkça dile getirmişti. Coşkun, 5 ay önce mahkemeye sunduğu iddianamesinde şüphelilerin elde ettikleri dinlemeleri ABD istihbaratına verdiğini belirtmişti. Bu açıdan Savcı Bharara'nın başlattığı soruşturmanın Türk savcının bu suçlamasına misilleme olduğu, Zarrab soruşturmasının Böcek ve 17 Aralık kumpası davalarıına misilleme olarak geliştirilmeye çalışılabileceği dile getiriliyor.
26.03.2016 20:56 Paralel örgütün 17 Aralık'ta gözaltına aldığı isimlerden biri olan işadamı Reza Zarrab'ın İran'a yönelik ambargonun delinmesinde aktif rol aldığı gerekçesiyle ABD'de tutuklanması, paralel ve Doğan medyasında heyecan ve destekle karşılandı. Bu kesimlerde adeta, soruşturmayı yürüten ABD'li savcı yakında Türkiye'ye de uzanacak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile diğer isimleri gözaltına alacak umudu var.
ABD'nin menfaatlerine zarar verdiği için Zarrab'ın gözaltına alınmasının bu kesimlerde olumlu yankı bulması, kamuoyunun gözünde ne duruma düştüklerinin farkında olmadıkları açısından hem gülümsetti hem de paralel örgütün hükümete karşı en kapsamlı ilk darbe girişimi olan 17 Aralık 2013 yolsuzluk kumpası davasının ardında ABD olduğu iddialarının bir kez daha gündeme getirdi.
17 Aralık'ın ilk günlerinde dile getirilen bu şüphe giderek güçleniyor. Paralel yapının nasıl bir gaf yaptığının farkına varmadığı bu tartışma kamuoyunda giderek büyüyor.
Foto: ABD'li Savcı Preet Bharara
"DİNLEMELERİ ABD İSTİHBARATINA VERDİLER" DİYEN TÜRK SAVCIYA MİSİLLEME Mİ?
17 Aralık 2013'te AK Parti yönetimini devirme amaçlı paralel kumpasın ardında ABD olduğu iddiaları Zarrab davasıyla bir kez daha gündemde. 17 Aralık'ın ilk günlerinde dile getirilen bu şüphe giderek güçleniyor.
Paralel yapıya yönelik geçtiğimiz aylarda açılan "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ofisine dinleme cihazları yerleştirilmesi" davasında savcılık Gülen yapılanmasının ABD istihbaratıyla bağlantısını açıkça ifade etmişti. Ankara Cumhuriyet Savcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı Serdar Coşkun, şüphelilerin elde ettikleri dinlemeleri ABD istihbaratına verdiğini, 12 Ekim 2015'te basına da yansıyan iddianamesinde şu sözlerle dile getirmişti:
"Bu ortak özelliği taşıyan şüphelilerin, örgütün hedefi ve genel amaçlarına yönelik bu suçu işledikleri ve örgütün bir üyesi olarak ABD'de bu ülkedeki örgüt yöneticilerinden emir alarak uyguladıkları, aralarında örgütlü bir bağ bulunduğu, genel olarak bu örgüt mensuplarının yönetici veya abilerinin emrini ilahi bir buyruk gibi kabul ederek uyguladıkları, Fetullah Gülen ve örgüt yöneticisinden gelen emirleri uygulamayı imani bir gereklilik sayan örgüt üyelerinin dinleme cihazlarını örgüt adına yerleştirip bir süre siyasi casusluk maksadıyla Başbakan'ı dinledikleri, ülkelerine ihanet ettikleri açık seçik anlaşılmaktadır..
Bu casusluk olayında hizmet hareketi mensubu Fetullahçı Terör Örgütü'nün üyeleri, şüphelilerin yerli iş birlikçi olarak kullanıldığı, buna göre dinlemeyle elde edilen bilgilerin ABD'de yaşayan şüpheli Hasan Akın'a aktarıldığı, onun da örgüt merkezine ulaştırdığı, örgüt merkezinin bu bilgileri ABD'de nereye verdiği ve karşılığında ne aldığının da olayın gelişiminden net olarak anlaşılabildiği..."
İşte bu açıdan Savcı Bharara'nın başlattığı soruşturmanın Türk Savcının bu suçlamasına misilleme olduğu, Zarrab soruşturmasının Böcek davasına misilleme olarak geliştirilmeye çalışılabileceği dile getiriliyor.
ABD MAHKEMESİ: GÜLEN ABD MENFAATLERİNE FAYDALIDIR
Türkiye'de açılan Fetullah Gülen davasından kısa süre önce 1999'da tedavi olmak bahanesiyle ABD'ye kaçan Fetullah Gülen'in ABD ile yakınlığı daha önce de hep gündeme gelmişti. Irak Körfez savaşında Irak toprakları bombalanıp, Iraklı çocuklar bombardımanda hayatını kaybederken ses çıkarmayan Gülen'in Irak, Suudi Arabistan'daki ABD üsleri ile İsrail'e füzeler fırlattığında "ölen masum İsrailli çocuklar için üzüldüğünü" dile getirdiği sohbeti kamuoyunu sarsmıştı. Yine Gülen, İsrail'in Gazze'deki ambargosunu kırmaya giden Mavi Marmara gemisine baskın yapılıp 9 Türk vatandaşı öldürüldüğünde şaşırtıcı şekilde gemidekileri suçlamış, "Hata ettiler, İsrailli otoritelerden izin almalıydılar" demiş, kamuoyundan büyük tepki görmüştü.
ABD'ye sığınması ve vaazlarında kullandığı ifadelerin doğurduğu ABD ile derin bağlantı şüphesi son bir kaç yılda şüphe olmaktan çıktı. Bunu gösteren somut gelişmeler yaşandı.
Örneğin konuyla ilgili bir FBI görevlisi çarpıcı açıklamalar yaptı. Örgüt lideri Fetullah Gülen'in 2001'de kaçtığı ABD'den sürekli oturum almasında, araya giren ABD istihbarat teşkilatı CIA mensubu bazı görevlilerinin etkili olduğu, Gülen'e ret kararı vermek üzere olan mahkemenin bu müdahale sonrası "Gülen ABD menfaatlerine faydalıdır" hükmüne vararak oturum hakkı verdiği açığa çıktı.
Rusya ve Özbekistan'daki Gülen cemaatine mensup okullar ABD istihbaratıyla bağlantı şüphesiyle kapatıldı. Hatta Özbekistan'da gözaltılar yaşandı. Özbekistan, ABD istihbaratçılarının Gülen okullarında öğretmen kılıfı altında çalıştırıldığı suçlamasıyla tutuklamalar yaptı.
ŞOK SES KAYDI: TÜRKİYE FEDA EDİLEBİLİR, GÜÇLÜ OLAN ABD'NİN YANINDA YER ALINMALI!
Bir başka çarpıcı bulgu olarak 2013 sonunda başlayan paralel yapı tartışmalarının o hararetli ilk günlerinde bir ses kaydı medyaya yansıdı. Paralel yapının yüksek yargı üyesi hakim ve savcılara yönelik talimatlarını içerdiği öne sürülen ve Ankara'daki hakim ve savcılara dinletildiği ileri sürülen kayıtta şok eden şu ifadeler yer alıyordu:
"150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun'u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden '159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE'yi götürürsünüz' diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur. Bu hizmetin bekası için gerekirse Türkiye feda edilir. Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız. Ok yaydan çıktı bir kere. Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir."
Bir başka bulgu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defalarca açıkça talepte bulunmasına karşın ABD yetkililerinin Gülen'i iade etmeyi kabul etmemesi gösteriliyor.
Paralel yapı davalarında sanık durumunda olan onlarca şüphelinin ABD'ye kaçmış olduğu da bir başka bulgu olarak hatırlatılıyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
TEPKİLER ARTIYOR
Öte yandan Reza Zarrab'ın İran'a yönelik ambargonun delinmesinde aktif rol aldığı gerekçesiyle ABD'de tutuklanmasının, paralel ve Doğan medyasında heyecan ve destekle karşılanmasına tepkiler de artıyor. çeşitli isimler bu konuda net ifadeler kullanmaya başladı.
"17/25 ARALIK ARKASINDA ABD OLDUĞUNDAN ARTIK EMİNİZ"
Örneğin Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı Atilla Yayla, Yeni Yüzyıl'da kalem aldığı köşe yazısında bu konuyu gündeme getirdi. Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanmasının hukuki ve siyasi arka planını yazdı. Zarrab’ın ABD’de hukuksuz bir şekilde gözaltına alınmasının ibret verici olduğunun altını çizen Yayla, “Artık 17/25 Aralık darbe teşebbüsünün arkasında ABD’nin olduğundan daha eminiz” dedi.
ABD'nin bu hamlesi hukuki değil tamamen siyasi
Amerikalı savcının Zarrab'ı gözaltına aldırması birkaç açıdan ibret verici. Uzun vadede en önemlisi, her an karşı karşıya olduğumuz- olabileceğimiz yolsuzluk iddialarıyla değil, hukuk-siyaset ilişkisiyle ilgili. Yapılan, şüphesiz, hukukî görünümlü siyasî bir hamle. Savcı zaten idarenin şemsiyesi altında. Şüphesiz, bu tür adımlar atan tek ülke ABD'dir demek saçma olur. Türkiye dâhil her ülkede bunun örnekleriyle karşılaşmak mümkün. Ancak, ABD bu bakımdan en cüretkâr olan güç. Bu bize, hukukun siyasetten tamamen arınabileceği iddiasının doğru olmadığını gösteriyor. Hukuk siyasetle iç içe ve kimi durumlarda siyasetin aracı.
Zarrab'a yöneltilen suçlamalar evrensel hukuka göre suç değil
Naif hukukçular ve felsefeciler dünyanın ilkeler üzerinde durduğunu-döndüğünü veya öyle olması gerektiğini zannededursun, gerçek dünyada beşerî ve kurumsal aktörlerin belli katmanları hem ulusal hem uluslararası ölçekte menfaat ilişkileri ve güç kavgaları tarafından şekillendiriliyor. Zarrab'a yönelik suçlamaların çoğu, insanlık tarihinin derinliklerinden gelen evrensel hukukun kurallarıyla suç kabul edilen şeyler değil. Baskın bir gücün, yani ABD'nin konjonktürel pozisyonuna ve tercihlerine dayanan keyfî takdiriyle suç ilân ettiği ekonomik faaliyetler.
ABD'de siyaset hukuku böyle kullanıyor!
ABD'nin Zarrab'a yönelttiği suçlamalar siyasetin hukuku nasıl kullandığını açıkça sergiliyor. Suçlamalar esas itibariyle ABD'nin ambargo uyguladığı İran ile ticaret yapılmasına, böylece ambargonun delinmesine ve 'Amerikan menfaatlerine zarar verilmesine' ilişkin. Demek ki dünyadaki herkes Amerikan menfaatlerine zarar vermemekle mükellef! Amerikan menfaatlerini ABD belirlediğine göre global –hatta bazen yerel- ölçekte ekonomik faaliyet yürüten herkes ve her şirket bir gün bu tür suçlamalarla karşılaşabilir. ABD liberal demokrat bir ülke, bu yüzden baskıcı ülkelere karşı tedbir alabilir, ambargo uygulayabilir açıklaması hiç de ikna edici görünmüyor. Zira ABD bu bakımdan tutarlı bir sicile sahip değil. Yıllarca G. Kore'deki diktatörlükle işbirliği yaptı. Dünyanın en kötü diktatörlüklerinden biri olan S. Arabistan hâlâ ABD'nin en iyi müttefiklerinden. Mısır'daki Sisi darbesi ABD tarafından desteklendi.
17/25 Aralık darbesinin arkasında ABD olduğuna artık eminiz
Zarrab'ın İran'la ticaret üzerinden geliştirilen suçlamalarla gözaltına alınması Türkiye'deki 17/25 Aralık operasyonlarının mahiyetine de ışık tutuyor. 17/25 Aralık seçilmiş hükümete karşı bürokratik darbe teşebbüsüydü. Hukuk bürokratları atakta başrolü oynadı. Her şey merkezi ABD'de olan bir yapılanma tarafından tezgâhlandı. ABD'nin izni, onayı olmadan böyle bir işe girişilemezdi. Bu darbe teşebbüsüne kılıf ve meşruiyet aracı olması amacıyla bir paket hazırlandı. Paketin en önemli parçalarından biri Halk Bankası'na yönelik, İran ile ticareti kesmeyi amaçlayan operasyondu. Artık 17/25 Aralık'ın ABD güdümlü bir darbe teşebbüsü olduğundan daha eminiz." (Atilla Yayla / Yeni Yüzyıl)
"ABD'Lİ SAVCIYA TEŞEKKÜRLER"
Konuyla ilgili görüş açıklayan bir diğer isim Yeni Akit'in avukatı ve yazarı Ali İhsan Karahasanoğlu oldu. "ABD'li savcı Bharara'ya teşekkürler" başlıklı yazısında Karahasanoğlu şunları dile getiriyor:
Reza'nın tutuklandığı soruşturmadaki suçlamaları okuduğumda.. ABD'li savcıya, "Hay Allah razı olsun.. 2,5 sene önceki operasyonda ne numaralar çevrildiğini, biz Gülen cemaatinin tabanına anlatamadık. Şimdi senin bu iddianamenle, artık rahat rahat anlatırız" dedim, kendi kendime.. Nasıl mı? Buyrun, 17 Aralık'ta hükümeti devirmek için, konu mankeni olarak kullanılan Reza Sarraf'a, ABD savcısının yönelttiği suçlamaları okuyalım, gerçeği görelim!
Ne diyor, iddianamesinde New York savcısı? Şunu diyor: "Birinci suç: Birleşik Devletler'i dolandırma!"
Hah işte.. Biz de 2.5 yıldır bunu demiyor muyuz? Reza Sarraf'ın işleri, Türkiye aleyhine değil, ABD aleyhine.. Daha doğrusu, ABD eşkıyalık yapıyor.. Bir uyanık da (Reza isimli; fikri ile de, zikri ile de, mantığı ile de, yaşantısı ile de hiçbir uyuşmam olmayan kişi), o eşkıyalığı bozmak için, kafa çalıştırıp, işi kitabına uyduruyor.. Ne kadar uydurabilirse.. Bu sırada, Türkiye'nin tek kuruşuna dokunuyor mu? Hayır.. Belki eline fırsat geçse, dokunacaktır ama.. Şu an tartışmamız, o değil.. 17 Aralık operasyonunu yapanların da... ABD savcısının da iddia ettiği suçlama şu: "ABD menfaatlerine zarar verdi.."
Hatta Reza için şunu da diyebilirim.. ABD'nin eşkıyalığını dolanmak için.. Kendisi para kazanırken.. Bir miktar da Türkiye'ye para kazandırıyor.. Peki, ABD savcısının iddianamesinde başka ne var? "Uluslararası Ekonomik Güçler Yasası'nı ihlal etme" var.. Kimin bu düzenleme, Türkiye'nin mi? Yooo.. ABD'nin.. O zaman, bize ne kardeşim, elalemin kanunundan.. Bize ne, ABD'nin yasasının ihlal edilmesinden. Ben ABD'nin kanunlarının bekçisi miyim?
O zaman sormuştuk ya: "Gülen'in polisleri, maaşları Türkiye Cumhuriyeti'nin kasasından mı alıyorlar? Yoksa, ABD'nin kasasından mı?" ABD'nin yasasının ihlali, niye bu kadar ağırlarına gitmişti? Bu soruya o zaman cevap verememişlerdi.. Şimdi New York savcısının iddianamesi üzerine, bir daha sormak lazım, Gülen'in polislerine: "Demek ki, Türkiye'nin değil, ABD'nin zararı varmış! ABD'nin zararı, sizi niye üzmüştü?"
ABD'li savcının iddianamesindeki üçüncü suç da, "Banka dolandırıcılığı.." Burada biraz kafa karıştıran bir yön var.. Bir adam, eşkıyalığı önlemek için de olsa, banka işlemleri sırasında bir usûlsüzlük yaparsa, orada uluslararası ceza hukuku anlamında bir suç işlenmiş sayılabilir.. Ama.. Bakıyoruz, bu başlıktaki suç için iddianamedeki gerekçeye.. Sahte evrak vesair suçlaması değil, "ABD'nin ambargo yasasını dolanmak için, banka işlemleri yapmak"tan bahsediliyor.. Sizin anlayacağınız, o da hikaye....
Son suçlama ise, "Kara para aklama.." Baktım, bu suçla ilgili somut veriler var mı diye.. Yok.. Kara para aklama için önce, "suçtan elde edilen gelir" olmalı. Yani, uyuşturucudan, silah kaçakçılığından, kadın ticaretinden.. Benzeri yasadışı işlerden para kazanılmış olunmalı.. Reza'ya ABD savcısının iddianamesinde, somut bir "yasadışı gelir" suçlaması var mı? Benim gördüğüm kadarı ile yok. Olsa da Türkiye'yi ilgilendirmez zaten..
Bu tablo karşısında, Gülen'in polislerine aldanan, saf insanlarımıza soralım: "İnandınız mı şimdi, 17 Aralık operasyonunun, Türkiye menfaatine değil, ABD menfaatine yapıldığına!.." (Ali İhsan Karahasanoğlu / Yeni Akit)
GÜLEN ÖRGÜTÜ ABD'DE HALA NASIL ÜSLENEBİLİYOR?
Sabah yazarı Mehmet Barlas ise yazısında, bir kaç yıldır Türkiye'nin en önemli soruna haline gelen ve lideri ABD'de yaşayan Paralel örgüt ldieri Fetullah Gülen'e ABD'nin hala nasıl sahip çıktığını dile getiriyor ve buna hayret ettiğini ifade ediyor. Barlas şunları söylüyor:
Size de garip gelmiyor mu? Sözde stratejik ortağımız ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri'nin topraklarında üslenen bir örgüt, Türkiye'nin demokrasisini, bütünlüğünü ve güvenliğini hedef alan her girişimin içinde... Üstelik bunu açık açık yapıyorlar. Kendisini dini bir cemaatin lideriymiş gibi gösteren Fethullah Gülen, beddualarla bu girişimlere destek veriyor. Yargıya, emniyete sızan imamlarının tezgâhladıkları darbe girişimleri şimdi yargı önünde.
"Bedduaları tutmaz"
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yozgat konuşmasında söylediklerini inkâr edebilirler mi acaba?
- Pensilvanya'dan beddualar sallıyor. Ne oldu, hangisi tutuyor. Tutmaz, tutmaz. Samimi değilsin, dürüst değilsin. Bu toplumu, milleti, ümmeti parçaladın. Bu devletin, milletin içinde temenni ederim ki yanlış istikamette gidenler de bu yanlışlarından vazgeçer. Hâlâ işin hakikatini bilmiyorlar...
O zaman desteklediler
Herkesin bildiği bu gerçeklerin bir tek Amerikan istihbarat örgütleri farkında değil...
Soğuk Savaş döneminde Afrika'da komünizme ve Orta Asya'da İran etkisine karşı koysun diye örgütledikleri bu "Cemaat" şimdi, sözde stratejik ortak Türkiye'nin demokrasisini, bütünlüğünü ve güvenliğini hedef almış durumda.
Türkiye El Kaide'nin liderini bir ilçede barındırsaydı... Bin Laden bu ilçeden Amerika'daki tüm yasa ve meşruiyet dışı eylemlere destek verseydi. Bu arada beddualı mesajları ile amacını da açık açık seslendirseydi... Acaba Amerika bu durumu nasıl karşılardı?
Acaba ne yaparlardı?
Amerika'nın bu gibi durumları nasıl karşıladığını biliyoruz... Bir diğer müttefikleri olan Pakistan'a haber bile vermeden, Bin Laden'i Pakistan'daki evinde basıp öldürmediler mi?
Acaba CIA ile FBI arasında "Gülen Örgütü"ne dönük bir anlaşmazlık mı var? Acaba CIA hâlâ bu örgütün kullanılabilir konumda olduğunu mu düşünüyor?
Sizler de bu bilmecenin çözümünün nasıl olacağını merak etmiyor musunuz? (Mehmet Barlas / Sabah)
SAVCI PARALEL İSİMLERLE BAĞLANTILI ÇIKTI: SORUŞTURMA SİYASİ Mİ?
Akşam gazetesi ise Reza Zarrab'ı tutuklayan ABD'li savcı ile paralel örgütün ilginç bağlantılarını haberleştirdi. Buna göre Zarrab’ı tutuklayan Savcı Preet Bharara, Hidayet Karaca için Gülen’le yakın ilişkisi olduğu iddia edilen New York Senatörü Charles Schumer’in eski başdanışmanıymış.
Senatöre 5 yıl danışmanlık
Akşam gazetesi son günlerin en çok konulan ismi ABD'li savcı Preet Bharara'yla ilgili çok konuşulacak ayrıntılar aktardı. "Şerif'in patronu paralel senator" başlıklı manşette savcının Schumer’e 5 yıl danışmanlık yaptıktan sonra yükselişe geçtiği iddia ediliyor. Savcı Bharara ABD’li senatör Charles “Chuck” E. Schumer’in 2005 ile 2009 yılları arasında danışmanlık görevini yürütmüş.
Senatörün tavsiyesi
Öte yandan Star gazetesinde Preet Bharara için "savcılık görevine getirildikten sonra, New York Times gazetesi bu gelişmeyi “(Senatör) Schumer’in tavsiyesi ile oldu” şeklinde haberleştirmişti." ifadeleri yer aldı.
Türkiye'yi şikayet mektubunda imzası vardı
Charles Schumer, Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca için ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’e 74 senatörün gönderdiği şikayet mektubunun imzacıları arasındaydı. Bilindiği üzere "Paralel Yapı" soruşturmaları kapsamında Dumanlı ve Karaca'nın gözaltına alınması üzerine ABD'deki Cemaat'e yakın kuruluşların desteğiyle kongre üyeleri Kerry'e bir mektup yazmış, gözaltılara tepki göstermişlerdi.
Senatörün eski danışmanı Gülen'in davasında
Yine New York Senatörü Charles Schumer'in eski danışmanı Jason Abel'in bugün danışmanlık yaptığı hukuk şirketi Steptoe & Johnson LLP geçiğimiz ay Gülen hakkında açılan davanın düşürülmesi için mahkemeye başvurmuştu.
Tüm bu bağlantılar açılan soruşturmanın hukuki değil siyasi olduğu iddialarına yol açıyor. (Akşam / Star)
ABD'YE SECDE EDENLER
Star yazarı Cem Küçük de konuyla ilgili bir yazı kaleme aldı. Küçük'ün yazısı şu şekilde:
Reza Zarrab’ın tutuklanması bazı geri zekalılarda ülkemizin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın da ABD tarafından tutuklanacağı temennisini oluşturdu. Bunlar gerçekten gerzek. Öte yandan kimileri de hain. Erdoğan’a hayatını borçlu olan kimileri sırf şahsi menfaatleri uğruna Erdoğan’ın hapse girmesini ima eden iğrenç yazılar yazıyor. Akif Beki bu hainlerin başında geliyor. Açık söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan’ın devrilip hapse atılması için ABD önünde secde edip yalvaranlar önümüzdeki haftalarda ve aylarda hayal bile edemeyecekleri acıları yaşayacaklar ve Türk devletinin gücünü görecekler.
Bu arada nasıl ki ABD Zarrab’ı tutuklu yargılıyorsa Türkiye’nin de hukuka uygun şekilde Aydın Doğan’ı tutuklu yargılama hakkı vardır, çünkü çete lideri olarak katalog suç kapsamında 24.5 yılla yargılanıyor Doğan. Reza Zarrab operasyonunda ben her şeyi 27 Temmuz 2015’te yazmıştım. Şimdi yazdıklarım hayata geçiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu pis operasyonun yerli işbirlikçilerini yok edecek gücü vardır. Bunu herkes görecek... İşte 27 Temmuz 2015’te bu sütunda yazdıklarım:
...Türkiye’yi kuşatma altına almak için yapılmak istenen operasyon Türk ve İranlı işadamları arası ticaretin tüm finansal süreci Türkiye’nin kontrolüne alındığı için bu durumu uluslararası kara para kılıfına sokma çabalarıdır. Oysa bu ticaret 36 yıldır İran’a uluslararası ambargo olması sebebiyle bu şekilde yapılıyor, fakat daha önce iki yabancı şirket tarafından yapılan iş şimdi Türkiye içinden ve Halk Bankası aracılığıyla yapılmaya başlayınca emperyalist çevreler rahatsız oldu ve kara para yalanlarını ifade etmeye başladılar. Türk devleti ilk kez inisiyatif alarak tüm bu milyarlarca dolarlık ticareti Halk Bankası üzerinden yaptırmaya karar verdi. İşin özünde ABD ve İsrail devletine göbekten bağlı iki firmanın zarara uğraması ve milyarlarca doların Türk ekonomisi içinde kalması vardır. Askeri vesayet döneminde Türkiye-İran arası finans transferlerini dolaylı yollardan Bunge ve Cargill adında iki şirket sağlıyordu. Bu finansal işlemlerden tüm parayı İsrail ve Amerikan devletinin hakim olduğu bu şirketler kazanıyordu. Elbette kazandıkları milyarlarca dolar para da Türkiye’de kalmıyordu. Tüm büyük Türk firmaları İran’la ticaret yaparken bu iki yabancı firmayı kullanmak zorundaydı. Çünkü bir işadamı olarak İran’a mal sattığınızda ya da İran’dan Türkiye’ye mal satıldığında ABD ambargosu nedeniyle paranızı doğal yollardan alamıyordunuz. Bu yöntem zorunluydu.
İran’lı Zarrab ailesi ömrünü Türkiye’de geçirmiş oğulları aracılığıyla bu işi yapmaya başlayınca büyük oranda piyasaya hakim oldu. Türk şirketlerinin çoğunluğu da Zarrab aracılığıyla İran’la ticaret yapmaya başladı. Türk devleti de paraların İsrail ve ABD’ye transfer edilmesi yerine Halk Bankası üzerinden yapılması için bu projeyi destekledi. Türk milletinin malı olan Halk Bankası bu aracı kurum vasfı sayesinde katrilyonlar kazandı. Zamanla Türkiye-İran ticaretinin tamamı ABD ve İsrail aracı şirketi Bunge ve Cargill’e para aktarılmadan yapılabilecekti. Böylece ABD ve İsrail’e milyarlarca dolar para transfer olmayacaktı. İşte 17 Aralık operasyonu esasen bu sebeple yapıldı. İsrail ve ABD 17 Aralık’ı bu yüzden tam destekledi. Paralel örgüt de İsrail ve ABD’nin taşeronluğunu yaptı. Olay budur. Eğer Türkiye-İran ticaret adamları arası para transferlerini bu iki yabancı şirket gerçekleştirseydi ve bu İsrail-Amerikan şirketleri tüm bakanları düzenli maaşa bile bağlasaydı bile bu konuda Doğan Medya’da haber olmayacaktı ve soruşturma zaten hiç olmayacaktı...
Daha önce de yazdığım gibi Türk devletiyle ve AK Parti çevreleriyle sürekli ismi geçen Babek Zencani arasında hiçbir bağ ve alaka yoktur. Tam aksine Babek Zencani Türkiye’de hep eski Türkiye iş çevreleriyle çok yakın bir adamdır. Zencani Türkiye’ye gelip gittiğinde TÜSİAD camiasıyla konuşurdu. Babek Zencani İran devletinin Türkiye’deki adamıydı. İran devletinin paralarını yönetme imtiyazı Zencani’deydi. Beyaz Türklerin nefret ettiği İran İslam Cumhuriyeti’nin has adamı Zencani de beyaz Türklerle kankaydı.
Öte yandan nerdeyse tüm Türk medyasının yanlış bildiği bir olay var. Reza Zarrab İran’dan aldığımız petrol ve doğalgazın Halk Bank’a yatan paralarını altın olarak İran devletine transfer eden adam değildi. Bu tamamen yanlış bir bilgidir ve sürekli bu yanlış tekrarlanıyor. Bu işi yapan Babek Zencani idi. Zaten İran devleti de resmi deklarasyonlarında bunu defalarca açıkladı. İran devletinin adamı olan kişi Babek Zencani idi. Geçtiğimiz yıl İran devleti Zencani’nin İran’ın parasının bir kısmını çaldığına hükmetti ve bu adamı tutukladı. Türk devlet raporlarında da Zencani’nin güvenilmez bir adam olduğu defalarca İran makamlarına iletilmişti. Buna rağmen dolaylı olarak Türk devletini yönetenlerle Babek Zencani arası bağ uydurulmaya çalışılıyor. Türkiye’nin DAEŞ’e silah yardımı yaptığı nasıl alçakça bir iftira ise bu mesele de aynı şekilde iftiradır. Bu iftiraları atanlar kendi ihanetlerinde boğulacaklar... (Cem Küçük / Star)
Şok ses kaydı!.. '159 ülkedeki okulları korumak için ABD'yi Türkiye'ye tercih ederiz'
FBI ajanı: Gülen, CIA operasyonu
Paralel yapı-Dış ülke bağlantıları manşetlerimiz
Paralel yapı-ABD bağlantıları manşetlerimiz
Paralel yapı-Vatana ihanet manşetlerimiz
(26 Mart 2016, 20:56)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: