Dün bir gazetede Adli Tıp kaynaklarına dayanarak verilen haberde, Özal´ın naaşında tespit edilen zehirlerin doğal yollarla geldiği ve normal olduğu, her cesette benzer bulgulara rastlanabileceği, dolayısıyla da Özal´ın zehirlenmediği iddia ediliyor. Özal´ın naaşında tespit edilen zehir türlerinin 9 ay önce Zirve davasında bir tanığın ifadesinde aynen geçtiği ortaya çıkmıştı. Bu şok ayrıntıya rağmen Özal´da ortaya çıkan zehirlere her cesette rastlanabileceği gibi tuhaf bir iddianın ortaya atılabilmesi, ´Türkiye Cumhuriyeti devletinin en üst makamında 1 no´lu konumda yer alan bir kişinin öldürülmesinin ardındaki güçlerle yüzleşilmekten çekiniliyor mu?´ sorusuna yol açıyor.
09.12.2012 20:26 Sabah´ın dünkü haberinde yer verdiği iddiaya göre, Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın naşından alınan örnekler üzerinde yapılan incelemelerde iddia edilenin aksine Özal´ın zehirlenmediği ortaya çıktı. Naaşta tespit edilen 4 maddenin Özal´ın zehirlenme sonucuna ölümüne yol açan maddeler olmadığı sonucuna varıldı. Yüksek dozda olduğu iddia edilen DDT maddesinin, yıllar içinde çeşitli sebze ve meyvelerden tarım ilaçları aracılığıyla alınarak, vücutta yağ tabakasında biriken bir madde olduğu, Özal´ın vücudunda da bu nedenle bulunduğu sonucuna varıldı. Kimyagerler de bu yönde kanaat bildirmiş. 1980 öncesi yaygın olarak kullanılan DDT´nin, o dönem yaşayan kilolu insanların vücutlarında tespit edilmesinin normal olduğu belirtildi. Polonyum adlı radyoaktif maddenin ise çevresel etkenler vesilesiyle vücuda girdiği kanaatine varıldı. Kefende bile zehirli madde tespit edilmesi radyoaktif maddelerin çevresel faktörler konusunda kanaat oluşmasında etkili oldu. İki radyoaktif madde için Küçükçekmece Nükleer Araştırma Merkezi´nden uzman desteği alındı.
AHMET ÖZAL: DERİN DEVLET ÖZAL RAPORUNU KARARTACAK
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın oğlu Ahmet Özal, babasının ´zehirlenmediği´ yönündeki iddialara tepki gösterdi. Ahmet Özal şöyle konuştu: Zirve davasında, bu zehirlenme iddiaları ortaya atılmadan dokuz ay önce bir adam çıkıyor, babamda Adli Tıp Kurumu´nun bulduğu zehirleri bir bir sayıyor. Buna rağmen o dönemde bu kişinin bilgisine başvurulmuyor. Ya da Ankara´da soruşturmayı yürüten savcıya bilgi verilmiyor. Ta ki tartışmalar ortaya atılana kadar... Öte yandan, bu kişinin iddialarına Devlet Denetleme Kurulu Raporu´nda da yer verilmiyor.
- Adli Tıp raporunun babanızın naaşından çıkan zehirlerin çevresel faktörlerden kaynaklandığı yönündeki tesbitini nasıl değerlendiriyorsunuz?
´Zehir var ama zehirlenme yok´ deniyor. Böyle rapor mu olur? Buna çocuk bile inanmaz. Olayı sulandırmaya çalışıyorlar. Babamın naaşından elde edilen zehirlerin dozajlarının değiştirilerek kamuoyuna sunulacağını düşünüyorum. Ayrıca savcılığın ve Adli Tıp Kurumu´nun zehirlenme dozajlarına ilişkin laboratuar sonuçlarını tam olarak açıklayıp açıklayamayacaklarını merak ediyorum. Hatta Başbakan´ın, ?Bu, Türkiye´ye zarar verir? denerek ikna edilmeye çalışılacağını, daha sonrasında da zehirlerin gerçek dozlarının kamuoyuna sızdırılacağını düşünüyorum. Böylece soruşturmayı en başından beri dikkatle izleyen Başbakan´a olan güveni zedelemeye çalışacaklar. Özetle devletin kendini koruma refleksleri çalışmaya başladı.
- Babanızın kabrinin açılmasında en önemli dayanak olan Devlet Denetleme Kurulu raporunun ?şüpheli ölüm? tesbitinde bulunduğu ifade ediliyor. Sizce rapordaki tüm hususlar araştırılmış mıdır?
Babamın ölümüyle ilgili hazırlanan Devlet Denetleme Kurulu raporunun sadece yüzde 30´u kamuoyuna yansıtıldı. Geri kalan yüzde 70´i konusunda kimsenin bir fikri yok. Geri kalan kısmı neden paylaşmıyorlar?
- Adli Tıp Kurumu´nun nihai kararı babanızın ölümüyle ilgili tartışmaları sona erdirir mi?
Ben Adli Tıp sonucu açıklandıktan bir süre sonra babamı zehirleyenlerin bizzat kendilerinin çıkıp olayı itiraf edeceklerini düşünüyorum. Eğer rapor sulandırılırsa, o zaman hem Adli Tıp Kurumu üyeleri hem de bunu kapatmak isteyen çevreler zor durumda kalacaklar. Bu yüzden bu tartışmanın süreceğini düşünüyorum.
ZEHİRLENME YOK, ÖYLEYSE MESELE YOK!
19 Haziran 2012 tarihli Özal: Dertleri beni tasfiye etmek başlıklı haberimizde, otopside beklenen bulgular çıkmasa bile cinayet şüphesi ortadan kalkmayacak. Şüpheli bulgulardan belki sadece bir tanesi devre dışı kalmış olacaktır demiştik.
Ölümün kalp krizine yol açan bir madde verilerek ya da zehirlenme ile meydana geldiği iddiaları söz konusuydu. Sabah´ın haberinde iddia edildiği gibi adli tıp heyetinin kanaati zehirlenme olmadığı yönünde ortaya çıkacak olsa bile bu kişisel kanaatten öte geçemeyecek ve hata içerme olasılığı da taşıyan heyet görüşü, merhumun öldürüldüğü iddiasını ortadan kaldırmış mı olacaktır? ´Olay çözüldü, lambaları söndürelim, gidip yatalım´ sonucu mu ortaya çıkmış olacaktır? Benzer bir durum Aselsan mühendisi Hüseyin Başbilen´in intihar gibi görünen şüpheli ölümünde de yaşandı. Adli Tıp heyetinin çoğunluğu intihar derken bazı üyeler cinayet dedi. Savcılık, adli tıp haricindeki uzmanlardan da görüş aldı. Olay yeri delillerini geniş kapsamlı şekilde analiz eden uzmanlar olayın intihar süsü verilmiş profesyonel bir cinayet olduğu kanaatine vardılar.
Özal´ın ölümünün zehirlenme yoluyla olmadığı adli tıp heyetinin kanaatiyle değil de yüzde yüz somut şekilde ortaya konulsa bile bu Özal´ın ölümüyle ilgili şüpheleri ortadan kaldıracak mıdır? O halde aşağıda sayılacak bulguları nereye koymalı acaba?
BUNLARI NEREYE KOYMALI ACABA?
- Özal´ın naaşında tespit edilen zehirlerin 9 ay önceki bir tanık ifadesinde aynen yer alması olayını nereye koymalı acaba?
Malatya Zirve katliamı soruşturmasında Deniz Uygar kod adlı Uzman Çavuş İlker Çınar, 5 Şubat 2012´de yani Özal´ın mezarının açılmasından aylar önce Cumhuriyet Savcısı İsmail Aksoy´a verdiği ifadede, Özal´ın Ergenekon örgütünün TSK içindeki Tushad isimli yapılanması tarafından zehirlendiğini iddia ediyor ve zehirlemede kullanılan maddeleri isim isim belirtiyor. Çınar´ın 10 ay önce verdiği ifade aynen şöyle:
?Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi (TUSHAD) bir Ergenekon yapılanmasıdır. JİTEM de bu birime bağlıdır. Ben de TUSHAD´a bağlı çalışan Beyaz Kuvvetler´de görev yaptım. Eşref Bitlis ve Turgut Özal´a suikast yapıldığını burada öğrendim. Kalp krizine yol açacak ilaçlardan olan ve her Beyaz Kuvvet mensubunun da bildiği ve bulundurduğu Polonyum 210 ve Amerikyum 241 isimli radyoaktif ilaçlar Turgut Özal´a verilmişti. Bakın 240 bile demiyorum. 241 diyorum. Bu kadar eminim. Özal, bu ilaçlar nedeniyle kalp krizinin meydana gelmesi sonucu vefat etmiştir. Bu ilaçların kanda yapılan kontrollerinde tespitinin zor olduğunu biliyorum.?
19 yıl sonra mezarından çıkarılarak otopsi yapılan Turgut Özal´ın naaşında 4 ayrı zehir bulundu. Özal´ın karaciğerinde DDT (böcek ilacı), ince bağırsak ve testislerde normalde hiç olmaması gereken kadmiyum isimli ağır metal, soluk borusu ve akciğerlerde polonyum adlı radyoaktif maddeler belirlendi. İlker Çınar´ın, otopside çıkan 4 zehirli maddeden iki tanesini 9 ay önce söylemiş olması önemli değil mi?
- 1998 yılında Özal´ın eşiyle görüşmeye gelen Azeri uyruklu Şehriyar Purnovruz´un Özal´ın böcek ilacıyla zehirlendiğine dair iddiasını nereye koymalı acaba?
Devlet Denetleme Kurulu´nun (DDK), 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın ölümüyle ilgili hazırladığı raporunda yer verdiği iddiaya göre, 1998 yılında, Semra Özal´ın İstanbul Sarıyer´deki evine 34 TC 245 plakalı araçla bir kişi gitti. Kendisini Şehriyar Purnovruz olarak tanıtan gizemli Azeri, Semra Hanımla görüşmek istedi. Ancak Semra Özal, o sırada evde değildi. Bunun üzerine Purnovruz, Semra Özal´a iletilmesi için korumalarına not bıraktı. O notta, Turgut Özal´ı Glikonorinaid adlı ilaçla öldürdüler. Katili Azerbaycan´da. İsmi Hasan Alioğlu diye yazıyordu. Purnovruz, notta kendi adını ve İstanbul´da kaldığı oteli de belirtti, yazıyı Erciyes Otel, Beyazıt. Şehriyar Purnovruz, 5179185 bilgileriyle bitirdi. Semra Özal, Purnovruz´a ulaşmak için korumasını otele gönderdi. Ancak otelde kimse yoktu. Araştırmada Purnovruz´un, Türkiye´ye resmi yollarla girmediği belirlendi. Purnovruz´un geldiği 34 TC 245 plakalı araca ve sürücüsüne de ulaşılamadı. Semra Özal´a bırakılan not, Turgut Özal´ın ölümüyle ilgili şüpheleri daha da arttırdı. Bu arada Semra Özal ile oğlu Ahmet Özal bugün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bir araya gelecek. Konuyla ilgili yapılan araştırmada ilginç bilgilere ulaşıldı. Buna göre Purnovruz´un pasaportunun fotokopisi, Semra Özal´ın koruması Asım Enşenol´da bulundu. Enşenol ise söz konusu fotokopiyi İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi´ne teslim etti. Ancak DDK´nın yaptığı inceleme sırasında Enşenol, fotokopiyi kime verdiğini hatırlayamadı.
- Başbakan Süleyman Demirel ile Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk´un, Özal´ın yakında öleceğini bildikleri iddiasını nereye koymalı acaba?
Gazeteci Emin Çölaşan, 1 Mayıs 2002 tarihli köşe yazısında Özal´ın vefatı döneminde Meclis Başkanı olan akrabası Hüsamettin Cindoruk´a dayanarak şok bir iddia dile getirdi: Turgut Özal´ın ne zaman öleceğini (Başbakan) Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk, Cavit Çağlar gibi isimler biliyordu. Halamın oğlu, o sırada Meclis Başkanı olan Hüsamettin Cindoruk´la Özal´dan söz ediyoruz. Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor: ´Bu gidici. Yakında ölecek.´ İnanmıyorum, şaşırıyorum ve aynen ´Ne gidicisi abi, o hepimizi götürür´ diyorum. Cindoruk ısrar ediyor: ´Haberin kaynağı Baba´dır. Bu devlet bilgisi. Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Baba sağlamcıdır. Bunu diyorsa bir bildiği vardır. Bu devlet sırrını kimseye açamıyorum. Aradan kısa bir süre geçiyor ve Özal 17 Nisan´da ölüyor.
PEKİ YA BUNLARI NEREYE KOYMALI ACABA?
Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve ona bağlı sivil ve komutanların peşpeşe gerçekleşen ölümlerinde, ABD Başkanı Kennedy suikastinde benzeri görülen geniş çaplı bir komploya dair çok sayıda başka bulgular da var.
Özal´ın vefat anıyla ilgili şüpheleri sıralayacak olursak;
- Hastanede alınan kan örneklerinin her türlü olasılığı dikkate alan şekilde analiz edilmemesi. Örneklerin daha sonra da imha edilmesi.
- Ölümün şüpheli olduğunun hastanede bazı yetkililerce dile getirilmesine karşın otopsi yapılmaması.
- Hastaneye gidilirken dakikalar bile önemliyken yarı yolda güzergahın değiştirilerek başka bir hastaneye gidilmesi. Bu çok kritik değişiklik talimatının Ergenekon sürecindeki tartışmalarda adı sık sık gündeme gelmiş olan Kurmay Albay Aslan Güner´den gelmiş olması.
Kesin olan gerçeklerden biri de, Özal´a ölürken bir Cumhurbaşkanı muamelesi yapılmadığıdır. Adeta ölmesi için her türlü gecikme uygulanmıştır. Ölüm anı ve ertesindeki eksik tıbbi işlemlerle ölüm nedeninin ortaya çıkması mümkün olmamıştır. Tüm bu şüphelerin peşpeşe gelmesi bile aslında başlı başına somut bir bulgudur.
Özal´ın ölümüne dair bir de özel yetkili savcılıkça soruşturma yürütülmekte. Gizli olduğu için soruşturma dosyasına ne tür delillerin girdiğini henüz bilemiyoruz. Ancak geçtiğimiz aylarda savcıların, Cumhurbaşkanı Özal ile bazı komutanların ölümleri arasında bazı bağlantıları yakaladığı iddia edildi. Savcıların bu nedenle dosyalardaki delilleri paylaşma kararı aldıkları ileri sürüldü.
Çoğu 1993 yılında olmak üzere inanılmaz şekilde peşpeşe şüpheli ölümler zinciri yaşandı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, Jandarma Diyarbakır Bölge Komutanı Tuğg. Bahtiyar Aydın, Jandarma Tunceli Bölge Komutanı Albay Kazım Çillioğlu ile Jandarma Mardin Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden hayatlarını kaybettiler. Hepsinin aynı ekipte, Özal´a bağlı komutanlar ekibinde yer aldıkları ve ´terörü barış projesiyle çözme´ sürecini sabote etmek amacıyla derin devlet tarafından öldürüldükleri yıllardır ileri sürüldü. Hatta gazeteci Uğur Mumcu ve Binbaşı Cem Ersever gibi şahısların ölümleri ile Bingöl 33 er, Sivas ve Başbağlar katliamlarının da aynı derin güçler tarafından aynı karşı proje doğrultusunda tezgahlandığı iddia edildi. 2007´de başlayan Ergenekon soruşturma sürecinde ortaya çıkan çarpıcı delil ve bulgular üzerine tüm bu soruşturma dosyaları 2010 yılında çeşitli illerdeki savcılıklar tarafından açıldı. Çillioğlu ile Özden´e otopsi yapıldı. Çillioğlu olayında Jandarma içinde bir yapılanma tespit edildi. Halen izi sürülüyor. Kısacası, bu komutan ve sivillerin cinayete kurban gittiklerine dair somut deliller elde edildi. Yıllardır dile getirilen şüpheler güçlendi.
ÖZAL´A SUİKAST DÜZENLENMEDİ Mİ?
Tüm bunlara ilave olarak, Özal´a başbakanken düzenlenen suikast girişimini hatırlatalım. Bu girişimin derin güçlere, ´Özel Harp Dairesi´ne, diğer adıyla da ´Kontrgerilla´ya kadar dayandığı, ilerleme sağlanamadığı için de kapatıldığı ortaya çıktı. Yakınlarının ifadelerine göre, cumhurbaşkanlığına hazırlanan Özal sorun çıkmasını istemiyordu. O yüzden dosyanın kapatılmasını istedi. Buna karşı çıkan ve suikastin ardındaki güçlerle hesaplaşmak isteyen yakınlarını uyaran Özal şunları söylüyordu: Çocuklar çok gençsiniz. Hesaplaşmaya girersek ülke kaybeder, ülke karışır. Tehdit altındayım, önümüzdeki bir yılı atlatmamız lazım. Bizim bu olayı çözdüğümüzü bunu yaptıranlar biliyorlar. Tekrar girişimde bulunamazlar. Can güvenliğinizin teminatı benim. Dertleri beni tasfiye etmek. 292 vekil bunların gözlerini korkuttu. Anayasayı değiştireceğimizi düşünüyorlar. Bu işi unutun ve sakin olun. Bu bir yıl içinde bunlarla kavgaya girersek, kaybederiz.
Turgut Özal´a yapılan suikast girişiminin ardından eski Özel Harp Dairesi ve eski MGK Genel Sekreteri Org. Sabri Yirmibeşoğlu´nun adı çıktı. Bizzat yetkili kişilerin ağzından dile getirilen iddialara göre suikasti soruşturan Savcı Uğur Tönük, bu generalin gönderdiği üç MİT görevlisi tarafından tehdit edildi. Kızı kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Ve ardından dosya kapatıldı. Suikast sırasında MGK genel sekreterliği görevini yürüten Yirmibeşoğlu, halk arasındaki adıyla Kontrgerilla olan Özel Harp Dairesi´nin (ÖHD) eski komutanlarından biriydi. ´6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı´ açıklamasını yapan kişiydi. Özal suikastini soruşturan ve suikastçi Kartal Demirağ´ın Afyon Dazkırı bölgesindeki kontrgerilla örgütlenmesine dahil olduğunu tespit eden savcıyı, olayın üzerine daha fazla gidilmemesi için uyaran kişi de MGK sekreteri Yirmibeşoğlu´ydu. Yine Yirmibeşoğlu, 1978´de Başbakan Ecevit´in, ´Farz-ı muhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi´nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?´ kuşkusunu ´Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır.´ diyerek doğrulayan kişiydi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, suikast olayının detayları kendisine ulaşınca MGK sekreteri Yirmibeşoğlu´nu re´sen emekliye sevketti. Suikastin ardında olmakla suçlanan diğer kişi ise yine Özel Harp´te komutanlık yapan Org. Kemal Yamak´tı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın genel sekreterliği görevini yürüten Yamak, Özal´ın 1993´te şüpheli ölümü üzerine o gün görevinden istifa etmişti.
Ortaya çıkan bu bulgular, Özal´ın etrafında o dönemde çok tehlikeli bir çemberin var olduğunu gösteriyor. Bu çemberin Ergenekon örgütüyle bağlantılarına dair somut bulgular da ortaya çıktı. Özal, Cumhurbaşkanlığı seçimi telaşından üzerine gitmediği bu güçlerin dosyayı kapattığında peşini bırakacaklarını ya da cumhurbaşkanlığı makamının gücüyle onları mağlup edebileceğini düşündü. Ancak ´dertleri beni tasfiye etmek´ dediği o güçlerin amaçlarından vazgeçmediği ve tasfiyeyi başardığı anlaşılıyor.
Mumcu cinayeti de Tushad bağlantılı
İçinde Özal´ın ölümünün de yer aldığı 1993 yılındaki cinayet ve şüpheli ölümler fırtınasında Tushad isimli TSK içinde yapılanmış Ergenekon hücresinin rol oynamış olabileceğini Malatya Zirve ek iddianamesinden hareketle basında ilk olarak biz dile getirmiştik. 24 Haziran 2012 tarihli haberimizin başlığı ´Ergenekon 1993´e uzandı´ şeklindeydi. Tushad´ın kuruluş yılı 1993´e de dikkat çekmek istiyoruz. Bu yıl içinde Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Turgut Özal, Bahtiyar Aydın ve Cem Ersever gibi isimler şüpheli şekilde öldüler ya da öldürüldüler. Bingöl, Sivas ve Başbağlar katliamları yaşandı. Bir ekip tasfiye edildi. Türk devletinin terör politikası değişti. satırlarının yer aldığı haberimizde, bu bağlantıya dikkat çekmiştik.
PKK-Ergenekon bağlantısını arayanlar öldü
6 ay önceki iddiamız, Zirve davası tanığının geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan ve yukarıda da aktardığımız ´Özal´ı Tushad zehirledi´ ifadesi ile güçlendi. 1993 içindeki cinayetler zincirinin birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteren bulgular giderek artıyor. Bugünlerde ölümü tekrar tartışılan gazeteci Uğur Mumcu, ölümünden hemen önce PKK terörünün arkasında devlet içindeki bir yapılanmanın rol aldığına dair izleri araştırmaktaydı. Bu bağlantıları gösteren çok çarpıcı belgelere ulaştığı, örneğin kızı gibi Mumcu´nun yakınlarınca açıklandı. Tıpkı Mumcu gibi Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis de ölümlerinden hemen önce aynı bağlantıları yakalamışlardı.
1993´teki suikastler fırtınasını başlatan mektup
Ölümünden bir süre önce Cumhurbaşkanı Özal´a terör konusunda şok bir mektup yazan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, terörle mücadelede ihanet içerisindeki bazı devlet görevlilerinin mutlaka tasfiye edilmesi gerektiğini belirtti:
Sayın Cumhurbaşkanım, Zatı Aliniz bu olaya müdahil olmalı, aksi takdirde bölgede sonu alınamayacak ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalabiliriz. Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır.
Bu mektubu okuyan Turgut Özal, terör raporları hazırlayan merhum Adnan Kahveci ile Eşref Paşa´dan ´ortak bir çalışma´ istedi. Bu olaydan 2 ay sonra, 5 Şubat 1993´te Kahveci trafik kazasında, 12 gün sonra Bitlis düşen uçakta, 2 ay sonra da Cumhurbaşkanı Özal makamında vefat etti. Aynı ekipte yer aldığı iddia edilen Albaylar Kazım Çillioğlu ve Rıdvan Özden de şüpheli şekilde hayatlarını kaybettiler.
Türkiye için kanlı ve kara yıl: 1993
1993, Türkiye için kanlı ve kara bir yıl oldu. O yıl boyunca, en kanlısının Bingöl´deki 33 er katliamının olduğu çok sayıda olay peşpeşe geldi. Kendi alanında güçlü ve simge isimler art arda hayatlarını kaybetti. Kimi öldürüldü, kiminin ölümünün üzerindeki sis perdesi hala aralanamadı. İddialara göre bir suikast fırtınası yaşandı. Çok büyük çaplı bir tasfiye harekatı yürütüldü. Kürt sorununu şiddetle değil demokratik yöntemlerle çözmeye kalkan yetkili ve etkili insanlar sistematik şekilde öldürüldü.
24 Ocak 1993: Uğur Mumcu cinayeti
05 Şubat 1993: Devlet Bakanı Adnan Kahveci´nin trafik kazasında ölümü
17 Şubat 1993: Jandarma Komutanı Eşref Bitlis´in uçak kazasında ölümü
17 Nisan 1993: Cumhurbaşkanı Özal´ın kalp krizinden vefatı
24 Mayıs 1993: Bingöl´de 33 asker katliamı
02 Temmuz 1993: Sivas katliamında 37 kişinin ölmesi
05 Temmuz 1993: Başbağlar katliamında 33 kişinin ölmesi
22 Ekim 1993: Tuğgeneral Bahtiyar Aydın suikasti
04 Kasım 1993: JİTEM kurucusu Binbaşı Cem Ersever cinayeti
Bu isimlerin ortak özelliği, PKK ile mücadelenin doğrudan içinde yer almaları ya da sorunun çözümü için ciddi mesai harcamalarıydı. Bu olaylar sonucunda 2009´da AK Parti hükümetince başlatılan ´demokratik açılım´ projesiyle yapılmaya çalışılanın benzeri, yani PKK´nın tasfiyesinin sağlanarak Doğu ve Güneydoğu´nun terörden kurtulması ve barışın sağlanması projesi rafa kaldırıldı.
Ergenekon ve Balyoz sanıklarının isimleri tasfiye listesindeydi
Suikastlere kurban giden bazı jandarma komutanlarının Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis´e, onun da Cumhurbaşkanı Turgut Özal´a ulaştırdığı raporda şok bilgiler vardı. 1993 yılındaki suikast fırtınasına neden olduğu da ileri sürülen bu tasfiye listesinde, teröre yardım eden ve kışkırtan, terörden rant elde eden, yani silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla teröristlerle menfaat işbirliğine giden, diğer bir deyişle terörün ´bitmemesine´ neden olan, ihanet içerisindeki bazı subayların isimleri bildiriliyordu. 16´sı subay toplam 34 devlet görevlisinin adının yer aldığı ileri sürülen listedeki kişilerin devlet kademelerinden uzaklaştırılmaları tavsiye ediliyordu. Bu tasfiye raporunun hemen ardından komutan cinayetleri adı verilen ve Uğur Mumcu´nun da içinde yer aldığı bir cinayet fırtınası başladı. Tasfiyesi istenen 16 subaydan bazılarının isimleri de ortaya çıktı. Tümgeneral Ahmet Yavuz, Tuğgeneral Levent Ersöz, Albay Levent Göktaş, Albay Fikri Karadağ, Korgeneral Selahattin Uğurlu, Tuğgeneral Nevzat Bekaroğlu ve Tuğgeneral İsmail Kuru. Bu kişilerden bazıları Ergenekon ve Balyoz davaların sanıkları arasında yer almakta.
Sonuç olarak Özal´ın yapmaya çalıştığı tasfiye operasyonu tersine döndü. Devletin en üst noktalarındaki yetkililere yönelik bir karşı tasfiye operasyonu başlatıldı. Başbakanken suikastle başarılamayan tasfiye, Özal cumhurbaşkanı iken yürütülen daha geniş çaplı bir operasyonla başarıldı. Özel Harpçilerin dile getirdikleri 6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi? cümlesi, Özal ve ekibinin ölümleri için de söylenmekte: Özal suikasti muhteşem bir Özel Harp işiydi. Amacına da ulaştı.
Benzer bir tasfiye operasyonunun ABD Başkanı John F. Kennedy suikasti olayında da yaşandığını söyleyebiliriz. İddialara göre Amerikan Başkanı, Rusya ile soğuk savaşı tırmandırmayarak soğutma politikası uygulaması nedeniyle silah üreticileri ve onların devlet içindeki uzantılarınca planlı ve örtülü bir şekilde öldürüldü. Olay, çok büyük bir komplo idi. Bu komplonun içinde yer alan sözde tetikçi Lee Harvey Oswald ve suikastle ilgili olay yerindeki ayrıntılara tanık olan çok sayıda kişi, ya cinayetlerle ya da yüksekten düşme, trafik kazası ve diğer ölüm şekilleriyle hayatlarını kaybettiler. Tetikçi Oswald´ı öldüren kişi de bir başka kişi tarafından öldürüldü. Mahkeme önüne çıkabilecek birinci derecede resmi delil ve tanıklar titizlikle ortadan kaldırıldı. Peşpeşe gerçekleşen bir ölümler zinciri yaşandı. Meclis Suikasti Araştırma Komitesindeki dosyaların, Amerikan ulusal menfaatleri açısından 2029 yılına kadar kamuoyuna gizli tutulacağı açıklandı. Bunun diğer anlamı, devletin kamuoyuyla yüzleşmekten çekinmesiydi.
Acaba benzer bir durum Özal´ın ölümünde de söz konusu mu olacaktır? Sabah´ın dünkü haberiyle birkaç gün önce aynı gazetede çıkan bazı köşe yazılarında zehirlenme olmadığı tezinin işlenmesi dikkat çekiyor. Özal´da ortaya çıkan zehirlere her cesette rastlanabileceği şeklinde tuhaf bir iddianın ortaya atılabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en üst makamında 1 no´lu konumda yer alan bir kişinin öldürülmesinin ardındaki güçlerle yüzleşilmekten çekiniliyor mu? sorusuna yol açıyor. Gerçekten de düşünüldüğünde bu makamdaki bir kişinin planlı bir şekilde öldürüldüğünün ortaya çıkmasının TC tarihinin en sarsıcı olayı olacağına hiç kuşku yok. Amerikan devletinin, Başkanı Kennedy olayında kamuoyuyla yüzleşmekten kaçınmasına benzer bir durum, Türkiye´de Cumhurbaşkanı Özal için de söz konusu olacak mıdır?
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
(09 Aralık 2012, 20:26)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
Adli Tıp iddiası: Özal zehirlenmiş
Tanık: Özal´ı Tushad zehirledi
Ergenekon 1993´e uzandı: Tushad
Özal ve komutan cinayetleri bağlantılı
TURGUT ÖZAL´IN ŞÜPHELİ ÖLÜMÜ MANŞETLERİMİZ
Özal: Dertleri beni tasfiye etmek
DDK: Özal´ın mezarı açılmalı
DDK raporunun tam metni
Özal ailesinden garip tavır
DDK´nın Özal´ın vefatına dair raporun orjinalini Cumhurbaşkanlığı sitesinden indirmek için tıklayın
DDK´nın Özal´ın vefatına dair raporun orjinalini sitemizden indirmek için tıklayın
DDK Özal´ın ölümüne yoğunlaştı
Özal suikastinde çember daralıyor
Özal suikasti muhteşem bir Özel Harp işiydi, amacına da ulaştı
Korkut Özal: Kardeşimi Ergenekoncular öldürdü
Kaynak: Özal´ın o dönem ölmesi birilerince uygundu
Ergenekon, Balyoz ve diğer iddianamelerde arama yap